ARABA SEVDASI VE ÜÇ İSTANBUL ROMANLARINDA 1870-1923 ARASI TÜRKİYE

Nisan 2, 2025 - 09:41
Nisan 2, 2025 - 21:26
 0
ARABA SEVDASI VE ÜÇ İSTANBUL ROMANLARINDA 1870-1923 ARASI TÜRKİYE

   Giriş

   Yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmeden evvel batılı hareketler başlamıştı bile. Özellikle 1839’da Gülhane Parkı’nda okunan Tanzimat Fermanı ile edebiyattan devlet rejimine, sosyal yaşamdan başka konulara kadar birçok alanda batılı değerler alınmıştır. Özellikle Tanzimat Fermanı’ndan sonra edebiyatımızda çokça Batı edebiyatından edebi türler alınmıştır.

   Kimi aydınlarca bu tür yenilikler çok güzel gelişmelerdir, kimilerince de Türklüğü unutturan şeylerdir. Ki aslında durum şöyledir; bu batılı yenilikler kesinlikle Türklüğü unutturmak amacıyla alınmamıştır. Bilindiği üzere eski Osmanlı padişahımız ve batılı reformların başlatıcısı Sultan 2. Mahmut, eski harbiye nazırımız İsmail Enver Paşa, Cumhuriyet’imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Atatürk’ün hislerimin babası dediği Vatan Şairimiz Namık Kemal gibi büyük kişilikler Türkçü, milliyetçi kişiliklerdir fakat aynı zamanda da Batıdan da etkilenenler arasındadırlar. Bu önemli kişiliklerin amaçları tamamen Batı özentisi olmak asla değildir. Batı’daki disiplini, sanatı ve devlet işlerini öğrenip bunları Türk kültürüne uygun olarak bizlere kazandırmak ve dönemin şartlarına uymak idi. Eğer bu durum böyle olmasaydı Atatürk memleketi kurtaramaz, devrimi yapamazdı.

   Osmanlı İmparatorluğu’nun hem başkenti hem en gelişmiş hem de en büyük şehri olan İstanbul’da da bunları oldukça görebiliriz. Bu dediklerimizi de Recaizade Mahmut Ekrem’in ilk realist roman niteliğindeki eseri Araba Sevdası ve Mithat Cemal Kuntay’ın İstanbul’un üç dönemini (İstibdat-2.Meşrutiyet-Mütareke) anlattığı Üç İstanbul adlı romanları üzerinden kronolojik bir şekilde inceleyeceğiz.

Yıl 1870: Garplaşan Osmanlı Devleti

   Bu bölümde Araba Sevdası romanından yararlanacağız. Romanın henüz başındayken Recaizade Mahmut Ekrem yine betimleme yeteneğini konuşturmuş. Okurken İstanbul’u, Çamlıca’yı kafanızda pek ziyade canlandırabiliyorsunuz. Olaylara bakarken de sanki olayların yaşandığı mekânda, zamanda gibi hissedebiliyorsunuz.

   Romandaki temel sorun yanlış batılılaşmadır. Batılılaşamayıp adeta züppeleşen birini anlatır. Hatta Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı kitabında da Araba Sevdası için: “[…] yine alafranga züppe tipiyle alay eden bir roman.” (MORAN 73) ifadelerini kullanır. Ana karakter Bihruz Bey’in batılılaşması, yazının ilk başında dediğimiz kişiliklerin aksine Batılılaşmayı yanlış anlayıp Batılılaşma, kendi kültürüne düşmanlaşmaya gitmiştir. Ve bütün bunların sonucunda Bihruz Bey, çokça alay konusu olacaktır. Kitabı okuduğumuz vakit gördüğümüz üzere Bihruz Fransızcaya, Türkçeye göre daha çok önem verir. Türkler barbardır kafasındadır.

    Bihruz mütemadiyen Türkleri, Türk edebiyatını, Türk milletini yerme peşinde, hatta kendisi bir Türk’ten ziyade adeta bir Fransız diyebiliriz. Türk edebiyatına nazaran Fransız edebiyatını över, Türk insanlarına nazaran Fransız insanlarını över. Bir başka deyişle Türklüğe, Fransız kalmıştır. Tabi bu batılılaşma hareketi önce 2. Mahmut Reformlarıyla başlar ve 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile de devamı gelir.

   Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da 1870 yılında bir millet bahçesi (Çamlıca Bahçesi) açılmış olup pek ziyade de ilgi odağı olmuştur. Arabalar, landolar çok fazlasıyla gider. O dönem insanları için bir nevi sosyalleşme aracı olur. Aslında sosyalleşme aracı sadece bu Çamlıca Bahçesi de değildir. Ramazan ayında yapılan etkinlikler ve daha birçok şey vardır.

   Romanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemki ekonomik durumuna da bir eleştirisi de vardır. “Galata’daki hanın parasından kalan altı yüz lira ancak üç-dört aylık cep harçlığım demektir.” (EKREM 103) Bihruz bir paşa çocuğu olmasına rağmen böyle bir durumun içine düşmüştür, borçlarını düşünmektedir. En büyük sebebi Batılılaşmayı yanlış anlayıp şatafatlı bir hayat yaşama peşinde koşup çokça harcama yapmasıdır. Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış kitabında bu durumu şöyle söyler:

   “[…] Felatun ve Bihruz aptal, cahil ve gülünçtürler; sonrakiler okumuş, zeki ve tehlikeli. Birinciler alafrangalık uğruna servetlerini batıran mirasyedilerdir; ötekiler alafrangalığı servet yapma yolunda kullanırlar.” (MORAN 267) Ve Moran, bu durumun ilerisinde de bu züppeliğin gittikçe vatan hainliğine kadar ilerleyeceğini söyler. Böylece ortaya züppe insandan hain insana geçiş çıkar.

  Tabi ki batılılaşmayı yanlış anlamasının tek hazin sonu bu değildir. Daha da önemli bir sonucu Periveş Hanım’dır. Bihruz henüz Periveş’in nasıl biri olduğunu bilmiyor ve bilmeyecek. Batılılaşmanın gözlerine perde gibi indiği Bihruz, Periveş’i zengin, batılı, asil birisi olarak tahmin eder. Fakat Periveş zengin değildir fakat zengin gibi görünmeyi sever. Erving Goffman’a göre bu tip şeyler göstermelik iştir. Goffman’ın Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu kitabından şu kısmı örnek verebiliriz:

   “Göstermelik işin incelenmesinden görünüşün önemli olduğu tempo, kişisel ilgi ekonomisi, kesinlik gibi diğer iş faaliyetleri standartlarının incelenmesine tek bir adımda geçebiliriz.” (GOFMANN 110)

   “Göstermelik iş de tıpkı işyeri edebinin diğer yönleri gibi, normalde daha aşağı düzeydekileri etkileyen bir şey olarak görülür.” (GOFMANN 111) Ana karakterlerden yalancı herif Keşfi’de vardır ve Bihruz’un hazin sonuna ön ayak olacak kişilerden birisi de budur. Yalancının tekidir Keşfi ve Bihruz’un da onun yalanlarına kanması, Berna Moran’ın da dediği gibi Bihruz ve Felatun’un aptallıklarından, cahilliklerinden kaynaklanmış olsa gerek. Bihruz’un sonunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna benzetsek yanlış etmiş olmayız.

1877: 93 Harbi

    Bu bölümden itibaren daha çok Üç İstanbul romanından yararlanacağız. Ana karakterimiz Adnan ve annesi, 93 Harbi sırasında muhacir olarak İstanbul’a gelir. Ve kendileri dahil diğer muhacirlerde çok zorluklarla göç ediyorlardı. Adnan o günleri yazdığı kitapta şöyle anlatmaktadır:

      “93 Harbinde üç şeyin hududu yoktu: Hastalığın, açlığın, vatan toprağının!..” (KUNTAY 9)

   Tabi bu savaşta Rusya’nın yaptığı kampanyalar vardır. Hatta Rusya’nın sanat dünyasındaki önemli isimleri de destek vermiştir: “Katkov, Fadeev ve Chomyakov gibi Panslavistlerden başka Dostoyevski gibi tanınmış yazarlar Rus halkını Türklere karşı kışkırtmak için çabalarını arttırmışlardı.” (YILDIZ 104)

    O zamanın neslinin en büyük kabusudur 93 Harbi. Her gün binlerce, on binlerce muhacir geliyordu. Tabi bütün bunlar yaşanırken Rus başkumandanı İstanbul’a gelir, Yıldız Sarayı’nda bir ziyafete davetlidir. Üç İstanbul, o dönemi bu şekilde en ince ayrıntılarına kadar anlatmasıyla adeta bir ansiklopedi niteliğindedir.

1878: İstibdat Rejimi ve Çırağan Baskını (Ali Suavi’nin Darbe Girişimi)

 93 Harbi’nin sonucunda meclis kapatılır ve ülke 1908 yılına kadar (2. Meşrutiyet Devrimine kadar) Abdulhamit’in baskıcı dönemi başlar. Basına sansür, yasaklanan kelimelerle (Yıldız, tepe, hürriyet, vatan, millet, cumhuriyet, hal, grev vb.) bir nevi dikta rejimi kurulmuştur. Hatta romanda memleketten bir adam olamayacağını lakırdısına karşılık olarak Adnan şunu demiştir:

    “Adam, tabii yok… Çünkü istibdat var […]” (KUNTAY 176)

    Ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yapacağı İkinci Meşrutiyet ihtilalinden evvel başka bir devrimci olan Ali Suavi (bir diğer adıyla Sarıklı İhtilalci), tek başına 2. Abdulhamit’e darbe girişiminde bulunur. Bu olay da Üç İstanbul romanında şöyle geçmektedir:

   “Tam o anda Çırağan’da tüfekler atılmış, Suavî vakası olmuştu; Abdülhamit hareme koşar, selamlık üniformasını giyer, silahlarını takıp at üstünde Suavî’yle muharebe etmeye hazırlanırken Sait Paşa, Adnan’ın mektep idaresini alamazdı ve alamamıştı. […] Beşiktaş muhafızının sopayla öldürdüğü Suavî’yi düşündükçe Adnan: ‘Süpürge sopasıyla bastırılan gülünç ihtilal!’e kızıyordu.” (KUNTAY 33)            Aslında her şey padişahın, Ali Suavî’yi atadığı Galatasaray Lisesinden geri almasından sonra başlar. “Ali Suavi’nin padişaha karşı olan sempatisi ve olumlu bakışı, Galatasaray Sultanisindeki görevinden alınınca değişir. 20 Mayıs 1878 tarihinde Ali Suavi, daha önce organize ettiği birkaç yüz muhacir ile Çırağan Sarayını basar. Nöbetçileri etkisiz hâle getirerek Sultan Murat’ın harem dairesine girer ve onu kolundan tutup, “Sultan Murat çok yaşa” naralarıyla onu dışarıya doğru çıkarmaya çalışır.” (GÖK 192)

   Ve bu durum biraz romanın ana karakteri Adnan’ın aleyhinde bir durumdur çünkü Sait Paşa yardımıyla Galatasaray Lisesine atanacaktı fakat bu durum sonrası mektebin idaresini ele alamamıştı.

1908: Hürriyet Devrimi (2. Meşrutiyet)

   Halk o dönemlerde İstibdat rejiminden de 2. Abdulhamit’ten de sıkılmıştı, Halk özgürlük istiyordu. Ve sonunda İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 10 Temmuz İhtilali gerçekleşmiştir. Hatta Üç İstanbul romanında şu şekilde belirtilmiştir:

    “13 Temmuz. Gece.

     Yıldız dağının tepesinde kızıl ve kara sakalı yere sürünerek eğilen adam kadit avuçlarıyla beldenin sokaklarıyla balya balya karanlık yuvarlıyor. Sofular Mahallesi’ne 33 sene alıştığı sessizlik gene çöktü. İkinci Abdülhamit’in gözleri gecenin karanlığına karışarak 33 senenin dibinden 10 Temmuz’a bakıyor.” (KUNTAY 294-295).

    Ve burada 2. Abdülhamit’e bir Kızıl Sultan göndermesi de vardır. Abdulhamit’in tarihte kızıl sultan ve gök sultan olmak üzere çokça isimle anılmış ve günümüzde de tartışılan bir konudur. 10 Temmuz’da yapılan ihtilal 24 Temmuz’da ilan edilmiştir. Ve Adnan da İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olmuştur.

1919-1923: Mütareke Dönemi

    Osmanlı İmparatorluğu, Alman ve Avusturya İmparatorluklarının yanında 1. Dünya Savaşı’na girmiştir fakat hiçbir şey düşündükleri gibi olmamıştır. Savaşa esas girme amaçları, kaybedilen Osmanlı topraklarını tekrardan geri kazanmaktır. Fakat toprak kazanmaktan ziyade toprak kaybettiler. Hani Üç İstanbul romanında Adnan Nail’e “Ereğli’de kömür Fransız! Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk!” (KUNTAY 72) demişti ya. Şimdi hakikaten Osmanlı Anadolu’da bile taksim edilmişti, yalnızca Orta Karadeniz ve İç Anadolu’yu kapsayan ufak bir toprak parçaları kalmıştı.

    Ve 19 Mayıs 1919 Gazi Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ayak basar. Ve Adnan buna çok sevinmiştir. Çünkü emperyal devletlerin kendi aralarında taksim eden vatanın kurtarıcısı çıkmıştır ortaya. Ve 1919’dan 1923’e kadar sürecek olan bağımsızlık savaşını ve büyük Türk devrimini gerçekleştirecektir ve böylelikle Türkler huzura ve bağımsızlığına kavuşacaktı.

KAYNAKÇA

EKREM, Recaizade Mahmut. Araba Sevdası. İstanbul: Can Yayınları, 2022

KUNTAY, Mithat Cemal. Üç İstanbul. İstanbul: Oğlak Yayıncılık, 2022

MORAN, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021

YILDIZ, Özgür. Ana Hatlarıyla Yakınçağ Tarihi. İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2017

GOFFMANN, Erving. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. İstanbul: Metis Yayınları, 2021

GÖK, Mehmet. “Bir İhtilalci Olarak Ali Suavi”. Karatay Sosyal Araştırmalar Dergisi, s.7, 2021, ss.173-198

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow