Kadrajdaki Dünyalar | 30. Kare: Evren Galerisi (FİNAL)

Kadrajdaki Dünyalar'ın 30. Bölümü - FİNAL | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmiştir.

Temmuz 9, 2023 - 13:30
Temmuz 9, 2023 - 15:27
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 30. Kare: Evren Galerisi (FİNAL)
Kadrajdaki Dünyalar | 30. Kare: Evren Galerisi (FİNAL)
Kadrajdaki Dünyalar | 30. Kare: Evren Galerisi (FİNAL)

Kadrajdaki dünyalar evren galerisini doldurdu. 

İki hafta sonra

Göksel, Gökhan, Yağız ve Barış Gökhanların evindeydi. Yağız ve Barış bir koltukta, Göksel’le Gökhan da diğer koltukta yan yana oturuyordu. Göksel’in sırtının yarısı Gökhan’ın gövdesine yaslıydı, Gökhan’sa sağ elini onun omzundan aşağı sarkıtmıştı ve genç kadının sarı saçlarıyla oynuyordu.

“Şarkıların enfes,” dedi Barış, Gökhan’a bakarak. “Ankara’dan döndüğünde stüdyoya girelim. Acele etmemize gerek yok, kaydetmeye yavaşça başlarız.”

“Aslında bundan bir süre önce okulu bitirmeden albüm işlerine girişmek istemiyordum,” dedi Gökhan dürüstçe. “Fakat şu an çok istiyorum. Sizlerden aldığım güzel geri dönüşlerin bu konuda çok etkisi oldu. Stüdyoda olma, kendi şarkılarımı baştan sona yaratma fikri kulağıma çok cazip geliyor.”

“Kendine bir sınır koymana, bir şeyler yapabilecekken bunu ertelemene hiç gerek yok. Stüdyoya dilediğin zaman gidebilirsin.”

“Eyvallah kardeşim.”

Gökhane Sakinleri’ni dinleyen Barış şarkıyı çok beğenmiş, Gökhan’ın ortaya çıkardığı bu parçanın hem sözlerine hem de müziğine hayran kalmıştı ve o günden birkaç gün sonra konuştuklarında ona bu şarkıyı kaydetmeyi düşünüp düşünmediğini sormuştu. Gökhan ona üzerinde çalıştığı “Gökhane” albümünden bahsettiğinde Barış albümün adını, temasını ve hepsi birbiriyle bağlantılı şarkıların yarattığı öyküyü çok sevmişti ve ona albümünü kendi çalıştıkları stüdyoda kaydetmeyi teklif etmişti. Gökhan’ın planları önce okulunu bitirmek, sonrasında kendi eserleri hakkında somut adımlar atmaktı fakat hem aldığı güzel geri dönüşler hem de Barış’ın teklifiyle bu süreci öne çekmeye karar vermişti. Barış ona istediği her konuda severek yardımcı olacağını hatta bu albümün yapılış aşamasında büyük bir zevkle yer alacağını söylemişti. Sonuç olarak Gökhan “Gökhane” adlı albümünün yapılış aşamasına profesyonel olarak başlamaya karar vermişti ve bunun için en uygun zaman Ankara’dan döneceği vakitti. Genç adam yarıyıl tatilinin iki haftasını Ankara’da, ailesinin yanında geçirecekti. Yarın gidiyordu.

“Albümün bateristi olarak ben de stüdyoda olacağım,” dedi Yağız göğsünü kabartarak. “Barış,  Gökhan tüm gitar kontenjanlarını tek başına doldurduğu için sana yer kalmadı kardeşim ama ben çok yönlü kişiliğim sayesinde baterist kontenjanından albüme girmeyi başardım.”

“Albümün bateristi sen misin?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Bundan şeyin haberi var mı? Albümün sahibi benim?”

“Benim tabii ya, başka kim olacaktı?”

“Sarp da bateri çalıyor,” dedi Barış. Başını sağ omzuna doğru eğdi. “Belki Gökhan onunla çalışmak ister.”

“Sarp’ı severim ama siktirsin oradan. Bu albümün bateristi benim.” Yağız, Gökhan’a dönüp gözlerini kırpıştırdı. “Benim değil mi?”

“Tipe bak,” dedi Gökhan gülerek. “Albümümün bateristi olmak istemen benim için bir şereftir, seninle çalışmayı çok isterim.”

Yerinden kalkan Yağız ona ilerledi ve Gökhan’ın iki yanağından birden tutup onun alnını öptü. “Senin Allah’ına kurban be!” dedi. Gökhan’ın yanında oturan Göksel’e baktı. “Daha iyisini bulamazsın, hiç vakit kaybetmeden nikâhı bas derim.”

“Bu yaşta?” dedi Göksel gözlerini büyütüp. “Daha iyisi olmadığını biliyorum ama nikâh işi sonraki işler.”

“Ha ileride basacaksın yani?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. Sırıttı. “Teklif bile etmiyor, direkt nikâhı basacağım diyor. Çok iddialısın.”

“Ne sandın?” diyen Göksel ona göz kırptı. “Önden haberin oldu en azından.”

“Böyle şovları hep yanımızda birileri varken yapıyor,” dedi Gökhan arkadaşlarına dönerek. Güldü. “Neyse işte, Ankara’ya gidip geleyim de sonrasında hazırlıkları yaparız. Dediğin gibi acelemiz yok, yavaş ama emin adımlarla ilerleriz. Şarkıların hepsi hazır zaten, sadece ufak değişikliklere giderim.”

“Söz ve beste kısmı tamamlanmış sayılır fakat kayıt aşaması da uzun sürüyor,” dedi Barış. “Çalışmaya Gökhane Sakinleri’nden mi başlayacaksın?”

“Aynen öyle. Albümün açılış şarkısı olarak öncelik onun olacak. Albümdeki en uzun şarkı da o olduğu için en çok vakti de o alacak zaten. Beş dakikadan uzun bir şarkıdan bahsediyoruz, boru değil.”

“Solosu iki dakika zaten,” dedi Yağız. “Yavuz Çetin mübarek.”

“Üstadın izindeyim. Bu arada çay doldurayım mı?”

“Eyvallah kardeşim ama ben daha içmeyeceğim,” dedi Barış. Saatini kontrol etti. “Hatta kalkayım. Yine iletişimde oluruz zaten. Sana şimdiden iyi yolculuklar ve ailenle geçireceğin güzel bir tatil dilerim.”

“Teşekkür ederim kardeşim.”

Gökhan, Yağız ve Göksel, Barış’a kapıya kadar eşlik etti.

“Ayaklarına sağlık,” dedi Gökhan. “Gelerek çok iyi yaptın.”

“Her şey için teşekkür ederim,” dedi Barış gülümseyerek. “Ankara dönüşü görüşmek üzere. Hepinize iyi akşamlar.”

Barış hepsiyle vedalaştı.

“İyi akşamlar,” dedi Yağız. “Görüşürüz kardeşim.”

“Kendine iyi bak,” dedi Göksel de. “Görüşmek üzere.”

“Görüşürüz gençler.”

Barış gittikten sonra evde üçü kaldı.

“Ben de eşyalarımı kontrol edeyim,” dedi Yağız. “Yarın ben de yolcuyum malum, eksik gedik olmasın.”

“Bir şey olursa seslen,” dedi Gökhan. Onun omzunu sıktı. Eşya kontrol etme işinin bahane olduğunu, Göksel’le onu yalnız bırakmak için uydurduğunu biliyordu. “Kolay gelsin.”

“Eyvallah kardeşim.”

Yağız odasına ilerlerken Göksel’le Gökhan da salona geri döndü.

“Sen çay içer misin?” diye sordu Gökhan.

“İki bardak yetti,” dedi koltuğa oturan Göksel. “Teşekkür ederim sevgilim.”

Gökhan onun yanına oturup kız arkadaşını kucağına çektiğinde Göksel onun kucağına oturdu ve kolunu boynunun arkasından geçirdi.

“Kilo almışsın sanırım,” diye ona takıldı Gökhan. “Biraz ağır geldin.”

“O zaman kucağından ineyim,” dedi Göksel. “Maazallah seni ezerim falan.”

Göksel onun kucağından kalkmaya çalıştığında Gökhan gülerek kolunu kız arkadaşının beline sardı ve onun kalkmasına izin vermedi, aksine Göksel’i kendisine çekip gövdelerini birbirine yapıştırdı.

“Hemen de alınırmış,” dedi Gökhan gülmeye devam ederken. “Üzüldün mü?”

“Kahrımdan perişan oldum,” dedi Göksel sahte bir hüzünle. “Bana daha şimdi ağırlaşmışsın dedin ama şu an bu ağır kadını öpmek için çok istekli bakıyorsun.”

“Öpeyim mi?”

“Bilmem,” diyen Göksel ona yaklaştı ama kendini hemen geri çekti. “Öpsen mi?”

“Bak ya,” dedi Gökhan gülerek. “Bu hareketlerine devam edersen birazdan aşağıdan dürtüleceksin, benden söylemesi.”

“Beni öpünce dürtülmeyecek miyim? Ayrıca bu nasıl bir kelime seçimi böyle?”

“Baş kaldıracak mı deseydim?”

“Allah seni kahretmesin,” deyip onun kafasına vuran Göksel onun kucağından kalktı. “Beni rüyanda öpersin artık.”

“Hak ettim,” dedi Gökhan. “Bir şey diyemeyeceğim. Haklısın.”

“Haklıyım tabii. Terbiyesiz.”

“Ben en iyisi buraları toparlayayım,” dedi Gökhan. Ayaklandı. “Sen keyfine bak lütfen, ben hallederim.”

Çaydanlığı alan Gökhan salondan çıkarken Göksel onun arkasından baktı. Başını iki yana salladıktan sonra tepsiye çay bardaklarıyla tabaklarını yerleştirip o da salondan çıktı ve mutfağa ilerledi.

“Ben hallederim demiştim, hiç zahmet etme,” dedi onu gören Gökhan. “Sen içeri geç lütfen, buraları ben temizlerim.”

Göksel tabakları ve çatalları almak için salona geri dönen Gökhan’ı mutfakta bekledi. Gökhan mutfağa girdiğinde Göksel’e yandan bir bakış attı.

“Hadi lütfen,” dedi Gökhan elindekileri tezgâha bırakırken. “Sen rahatına bak.”

“Bozuldun mu?” diye soran Göksel ona yaklaştı. “Öyle hissettim.”

“Biraz bozulmuş olabilirim,” diye itiraf etti Gökhan. “Seni öpememek bozdu, söylediğim şeyden de utandım.”

“Aslında hem komik hem de utandırıcıydı,” dedi Göksel. Omuzlarını yavaşça kaldırıp indirdi. “Baş kaldırmak ha? Delisin.”

“Biraz ileri gittim sanırım ama sen kucağımda otururken, gövdelerimiz birken ve dudakların da o kadar cezbediciyken kendime hâkim olamadım.”

“Bir şeyler için daha erken ama seni bu kadar etkilediğimi görmek hoşuma gidiyor. Sen de beni etkiliyorsun ama dediğim gibi bunlar için daha erken.”

“Erken tabii, haklısın. Acele edilecek bir konu da değil zaten.”

“Öyle,” dedi Göksel. Kollarını onun omuzlarına atıp parmak uçlarında biraz yükseldi. “Şimdi öpeyim mi?”

“Bir an hiç sormayacaksın sandım,” diyen Gökhan kollarını onun beline sarıp genç kadına yaklaştı. “Gel buraya.”

Göksel ve Gökhan birbirini yavaş, sevgi dolu ve tutkulu bir şekilde öpmeye başladı. Göksel onun saçlarını karıştırırken Gökhan’ın elleri de kız arkadaşının beli ve kalçası arasında gidip geliyordu. Elini biraz daha aşağı indiren Gökhan onun poposunu sıktığında Göksel gülümsedi. Tam bu sırada Yağız mutfak kapısında belirdi.

“Lan!” diyen Yağız eliyle gözlerini kapattı. “Daha ayrılalı iki dakika bile olmadı be! Bir de mutfakta yapıyorsunuz. Çarpılacaksınız.”

“Lan yavşak!” diye bağırdı Gökhan. “Dikizci, yan kesici, röntgenci! Bir rahat versene lan.”

“Hey hey sakin!” dedi Göksel. İşaret parmağını Gökhan’ın dudaklarına bastırdı. “Çok ayıp.”

“Asıl onun yaptığı ayıp.”

“Evimde yiyişen sizsiniz ama ayıp yapan ben mi oluyorum?” dedi Yağız ellerini beline koyarak. “Bir daha düşün istersen. Kendime bir kahve yapayım dedim ama tüm iştahım kaçtı.”

“Vah vah! Çok üzüldüm,” diye homurdandı Gökhan. “İnanır mısın benim de tüm tadım tuzum kaçtı, yok oldu.”

“Vah vah!” dedi Yağız onu taklit ederek. “Kahrımdan öleceğim şimdi.”

“Çocuk gibisiniz cidden,” dedi Göksel. “En iyisi ben gideyim, siz de yatıp dinlenirsiniz. Yarın ikiniz de yolcusunuz.”

“Biraz daha dursana,” diyen Gökhan onun saçlarını okşadı. “Ne acelen var?”

“Bir acelem yok ama saatler geç oldu, sizin de yatıp dinlenmeniz gerekiyor. Hem bizimkiler de merak eder, iyice meraklandırmadan gitsem iyi olacak.”

“Peki, öyle olsun,” dedi Gökhan zorlamadan. “Nasıl istersen balım.”

“Yağız sana da iyi yolculuklar,” dedi Göksel ona dönerek. “Kendine iyi bak, görüşmek üzere.”

“Teşekkür ederim Gök,” dedi Yağız gülümseyerek. “Sen de kendine iyi bak. Tatil dönüşü görüşürüz.”

İkili birbirine sarıldı.

“Ben Göksel’e kapıya kadar eşlik edeyim,” dedi Gökhan. “Sen de canını seviyorsan kendini odana kilitlersin. Gözüm görmesin.”

“Göksel gittikten sonra boyunun ölçüsünü alayım,” dedi Yağız. Kollarını önünde birleştirdi. “Beklemedeyim.”

“Siz cidden delisiniz,” dedi Göksel gülerek. “Hazırlıklarınızı tamamlayıp uyumaya bakın derim, başka bir şeye vakit ayırıp geçe kalmayın.”

“Biz hallederiz, aklın bizde kalmasın balım,” dedi Gökhan onun belini okşayarak. Çift kapıya doğru yürüdü. “İki hafta kısa bir süre fakat senden uzak olan her bir gün bir yıl gibi geçtiği için bana çok uzun gelecek. Kendine çok iyi bak tamam mı? Havalar soğuk bak, kalın giyinmeyi ihmal etme. Ailemle birlikte olacağım için onlarla zaman geçiriyorum diye aramamayı düşünme, ne zaman istersen ara çünkü ben öyle yapacağım.”

Ellerini onun ensesine atan Göksel onun dudaklarına küçük bir öpücük kondurduktan sonra, “Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi?” diye sordu. Gökhan başını sallayınca devam etti: “Asıl Ankara çok soğuk olur, kendine çok iyi bak. Ankara’nın ve ailenle geçireceğin vaktin tadını çıkar. Aklın bende kalmasın.”

“Benim aklım hep sende. Senin ağabeyinle eşi de orada yaşıyor, bakarsın yazın birlikte gideriz. Evet, şimdiden yaz planları yapmaya başladım ama istemezsen başka planlar da yaparız.”

“Birlikte Ankara’ya gitmeyi ben de düşünmüştüm,” dedi Göksel gülümseyerek. “Seninle yapılan her plan benim için muhteşem bir plandır, istememek gibi bir durum söz konusu bile olamaz.”

“Yani bu benimle evleneceğin ve on çocuk sahibi olacağımız anlamına geliyor.”

“Ne, nasıl, kaç çocuk, pardon?” dedi Göksel şok içinde. “On çocuk mu? Yuh!”

Gökhan bir kahkaha patlattıktan sonra, “Yüz ifadeni görmen lazımdı,” dedi keyifli bir sırıtışla. Kollarını onun beline sarıp genç kadını dibine çekti. “Çocuk sayısı hariç dediklerimde ciddiyim.”

“Çok tatlısın ama teklifini başka zamana sakla canım. Ben şimdi ufaktan kaçayım, sen de yatıp dinlenmene bak. Yarın trene bindiğinde, indiğinde, eve geçtiğinde haber edersin.”

“Tamam bebeğim. İki hafta sonra görüşmek üzere.”

“Görüşürüz.”

