Kadrajdaki Dünyalar | 11. Kare: Mumlara Fısıldanan Dilekler

Kadrajdaki Dünyalar'ın 11. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Ekim 30, 2022 - 14:00
Ekim 30, 2022 - 14:01
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 11. Kare: Mumlara Fısıldanan Dilekler

Yatak odasının camı aralıktı, şehrin sesi içeri giriyordu ama derin bir uykuda olan Gökhan alışık olduğu bu sesi duymazdan gelerek uyumaya devam ediyordu. Gece 4’e kadar gitar çalıp eserleri üzerinde çalışmış, birkaç şarkısının bestesinin temellerini oluşturmuştu. Son günlerde kendisini oldukça yaratıcı ve üretken hissediyordu.

Evin zili bir kez çaldığında bunu duymadı fakat ikinci kez çaldığında gözlerini uyuşukça açtı.

“Kim bu ya?” diye söylendi. “Bırakın da izin günümde uyuyayım.”

Yatakta doğrulup, ayaklarını yere koyarken saçlarını da eliyle şöyle bir karıştırdı. Üstü çıplaktı, odadan çıkmadan önce dün gece çıkardığı siyah tişörtünü giydi. Uykulu gözlerle duvardaki saate baksa da saatin kaç olduğunu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.

Saat 14.15’ti.

Odasından çıkıp, evin kapısına ilerlerken biraz ayılmayı başardı. Verdiği bir sipariş ya da beklediği birileri yoktu, kimin geldiğini merak ediyordu.

Zil üçüncü kez çaldı.

“Geldim,” diye bağırdı. Sonra kısık sesle devam etti: “İki dakika bekle, patlamazsın.”

Evin kapısını açtığında bir konfeti patladı. Ödü kopan Gökhan elini göğsüne koyarken kapının önündeki arkadaşları şarkı söylemeye başladı:

“İyi ki doğdun Gökhan! İyi ki doğdun Gökhan! İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Gökhan!”

Genç adam gülerek karşısındaki tanıdık simalara baktı. Neslişah, Buğra ve Harun kapının önünde duruyordu; mumları yanan pasta Neslişah’ın elindeyken Buğra büyük bir poşeti taşıyor, Harun da bu anı videoya çekiyordu.

“Siz var ya!” dedi Gökhan işaret parmağını sallayarak. “Beni çok hazırlıksız yakaladınız. Yataktan kalkıp geldim.”

“Bu saate kadar uyudun mu?” dedi Buğra şaşırarak. “Üstelik doğum gününde. Yuh be oğlum!”

“Bir dilek tutup mumlara üfle hadi,” dedi Neslişah.

Gökhan pastaya yaklaşıp gözlerini kapattı ve dileğini içinden söyledi:

“Umarım yeni yaşımda hayatın bana yapacağı bütün sürprizler böyle olur.”

Mumlara üflemesinden sonra bir alkış, ıslık ve bağırış seli yaşandı.

“Çok teşekkür ederim,” dedi genç adam ellerini dudak hizasında birleştirip. “İyi ki varsınız. Hadi içeri gelin.”

Geriye çekilip arkadaşlarının girmesi için alan yarattı. Neslişah, Buğra ve Harun sırayla eve girdi.

“Bunu mutfağa bırakayım,” dedi Neslişah. “Birazdan kesip yeriz. Sen de istersen elini yüzünü yıkayıp üstünü değiştir.”

“Nesli haklı,” dedi Buğra. “Hatta tabağı çatalı falan çıkarırız, sen pastayı kesince de yeriz.”

“Çok iyi olur,” dedi Gökhan. “O zaman ben hazırlanayım.”

Gökhan hazırlanırken diğerleri de mutfağa girip hazırlıklara başladı. Üçü de daha önce birkaç kez Gökhanların evine geldiği için neyin nerede olduğunu biliyorlardı. Neslişah tabakları, çatal ve bıçakları çıkarırken Harun da bardakları çıkardı ve Buğra’yla beraber kolayı bardaklara doldurdular. Bu esnada elini yüzünü yıkayıp saçlarını tarayan Gökhan üzerine mavi bir tişörtle siyah eşofmanını giydi. Mutfağa giren genç adam her şeyin hazırlandığını gördü.

“Gel buraya,” diyen Neslişah onu kendisine çekip boynuna sarıldı. Gökhan da kollarını onun ince beline sardı. “Doğum günün kutlu olsun Gök. İyi ki doğmuşsun, iyi ki varsın.”

“Çok teşekkür ederim,” dedi Gökhan ayrıldıklarında. İkisi de gülümsüyordu. “Sen de iyi ki varsın. Eksik olma Nesli.”

“İyi ki doğmuşsun kardeşim benim,” diyen Buğra da ona sarıldı. “Birlikte nice yıllara.”

“Mutlu yıllar Gök,” dedi Harun. Gökhan onunla da sarıldı. “Doğum günün kutlu olsun. Nice güzel yaşlara.”

“İyi ki doğmuşum yoksa sizin gibi muhteşem insanlarla nasıl tanışacaktım?” dedi Gökhan duygu dolu bir sesle. “Şu an beni dünyanın en mutlu insanı yaptınız. Hepinize çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız.”

“Ya Gök!” dedi Neslişah incecik bir sesle. “Çok tatlısın. Sen de iyi ki varsın.”

“Hadi masaya geçelim,” dedi Harun. “Önce Gök’ü pastayla çekelim, hatıra kalsın.”

“Çekin tabii,” dedi Gökhan. “Baktıkça içimin sıcacık olacağı yeni fotoğraflar olsun.”

Harun, Gökhan’ın pastayla birkaç fotoğrafını çektikten sonra Gökhan pastayı kesmeye başladı; Harun arkadaşının fotoğrafını çekmeye devam ederken Buğra da Gökhan’ın ilk dilimi kestiği anı videoya alarak bu anları ölümsüzleştirdi.

“Meyveli almışsınız,” dedi Gökhan pastanın içini görünce. “Çok severim.”

“Sevdiğini bildiğimiz için aldık,” dedi Neslişah.

“Çok incesiniz. Pasta da leziz görünüyor, hadi siz de oturun da yiyelim.”

Dörtlü arkadaş grubu masaya oturdu. Saniyeler içinde hepsinin tabağında bir dilim pasta vardı, kola dolu bardaklar da önlerinde duruyordu.

“Kahvaltıyı pastayla yapacağım,” dedi Gökhan. “Muhteşem bir kahvaltı.”

Pastanın tadı gerçekten lezzetliydi ve hepsinin hoşuna gitti. Pastayı Harunların evinin yakınındaki bir pastaneden almışlardı. Harun uzun yıllardır oradan alışveriş yapıyordu ve ürünlerinin lezzetli olduğunu bildiği için bugün için de orayı tercih etmişti.

“Neler yapıyorsunuz?” diye sordu Gökhan. “İşim yüzünden epeydir görüşemedik.”

“Öyle oldu,” diye cevap verdi Neslişah. “Ben genelde evdeyim, hem sıcak havalar hem de hayat pahalılığı dışarı çıkmamı büyük oranda engelliyor.”

“Ben de genelde bizim dükkândayım,” dedi Buğra. Babası esnaftı ve bir züccaciye dükkânı işletiyordu. “Senin gibi iş güç uğraşıp duruyorum.”

Gökhan ona anlayışla baktıktan sonra Harun’a döndü.

“Ben de genelde evdeyim,” dedi Harun. “Günlerim çello çalmakla geçiyor. Dışarı çıktığımda da genelde müzisyen arkadaşlarımla buluşup bir şeyler çalıyorum.”

“Bir gün ben de geleyim,” dedi Gökhan. Onun omzuna dokundu. “Beraber çalarız.”

“Ne zaman istersen gelebilirsin kardeşim. Senin gibi muhteşem bir müzisyenle zaman geçirmekten ben de arkadaşlarım da son derece memnun oluruz. Sen neler yapıyorsun? Çalışmak dışında tabii.”

“O memnuniyet asıl bana ait olur,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İş dışında müzikle uğraşıyorum ben de, eve gelip biraz dinlenince gitara sarılıyorum. Günün tüm yorgunluğunu alıp götürüyor.”

“Müziğin büyüsü bu da.”

“Kesinlikle.”

“Konuya nasıl da Fransız kaldık,” diye bir yorumda bulundu Buğra. “Bırakın müziği, beraber sohbet edelim.”

“Yemekten sonra Gök bize gitar çalsın,” dedi Neslişah. “Çalarsın değil mi Gök?”

“Çalarım elbette,” dedi Gökhan. “Bugün için güzel bir parçam var.”

“Neden bu saate kadar uyudun peki? Gece çok mu geç yattın?”

“4’te uyudum.”

“Yuh!” dedi Buğra. “O saate kadar ne yaptın oğlum?”

“Doğum günümü kutlayan arkadaşlarıma cevap verdim ve gitar çaldım.”

“O saatte?”

“Kulaklığı takınca gitarın sesini duyan tek kişi ben oluyorum.”

“Doğru. Kulaklık diye bir nimet olduğunu unutmuşum.”

“Sen yine de çok takma,” diye bir tavsiyede bulundu Harun. “Kulağına çok zararlı, biliyorsun.”

“Biliyorum,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Ayda yılda bir uzun süre takıyorum, onda da sesin kısık olmasına özen gösteriyorum. Bu kulakların bana lazım olduğunu biliyorum ve onlara iyi bakıyorum.”

Pastayı yerken sohbetlerine devam ettiler. Gökhan mağazada geçen günlerinden, yaptığı işten bahsederken Buğra da kendi çalışma hayatından bahsetti; Neslişah günlerinin çoğunlukla bir şeyler izlemekle geçtiğini söyleyip izlediği yapımları anlatırken Harun da müzikle geçen günlerini anlattı. Gökhan’la beraber yine bir müzik sohbetine daldılar, o esnada Buğra ve Neslişah da kendi arasında sohbet etti.

“Masadan kalkmadan hemen bir fotoğraf çekelim,” dedi Buğra. Cep telefonunu çıkarıp ön kamerasını açtı. “Poz verin bakalım.”

Hepsi gülümseyerek poz verdiğinde Buğra deklanşöre bastı.

Mutfağı beraber topladıktan sonra salona geçtiler. Gökhan etraftaki kâğıtları masanın üzerine toplayıp gitarını da amfiye yasladı.

“İçerisi biraz dağınık,” dedi utanarak. “Kusura bakmayın.”

“Hiç sorun değil Gök,” dedi Neslişah. “Çat kapı gelen biziz.”

Buğra salonun girişine koyduğu poşeti alarak Gökhan’ın yanına ilerledi. “Çam sakızı çoban armağanı bir hediye,” dedi. “Umarım beğenirsin.”

“Neden masraf ettiniz yahu?” dedi büyük poşete bakan Gökhan. “Düşünmeniz yeterdi. Teşekkür ederim.”

“Duymamış olalım,” dedi Harun. “Aç da bak bakalım hediyene.”

Gökhan koltuğa oturup poşetten çıkardığı kutunun kapağını açtığında içinde bir çift spor ayakkabı olduğunu gördü. Siyah spor ayakkabıların tabanı beyazdı ve topuk kısmına gittikçe biraz yükseliyordu.

“Ya siz deli misiniz?” diye mırıldandı. Başını kaldırıp arkadaşlarına baktı. “Neden masraf ettiniz? Çok mahcup oldum.”

Gökhan akıl almaz sayılara ulaşan spor ayakkabı fiyatları yüzünden iki senedir yeni spor ayakkabı alamamıştı. Birkaç ay önce Neslişah ve Harun’la beraberken spor ayakkabı baktığını ama fiyatlarından dolayı yine alamadığını hatırlıyordu. Anlaşılan Neslişah ve Harun da bunu unutmamıştı ve ona bu güzel spor ayakkabıları almıştı.

“Sen ayakkabıları beğendin mi onu söyle,” dedi Neslişah.

“Beğendim tabii,” dedi Gökhan. “Çok ciciler, çok teşekkür ederim.”

“Güle güle giy,” dedi diğerleri.

Gökhan hepsine yeniden sarıldı.

“Dene bakalım,” dedi Buğra. “42 numara aldık ama sen yine de bir dene.”

“42 giyiyorum zaten, olur.”

Gökhan ayakkabıları giydiğinde ayakkabılar ayağına tam oldu. Ayakkabının tabanı ve kenar kısımları yumuşacık olduğu için ayakkabılar çok konforluydu.

“Ayağıma özel yapılmış gibi oldu,” dedi ayağındaki ayakkabılara bakarak. Ayakkabılar kibar olduğu için ayaklarını büyük de göstermemişti. “Çok da rahatlar. Tekrardan teşekkür ederim, kesenize bereket.”

“Çok da yakıştı,” dedi Neslişah gülümseyerek. “Güzel günlerde giy Gök.”

Arkadaşları koltuklara otururken Gökhan da gitarına ilerledi.

“Günün anlam ve önemine ithafen muhteşem bir parça çalacağım,” dedi. Gitarını omzuna asıp amfinin üzerine oturdu. “Teoman’dan Paramparça. Bana eşlik ederseniz çok daha keyifli olur.”

“Etmez miyiz?” dedi Neslişah. “Bu güzel şarkıyı hep beraber söyleyelim.”

Gökhan şarkıya girdi. Genç müzisyen şarkının girişini çalarken arkadaşları da ritimle uyumlu olarak alkış tutarak ve bacaklarına vurarak ona eşlik ediyordu.

“Saatim yok, tam olarak bilemem,” diye hep bir ağızdan şarkıyı söylemeye başladılar. “Biraz bira, biraz şarap önceydi / Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken / Yıllar, hayatlar geçiyor?”

Bu şarkı doğum günlerinin klasikleşmiş parçalarından biriydi ve Gökhan da hem çok severek dinliyor hem de çalıyordu. Şarkının ritmi hareketli olsa da sözleri insanı düşündürüyor, biraz da hüzünlendiriyordu ve hayatı hakkında derin düşüncelere dalmasına neden oluyordu. Gökhan’a göre sanatın ilk amacı insanlara bir şeyler hissettirmekti ve bu şarkı da ona çok şey hissettiriyordu.

“Bugün benim doğum günüm / Hem sarhoşum hem yastayım / Bir bar taburesi üstünde / Babamın öldüğü yaştayım.”

Şarkının nakaratını daha büyük bir tutkuyla söyleyen grupta herkesin yüzü gülüyordu.

“Bildiğim tüm hayatlar / Paramparça, paramparça.”

Nakaratın son kısmında diğerleri susunca Gökhan tek başına söyledi. Genç adam gırtlağını sıkarak bağırdığında kirli sesi salonun içini doldurdu.

“Takatim yok, yine de telefona sarıldım / Son bir özür için tüm sevdiğim kadınlardan / Aradım, mesajlar çıktı kapattım / Telesekretere konuşamayanlardanım.”

Gökhan son cümleden sonra omuz silkerek arkadaşlarına baktığında diğerleri gülüştü.

“Hep beraber,” diye bağırdı Gökhan. “Bugün benim doğum günüm…”

İkinci nakaratı daha coşkulu söylediler. Sesleri çok çıkıyordu, komşular da duyuyor olmalıydı ama vakit öğlen olduğu için hiçbiri bunu umursamadı.

Gökhan soloyu çalmaya başladığında Neslişah ve Buğra ayağa kalkıp dans etmeye başladı. Harun gülerek ikisini izlerken Gökhan’ın bir gözü de onların üstündeydi. Neslişah ve Buğra herhangi bir dans türünü bilmiyordu ama hareketleri salsa yapıyormuş gibiydi. Buğra biraz beceriksiz olsa da Neslişah hiç de fena iş çıkarmıyordu. Genç kadının esnek vücudu her şekle girebiliyordu.

Gökhan son kez nakaratı söylerken ona Harun eşlik etti, diğer ikiliyse dans etmeye devam etti. Onlar dans ederken, diğerleri de onları izlerken oldukça eğleniyordu.

“Bildiğim tüm hayatlar paramparça,” diye başlayan son kısımda Teoman defalarca kez paramparça diyordu. Gökhan ve Harun bu kısmı da beraber söyledi. Harun’un sesi çok kötü olmamakla beraber kusursuz bir ses de değildi, şan eğitimi almak genç adamın sesini başka boyutlara taşıyabilirdi; Gökhan’ın sesiyse güzel ve eğitimli bir ses olduğu için parıl parıl parlıyordu.

Teoman şarkıda son kez paramparça derken kelimenin sonunu uzatarak ve gırtlağını sıkarak bağırıyordu. O kısma geldiklerinde Harun sustu ve elini Gökhan’a doğru uzatarak kapanışı ona bıraktığını gösterdi. Derin bir nefes alan Gökhan gözlerini yumdu, boynunu biraz kaldırdı ve ağzını büyükçe açarak bağırdı. Sesi son derece kirli ve seksi çıkan genç müzisyen bağırışını Teoman gibi yumuşatarak bitirdi.

Buğra ıslık çalarken Neslişah da ellerini ağzının iki kenarına getirerek bağırdı, Harun da alkışlamaya başladı.

“Gök fırtınası etrafı yine kasıp kavurdu,” dedi Neslişah. “Çok iyiydin Gök. Yüreğine sağlık.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülerek. “Sizinle birlikte söylemek çok keyifliydi, çok eğlendim.”

“O keyif bize ait,” dedi Harun. “Harika bir andı.”

“Şimdi izninizle telefonumu kontrol etmem lazım. Doğum günü mesajları gelmiştir, onlara cevap vereyim.”

“Tabii tabii,” dedi Buğra. “Bu saate kadar bir dünya mesaj birikmiştir. Denizde kum sende arkadaş bitmez.”

“Biraz öyle. Telefonumu odamdan alıp geleyim.”

Gökhan salondan çıkıp odasına ilerledi. Komodindeki telefonunu alıp internete bağlandığında mesaj bildirimleri gelmeye başladı. En yakın arkadaşları Yağız ve Kerem gece yarısında arayarak onun doğum gününü kutlamıştı, şimdi gelen mesaj bildirimlerinin arasında da Barış, Sarp, Kuzey gibi isimler vardı; üniversiteden, konservatuvardan ve kulüplerden birileri daha kutlamıştı. Tüm bu isimlerin arasında bir isim dikkatini çekti: Göksel.

Diğer arkadaşlarının mesajını sonraya saklayarak Göksel’in mesajını açtı. Genç kadın mesajı saat 13.04’te göndermişti ve şöyle yazmıştı:

Merhaba, doğum gününü kutlamak için yazmak istedim. Yeni yaşının sana bütün güzellikleriyle gelmesini ve sevdiklerinle beraber muhteşem bir sene geçirmeni dilerim. Mutlu yıllar!

Gökhan sırıtarak ekrana baktı. Göksel’e doğum gününü günler önce laf arasında söylemişti fakat genç kadın hangi gün olduğunu unutmamıştı ve kutlamıştı.

“Ah bu kız,” diye mırıldandı kendi kendine. “Her defasında beni hem şaşırtmayı hem de mutlu etmeyi nasıl başarıyor?”

Kendi etrafında bir kez döndükten sonra dolabına yaslanarak ona cevap yazdı.

Merhaba. Güzel dileklerin için çok teşekkür ederim, çok incesin ve beni çok sevindirdin. Eksik olma Gök, sağ ol

Mesajı gönderip diğer arkadaşlarından da gelen doğum günü mesajlarını okuyup hepsine tek tek teşekkür etti. Bu özel günde sevdiği, değer verdiği insanlar tarafından hatırlanmayı, onlardan güzel sözler ve iyi dilekler duymayı seviyordu. Tüm bu ilgi ve sevgi kendisini özel hissettiriyordu.

Arkadaşlarına cevap verdikten sonra odasından çıkıp diğerlerinin yanına döndü. Üçlü kendi arasında sohbet ediyordu. Gökhan odaya girince dikkatlerini ona verdiler.

“Yüzün güldüğüne göre çok güzel mesajlar almışsın,” dedi Neslişah.

“Aldım,” diye onayladı Gökhan. “Böyle günlerde hatırlanmak çok iyi hissettiriyor.”

“Hissettirmez mi?” dedi Harun. “Bugün için planların var mı?”

“Yok.”

“O zaman artık var. Hadi hazırlan, çıkıyoruz. Biraz dolaşalım, sonra kafeye geçeriz.”

“Bu akşam seni izleyeceğiz,” dedi Buğra. “Bizi kafede ağırlarsın değil mi?”

“Büyük bir memnuniyetle,” dedi Gökhan gülümseyerek. “O zaman ben hazırlanayım.”

15 dakika sonra dördü birden evden çıkmıştı ve Buğra’nın bugün için babasından aldığı arabanın içindeydiler. Gökhan üstüne krem renkli keten gömleğiyle boru paça siyah kotunu giymişti, ayağında beyaz spor ayakkabıları vardı; saçlarını normalden daha özenli şekillendirip her zamanki takıları olan küpeleri ve yüzüklerine ek olarak gümüş renkli ucunda çubuk olan kolyesini takmıştı. Bugünün özel bir gün olduğu tarzındaki ufak değişikliklerden belli oluyordu.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Gökhan hemen yanında arabayı süren Buğra’ya.

“Caddebostan’a,” diye yanıt verdi Buğra. “Bagajda kamp sandalyeleri var, sahile oturup bir şeyler içeriz diye düşündük.”

“Çok iyi düşünmüşsünüz.”

Yoğun trafiği atlatıp Caddebostan Sahili’ne ulaştıklarında saatler dördü geçiyordu. Cumartesi olduğu için etraf kalabalıktı, biraz arayıştan sonra oturabilecekleri bir yer buldular. Kamp sandalyelerini açıp bir daire oluşturacak şekilde yerleştirdiler ve oturdular.

“Muhteşem bir cumartesi etkinliği,” dedi Gökhan yolda aldığı soğuk içeceğinden bir yudum içip. “Hava sıcak, gök masmavi ve bulutsuz, denizden de tatlı bir esinti var.”

“Muhteşem bir doğum günü, demek daha doğru olur,” dedi Neslişah. “Gök’ün doğum gününde gök onun en sevdiği rengin en canlı tonunda.”

“Güzel bir denk geliş.”

“O zaman Gök’ün yirmi birinci yaşına içelim,” dedi Buğra bardağını kaldırarak. “Hep beraber nice güzel yıllara.”

Dördü birden bardaklarını ortada birleştirip tokuşturdu ve içeceklerinden birer yudum içti.

“Sayenizde harika bir doğum günü geçiriyorum,” dedi Gökhan. “Hepinize tekrardan çok teşekkür ederim, eksik olmayın.”

“Arkadaşlar bugünler içindir,” dedi Neslişah. “Keyifli vakit geçirdiğini duymak çok sevindirdi.”

“Elbette keyifli vakit geçiriyorum, aksi mümkün değil.”

Grup içeceklerini içerek derin bir sohbete daldı. Konuşmalarında yaz planlarından, gidecekleri tatillerden, okuldan, son senelerinden korktuklarından bahsettiler; mezun olduktan sonra neler yapabileceklerini düşünüp içinde oldukları sektörler hakkında konuştular. Buğra ile Neslişah, İstanbul Medeniyet Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetim bölümünde son sınıf öğrencisiydi, Harun da aynı üniversitede Uluslararası İlişkiler okuyordu. Gökhan onların bölümlerine arkadaşlarının anlattığı kadar hâkimdi, sohbet ederken de onlara pek çok noktada açıklama yaptırttı.

Sahilde oldukları süreç boyunca birkaç fotoğraf çektiler. Neslişah bir tanesini hikayesinde paylaşıp üstüne şöyle bir cümle yazdı: Doğum günü çocuğuyla birlikte keyifli bir cumartesi. İyi ki doğdun Gök! Bu cümlesinin hemen altına Gökhan’ı etiketlerken başka bir yere de Buğra’yla Harun’u etiketledi.

“Çok tatlı bir fotoğraf oldu,” dedi Neslişah. “En iyi çıktığın fotoğrafı paylaştım. Bu kıyağımı unutma Gök.”

Gökhan güldü. “Unutmam tabii,” dedi. “Bence de çok tatlı bir fotoğraf oldu. Ben de paylaşırım hikayemde.”

Saat altıya yaklaşırken Gökhan’ın telefonu çaldı. Arayan Barış’tı. İki arkadaş kısa bir hâl hatır sorma konuşması gerçekleştirdiler.

“Bu akşam kafedesin değil mi?” diye sordu Barış az sonra.

“Evet,” diye onayladı Gökhan. “Sekizde sahnede olacağım yine.”

“Biz de geleceğiz: Elçin, Sarp, Kuzey ve ben. Sana uyar değil mi?”

“Elbette, gelmenizden çok memnun olurum. Başımın üstünde yeriniz var.”

“Eyvallah kardeşim. Sen kaçta geçersin kafeye?”

“Şimdi arkadaşlarımla beraberim, az sonra yemek için Caferağa’ya geçeceğiz; ondan sonra da kafeye geçeriz. Yedi buçuk gibi orada oluruz.”

“Tamam, biz de o sularda geliriz. O zaman akşama görüşürüz Gök.”

“Görüşürüz kardeşim, kendine dikkat et.”

“Sen de.”

Gökhan telefonu kapattıktan sonra arkadaşlarına döndü. “Dört arkadaşım daha gelecek,” diye haber verdi. “Sıkıntı olmaz değil mi? İyi çocuklardır, anlaşırsınız.”

“Doğum gününde yanında olmaları çok güzel,” dedi Harun. “Gelsinler elbette. Hem ne kadar kalabalık olursa o kadar eğlenceli olur.”

“Harun haklı,” dedi Neslişah. “Senin için de bizim için de iyi olur. Nereden tanışıyorsunuz?”

“Okulun müzik kulübünde tanışmıştık. Mühendislik öğrencisi onlar ama aynı zamanda müzik de yapıyorlar.”

“İşte bir güzel haber daha,” dedi Harun sırıtarak. Ellerini ovuşturdu. “Bol müzikli bir akşam olacak.”

“Herkes ekmeğinde,” dedi Buğra arkadaşına yandan bir bakış atarak.

Hepsi gülüştü.

“O zaman kalkalım mı?” diye sordu Gökhan. “Bu trafikte Caferağa’ya anca geçeriz.”

“Kalkalım,” dedi Buğra. “İyice yoğun trafiğe kalmadan gidelim bir an önce.”

Arabaya bindiklerinde Gökhan internetini açtı. Yeni mesajları vardı ama önceki sefer olduğu gibi tüm o isimlerin arasından Göksel’in ismini hemen seçti. Diğer mesajları es geçip onunkini açtı.

Rica ederim. Senin bu cümlen de beni sevindirdi, sen de eksik olma. Umarım çok güzel bir gün geçiriyorsundur

Gökhan kafasını koltuğun başına yaslarken sırıttı. Kibarlık ve düşünceli davranışlar çok değer verdiği iki şeydi, Göksel’in de bu kadar kibar ve düşünceli olmasını seviyordu. Genç kadın karşısındaki insanı nasıl iyi hissettireceğini, mutlu edeceğini, onun kalbine nasıl dokunacağını iyi biliyordu. Bir anda hayatına girdiği bu genç adamın da daha şimdiden kalbine dokunmayı başarmıştı.

Teşekkür ederim, hem eksik olma cümlen hem de tatlı dileğin için. Sen ve diğer arkadaşlarım sayesinde oldukça güzel bir gün geçiriyorum ve gittikçe de güzelleşiyor. Şu an yakın arkadaşlarımla dışarıdayım, bir grup daha gelecek ve hepsiyle beraber Parça’ya geçeceğim. Gece geç saatlere kadar beraber oluruz diye düşünüyorum, yani müsait olamayacağım ama ilk fırsatta sohbet ederiz, sana bugünü anlatırım

Ona cevap verdikten sonra diğer konuşmalara girdi. Şoför koltuğunda oturan Buğra yan gözle ona bakıyordu. Gökhan bu kadar mutlu göründüğüne göre çok güzel mesajlar almış olmalı, diye düşündü.

Gökhan tüm arkadaşlarını yanıtladıktan sonra sosyal medya hesabına girdi. Neslişah’ın hikayesinde paylaştığı fotoğrafı kendi hikayesine ekleyip fotoğrafın altına mavi bir kalp koydu ve paylaştı.

“Tüm fotoğrafları bizim gruba atar mısın?” diye sordu Gökhan. “Bende de dursunlar.”

“Atayım hemen,” dedi Neslişah. “Hepimizde dursunlar.”

Neslişah’ın fotoğrafları gruba attığı sırada Göksel de Gökhan’a cevap verdi. Gökhan fotoğrafların indiğine emin olduktan sonra Göksel’in mesajını açtı.

Gününün güzel geçtiğini duyduğuma sevindim. Sen eğlenmene bak, günün tadını çıkar; dediğin gibi müsait olduğunda sohbet ederiz. Sana iyi eğlenceler dilerim, görüşmek üzere

Uzun parmaklarını ekranda gezdirip ona cevap yazdı.

Teşekkür ederim, görüşürüz Gök

Trafiği atlatıp Caferağa’ya ulaştılar. Akşam yemeği için hamburger yemeyi tercih ettikleri için güzel bir hamburgerciye geldiler. İçerisi bekledikleri gibi kalabalıktı, tezgâha yakın boş bir masaya oturdular. Pek çok hamburger çeşidinden bir tanesine karar vermeleri her zamanki gibi dakikaları buldu.

“İki tane yesem çok mu abartı olur?” diye sordu Buğra.

“Boğa burcu olduğun ne kadar belli,” dedi Neslişah ona onaylamaz bir bakış atarak. “Hamburgerleri kocaman zaten, bir tanesi nerene yetmiyor?”

“Mideme.”

Masadan kahkaha sesleri yükseldi.

“Bence midene yetmiş de taşmış bile,” dedi Neslişah onun göbeğine vurarak. “Bir tane ye. Kilo vermek istiyorsun bir de, bu şekilde vermez aksine alırsın.”

“Of ya,” diye sızlandı Buğra. “Tamam, bir tane alacağım.”

“Aferin, söz dinle biraz.”

“Bak bak, senden bir yaş büyük olduğumu hatırlatırım hanımefendi.”

“Ne olmuş? Önemli olan yaş değil olgunluktur ve senden en az beş yaş olgunum canım.”

“Haklısın, sustum.”

“Atışmanız bittiyse ne yemek istediğinize karar verebildiniz mi?” diye sordu Harun.

“Karnım kazınıyor,” dedi Gökhan. “Zaten geç getiriyorlar, ben sipariş vereceğim.”

Dördü birden siparişlerini verdiler. Menüdeki içecek, hamburger ve patates kızartmasına ek olarak beraber yemek için nugget, soğan halkası ve kızarmış peynir çubuğu söylediler.

“Sanırım verdiğim dört kilonun üçünü bugün geri alacağım,” dedi Gökhan. “Neyse, doğum günüm sonuçta; istediğimi yiyebilirim değil mi? Lütfen yiyebilirsin deyin.”

Arkadaşları kahkahalara boğulduğunda Gökhan da güldü.

“Yiyebilirsin tabii,” dedi Neslişah. “Bugün senin doğum günün, istediğin kadar yiyip içebilirsin.”

“Yarasın koçuma,” deyip onun omzuna vurdu Harun. “İki saatten daha kısa süre sonra sahnede olacaksın sonuçta, bu bünyeye yemek ve dolayısıyla enerji lazım.”

“Bilimsel açıklama da geldiğine göre için rahat etmiştir diyorum,” dedi Buğra. “Gayet fitsin, taş gibisin kardeşim benim; kilo konusunda hiç endişen olmasın.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan. “Duymak istediğimden fazlasını duyduğuma göre gönül rahatlığıyla yemeğimi yiyebilirim.”

Cumartesi yoğunluğundan dolayı siparişleri normalden de geç geldi. Siparişler gelene kadar sohbet eden dörtlü siparişler gelir gelmez yemeklerine yumuldular. Dördü de açtı ama aralarından en aç olan hiç şüphesiz gün boyunca sadece bir dilim pasta yiyen Gökhan’dı. Genç adam yemeklerini silip süpürdü.

“Şimdi karnım çatlayacak,” dedi Gökhan göbeğini ovuşturarak. “Neyse ki gömleğim bol da göbeğim belli olmuyor, gitarı da kucağıma alınca görünmeyecek bile.”

“Oğlum bu beş aylık olmuş,” dedi Harun onun göbeğine dokunarak. “Canım yeğenim. Adını ne koymayı düşünüyorsun?”

Gökhan ona yandan bir bakış atarak, “Aslında aklımda bir fikir var,” dedi. Gülümsedi. “Harunger nasıl olur sence?”

Masadan kahkaha sesleri yükseldi.

“Ağzımdaki lokmayı boğulmadan bir salise önce yuttum resmen,” dedi Buğra. “Harunger’i hiç beklemiyordum, beni gafil avladın.”

“Harun’a böyle seslenelim artık,” dedi Neslişah.

“Sus kız,” dedi Harun. “Başkalarının yanında söylersen bir ömür dillerinden kurtulamam valla.”

Yeniden gülüştüler. Gökhan bu üçlüyü ve bu ortamı özlediğini hissetti. En son mayıs ayında beraber vakit geçirebilmişlerdi, sonrasında finaller ve iş hayatı derken görüşme fırsatları olmamıştı. Gökhan’ın doğum günü buluşup zaman geçirmeleri için iyi bir bahane olmuştu.

Gökhan’ın telefonu çalmaya başladığında genç adam irkilerek sandalyenin kenarına astığı çantasına uzandı. Çantanın ön gözündeki telefonunu çıkardığında Aras’tan gelen bir görüntülü araması olduğunu gördü. Hem Aras’ın onu görüntülü aramasına hem de internetinin hâlâ açık olmasına şaşırarak aynı gözden kulaklığını da çıkarıp telefonuna taktı.

“Öğrencim arıyor,” dedi arkadaşlarına. “Doğum günümü kutlayacak sanırım, hemen konuşuruz. Birkaç dakika müsaadenizi isteyeceğim.”

“Elbette,” dedi Buğra. “Müsaade senindir kardeşim.”

Gökhan, Aras’ın aramasını kabul etti. Onun cevap verdiğini gören küçük çocuk sırıttı.

“Merhaba Gökhan ağabey,” dedi neşeyle. “Nasılsın?”

“Merhaba Aras,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İyiyim, teşekkür ederim; sen nasılsın?”

“İyiyim ben de. Ne yapıyorsun? Dışarıdasın sanırım.”

“Evet, arkadaşlarımla beraber bir restoranda yemek yiyordum. Sen ne yapıyorsun?”

“Evdeyim ben de. Senin için bir şey hazırladım.”

“Öyle mi? Ne hazırladın?”

“Bir dakika,” deyip telefonu bir yere yasladı Aras ve yan tarafındaki gitarı çıkarıp kucağına aldı. “Sana bir şarkı çalabilir miyim?”

“Tabii ki çalabilirsin, çok memnun olurum.”

Aras gitarı çalmaya başladığında Gökhan bu melodiyi hemen tanıdı. Genç adam gülümseyerek ekrana bakarken Aras da şarkının sözlerini söylemeye başladı:

“İyi ki doğdun Gökhan. İyi ki doğdun Gökhan. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Gökhan.”

Küçük çocuk aynı müziği bir kez daha çalmaya başladı ama bu sefer notalar daha tizdi:

“Mutlu yıllar sana. Mutlu yıllar sana. Mutlu yıllar, mutlu yıllar, mutlu yıllar sana Gökhan ağabey.”

Gökhan telefonu tutmadığı eliyle diğer koluna vurup onu alkışladı.

“Çok teşekkür ederim,” dedi duygu dolu bir sesle. “Ellerine, ağzına sağlık. Çok mutlu oldum.”

“Doğum günün kutlu olsun Gökhan ağabey,” dedi Aras telefonu yeniden eline alarak. “İyi ki doğmuşsun. Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum ufaklık. Yanımda olsaydın saçlarını karıştırıp yanaklarını da sıkardım ama bunları yarına erteliyorum.”

“Yarın için küçük bir sürprizim var sana.”

“Öyle mi? Meraklandım bak.”

“Meraklan, biraz heyecanlı olsun.”

“Bak sen, neler çeviriyorsun acaba?”

“Yarın görürsün.”

“Doğum günümü nereden hatırladın sen?”

“Ne demek nereden hatırladım? Aşk olsun. Ezberledim ama olur da aklımdan çıkarsa diye telefonuma hatırlatıcı koydum, annemle babamın telefonlarına da koydum. Tabii ki hatırlamak için onlara ihtiyacım olmadı, ay başından beri aklımdaydı ve sana küçük bir sürpriz hazırladım. Annemle babamın da büyük yardımı dokundu tabii.”

“Benim için bu kadar çabaladın demek? Çok tatlısın, çok teşekkür ederim.”

“Elbette çabaladım, sonuçta sen biricik Gökhan ağabeyim ve gitar hocamsın. Yarını iple çekiyorum.”

“Artık ben de çekiyorum.”

Küçük çocuk kıkırdadı. “Tamam o zaman, ben seni daha meşgul etmeden kapatayım; sen arkadaşlarınla eğlenmeye bak. Doğum gününün tadını sonuna kadar çıkar, olur mu?”

“Çıkarıyorum elbette. Teşekkür ederim Aras, günümü daha da güzelleştirdin.”

Onun son cümlesini duyan Aras neşeyle sırıttı. “Çok sevindim. Tekrardan mutlu yıllar Gökhan ağabey, umarım senin için çok güzel bir 21’inci yaş olur.”

“Güzel dileklerin için teşekkür ederim, umarım olur. Öpüyorum seni, kendine dikkat et. Yarın görüşürüz.”

“Sen de kendine dikkat et ağabey, görüşürüz. Ha ben de öptüm.”

Gökhan gülerek aramayı sonlandırdı. “Afacan,” dedi kendi kendine. Kulaklıklarını çıkarırken arkadaşlarının kendisine baktığını fark etti. “Benim için gitarıyla doğum günü şarkısını çalıp söyledi. Yarın için de sürprizi varmış. Ah bu zamane çocukları çok fena!”

“Ya çok tatlı,” dedi Neslişah elini göğsüne koyarak. “Yarın benim yerime de sık yanaklarını.”

“Büyük bir memnuniyetle.”

Neslişah ve Harun da yemeklerini bitirince kalktılar. Saat yediyi geçtiği için daha fazla oyalanmadan kafeye geçmeleri gerekiyordu. Kafeye çok uzak değillerdi ama mevcut trafiği düşününce erken kalkmaları en iyisiydi. Hesabı Alman usulü ödedikten sonra restorandan çıktılar. Karınları doyan gençlerin enerjisi geri gelmişti.

“Günün en eğlenceli kısmı başlıyor,” dedi Buğra yola çıktıklarında. “Gök’ün muhteşem performansıyla çok keyifli bir akşam geçireceğiz, üstelik bize başka arkadaşları da eşlik edecek.”

“Çok heyecanlıyım,” dedi Gökhan. “İlk kez doğum günümde sahne alacağım ve bir sürü arkadaşım beni izliyor olacak. Umarım heyecandan her şeyi batırmam.”

“Elbette batırmazsın,” dedi Neslişah onun omzuna dokunarak. “Aksine çok daha iyi performans sergileyeceğinden eminim. Seyircilerin arasında olup sana destek olacağız.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan onun omzunun üstündeki eline dokunarak. “Varlığınız çok kıymetli.”

Kafeye vardıklarında saatler 19.34’ü gösteriyordu. Buğra arabayı kafenin biraz aşağısına park ettiğinde hepsi araçtan indi. Bagaj kısmına ilerleyen Gökhan bagajı açıp içindeki gitar çantasını çıkardı ve omzuna astı.

“Partnerimi de aldığıma göre içeri girebiliriz,” dedi Gökhan arkadaşlarının yanına dönüp. “Hadi gidelim.”

Dörtlü grup kafenin kapısından geçip içeriye girdi. Masaların çoğu dolmuştu. Gökhan bakışlarını içeride gezdirmeye başladığında sahnenin önündeki masada oturan tanıdık simaları gördü. Barış, Elçin, Sarp ve Kuzey orada oturuyordu. Gökhan Barış’la göz göze geldiğinde ona gülümsedi.

“Oradalar,” dedi yanındaki arkadaşlarına. “İki masayı birleştirdiklerine göre sizinle beraber oturmak istiyorlar. Geçelim mi?”

“Geçelim,” dedi Harun. “Seni en önden izleyeceğiz.”

“VIP gibi hissettim,” dedi Buğra.

“Zaten öylesin,” dedi Gökhan. “Hepiniz öylesiniz.”

Barışların oturduğu masaya doğru birkaç adım atmışlardı ki tanıdık bir ses Gökhan’ı durdurdu.

“Gökhan!” diye seslendi onlara yaklaşan Kerem. “Merhaba.”

Onu karşısında gören Gökhan şaşkınlıkla arkadaşına baktı. “Kerem?” dedi kaşlarını kaldırarak. “Ne yapıyorsun burada? Geleceğini söylememiştin.”

“Sana sürpriz yapmak istedim,” dedi Kerem gülümseyerek. Onun yanındaki üçlüye döndü. “Merhaba, siz de hoş geldiniz.”

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Buğra, Harun, Neslişah ve Kerem.”

“Memnun oldum,” dedi Kerem. Hepsiyle tek tek tokalaştı.

“Gökhan senden birkaç kez bahsetmişti,” dedi Harun. “Gitar çalan ve sanatla ilgili bir bölüm okuyan Kerem’sin değil mi?”

“Ta kendisi.”

“Bir grup arkadaşım da ön masada,” dedi Gökhan onları işaret ederek. “Sen de bize katıl lütfen.”

Barışların oturduğu masaya gidene kadar ikili birbirinin hâlini hatırını sordu. Masalarına yaklaşan kalabalığı gören masadakilerse ayaklandı.

“Hoş geldiniz,” dediler.

“Hoş bulduk,” diye karşılık verdi diğer grup.

“Uzun bir tanıştırma merasimi olacak ama başlayayım,” dedi Gökhan. İsmini söylediklerini eliyle göstererek saymaya başladı: “Barış, Elçin, Sarp, Kuzey; Kerem, Harun, Neslişah, Buğra.”

“Seni görmüştüm,” dedi Barış, Kerem’e bakarak. “Alper’in arkadaşısın değil mi? Gitarist olan. Bir kere onunla gitar çaldığını görmüştüm.”

“Evet,” dedi Kerem şaşırarak. “Sen Alper’i nereden tanıyorsun?”

“Okuldan.”

“Sen de mi İstanbul Üniversitesindesin?”

“Evet, oradan mezun oldum. Bilgisayar Mühendisliği mezunuyum, sen ne okuyorsun ya da okudun?”

“Sanat Tarihi okuyorum ben de, son senem.”

“Sarp ve Kuzey de bizim okuldan,” diye ekledi Gökhan. “Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden.”

“Ne güzel. Tanıştığıma memnun oldum.”

“Biz de öyle,” dedi Barış. Gökhan’a döndü. “Gel sana şöyle bir sarılayım doğum günü çocuğu. Mutlu yıllar Gök!”

Gökhan onunla, Sarp, Kuzey ve Elçin’le sarılıp doğum günü dilekleri için onlara teşekkür etti. Sonrasında kalabalık grup masaya oturdu. Masanın başına oturan Gökhan hemen sağ tarafına Kerem’i oturttu. Gökhan sahneye çıkana kadar Kerem de onun yanında oturup diğerlerini tanıyabilir, ortama ayak uydurabilirdi. Gökhan onun yalnız hissetmesini istemiyordu.

“Bu kadar kalabalık olmanızı beklemiyorduk,” dedi Kuzey. “Ama söz konusu Gökhan olunca bu kalabalığı tahmin etmemiz gerekirdi.”

“Bu kalabalık bana da sürpriz oldu,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bugün beni yalnız bırakmadığınız için hepinize teşekkür ederim. Varlığınıza minnettarım.”

“Bu özel günde elbette yanında olacağız,” diye cevap verdi Kerem. “Neler yaptınız? Günün nasıl geçti?”

Gökhan ona olanlardan kısaca bahsettiğinde Kerem yanında oturan üçlüye kısa bir bakış attı. Gökhan’ın bir kez onlardan bahsettiğini hatırlıyordu fakat evine gidip sürpriz bir doğum günü kutlaması yapacak kadar yakın olduklarını bilmiyordu.

“Sen ne yaptın?” diye sordu Gökhan. “Gelmekle ne iyi ettin, seni burada gördüğüme çok sevindim.”

“Günüm buraya gelmeden önceki hazırlıklarla geçti,” dedi Kerem. “Sana yapacağım sürprize iyi hazırlandım. Kafeye gelmeye yaz başından beri niyetim vardı zaten biliyorsun, bugün de bir taşla iki kuş vurmuş oldum.”

“Çok iyi yaptın, ayaklarına sağlık.” Diğer arkadaşlarına döndü. “Siz neler yapıyorsunuz? Kuzey Bey sizi aramızda görmek bir şereftir.”

Geçen günlerde Gökhan, Barış ve Sarp’la birlikteyken Kuzey aralarında değildi. O dönem genç adamın bir akrabası evlendiği için Kuzey de düğün hazırlıklarıyla meşguldü.

“O şeref bana ait efendim,” dedi Kuzey başını hafifçe eğerek. “Ne yapalım biz de? Toplanıp hep beraber buraya, yanına geldik. Kerem’in de dediği gibi biz de bir süredir kafeye gelip seni izlemek istiyorduk, bugün güzel denk geldi.”

Kuzey Kerem’e gülümsediğinde Kerem de aynı şekilde karşılık verdi.

“Söylemeden geçemeyeceğim,” dedi Elçin. “Çok hoş olmuşsun. Seni gömlekle nadiren görüyoruz ama daha sık giymelisin, yakışıyor.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Doğum günüm olunca biraz süslenmek istedim. Ben de söylemeden geçemeyeceğim ki sen de çok hoş görünüyorsun.”

Elçin üstüne fuşya bir elbise giyip kumral saçlarına da maşa yaparak doğal görünümlü bukleler elde etmişti. Kahverengi tonlardaki göz makyajı güzel ela gözlerini ortaya çıkarırken dudaklarında da nude tonlarında sade bir ruj vardı.

“Bugün için hazırlandım ben de,” dedi genç kadın. “Ve teşekkür ederim.”

Barış onun beline kolunu sarıp kız arkadaşının saçlarına bir öpücük kondurdu. Bu hareketiyle onların sevgili olup olmadığını anlamaya çalışan Kerem, Buğra, Neslişah ve Harun’a da aradıkları cevabı vermiş oldu.

Bir masaya siparişlerini teslim eden Doğuş, Gökhan’ı gördüğünde mutfağa geri dönmek yerine onların oturduğu masaya ilerledi.

“Hoş geldin Gökhan,” dedi onun omzuna dokunup.

Gökhan başını çevirip arkasına dönerken, “Hoş buldum,” dedi. Onunla göz göze geldi. “Nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“İyiyim ben de.”

“Siz de hoş geldiniz,” dedi Doğuş, Gökhan’la beraber gelen üçlüye. Kerem’le göz göze geldiğinde kaşlarını kaldırdı. “Senin beklediğini söylediğin arkadaşın Gökhan mıydı?”

“Evet,” diye onayladı Kerem.

“Söyleseydin ya. Barışlar Gökhan’la beraber bir grubun daha geleceğini söylediği için iki masayı birleştirip yer ayırmıştık.”

“Onlarla şimdi tanıştık, ondan.”

“Peki o zaman,” diyen Doğuş masanın geneline şöyle bir baktı. “Ben size menü getireyim.”

Barış’la göz göze geldiklerinde Barış başını bir kez salladı. Doğuş gülümseyerek mutfak tarafına gitti.

“Sarp sen nasılsın?” dedi Gökhan. “Sesin sedan çıkmadı.”

“Çok kalabalık olunca konuşmak için sıranın bana gelmesini bekledim,” dedi Sarp. “İyiyim, yuvarlanıp gidiyorum öyle.”

“İyi görünüyorsun gerçekten, keyfinin yerinde olduğu belli. Hayırdır?”

“Lale ile barıştığımızdan beri aramız çok iyi, ondandır.”

“Barıştınız mı?” dedi Gökhan şaşırarak. “Çok sevindim.”

“Evet, geçen hafta aradı. Buluşup konuştuk, tüm sorunlarımızı çözüp aramızı düzelttik.”

“Gözün aydın, çok sevindim.”

“Eyvallah kardeşim, çok sağ ol.”

Gökhan, Sarp’ın Lale’yi ne kadar sevdiğini biliyordu, Lale’nin de aynı şekilde Sarp’ı sevdiğini biliyordu fakat önceki meselede olduğu gibi araya üçüncü kişiler girdiğinde yanlış anlaşılmalar yaşanabilmesinin ne kadar kolay olduğunun da farkındaydı. Sarp ve Lale’nin iki yetişkin olarak konuşup anlaşmasına ve aralarını düzeltmesine çok sevindi.

“Siz neler yapıyorsunuz?” diye sordu Barış. Muhatabı Neslişah, Buğra ve Harun’du. “Bizim üniversiteden misiniz siz de?”

“Hayır,” dedi Buğra. “Medeniyet Üniversitesinde okuyoruz biz. Nesli ile beraber genelde Kadıköy’de takılıyoruz, Gökhan’la da bu civarda bir kafede tanışmıştık iki sene önce.”

“Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde son senemiz,” diye ekledi Neslişah.

“Ben de aynı üniversitede Uluslararası İlişkiler okuyorum,” dedi Harun. “Gökhan’la bir müzik etkinliğinde tanışmıştık. Sonra Gökhan bana aynı üniversiteden iki arkadaşı olduğundan bahsedip beni Buğra ve Neslişah’la tanıştırdı.”

“Siz aynı üniversitede denk gelip tanışmadınız ama Gökhan sizi tanıştırdı demek,” dedi Kuzey. “Hiç şaşırmadım. Tam da ondan beklenen bir hareket.”

Masadakiler gülüştü.

“Ne diyebilirim ki?” dedi Gökhan ellerini iki yana açarak. “Çevresi geniş biriyim.”

“Müzik etkinliğinde tanıştığınızı söylediniz,” dedi Sarp, Harun’a bakarak. “Sen de mi müzikle uğraşıyorsun yoksa sadece dinleyici misin?”

“Çello çalıyorum,” diye yanıt verdi Harun.

“Ne güzel. Ne zamandır?”

“Dört yıl oldu.”

“Epeydir çalıyormuşsun.”

“Yani, biraz oldu ama söz konusu yaylı çalgılar olunca müzisyenin alacağı yol çok uzun.”

“Çalması zor bir çalgı,” diye araya girdi Kuzey. “Çello sesini çok severim, dinlemesi büyük keyif ve huzur veriyor. Çalmaya nasıl karar verdin?”

“Ortaokuldayken klasik müzikle tanıştım,” diye anlatmaya başladı Harun. “Bilgisayardan açıp saatler boyunca dinlerdim. Lisenin ilk senesi bir orkestranın geldiğini öğrendim, birkaç gün boyunca anneme dil döktükten sonra beni götürmeyi kabul etti ve beraber izlemeye gittik.” Avuçlarını yanaklarına yaslayan genç adam ağzını açtı. “Tüm gösteriyi bu şekilde izledim. Birkaç tane çellist vardı, büyülenmiş şekilde onları seyrettim. Çelloların güzelliği aklımı başımdan almıştı. Daha dönüş yolunda anneme bana çello alması için yalvarmaya başladım fakat annem okulumu öne sürerek almayacaklarını, önceliğimin derslerime çalışmak olduğunu söyledi. Tabii babam da kabul etmedi. İki sene bu aşkı tabiri caizse kalbime gömdüm, 11. sınıfa giderken yeniden alevlendi ve dedim ki: ‘Onlar bana almıyorsa kendim çalışıp alırım.’ Yaz tatilinde alt mahalledeki benzin istasyonuna girip oto yıkama kısmında arabaları temizlemeye başladım. Ailemin hiçbir şeyden haberi yoktu. Çocuk aklı işte, babam her zaman bizim mahalledeki oto yıkamaya gidiyor diye oraya gelmeyeceğini düşündüm, bizimkilerin haberi olmadan para kazanıp çello alacağımı düşünüyordum. Sonra işin altıncı gününde babam oraya geldi, ben arabayı tanıyıp saklandım ama usta, ‘Harun gel şu arabayı da temizle,’ diye seslenmez mi? Tıpış tıpış çıktım içeriden, babamla göz göze geldim, ona ‘Hoş geldiniz,’ dedim, başımla selam bile verdim. O an babamın gözlerinde Azrail’i gördüm ama kimseye hiçbir şey çaktırmadı tabii, arabasını temizlettirip bir de bahşiş verdi bana. Akşam eve giderken dizlerim titriyordu ama bir kaçış şansım yoktu, mecburen gittim eve.”

“Allah,” dedi Barış ikinci heceyi uzatarak. “Ne oldu?”

“Temizinden bir dayak yiyeceğimi düşünüp kendimi hazırlamıştım ama öyle olmadı. ‘Neden çalışıyorsun oğlum, paran mı yok? Biz sana bakamıyor muyuz?’ diye sordu. Normal biri inkâr eder, utanır, sıkılır değil mi? Ama ben dayağı yemeyince bana bir özgüven geldi. ‘Çello alacağım kendime, onun için çalışıyorum,’ dedim. ‘Hani sizin almadığınız çello!’”

“Bu sefer dayağı yedin değil mi?” dedi Sarp. “Benim peder olsa şimdiye dört kez dövmüştü.”

“Yok, dövmedi. ‘Çok mu istiyorsun çello çalmayı?’ diye sordu. ‘Çok istiyorum,’ dedim. Yüzüme uzunca baktı, sonra dedi ki: ‘Bir daha oraya ya da başka yere çalışmaya gittiğini görürsem senin ağzına bilmem ne yaparım!’ Odasına çekildi, annem de beni kendi odama postalayıp o akşam odadan çıkmamı yasakladı. Paramparça olan hayallerimle bir başıma kaldım. Babam bana öyle söyledikten sonra gidip çalışma imkânım yoktu, yiyorsa git çalış yani. Sıkar o biraz, nitekim sıktı da. İki gün evde ruh gibi dolaştım, yemek masasına oturuyorum ama iki lokma yiyip kalkıyorum; o da annem laf etmesin diye. Üçüncü gün babam eve geldiğinde beni çağırdı, odamdan çıkıp yanına gittiğimde bir de ne göreyim? Salonun ortasında kocaman bir çello var. Ağlayarak babamın boynuna sarıldım. O gün bugündür çalıyorum işte. Şimdi haftada bir akşam bizimkilere konser veriyorum, dinlemeyi çok seviyorlar.”

Harun sustuğunda onu pürdikkat dinleyen masadakilerin hepsinin yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı.

“Çok güzel bir anıymış,” dedi Kuzey. “Sormakla iyi etmişim.”

“Baban kral adammış,” dedi Sarp. “Sana o çelloyu alarak muhteşem bir karar verdiğini düşündüğüne eminim.”

“Evet,” diye onayladı Harun. “Babam böyle şeylerden çok hoşlanan biri değildi, müzik dinlemek, sanatla ilgilenmek falan hiç ilgisini çekmezdi. Onu da anlıyorum çünkü hayat mücadelesi verirken, karnını doyurup evini geçindirmeye çalışırken müzik gibi bir şey ona vakit kaybı gibi geliyordu. Benden sonra fikirleri değişti, şimdi o da klasik müzik dinliyor hatta arada beraber gösterilere gidiyoruz.”

“Ya çok tatlı,” dedi Elçin. “Seni desteklemesi çok değerli, bu konuda çok şanslısın.”

“Biliyorum ve bunun için minnettarım.”

Gökhan’ın ifadesine bir burukluk yayılırken genç adam bakışlarını bacaklarına indirdi. Ondaki bu değişimi hemen fark eden Kerem destek olurcasına onun dizine dokundu. Gökhan başını kaldırıp çaprazında oturan dostuna baktığında Kerem ona gülümsedi, Gökhan da düz bir çizgi hâlindeki dudaklarını yukarı kıvırdı. Kerem hiçbir şey söylemedi ama yüzündeki bu içten gülümsemeyle söyleyebileceklerinden daha fazlasını ifade etti. Yanındayım, dedi, buradayım. Bazı şeyler moralini bozacak, suratını astıracak ama ben sana iyi hissettireceğim, seni gülümseteceğim.

Mutfak kapısı açıldığında Doğuş içeriden çıktı. Elinde menüleri değil de mumları yanan bir doğum günü pastasını tutuyordu. Yanındaki diğer garsonun elinde de patlatılmak üzere bekleyen bir konfeti vardı. Kerem onları fark etti ama etmemiş gibi davranıp yeniden Gökhan’a baktı. Anlaşılan kafedekiler ona sürpriz hazırlamıştı ve bu sürprizi son anda bozmak istemedi.

Dilara isimli diğer garson konfetiyi patlattığında Gökhan oturduğu yerde sıçradı. Hepsi bir ağızdan doğum günü şarkısını söylemeye başladığında Gökhan neye uğradığını şaşırmış bir şekilde etrafına baktı. Doğuş elindeki pastayı Gökhan’ın önüne bıraktığında Gökhan ağzını açarak önce pastaya sonra Doğuş’a baktı.

“Sürpriz!” dedi Doğuş gülümseyerek. “Hadi bir dilek tutup mumları söndür.”

“Hepinizin bundan haberi var mıydı?” dedi Gökhan masadakilere bakarak.

“Doğuş’a senin arkadaşın olduğunu söyleyip sürpriz hazırlamak istediğimizi söylediğimizde Doğuş zaten pastayı ve kutlamayı hazırladıklarını söyledi,” dedi Barış. “Biz de onunla iş birliği yaptık.”

“Siz var ya!” dedi Gökhan işaret parmağını sallayarak. “Çok teşekkür ederim.”

“Mumlar eriyor bak,” dedi Elçin. “Dilek tutup üfle hadi.”

Gökhan ellerini dudaklarının üstünde birleştirip bir süre pastaya baktı ve gözlerini kapatıp dileğini diledi:

“Umarım şu an buradaki herkes hayatım boyunca yanımda kalır.”

2 ve 1 şeklindeki mumlar yan yana pastanın ortasına dikilirken çevresi de 6 mumla süslenmişti. Gökhan hepsini tek tek söndürdüğünde arkadaşları büyük bir gürültüyle onu alkışladı.

“Mutlu yıllar Gök!”

“Nice yaşlara!”

“İyi ki doğmuşsun.”

Gözleri dolan Gökhan birleştirdiği ellerini tekrar dudaklarına bastırarak arkadaşlarına baktı. “Çok teşekkür ederim,” dedi. “Her birinize çok ama çok teşekkür ederim.”

“Gel buraya,” deyip ona sarıldı Kerem. “Doğum günün kutlu olsun kardeşim. Hep beraber geçireceğimiz nice güzel yaşların olsun. Seni seviyorum.”

Gökhan kollarını sıkıp ona daha güçlü sarılırken arkadaşının kürek kemiğine de yavaşça vurdu. “Çok teşekkür ederim. Ben de seni seviyorum.”

Gökhan ayağa kalkıp Doğuş ve Dilara’ya da sarıldı. Onlar da genç adamın doğum gününü kutlayıp iyi dileklerde bulundular, Gökhan onlara da en içten teşekkürlerini iletti.

“Mutlu yıllar Gök,” dedi Barış. Elindeki kırmızı kutuyu Gökhan’a uzattı. “Çam sakızı çoban armağanı küçük bir hediye aldık.”

“Düşünmeniz yeterdi,” deyip kutuyu aldı Gökhan. “Teşekkür ederim.”

“Bak bakalım beğenecek misin?” dedi Elçin çenesiyle kutuyu işaret ederek.

Gökhan kutuyu açtığında bir piyano gördü. Hediyesini kutunun içinden çıkarıp masaya bıraktığında bunun bir müzik kutusu olduğunu anladı.

“Küçükken evinizde bir müzik kutusu olduğundan ve onu dinleyerek uyuduğundan bahsetmiştin,” dedi Sarp. “Kendi evinde de bir tanesine sahip olman güzel olur diye düşündük.”

“Siz beni ağlatmaya ant içmişsiniz,” dedi Gökhan dolu gözlerini silerek. “Bu çok anlamlı. Teşekkür ederim.”

Barış, Elçin, Sarp ve Kuzey’e tek tek sarılıp teşekkür etti.

“Odamda baş ucuma koyacağım,” dedi müzik kutusuna bakarak. “Bir de piyano şeklinde, üstünde de balerin var. Çok güzel.”

“Çaldığında o balerin dönüyor,” dedi Kuzey.

“Gerçekten mi?” diyen Gökhan müzik kutusunu çalıştırdığında balerin gerçekten de dönmeye başladı. Müziğin sesini duyan delikanlı çocukluğuna geri döndü. Çocukken de komodininin üzerinde bir müzik kutusu vardı, uyumak için onu çalıştırır ve sesiyle uykuya dalardı. “Şu an yeniden sekiz dokuz yaşlarındayım. Tekrardan çok teşekkür ederim, ona gözüm gibi bakacağım.”

“Bu hediyeden sonra benimki epey gölgede kalacak ama ben de şöyle vereyim,” deyip elindeki küçük paketi uzattı Kerem.

“Duymamış olayım,” diyen Gökhan ambalaja sarılan hediyeyi aldı. Parmaklarıyla paketi yokladı. “Yoksa tahmin ettiğim şey mi?”

“Aç bak bakalım.”

Gökhan paketi açtığında tahmin ettiği gibi bir albümle karşılaştı ama albümün kapağını görünce gözleri kocaman açıldı. “Hadi canım,” dedi Kerem’e bakarak. “Hâlâ satışı var mıymış bunun?”

“Bir sahaftan buldum. Söylediğine göre albümün çıktığı ilk zamanlardan kalmaymış, deposundan bulmuş.”

Kerem’in Gökhan’a aldığı albüm Duman’ın Eski Köprünün Altında adlı ilk albümüydü.

“Hadi be, tam bir antika desene. Çok teşekkür ederim, gel bir daha sarılayım.”

Yeniden sarıldılar.

“Bu kadar eski albümleri bulmak çok zor,” dedi Kuzey. “Şu başyapıta yakından bakabilir miyim?”

Diğerleri albümü incelerken Kerem Gökhan’a bir kutu uzattı. “Bu da Yağız’ın hediyesi,” dedi. “Sana ulaştırmam için benim evime kargoladı.”

“Yağız’ın mı?” dedi Gökhan şaşkına dönerek. Kutuyu alıp şöyle bir inceledi. “Siz ikiniz ne zaman arkamdan iş çevirmeye başladınız?”

“Niyet iyi olduktan sonra arkadan pekâlâ iş çevrilebilir bence.”

 “Çok fenasınız.”

“Öyleyiz. Bu arada Yağız kutuyu yalnızken açmanı istedi, nedenini açınca anlarmışsın.”

“İçindekine karşı ciddi şüphelerim doğdu şu an. Ne almış?”

“Hiçbir fikrim yok.”

“Peki, dediği gibi olsun. Arkada açarım sonra.”

Gökhan kutuyu masaya bırakırken yüzünde merak dolu bir ifade vardı. Kutunun içinde ne olduğunu deli gibi merak etmişti.

“Albüm efsane,” dedi Barış. “Çok da temiz görünüyor. Güle güle dinle kardeşim.”

“Koleksiyonumdaki eksik parçalardan biriydi bu albüm,” dedi Gökhan albümü geri alarak. “Kerem sayesinde koleksiyonuma ekledim. İlk fırsatta oynatıcıya takıp dinleyeceğim.”

Gökhan’ın küçük bir albüm koleksiyonu vardı. Yavuz Çetin, Teoman, Duman, mor ve ötesi, maNga, Athena, Pentagram, Seksendört, Pinhani gibi severek dinlediği isimlerin tüm albümleri olmasa da bazı albümleri elinde vardı. Çoğunu çocukluğunda satın alarak koleksiyonuna eklemiş, üniversiteye geçtikten sonra hem geçindirmesi gereken bir evi olduğundan hem de albümlere gelen müthiş zamlardan sonra albüm satın alamaz olmuştu. Duman’ın klasikleşmiş bu ilk albümü de artık koleksiyonunun nadide parçalarından biriydi.

“Gökhan,” dedi masaya gelen Zülfikar. “Merhaba.”

“Merhaba ağabey,” dedi Gökhan ona dönerek. “Nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“İyiyim ben de.”

“Sürprizimizi beğendin mi?”

“Beğenmez olur muyum? Çok teşekkür ederim.”

“Ne demek. Doğum günün kutlu olsun oğlum, sevdiklerinle kutlayacağın nice güzel yaşların olsun. Gel bir sarılayım sana.”

Gökhan, Zülfikar’a sarıldığında kendisini saran bu güçlü kollarda bir babanın şefkatini hissetti. Göktuğ Uygur duygularını belli eden bir adam olmasa da oğlu Gökhan’a sevgi ve şefkatle yaklaştığı pek çok an olmuştu; genç adam şu an Zülfikar’a sarılırken, o anları hatırlayarak buruk bir özlem duygusu hissetti.

“Teşekkür ederim ağabey,” dedi Gökhan ayrıldıklarında. “Eksik olma.”

“Küçük bir hediye de aldık,” dedi Zülfikar. Dilara’nın uzattığı karton çantayı Gökhan’a verdi. “Aç bakalım beğenecek misin?”

“Sağ ol ağabey, masraf etmenize gerek yoktu; düşünmeniz yeterdi.”

“Olur mu canım öyle şey? Bizden bir hatıra, çam sakızı çoban armağanı ufak bir hediye.”

Gökhan çantanın içindeki kutuyu çıkarıp kapağını açtığında güzel bir saatle karşılaştı. Siyah kayışlı saatin çevresi ve içindeki göstergeleri gümüş rengindeydi. Saatin tasarımı son derece sade ve şıktı.

“Çok güzelmiş,” dedi Gökhan, Zülfikar’a bakarak. “Tam benim tarzım.”

“Doğuş seçti,” dedi Zülfikar. “Seveceğini biliyordu.”

Gökhan Doğuş’a gülümseyerek baktı. “Teşekkür ederim.”

“Güle güle kullan,” dedi Doğuş. “Tak da kolunda görelim.”

Gökhan kutusundan çıkardığı saati koluna taktı. Kolunu gövdesinden uzaklaştırıp saati inceledi.

“Çok yakıştı,” dedi Kerem. “Güzel günlerde tak.”

“Arkadaşın haklı,” dedi Zülfikar. “Çok yakıştı. Yakışıklı bir delikanlıya ne yakışmaz zaten? Güle güle kullan oğlum.”

“Teşekkür ederim ağabey. Bu akşam da takacağım, sahne alırken bana eşlik etsin.”

Doğuş, Dilara ve Zülfikar, Gökhan’ın yoğun ısrarları üstüne biraz masada oturup pastadan yediler. Dışı sütlü çikolata kaplı pastanın içi kremalı ve meyveliydi, tadı son derece lezzetli ve Gökhan’ın sevdiği gibi hafifti.

“Pasta çok lezzetliydi,” dedi peçeteyle ağzını silen Gökhan. “Bunun için ayrıca teşekkür ederim.”

“Afiyet olsun,” dedi Zülfikar. “Sizlere de afiyet olsun gençler.”

“Teşekkür ederiz.”

Biraz sonra Doğuş’la Dilara işlerine dönerken Zülfikar da onların yanından ayrıldı.

“En iyisi ben de yavaştan sahneye çıkayım,” deyip ayaklandı Gökhan. “Yanınıza uğrarım. Akşamın tadını çıkarın.”

“Çıkaracağımızdan emin olabilirsin,” dedi Buğra. “Bol şans kardeşim.”

“Teşekkür ederim.”

Gökhan gitarıyla Yağız’ın kutusunu alarak masadan uzaklaştı. Gitarı sahneye bıraktıktan sonra mutfak kapısından geçip arka tarafa ilerledi. Koridorun sonunda çalışanların soyunma odası vardı, oraya girip kapıyı peşinden kapattı. Sandalyeye oturup kutunun kapağını açtı. Kutunun içinde birden fazla şey olduğunu görünce şaşırarak içindekileri teker teker çıkarmaya başladı. Kutunun en üstünde duran zarfı kaldırıp en son okumak için kenara kaldırdı. Zarfın altında siyah bir tişört vardı. Tişörtü omuz kısımlarından tutup açtığında üstünde beyaz bir elektro gitar baskısı olduğunu gördü, gitarın çevresinde de tıpkı kolundaki dövmede olduğu gibi nota portreleri yer alıyordu.

“Deli,” dedi kendi kendine. “Nereden buldu acaba bunu? Epey de güzelmiş.”

Tişörtü de masanın üzerine bıraktıktan sonra kutunun içindeki defteri çıkardı. Kapağında sol anahtarı olan mavi defterin sayfaları çizgisizdi ve yaklaşık seksen sayfaydı. Gökhan defterin ilk sayfasını açtığında Yağız’ın el yazısıyla yazılmış cümleyi gördü.

Musica est cibus pro anima.

 “Neler düşünmüş ya,” dedi gülümseyerek. Kutunun içindeki hediyeler bitmemişti. “Kaç tane hediye aldın be oğlum? Kim bilir ne kadar masraf etti deli?”

Babalar ve Oğullar isimli kitabı eline aldığında yüzündeki gülümseme kayboldu. Bu kitap ismi dolayısıyla Gökhan’ın ilgisini çekiyordu ama genç adam bu kitabı okumak için hiçbir zaman cesaretini toplayamamıştı. Baba kelimesi onun hayat öyküsündeki acı veren kelimelerden bir tanesiydi; bu kelime ona yaralı, yarım ve yalnız hissettiriyordu. Bu yüzden her ne kadar bunca senedir bu kitabı okumak istese de bu cesareti gösterememişti, şimdiyse Yağız ona bu kitabı hediye ederek onun gösteremediği cesareti göstermişti. Okuması onun için belki de zor olacaktı ama artık bu kitaba sahip olduğu için daha fazla okumadan kaçmayacağını, en nihayetinde bu romanı okuyacağını biliyordu.

Tüm hediyelere baktığını sanan Gökhan hediyeleri kutuya geri koyacaktı ki kutunun dibinde duran penayı görünce bundan vazgeçti. Beyaz renkli penanın üstünde siyah bir kuru kafa baskısı vardı. Kuru kafaları seven Gökhan bu penaya bayıldı. Penanın arkasını çevirdiğinde bu tarafında da Uygur yazdığını gördü. Genç adamın kaşları havaya kalkarken dudakları da aralandı.

Yağız bu penayı ona özel tasarlatmıştı.

“Bu akşam bana eşlik edecek yeni bir partnerim daha var,” dedi. Penayı gitar çalıyormuş gibi tuttu. “Kaliteli bir şeye benziyor. Penanın iyisinden de sen anlarsın değil mi?”

Pena hariç bütün hediyeleri kutuya geri koyup zarfa uzandı. Zarfın içindeki notu çıkardı ve okumaya başladı:

“Bilindiği gibi zaman bazen kuş olur uçar, bazen de solucan olur sürünür ama insanoğlunun kendini en iyi hissettiği an, zamanın hızlı mı yavaş mı geçtiğini fark etmediği andır.” diye bir cümle geçiyor Babalar ve Oğullar romanında. Seninle olan tüm anlarım tek bir cümlede özetlenmiş ve dilerim ki bundan sonraki hayatın da zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağın harika anlarla dolup taşar. Bu kitaba adından ötürü ne kadar ilgili olduğunu biliyordum ama onu almaya hep çekiniyordun, bence artık okuma zamanın geldi. Defter şarkılarını yazman, tişört dışarıda giyip insanlara, ‘Ya tişörtün çok güzelmiş, nereden aldın?’ dedirtmen, üstünde soyadının yazdığı pena da bir diğer dostun olan gitar çalarken sana eşlik etmesi için. Baştan sona sen kokan bu kutu benim çok içime sindi, umarım sen de beğenirsin. Doğum günün kutlu olsun kardeşim, beraber geçireceğimiz yeni yaşının neler getireceğini merakla bekliyorum ve en güzel şeyleri getirmesini diliyorum. İyi ki doğmuşsun, iyi ki varsın. Mutlu yıllar!

Son olarak annemin, babamın ve Yiğit’in de bu kutuyu hazırlamamda bana çok yardım ettiklerini ve en içten dilekleriyle doğum gününü kutladıklarını bilmeni isterim. Seni seviyor ve çok öpüyoruz.

Korkmaz Ailesi

Yaşlar Gökhan’ın yanağından aşağı düşmeye başladığında genç adam başını eğip  hıçkırdı. Normalde de duygusal olan genç adam gün boyunca yaşadığı güzel şeylerin, aldığı hediyelerin üstüne bir de bu not eklenince kendisini daha fazla tutamadı ve küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Bu gözyaşları mutluluk gözyaşlarıydı, sevildiğini ve özel olduğunu dibine kadar hisseden genç adamın sözlerinin bittiği ve hislerini gözyaşlarıyla anlatmaya başladığı andı.

Şu an arkadaşları onu ağlarken görse ona çok kızardı, onun mutluluktan bile olsa ağlamasını istemezdi; bunu bilmek Gökhan’ı daha çok ağlattı. Birilerinin duymaması için ses çıkarmamaya özen göstererek birkaç dakika boyunca ağladı. Gün içinde hissettiği yoğun duygulardan ötürü gözlerinin dolduğu ama ağlamamak için kendisini sıktığı anların acısını çıkardı.

“Gözlerim şişecek,” dedi elinin tersiyle gözlerini silerek. “Daha sahneye çıkacaksın oğlum, kendini toparla.”

Burnunu çekip yanaklarını da sildi. Birkaç derin nefes alıp boğazını da temizledikten sonra cebindeki telefonunu çıkardı ve Yağız’ı aradı.

“Yağız Korkmaz’ın kişisel cep telefonu,” diye açtı Yağız telefonu. “Buyurun?”

“Gökhan Uygur’un kişisel cep telefonundan arıyorum,” diye ona ayak uydurdu. “Sizin ne kadar muhteşem bir insan ve dost olduğunuzu söyleyip bugün beni ne kadar mutlu ettiğinizi haber vermek için aradım Yağız Bey.”

“Anlaşılan Kerem kutuyu sana ulaştırmış. Hediyelerini beğendin mi?”

“Beğenmek mi? Bayıldım daha doğru bir tabir olur. Hediyelerin hepsi çok değerli ve anlamlı hediyeler, çok ama çok teşekkür ederim. Uyandığımdan beri o kadar özel hissettiriliyorum ki duygu bombasına dönmüştüm, senin hediyenle beraber patladım ve birkaç dakika boyunca ağladım.”

“Sulu gözsün.”

“Hiç de bile, sadece duygusal biriyim ve siz de beni en ince noktalarımdan yakalıyorsunuz.”

“Yaparız öyle şeyler. Bu arada hediyeleri beğenmene çok sevindim, hepsini güle güle kullan. Anlat bakalım şimdi ne yapıyorsun, günün nasıl geçti?”

“Şimdi kafedeyim, kutuyu yalnız açmamı istediğin için soyunma odasına gelip burada açtım. Biraz sonra da sahneye çıkacağım. Günüm de muhteşem geçti.”

Gökhan ona kısaca gününü anlattı.

“Ne yazık ki ben orada değilim ama diğerlerinin seni yalnız bırakmamasına çok sevindim,” dedi Yağız. “Şimdi hepsi sen sahnedeyken seni izleyecek yani? Keşke ben de orada olsaydım.”

“Keşke,” deyip iç çekti Gökhan. “Neyse, sen döndüğünde de yine toplanırız.”

“Toplanalım. Peki Göksel kutladı mı?”

“Evet, öğlen tatlı bir mesajla kutladı.”

“Sen de buna çok sevindin?”

“Elbette sevindim. Özel günlerde hatırlanmak kimi sevindirmez ki?”

“Özellikle de flörtü tarafından. Haklısın tabii.”

“Flört mü?” dedi Gökhan yüksek sesle. “Flört müyüz?”

“Asker arkadaşı değilsiniz ya, tabii flörtsünüz.”

Gökhan güldü. “Doğru,” dedi biraz utanarak. “Flört ediyoruz.”

“Sen harbiden Leyla olmuşsun.”

“Şu an duygularım çok yoğun olduğundan beynim çalışmıyor, kusura bakma.”

“Alışkınım, sıkıntı yok. Neyse sen daha fazla oyalanmadan kalkıp sahneye çık, saat sekizi geçiyor.”

“Telefonu evdekilere verir misin?” diye sordu Gökhan. “Onlarla konuşup onlara da teşekkür etmek istiyorum.”

“Olur. Biraz bekleteceğim, odamdan çıkıp yanlarına gideyim.”

Gökhan Yağız’ın annesi Sibel, babası Atilla ve erkek kardeşi Yiğit’le de görüştü. Birbirlerinin hâlini hatırını sorup sohbet ettiler; aile üyeleri Gökhan’ın doğum gününü kutlayıp iyi dileklerde bulundu, Gökhan da hepsine teşekkür etti.

Gökhan telefonu kapattıktan sonra kısa bir ses açma ve parmak ısıtma egzersizi yaptı. Ardından kutuyu alarak soyunma odasından çıktı. Kafenin içine açılan kapıyı ittiğinde kalabalığın sesi kulaklarından içeri girdi. Etrafa şöyle bir baktığında hiç boş masa kalmadığını, bütün masaların dolduğunu fark etti. Gülümseyerek sahneye ilerledi. Kutuyu yere bıraktıktan sonra gitarını kılıfından çıkarıp yüksek bar taburesine oturdu ve gitarını kucağına aldı.

“Assolist sahnede!” diye seslendi Buğra. “Alkışlar Gökhan Uygur’a.”

Masadakiler onu alkışlamaya ve ıslık çalmaya başladığında Gökhan onlara gülerek baktı. “İki dakika ciddi olun be oğlum,” dedi. “Daha performansa başlamadan utandırmayın.”

Mikrofona dönüp, “Herkese iyi akşamlar,” dedi. “Hoş geldiniz, umarım herkes için keyifli bir cumartesi akşamı olur. Bu akşamın ilk şarkısını varlıklarıyla bana en büyük doğum günü hediyesi olan dostlarıma ithaf ediyorum çünkü onlar sayesinde bu akşam ‘Daha Mutlu Olamam’.”

Arkadaşlarının oturduğu masadan tekrardan coşkulu sesler yükselirken Gökhan akşamın ilk şarkısına girdi:

“Güne kahveyle başladım / Ağzım kuru, zihnim açık.”

Grubun bu meşhur şarkısını bilen arkadaşları şarkı boyunca ona eşlik etti. Seyircilerinin kendisine eşlik etmesinden çok hoşlanan genç müzisyen de şarkıyı daha keyifle ve coşkuyla söyledi. Bu ambiyansı seviyordu.

İlk şarkısını bitirdiğinde arkadaşları onu alkışladı, bu esnada Doğuş bir şişe suyla buzlu kahveyi Gökhan’ın ayak ucuna bıraktı.

“Müesseseden,” deyip göz kırptı. “Afiyet olsun.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bunlara ihtiyacım vardı.”

Gökhan sudan bir yudum aldıktan sonra ikinci şarkısı olan Paramparça’yı çalmaya başladı. Bu şarkıda da arkadaşları ona hep bir ağızdan eşlik ettiler. Söz konusu doğum günleri olunca bu şarkı biçilmiş kaftandı. Şarkının hareketli ritmi insanı eğlendirirken düşündüren sözleri de insana tuhaf bir hüzün hissettiriyor, hayatını sorgulamasına neden oluyordu.

Paramparça’ya yalnızca arkadaşları eşlik etmedi, diğer müşterilerin birçoğu da bu şarkıyı söyledi. Kendisine eşlik eden bu kadar insanı görmek genç müzisyeni hem duygulandırdı hem de inanılmaz mutlu yaptı.

Bugün doğum günüydü ve tam şu an, yapmak için dünyaya geldiği şeyi yaptığını biliyordu.

Gökhan 22.30’a kadar sahne aldı, ona eşlik eden müşterilerle birlikte şarkılar söyledi; kısa molalarında arkadaşlarının yanına gitti, onlarla sohbet etti. Uzun zamandır kafede bu kadar güzel zaman geçirmeyen genç müzisyenin tüm akşam boyunca keyfi çok yerindeydi.

Gökhan kapanışı en sevdiği müzisyenin imzasını taşıyan en sevdiği şarkıyla yaptı: Oyuncak Dünya. Arkadaşları bu şarkının onda ne kadar özel bir yere sahip olduğunu bildiği için ona eşlik etmek yerine bu muhteşem performansı izlemeyi tercih etti, seyircilerden de eşlik eden olmadı. Gökhan her dinlediğinde ve çaldığında başka hiçbir şarkının hissettiremediği yoğun duyguları hissettiren bu başyapıtı her zamanki gibi kusursuz bir şekilde çalarak akşamı kapattı.

Kafenin içini dolduran alkış ve ıslık sesleriyle bulunduğu ana geri döndü. Onu alkışlayan bu kalabalığa gülümseyerek baktı, insanların yüzündeki memnun ifadeleri inceledi.

“Teşekkür ederim,” dedi başını saygıyla eğerek. “Bu akşamlık benden bu kadar. Hepinize iyi akşamlar dilerim.”

Gitarını yan tarafa koyduğu esnada Barış masadan kalkıp onun yanına ilerledi.

“Gökhan fırtınası ortalığı yine kasıp kavurdu,” dedi Barış. “Sahneyi toplamanda yardım edeyim.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan onun omzuna vurarak. “Bu akşam sizinle çok daha keyifli bir hâle geldi.”

“O keyif bize ait.”

İkili el birliğiyle sahneyi toparladı. Gökhan kılıfına koyduğu gitarı ve Yağız’ın hediyesi olan kutuyla beraber masaya geri döndü.

“Yüreğine sağlık,” dedi Kerem. “Muhteşem bir akşamdı.”

Diğerlerinden de benzer yorumlar gelince Gökhan hepsine teşekkür etti. Arkadaşlarının da keyifli vakit geçirmesine sevinmişti.

“Bol bol fotoğrafını ve videonu çektik,” dedi Elçin. “Bugünden epey anı kalacak.”

“Bana da atın,” dedi Gökhan. “Hepsini tek tek izleyeceğim.”

“Atarız tabii.”

“Yağız ne almış?” diye sordu Harun.

“Bir sürü şey almış deli,” dedi Gökhan. “Kutudan çıkarıp bakabilirsiniz. Zarfın içindeki not hariç hepsini inceleyebilirsiniz.”

Meraklı kalabalık Yağız’ın hediyelerine bakarken Gökhan da sosyal medya hesabına girip arkadaşlarının paylaştığı hikayelere baktı. Barış, Sarp ve Kuzey grubun topluca çekildiği fotoğrafı paylaşmıştı, Buğra ve Neslişah da Caddebostan’da çekildikleri fotoğrafa ek olarak Gökhan’ın videolarını paylaşmıştı. Gökhan da masada topluca çekildikleri fotoğrafı paylaşmaya karar verdi. Fotoğrafı hikayesine ekledikten sonra altına, “Varlığınıza minnettarım.” yazıp yanına mavi kalp ekledi ve arkadaşlarının hepsini tek tek etiketledi.

“Tişörte bayıldım,” dedi Neslişah. “Aşırı havalı.”

“Gerçekten çok güzelmiş,” dedi Elçin. “Tasarımı dövmene benziyor, çok anlamlı.”

“Pena hepsini tokatlar,” dedi Barış elindeki penayı incelerken. “Çok özendim, ben de soyadımın yazdığı bir pena tasarlattıracağım.”

“Bak sen,” dedi Elçin ona dönüp. “Tasarlatalım bebeğim. İstediğin pena olsun.”

“Hepinizin hediyesi birbirinden güzel ve anlamlı,” dedi Gökhan. “Hepinize tekrar tekrar teşekkür ederim. Bu gece eve ellerim kalabalık döneceğim.”

“Hepsini güzel günlerde kullan Gök,” dedi Neslişah.

Masadan kalkan grup hesabı ödedikten sonra kafeden ayrıldı. Akşamlık ücretini alan Gökhan grubun arkasından yürürken zarfın içine baktı. Zarfta fazladan 90 lira vardı. Müşterilerin verdiği bahşişler olmalıydı. Çok bir miktar değildi ama hiç yoktan iyiydi.

“Birer bira içer miyiz?” dedi Barış dışarı çıktıklarında. “Ne dersiniz?”

“Barlar şimdi tıklım tıklımdır,” dedi Gökhan. “Moda’ya mı insek?”

“Güzel fikir aslında,” dedi Kuzey. “Sahilde birer bira içip evlere dağılırız.”

Hepsi bu fikri beğenince Moda’ya inmeye karar verdiler.

“Benim arabama altı kişi sığabilir,” dedi Buğra. “Kalanlar da Martı’yla gelebilir.”

“Elçin sen arabaya bin,” dedi Barış. “Kerem de binsin, biz de Martı’yla geliriz; uygulaması var zaten.”

Buğra, Gökhan, Neslişah, Harun, Kerem ve Elçin arabaya binerken diğerleri de Martı’ya binip peş peşe Moda Sahili’ne indiler. Yolda biraları alan grup sahilde boş buldukları bir alana oturdular. Etraf cumartesi akşamlarında olduğu gibi tıklım tıklımdı.

“İğne atsan yere düşmez,” dedi Harun. “Bu kadar kalabalık da insanı boğuyor.”

“Kimi boğmaz ki zaten?” dedi Gökhan. “Kadıköy’de sıradan bir akşam.”

“Boş verin kalabalığı da Kadıköy’ü de,” dedi Barış. Şişesini havaya kaldırdı. “Gökhan’ın yirmi birinci yaşının şerefine!”

Şişelerini ortada birleştirip tokuşturan grup üyeleri soğuk biralarından birer yudum içtiler.

“Burada da fotoğraf çekelim,” dedi Gökhan. “Hatıra kalsın.”

“Şu çocuktan rica edeyim,” diyen Barış yan tarafta oturan delikanlıya fotoğraflarını çekip çekemeyeceğini sorduğunda delikanlı çekebileceğini söyledi.

“Şöyle vereyim,” deyip telefonunu uzattı Gökhan.

Grup poz verince delikanlı onların fotoğrafını çekti.

“Çok teşekkür ederiz,” dedi Gökhan. “Eyvallah.”

“Rica ederim,” diyen delikanlı telefonu sahibine geri verdi.

“Nasıl çıktık?” deyip Gökhan’ı dürttü Neslişah. “Göster bakalım.”

Gökhan fotoğrafı açıp arkadaşlarına gösterdi. Gülümseyerek poz veren grup üyelerinin hepsi iyi çıkmıştı.

“Kimse ifşalanmamış,” dedi Elçin. “Büyük başarı. Herkesi tebrik ederim.”

Gülüştüler.

“Kerem ve Harun,” diye seslendi Barış. “Numaralarınızı verir misiniz? İkiniz de müzisyensiniz, belki buluşup bir şeyler çalarız. Bizim çok fazla müzisyen tanıdığımız var; bir araya gelip çalıyoruz, söylüyoruz, fikir alışverişinde bulunuyoruz, sohbet muhabbet ediyoruz. Siz de katılmak ister misiniz? Bir sürü gitarist tanıyoruz, birkaç çellist arkadaşımız da var.”

“Olabilir,” dedi Harun. “En azından bir kez gelip ortamı görürüz, diğerleriyle tanışırız.”

“Aynen, olur,” diye ona katıldı Kerem. “Ortam hoşumuza gitmese de en azından gelip görmüş oluruz.”

“Aynen, bir şans verirsiniz,” dedi Barış. Telefonunu çıkardı. “O zaman numaralarınızı alayım. Bir sonraki buluşmaya çağırırım, gelip ortamı görürsünüz.”

Harun ve Kerem numaralarını söyleyince Barış onları rehberine kaydetti.

“Arkadaşlarımın kaynaştığını görmek çok güzel,” diye bir yorumda bulundu Gökhan. “Umarım çok keyifli vakit geçirirsiniz.”

Gökhan şişesini Barış, Kerem ve Harun’un şişesiyle tokuşturduğunda dördü de içkilerinden birer yudum daha içtiler. Gökhan arkadaşları müzisyen olduğu için onların yakınlaşabileceğini düşünmüştü, ortak ilgi alanları insanları yakınlaştıran önemli bir etkendi ve bunun gerçekleştiğini görmek genç adamı sevindirdi. Barış onlara böyle bir şeyi teklif ettiğine göre ikiliden iyi bir enerji almış olmalıydı, Harun ve Kerem de kabul ettiğine göre Barış ve diğerlerinden hoşlanmıştı.

“Sen neler yapıyorsun?” diye sordu Kuzey. “Müzik alanında yani.”

“Tam zamanlı çalışmaktan pek fırsat bulamasam da kendi projelerimle ilgileniyorum,” diye cevap verdi Gökhan. “Yazıyorum, besteliyorum, çalıyorum; öyle.”

“Üstünde çalıştığın projeleri bize dinletmemeye kararlısın,” dedi Sarp bu duruma alındığını belli eden bir ses tonu ve yüz ifadesiyle. “Gizli gizli çalışıyorsun.”

“İşlerim konusunda fazla ketum olduğumu kabul ediyorum. Henüz içime sinen tam bir şarkı yok elimde, bir gün olduğunda dinletirim elbette. Bu konuda aceleci davranmıyorum, en iyisini yapmaya odaklıyım ve yaptığıma inandığımda haberiniz olur zaten.”

“Sanat dallarının teknikleri var fakat sanatı sanat yapan şey teknik anlamda kusursuz olması değil de karşıdaki kişiye bir şeyler hissettirebilmesi, o kişinin o sanat eserinde kendinden bir şeyler bulabilmesidir bence. Duygularıyla hareket eden biri olarak eminim ki sen de eserlerine kendi duygularını yansıtıyorsun ve insanlar eserlerini dinlediğinde onlar da kendilerinden birer parça bulacaklar, eserinle bağ kuracaklar. Kendini mükemmel olmaya şartlandırma Gök, içten olmaya şartlandır. Naçizane bir tavsiye.”

“Ne güzel konuştun,” dedi Gökhan onun omzuna dokunarak. “İçtenliğimi eserlerimde de koruyorum fakat mükemmeliyetçi kişiliğim de çok baskın, ikisinin arasındaki dengeyi korumaya ve hiçbirinde dozu kaçırmamaya çalışıyorum.”

“Gök’ün muhteşem işler yaptığından eminim,” dedi Neslişah. “Beklentim çok yüksek ve senin bu beklentiyi karşılayacağını da biliyorum.”

“İnancın çok değerli Nesli, teşekkür ederim. Umarım ortaya çıkacak eserlerden sen ve diğer herkes hoşlanır.”

“Elbette hoşlanırız,” dedi Kuzey. “Gitarı sanki sen yaratmışsın gibi çalarken senin imzanı taşıyan parçaları sevmememiz mümkün olamaz.”

Gökhan bu ani iltifat karşısında utanırken Sarp, “İyi dedin,” dedi. “Adam yirmi bir yaşında gitar virtüözü olma yolunda emin adımlarla yürümüyormuş gibi hâlâ daha iyi olma çabasında. Hayırdır kardeşim gitarın tanrısı mı olacaksın? Jimmy Page, Jimi Hendrix, Eric Clapton falan mı olmak istiyorsun?”

“Kim istemez ki?” dedi Gökhan. “İsminin en büyük gitaristler arasında sayılması bütün gitaristlerin hayalidir. Ben de çok iyi bir gitarist ve müzisyen olarak anılmak isterim elbette.”

“Gök haklı,” dedi Barış. “Bir diğer gitarist olarak ben de isterim mesela. Aceleci davranmamanı da anlıyorum ve bu konuda hak veriyorum, yaşın çok genç ve bir şeyler için acele etmene gerek yok.”

“Kesinlikle böyle düşünüyorum.”

İki arkadaş birbirine gülümsedi.

Sohbet ederek içkilerini içen gençler içkileri bittikten sonra kalktı. Saat gece yarısına yaklaşıyordu, vakit çok geçti ve artık evlerine dönme zamanı gelmişti.

Sahilden yola çıkan grup Buğra’nın arabasının önünde toplandı.

“Ben Kozyatağı’na gideceğim,” dedi Buğra. “O taraflara giden varsa bırakabilirim.”

“Siz de gelsenize,” dedi Gökhan, Barış ve Elçin’e. “Buğra sizi Suadiye’ye bırakır.”

“Rahatsızlık vermeyelim,” dedi Barış. “Otobüsle geçeriz.”

“Ne rahatsızlığı? Olur mu öyle şey?” dedi Buğra. “Yolumun üzerinde, sizi de bırakırım. Rica ediyorum.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Elçin.

Kuzey ve Sarp, Avrupa Yakası’nda oturuyordu, raylı sistemi kullanarak karşıya geçeceklerdi; Neslişah Üsküdar’a, Kerem Maltepe’ye, Harun da Ataşehir’e gitmek için başka ulaşım araçlarını kullanacaktı.

Grup üyeleri Buğra’nın arabasının önünde vedalaştılar. Gökhan tüm arkadaşlarına sarılıp bugün için tekrardan teşekkür etti.

Şoför koltuğunda Buğra’nın, ön koltukta Gökhan’ın ve arka koltukta Elçin’le Barış’ın oturduğu araba doğuya doğru hareket ederken diğerleri de binecekleri toplu taşıma araçlarına doğru yürümeye başlamıştı. Buğra bir süre dikiz aynasından yan yana yürüyen Neslişah’la Harun’a baktı. Harun, Neslişah’a bineceği araca kadar eşlik edeceği için genç adamın içi rahattı. Vakit geç olmuştu.

“Böyle güzel bir günün ardından yarın erkenden kalkıp işe gidecek olmam berbat,” dedi Gökhan camdan dışarı bakarken. “Ama her güzel şeyin bir sonu vardır.”

“Eve gidince yat hemen,” diye cevap verdi Buğra. “İyice dinlen yoksa yarın işte canın çıkar. İş çıkışı özel dersin var bir de değil mi?”

“Bir de o var,” deyip iç çekti Gökhan. “Neyse ki Aras’ı ve ailesini seviyorum, Aras da bana bir sürprizi olduğunu söylediğinden beri meraklıyım.”

“Kaç yaşındaydı?” diye sordu Elçin.

“On üç. Daha ufak.”

“O yaşlardaki erkek çocukları çok fena oluyor.”

“Evet ama Aras öyle bir çocuk değil, olsaydı ben de dayanamazdım. Çok akıllı bir çocuk, tek çocuk olmasına rağmen hiç şımarık değil. Ailenin önemi işte.”

“Kesinlikle. Bizim millette çocuğu şımartmak marifet sayılıyor, özellikle erkek çocukları paşam da paşam diye yetiştiriliyor. Tüm aileler böyle değil elbette ama büyük bir kesim böyle.”

“Oğlan çocuğunu kutsal sayan Orta Doğu zihniyeti işte,” dedi Barış. “Bunun pipisi var, çok kutsal, seçilmiş kişi.”

Arabadakiler gülüştü.

“Ay sus sus,” dedi Elçin. “Bunun şaka yoluyla söylenmesine bile katlanamıyorum. Aklıma direkt ciddi ciddi bunu söyleyenler geliyor, ‘Onlar erkek ama sen kızsın, sen öyle yapamazsın, yapmamalısın,’ diyenler geliyor. Bu yüzden amcamla kavga etmiştim. Kaç sene oldu hâlâ benimle konuşmuyor. Konuşmayacağını bilseydim daha önceden kavga ederdim.”

Erkeklerden kahkaha sesleri yükseldi.

“Kraliçe,” dedi Gökhan arkasını dönüp ona bakarak. “Çok iyi yapmışsın. Böylelerini hiç sineye çekmeyeceksin, cevabını vereceksin.”

“Ne sineye çekeceğim yahu? Gelip benim evimde bana cinsiyet ayrımcılığı yapamaz, haddini bildiririm.”

“Yürü be!” dedi Buğra. “Cidden çok iyi yapmışsın.”

“Canım sevgilim,” deyip onun yanağını öptü Barış. “Daha avukat olmadan yargı dağıtıyor, siz bir de mezun olunca görün.”

“O zaman beni tutabilene aşk olsun,” dedi Elçin. “Bu çeneyle alt edemeyeceğim insan olmaz.”

“Ona ne şüphe.”

Buğra araca bağladığı telefonundan Yavuz Çetin’in Birkaç Saat şarkısını açınca şarkının hareketli müziği aracın içini doldurdu.

“Seversin,” dedi Gökhan’a bakarak. “Biraz üstadı dinleyelim.”

“Bayılırım,” dedi Gökhan sesi biraz artırıp. “Doğum günüme muhteşem bir şekilde veda edeyim.”

Gökhan, Çetin’e eşlik ederken bir yandan da sosyal medya hesabına girdi. Yağız masada çekildikleri fotoğrafın olduğu hikayeye cevap vermişti:

İçinde ben olsaydım çok daha güzel bir fotoğraf olurmuş ama böyle de güzel

Gökhan ona cevap yazdı.

Kıskanma canım, sonbaharda geldiğinde seninle de çekiliriz

Mesajı gönderdikten sonra hikayesini açtı. Arkadaşlarından hikayeyi beğenenler olmuştu. Beğenen isimlere bakarken aralarında Göksel’in de olduğunu gördü. Gülerek başını kaldırdı.

“Şu kız,” diye düşündü. “Hikayeni beğenmesine bile sevinmezsin Gökhan. Yağız’ın dediği gibi Leyla mı oldum yoksa? Olduysam da oldum! Çok hoşuma gidiyor.”

“Neye gülüyorsun?” diye sordu Buğra ona yandan bakarak.

Gökhan aptal gibi sırıttığını fark edince utanarak normal hâline döndü. “Yağız hikayeme ‘içinde ben olsaydım çok daha güzel bir fotoğraf olurmuş ama böyle de güzel’ yazmış da ona güldüm,” dedi.

“Kıskanmış,” dedi Elçin. “Yazık ya, Balıkesir’de diye bugün aramızda yoktu. O geldiğinde de görüşelim, aynı ekibi toplayalım.”

“O da öyle söyledi. Toplanırız yine, ne dersin Buğra?”

“Muhteşem olur, derim,” diye karşılık verdi Buğra. “Bu akşam bizim için de çok keyifliydi.”

“Bizim için de,” dedi Barış.

Dönüş yolu boyunca arabanın içinden Yavuz Çetin’le Gökhan ve Barış’ın sesi yükseldi. Trafik yüzünden yol tıkalı olsa da Çetin ve yarattığı atmosfer sayesinde hiçbiri sıkılmadı, aksine oldukça eğlendi. Tıkalı yolda ilerlemeye çalışan aracın içi Gökhan ve Barış’ın güzel sesleriyle bir konser alanına dönüştü.

“Bu adam nasıl 30 yaşında intihar eder?” diye serzenişte bulundu Gökhan. “Ülkenin gördüğü en büyük gitaristti, muhteşem bir söz yazarı ve şarkıcıydı; 80 yaşına kadar yaşayıp onlarca şahesere imza atması gerekiyordu.”

“Çok haklısın,” diye ona arka çıktı Barış. “Müzik dünyası için çok ama çok erken bir kayıp. Sadece iki albümle efsane olmayı başardı, biraz daha uzun yaşasaydı nasıl başarılara imza atacaktı kim bilir?”

“Sık sık bunu düşünüp üzülüyorum. Kendisi en büyük idolüm ama aynı zaman diliminde bile yaşamadık. Ben doğduktan bir ay sonra intihar etti.”

“Yine de senin hayatına dokunmayı başardı,” dedi Elçin. “Bu başlı başına çok büyük ve güzel bir şey değil mi? Bunu düşünüp sevin bence.”

“Elbette öyle. Keşke tanışma ya da bir kerecik bile olsa canlı izleme şansım olsaydı. Hiç tartışmasız ve açık ara hayatımın en iyi günü olurdu. Işıklar içinde uyusun büyük üstat.”

Gökhan’ın yaşadığı Merdivenköy’e vardıklarında saatler gece yarısını çoktan geçmişti. Buğra arabayı Gökhan’ın oturduğu apartmanın kapısının önünde durdurdu.

“Hepinize tekrar tekrar çok teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Sayenizde bugün dünyanın en mutlu insanıydım. Asla unutmayacağım çok güzel, çok keyifli bir gün yaşadım.”

“Sen de tekrardan iyi ki doğmuşsun Gök,” dedi Buğra. “Hepimiz için keyifli ve güzel bir gündü. Hadi sana bagajdan eşyalarını çıkarmada yardım edeyim.”

Gökhan, “İnmeyin,” dese de hepsi araçtan indi. Genç adam bagajdaki gitar kılıfını çıkarıp sırtına astıktan sonra hediyelerin olduğu poşetleri de eline aldı.

“Tekrardan mutlu yıllar kardeşim,” diyen Barış ona sarıldı.  “Arayı açmadan görüşelim yine.”

“Eyvallah kardeşim, sağ ol. Görüşelim, iletişimde oluruz zaten.”

Gökhan, Elçin ve Buğra’yla da vedalaştıktan sonra üçlü arabaya bindi, bu sefer Barış ön koltuğa oturdu ve araç hareket etti. Kaldırımın üstünde duran Gökhan arabanın gözden kaybolmasını izledi. Genç adam saniyeler içinde sokakta tek başına kaldı. Etrafta ne bir insan ne de ses vardı.

Genç adam başını kaldırıp karanlık gökyüzüne baktı. Şehrin parlak ışıklarına rağmen dikkatli bakınca birkaç yıldızı görmek mümkündü.

Ailesiyle beraber Bayburt’ta yaşadıkları dönemde, Gökhan henüz ilkokula giden küçük bir çocukken, bir akşam balkonda annesiyle beraber otururken annesine şöyle bir soru sorduğunu hatırlıyordu:

“Anne, şu yıldız yanıp söndü fark ettin mi?”

“Hangisi?” diye sormuştu annesi.

Gökhan minik parmağını göğe doğru uzatıp bir yıldızı işaret etmişti. “Şu,” demişti. “Az önce yanıp söndü, gözlerimle gördüm.”

“Sana göz kırpmış,” diye cevap vermişti annesi. “Onu izlediğini fark edince sana böyle karşılık vermiştir.”

“Göz mü kırptı?” demişti Gökhan şaşkınlıkla. “Yıldızların gözleri mi var?”

Onun bu masum sorusu annesine kahkaha attırmıştı. Oğlunun saçlarını şefkatle okşarken, “Şaka yaptım,” demişti. “Atmosfer yüzünden bazen yıldızların ışığı yanıp sönüyormuş gibi görünür, yıldız sanki göz kırpıyormuş gibi durur ama aslında böyle bir şey yoktur; yıldızların parıltısı yaşadıkları sürece sönmez.”

“Yıldızlar ölüyor mu?” diye sormuştu küçük çocuk az öncekinden daha şaşkın bir sesle.

“Evrendeki her şeyin bir sonu vardır, yıldızların da var elbette. Yıldızlar da canlılar gibi doğar, büyür, yaşar ve ölür.”

O akşamı hatırlayan Gökhan’ın dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Annesi hâlâ yıldızlara bakıyor muydu? Babası hâlâ gökyüzünü seyrediyor muydu?

Bugünün anlam ve önemini hatırlıyorlar mıydı?

Hiç akıllarına gelmiş miydi? Onun hissettiği burukluğu, boşluğu onlar da hissetmiş miydi? Annesi sabah kalktığında ne hissetmişti mesela? Gökhan’ın yattığı odaya giremeyip onu öperek uyandıramadığında ya da telefonla arayıp doğum gününü kutlayamadığında ne hissetmişti? Babası akşam eve döndüğünde oğlunu evde bulamadığında, eşiyle birlikte mutfakta yalnızca akşam yemeğini yiyip doğum günü pastası kesemediklerinde ne hissetmişti? Boş sandalyeye baktığında üzülmüş müydü? Gökhan’ın oturduğu zaman iştahının kapandığı o masada onun için bir sandalye bile var mıydı ki artık?

Hiçbirinin cevabını bilmiyordu ve bilmemesi en iyisiydi. Bazen bazı soruların cevapsız kalması gerekiyordu, bazen belirsizlik olası acıları önlüyordu; insan bilmezse hissetmezdi ve bazı durumlarda hissetmemek insana verilmiş en büyük armağandı.

“Belki şu an tam tersini düşünüyorsunuz,” diye mırıldandı. “Belki de artık düşünmüyorsunuz bile ama ben iyi ki doğmuşum. İyi ki o gitarı almışım, iyi ki hayallerimin peşinden gitmişim; iyi ki o sınava girmek için İstanbul’a gelmişim, iyi ki o sınavı kazanmışım, iyi ki buradayım.”

Genç adam arkasındaki apartmana dönüp apartman kapısına ilerledi. Kapıyı anahtarıyla açan Gökhan sessizliğe gömülen binada üçüncü kattaki dairesine çıkarken gökte minik bir hareketlilik yaşandı.

Bir yıldız yanıp söndü.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil