EVİM NERESİ (14)

HIZ

Temmuz 6, 2024 - 10:50
 0
EVİM NERESİ (14)

Zaman kavramının izafi olduğunu söylerler ama anlamayız. İleri mi akıyor, geriye mi? Yaşlanıyoruz, bebek,çocuk,genç,yetişkin,orta yaş,ileri yaş, yaşlılık safhaları belleğimizde ileri sarılan makara gibi kodlanıyor:

-Kaç yaşındasınız?

Rehberime soruyorum.

-Yaş kavramı yok bizde.

-Yani sene dediğimiz zaman diliminden kaç adet devirdiniz?

-Sene kavramının mevsimler, aylar, günler olarak hesapladığınız bilgisi var bende. Güneşe göre sizin zaman kavramınız. Bizde güneş yok, hiç gece olmuyor.

-Anlamadım. Güneş yoksa karanlıktasınız, gece olmuyorsa aydınlıktasınız. Yapay enerji ile mi aydınlatılıyor dünyanız.

-Görmek için gerekiyor ışık. Bizim görme yeteneğimiz sizden çok farklı. Her hücremizle görüyoruz, ışık gerekmiyor.

-Yani var olduğunuz süreçten sonra ne kadar varlık deneyiminiz var? Birbirinize kıyasla önce ya da sonra var olanı nasıl tanımlıyorsunuz?

-Bütün bu söylediklerin de bilgi yetenek ve görevler çerçevesinde. Dünyevileştirerek anlatayım. Renklerimiz var bizim. Renklerimizden farkımızı anlıyor, yetkilerimizi ve sınırlarımızı ona göre belirliyoruz.

-Siz hangi renktesiniz?

-Mirtratua.

-Anlamadım, o bir renk adı mı?

-Evet. Dünyada karşılığı yok. Sizin göz algı sınırlarınız çok dar. Az algılıyorsunuz.

-Köpeklerin tek renk algıladıklarını, herşeyi siyah beyaz gördüğünü öğrenmiştim. Ne kadar üzülmüştüm. Pardon ya, tek renk dedim, iki renk demeliyim. Ama zaten bütün renkler de beş renk karmasından oluşuyormuş. Demek sizin için biz köpek seviyesinde zavallılarız.

-Köpekler zavallı mı? Harika koku alıyorlar. Bu sayede can kurtarabiliyorlar bazen. Sizin yapamadığınız bir alanda onların yetenekleri çok daha üstün.

-Evet depremde çok yardımcı oldular. Göçük altında canlı olup olmadığını nasıl anlıyor? Koku ile olmaz sadece öyle değil mi?

-Yaşam titreşimlerini de duyabiliyorlar. Ölen insan ile yaşayan insan farklı titreşiyor.

-Depremler çok canımızı yaktı. Bunlara engel olamaz mıyız? Bu bari insanın suçu değil. Tamam yerleşim yeri yapılacak yerler, yapılmayacak yerler belirlenebiliyor, ancak ona uyulmuyor. Bu yöneticilerin yanlış ve ihmali. Birkaç kişi yüzünden binlerce can kaybı oluyor. Keşke sadece yanlış yapanları akıllandıracak bir sistem çalıştırabilseniz. Ben de yardım ederdim, yapabileceğim bir şey varsa.

- Depremler sistemin bir parçası, olmak zorunda. Domino taşlarını dizip tek birine dokunmakla bütün dizgiyi yıkabildiğini düşün. Aradan bir taşa zarar gelmesin o ayakta kalsın demek mümkün mü? Fizyolojik katmanlar, maddeler, canlıların gıda, su, hava ihtiyacı bu çark ile milyonlarca yıldır sağlanabiliyor. Ama gittikçe bu hızla devinimlemeye başladı. Hızlandı yani. Bu kadarını söyleyebilirim. Ve unutma herkes mutlaka yaşadıkları, tercih ettikleri, kararları sonucunu yaşıyor. Kimsenin bir başkasına zarar verme şansı yok. Herkes kendine yapıyor.

-Olur mu? Bunca katil, tecavüzcü kaç tane insana zarar veriyor.

-Onların dünyevi alemle ters düşmesi sözkonusu, toplum yasalarınız da bunların cezası öngörülmüş. Hiç olmasın diliyorsun. Ama ilk yaratılıştan itibaren sizin varlığınız iyi-kötü çatışması üzerine yaratıldı. Nefis dediğimiz olay. Kötüyü tercih edenler de olacak. İyiyi tanımlayamayız yoksa. Sistem bu enerjiler, eksi ve artı akışlar üzerinden yürüyor.

Jamaika’da bir deprem olacak. Olmak zorunda. Buna engel olmamız gerekmiyor. Ortadoğu’da savaş var. Bu konuda sen ne dersin? Olması sistem gereği mi?

- Hayır, insan ürünü. Hem de kafası basmayan birkaç yöneticinin egosu ürünü. Gerçekten engel olunması gerekiyor. Haydi olalım. Lütfen siz olun. Birkaç kişinin devre dışı kalması zor olmayacaktır, mekanı kaydıralım, zamanı oynatıp başka bir zaman diliminde kaybedelim.

-Yavaş ve sakin ol! Bu şekilde yapamayız. Heyecanlandın yine. Sağduyu devre dışı. Görevlerimizi sistemi altüst ederek yapmaya kalkarsak unutma ki zincirleme pek çok şeyi başlatmış oluruz. Kelebek etkisi yani. Kuralımız neydi? Sağduyuyu elden bırakmıyoruz.

Geceleri sohbet ediyorduk. Yorgunluk ve uykusuzluk hali düzelmeye başladı. Artık çok az uyusam da ertesi güne zinde başlayabiliyordum. Zira ara zaman sıçramaları yapmayı öğrenmiştim. Çalışırken uykum gelmişse, sessizce lavaboya gidiyor, zaman geçişinde iki saat uyuyup geri dönüyordum. Ama arkadaşlarım beni sadece lavaboya gidip geldi olarak algılıyorlardı.

Yavaş yavaş düşünceleri görmeye başladım. İnsanlar kendi dünyasında ne kadar gevezelerdi. Ben de onlardan biriyim. Sürekli iç sesimle konuşuyorum. Beni de duyan birileri var diye kontrollü olmaya başladım. Sessizlik istediğim zaman beynimin duyargalarını kapatabiliyordum. Bazen eğlence aracım olmasına izin veriyordum. Mesela karşıdaki serviste çalışan biri yanservisten bir çalışana takıktı. İlgisini çekmek için o koridorda yürüdüğünde beyni basbas bağırıyordu “bana bak, haydi benden yana çevir yüzünü, haydi…haydi…” Çok tatlıydı. Kızın haberi bile yoktu bu ilgiden. Sadece götürdüğü dosya ile ilgili işiteceği sözlerin ağır olmamasını, takdir edilerek odadan gönderilmeyi dileyerek “onlara hatırlatmama rağmen gider belgesinde ayrıntılı düzenletmemişler, iki kere hatırlattım, şimdi bu miktarı dikkate alamayacağız, ama şirket sahipleri bilmiyor….” Söyleyeceklerini tekrar edip duruyordu.

Rahatsız bir ses geldiğinde baktım camekanlı odada kurumlanan şef bozuntusu, ekranına kilitlenmiş uygunsuz sayfalarla iletişimdeydi. Duymak istemediğim için sonlandırdım. Kapalı odalar düşünce seslerini duymama engel değildi. Bunu dedikodu merakımı gidermek için yapmaktan ziyade ortamın stabil yürümesi için yapıyordum. Yani sıkıntılı bir durum varsa çözebilmek için yetki sahibi elemanları dinlemem bazen önden çözümü sızdırmam gerekiyordu. Bu çözümü çalışanı ile paylaşırken sakin kalmayacağı kesin olduğundan, önerisini yapılmış olarak önünde gördüğünde memnun oluyor, harika çalışanlar olduklarını vurguluyordu.

Kafa sesi hayatımın parçası haline geldi. Hepsine odaklanmıyordum. Seçmeyi, iz sürmeyi, problem çözmeyi pratik ediyordum.

Bir sabah uyandığımda tarihi, nerede olduğumu, günün hangi zamanı olduğunu hatırlayamadım. Çok korktum. Tekrar uykuya dalmam mümkün değildi. Odadan çıkıp ev halkına sormam da onları büyük telaşa sürüklerdi. Telefon ve bilgisayarıma bakıp tarihe emin oldum. Saat de işimi çözdü. Ama şimdi yapmam gerekenler ne, diye hatırlayamadım. Annem:

-Haydi uyandıysan gel, kahvaltı hazırladım, işe gitmeden karnını doyur.

Evden çıktığımda daha normaldim. İrtibat kurup kendime olanları sormalıyım, diye düşündüm. Yoksa yaşadıklarımı bedenim kaldıramamış mıydı? Çok sık ve uzun olursa bu bir sorun olmaz mıydı?

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

GÜMÜŞ SÖZ Sözün gücünü farkedeli epeyce yol aldık hayatta. Tadımız, tesellimiz, yoldaşımız, yârenimiz ve daha niceleri oldu söz benim için. Sözlerle dolu nice kitaplar.... İnsanoğlunun en değerli buluşu herhalde sesi söze, sözü yazıya dökmek....Sahibinin zerresi kalmamışken dünyada sözü yolculuğuna devam eder. Öyle bir sözdür ki o, doğduğu dilin gücünü yansıttığı ölçüde ömrü devam eder. Sözün gücüyle ruhlar inşa etmeyi isteyenlerin paylaşım mecraları bulmaları ne güzel şans!...