7 (Hikaye)
Duyabiliyor musun? Kulakların hala sağlamsa gerçekten şanslısın demektir. Zira hemen yanımızda patlayan bombaların ölümcül etkisinden kurtulmayı bi ihtimal başarmış olman bile mucizeyken tüm bu kaosun sağır edici sesine karşın kulaklarını dahi koruyabildiysen belli ki hak, birazdan anlatacaklarımı can kulağınla dinlemeni istiyor.
Duyabiliyor musun? Kulakların hala sağlamsa gerçekten şanslısın demektir. Zira hemen yanımızda patlayan bombaların ölümcül etkisinden kurtulmayı bi ihtimal başarmış olman bile mucizeyken tüm bu kaosun sağır edici sesine karşın kulaklarını dahi koruyabildiysen belli ki hak, birazdan anlatacaklarımı can kulağınla dinlemeni istiyor.
Kokuyu alabiliyor musun? Kanın kokusuna alışalı çok oldu. Cesetlerin kokusuna karşı da burnum hissizleşti. Hayır, bu ölümün korkutucu manevi kokusu. Topraktan mı yükseliyor yoksa toprağa mı varıyor anlaması zor olsa da her yerden bu kokuyu alabiliyorsun çünkü her yer ölüm. Çok yüksek ihtimal ile burada, bu ölüm kokan yerde bulunarak tarihi bir olayın baş karakteri. Tarihin seyrini değiştirebilecek ve bunun sonunda halkımızın sonunu getirebilecek bir felaket ihtimalinin karşısında etten duvarlar ile örülmüş son kaleyiz adeta. Yani sonumuz yakın ve kaçınılmaz. Şu aşamada tek dileğimiz, bu destansı çabamızın meyvelerini çocuklarımızın yiyebilmesi olmalı. Çünkü bu çabamız dünyaya karşı adete. Şu ana kadar görülmüş en şiddetli savaşlardan birini veriyoruz.
Cephenin bedenine yorgan olmasına karşı koyma zira bu harp, kan dökmek için yaratılan kurşunları bile birbirine kavuşturdu. Ölüm artık burada gökyüzünü siyaha boyayan dumanlar kadar yoğundu ve içimize soluyabiliyorduk. Denizden akın akın gelen düşman birlikleri sel gibi üzerimize gelirken yerden bulduğum ilk silaha sarılmış; sonunda gene şefkatli kollarında doğacağım kara toprakla ve diğer malzemeler ile oluşturulan siperlerden birine sığınmış, bir insansın en çaresiz olacağı anlardan birinde son direnişimi gösteriyordum. Sol tarafımda biraz ileride birkaç kişi daha vardı. En ufak bir dikkat kaybının bile ağır sonuçlanabilecekken yakaladığım ufak bir boşlukta hala yaşadıklarından emin olduğum tek kişilerdi. Üstüme doğru gelen askerlerden biri ateş etmek için silahına odaklanıp yavaşladığı sırada ateşlediğim isabetli bir kurşun şans eseri kaskında delik açmayı başarmıştı. Çıkan damla damla kan ile canlılığın son saniyelerini yaşayan bedeni yere düşüyordu. Başka biri ise koşarken fark edemediği bir cesede takılıp düştüğünde kaybettiği silah ve kaskı sayesinde adeta açık bir hedefti. Boşa sıkma gibi bir lüksüm yoktu çünkü mühimmat kaldı mı bilmiyordum. Kaosa sesleriyle eşlik edenler insan varlığının kanıtı olsa da bizden kimin hayatta olduğunu bilmiyordum. Nefes almak içi başımı eğdim. Hızlıca sağıma ve soluma baktım.
Sağımda acı içinde kıvranan iki kişi vardı. Biri silah tuttuğu kolundan, yanlış görmediysem üç kez vurulmuştu. Besbelliydi. Aksi halde şu an hala ateş ediyor olurdu. Diğerinin durumu ise çok daha kötü gözüküyordu. Kan kusuyordu. Gövdesinin kritik noktalarından kan aktığı anlaşılıyordu. Diğeriyle kıyaslandığında üstü toprak ve çamurla daha fazla kaplıydı ve bu kaç kuşun yediğini anlamayı zorlaştırıyordu. Kan kustuktan sonra yığıldı lakin ölmemişti. Dudaklarını oynattığı anlaşılıyordu. Tüfeği tuttuğu kolundan vurulan asker diğer koluyla tüfeği kullanmaya ve birkaç düşman askerini indirmeye çalışmaya başlayınca sol tarafa döndüm.
Daha önce birkaç saniyeliğine sol tarafımda gördüğüm askerler dört kişiymiş. Baktığım an kafasından vurulup yere yığılan cesetle birlikte dört cansız beden vardı çünkü.
***
Kafasından vurulan kişi bur anlık duraksamanın kurbanı olmuş gibiydi. Bir saniyeliğine dikkatinin nişangahtan silahın kendisine kaydığına şahit olmuştum. Kullandığımız silahlar düşman birliklerinkine nazaran oldukça eski kalıyor ve bakımları her ne kadar yapılmış olursa olsun tutukluk yapabiliyordu. Bunun yüzünden mi emin olmak imkânsız ama tahminim bu yönde.
Diğer üç cesetten biri özellikle dikkat çekiyordu. Normalde ölümcül bir noktadan vurulmanın etkisiyle silahı düşürürsünüz. Kan ve can bedeninizi terk ettiğinden dolayı ilk başta olmasa bile o silahı tutmayı bırakırsınız ancak bu asker can bedeninden göçmüş olmasına rağmen her an kalkıp tekrardan vatanı için savaşmaya devam edecekmişçesine silahını sımsıkı sarılmış gibiydi. Hayır, silahın namlusu veya herhangi bir kısmı askerin bedeninde durmasını sağlayacak bir yere tutunmamış, takılmamıştı. Eminim ki başka biri daha onu görse hala yaşadığını, mermi doldurmak için sipere yattığını düşünürdü. Anca ölüme o kadar çok şahit olmuştum ki başka bir zaman o asker cansız bedenini o şekilde görsem duygulanabilecekken şu an baktığımda hiçbir şey hissedemiyordum. Diğer iki cesetten ise farklı bir durum yoktu. Bir tanesi kalbine yakın bir bölgeye olmak üzere göğüs bölgesine gelen üç kurşun ile şehadet şerbetini yudumlayan asker, sayamadığım kadar çok ancak ölümcül yerlerinde olmayan kurşun yaralarından anladığım kadarıyla kan kaybından ölen askerin ayaklarının hizasına yığılmış ve ortaya çocuğunu sallayan bir anneye benzer bir görüntü çıkarmıştı. Bir anlığına tüm bunları düşünmemin birkaç saniye sürmesi beni dehşete düşürmüştü. Bu durum bu cephede ölümün ne kadar sıradanlaştığını bir kez daha göstermişti.
Savaş, insana çok farklı şeyler düşündürebiliyor ve yaptırabiliyor.
Tüm bu olanlar en fazla beş metre yakınımda oluyordu lakin böyle bir durumda insanın düşüne bildiği belki de tek şey arkadaşının önünde duran cansız bedeninin hala tuttuğu tüfeğin dolu olup olmadığı oluyor.
Kemal, memleketi dört bir yanından bu vatan müdafaasına katılmak için gelen askerlerden oluşan birliğimizde kendi toprağını korumak için gelenlerden biriydi. Bu harpten sağlam ve zaferle dönmesini bekleyen bir eşi ve daha beşikte olan Ali adında bir oğlu vardı. Bana fotoğrafını göstermişti. Gördüğüm en tatlı bebekti. Eşine Anadol’unun iç kısımları gitmesi için yalvardığını ama eşinin o olmadan hiçbir yere gitmeyeceğini söylediğini anlatmıştı. Bu durum zaten bin bir türlü badireler atlatmaya çalışan vatan toprağı uğruna savaşmanın yanında bir sorumluluk daha yüklüyordu ona. Hep eşinin çok güzel yemek yaptığından ve inşallah sağ salim bu harpten çıkabilmemiz durumunda beni evinde ağırlamaktan onur duyacağından bahsederdi. Cephede edinilen arkadaşlıklar gerçekten özel oluyordu. Ben evli değildim ve çok dostum da yoktu. Orduya katılmadan önce de zaten hasta ve yaşlı olan anamı ve babamı kaybetmiştim. Yani buradan sağ çıkmayı başarsam bile gidecek bir yerim yoktu. O yüzden Kemal'in bu asil davetleri beri çok mutlu ediyordu her dillendirdiğinde.
***
Elimde o eski, yer yer çamur ve kanla kirlenmiş, boş tüfeği tutuyorken bunların önemsizliği yüzüme tokat gibi çarptı. Tek bir şeyin önemi vardı şu an o da senin boş tüfeğinin aksine hemen yanında duran arkadaşınım cansız bedeninin ellerinden, çok da uzak bir yere kayıp girmiş olan tüfeğin dolu olup olmadığıydı. Hızlıca o tüfeğe uzanıp kontrol ettim. Evet mermisi hala vardı. Sadece yedi tane idi ama şu an erişebileceğim en yakın silah buydu. Buradan canlı kurtulmama zaten ihtimal vermiyordum. Yapmam gereken tek şey yedi kurşunla yedi can daha almak ve Hakkın yanına temiz bir şekilde varmayı dileyen dualar ile...
Tekrar sipere yaslandım. Etraf toz ve dumanla kaplıydı. Bu durum görüş açısını epey bi kısıtlıyordu. Bulduğu bir tümseği kendisine siper etmiş bir askeri gözüme kestirdim. Bir saniyeliğine yüzünü görmüştü ve o şaşkınlık ile korku karışımı ifadesinde yedinci kurşunum son noktayı koymuş, belki huzuruna belki de sonsuz azabına vesile olmuştu. Cephede beklemedikleri bir direniş ile karşılaşmaları işi onlar içinde zora sokmuş ve herkese, iki taraftan da akan ölüm pınarlarını bir noktada birleşeceğinin işaretini vermişti.
—Kaldı altı tane
***
Genç ve yeni yetme bir tanesi belli ki beklemediği bir kaosla karşı karşıya kalmış, nereye gideceğini bilmediğinden olsa gerek çömelmiş bir şekilde sağa sola koşturuyordu. Kendisini kurşunlardan korumak için verdiği çaba acınası ve komikti. Onu izlerken "Senin burada ne işin var evlat." demeden alı koyamıyordum kendimi. Yine de şu ana kadar hayatta kalmayı başarmış olması ya kimsenin onu fark etmemiş olmasının ya da sağa sola kaçmalarının mucizevi bir şekilde işe yaradığının bir göstergesiydi. Altıncı kurşunumu kafasıyla buluştururken bu; beklide daha nerede olduğunu bile bilmeyen, aciz ve genç birini öldürdüğüm için ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Sonuçta o da bir emir kuluydu ve belki de burada olmayı hiç istememişti. Lakin her anlamıyla o kurşun namluyu çoktan terk etmişti. Artık bunların bir önemi yoktu. Vatanını koruyorken belki de son düşünmen gereken şey düşmana acımak.
—Kaldı beş tane
Nereden geldiğini göremediğim bir kurşun tam gözünü yanından geçip sadece ufak bir kesik oluşturacak ancak dengesini bozup yere düşmesine yetecek şekilde geçti. Birkaç saniyeliğine kurşunun nereden geldiğini anlamaya çalıştım ancak bulamadım. Tahminim bir kör kurşunun hedefi olduğum yönündeydi. Bu kadar dikkatsiz olmak gibi bir lüksüm yoktu. Sadece beş kurşunum vardı ve bu beş kurşunun beşinin de can alması gerekiyordu. Şu an ölmek için çok erkendi. Sipere daha çok sarıldım ama nafile gibi duruyordu. Sarılmak bir süre sonra yığılmak olmuştu. Nefes almak giderek zorlaşıyordu ve gücümü toplayamıyordu. Dünyaya kararıyor ve tüm sesler silikleşiyordu. Daha nereden ve nasıl vurulduğumu bile anlayamamıştım ama o kurşun belli ki bunu anlama fırsat vermeyecekti.
Sonun kıyısına bu kadar yakınken bir pençenin beni ölümün derin sularına bu kadar çabuk çekmesini beklemiyordum. Giderek büyüyen ufak bir karaltı tatlı bir kokuyu nasıl uyandırabilir ruhta? Kalbime çok yakın bir yere gelen tek kurşun kadarlık bu canın kıymeti ne kadardır acaba? Gözlerimde, zaten tozdan pek bir şey belli olmayan o görüntüler sadece karanlığa dönüşmeye başlamıştı. Toprağa yaklaşmam ile rüzgârın şefkatli elleri son kez teni okşadı ve yavaş yavaş canımın terk ettiği bu bedeni kara cana teslim ettin. Tattığımda ise besbelliydi. Şehadet şerbeti içtiğim en tatlı şeydi.
Tepkiniz nedir?