Öpüştüler, ardından sarıldılar.

Apartmandan çıkan Göksel sokağın biraz ilerisine park ettiği arabasına ilerledi. Hava çok soğuk olduğu için genç kadının adımları hızlıydı. Saniyeler içinde arabasına ulaşan genç kadın kendini şoför koltuğuna atar atmaz arabayı çalıştırdı ve klimaları açtı. Göksel yola koyulduğunda mutfak camından onu izleyen Gökhan da içeri girdi.

***

Ertesi sabah Yağız erkenden uyanıp evden ayrıldığında Gökhan onu duymadı. Genç adamın alarmı onu uyandırdığında saat 10’du. Yorganı üstünden atıp şöyle bir gerneşen Gökhan yataktan kalkarken kocaman esnedi. Biraz kendine geldikten sonra yaptığı ilk iş Yağız’ı aramak oldu.

“Kardeşim?” dedi Gökhan uyku mahmuru bir sesle. “Öküz gibi uyumuşum oğlum ya, gittiğini duymadım. Ne yaptın?”

“Kalkarken alarma ihtiyacım olmadı, horlamana uyandım,” diye dalga geçti Yağız. “Sesin benim odadan bile duyuluyordu. Hazırlanırken uyan diye o kadar ses çıkardım ama ne fayda! Fosur fosur uyumaya devam ettin.”

“Manyaksın oğlum sen,” dedi Gökhan gülerek. “Horlamadığımı biliyorum, tıpkı senin de bir kedi gibi sessizce hareket ettiğini bildiğim gibi ama keşke uyandırsaydın. Seni yolcu ederdim.”

“Biliyorum kardeşim, eyvallah ama hiç gerek yoktu. Şimdi yoldayım, Balıkesir’e doğru tam gaz gidiyoruz.”

“Yolun açık olsun kardeşim, iyi yolculuklar. Evdekilere selam söyle, hepsini yerime öp.”

“Aleykümselam. Eyvallah Gök. Sen de birazdan hazırlanıp çıkarsın, sana da iyi yolculuklar. Varınca haber ver, aklım sende kalmasın.”

“Tamam kardeşim, sen de yazarsın.”

“Tamamdır. O zaman görüşürüz, öpüldün.”

“Sen de öpüldün. Görüşürüz.”

Telefonu kapatan Gökhan kendi kendine güldükten sonra odadan çıktı. Göksel’in bugün sınavı olduğunu biliyordu, onu aramayı erteleyip üstünü değiştirdi. Hiç kahvaltı hazırlayası yoktu, fırından bir şeyler alıp yolda yemeye karar verdi ve evden ayrıldı. Tam ailesini aramayı düşünüyordu ki ailesi ondan önce davrandı ve Göktuğ onu aradı.

“Günaydın oğlum,” dedi Göktuğ’un canlı sesi. “Nasılsın?”

“Günaydın,” diye karşılık verdi Gökhan. “İyiyim, biraz da heyecanlıyım; sen nasılsın?”

“Ben de aynı hisleri paylaşıyorum. Ne yapıyorsun, hazırlandın mı?”

“Şimdi evden çıktım, gara geçeceğim.”

“Biraz erken çıkmışsın, acele etmeseydin keşke.”

“İstanbul için gayet normal bir sürede çıktım aslında. Buradan Söğütlüçeşme’ye anca geçerim, orada da ayaküstü bir kahvaltı ederim. Hiç evde hazırlayasım gelmedi.”

“Sen bilirsin, canın nasıl isterse.”

“Sen ne yapıyorsun?”

“İşteyim. Askerlerin yanına gitmeden arayayım dedim, aklımdasın.”

“Tam ben arayacaktım, sen önce davrandın.”

“Kalp kalbe karşıdır. Trene binince haber ver olur mu? Yaklaştığında da söylersin, seni gardan alırım.”

“Tamam baba, haber ederim. Sana kolay gelsin, akşama görüşmek üzere.”

“Teşekkür ederim oğlum, sana da iyi yolculuklar.”

“Sağ olasın.”

Otobüsle Söğütlüçeşme’ye geçen Gökhan trene binmeden önce birkaç lokma yemek için küçük bir büfeye oturdu. Bu sırada Göksel’i de aradı.

“Günaydın balım,” dedi Gökhan.

“Günaydın sevgilim,” dedi Göksel’in de enerjik sesi. “N’aber?”

“İyiyim. Gara geldim, bir büfede kahvaltı edeceğim. Senden n’aber?”

“İyi yapmışsın, afiyet olsun. Ben de birazdan evden çıkıp okula geçeceğim. Sizinkilere haber verdin mi?”

“Evden çıkarken babamla görüştüm. Beni gardan alacak.”

“Ne güzel. Heyecan var mı?”

“Olmaz mı? Evi merak ediyorum, mahalleyi, annemlerin oradaki çevresini falan.”

“Hepsini görmek için birkaç saatin kaldı,” dedi Göksel gülümseyerek. “Umarım bu iki hafta senin için muhteşem geçer. Babanın izne ayrılacağını söyledin, bir değişiklik yok değil mi?”

“Hayır, yok. Babam yarından itibaren iki hafta izinde, hep beraber olacağız. Bol bol gezeriz.”

“Bol bol fotoğraf çekmeyi de unutma. Fotoğraflar hatıra biriktirmek için en güzel araçlardır.”

“Çekerim,” diyen Gökhan gülümsedi. “Sen hayatıma girdikten sonra ben de gördüğüm güzel şeyleri ve hoşuma giden şeyleri çekmeye başladım. Bana kattığın en güzel şeylerden biri de bu oldu.”

“Galerini açıp gezindiğinde bir zaman tüneline giriyorsun değil mi? Muhteşem bir his.”

“Kesinlikle öyle. Seninle ilgili her his gibi bu da muhteşem bir his.”

“Bu soğuk kış gününde cümlelerinle yine içimi ısıtıyorsun.”

“Kollarım seni ısıtmak için yakınlarında olmasa bile cümlelerimin her zaman yanında olacağının kanıtı.”

“Sen ne güzel konuşuyorsun böyle,” diyen Göksel’in yüzünde geniş bir gülümseme vardı. “Sana çok âşığım.”

“Ben de sana çok âşığım.”

“Bu konuşmadan sonra bugünkü finalin karşımda hiç şansı kalmadı. Sevginin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktur.”

“O sınavın senin gibi çalışkan bir öğrencinin karşısında zaten hiç şansı yoktu ki balım, harika geçeceğine eminim.”

“Çok tatlısın. Hadi sen karnını doyur, ben de yavaştan evden çıkayım. Trene binince de haber et lütfen.”

“Tamam bal peteğim, ben güncellemeleri yaparım. Sana sınavında bol şans.”

“Teşekkür ederim. Sana da iyi yolculuklar. Görüşürüz.”

“Sağ olasın bir tanem, görüşürüz.”

Gökhan karnını doyurduktan sonra gara geçti. Vaktinde gelen trene binen genç adam koltuğuna oturur oturmaz önce babasına, sonra Göksel’e trene bindiğini yazdı. Tren yoluna devam ederken Gökhan da kulaklıklarını taktı. Yavuz Çetin yolun çoğunda ona eşlik eden isim oldu, Göksel’in favorileri olan The Weeknd ve Cigarettes After Sex’in de birçok şarkısını dinledi. Göksel’in müzik zevkini beğeniyordu.

Tren Ankara garına vardığında Gökhan küçük valizini alarak trenden indi. Dakikalar önce babasına yaklaştığını haber vermişti. Kalabalıktan uzaklaşıp köşeye çekildikten sonra babasını aradı.

“Efendim oğlum?” dedi Göktuğ. “Geldin mi?”

“Geldim, şimdi indim,” diye onayladı Gökhan. “Sen neredesin?”

“Çıkışa doğru yürü. Ben de geldim, çıkış tarafındayım.”

“Yürüyeyim,” diyen Gökhan ilerlemeye başladı. “Tam olarak neredesin? Burası çok büyük.”

“Garın içine girince beni görürsün,” deyip olduğu yeri tarif etti Göktuğ. “Görülmeyecek boyutta bir adam değilim.”

“Değilsin tabii canım, dağ gibi adamsın.”

Babasının tarif ettiği yere ilerleyen Gökhan onu orada bulunca yüzüne bir gülümseme yayıldı, aynı saniyelerde Göktuğ da onu fark etti ve o da gülümsedi. Telefon görüşmesini sonlandıran baba oğul birbirine ilerledi ve ortada buluşup sımsıkı sarıldı.

“Hoş geldin oğlum,” dedi onun sırtını sıvazlayan Göktuğ. “Yolculuğun nasıl geçti?”

“Hoş buldum,” dedi gözleri huzurla kapanmış olan Gökhan. Yanağı babasının omzuna yaslıydı. “Beklediğimden uzun sürdü ama keyifliydi, rahat geldim.”

“Yol boyunca müzik dinlemişsindir.”

“Hem de tüm yolculuk boyunca.”

“Oğlumu tanıyorum,” diyen Göktuğ gülümsüyordu. Geri çekilip Gökhan’ın yüzüne baktı ve onun tıraşlı yanağını okşadı. “Hadi evimize gidelim. Karnını doyurup dinlenirsin. Annen de bizi bekliyordur zaten.”

“Gidelim.”

Baba oğul, Göktuğ’un garın dışına park ettiği arabasına yürüdüler. Gökhan valizini bagaja koyduktan sonra araca bindiler. Göktuğ hemen sıcağa ayarladığı klimaları açtı.

“En kalın kıyafetlerini aldın değil mi?” diye sordu Göktuğ. “Ankara cidden soğuk bir memleket, sen de hiç alışkın değilsin.”

“Göksel’in de önerilerini dinleyip kalın kıyafetler getirdim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Göksel demişken geldiğimi ona yazayım hemen.”

“Yaz bakalım. O nasıl, ne yapıyor? İlişkiniz nasıl gidiyor?”

Telefonunu çıkaran Gökhan kız arkadaşına mesaj attı: Ben indim balım, haberin olsun. Şimdi babamla beraber eve geçiyoruz, ilk fırsatta konuşalım

“Göksel de iyi, finallerle uğraşıyor,” dedi Gökhan telefonunun ekranını kapattıktan sonra. “İlişkimiz harika ilerliyor, maşallahımız var. Dün bendeydi, gitmeden son bir kez görüştük. Size selamı var.”

“Aleykümselam,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Onun da ağabeyi buradaydı ama sanırım yazın gelmeyi düşündüklerini söylemişti.”

“Evet. Bu yaz ailesiyle beraber gelecek ama bir sefer de beraber gelmeyi düşündük.”

“İyi düşünmüşsünüz. Ehliyete ne zaman yazılıyorsun? Yaza kadar al da arabayla rahatça gezersiniz.”

“Bir de o mesele var değil mi? İstanbul’a döndüğümde evin yakınlarında bir kurs bulup yazılayım.”

“Aynen, yaz gelmeden ehliyeti alırsın.”

Baba oğul dakikalar içinde Göktuğ ve Hande’nin Çankaya’daki evine vardılar. Gökhan meraklı gözlerle etrafı inceledi. Birkaç katlı binaların olduğu bir sokaktaydılar.

“Şu ev,” dedi Göktuğ önünde durdukları evi işaret ederek. “En üst kat.”

“Güzel sokak,” dedi Gökhan. “Ağaçlar var, evler de yüksek değil.”

“Güzel yerdir. Hadi inelim.”

Asansörle en üst kata çıkan baba oğul asansörden indiğinde Hande’nin onları kapıda beklediğini gördü. Gökhan’la göz göze gelen Hande’nin yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

“Hoş geldin oğlum,” dedi kollarını iki yana açan Hande. “Sefalar getirdin.”

“Selam,” diyen Gökhan ona ilerledi. “Hoş buldum annem.”

Anne oğul birbirine sıkı sıkıya sarıldı. Hande oğlunun saçlarını okşarken Gökhan da onun sırtını sıvazladı.

“Nasılsın?” diye sordu Hande. “Yolculuğun nasıldı? Rahat geldin mi?”

“İyiyim, yolculuğum da çok iyi ve rahattı,” dedi Gökhan. “Sadece biraz açım, biraz da dinlenmeye ihtiyacım var.”

“Sofra hazır, odan da hazır. Karnını doyurduktan sonra istediğin kadar dinlenebilirsin.”

“Odam mı?”

“Eşyaların olduğu gibi duruyor,” dedi Göktuğ. “Taşınırken hepsi bizimle beraber geldi. Daha önce eşyalarının olduğu odaya girmeye cesaretimiz olmadı ama barıştıktan sonra odayı senin için hazırladık.”

“Hemen şimdi odayı görebilir miyim?” diye sordu Gökhan duygu dolu bir sesle.

“Elbette görebilirsin.”

Eve girdiler. Gökhan etrafa şöyle bir baktı ama asıl odak noktası odası olduğu için babasının peşinden köşedeki odaya ilerledi.

“Burası,” diyen Göktuğ kapıyı açıp kenara çekildi. “Geç bakalım.”

Kapı eşiğinde duran Gökhan bakışlarını odada gezdirdi. Genç adamın kahverengi gözleri hemen dolarken en son üç buçuk sene önce gördüğü eşyalarına baktı. Üç kapaklı giysi dolabı, çalışma masasıyla sandalyesi, nevresim takımı bile aynı olan tek kişilik bazası ve komodini yıllardır oldukları gibi duruyordu. Gökhan komodinin üzerindeki müzik kutusunu fark ettiğinde birkaç uzun adımda komodine ulaştı ve müzik kutusunu eline aldı. Kalp şeklindeki siyah müzik kutusunun üstünde bir balerin vardı. Müzik kutusunun kapağı kırılalı ve ortasındaki balerin dönmeyi bırakalı yıllar olmuştu, Gökhan kutunun sapasağlam olduğu dönemi hayal meyal hatırlıyordu ama bu müzik kutusunun ona hissettirdiği her şey çok netti. Şimdi de aynı duyguları hissediyordu.

Müzik kutusunun düğmesini açınca o tanıdık melodi kulaklarından içeri girdi ve genç adamı yıllar öncesine götürdü. Ebeveynlerinin o zamanlar yeni aldığı bazasının içinde ufacık kalan bedeniyle yatağına uzanıyordu, müzik kutusunu açıyordu ve yavaşça dönen balerini seyrederken huzurla uykuya dalıyordu. Kocaman bir dünyada yaşıyor, büyük bir yatakta yatıyordu ama hayat onun için bu küçük müzik kutusu ve üzerindeki balerinden ibaretti.

“Ona gözümüz gibi baktık,” dedi Gökhan’ın biraz arkasında duran Göktuğ. “Dinlemeye hiç cesaret edemedik ama ona iyi baktık.”

“Çok kıymetli,” dedi Gökhan. İşaret parmağının eklem yeriyle ıslak gözlerini ovuşturdu. “Çok ama çok kıymetli. Ona iyi baktığınız için teşekkür ederim.”

“İstanbul’a götürebilirsin,” dedi Göktuğ onun omzuna dokunarak. “O sana ait.”

“O buraya ait,” dedi Gökhan hiç düşünmeden. Omzunun üstünden babasına baktı. “Bu odaya, bu eve ait. Burada kalması en doğrusu, siz ona iyi bakıyorsunuz.”

“Senin için ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz,” dedi yanağını onun sol koluna yaslayan Hande. “Yokluğunda varlığı bize hep güç verdi.”

“Her şeyi saklamışsınız, tüm eşyalarımı.”

“Elbette sakladık. Ankara’ya taşınırken bir lojistik firmasıyla anlaşmıştık. Onlar eve geldiğinde ben komşularımızla vedalaşıyordum, adamlarla Göktuğ ilgileniyordu. Eve geldiğimde Göktuğ’a senin odanı da olduğu gibi taşımamızı söyleyecektim ama gelince gördüm ki ilk senin odanı boşaltmış zaten.”

Gökhan babasına bakıp gülümsediğinde Göktuğ da gülümsedi ve onun ensesindeki saçları şefkatle okşadı. Eğer annesiyle babası yılbaşı konserine gelmemiş olsaydılar hâlâ daha onların kendisini unuttuğunu, onsuz mutlu olduklarını ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiklerini düşünecekti; eğer Göktuğ ve Hande oğullarının yılbaşı konserine gitmeseydiler hâlâ daha Gökhan’ın onlardan nefret ettiğini, yüzlerini bile görmek istemediğini ve onlar olmadan mutlu bir şekilde hayatını yaşadığını düşüneceklerdi. Oysaki gerçekler çok farklıydı: Hepsi eksik kalmıştı, yarım hissediyordu ve geçmişin gölgesini sırtlarında taşıyarak hayatlarına devam etmeye çalışıyordu. Şimdi hepsi gerçekleri biliyordu, yeniden ve eskisinden daha güçlü bir şekilde bir aradaydılar; bir daha ayrı kalmayı da düşünmüyorlardı.

“Hadi yemek yiyelim,” dedi Hande biraz sonra. “İstersen önce üstünü değiştirip elini yüzünü yıka, ben de çorbayı tabaklara koyayım.”

“Olur,” dedi Gökhan. “Banyo ne tarafta?”

“En iyisi önce sana evi gezdireyim,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Gel bakalım.”

Göktuğ, Gökhan’a 3+1 evlerini gezdirdi. Evin salonuyla mutfağı genişti ve mobilyaları Kütahya’da aldıkları mobilyalardı. Tanıdık şeyler gören Gökhan’ın yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Koridorun sonundaki iki oda Göktuğ’la Hande’nin yatak odasıyla Gökhan’ın odasıydı, buradaki mobilyalar da aynıydı. Gökhan’ın odasının karşısındaki küçük odaysa çalışma odası olarak kullanılıyordu; içeride geniş bir çalışma masasının yanı sıra kitaplık, raflı dolap ve evdeki bazı fazla şeylerin saklandığı çekmeceli dolap vardı. Banyoysa Göktuğ’la Hande’nin odasının yanındaki odaydı.

“Kütahya’daki evimize göre çok büyük,” dedi Gökhan. “Fazladan bir odası var.”

“Böyle daha rahat yerleştik,” dedi Göktuğ. “Küçük odayı da hem çalışma odası hem de fazla eşyaları sakladığımız oda olarak kullanıyoruz. Misafirimiz nadiren oluyor zaten, onlar için bir oda ayırmak mantıklı gelmedi.”

“Arkadaşlarınız geldiğinde de oturmaya geliyordur zaten.”

“Aynen, kalmalı misafir olarak bir kere Aykutlar gelmişti sadece. Onlar da bizim ne kadar durgunlaştığımızı görünce bir daha gelmedi.”

“Kendi kabuğunuza çekilmişsiniz.”

“Öyle oldu ve bu bize iyi de geldi. Senin gidişinden sonra evde bir başkasını görmeyi ikimiz de istemedik. Ev çok ruhsuzlaşmıştı ama biz de ruhsuzduk, sanki öyle değilmiş gibi davranmaya gerek görmedik.”

“Artık ruhsuz bir ev olmayacak,” diyen Gökhan gülümsedi. “Ruhsuz bir ev olmak için fazla geniş ve aydınlık bir ev zaten.”

“Senin varlığınla aydınlandı,” dedi Göktuğ. Onun yanağını okşadı. “Hadi elini yüzünü yıka, biz mutfaktayız.”

“Tamam.”

Aile üyeleri birkaç dakika sonra mutfakta bir araya geldi. Hande, Gökhan’ın en sevdiği yemeklerden yapmıştı.

“Her şey leziz görünüyor,” dedi Gökhan annesine bakarak. “Ellerine sağlık.”

“Afiyet bal şeker olsun oğlum,” diyen Hande genişçe gülümsedi. “Hepimize afiyet olsun.”

“İstanbul ne alemde?” diye sordu Göktuğ çorbasından bir kaşık içtikten sonra.

“Her zamanki gibi,” dedi Gökhan omzunu silkerek. “Kalabalık, yorucu ve temposu yüksek. Bir süre uzaklaşmak iyi gelecek.”

“Gelir tabii. Okul ne alemde peki? Sonuçlar gelmeye başladı mı?”

“Evet, hepsi çok iyi.”

“Harika. Tatilde iyice dinlenip ikinci döneme zinde başlarsın, artık çalışmadığın için ben ikinci dönemi daha verimli geçireceğine inanıyorum.”

Gökhan artık müzik mağazasında satış danışmanı olarak çalışmıyordu. Göktuğ ve Hande hem çalışmanın hem de okumanın ne kadar yorucu olduğunu tahmin ediyordu; Gökhan’ın da okuluna ve kalan zamanında kendisine vakit ayırmasını istemişler, artık maddi kaygılar yaşamasını ise istememişlerdi ve bunu dile getirmişlerdi. “Kafede sahne almak, Aras’a özel ders vermek sevdiğin işler ve bunları yapmaya devam ederek yine kendi paranı kazanabilirsin fakat binbir türlü insanla muhatap olduğun, seni hem zihnen hem de bedenen yoran, sana hiç vakit bırakmayan satış danışmanlığını yapmak istemiyorsan işi bırakabilirsin. Sana hem maddi hem de manevi olarak istediğin desteği vermeye hazırız, üç buçuk senen bu yorucu koşuşturma içinde geçmiş olabilir ama son dönemini istersen daha rahat geçirebilirsin; son aylarının tadını çıkarabilirsin,” demişti Göktuğ. Bu koşuşturmaca Gökhan’ı çok yormuştu, babasının bu sözlerinin üzerine yorulduğunu kabul etmiş ve biraz dinlenmenin ona çok iyi geleceğini söylemişti. Hemen ertesi gün istifa etmiş, finallere çalışmadığı ve okula gitmediği zamanlarda evinde durup hiçbir şey yapmamanın tadını çıkarmıştı.

“Ben de öyle umuyorum,” dedi Gökhan. “Arkadaşlarıma daha çok vakit ayıracak, onlarla son aylarımızın tadını çıkaracağım.”

“Gezip tozmana ve eğlenmene bak,” diye konuşmaya dahil oldu Hande. “Öğrencilik zamanının tadını çıkar.”

“Planlarım o yönde. Siz neler yapıyorsunuz?”

“Çalışıyorum,” dedi Göktuğ. “Zamanımın çoğu işte geçiyor, rütbem yükseldikçe sorumluluğumun da bir o kadar yükseldiğini buradaki taburu komuta etmeye başladığımda daha iyi anladım.”

“Emrinde kaç asker var?”

“Binden fazla.”

Gökhan bir ıslık çaldı. “Bir orduyu yönetiyormuşsun. Çok zordur, kolay gelsin.”

“Öyle zaten,” dedi Göktuğ gülerek. “Teşekkür ederim.”

“Yılbaşından önce aşırı işkolikti,” dedi Hande eşine bakarak. “Eve sadece uyumaya geliyordu, bazı geceler onun için bile gelmiyordu.”

“İş sığınağım olmuştu. Kafamı öylesine meşgul ediyordu ki paramparça olan ailemiz hakkında düşünmeye fırsatım kalmıyordu. Şimdiyse evime dönmek için dakikaları sayıyorum, özellikle bugün zaman geçmek bilmedi.”

“İki hafta beraberiz,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bu iki hafta için nasıl bir plan hazırladın?”

“Her şeyi önceden planlama huyumu unutmamışsın.”

“Tabii ki unutmadım.”

“Birkaç gün sana Ankara’yı gezdireceğiz. Sen çocukken de birkaç kez gelmiştik ama o zamanlar gitmediğimiz yerlere gideriz; hazır mevsim kışken kayak yapmasak olmaz, eğer sen de istersen bir hafta sonu da Bolu’ya gideriz diye düşündüm.”

“Bolu mu?” diyen Gökhan’ın gözleri parladı. “Çok isterim. Bolu’yu çok seviyorum, çok da özledim.”

“O zaman rotamıza eklendi. Eskişehir’e de gidebiliriz diye düşündüm, üniversite zamanı gittin mi ya da gitmeyi ister misin?”

“Hayır, hiç gitmedim ama gezip görmek istediğim şehirlerden bir tanesi. İki günümüzü de oraya ayırabiliriz bence.”

“Çok güzel bir şehir, seveceğinden eminim. O zaman yarın hem Bolu’da hem de Eskişehir’de kalacak yer ayarlarım. Hande, Bolu’dan haberin var ama Eskişehir sana da uyar mı?”

“Sizinle birlikte olduktan sonra bana her yer uyar,” dedi Hande. Gülümsedi. “Nereye gitmek isterseniz oraya giderim.”

“Peki senin gitmek istediğin bir yer, yapmak istediğin bir şey var mı? Daha önce sorduğumda yok dedin ama şimdi aklına geldiyse veya gelirse söyle lütfen.”

“Aslında hazır Bolu’ya gideceğiz, Safranbolu’ya da gidebiliriz. Bolu’da yaşadığımız dönem gitmiştik ama üstünden çok uzun zaman geçti, yine gidip göresim var.”

“Benim de aklıma geldi,” dedi Gökhan. “Çocuk olduğum için net hatırlamıyorum, açıkçası ben de gidip görmek isterim.”

“O zaman üçüncü rotamız da Safranbolu,” dedi Göktuğ. Birkaç saniye susup kafasında bir tatil planlaması yaptı. “Bu hafta Ankara’yı gezer, Eskişehir’e gider, kayak yaparız; haftaya da Bolu ve Safranbolu’yu gezeriz. Birkaç oteli not etmiştim, yarın onlarla görüşüp rezervasyon yaptırırım.”

“Çok iyi olur.”

Gökhan saat 11’i geçene kadar ailesiyle oturup onlarla sohbet etti, ardından odasına çekilip Göksel’i görüntülü aradı. Göksel de odasındaydı, sarı pijamalarıyla yatağında oturuyordu.

“Selam,” dedi Göksel gülümseyerek. “Tam artık aramayacağını düşünüp uyumak üzereydim.”

“Bizimkilerle sohbet sardı,” diyen Gökhan da gülümsüyordu. “Selam balım, nasılsın?”

“Seni gördüm daha iyi oldum, sen nasılsın?”

“Bende de durumlar aynı. Bunu bir milyonuncu kez söyleyeceğim ama sarı sana çok yakışıyor.”

“Senin kadar yakışıyor mu?”

“Bak ya,” diyen Gökhan güldü. “Böyle aniden tatlı şeyler söylemene hastayım.”

“Çok hoşuna gidiyor değil mi?”

“Hem de nasıl.”

“Günün nasıldı? Neler yaptın?”

“Güzel ve elbette bol müzikli bir tren yolculuğu yaptım, babam gardan aldı ve beraber eve geçtik. Çankaya’da güzel ve sakin bir yerde oturuyorlar, burayı sevdim. Akşam boyunca beraberdik, bol bol sohbet edip birlikte vakit geçirdik. Onlar erken uyumaya alışkın olduğu için ve ben de seninle konuşup uyumayı planladığım için az önce odalarımıza çekildik.”

“Odan mı?” diyen Göksel şaşırmıştı. “Odan duruyor muymuş?”

“Hem de tüm eşyalarımla birlikte,” dedi Gökhan duygulu bir sesle. Uzanıp komodinin üzerindeki müzik kutusunu aldı. “Bak sana ne göstereceğim.”

Genç adam müzik kutusunu yüzüyle aynı hizaya getirip kadraja soktuğunda Göksel onun ne olduğunu hemen anladı. Gökhan ona bu müzik kutusundan bahsetmişti. Genç kadının yüzüne duygu dolu bir gülümseme yayıldı.

“Söylediklerine göre müzik kutusuna gözleri gibi bakmışlar,” dedi Gökhan. “Bu akşam bunu dinleyerek uyuyacağım.”

“Pamuk gibi oldum,” dedi Göksel ince bir sesle. “İyi ki saklamışlar. Peki odanı görebilir miyim?”

“Elbette. Hemen bir oda turu yapayım.”

Gökhan ona odasını gezdirirken Göksel de dikkatlice odayı inceledi. Genç kadın bundan yıllar öncesini, Gökhan’ın henüz bir çocuk ya da liseli bir ergen olduğu zamanlarda bu odada vakit geçirdiğini kafasında canlandırabiliyordu. Bu oda yaşanmışlıklarla doluydu ve bunu telefonun ucunda olmasına rağmen hissedebilmişti.

“Çok tatlı bir odan varmış,” dedi Göksel. “Tam bir erkek çocuğu odası.”

“Öyle,” dedi Gökhan gülümseyerek. Yeniden yatağına oturdu. “Artık yaşıma göre çocuksu kalıyor ama üç buçuk sene sonra burada kalacak olmak çok güzel, çok özel. Bu yaşananlar gerçek değil mi? Annemle babamla barıştım, onların yanına geldim, eski odamda kalıyorum. Tüm bunlar rüya değil, değil mi?”

“Hayır rüya değil, hepsi gerçek sevgilim.”

“Gerçek olamayacak kadar güzel geliyor.”

“Ama gerçek. Beraber çok daha güzel günler yaşayacağız.”

“Yaşayacağız. Kızım var ya ben seni harbiden çok seviyorum, öyle böyle değil bak. Bu iki hafta muhteşem geçecek ama seni deli gibi özleyeceğim.”

“İki hafta sonra görüşürüz, sen keyfine bak. Döndüğünde sana sıkı sıkıya sarılırım.”

“Bir de öpersin.”

“Öperim.”

“Nasıl öpersin? Anlatsana biraz.”

“Ellerimle saçlarını okşar, seni yavaşça ama tutkuyla öperim. Sonra ellerimi omuzlarına indirir, geniş omuzlarını okşarken de yüzünü öperim.”

“Alt tarafın saygı duruşuna geçtiği görünce de çığlığı basarsın değil mi? Şu an geçti mesela.”

“Gökhan!”

“Ne Gökhan be, ne Gökhan! Şöyle öperim böyle öperim diyorsun, tahrik olunca ben mi suçlu oluyorum?”

“Tahrik mi oluyorsun yoksa saygı duruşuna mı geçiyorsun acaba?”

“Seni saygıyla selamlıyoruz, yine de yaranamıyoruz be kızım.”

“Selamlıyoruz mu? Bu konuşma çok seviyesizleşmeye başladı, kapatıyorum.”

“Dur dur,” dedi Gökhan hemen. “Seninle erotik konuşma da yapılmıyor.”

“Buna erotik konuşma diyorsun yani?”

“Kafamda çok güzel konuşmalar var da işte henüz ortam oluşmadı. Bence duyman gereken konuşmalar, bu konu hakkında düşünmeni öneririm.”

“Eminim öyledir.”

“Duymak ister misin?”

“Sen yorulmadın mı ya? Yatıp uyusana.”

“Şu an dünyanın en enerjik insanıyım. Konu çok ilgimi çekti.”

“Orası çok açık,” dedi Göksel. Bir tutam saçını parmağına sardı. “Ama ikimizin de aile evinde olduğunu hatırlatmak isterim.”

“Tamam, iki hafta sonra bana gel. Yağız da yok, tekim.”

“Geceleri seninle konuşmak hiç mantıklı değil gerçekten. Aklın çok başka yerlere gidiyor.”

“Eee Yavuz Çetin ne demiş: Gece yarısı tüm hisler yüksekte / Gizemli bir dünya düşlerimde. Benimki de bu hesap işte.”

“Sana gizemli dünyanda mutluluklar canım, ben kapatıyorum. Sen de yatıp dinlen.”

“Hemen kaç, hemen.”

“Öpüyorum canım, kendine iyi bak.”

“Kaç bakalım Göksel Hanım, nasıl olsa yakalarım.”

“İyi geceler sevgilim, evdekilere selamlar.”

“Sen olmadan geceler iyi falan değil.”

“Şapşal,” dedi Göksel kıkırdayarak. “Çok tatlısın.”

“Şu an aklımdan geçenleri bir bilsen tatlı falan demezsin ama neyse. Seni daha fazla utandırmadan kapatayım.”

“Seni seviyorum biliyorsun değil mi? Seni öpme konusunda da ciddiyim.”

“Ben de seni seviyorum ve geniş omuzlarımı okşayarak beni öpmeni sabırsızlıkla bekliyorum.”

“Bekle bakalım. Hadi görüşürüz.”

“Görüşürüz bal peteğim.”

Gökhan telefonu kapattıktan sonra kasıklarına doğru baktı ve ofladı.

“Gece gece ne hâle getirdi beni,” diye söylenirken ayağa kalktı. “Sen de iki saniye rahat duramıyorsun değil mi?”

Kulağını kapıya yaslayan genç adam evi dinledi ama hiç ses duymadı. Annesiyle babası odalarına çekilmişti. Rahat bir nefes alıp kapıyı açtı ve hızlı adımlarla banyoya ilerledi.

***

Gökhan iki haftayı ailesiyle beraber dolu dolu geçirdi. Uygur ailesi Ankara dışında Eskişehir, Bolu ve Karabük’e gitti. Aralarında bir sorun olmadan, herhangi bir tartışma ya da kavga yaşamadan geçirdikleri bu iki hafta, ailecek geçirdikleri vakitler arasında en iyisiydi. Gökhan’ın döneceği gün hepsinin üzerinde bir burukluk olsa da Gökhan ilk fırsatta onları yine ziyaret edeceğini, artık bir ayağının da burada olduğunu söyleyerek onları teselli etti.

Gökhan, İstanbul’a döndüğü günün akşamı yol yorgunluğuyla derin ve uzun bir uyku uyudu. Ertesi gün saatler 11’e gelirken uyanan genç adamın aklında tek bir şey vardı:

Bu akşam Göksel’in ebeveynleriyle akşam yemeği yiyecekti.

Telefonunu eline alan Gökhan, kız arkadaşının yarım saat önce kendisine günaydın sevgilim diye mesaj attığını gördü ve ona cevap vermek yerine onu aramayı tercih etti.

“Günaydın Ankaralı,” dedi Göksel neşeli bir sesle. “Tam da tahmin ettiğim gibi ancak uyanabildin. Yol yordu değil mi?”

“Günaydın balım,” dedi Gökhan uykulu sesiyle. Göksel onun bu kalın ve boğuk ses tonunu çok seviyordu. “Hem yol hem de bu iki haftanın yorgunluğu üzerimdeydi, ancak uyanabildim.”

“Dinlenmiş hissediyor musun?”

“Hı hı, kendime geldim. Sen ne yapıyorsun?”

“Ben de salonda oturuyorum, kahvaltı hazırlamak için kendimde güç bulmaya çalışıyorum.”

“Bulursun bulursun,” diyen Gökhan esnedi. “Kalk da kendine şöyle mükellef bir kahvaltı hazırla.”

“Kahvaltı kısmı kolay da ben asıl akşam yemeği için heyecanlıyım. Nihayet benimkilerle tanışacaksın.”

“Bende heyecanın yanında inanılmaz bir gerginlik de var,” dedi Gökhan dürüstçe. “Umarım gerginlikten her şeyi elime yüzüme bulaştırmam.”

“Saçmalama,” dedi Göksel hemen. “Annem de babam da dünya tatlısı insanlardır, seni zaten seviyorlar ve bizzat tanıyınca daha çok seveceklerine eminim. Kendin ol yeter. O zaman benim sende gördüğüm şeyleri onlar da görecek.”

“Bak sen,” dedi Gökhan sırıtarak. “Bende ne görüyorsun?”

“Tam bir İstanbul beyefendisi olduğunu görüyorum. Nezaketini, zarafetini, ince düşüncelerini; içtenliğini, dürüstlüğünü, samimiyetini görüyorum. Tüm bunları onlar da görecek.”

“Ve beni damatları olarak kabul edecekler. Seninle evlenip tüm hayatın boyunca yakandan düşmeyeyim de gör sen.”

Göksel kıkırdarken Gökhan da gülümsedi. Onun bu tatlı kıkırdamalarını onun için yazdığı ve albümüne koyacağı Gök Yüzlü isimli şarkısında kullanmayı düşünüyordu. Henüz Göksel’e bundan bahsetmemişti ama bahsedeceği zaman genç kadının çok sevineceğini ve duygulanacağını biliyordu.

“Kim kimin yakasından düşmez acaba?” dedi Göksel başını koltuğun arkasına yaslayıp. “Tek taraflı olmayacağı kesin.”

“Olmasın da zaten,” diyen Gökhan gülümsemeye devam ediyordu. “Akşam için ne giysem? Gömlek kot mu yapayım?”

“İş görüşmesine mi geliyorsun canım, ne gömleği? Rahat bir şeyler giy, canın ne isterse. Mesela boğazlı kazak giyebilirsin, sana çok yakıştırıyorum.”

“Hım,” dedi Gökhan kelimenin sonunu uzatarak. “Bir dolabımı karıştırayım.”

“Karıştır. Ben de kalkıp kahvaltı hazırlayayım, karnımı doyurayım. Sen de bir şeyler ye.”

“Tamam bir tanem, afiyet olsun.”

“Sana da sevgilim.”

Aynı vakitlerde kahvaltı eden iki genç günün geri kalanında da akşam yemeğine hazırlanmakla uğraştı. İkisi de duş aldı, giyeceği kıyafeti seçti, özenle hazırlandı. Göksel yemek yiyecekleri restorana arabayla geçecekti, Engin’le Güzin de işten çıkıp gelecekti.

Saatler akşam 7’yi geçerken Karaköy’deki restorana ilk varan Göksel oldu, genç kadından dakikalar sonra da Gökhan geldi. Göksel onu görünce ayağa kalktı, onun masada yalnız olduğunu gören Gökhan gülümsedi ve adımlarını hızlandırdı.

“Selam,” dedi Göksel de gülümseyerek. “Hoş geldin.”

“Selam balım,” dedi Gökhan. “Hoş buldum. Seni görünce hoş olmamak mümkün mü?” Elindeki bir buketi ona uzattı. “Bu sarı çiçekler senin için.”

“Beyazlar?”

“Onları da annene aldım. Henüz gelmediler değil mi? Gelince veririm.”

“Hayır, gelmediler. Çok incesin, teşekkür ederim.”

Göksel sarı çiçekleri alıp kokladıktan sonra masaya bıraktı ve erkek arkadaşına sarıldı. Kollarını onun beline saran Gökhan kollarını bir saniyeliğine sıktığında Göksel’den şaşkınlık belirten bir nida çıktı. Onun bu kadar güçlü olmasına hâlâ alışamamıştı.

“Seni çok özledim,” dedi Gökhan. Burnunu onun saçlarının arasına sokup kokusunu içine çekti. “Çiçek kokulu güzelliğim benim.”

Gökhan geri çekildikten sonra etrafına baktı, Engin ve Güzin’in hâlâ gelmediğine emin olduktan sonra Göksel’i dudaklarından öptü.

“Seninkiler gelmeden öpücüğü de kaptım,” dedi Gökhan. Gülümsedi. “Buna ihtiyacım vardı.”

“Benimkiler varken de öpebilirsin aslında,” dedi Göksel. “Bu yapacağın son şey olurdu ama öpebilirsin yani.”

“Bence yapamazdım bile, daha sana uzanamadan Engin amca beni cehennemin dibine gönderirdi.”

“Evlerden ırak,” dedi Göksel kıkırdayarak. Kapı tarafında bir hareketlilik fark edince bakışlarını oraya çevirdi ve restorandan içeri giren annesiyle babasını gördü. “Geldiler.”

Omzunun üstünden arkaya bakan Gökhan da onları gördü. Göksel’den biraz uzaklaşan genç adam vücudunu onlara çevirdi ve orta yaşlı çifti inceledi. Engin, Gökhan’dan biraz kısaydı ama geniş omuzları ve yapılı bir vücudu vardı; kumral saçları yer yer kırlaşmış, kırışıklıklar da yüzüne iyiden iyiye yerleşmişti. Masmavi gözleri yazın bronzluğunun tam olarak geçmediği yüzünde zekâyla parlıyor ve dost canlısı bakıyordu. Güzin’se Göksel gibi sapsarı saçları ve masmavi gözleri olan, kızıyla aynı boylarda olan ve Engin gibi yaşından daha genç görünen çok güzel bir kadındı. Onları kanlı canlı karşısında gören Gökhan, Göksel’in bu muhteşem genleri nereden aldığını daha iyi anladı.

“Merhaba,” dedi Gökhan onlara bir baş selamı vererek. “Hoş geldiniz.”

“Merhaba,” dedi Engin. O da bu süre zarfında Gökhan’ı incelemişti. “Hoş bulduk. Ben Engin.”

Engin, Gökhan’a elini uzatınca Gökhan onunla tokalaştı.

“Ben de Gökhan,” dedi. “Çok memnun oldum.”

“O memnuniyet bize ait.”

“Merhaba Gökhan,” dedi Güzin gülümseyerek. “Ben de Güzin. Tanışabildiğimiz için çok mutluyum.”

“Ben de öyle,” diyen Gökhan da gülümsedi. Rahatlamıştı. “Tanıştığıma çok memnun oldum.” Masadaki çiçekleri alıp Güzin’e uzattı. “Bunlar sizin için.”

“Teşekkür ederim, çok naziksin,” dedi Güzin çiçekleri alırken. Çiçekleri kokladığında gülümsemesi genişledi. “Mis gibi kokuyorlar. Tekrardan teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

“Tanışma faslı bittiyse hadi oturalım,” dedi Göksel. “Ayakta kalmayalım.”

“Oturalım tabii,” dedi Engin. Güzin’in oturması için sandalyesini çekti. “Siz ne zaman geldiniz? Çok bekletmedik umarım.”

“Hayır, bekletmediniz,” dedi Göksel. Annesinin karşısına, Gökhan’ın yanına oturdu. “Ben biraz önce geldim, benden biraz sonra da Gökhan geldi.”

“İyi bari, beklememişsiniz.”

Masaya gelen bir garson onlara, “Hoş geldiniz,” dedikten sonra elindeki menüleri hepsinin önüne bıraktı.

“Çok açım,” diyen Göksel menüyü incelemeye başlamıştı bile. “Kahvaltıyla duruyorum.”

“Öğleden sonra neden bir şeyler atıştırmadın bebeğim?” diye sordu Güzin.

“Aklıma gelmedi, akşam için hazırlanmakla meşguldüm.”

“Aç kalmana değmiş,” dedi Engin. “Muhteşem görünüyorsun. Çok güzel olmuşsun.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Sizler için hazırlandım.”

Engin, kızı “sizler” derken en çok Gökhan’ı kastettiğini biliyordu, bir şey söylemedi ama ona anlamlı bir bakış attı. Ardından bakışlarını karşısında oturan Gökhan’a çevirdi.

“Sen nasılsın Gökhan?” diye sordu. “Nasıl gidiyor, neler yapıyorsun?”

“İyiyim, teşekkür ederim,” diye cevap verdi Gökhan. “Geçtiğimiz iki hafta Ankara’da, ailemin yanındaydım; İstanbul’a dün döndüm. Siz nasılsınız?”

“Sen de lütfen. İyiyim ben de, iş sonrası biraz yorgunluk var ama alışkınım. Ailen nasıl, onlar ne yapıyor?”

“Peki, sen derim. Ailem de iyi, keyifleri de sağlıkları da yerinde çok şükür. Babam benim için iki hafta izin kullandı, annem de ev hanımı olduğu için iki haftayı hep beraber geçirdik.”

“Ne güzel. Baban asker diye biliyorum, Göksel bahsetmişti.”

“Evet, yarbay. Bu arada hepinize selam söylediler.”

“Aleykümselam,” dedi Göksel hemen. “Sen de konuştuğunda selamlarımı ilet lütfen.”

“İletirim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Güzin abla sen nasılsın? Bu arada sen diyebilir miyim?”

“Çok memnun olurum,” dedi Güzin. “Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Açıkçası bu akşam yemeğini uzun zamandır bekliyorum. Seninle tanışabildiğimiz için mutluyum. Göksel senden çok bahsediyor.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. Ona göz kırptı. “Sizden de çok bahsediyor.”

“Yoksa dedikodumuzu mu yapıyorsun cimcime?” dedi Engin şefkatle gülümseyerek. “Arkamızdan neler söylüyorsun?”

“Aşk olsun,” dedi Göksel. “Ben öyle biri miyim? Sizin hakkınızda sadece güzel şeyler söylüyorum.”

“Biliyorum canım, latife ediyorum. Neyse siparişlerimizi verelim de latife etmeye sonra devam ederiz.”

Menüyü inceleyen dörtlü ne yiyeceklerine karar verdi ve siparişlerini verdi.

“Ankara nasıldı?” diye sordu Güzin. “Bu arada annenler neresinde oturuyor?”

“Çankaya’da oturuyorlar,” dedi Gökhan. “Ankara da güzeldi, çok soğuktu ama keyifli vakit geçirmeme engel olmadı. Ankara dışında bir dönem yaşadığımız Bolu’yu da ziyaret ettik, Safranbolu ve Eskişehir’e de gittik. Anlayacağınız bolca gezdik.”

“Çok iyi yapmışsınız. İstanbul’da okul ve iş arasında rutin bir hayatın vardı, o rutinden çıkıp farklı şeyler yapmak çok iyi gelmiştir.”

“Çok haklısın, gerçekten iyi geldi. Ailemle uzun süredir görüşmediğimizi bildiğinizi biliyorum, bunca zaman sonra eski sorunlarımız olmadan hep beraber vakit geçirmek de çok güzeldi.”

“Yepyeni bir başlangıç,” dedi onu dikkatle dinleyen Engin. “Senin üniversiteye başladığın seneden bu yana görüşmemişsiniz; bu zaman diliminde iki tarafın da olanları düşünmek, hatalarından ders çıkarmak için fazlasıyla vakti olmuştur.”

“Evet, oldu,” diye onayladı Gökhan. “Şu an hayatımın olduğu noktadan memnunum.”

“Senin adına sevindim.”

“Teşekkür ederim.”

“Okul nasıl gidiyor?” diye sordu Güzin. “Göksel’in söylediğine göre bölüm ikincisiymişsin. Çok büyük bir başarı, tebrik ederim.”

“Teşekkürler,” dedi Gökhan biraz utanarak. “Konservatuvar okumak en büyük hayalim olunca ve bu hayalim gerçeğe dönüşünce çok çalıştığım bir üniversite süreci yaşadım. Müzik benim için nefes almak kadar hayati bir şey. Okul da çok iyi gidiyor, geçen dönem ortalamamı yükselttiğim için yazın yüksek onur öğrencisi olarak mezun olabileceğim.”

“İnanılmaz bir başarı, takdire şayan. Çok tebrik ederim.”

“Gerçekten de öyle,” dedi Engin. “Ben de tebrik ederim. Okul bittikten sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Bir kariyer planlaması yaptın mı yoksa hâlâ kafanda net değil mi?”

“İkinize de teşekkür ederim,” diyen Gökhan gülümsedi. “Mezun olduktan sonra da yola müzikle devam edeceğim. Yarın stüdyoya giriyorum, uzun bir süredir üstünde çalıştığım albümümü kaydetmeye başlayacağım. Bu uzun bir süreç olacak, okul bittikten sonra da stüdyoda olmaya devam edeceğim. Şartlar ileride ne getirir bilinmez fakat şu an profesyonel olarak müzik yapmayı ve mekânlarda sahne almayı, bu şekilde para kazanmayı planlıyorum.”

“Albüm demek. Biraz ayrıntı vermek ister misin? Mesela hangi türde, teması ne, kaç şarkı var vesaire?”

“Öncelikle ilgin için teşekkür ederim. Rock ve blues dinleyerek büyümüş biri olarak albümüm de bu iki türün karışımı olacak. İsmi Gökhane, sözlerini ve bestesini benim yazdığım yedi şarkıdan ve benim için yeri büyük üç şarkının cover’ından oluşacak. Teması ev, aile ve insan ilişkileri. Gökhane tahmin edeceğin üzere kendi ismimden yola çıkarak uydurduğum bir kelime, albüm de bir o kadar kişisel bir albüm. Bu kadar kişisel şarkıları insanlarla paylaşabileceğimden emin değildim fakat Göksel bana bu konuda çok destek oldu, benim başka sanatçıların şarkılarıyla bağ kurduğum gibi diğer insanların da benim şarkılarımla bağ kuracağını söyledi ve bu bana güzel bir bakış açısı kazandırdı.”

Göksel gülümseyerek onun kolunu sıvazladığında Gökhan da ona gülümsedi.

“Kulağa çok ilgi çekici geliyor,” dedi Güzin. “Kendi deneyimlerinden yola çıkarak şarkılar yazman çok güzel, tabii bir o kadar da cesurca.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Müzik evrensel bir şey, ben de anlatacak şeyleri olan genç bir müzisyen olarak bu evrende kendime bir yer edinmeyi hedefliyorum.”

“Şarkıları dinlemeyi çok isteriz,” dedi Engin içten bir şekilde. “Çıkacağı zaman Göksel sayesinde haberimiz olur diye düşünüyorum.”

“Kesinlikle,” diyen Göksel sırıttı. “Sizi gelişmelerden haberdar edeceğime dair en ufak bir şüpheniz bile olmasın canım annemle babam.”

“Emin ol yok,” dedi Engin kızına bakarak. Ardından yeniden Gökhan’a döndü. “Her şey gönlünce olur umarım. Müzik sektörü gerçek bir kurtlar sofrası, tutunmak ve bir yerlere gelmek de zor ama umarım tüm bu süreç istediğin gibi olur.”

“Teşekkür ederim, çok naziksin,” dedi Gökhan duygu dolu bir sesle ve yüz ifadesiyle. “Aslında her sektör kurtlar sofrası, çalışma hayatı çok zorlayıcı ama dediğin gibi hem müzik hem de benzer sektörlerde bu olumsuzluklar daha fazla. Kendi hâlimde takılıp şarkılar yazmak, çıkarmak ve bir yandan da sahne alıp sevdiğim işi yapmak istiyorum. Maddi olarak zorlanırsam bu alanda eğitmen olarak çalışmaya da sıcak bakıyorum. Kendime esnek bir plan hazırladım, duruma göre bakacağım.”

“Bir B planın olması güzel ve gerekli,” dedi Güzin. “Herkesin bir B planı olmalı. Evet, istediğimiz işte çalışmak önemli fakat bazen istediğimiz şeyler bize yardımcı olmayabilir; böyle durumlarda bir B planı şart oluyor.”

“Kesinlikle aynı fikirdeyim. 18 yaşından beri çalışma hayatında olan biri olarak dünyayı, insanları, insan ilişkilerini tanımak için uzun vaktim oldu. Bazı insanlar dünyayı olduğundan da çirkin bir yer hâline getiriyor. Neyse canım, tatsız konulardan konuşmak için burada değiliz.”

“Haklısın. Ankara’da neler yaptın, bahsetmek ister misin?”

“Tabii ki,” diyen Gökhan onlara iki haftalık Ankara gezisini anlattı. Eskişehir, Bolu ve Karabük’e gittiklerinden; oralarda yaptıkları aktivitelerden bahsetti. Dinçerler onu ilgiyle dinlediler.

“Epey gezmişsiniz,” dedi Engin. “Bolu gerçekten de muhteşem bir yer, biz de birkaç kez ailecek kış tatiline gitmiştik.”

“İnanılmaz soğuktu ama insan içini sıcacık yapan aktiviteler yapınca soğuğu o kadar da dert etmiyor,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Yıllar sonra oraya gitmek, caddelerinde yürümek çok güzeldi.”

“Nostaljik olmuştur. Baban başka hangi şehirlerde görev yaptı?”

“Ben doğduğumda Elazığ’daymışız; sonrasında Aydın, Bayburt, Bolu, Kırşehir ve Kütahya’da bulunduk. Evlendikleri zaman, ben henüz yokken bir dönem de Urfa’da yaşamışlar.”

“Çok zor bir yaşam biçimi,” dedi Güzin. Suratı biraz asılmıştı. “Kalıcı bir evin yok, bundan bir sene sonra nerede olacağın meçhul; bunun yanında askerlik gibi çok zor bir mesleği yapıyorsun, psikolojini korumaya çalışırken bir yandan da aileni geçindirme kaygısı içindesin. Özellikle baban için çok yorucu olmuştur.”

“Evet, kesinlikle. Bunun o da farkında ve bu yüzden bu sene emekliliğini isteyecek, artık dinlenmek istiyor.”

“Öyle mi? Biz de bu sene emekli olmayı istiyoruz, yazın başvuru yapacağız.”

“Göksel bahsetmişti. Siz ne yapmayı planlıyorsunuz? Daha küçük bir şehre taşınma gibi planlarınız var mı?”

“Düşünüyoruz,” dedi Engin. “Göksel mezun olsun, güzel bir iş bulsun, kendi ayakları üzerinde dursun da sonrasında biz de kendimize bir rota çizeriz.”

“En mantıklısı,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. “İkimiz de kendi hayatlarımızın temelini atacağız.”

“Bu süreçte cimcimeye her türlü desteği vermek için de yanında olacağız. Kendi yolunu bir bulsun da sonrasında biz de gönül rahatlığıyla emeklilik hayatımız için somut adımlar atarız.”

Göksel babasının elini tutup gülümsediğinde Engin diğer eliyle onun elini okşayıp gülümsedi.

“Size sahip olduğum için çok şanslıyım,” dedi Göksel. “Bu akşam burada olduğum için de çok mutluyum. En sevdiğim insanlarla bir arada olmak çok güzel.”

“O mutluluk hepimizde var,” dedi Güzin de gülümseyerek. “Güzel bir akşam.”

Siparişleri geldi.

“Herkese afiyet olsun,” dedi Göksel. “Karnım kazındığı için hemen yemeye başlıyorum.”

“Afiyet olsun bebeğim,” dedi Engin. “Hepimize afiyet olsun.”

Camlarından ışıl ışıl İstanbul manzarasının göründüğü restoranda afiyetle yemeklerini yediler. İçerisi çok kalabalık değildi, fonda da sakin şarkılar çalıyordu ve ortama daha hoş bir hava katıyordu.

“Burayı sevdin mi?” diye sordu Göksel.

“Çok sevdim,” diyen Gökhan bir anlığına camdan dışarısına baktı. “Manzarası çok güzel, yemeklerini de beğendim. Senden önce bu tarafları neredeyse hiç bilmezdim ama bana çok güzel yerler keşfettiriyorsun.”

“Daha çok yer var, zamanla oralara da gideriz.”

“Gidelim.”

“Karşıda oturduğun için genelde hep orada takılıyorsun değil mi?” diye sordu Güzin.

“Aynen,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Mesela Kadıköy’ü avcumun içi gibi bilirim, genelde de hep oradayım.”

“Senin gibi bir genç için çok ideal bir yer hâliyle,” dedi Engin. Gökhan’ın yüz ifadesi değişince açıklama ihtiyacı duydu: “Senin gibi derken genç olmanı vurguladım, başka bir şeyi kastetmedim.”

“Bir an korktum,” dedi Gökhan dürüstçe. “Nasıl bir gençmişim ki diyecektim. Rahatladım.”

“Onu bakışlarından anladım zaten. Bu arada tarzın tam bir Kadıköy genci tarzı. Küpeler, dövmeler, piercing falan.”

Güzin masanın altından eşinin bacağına vurdu ama Engin ona aldırış etmedi.

“Aslında Kadıköy’de binbir türlü insan var,” diye yanıt verdi Gökhan. “Tek bir tipleme oluşturmak doğru olmaz.”

“Genel bir kitlesi de var tabii,” dedi Engin. “Bu arada yanlış anlama; benim hiç sevmediğim bir tarz olduğunu kabul ediyorum ama senin sevmene saygım sonsuz, tarzını kendine yakıştırmışsın da. Mesela parmaklarındaki dövmeleri beğendim.”

Gökhan gergin bir nefes alırken Göksel masanın altından onun bacağına dokundu. Genç kadın babasının konuyu bir noktada Gökhan’ın tarzına getireceğini biliyordu. Beklediğinden geç getirmişti ama nihayetinde getirmişti.

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan. Mutluluktan uzak, gerginliğe yakın bir gülümseme takındı. “Şu an görünmeyen başka dövmelerim de var, ileride yenilerini de yaptırmayı düşünüyorum. Hoşuma gidiyor.”

Genç adam kazağının kolunu sıyırıp sağ bileğindeki dövmeyi gösterdi. Onun yanında oturan Göksel arkasına yaslanırken gülümsüyordu. Gökhan’ın kendi gibi davranmasını, olduğu kişiyi gizlemeden cesurca insanlara göstermesini seviyordu.

“Latince sanırım,” dedi dövmeye bakan Güzin. “Ne demek?”

Müzik ruhun gıdasıdır, yazıyor,” dedi Gökhan. Kazağın kolunu aşağı çekti. “Sol kolumda da gitar dövmesi var, boynumda da sol anahtarı var.”

“Tam da senden beklenecek dövmelermiş,” dedi Engin. “Göksel’in boynundaki sol anahtarının anlamı şimdi ortaya çıktı.”

“Gökhan’ın en sevdiğim dövmesi,” diye konuşmaya dahil oldu Göksel. “Ne yalan söyleyeyim çok özeniyordum, büyük bir müziksever de olunca dövmesini çaldım.”

Şu an onu öpmek için yanıp tutuşan Gökhan mevcut şartlar yüzünden sadece gülümsemekle yetindi.

“Sana da çok yakıştı,” dedi Gökhan. “Ayrı bir hava kattı.”

“Baba sen de yaptır bir dövme,” dedi Göksel babasına bakarak. “Fikrin kesin değişir.”

“Sus kız,” dedi Engin gözlerini biraz kısarak. “Bu yaştan sonra ne dövmesi yaptıracağım?”

“Dövme yaptırmanın yaşı mı olurmuş canım? Şu an aklıma güzel bir dövme fikri gelmedi ama bir şey bulunur. Mesela annemle evlilik yıl dönümünüzü yaptırabilirsiniz.”

“Bak ya, küçük cadının makarası olduk.”

“Aşk olsun, ben sadece fikir veriyorum.”

“Çok yaratıcı fikirlerini kendine sakla küçük hanım.”

“Sen bilirsin,” dedi Göksel omzunu silkerek. “Senin kaybın.”

Güzin’le Gökhan gülüyordu. Engin, Gökhan’a bakınca Gökhan gülmeyi bıraktı ve boğazını temizledi.

“Tatlı yer miyiz?” dedi Güzin. “Benim yiyesim geldi.”

“Yiyelim hayatım,” dedi Engin gülümseyerek. Az önce Gökhan’a ters bir bakış atan Engin’in eşiyle konuşurken bir anda 180 derece değişen tutumu Gökhan’ın yüzüne anlamlı bir gülümseme yayılmasına neden oldu. “Ne istiyorsun?”

Gökhan, Göksel’e baktığında Göksel’i kendisine bakarken buldu. Göksel ona göz kırptığında Gökhan da ona öpücük attı, bunun üzerine Göksel gözleriyle karşılarında oturan babasını işaret edip parmağıyla boynuna hayali bir kesik çizdi. Gökhan omzunu silktiğinde Göksel kıkırdadı.

“Siz yer misiniz çocuklar?” diye sordu Güzin.

“Olabilir,” dedi Göksel. “Hem ne demişler: Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım.”

“Gökhan ya sen?”

“Ben de yerim,” dedi Gökhan. “Menüye bakalım.”

Tatlı siparişlerini verdiler.

“Babanın bu sene emekliye ayrılacağını söyledin,” dedi Engin karşısında oturan Gökhan’a bakarak. “Onlar ne yapacak? Yeniden beraber yaşamayı düşünüyor musunuz?”

“Hayır, onlar Urla’ya taşınmayı düşünüyorlar,” diye yanıtladı Gökhan. “Babam artık dinlenmek, huzur bulmak istediğinden bahsetti. Onlar da emekliye ayrılınca sahil kasabasına kaçanlardan olacaklar, ben daha buradayım ve uzun bir süre de burada olacağım gibi duruyor.”

“En güzelini yaparlar, biz de öyle yapmayı düşünüyoruz. Siz gençler iş için burada durmak zorundasınız, İstanbul bu konuda diğer şehirlerden daha çok fırsata sahip.”

“Evet, öyle ama ileride maddi kaygım olmazsa küçük bir yerde, bahçeli müstakil bir evde yaşamayı çok istiyorum. Evimde enstrümanlarımı çalma, şarkılarımı söyleme, kendi kendime müziğimi yapma fikri çok iyi hissettiriyor.”

“Sen de Göksel’in kafasındaymışsın,” diye bir yorumda bulundu Güzin. “Birlikte olmanıza şaşırmamalı. Biliyorsundur, Göksel İstanbul’u hiç sevmiyor ve buradan kaçmak için an kolluyor.”

“Sektörde kendime bir yer edinip kendi işlerimi yapmaya başlar başlamaz buradan kaçacağım,” dedi Göksel hiç tereddüt etmeden. “Küçük bir şehrin merkezinde yaşamaya bile razıyım, İstanbul’dan sonra orası bana tatil köyü gibi gelir zaten ama imkânım olursa denize yakın müstakil bir evde yaşamak isterim.”

Gökhan ona anlamlı bir bakış attı. Bundan yıllar sonra ikisini öyle bir evde görebiliyordu. Gökhan bahçede ev sakinlerine konser veriyordu; onu dinleyenler arasında Göksel, köpeği ve kedisi vardı. Biraz daha ilerisini düşününce sayı artıyordu, o gruba küçük çocuklar dahil oluyordu. Genç adamın gelecekten tek beklentisi buydu: Sevdiği işi yapmak ve sevdiği kadınla hayatı paylaşmak.

“Çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum,” dedi Güzin. “Tüm bunların olmaması için hiçbir neden göremiyorum.”

“Çok tatlısın,” dedi Göksel ince bir sesle. “Umarım hepsi gerçek olur.”

“Olacak tabii bir tanem.”

Sipariş ettikleri tatlılar kısa sürede geldi. Tatlıları yerken Engin’le Güzin günlerinin nasıl geçtiğinden bahsettiler, Gökhan’a yaptıkları işi anlattılar. İkisi de uzun yıllardır çalıştıkları sektörde başarılı birer kariyer inşa etmişti, iyi yerlerde iyi işlerde çalışan bu karı kocayı Gökhan ilgiyle ve hayranlıkla dinledi. Göksel gibi bir kız çocuğu yetiştiren aileden daha azını beklemezdi.

“Örnek alınası kariyerler,” dedi Gökhan dürüstçe. “Hayran kaldım.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Güzin gülümseyerek. “Siz daha güzellerini yapın.”

“Yapacaklar tabii,” diyen Engin de gülümsüyordu. “Biz de göğsümüzü kabartarak izleriz.”

“Tatlılar da bittiğine göre yavaştan kalksak mı? Ne dersiniz gençler?”

“Olur,” dedi Göksel. Erkek arkadaşına baktı. “Sevgilim?”

“Kalkalım,” dedi Gökhan da. “Siz işten kalkıp geldiniz zaten, evinize gidip dinlenirsiniz. Hafta sonu akşamları sahnede olduğum için hafta içi görüşmek zorunda kaldık, lütfen kusura bakmayın.”

“Duymamış olalım,” dedi Güzin hemen. “İşten sonra size bir saat ayırmak bize zor gelmedi, aksine oldukça keyifli bir akşam geçirdik.”

“Bakarsın bir akşam da seni izlemeye geliriz,” dedi Engin, Gökhan’a bakarak. “Bizi kafede ağırlarsın.”

“Ne zaman isterseniz, her zaman beklerim,” dedi Gökhan. Keyifle gülümsedi. “Büyük bir memnuniyetle sizleri ağırlarım. Bu akşam için de teşekkür ederim, ben de çok keyifli vakit geçirdim ve sizlerle tanıştığıma çok memnun oldum.”

“O memnuniyet bize ait,” dedi Güzin. “Yine tekrarlarız.”

“Ne zaman isterseniz.”

“Ben hesabı ödeyeyim, sonra çıkalım,” dedi ayağa kalkan Engin. “Siz isterseniz çıkın, ben yetişirim.”

Göksel, Gökhan’a hesabı babasının ödeyeceğini söylemiş ve bu konuda Gökhan’ın ısrarcı davranmamasını rica etmişti. Gökhan bunu ileride mutlaka telafi edeceğini söyleyerek kabul etmişti.

“Tamam hayatım,” dedi Güzin. “Biz yavaştan çıkalım, sen de gelirsin.”

Güzin’le Göksel önden yürürken Gökhan onların arkasından yavaşça yürüdü. Bu esnada hesabı ödeyen Engin, Gökhan’a yetişti.

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan ona bakarak. “Kesene bereket.”

“Afiyet olsun oğlum,” dedi Engin. Bunu ağız alışkanlığıyla söylemişti. Fark ettiğinde bir anlığına durup Gökhan’a baktı, Gökhan da şaşırmıştı. Engin güldüğünde Gökhan da gülümsedi. “Hoşuna gitti bakıyorum.”

“Yani,” dedi Gökhan gülerek. “Ağız alışkanlığından söylediğini bilsem de hoşuma gitti.”

“Kızımı üzmediğin sürece sana oğlum diyebilirim, seni öz oğlumdan ayrı görmeyeceğimden de emin olabilirsin ama kızımı üzmediğin sürece kısmının altını çiziyorum.”

“Mesaj alındı. Ben de sana Engin ağabey diyebilir miyim?”

“Ağabey mi? Amcaya ne oldu?”

“O kadar yaşlı mıyım ben diye çıkışırsın diye düşündüm.”

“Serseri,” dedi Engin gülerek. Onun omzuna dokundu. “Baban yaşındayım hatta daha bile büyüğümdür; amca diyebilirsin, alınmam.”

“Tamam, Engin amca derim. Bu arada gerçekten büyüksün.”

“Tahmin etmesi zor değildi.”

Gülüştüler. Onların gülüştüğünü duyan Göksel’le Güzin onlara baktıktan sonra dönüp birbirlerine baktılar ve gülümsediler.

“Gökhan’ı sevdi,” dedi Güzin. Göz kırptı. “Hadi yine iyisiniz.”

“Benim sevgilim sevilmeyecek biri değildir,” dedi Göksel göğsünü kabartarak. “Sen de sevdin.”

“Sevdim, çok tatlı çocuk. Gerçekte fotoğraftakilerden daha yakışıklı, gülüşü de çok güzel.”

“Değil mi? Çok tatlı gülüyor.”

“Gözlerinden kalpler çıkıyor resmen.”

“Çok seviyorum.”

“Biliyorum, bu gece somut olarak da gördüm. Çok yakıştığınızı da belirtmeliyim.”

İncecik bir sesle, “Ya!” diyen Göksel annesinin koluna girdi. “Maşallah diyelim de nazar değmesin.”

“Maşallah maşallah.”

Restoranın olduğu binadan peş peşe çıktılar.

“Sen karşıya vapurla geçeceksin değil mi?” diye sordu Engin.

“Aynen,” diye onayladı Gökhan. “Karaköy’den binerim, sonra da otobüsle evime geçerim.”

“Varınca yazarsın,” dedi onun karşısında duran Göksel. “Kendine de dikkat et.”

“Yazarım balım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Aklın bende kalmasın.” Genç adam Güzin’le Engin’e baktı. “Tanıştığıma tekrardan çok memnun oldum, bu keyifli akşam için de çok teşekkür ederim. Yeniden görüşmek üzere.”

“Biz de çok memnun olduk Gökhan,” dedi Güzin. “Kendine iyi bak.”

“Bize eşlik ettiğin için teşekkür ederiz,” diyen Engin ona elini uzattı. “Kendine iyi bak Gökhan. Görüşürüz.”

Gökhan onunla tokalaşırken, “Görüşürüz,” dedi. “İyi akşamlar.”

“Arabayı üst sokağa park ettim,” diyen Göksel anahtarı babasına uzattı. “Siz geçin, ben de hemen geliyorum. Gökhan’ı yolcu edeyim.”

“Tamam,” dedi Engin. “Bekliyoruz.”

Engin’le Güzin üst sokağa ilerlerken Göksel de Gökhan’a döndü.

“Eee Gökhan Bey şimdi gerçek hislerinizi alalım,” dedi Göksel. “Nasıl bir akşamdı?”

“Ben her zaman gerçek hislerimi söylerim ve bu akşam onlara da dediğim gibi güzel bir akşamdı,” dedi Gökhan. “Keyifli vakit geçirdim. Annenle baban çok tatlı insanlar, senin gibi bir kız çocuğunu yetiştiren ebeveynlerden daha azını beklemezdim.”

“Onlar da seni sevdi, bundan emin olabilirsin. Birbirinizle anlaşmanıza o kadar sevindim ki anlatamam.”

“Baban biraz zorladı, zorlamaya devam da eder gibi ama sevdiğini ben de hissettim. Benim de bir kızım olsaydı ben de onun erkek arkadaşına aynı şekilde yaklaşırdım hatta daha sert bile olabilirdim.”

“Sen ve sert olmak? Hayatta inanmam.”

“Bir kız babası olursam o zaman görürsün.”

“Ha yani diyorsun ki kızın annesi sen olacağın için göreceksin zaten?”

“Aynen öyle diyorum.”

“Ben de seni öperim diyorum,” diyen Göksel kollarını onun ensesinde birleştirip erkek arkadaşına yaklaştı.

“Bir saniye,” deyip Engin’le Güzin’in gittiği yöne baktı Gökhan. “Baban bir şeyin arkasına saklanıp bizi gözetliyor mu diye kontrol etmem lazım yoksa az sonra üzerime uçabilir.”

“Babam bunu yapabilecek biri ama yanında annem var, izin vermemiştir.”

“Zaten görünmüyor,” diyen Gökhan yeniden kız arkadaşına baktı. “Seni rahatça öpebilirim.”

Çok kalabalık bir sokak değildi ama onlar öpüşürken sokaktan geçen insanlar vardı, hiçbirine aldırış etmeden birkaç saniye boyunca buna devam ettiler.

“İşte tüm akşam onun için beklediğim an,” dedi burnunu Göksel’in burnuna yaslayan Gökhan. Onun dudaklarına küçük bir buse kondurdu. “Yarın stüdyoya geliyorsun değil mi?”

“Sorduğun soru mu şimdi?” dedi Göksel. “Elbette geliyorum, orada olacağım.”

“Çok heyecanlıyım.”

“Heyecanlı olmakta haklısın, bu çok büyük bir gün.”

“Öyle. İple çekiyorum.”

“Ben de. O zaman yarın görüşürüz.”

“Görüşürüz balım. Ailenle berabersin ama sen de eve varınca yaz.”

“Yazarım sevgilim. İyi akşamlar.”

“Sana da.”

Gökhan Karaköy iskelesine gitmek için yokuş aşağı yürürken Göksel de bir üst sokağa gitmek için yokuş yukarı tırmanmaya başladı. İkisinin de sokak lambalarının aydınlattığı yüzlerinde geniş birer gülümseme vardı.

Göksel üst sokağa çıktığında annesiyle babasının arabayı bulduğunu ve arabaya oturduğunu gördü. O da arka koltuğa oturdu.

“Nasıldı?” diye sordu genç kadın gövdesini iki koltuğun arasından öne uzatıp. “Gökhan’ı sevdiniz mi?”

“Tatlı çocuk,” dedi Güzin ona bakarak. “Çok saygılı, kibar. Ben sevdim.”

“Öyledir sevgilim. Baba ya sen?”

“Yaralı bir çocuk,” dedi Engin. Onun bu yorumu Güzin’le Göksel’i şaşırttı. “Ailesiyle barışmış ama ayrı olarak geçen yılların onu dönüştürdüğü bir kişiliği var. Özellikle baba figürüne karşı bir çekingenliği var, benden çekinmesinin temel nedeni de bu bence. İyi, temiz, saygılı bir çocuk ama içinde yaralı bir taraf da var. Her çocuğun takdir edilmeye ihtiyacı var demiştim, Gökhan takdir edilmemiş bir çocuk ve bunun yarasını muhtemelen hep taşıyacak. Bunun dışında dediğim gibi iyi, temiz, saygılı bir çocuk; eli yüzü de düzgün, yakışıklı.”

“Her çocukluk biraz yara demek değil midir zaten?” diye sordu Göksel duygulu bir sesle. “Ben zorbalığa uğramıştım, Gökhan’sa takdir edilmemişti ama günün sonunda ikimiz de yaşadığımız kötü şeylerin aksine iyi insanlar olmayı ve en önemlisi kibar olmayı öğrendik. Gökhan gerçekten derin birisi, onun bu tarafını seviyorum.”

“Haklısın güzel kızım, her çocukluk biraz yara demektir. Gökhan iyi bir çocuk, onu gerçekten seviyorsun ve onun da seni gerçekten sevdiği, sana değer verdiği anlaşılıyor. Sizin adınıza sevindim, biraz kıskanmış da olabilirim ama sevindim.”

“Çocukluğumun ve hayatımın en güzel parçası, en büyük şansımsınız,” diyen Göksel önce babasının, sonra da annesinin yanağını öptü. “Hadi evimize gidelim.”

*** 

Ertesi gün Gökhan’ın hayatındaki en önemli günlerden biriydi. Genç müzisyen üniversiteye başladığından beri üzerinde çalıştığı, onun için bir sürü şarkı ve beste yazdığı ilk albümü Gökhane için stüdyoya giriyordu. Gökhan gece heyecandan çok uyuyamadı, sabaha karşı uykuya daldı ve sadece birkaç saat sonra uyandı; buna rağmen ne uykulu ne de yorgun hissediyordu, aksine oldukça dinçti.

Gökhan kahvaltı edip hazırlandıktan sonra öğle vakti evden çıktı. Otobüsle Kadıköy iskelesine gittikten sonra karşıya da vapurla geçti. Vapurdan Karaköy iskelesinde inip caddeye yürüdü. Göksel onu cadde üzerinden alacaktı ve genç çift Şişli’deki stüdyoya beraber geçecekti.

Gökhan, Göksel’i sadece birkaç dakika bekledi. Beyaz Hyundai önünde durunca hemen arabaya atladı.

“Selam,” dedi Göksel gülümseyerek. “N’aber?”

“Selam balım,” diyen Gökhan onu öptü. “Heyecandan yerimde duramıyorum, içim kıpır kıpır.”

“Orası belli oluyor,” deyip kıkırdadı Göksel. “Elektro gitarını mı getirdin?”

“Canavar olmadan olmaz,” dedi Gökhan. Çantayı arka koltuğa uzunlamasına koydu. “Sen nasılsın?”

“Ben de senin gibi çok heyecanlıyım. Kameralarımı getirdim, bugün bir sürü fotoğraf çekmek istiyorum.”

“Senin için kaçırılmayacak bir fotoğraf çekimi fırsatı tabii.”

“Aynen öyle. Çocuklarla konuştun mu, onlar neredeymiş?”

“Barış stüdyoda, Harun da yolda.”

Harun, Gökhan’ın çellist arkadaşıydı. Gökhan, Gökhane Sakinleri’nde çellonun da olmasını istiyordu, Harun’la iletişime geçerek albümünde kendisiyle beraber çalışmasını teklif etmişti ve Harun da bunu büyük bir sevinç ve memnuniyetle kabul etmişti. Gökhan çelloyu şarkının içine yedirme işini Harun’la beraber yapacak, bu konuda onun bilgi ve deneyimlerinden yardım alacaktı.

Genç çift dakikalar sonra Şişli’deki stüdyoya vardı. Gökhan zile bastıktan sadece saniyeler sonra stüdyonun kapısı açıldı ve Kerem göründü.

“Kerem?” dedi Gökhan şaşkınlıkla. “Senin ne işin var burada?”

“Sürpriz!” dedi Kerem gülümseyerek. “Dostum için bu kadar önemli bir günde onun yanından başka bir yerde olamazdım, kalkıp geldim. Hoş geldiniz gençler, buyurun içeri gelin.”

“Sen var ya bir tanesin,” dedi Gökhan gülerek. “Gel sana bir sarılayım kardeşim benim.”

Gökhan ve Kerem sıkı sıkıya sarılırken Göksel de onlara gülümseyerek baktı.

“Nasılsın?” diye sordu Gökhan. “Görüşmeyeli epey oldu.”

“İyiyim, biraz da heyecanlıyım hâliyle,” dedi Kerem. “Dediğin gibi görüşmeyeli epey oldu, Barış’la iletişime geçip kaçta başlayacağınızı öğrendim ve soluğu burada aldım. Hem seninle vakit geçirmiş olurum hem de destek olurum işte.”

“Ayaklarına sağlık kardeşim, iyi ki geldin. Ben de inanılmaz heyecanlıyım ama seni burada görmek çok iyi geldi.”

“Adamsın,” diyen Kerem, Göksel’e döndü. “Merhaba Göksel.”

“Selam,” dedi Göksel gülümseyerek. “N’aber?”

“İyiyim, senden n’aber?”

“Ben de iyiyim. Seni gördüğüme sevindim.”

“Ben de öyle.”

“Hoş geldiniz gençler,” dedi onların yanına ilerleyen Barış. “Kapıda kalmayın, içeri gelin.”

Hep beraber stüdyonun içine girdiler. Stüdyo haftalar önce geldikleri gibiydi, hiçbir değişiklik yoktu.

“Nasılsınız?” diye sordu Barış. “Nasıl gidiyor?”

“Heyecandan yerimde duramıyorum,” dedi Gökhan. “Ciddi ciddi stüdyoya giriyorum lan, albümümü kaydedeceğim. Hâlâ inanamıyorum.”

“İnansan iyi olur çünkü bu yaşanıyor,” dedi Barış gülerek. “Tatlı heyecanlar bunlar, biraz sonra alışırsın.”

“Ben de öyle düşünüyorum. Harun henüz gelmemiş anlaşılan.”

“Az önce aradı, otobüsten inmiş. Birazdan gelir.”

“Güzel. Sen nasılsın?”

“Gayet iyiyim, senden heyecanlı olmayayım ama ben de heyecanlıyım. Seninle çalışmak muhteşem bir deneyim olacak.”

“Eyvallah kardeşim, seninle çalışmak da öyle olacak.”

Zil çaldı.

“Aha Harun da geldi,” diyen Barış kapıya ilerledi. “Ekip tamam.”

Barış kapıyı açtığında sırtındaki büyük çello çantasıyla Harun göründü. Herkesin burada olduğunu gören Harun gülümsedi.

“Selam gençler,” dedi Harun içeri girerken.

“Merhaba kardeşim,” dedi Gökhan. “Hoş geldin.”

“Hoş buldum, siz de hoş geldiniz.”

Harun ve Gökhan birbirine sarıldı.

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Göksel, Harun; Harun, Göksel.”

“Merhaba,” diyen Göksel ona elini uzattı. “Memnun oldum.”

“Merhaba,” deyip onunla tokalaştı Harun. “Ben de memnun oldum Göksel. Nihayet tanışabildik, seni Gökhan’ın hesabında çok sık görüyordum.”

Göksel, Gökhan’a bakıp gülümsediğinde Gökhan da gülümsedi.

“Gökhan senden bahsetmişti,” dedi Göksel. “Çello çaldığını duyunca çok ilgimi çekmişti çünkü çok sevdiğim bir enstrümandır.”

“Çello candır,” dedi Harun gülümseyerek. “Benimkini inceleyebilirsin.”

“Teşekkür ederim.”

Gökhan arkadaşlarıyla konuşurken Göksel de duvarda asılı olan bir akustik gitarı alıp koltuğa oturdu. Gökhan’la yazdan beri devam eden gitar dersleri sayesinde gitar çalmayı öğrenmişti, bu süreçte gitar olarak Gökhan’ın ona ödünç verdiği klasik gitarını çalıyor ve pratiklerini bu gitarda yapıyordu. Sol elinin parmaklarını klavyeye, sağ elinin parmaklarını da tellere yerleştiren genç kadın gitarı çalmaya başladı. Göksel’in gitar çalmayı öğrenme yolculuğunda ortaya koyduğu büyük çaba ve ona gitar çalmayı öğreten kişinin Gökhan gibi bir gitar dehası olması genç kadına kısa sürede çok yol kat ettirmişti.

Duyduğu tanıdık melodi Gökhan’ın Göksel’e bakmasına neden oldu. Göksel, Giderdi Hoşuma’yı çalıyordu. Gökhan’dan ona öğretmesini istediği ilk şarkılardan biri bu şarkıydı.

“Göksel’le stüdyoya gelmek parlak bir fikir değildi sanırım,” dedi Gökhan arkadaşlarına dönüp. “Daha ilk dakikadan dikkatimi dağıttı. Çaldığı şarkıya bakın, bu kız beni öldürecek.”

“Bu şarkıyı çalmayı öğrendim,” dedi onu duyan Göksel. “Çalmayayım mı?”

“Çal tabii bal peteğim, Gök Yüzlüm,” dedi ona ilerleyen Gökhan. “Ben dikkatimi toplarım, sen tatlı canın ne istiyorsa onu çal.”

“Emin misin?”

“Eminim tabii balım.”

Gökhan onu başının tepesinden öperken kokusunu da içine çekti.

“Biliyor musun?” diye sordu Göksel. “Gökhane Sakinleri’ni öğrenmeye çalışıyorum.”

“Ne yapıyorsun, ne yapıyorsun?” dedi Gökhan şaşırarak. “Notalarını nereden buldun?”

“Evinden. Yağız notaları benim için taba dönüştürdü, malum bende nota bilgisi yok ama tab üzerinden öğrenmeye çalışıyorum.”

“Ben en iyisi bir oturayım,” diyen Gökhan koltukta onun yanına oturdu. “Gökhane Sakinleri’ne çalışıyorsun demek, benim şarkıma.”

“Hı hı. O şarkıyı ne kadar sevdiğimi biliyorsun, öğrenmesi de çok keyifli.”

“Çalmak ister misin? Ben duymayı çok isterim.”

“Denerim.”

Göksel şarkının nakaratının bestesini çalmaya başladığında Gökhan’la beraber diğerleri de onu dikkatle dinliyordu. Göksel henüz öğrenme aşamasında olduğu için besteyi normalinden daha yavaş bir hızda çaldı ve umduğu gibi herhangi bir hata yapmadı.

Erkekler onu alkışladığında Göksel utangaçça gülümsedi. “Teşekkür ederim,” dedi genç kadın. “Sağ olun.”

Gökhan onun yanağına kocaman bir öpücük kondurduktan sonra, “Sana çok âşığım,” diye fısıldadı onun kulağına. “O kadar âşığım ki aşkımın büyüklüğünü tahmin bile edemezsin. Nâzım’ın dediği gibi: Tavanı kadar sokağın ve dibi kadar cehennemin.”

Göksel kıkırdadığında Gökhan onun yanağını yeniden öptü.

Gök Yüzlü şarkısını biliyorsun,” dedi Gökhan. Göksel başını salladı. “Şarkıyı sana yazdığımı da biliyorsun. Eğer sen de istersen şarkıda bu tatlı kıkırdamalarına yer vermek istiyorum, şarkının başında ve sonunda kullanmak istiyorum.”

“Gerçekten mi?” diye sordu Göksel ona dönerek. “Şarkıda benim gülüşüm mü olacak?”

“Eğer istersen evet.”

“Eğer istersem mi? Deli misin? Çok isterim.”

“İşte bu be! Bir gün kayıt odasına sen de girersin, kıkırdamalarını kaydederiz.”

“Nasıl olacak?”

“Doğal olmasını istiyorum, bu yüzden normal bir şekilde konuşup güleriz ve o sırada da mikrofon her şeyi kaydeder.”

“Mantıklı. Ay çok tatlı bir fikir, nasıl aklına geldi?”

“Aslında çok zor olmadı. Gök Yüzlü şarkısı hakkında düşünürken şarkıda seninle ilgili bir parça olmasını istedim ve aklıma direkt tatlı gülüşün geldi.”

“Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum.”

Göksel onu öpmeye başladığında diğerleri bakışlarını kaçırdı.

“Stüdyo aşk yuvasına dönüştü,” dedi Kerem. “Bu ikili yan yanayken burada albüm kaydetmek çok zor olacaktır.”

“Evet, bu yüzden ben de Elçin’le beraber gelmiyorum,” dedi Barış. “Şimdi ilk gün ama sonraki günlerde Göksel ne yazık ki aramızda olamayacak.”

“En iyisi.”

Göksel yavaşça geri çekildiğinde Gökhan gülümsedi.

“Çalışmaya başlamadan önce ihtiyacım olan öpücüğü de kaptığıma göre artık çalışmaya başlayabilirim,” dedi Gökhan. “Sen keyfine bak balım.”

“Hemen buradayım,” dedi Göksel. “Bol şans, kolay gelsin.”

“Teşekkür ederim.”

Ayağa kalkan Gökhan arkadaşlarının yanına ilerledi. “Harun sana notaları göstereyim,” diye konuşmaya başladı. “Gitarla çalıp melodiyi de dinletirim. Şarkıyı tanıman önemli, ona göre çello kısmını beraber hallederiz.”

“Çok iyi olur,” dedi Harun. “Sanki kendi albümümü kaydediyormuşum gibi heyecanlıyım valla. Yapalım şu işi beyler.”

İlerleyen dakikalarda Gökhan ona Gökhane Sakinleri’ni çaldı, notalarını gösterdi ve Harun da çellosundan aynı melodiyi çaldı. Barış’ın da dahil olmasıyla beraber şarkının müziği konusunda bir beyin fırtınası yapmaya başladılar. Bu esnada Kerem ve Göksel de kenarda sohbet etti, sohbetlerinin ana konusuysa gitar oldu.

“Bir iskelet çıkardık,” dedi Barış uzun dakikaların sonunda. “Gök şimdi şarkının ilk kaydını alalım, üzerinde çalışmaya başlayalım.”

“Olur,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Şaka maka o an gelip çattı, kayıt odasına gireceğim ve bana ait olan bir şarkıyı söyleyeceğim.”

“Zaman çabuk geçiyor değil mi? Ne zaman hazırsan o zaman başlarız.”

Koltuktan kalkan Göksel erkek arkadaşının yanına ilerledi.

“Sen kayıt odasındayken fotoğraflarını çekeceğim,” dedi Göksel. “Bu anlar ölümsüzleştirilmeyi hak ediyor.”

“Kesinlikle hak ediyorlar,” dedi Gökhan gülümseyerek. Onun ellerini tuttu. “Göksel benim evimin çatısı gerçekten de başıma yıkılmıştı, ben senelerce başımın üstünde bir enkazla yaşadım ama seni tanıdıktan sonra sen benim başımın üzerindeki enkazı kaldırıp bana gökyüzünü yeniden gösterdin, evimi yeniden gösterdin. Gökhane hiçbir zaman ev olmamıştı, ta ki sen hayatıma girene kadar.”

“Hayır, hayır beni ağlatamazsın,” dedi Göksel duygu dolu bir sesle. “Tüm bunlar çok kıymetli, şu an burada olmak çok kıymetli. Seninle gurur duyuyorum.”

“Şu an burada olman benim için de çok kıymetli. Ben ortamı daha fazla duygulandırmadan kayıt odasına geçsem iyi olacak. Bana şans dile.”

“Bol şans sevgilim.”

Gökhan onun yanından ayrıldıktan sonra Barış’la beraber kayıt odasının olduğu kısma ilerledi. Boğazını temizleyen Gökhan masanın üstünde duran ılık sudan da bir yudum içti.

“Bu ilk kayıt,” dedi Gökhan. “Denemek ve üzerinde çalışmak için. Asıl kaydı sonrasında alacağız.”

“Elbette,” dedi Barış hemen. “Bu daha ilk kayıt Gök, yolda attığımız ilk adım.”

Gökhan kayıt odasına girdiğinde diğerleri de camın öteki tarafında toplandı. Sandalyeye oturan Barış diğerlerinin anlamadığı birtakım şeyler yaptı, bu esnada Gökhan da ses açma egzersizlerini yaptı.

“Gök hazır mısın?” diye sordu Barış.

“Hazırım,” dedi Gökhan ve başparmağını havaya kaldırdı. “Gökhane Sakinleri’nin öyküsünü anlatma vakti geldi.”

Onun bu cümlesi herkesi gülümsetti, Gökhan da gülümsedi.

“O zaman derin bir nefes al, duruşunu düzelt,” diyen Barış parmağını kayıt tuşuna uzattı. “Başlıyoruz.”

 

7 AY SONRA 

Eylül 2023

Perdenin arasından sızıp Göksel’in gözlerine düşen güneş ışıkları genç kadını uyandırdı. Genç kadın elini yüzüne siper ederken gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Biraz kendine geldiğinde başını sola çevirdi. Gökhan yanında uyuyordu. Vücudunu erkek arkadaşına çeviren Göksel kolunu başının altına yerleştirdi ve gülümseyerek Gökhan’ı izlemeye başladı. Gökhan’ın yüzü sağ omzuna, Göksel’in olduğu tarafa doğru düşmüştü; sağ eliyse çıplak göğsünün üzerinde duruyordu ve yüzünde saf bir huzur ifadesi vardı. Ona uzanan Göksel dudaklarını erkek arkadaşının yanağına bastırdı. Bu öpücük Gökhan’ı uyandırmaya yetti. Gözleri uyuşukça aralanan genç adam gülümsedi.

“Günaydın sevgilim,” diye fısıldadı Göksel.

“Günaydın balım,” dedi Gökhan boğuk bir sesle. “Saat kaç?”

“Bilmem. Güneş beni uyandırdı, ben de seni uyandırayım dedim.”

“Ben de Güneş tarafından uyandırıldım yani,” dedi Gökhan gülerek. Ona doğru dönüp kız arkadaşına baktı. Onun dağınık sarı saçlarına, uyku mahmuru gözlerine, şişmiş dudaklarına, üstündeki kendi tişörtüne baktı. Dün geceyi hatırladı, genişçe gülümsedi. “Güne bu güzel yüzle başlamayı çok seviyorum.”

“Ben de,” diye fısıldayan Göksel ona yaklaştı. “Günaydın öpücüğü?”

“Lütfen.”

Öpüşmeye başladıklarında Göksel onun üstüne çıktı, Gökhan da kollarını kız arkadaşının ince beline sarıp onu kendi yüzüyle aynı hizaya getirdi. Göksel’in eli onun boynu, omzu, göğsü arasında gezinirken Gökhan da bir eliyle onun çıplak bacağını, diğer eliyle de saçlarını okşuyordu. İkisinin aklında da yine sevişmek vardı ama evin üçüncü sakini onlarla aynı fikirde değildi.

Duydukları havlama sesiyle dudakları ayrıldı ve ikisi de aynı anda gülümsedi.

“Bulut?” derken Göksel’i nazikçe üstünden indirdi Gökhan. “Gel oğlum.”

İsmine hayat veren beyaz bir kürkü olan Bulut yatağa atlayıp Göksel’le Gökhan’ın yanına ilerledi. Kuyruğunu hızlıca sallayan beş aylık yavru köpek Gökhan’a sırnaştığında Gökhan onu sevgiyle kucakladı.

“Günaydın oğlum,” dedi onun başını şefkatle okşayan Gökhan. “Sessizce uyanmamızı beklemişsin yine. Aferin sana.”

Yavru köpek tatlı bir ses çıkardığında Gökhan onun iki gözünün ortasını öptü. Bulut’u sahipleneli bir buçuk ay olmuştu, Gökhan’ın bir arkadaşının köpeği dört yavru doğurmuştu ve yavrular biraz büyüyünce Gökhan da bir tanesini sahiplenmişti.

“Günaydın anneciğim,” dedi Göksel. Elini Bulut’a uzattı. “Gel biraz da ben seveyim.”

Bulut, Gökhan’a iyice sırnaştığında Gökhan bir kahkaha patlattı.

“Beni istiyor,” dedi Gökhan. Bulut’un kendisine ne kadar düşkün olduğunu biliyordu, o da Bulut’a çok düşkündü. “Sen çok babacı bir çocuksun biliyorsun değil mi?”

Bulut havladığında Gökhan’la Göksel gülüştü.

“Onay cevabını da aldığımıza göre konu kapanmıştır,” dedi Göksel. Bulut’un başını okşadı. “Hadi kahvaltı edelim.”

Kahvaltıyı duyan Bulut kalktığında Gökhan’la Göksel kahkaha attılar.

“Yemek lafını duyunca ben de böyle oluyorum,” dedi Göksel gülerek. “Bir anda canlanıyorum.”

“Al benden de o kadar,” deyip doğruldu Gökhan. “Bu arada saat kaç? Alarm sesi duymadığımıza göre ya alarmdan erken uyandık ya da alarm çaldı fakat duymadık.”

“Biz duymasak Bulut duyardı ve bizi uyandırırdı.”

“Doğru, o da var.”

Gökhan telefonundan saate bakınca saatin 07.55 olduğunu gördü. Alarmın çalmasına beş dakika vardı. Bu kadar erken kalkmalarının nedeni bugün Gökhane Sakinleri şarkısı için klip çekimine başlıyor olmalarıydı. Klibin senaryosunu Gökhan’la Göksel birlikte yazmıştı, çekimini ise Göksel, Akın ve Sinem yapacaktı. Klip çekimlerinin bir kısmı için bir stüdyo kiralamışlardı, bugün ve yarın orada çekim yapacaklardı.

“Sekize beş var,” dedi Gökhan. “İyi, vaktimiz var.”

“O zaman ben çabucak bir duş alayım,” diyen Göksel ayağa kalktı. Gökhan onu aceleci olmayan bakışlarla süzdü. Genç kadının üstünde iç çamaşırıyla Gökhan’ın tişörtü dışında hiçbir şey yoktu. “Sen de Bulut’la ilgilenirsin.”

“Aslında ben de duş alabilirim,” dedi Gökhan. Gülümsedi. “Beraber yıkanırsak zaman ve su tasarrufu yapmış oluruz.”

“Ağza bak ağza, çekimleri de başkaları yapar artık.”

“Benim aklımda daha güzel sahneler var.”

“Bulut baban yine delirdi,” dedi Göksel yavru köpeğe bakarak. Adını duyan Bulut da ona baktı. “Şu azgın tekeyi alıp buradan gider misin oğlum?” Yeniden Gökhan’a döndü. “Çocuğun tuvaleti gelmiştir, karnı da açtır.”

“Babalık sorumlulukları beklemez, haklısın,” diyen Gökhan yataktan kalktı. Yere atlayan Bulut onun bacaklarına tırmanmaya çalışırken kuyruğunu da hızlıca sallıyordu. “Sen çok babacı ve kucakçı bir çocuksun. Gel bakayım buraya.”

Bulut’u kucağına alan Gökhan onu birkaç kez öptü, Bulut da onun yüzünü yalamaya başladı.

“Oh sabah bakımını da ayaküstü hallettin,” dedi Göksel gülerek. “Böyle bakımı en iyi salonda yaptıramazsın.”

“Bol salyalı,” deyip Bulut’u yüzünden çekti Gökhan. “Ben Bulut’u bahçeye çıkarayım.”

“Tamam sevgilim, ben de duştayım.”

Yatak odasından çıkan Gökhan kucağındaki Bulut’la mutfağa ilerledi. Gökhan bahçe kapısını açınca Bulut tuvaletini yapmak için hemen dışarı koştu, bu sırada Gökhan da onun kabına mama doldurdu ve su kabındaki suyu tazeledi. Bu bahçe katındaki eve Yağız’la beraber bir ay önce taşınmışlardı, bu evin önceki evlerinden bir fazla odası vardı ve o odayı da stüdyo olarak kullanıyorlardı.

Bulut kısa sürede geri döndü ve Gökhan’ın kabına döktüğü kuru mamasını iştahla yemeye başladı. Tezgâha yaslanan Gökhan gülümseyerek onu izledi, mama yerken çıkan kıtırtı seslerini dinledi. Kendini gerçekten de bir baba gibi hissediyordu. Sorumlulukları çok fazlaydı fakat Gökhan hepsini büyük bir sevgiyle yapıyor, Bulut’la ilgilenmekten büyük keyif alıyordu.

Göksel ebeveyn banyosundaki banyodan çıktığı esnada Gökhan da evdeki diğer banyoda duşa girmişti. Üstüne mavi elbisesini giyen genç kadın saçlarını da tarayıp kuruması için açık bıraktı. Mutfağa girdiğinde Bulut’u yemek yerken buldu.

“Afiyet olsun oğlum,” deyip onun başını okşadı. “Ben de babayla bana kahvaltı hazırlayayım.”

Göksel kahvaltı için peynirli omlet yaptı, çay demledi ve domatesle salatalık doğradı. Göksel’in omleti tabaklara koyduğu sırada mutfağa giren Gökhan ona sessizce yaklaştı ve kız arkadaşına arkadan sarıldı.

“Ne güzel kokutmuşsun,” dedi Gökhan. Onun şakağını öptükten sonra Göksel’in yaptığı peynirli omlete baktı. “Ellerine sağlık.”

“Afiyet olsun,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hadi yiyelim.”

Kahvaltı ederken her zamanki gibi Bulut onlara salça oldu, yedikleri her şeyi yemek istedi. Bunu bilen Göksel omleti biraz fazla yapmıştı.

“Al bakalım hıyar canavarı,” diyen Gökhan bir dilim salatalığı Bulut’a verdi. Bulut salatalığı çiğnemeden yuttu. “Bir köpek hıyarı neden bu kadar sever? Tipe bak, bıraksak dolaptaki tüm salatalıkları yiyecek.”

“Bir daha hıyar desene,” dedi Göksel gülerek. “Çok hissederek söylüyorsun. Sanki birine hakaret ediyormuşsun gibi.”

“Ağız dolusu söyleyince güzel oluyor. Hıyar!”

Onlar gülüşürken Bulut da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama Gökhan ona bir dilim salatalık daha uzatınca, her şeyi boş verip salatalığı midesine indirdi.

Gırgır şamatayla kahvaltı ettikten sonra masayı beraber topladılar. Bulaşıkları makineye yerleştiren Gökhan tezgâhı silme işini yeni bitiren Göksel’i köşeye sıkıştırdı.

“Selam yavrum,” dedi Gökhan. “N’aber?”

“İyidir,” dedi Göksel gülümseyerek. “Senden n’aber?”

“Benden de iyidir. Aramızda kalsın, dün çok güzel bir gece geçirdim. Zımba gibiyim.”

“Deli,” dedi Göksel gülerek ve yavaşça onun omzuna vurdu. “Aramızda kalsın, ben de dün çok güzel bir gece geçirdim. Sabahtan beri de çok keyifli vakit geçiriyorum.”

Gökhan burnunu onun burnuna sürterken, “Ben de öyle,” diye fısıldadı. “Ölene kadar yaşamak istediğim hayat tam olarak böyle.”

Öpüşmeye başladılar. Birbirlerinin vücutlarına sevgi dolu dokunuşlar da bıraktılar ama birazdan çıkmaları gerektiğini bildikleri için masum dokunuşlardan ileri gitmediler.

“Ben ekipmanlarımı kontrol edeyim de çıkalım,” dedi Göksel. “Akın’ı da ararım.”

“Ben de benimkileri arayayım,” dedi Gökhan. “Ne yapmışlar bakalım.”

Arkadaşlarının da stüdyoya gitmek için evden çıktığını öğrenen genç çift evden ayrıldı. Arabayı ehliyetini yaz başında alan Gökhan kullandı. Stüdyo da Kadıköy’de olduğu için varmaları uzun sürmedi. Herkes stüdyoya gelmişti ama Gökhan’la Göksel’in önceliği ailesiyle beraber gelen Aras oldu.

Aras klipte Gökhan’ın küçüklüğünü oynayacaktı.

Klip yatakta yatan Aras’ın sahnesiyle başlıyordu. Küçük çocuk yatağına uzanıyor, komodinin üzerinde duran müzik kutusunu açıyor ve uykuya dalarken onu dinliyordu. Müzik kutusu Gökhan’ın kendi müzik kutusuydu, genç adam onu kullanmak istemişti. Kamera müzik kutusuna yaklaşıyordu ve bu sırada müzik kutusunun melodisi duruyor, şarkının müziği giriyordu. Sonraki sahnede piyano çalan Gökhan ve çello çalan Harun olacaktı, Gökhan şarkının girişini söyledikten sonra ikili şarkının piyano ve çello solosu kısmını çalacaktı. Sonraki sahneler Gökhan, Yağız ve Barış’ın tepede bulutlar, yıldızlar ve ışıklandırmalarla tasarlanmış stüdyo ortamında şarkıyı çalıp söylediği, daha sonra çekecekleri Gökhan’ın açık alanda gökyüzü altında şarkıyı söylediği ve gitar çaldığı ve boş bir odada tek başına olduğu sahnelerden oluşacaktı. Klibin sonunda Aras’ın odasına geri döneceklerdi, küçük çocuk uykuya dalmış olacaktı ve bir baba figürünü temsil eden Gökhan odaya girip müzik kutusunu kapatacaktı. Klibin kapanış kısmında kamera yavaşça yükselecek, odanın tavanı kadraja girecekti; son sahnede aslında tavanın olmadığı, odanın tepesinin açık olduğu görülecek ve yıldızlarla dolu bir gökyüzüyle klip sona erecekti.

“Hoş geldin Aras,” diyen Gökhan ona sarıldı. “Siz de hoş geldiniz Ferhat ağabey, Dilan abla. Nasılsınız?”

“Çok heyecanlıyız,” dedi Dilan dürüstçe. “Aras’ın da içi içine sığmıyor.”

“Ben de çok heyecanlıyım,” dedi Gökhan, Aras’a bakarak. Şefkatle onun saçlarını okşadı. “Ama bu işi halledeceğiz.”

“Halledeceğiz,” dedi Aras yumruğunu sıkarak. “Kaç gecedir yatağımda prova yapıyorum.”

“Aferin sana.”

Gökhan’la Göksel arkadaşlarının yanına ilerledi. Yağız, Barış, Akın ve Sinem de buradaydı.

“Selam Gök,” dedi Akın. “Biz alanı düzenledik ama değiştirmek istediğin bir şey olursa kafana göre takıl.”

“Selamlar,” diyen Göksel onlara sarıldı. “Sahne gayet iyi görünüyor, ışıklara bir bakarız.”

“İstediğiniz gibi çok aydınlık değil,” dedi Sinem. “Bence Gökhanları yerlerine alıp son düzenlemeleri ona göre yapalım. Sen de makinenin başına geçip ekrandaki görüntüyü ayarlarsın, olur mu?”

“Olur. O zaman beyler sizi yerlerinize alalım.”

Stüdyonun kapısı açılınca Gökhan o tarafa baktı ve Doğuş’un içeri girdiğini gördü. Doğuş uzun süre Parça Kafe’de garsonluk yapan Gökhan’ın yakın arkadaşlarından biriydi. Bu albüm sürecinden haberi vardı, Gökhan’a klip çekimlerine gelip gelemeyeceğini sorduğunda Gökhan gelmesinden çok mutlu olacağını söylemişti.

“Doğuş!” dedi Gökhan elini kaldırarak. “Buradayız.”

Onu fark eden Doğuş gülümseyerek onun yanına ilerledi ve Gökhan’a sarıldı.

“Hoş geldin,” dedi Gökhan. “Nasılsın?”

“Hoş buldum Gök,” dedi Doğuş enerjik bir sesle. “Seni gördüm daha iyi oldum, sen nasılsın? Burayı halletmişsiniz bile.”

“Ben de seni gördüm çok daha iyi oldum. Burayı da hallettik sayılır evet, ne zamandır şu sahneyle uğraşıyoruz.”

“Emeklerinize değmiş, çok iyi duruyor.”

“Eyvallah kardeşim. Seni bizimkilerle tanıştırayım. Göksel’i tanıyorsun zaten, Yağız’ı da tanıyorsun, çok şaşırtıcı ama Barış’ı da tanıyorsun.”

Gülüştüler.

“Onu da tanıyorum,” dedi Doğuş, Sinem’i işaret ederek. “Göksel’le beraber kafeye gelmişlerdi ama adını bilmiyorum.”

“Sinem,” diye kendini tanıttı Sinem.

“Memnun oldum.”

“Ben de öyle.”

“O zaman bir tek Akın kaldı,” dedi Gökhan. “Akın, Göksel’le Sinem’in üniversitede sınıf arkadaşıydı ve şu an hepsi meslektaş. Klibi üçü çekecek. Doğuş da Parça Kafe’de tanıştığım çok tatlı bir dostum, kafeden ayrılıp başka bir yerde işe girerek beni sattı ama nihayet istediği sektörde çalışabildiği için onun adına çok mutluyum.”

“Ne mezunuydun?” diye sordu Göksel.

“Halkla İlişkiler ve Reklamcılık,” diye yanıtladı Doğuş. “Artık bir reklam ajansında çalışıyorum.”

“Çok iyi. Hayırlı olsun, adına sevindim.”

“Teşekkür ederim.”

Gökhan, Yağız ve Barış tepesinde bulutlarla yıldızların olduğu sahneye geçerken Göksel de yönetmen koltuğuna oturdu ve önündeki ekrana baktı.

“Nasıl çıkıyoruz?” diye sordu Yağız ve yine ortamdaki herkesi güldürdü.

“Bir spot direkt senin üstüne düşmeli,” dedi Göksel. Bakışlarını ekrandan alıp sahneye çevirdi. “Spot derken spotun ışığı, yanlış anlaşılma olmasın. Sonra spotun kafama düşüp beynimi yarmasını istiyorsun diye bana trip atma.”

“Niyetini nasıl da açıkça belli ediyorsun. Yazıklar olsun.”

“Al işte,” dedi Göksel gülerek. “Goygoyun zamanı değil, burada bir klip çekeceğiz.”

“Benimle her an goygoy için ideal bir zamandır canım, daha öğrenemedin mi?”

“Biri Sarp’ı arasın, işi gücü bırakıp buraya gelmesi ve bateriyi çalması gerek.”

Yağız şaşkınlıktan ağzını açınca Göksel omuz silkti.

“Hain!” dedi Yağız. “Bunun gerçekleşmesi için cesedimi çiğnemen gerekir. Gökhan sevgiline bir şey söyle.”

“Seni çok seviyorum,” dedi Gökhan, Göksel’e bakarak. Ona öpücük attı. “Bal peteğim benim.”

“Bir şey derken onu mu kastettim lan? Bu şartlar altında bateri falan çalamam ben, istifa ediyorum.”

“Dur dur. Sen olmadan biz bir hiçiz, sensiz bu işi yapamayız.”

“Ha şöyle, bana bunlarla gel.”

Stüdyonun içinden kahkaha sesleri yükseldi.

“Önce sizin sahnelerin çekimini izlemekle çok iyi yapıyorum gerçekten,” dedi Aras. “Heyecanım ve gerginliğim bayağı azaldı.”

“Bu ortamda heyecanlı ve gergin kalman mümkün değil, inan bana,” dedi Gökhan gülerek. “Bu kadar gırgır şamata yeter, vakit nakittir. Son işleri de halledip çekime başlayalım hadi.”

Akın ve Sinem stüdyodaki teknik ekiple ışıkları ayarlarken Göksel de kameraları ayarladı. Onlar karınca gibi çalışırken kenarda ailesiyle beraber oturan Aras da bilgisayar ekranındaki albüm kapağına bakıyordu.

Gökhane albümünün kapağına.

Albümün fotoğraf çekimini elbette ki Göksel yapmıştı. Gökhan’la beraber fotoğraf çekimi için kırsal bir alan ve gökyüzünün masmavi olduğu bir günü seçmişlerdi. Kapaktaki fotoğrafta Gökhan başını sola çevirmişti, arkasında ise birkaç bulutun olduğu masmavi engin gökyüzü vardı ve fotoğrafı biraz aşağıdan çeken Göksel fotoğrafta istediği sonsuz mavilik görüntüsünü başarıyla yakalamıştı. Kapağın üst kısmında alt alta Gökhane ve Gökhan Uygur yazıyordu. Arka kapaktaki fotoğraftaysa Gökhan çiçeklerin üzerinde oturup gitar çalıyordu, Göksel onu yine biraz aşağıdan çekmiş ve gökyüzünü de kadraja almıştı. Gökhan kapağın biraz sağında duruyordu, sol taraftaysa albümün şarkı listesi yer alıyordu. Gökhane’nin şarkı listesi şu şekildeydi:

 

1.       Gökhane Sakinleri

2.       Güneşin Külleri

3.       Ay Tutulması

4.       Bulutlar Ülkesi

5.       Yıldızlar Yatağı

6.       Gök Yüzlü

7.       Gezegenler Sahnesi

 

Sözleri ve besteleri tamamen Gökhan’a ait olan, prodüksiyonunu da yine Gökhan’ın yaptığı bu yedi şarkı albümün orijinal parçalarıydı. Gökhane Sakinleri, Güneşin Külleri ve Ay Tutulması şarkılarını ailesine yazmıştı; Bulutlar Ülkesi şarkısını ona yeniden bir ev veren en yakın arkadaşına, biricik dostu Yağız’a yazmıştı; Yıldızlar Yatağı ve Gök Yüzlü Göksel’e yazdığı aşk şarkılarıydı; Gezegenler Sahnesi ise İstanbul’daki hayatı hakkında yazdığı ve diğer yakın arkadaşları Kerem, Barış, Sarp ve Kuzey’e atıflarda bulunduğu bir şarkıydı. Bunların yanında Gökhan albüme kendisi için anlamı çok büyük olan üç şarkının cover’ını da koymuştu.

 

Bodrum Kat | Bonus Parçalar

8.       Yavuz Çetin, Oyuncak Dünya (Cover)

9.       Duman, Elimdeki Saz Yeter Canıma (Cover)

10.   Batuhan Mutlugil, Sürgün (Cover)

 

Bu kısma bodrum kat demesinin nedeni bir ev yapılırken önce temelinden başlanırdı ve temele en yakın olan yer bodrum katıydı. Gökhan’sa bundan ilham alarak bu kısma bodrum kat demiş, onun evinin temellerinin hemen bu katın altında olduğunu ifade etmişti.

Eğer bodrum katı olmasaydı Gökhane de olmazdı.

Dakikalar sonra tüm hazırlıklar bittiğinde artık klibi çekmek için hazırlardı. Gökhan elektro gitarıyla sahnenin ortasındaki yerini alırken Barış da bas gitarla onun soluna geçti, Yağız da sahnenin sağında baterinin başında oturuyordu. Akın ve Sinem hareketli kameradan sorumluydu, Göksel’se ana kameradan çekim yapacaktı.

“Hazır mısın sevgilim?” diye sordu Göksel.

“Hazırım,” diye onayladı Gökhan. Arkadaşlarına baktı. “Beyler ya siz?”

İkisi de, “Hazırım,” dedi.

“Hepimiz hazırız,” dedi Gökhan. “Başlayabiliriz.”

Göksel başını salladıktan sonra koltuğa oturup kameranın başına geçti. Bir eli deklanşöre basmak için hazırda beklerken diğer elini de üç parmağı havada kalacak şekilde yukarı kaldırdı ve geriye doğru saydı:

“Üç, iki, bir, kayıt.”

 

SON

TEŞEKKÜRLER

14 Mart 2021’de ilk tohumları zihnime düşen, hızlıca filizlenen ve 19 Mart 2021’de kurgu daha tam oturmamışken yazmaya başladığım, beni çok heyecanlandıran bir kurguydu Kadrajdaki Dünyalar. 3 Temmuz 2022’de ilk bölümünü internet üzerinden yayımladığımda bunun muhteşem bir yolculuk olacağını biliyordum, nitekim öyle de oldu. Yazarken yeri geldi kahkahalarla güldüm, yeri geldi hıçkırarak ağladım ve şunu rahatça söyleyebilirim ki her bir satırını hissederek yazdım. Umarım okur da her satırını hissederek okumuş, kitabın son cümlesini okuduğunda benim hissettiğim o sıcaklığı da hissetmiştir.

Teşekkürlerin en büyüğü biricik dostum Özlem’e. Kurgudan ona bahsettiğim ilk andan beri bana ve kurguya inandı, sonsuz destek verdi ve yayımlamam konusunda beni cesaretlendirdi. Bana, kurguya ve Göksel’e, Gökhan’a ve diğer tüm kahramanlara inandığı için, her yeni bölüm sonunda bana attığı ses kayıtlarıyla devam etmem için ihtiyacım olan desteği verdiği için kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Kurgu daha iki üç bölümden ibaretken kurguyu okuyan, kurguyu ne kadar sevdiğini belirten ve kesinlikle devamını yazmam gerektiğini söyleyen Kadrajdaki Dünyalar’ın ilk okuru canım dostum Mihriban’a da çok teşekkür ediyorum. Belki de o olmasaydı ben bu kitabı tozlu raflara kaldıracak, kim bilir belki bir daha yüzüne bile bakmayacaktım.

Yazarlığımı her zaman takdir eden, ben bazen kendime inanmasam bile bana her zaman inanan ve ne olursa olsun yazmaya devam etmem gerektiğini söyleyen; Kadrajdaki Dünyalar olmasa bile diğer eserlerimi okuyup bana dünya tatlısı yorumlar yapan güzel dostum Yağmur’a da çok teşekkür ederim. Sen sadece arkadaşının eserlerini okudun ama onları okumak için zaman ayırman, bana kalemim ve hayal gücüm hakkında güzel şeyler söylemen benim için dünyalar kadar anlam ifade ediyordu.

Bir diğer teşekkürümü de yazmak hakkında uzun ve keyifli sohbetler ettiğim, bu konuda beni anladığını çok iyi bildiğim ve her zaman ortak paydada buluştuğum canım Numan’a etmek istiyorum. Kendi sitemdeki eserlerimin altına yazdığın o tatlı cümlelerin benim için ne kadar anlam ifade ettiğini tahmin bile edemezsin.

Ve son olarak okuyan, tepki veren, Kadrajdaki Dünyalar ve diğer eserlerim için bir şekilde benimle iletişime geçip destek olan tüm okurlarıma teşekkür ederim. Bu serüven sizlerle çok daha güzel oldu, daha büyük anlamlar kazandı.

Kadrajdaki Dünyalar bitti ama daha yazacak çok şeyim, anlatacak çok öyküm var. Onların zamanı geldiğinde yeniden satırlarda buluşmak dileğiyle.

İyi ki varsınız, hep var olun.

Ve bugün 9 Temmuz, Gökhan Uygur'un doğum günü. İyi ki doğdun, iyi ki önce zihnimde sonra da satırlarımda var oldun Gökhan. Her göğe baktığımda orada olduğunu bileceğim.

Sevgilerimle,

Eylem Öykü Özdemir ya da kısaca EÖÖ.

Bölüm Fotoğrafları: Marie Line Robin, Markus Spiske, Keith Wako, Eric Jo

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil