Kadrajdaki Dünyalar | 12. Kare: Geçmiş Masası

Kadrajdaki Dünyalar'ın 12. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Kasım 6, 2022 - 14:00
Kasım 6, 2022 - 14:01
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 12. Kare: Geçmiş Masası

Bu bölümü Kadrajdaki Dünyalar’dan ona bahsettiğim andan beri kitaba ve bana sonsuz destek veren; bölümleri ilgiyle takip edip çok kıymetli yorumlarıyla beni, kalemimi ve motivemi besleyen biricik dostum Özlem Selim’e ithaf ediyorum.

Akşamüstü vakti Galata Köprüsü en yoğun olduğu zamanlardan birini yaşıyordu. Yayalar kaldırımlardan, araçlar da yoldan dolup taşarken yolcularla dolu vapurlar da usulca köprünün altından geçiyor; birbirine karışan korna, konuşma, vapur ve martı sesleri şehrin senfonisini oluşturuyordu. İskeleye yaklaşmakta olan vapurdaki küçük bir kız çocuğu elindeki simidin ufak bir parçasını martılara fırlattı. Bir martı simidi kaptığında küçük çocuk neşeyle çığlık atıp annesinin eteğini çekiştirdi ve ona olanları anlatmaya başladı. Onu dikkatle dinleyen annesiyse gülümseyerek kızının tombul yanağını okşadı.

Bir otobüs durakta durunca büyük bir kalabalık otobüsten indi. İnen yolcular farklı yönlere dağılırken bir tanesi kıyıya, iskelenin çıkışına doğru ilerledi. Kulaklarını çıkarıp kutusuna yerleştiren genç kadın yüzünün önüne gelen perçemini de kulağının arkasına sıkıştırdı.

Göksel için çok da konforlu bir otobüs yolculuğu olmamıştı.

Telefonunun ekranını açıp mesajlaşma uygulamasına girdi. Gökhan ona birkaç dakika önce Galata Kulesi’nin önünde olduklarına dair mesaj atmıştı, aradan geçen dakikaları göz önüne alınca iskeledeki vapur onun bindiği vapur olmalıydı.

Göksel onu aradı. Telefon birkaç saniye içinde açıldı.

“Efendim?” dedi Gökhan’ın sesi.

“İndin mi?” diye sordu Göksel.

“Şimdi indim,” dedi Gökhan. Arkadan konuşma sesleri geliyordu. “Çıkışa yürüyorum. Sen neredesin?”

“Çıkışın ilerisinde bekliyorum. Sola dönüp dümdüz ilerlersen beni görürsün.”

“Tamam, geliyorum.”

Kalabalıkla beraber yürüyen Gökhan saniyeler sonra yola çıkabildi. Göksel’in dediği gibi sol tarafa dönüp biraz ilerlediğinde genç kadını gördü. Göksel üstüne askılı beyaz bir bluzla dizlerinin bir karış üstünde biten lila bir etek giymişti, lila bir baget çanta omzundan sarkarken ayaklarında da beyaz sandaletler vardı. Saçlarının ön tutamlarını maşa tokayla toplamıştı, perçemleri yüzünü çevreleyecek şekilde salıktı ve kalan saçları da omuzlarından aşağı dalgalar hâlinde iniyordu.

Genç kadın çok hoş görünüyordu.

Gökhan’ın büyülenmiş şekilde onu süzdüğü esnada Göksel de genç adamı fark etti. Gökhan da kısa kollu beyaz bir gömlekle koyu mavi renkli kot pantolonunu giymişti, gömleğinin eteklerini pantolonunun içine sokmuş ve beline de gümüş tokalı siyah bir kemer bağlamıştı. Açık gri renkli omuz çantası yine omzundaydı, takılarına ek olarak kafedekilerin doğum günü hediyesi olarak aldığı siyah saati de sol bileğini süslüyordu. Genç adam da oldukça hoş görünüyordu ama Göksel’in dikkatini bambaşka bir nokta çekmişti:

Gökhan’ın elinde bir çiçek vardı.

Göksel bakışlarını Gökhan’ın elindeki beyaz aster çiçeğinden alıp genç adamın yüzüne çevirdi. Genç adam onun tam karşısında durdu.

“Selam,” dedi Gökhan gülümseyerek.

“Merhaba,” diye karşılık verdi Göksel. “Hoş geldin.”

“Hoş buldum.”

Gökhan, Göksel’e yaklaşınca ikili yanaklarını birbirine değdirip selamlaştı fakat bu sefer bunu tek yanakta değil de iki yanakta birden yaptılar.

“Bu senin için,” dedi Gökhan, elindeki çiçeği Göksel’e uzatarak. “Bir kadın iskelenin oraya stant açmıştı, görünce aklıma geldin ve almak istedim. Adı aster çiçeğiymiş ve aster de yıldız demekmiş, anlamlı bir çiçek olduğunu düşündüm.”

“Çok incesin,” diyen Göksel çiçeği alıp kokladı. Genç kadının yanakları pembeleşmişti. Hayatında ilk defa babası ve ağabeyi dışında bir erkekten çiçek alıyordu. “Çok teşekkür ederim. Sevdiğim bir çiçektir.”

“Rica ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. Onun kızaran yanaklarını fark etmişti. “Çok zarif ve hoş bir çiçek, senin gibi.”

Göksel gözlerini irice açtığında Gökhan güldü.

 “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı Göksel. “Gülme lütfen, utandım.”

“Kızaran yanakların utandığını açıkça gösteriyor.”

“Yaparlar öyle şeyler. Neyse, yürüyelim mi?”

“Yürüyelim,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Bugünkü rehber de sensin.”

“Rol değişikliği iyidir.”

İkili Beyoğlu’nun içine doğru yürümeye başladı. Gökhan’ın doğum gününden sonraki hafta boyunca mesajlaşmaya devam etmişlerdi. O hafta Gökhan için son derece yoğun geçtiği için buluşma fırsatları olmamıştı. Gökhan iş yerinde çok meşguldü, eve döndüğünde çoğu zaman bir şey yapacak gücü bulamadan öylece uzanıyor ve uyuyakalıyordu. Hafta sonu cumartesi günü öğlene kadar uyuyup iyice dinlenen genç adam o gün biraz Göksel’le mesajlaşmıştı, haftasının ne kadar yoğun geçtiğinden ve Göksel de dahil olmak üzere kimseye doğru dürüst vakit ayıramadığından bahsetmişti; genç kadına buluşup zaman geçirebileceklerini söyleyince Göksel de kabul etmişti ve pazartesiye, yani bugüne, buluşma kararı almışlardı. Gökhan bu sefer buluşma yerini Göksel’in seçmesini rica etmişti, Göksel de şimdi gittikleri pizzacıyı seçmişti ve pizzayı çok seven Gökhan da memnuniyetle kabul etmişti.

“Nasılsın?” diye sordu Gökhan, ikili Beyoğlu’nun tarihî sokaklarında yürürken. “Hayat nasıl gidiyor? Geçen hafta çok konuşamadık.”

“İyiyim,” dedi Göksel ona bakarak. “Hayat da iyi gidiyor. Bu sıralar kendimi çok yaratıcı hissediyorum, yeni fotoğraflar ve videolar çekiyorum; fotoğrafları da hesabımda paylaşıp hesabı canlı tutmaya özen gösteriyorum. Bu sıralar hesabın etkileşimleri çok iyi ve bu da beni motive ediyor. Sen nasılsın, neler yapıyorsun?”

“Hesabındaki canlılığı fark ettim. Paylaştığın fotoğraflar gerçekten çok güzel, hepsini çok beğendim ve yeni fotoğrafları merakla bekliyorum. Bana gelecek olursam günlerim çalışmakla geçiyor, geçen haftanın yoğunluğundan sonra bu hafta daha rahatım ve önce kendime, sonra da arkadaşlarıma vakit ayırmayı planlıyorum.”

“Teşekkür ederim, planlarım aktifliğe devam etmek yönünde. Senin müzik çalışmaları nasıl gidiyor?”

“Güzel gidiyor, son üç gündür ben de kendimi yaratıcı hissediyorum ve üretmeye tam gaz devam ediyorum.”

“Ne güzel, senin adına sevindim.”

Beyoğlu’nun dar sokakları karışıktı fakat Göksel’in özgüvenli adımları genç kadının nereye gittiğini bildiğini gösteriyordu, Gökhan da ona ayak uyduruyordu.

“Beyoğlu’nda bu kadar rahat yürüyen birini ilk kez görüyorum,” dedi Gökhan.

“Buraları avcumun içi gibi bilirim,” diye cevap verdi Göksel. “Liseyi buradaki bir okulda okuduğumdan bahsetmiş olmalıyım, okuldan çıktıktan sonra bu çevrede gezip fotoğraflar çeker ve mekânlar keşfederdim.”

“Pizzacıyı da liseden mi biliyorsun?”

“Evet, arkadaşlarımla beraber giderdik. Meşhur bir yerdir, pizzaları da oldukça lezzetlidir.”

“Meraklandım. Gidip yiyelim bakalım.”

Dakikalar sonra pizzacıya ulaştılar.

“Vay,” dedi Gökhan etrafı incelerken. “Çok güzel bir sokakmış.”

“Beyoğlu’na hoş geldin,” dedi Göksel. “Burada güzel sokaklardan ve binalardan bol bir şey yok. Pizzacı şurası, hadi girelim.”

İkili bahçedeki boş bir masaya oturdular. Gökhan içeriyi dikkatle incelerken onun bu sevimli hâli Göksel’i güldürdü.

“Sen de güzel mekânlar biliyor gibisin,” dedi Gökhan ona bakarak. “Daha yemek yemedik ama mekânın ambiyansını sevdim.”

“Kadıköy senden sorulursa Fatih ve Beyoğlu da benden sorulur,” dedi Göksel gülümseyerek. “Umarım pizzasını da seversin.”

“Seveceğimi düşünüyorum. Bu seferki buluşma yerini senin seçmeni istemem iyi bir kararmış, bunu daha sık yapmalıyım. Arkadaşlarımla da genelde Kadıköy’de takıldığımız için bilindik yerlere gidiyordum ama sen ufkumu açacak gibisin.”

“Sırasıyla birbirimize yeni yerler keşfettirelim.”

“Bana uyar.”

“Bana da.”

Menüden pizzalara baktılar. Göksel burada çoğu pizzayı denediği için menüye hâkimdi, Gökhan’ın ise çok fazla tercih karşısında aklı karışmıştı. Seçenekleri birkaç taneye indirip onları incelerken Göksel’den tavsiye almaya karar vererek sordu:

“Bu üçünden hangisini tavsiye edersin?”

Göksel onun gösterdiği üç pizzaya baktı. İçlerinden bir tanesini çok seviyordu, hiç düşünmeden onu önerdi.

“Tavsiyene uyacağım,” dedi Gökhan. “Sen hangisinden alacaksın?”

“Bundan,” deyip sipariş edeceği pizzayı gösterdi Göksel. “Bu da lezzetlidir, istersen tadına bakarsın.”

“Olur, sen de benimkinden yersin.”

Siparişlerini verdiler.

“Hangi lisede okudun?” diye sordu Gökhan masada yalnız kaldıklarında.

“Atatürk Anadolu Lisesinde,” diye cevap verdi Göksel. “Taksim’e yarım kilometre uzaklıkta.”

“Konumu çok iyiymiş, eğitimi nasıldı?”

“İyiydi, benim mezun olduğum sene öğrencilerden güzel üniversiteler kazananlar çok oldu,” diye onayladı Göksel. “Sen liseyi Kütahya’da okumuştun değil mi?”

“Sen ve Ahsen de onlardansınız, YTÜ ve BOÜN çok köklü üniversiteler. Ben de liseye Kırşehir’de başladım, ikinci sınıfta Kütahya’ya taşınmamızla birlikte liseye orada devam edip oradan mezun oldum.”

“Evet, öyleler,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Kütahya nasıl bir yer? Seviyor muydun?”

“Şehir olarak fena değildi ama ben sevmiyorum.”

“Neden?”

“Çünkü orada kötü anılarım var. Hayatımın en zor, en yıpratıcı zamanlarını orada yaşadım; bu yüzden güzel hatırlamıyorum.”

“Ne gibi diye sorsam çok mu ileri gitmiş olurum?” dedi Göksel çekinerek.

“Hayır, olmazsın,” dedi Gökhan başını iki yana sallayarak. “Ama anlatmasam daha iyi. Tadımızın kaçmasını istemem.”

Göksel, “İçten olmaya devam etsen?” diye sorduğunda Gökhan irkildi. “Birbirimiz hakkında konuşalım, kötü olsa bile.”

Gökhan bir süre hiçbir şey demeden onun yüzüne bakınca genç kadın ileri gittiğini düşündü. Onun bam teline bastığını hissediyordu ve söylediğinden pişman oldu.

“Yemekten sonra anlatayım,” dedi Gökhan en sonunda. “Biraz uzun konular.”

“Vaktimiz çok,” dedi Göksel. “Sen konuşursun, ben dinlerim; ben konuşurum, sen dinlersin.”

Gökhan onun gözlerinin içine baksa da bir şey söylemedi. Birine geçmişinin yara izlerini göstermekten oldum olası çekinmişti fakat karşısında oturan genç kadın önceki buluşmalarında ona kendi geçmişinin yara izlerini göstermiş, yaşadığı kötü tecrübelerden cesurca bahsetmişti. Eğer Göksel bunu yapabildiyse pekâlâ o da yapabilirdi. Göksel’in kendisini can kulağıyla dinleyeceğini de biliyordu.

Gökhan Uygur, diye düşündü Göksel. Bu ismin ardında nasıl bir öykü var?

İkili birkaç saniye boyunca sessizce bakıştı. Gözler kalbin aynası olsa da şu an ikisinin de aynasında karanlığın yansıması olduğu için birbirlerinin ne düşündüğünü anlayamadılar. Karanlığın içinde birer gölge olarak durdular ama karşı karşıyaydılar; birbirlerinin ne düşündüğünü bilmiyorlardı ama birbirlerini anlayacaklarını biliyorlardı.

“Bu taraflara yolun sık düşmüyor sanırım,” dedi biraz sonra Göksel.

“Evet, düşmüyor,” diye onayladı Gökhan. “Okul zamanı hayatım Maltepe ve Kadıköy arasında geçiyor, yazlarımın neredeyse tamamı da Kadıköy’de geçiyor. İş yüzünden dışarı çıkacak vaktim pek olmuyor, olan vaktimde de uzaklara gitmek yerine Kadıköy’de takılıyorum. Ulaşım büyük bir sorun, kısıtlı vaktimi yollarda heba etmek istemiyorum.”

“Haklısın, aynı ilçe içinde bir yere gitmek bile absürt sürelere tekabül ediyor. Kadıköy’ün trafiği ayrı bir korkunç zaten, o bile seni yoruyordur.”

“Birkaç kilometrelik yolu iki saate gittiğimi hatırlıyorum, özellikle sabah ve akşam saatleriyle hafta sonları korkunç bir trafik var. Hâl böyle olunca belli bir çemberin içinde takılıyorum. Bugün seninle buluşacağım diye haftalar sonra Avrupa tarafına geldim. Neyse ki vapur var da işleri çok kolaylaştırıyor.”

“Vapur büyük bir nimet gerçekten. Bugün sana güzel bir değişiklik oluyor o hâlde, biraz havan değişir.”

“Evet, iyi oldu. Beyoğlu’nun ambiyansından hoşlanıyorum, Karaköy ve Galata taraflarını gezdiğim için oraları biliyorum ama bu tarafları da güzelmiş.”

“İyi ki yürüyerek gelmişiz o zaman, dönüşte de farklı bir yoldan yürüyelim de daha çok yer gör.”

“Olur, rehber sensin; gezdir beni.”

Göksel kıkırdadı. “Tamam, gezdiririm.”

İkilinin siparişleri dakikalar içinde geldi. Kahvaltıyla duran gençlerin ikisinin de karnı açtı ve dumanı tüten pizzalar leziz görünüyordu.

“Kokusu bile muhteşem,” dedi Gökhan. “Pizza konusunda zevkine güvendiğime memnun olacağım gibi hissediyorum.”

“Buraya kimi getirsem pizzalara bayıldı,” dedi Göksel. “Senin de seveceğini düşünüyorum.”

Eline aldığı bir dilimin ucuna üfleyen Gökhan pizzadan ilk lokmasını yediğinde memnuniyetini belli eden bir ses çıkardı. “Efsane,” dedi eliyle ağzını kapatarak. “Burayı bunca zamandır nasıl keşfetmemişim?”

“Afiyet olsun,” dedi Göksel onun bu hâline gülerek. “Artık keşfettin, canın pizza isteyince gelirsin.”

“Geleceğim.”

Yemek boyunca pek konuşmadılar, sadece Beyoğlu hakkında biraz sohbet ettiler. Göksel ona bulundukları çevre ve etraftaki yerler hakkında bir şeyler anlattı. Onun çevre hakkında bu kadar bilgili olması Gökhan’ı şaşırttı. Göksel ona lise zamanları özellikle Ahsen’le beraber Beyoğlu’nda çok vakit geçirdiğini, neredeyse her sokağı gezdiğini ve çevredeki her yere aşina olduğunu söyledi. Göksel gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi seven biriydi ve bu özelliği onun hayatı boyunca bulunduğu konumlar ve çevreleri hakkında geniş bilgilere sahip olmasını sağlamıştı. Gökhan onun bu özelliğini sevdi ve genç kadının çevre hakkında son derece rahat bir tavırla anlattığı şeyleri hayranlıkla dinledi. Göksel sohbet esnasında bir ara eskileri hatırlayıp hüzünlendi, lise zamanlarını özlediğini hissetti ve bunu da çekinmeden Gökhan’la paylaştı. Genç adam da ona anlayışla yaklaşıp hak verdi, bazen kendisinin de lise zamanlarını, henüz hayat hakkında herhangi bir endişesinin ve yetişkinlik sorumluluklarının olmadığı o güzel zamanları özlediğini belirtti.

“Pizza gerçekten enfesti,” dedi Gökhan ikisinin de pizzası bitince. “Hem mekân hem de pizza önerisi için teşekkürler.”

“Afiyet olsun,” dedi Göksel. “Başka bir zaman tekrar gelip başka pizzalar da yiyebiliriz.”

“Kesinlikle gelmeliyiz.”

Bir garson masalarına gelip boşları toplamaya başladı. Göksel telefonunu Gökhan’ın önüne uzattı. Ekranda işletmenin tatlı menüsü açıktı.

“Tatlı da yiyelim,” dedi Göksel. “Ben ısmarlıyorum. Ne istersin?”

İlk buluşmalarında Gökhan ona kahve ısmarlamıştı, bu buluşmada da Göksel bu inceliği yapıyordu.

“Mozaik pasta yerim,” dedi menüye bakan genç adam. Yüzünde Göksel’in bu inceliğinden ötürü oluşan tatlı bir gülümseme vardı.

“Tamam,” dedi Göksel. Garsona döndü. “Biz bir tane mozaik pasta ve tiramisu istiyoruz hatta iki de çay alalım.”

Siparişleri ve boşları alan garson masadan uzaklaştı.

“Kuru kuru yemeyelim,” dedi Göksel karşısında oturan genç adama bakarak.

“İyi düşündün,” dedi Gökhan. “Sen söylemeseydin ben söyleyecektim içecek bir şeyler.”

“Hallettim,” deyip başparmağını havaya kaldırdı genç kadın.

Onun bu hareketi Gökhan’ı güldürdü. Onunla ilgili en ufak şeyler bile gözüne çok sempatik ve şirin geliyordu.

Göksel dirseklerini masanın üstüne yerleştirip ellerini de üst üste koydu ve çenesini ellerine yaslayarak Gökhan’ın gözlerinin içine baktı.

“Sanırım anlatma zamanı,” dedi Gökhan. Ellerini kucağının üstünde birleştirip arkasına yaslandı. “Bu anlatmayı tercih ettiğim bir mesele değil fakat seninle yeni tanışıyor olmamıza rağmen bir şeyler paylaştığımız için bunu da paylaşabileceğimizi düşünüyorum. Bugün de ben geçmişten bahsedebilirim ama söylediğim gibi çok tatsız şeyler anlatacağım.”

“Etrafta çok kötü niyetli insan var,” dedi Göksel. “Yarana tuz basmak hatta kabuk bağlamış yaranın kabuğunu söküp onu yeniden kanatmak isteyen insanlar var. Hâl böyle olunca kendimizi korumak, yaralarımızı saklamak istiyoruz. Sen de çok sosyal, arkadaş canlısı ve neşe dolu bir insan olsan da derinlerde bu kişinin aksine kötü şeyler yaşamış, yaralar almış biri olduğunu düşünüyorum ve tüm gerçekliğin o kişiyle başlıyor. Ben gerçek Gökhan’ı tanımak istiyorum, Gökhan Uygur’un ta kendisini.”

“O kişiyi gördün çünkü senin içinde de öyle biri var. İnsan kendisi gibi yara almış kişileri çok kolay tanıyor, öyle değil mi? Hissediyoruz.”

“Haklısın, hissediyoruz.”

İkili arasında kısa bir sessizlik yaşandı, yoğun bir bakışma geçti.

“İlk gitarımı aldığımda on yaşımdaydım,” diye anlatmaya başladı Gökhan. “Aileme gitar çalmak istediğimi söylediğimde derslerimi aksatmayacağıma söz vermem şartıyla bana gitar alabileceklerini söylediler, ben de söz verdim ve onlar da bana klasik bir gitar aldılar. İlk başlarda gitarla aşırı zaman geçiriyordum; çalmayı kendim öğrendim ve saatlerim enstrümanın çalışma mekanizmasını anlamakla geçiyordu. Sınavlarımın olduğu dönem ailem laf etmesin diye çok çalmıyordum ama o günlerde bile elimdeydi, azıcık da olsa çalıyordum. Gitarı aldıklarında sonbahardaydık, ekim kasım gibiydi; ilkbahar geldiğinde elektro gitar almak istediğimi söyledim fakat kabul etmediler, klasik olanın neyime yetmediğini sordular falan. O dönem derslerime iyi çalışıp güzel notlar aldım, ailem de bu durumdan hoşlandı ve onlardan biraz harçlık koparmayı başardım. Elektro gitarla amfi almak hâlâ aklımdaydı, almayı kafama koymuştum ve onlar almazsa ben alırım diye düşünerek yaz boyunca sokaklarda, caddelerde gitar çalıp şarkı söyleyerek para kazandım. Babam işe gittiği için bundan haberi olmadı, annem durumu öğrenince bundan memnun kalmadı fakat ona elektro gitarla amfiyi çok istediğimi söyleyip biraz da sevimlilik yapınca kabul etti ve babama da söylemedi. Yaz sonunda elimde epey para vardı, üstünü de annem tamamladı ve ben elektro gitarla amfiyi aldım. Babam işin iç yüzünü öğrenince çok kızdı, hem onun lafını dinlemeyip gitarla amfiyi aldığım hem de parayı ondan habersiz kazandığım için sinirlendi. Annemle benim onun astı olduğumuzu düşündüğü, bize emir verebileceğini sandığı çok anı vardır; bu da onlardan biriydi ama umursamadım, annem de bana arka çıkınca konu büyümedi. Babam tüm bunların heves olduğunu düşünüyor, gitardan sıkılacağımı ve bir daha yüzüne bakmayacağıma inanıyordu; annem de benzer düşüncelere sahipti ama hevesimi almamı istiyordu. İkisinin de içimde yanan ateşten haberi yoktu, benimle ilgili hiçbir şeyden haberleri yoktu zaten.

“Lisede müzikle daha çok vakit geçirmeye, diğer müzisyenlerle tanışıp onlarla takılmaya başladım. Annemle babam müziğin benim için heves olmadığını o dönem anlamaya başladı. Defalarca kez beni karşılarına alıp benimle konuştular. Müzikle ilgilenmem, böyle bir hobiye sahip olmam güzel bir şeydi fakat müzik benim karnımı doyurmayacaktı, sesimin güzel olması da o kadar büyütülecek bir mesele değildi; gerçek bir mesleğe sahip olmak için derslerime öncelik vermeliydim. Bilirsin, tıp okumalıydım ya da hukuk veya mühendislik veya öğretmenlik; bunlar gibi bana para ve itibar kazandıracak bir meslek. Ailem asker olmamı istiyordu, babam gibi bir asker çünkü askerlik çok kutsal bir meslekti; insana para ve itibar kazandırdı. Kazandırabilir, gerçekten ama bu benim istediğim şey değildi ki. İkisi de bana ne istediğimi sormuyordu, sadece kendi fikirlerini söylüyordu. Çevremdeki çoğu kişi hatta öğretmenlerim bile onlarla aynı fikirdeydi, herkes bir meslek sahibi olmam gerektiğinden bahsediyordu. Beni anlayan nadir kişiler müzik öğretmenimle -kendisi konservatuvar kazanmamda çok büyük bir katkısı olan muhteşem bir insandır- bir iki arkadaşımdı.

“12. sınıfa kadar fazla büyümeyen tartışmalar yaşayarak devam ettik, onların söylediklerine kulak tıkayıp alttan alıyordum ve bir noktada iki taraf da duruluyordu. 12. sınıfa geçmemle beraber işlerin rengi değişti. Babam asker olacağımdan emindi çünkü o öyle istiyordu ve annem de bu konuda onunla hemfikirdi; ben de konservatuvar okumak istediğimden ve sınavlara çalışmaya tam gaz devam edeceğimden emindim. Babam bana askerlik hakkında konuşmaya başladığında asker olmak istemediğimi, hangi mesleği yapmak istediğimi seçme özgürlüğüne sahip olduğumu söylüyordum. O dönem yaşadığımız tartışmalar büyümeye başladı, kavgalara dönüştü ve zaten kırık olan şeyler paramparça oldu. Asker olmak istemiyorsam tıp, hukuk, mühendislik okuyabilirdim, onlar da güzel mesleklerdi. Ona çok net bir dille ne askerlikle ne de saydığı diğer mesleklerle ilgilendiğimi söyledim. Bu benim hayatımdı ve hayatımı kendi isteklerime, hayallerime göre şekillendirecektim. Babamın bana bir lafı var, hiç unutmam: ‘Müzik sana karanlıktan başka hiçbir şey getirmeyecek. Müzisyen olma hayalleri de seni bir kara delik gibi yutacak,’ demişti. O zamanlar siyah bir elektro gitarım vardı, ona da gönderme yapmıştı.

“Evin dışında konservatuvarın giriş sınavlarına hazırlandığım, evin içinde de kavga gürültüyle uğraştığım ayların sonunda üniversite sınavları gelip geçti, puanlar açıklandı. Puanım annemle babamı tatmin etmedi, puanımı çok düşük buldular fakat benim için her şey yolundaydı çünkü artık konservatuvarların sınavlarına başvurabilecektim.”

Gökhan soluklanmak için durduğunda Göksel’in kalbi hızla çarpıyordu. Duyduğu şeyler genç kadını etkilemişti ve Gökhan’ın anlattıklarının devamının nereye varacağı konusunda endişeliydi.

“İstanbul Üniversitesinin konservatuvarına ve birkaç üniversiteye daha başvuru yaptım,” diye anlatmaya devam etti Gökhan. “Asıl hedefim İstanbul Üniversitesiydi, çok köklü ve seçkin bir okul olduğu için orada okumayı istiyordum. İstanbul Üniversitesinin sınavlarının başlamasından iki gün önceydi; akşam işten dönen babam beni dershaneye yazdıracağını, hem üniversite sınavına hem de Milli Savunma Üniversitesinin sınavına hazırlanacağımı söyledi. Çok ciddiydi, hiç olmadığı kadar ciddiydi ama ben de öyleydim. İki gün sonra konservatuvarın giriş sınavlarının başladığını ve İstanbul’a gideceğimi söyledim. Bunu duyunca çıldırdı, bağırıp çağırmaya başladı. O an bile ona bunun benim hayatım olduğunu ve hayatımı istediğim gibi yaşamak için çabalamamın kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Hayalim konservatuvar okuyup profesyonel olarak müzik yapmaktı; asker, doktor, mühendis ya da avukat olmak değildi. Bunları bininci kez söyledim ama beni duymuyordu bile. Ona laf anlatamayacağımı anlayıp sustum, ortalık sakinleşsin ve bu kâbus bir an önce bitsin istedim. Ben sustuğumda babam salonu terk etti, bittiğini sanıp rahat bir nefes aldım fakat babam sadece saniyeler sonra salona geri döndü ve elinde klasik gitarım vardı. Hiçbir şey bitmemişti, aksine kırılma noktası asıl şimdi başlıyordu. Babamı elinde gitarımla görünce az önce oturduğum koltuktan hızla kalktım. ‘Her şey şu işe yaramaz odun parçası için,’ dedi. ‘Bunu çalmayı bilince kendini bir halt mı sandın? Bu odun parçasının sana bir gelecek vereceğini mi zannediyorsun?’ Gitarı onun elinden almaya çalıştım ama babam çıldırmış gibi bağırmaya devam ediyordu. ‘Demek iki gün sonra sınavlara gireceksin?’ dedi. ‘Demek bu gitarı çalıp o sınavları kazanacağını sanıyorsun? Demek konservatuvar okuyacaksın. Nah okursun!’”

O günü hatırlayan Gökhan buz gibi olan ellerini birleştirdi.

“Gökhan,” diyen Göksel elini uzatıp onun ellerine dokundu. “Kötü hissettiriyorsa anlatmak zorunda değilsin. Anlatmanı istediğim için özür dilerim.”

“Hayır,” dedi Gökhan. Başını kaldırıp ona baktı. “Özür dilemesi gereken kişi sen değilsin. Kötü hissetmekten çok öfkeli hissediyorum ve bu öfkenin geçeceğini sanmıyorum.”

Göksel’in elini tuttuğunda genç kadının elinin sıcaklığını hissetmek ona iyi geldi. Bir süre ikisi de konuşmadı, elleri iç içeyken ikisi de sakinleşmeyi bekledi. Anlatmak Gökhan’a ağır gelmişti, Göksel’e de dinlemek.

“Bu söylediği son şey oldu,” diye anlatmaya devam etti Gökhan. “Gitarımı sapından tutup duvara vurduğunda olanları geri almasının hiçbir yolu kalmamıştı. Gitarımı öyle bir hınçla duvara vurdu ki gitar ortadan ikiye ayrıldı ama bu ona yetmedi; gitarımı ayakları altına alıp onu ezdi, bu dünyadaki en nefret ettiği şeymiş gibi ezdi ve sanırım öyleydi de. Olduğum yerde adeta donarak gitarımın ayakları altında ezilmesini, parçalara ayrılmasını izledim. O an yerde sadece gitarın kırık parçaları yoktu, ailemizin bizzat babam tarafından un ufak edilen parçaları da vardı. Kendime geldiğimde onu geriye ittim, hiçbir şey söylemedim ya da yapmadım; sadece paramparça olmuş bir şekilde onun gözlerine baktım, son kez baktım. Salondan çıkar çıkmaz ağlamaya başladım, evi gözyaşları içinde terk ettim. Annemin arkamdan seslendiğini duysam da arkama asla bakmadım, tek istediğim bir an önce o cehennemden uzaklaşmaktı ve uzaklaştım. Ağlayarak yürüdüm, nereye gittiğimi bilmeden, gidecek bir yere de sahip olmadan yürüdüm. Sonra aklıma biri geldi. Babamın sıkıntı çıkaracağını bildiğim için elektro gitarımla amfimi ona emanet ettiğim, benim hayallerime ve isteklerime saygı duyan bir arkadaşım vardı; onların evine gidip geceyi orada geçirdim. Beni o hâlde kapıda görünce hepsi ne olduğunu sordu, ailemle küçük bir tartışma yaşadığımı ve bu akşamlık evde bulunmamamın iyi olacağını söyledim. İnandıklarını sanmıyorum ama sorgulamadılar.

“Ertesi gün babamın işte olacağı bir saatte eve döndüm, annem oradaydı. Odama girip kapıyı kilitleyerek valizimi hazırladım. Kapının önündeki annem bir şeyler söylüyordu ama dinlemedim bile, o da bir süre sonra sustu. Kapıyı açtığımda karşı karşıya geldik, birbirimizi gördüğümüz son andı. Bana babam çok sinirlendiği için öyle yaptığını ama aslında amacının bu olmadığını, ikisinin de iyiliğimi istediğini söyledi. Ona babamın amacının tam da bu olduğunu ve ikisinin de benim iyiliğimi istemekten çok uzak olduklarını söyledim. İstanbul’a gidip ne yapacağımı, sınavı nasıl kazanacağımı sordu. Babam gibi o da bana inanmıyordu, sınavı asla kazanamayacağımı düşünüyordu. Sadece güldüm, hiçbir şey söylemedim ve yanından geçip evden çıktım. Birikmiş param vardı, akıllılık edip aylardır kenara para atıyordum ve o paranın da varlığından güç alarak Kütahya’dan ayrıldım. İstanbul’a valizimle ve sırtımdaki elektro gitarımla geldim, sahip olduklarım ikisinden ibaretti. Orduevine yerleştim, devam eden günlerde başvuru yaptığım konservatuvarların sınavlarına girdim.”

Gökhan’ın konuşması masalarına yaklaşan garsonla bölündü. Genç garson elindeki tepsideki tatlılarla çayları ikilinin önüne bıraktı.

“Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu.

“Hayır, yok,” dedi Göksel. “Teşekkür ederiz.”

“Afiyet olsun.”

Garson masadan uzaklaşırken Göksel, Gökhan’ın elleri arasında olan eline baktı. Genç adamın ellerine dokunduğunda bu eller buz gibiydi ama şu an normal sıcaklığına dönmüş sayılırdı. Göksel’in fiziksel teması genç adama iyi hissettirmiş olmalıydı. Bu fiziksel temas Göksel’e de iyi hissettirmişti.

“Sonra?” diye sordu Göksel. “Ne oldu?”

“Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarının ikisine de seçildiğimi öğrendim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Daha köklü bir okul olduğu ve hedefim de orası olduğu için İstanbul Üniversitesine kaydımı yaptırdım. Bana o sınavı asla kazanamayacağımı söylemişlerdi, birinci olarak kazandım. Jüri performansımı çok beğenmişti, yüzlerindeki memnun ifadeyi bugün bile hatırlıyorum. Seçilen diğer gitarist de Yağız’dı, onunla birlikte bir ev tuttuk ve konservatuvar serüvenimize başladık.”

Konuşması bittiğinde onu pürdikkat dinleyen Göksel söylediklerini düşünmek için kendisine izin verdi. Gökhan’ın anlattıkları oldukça yıkıcı şeylerdi hatta tüm bunlar travma sayılacak kadar ağırdı. On sekiz yaşında toy bir genç tüm bunlarla nasıl başa çıkabilmişti? Gökhan sırf konservatuvar okumak istiyor diye gözlerinin önünde gitarını parçalayıp ona ağır laflar eden babası ve tüm yaptıklarına rağmen onun iyiliğini istediklerini savunan, oğluna hiç inancı ve desteği olmayan annesi onda nasıl yaralar açmıştı?

Hiç şüphesiz ki asla kapanmayacak yaralar.

Tüm bunlar çok korkunçtu, hiçbir çocuğa ailesi tarafından böyle şeyler yaşatılmamalıydı.

“Bunları yaşamak zorunda kaldığın için çok üzgünüm,” dedi Göksel onun gözlerinin içine bakarak. “Tüm bunlara rağmen hayallerinden vazgeçmeyip hayallerinin peşinden gittiğin, o sınavlara girip ikisini birden kazandığın için; çok başarılı bir konservatuvar öğrencisi ve muhteşem bir müzisyen olduğun için onların yerine ben seninle çok gurur duyuyorum Gökhan. Gerçek bir başarı hikâyesi ve gurur kaynağısın.”

Senin için bir gurur kaynağı mıyım yoksa hissettirdiğim tek duygu hicap mı?” diye mırıldandı genç adam. “Üzerinde çalıştığım bir şarkıda geçiyor. Cevabı ne olursa olsun üzücü olan sorulardan bir tanesi. Gurur duyuyorsa tüm bunların yaşanmasına gerek var mıydı? Hicap duyuyorsa hak ettiğim şey bu muydu? İnsan sormadan edemiyor. Sana da teşekkür ederim, eksik olma Gök.”

“Çok güzel bir cümleymiş. Zamanı gelince şarkının tamamını dinlemek isterim.”

“Ben de yorumlarını duymayı çok isterim.”

“Ailenle o olaydan sonra hiç konuştunuz mu?”

“Hayır, konuşmadık. Onlar aramadı, ben de aramadım. Birkaç akrabam aradı, onları da açmadım. Annem ve babamla aynı kafada olan insanlardı, saçma sapan konuşacaklarını biliyordum ve saçma sapan şeyler duyma kotamı fazlasıyla doldurmuştum. Bir işe girdikten sonra cep numaramı değiştirip bana ulaşmalarını da imkânsız hâle getirdim.”

“Kuzeninle konuştuğundan bahsetmiştin. Sosyal medya üzerinden mi iletişime geçtiniz?”

“Evet, hesabımı bulup bana mesaj atmıştı. Mesajına dönmeyi düşünmüyordum fakat üst üste birkaç mesaj atınca bakmıştım. Sakarya’da yaşadıkları için pek iletişimimiz yoktu, o da benim gibi akrabaymış kuzenmiş umursayan biri değildi. Biyografimden konservatuvarı kazandığımı görmüş, tebrik edip neler yaptığımı sormuştu; biraz sohbet etmiştik. Babamın yarbaylığa terfi ettiğini ve tayininin Ankara’ya çıktığını söylemişti. Ailem Ankara’ya taşındıktan sonra kuzenim ve ailesi onları ziyarete gitmişler. Kuzenimin söylediğine göre annemle babamın arası açılmış gibi duruyormuş. Annemin durgun göründüğünden, babamın da çok sessizleştiğinden bahsetmişti. Tabii bu anlattıklarım iki sene öncesindeydi, şimdiki durum hakkında bir bilgim yok ama sanıyorum ki benim yaptığım gibi onlar da hayatına devam etti.”

“Olanlar doğal olarak hepinizi etkilemiş,” dedi Göksel üzgün bir sesle. Eğer yapabilseydi tüm bunların hiç yaşanmamasını sağlar, Uygur ailesi için bambaşka bir kader yazardı. “İnsan sürekli birlikte olduğu kişilerin varlığını bir noktadan sonra fark etmemeye başlıyor, ta ki o kişinin yokluğu tokat gibi yüzüne çarpana kadar. Sen evden gittikten sonra onlar da çok şeyle yüzleşmiş olmalı.”

“Mesela o evin sadece dört duvardan oluşan bir beton yığını olduğu gerçeğiyle yüzleşmişlerdir. O evin içinde yaşayan hiç kimse için bir yuva olmasına izin vermediler. Bazen düşünüyorum da ben gittikten sonra boş kalan odama girdiklerinde ne hissettiler? Yatağım oradaydı, komodinim, çalışma masam, içi büyük oranda boşalan dolabım ama ben yoktum. O an bir evi ev yapan şeyin eşyalar değil de insanlar olduğunu anladılar mı? Cevabını bilmediğim, belki de asla öğrenemeyeceğim sorular ama düşünmeden edemiyorum işte.”

Göksel boğazının düğümlendiğini hissetti. O odayı gözlerinin önünde canlandırabilmişti. Söylediği gibi yatak oradaydı ama artık üstünde yatan kimse yoktu, komodin oradaydı ama bir daha kullanılmayacaktı; çalışma masası duruyordu fakat Gökhan bir daha asla orada oturmayacaktı, dolabın içi boşalmıştı ve bir daha hiç dolmayacaktı. Gökhan o odadan gittikten sonra geride hiçbir şey kalmamıştı, eşyalar orada durmaya devam etmiş olabilirdi ama o odanın içi aslında bomboştu.

O bomboş odaya bakmak annesiyle babasına ne hissettirmişti?

Göksel kendi parmakları arasındaki Gökhan’ın parmaklarını sıktı.

“Hayır,” dedi Gökhan başını iki yana sallayarak. “Nasıl hissettiğini biliyorum, öyle hissetme.”

Göksel gözlerini yavaşça kapatıp açarak onu onayladı.

“Hadi tatlılarımızı yiyelim,” dedi Gökhan. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.”

“Olur,” dedi Göksel. “Çaylar da soğumasın.”

Dakikalardır iç içe olan elleri ayrıldı. İkisi de tatlı tabaklarıyla çay bardaklarını önüne çekti.

“Tatlı ve çay için teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Kesene bereket.”

“Afiyet olsun,” dedi Göksel gülümseyerek.

Gökhan mozaik pastadan ilk lokmasını yedi. “Hım,” dedi başını sallayarak. “Güzelmiş.”

“Tiramisunun tadına da bak,” dedi Göksel. “Bu da lezzetli.”

“Farklı şeyler sipariş edip birbirinin tabağından yemek ha? Çok severim.”

Göksel kıkırdadı. “Yakın arkadaşlarımla sürekli yaparız.”

“Biz de öyle.”

Az önceki hüzünlü havanın dağılması iki gence de iyi geldi. Gökhan’a olanları hatırlamak, Göksel’e de dinlemek kötü hissettirmişti fakat geçmişi geçmişte bırakıp bulundukları ana, şimdiye geri döndüklerinde ikisinin de oldukça düşen modu yeniden yükseldi.

“Yağız’la birbirinize bu kadar kısa sürede güvenip birlikte eve çıkmanızı çok garipsedim,” dedi Göksel.

“Haklısın,” dedi Gökhan çayından bir yudum içtikten sonra. “Normalde yapılmayacak bir şey ama nasıl desem, Yağız’ı görür görmez onunla çok yakın dost olacağımı hissetmiştim. İşin güzel yanı arkadaş olduktan sonra o da aynı şekilde hissettiğini, benden çok güçlü bir enerji aldığını söyledi. Yağız sınavlara ailesiyle birlikte gelmişti, onlarla tanışınca ne kadar iyi ve harika insanlar olduklarını gördüm ve, ‘Evet, biz bu çocukla gerçekten çok iyi dost olacağız,’ dedim. Nitekim öyle de oldu.”

“O hissi çok iyi biliyorum. Ben de Ahsen’le tanıştığımda aynı şekilde hissetmiştim —ki ilköğretimde uğradığım zorbalıklardan sonra insanlarla arama mesafe koymuştum ve kimseyle muhatap olmak istemediğim bir dönemdeydim. Buna rağmen Ahsen’le tanışınca onunla çok yakın dost olacağımızı hissetmiştim ve onunla sohbet etmek, onu daha yakından tanımak istemiştim; birkaç hafta içinde et tırnak olduk ve yedi senedir de birbirimizin en yakın arkadaşıyız.”

“Hissettiğimiz şeylerin bizi asla yanıltmamasını seviyorum,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bir itirafta bulunayım: Seninle tanıştığımız o akşam konuşmamızın devamının olacağını, birbirimizi daha yakından tanıyacağımızı hissetmiştim.”

Gökhan’ın bu itirafı Göksel’i şaşırttı. Gökhan için o da önceden adlandıramadığı, bunu yapmaktan da kaçındığı şeyler hissetmişti fakat şimdi biliyordu ki Gökhan’a çekildiğini, genç adam için güçlü bir merak duygusu beslediğini hissetmişti. Gökhan’la tanışmalarına vesile olan olay ve sonrasında gelişenlerin bunda etkisi büyüktü. Gökhan’ın o fotoğrafı görüp kendisine mesaj atması, genç kadına karşı olan kibar ve hoş tavrı, o fotoğrafın bin 600’den fazla beğeni alarak Göksel’in en çok beğeniye sahip fotoğrafı olması ve ona bir sürü yeni takipçi kazandırarak hesabındaki etkileşimi arttırması; Gökhan’ın da fotoğrafı kendi hesabında paylaşması, Göksel’in yazdığı açıklamayı yazıp, genç kadının hesabını etiketleyerek fotoğrafın sahibini belirtmesi Gökhan’ın Göksel’in ilgisini çekmesine neden olmuştu. Parça Kafe’de karşılaştıkları o akşam onu karşısında gördüğünde heyecanlanmıştı, genç adamın gerçekten ilgisini çektiğinden emin olmuştu ama Gökhan’ın aksine Göksel konuşmanın devamı olacağını düşünmemişti.

Devamı olduğu için mutlu hissediyordu.

“Bu yüzden mi beni takip ettin?” diye sordu Göksel.

“Sayılır,” dedi Gökhan tebessüm ederek. “Konuşmanın devam etmesi için birinin adım atması gerekiyordu sonuçta.”

“Beni takip etmene şaşırdığımı itiraf etmeliyim.”

“Beni geri takip etmene sevindiğimi itiraf etmeliyim.”

Göksel gözlerini biraz açtığında Gökhan gülümseyerek tabağına uzandı ve tatlısından bir parça koparıp ağzına götürdü. Genç adam oldukça yavaş bir şekilde ağzındaki lokmayı çiğnerken Göksel ona gözlerini kısarak baktı. Genç adamın dürüstlüğü onu her seferinde şaşırtsa da bu şaşkınlık bile hoşuna gidiyordu. Karşısında dürüst ve içten birinin olduğunu bilmek iyi hissettiriyordu.

Bir süre konuşmadan tatlılarından yediler. Sokak tenhalığını koruyordu fakat mekânın içi hareketliydi. Hoparlörden yükselen müzik sesi diğer masadaki insanların seslerine karışıyor, günlük hayat konuşmalarına gülüş sesleri eşlik ediyordu.

Göksel, “Beyaz bir Fender’ın olduğunu biliyorum,” dediğinde Gökhan bakışlarını sokaktan alıp karşısında oturan genç kadına çevirdi. “Lise zamanında siyah bir elektro gitarın olduğu için babanın ona da göndermede bulunarak müziğin sana karanlıktan başka bir şey getirmeyeceğini söylediğini anlattın. Peki şimdiki gitarının beyaz olması da buna bir gönderme mi?”

Dudakları yukarı kıvrılan genç adamın yüzüne saniyeler içinde samimi bir gülüş yayıldı. Beyaz dişleri yüzünü inci gibi süslüyordu. Göksel yutkundu. Genç adamın kesinlikle etkileyici bir gülüşü vardı.

“Hiçbir ayrıntıyı atlamıyorsun değil mi?” diye sordu Gökhan onun bu özelliğinden etkilendiğini belli eden bir ses ve bakışla. “Üniversiteye başladıktan sonra kendime tam anlamıyla profesyonel bir elektro gitar almaya karar verdiğimde aklımda tek bir renk vardı, o da beyazdı. Çünkü müzik babamın dediği gibi bana karanlık getirmiyor ve beni bir kara delik gibi yutmuyor; aksine benim ruhumu tüm kirlerden ve pisliklerden arındırıyor, beni temizliyor. Müziğin rengi benim için siyah değil, tertemiz bir beyaz. Babam beyaz bir gitarım olduğunu bilmiyor ama bilseydi bu ona iyi bir cevap olurdu sanırım.”

“Kesinlikle olurdu. Siyah elektro gitarlar daha revaçta ama beyaz Fender da çok klas duruyor bence, üstelik seninkinin bir öyküsü bile var.”

“Evet, var ve bu onu daha havalı yapıyor. Fender’ın mavisini de almak istiyorum ama fiyatları uçup gittiği için en azından yakın gelecekte biraz beklemem gerekecek.”

“Öyleyse sevdiğin bir renk.”

“En sevdiğim renktir. Adım Gökhan olduğu için gökyüzüyle ezelden beri bir bağım oldu, masmavi gökyüzüne bakmak bana her daim iyi hissettiriyor ve bu yüzden de mavi benim için özel bir yere sahip.”

“Maviyi ben de severim, özellikle gök mavisini.”

Gökhan bir anlığına susup onun gök mavisi gözlerine baktıktan sonra gülümseyerek sordu: “En sevdiğin renk ne peki?”

“Sarı.”

“Sarışın olmanın bunda bir payı var mı?”

“Olabilir. Sarı rengini oldum olası çok sevmişimdir, çok rahatlatıcı bir renk bence; beni yatıştırıyor.”

“Bir saniye, telefonun da sarıydı sanırım.”

“Evet, sarı. Çoğu şeyim sarıdır.”

“Seninle tanıştığımız o akşam da altında sarı bir pantolon vardı.”

Onun bu ayrıntıyı hatırlaması Göksel’i şaşırttı. “Evet, senin de mavi bir kot vardı.”

Aynı anda güldüler. Karşıdaki kişinin bu ayrıntıları hatırlıyor olması ikisinin de hoşuna gitmişti. O akşam ayaküstü çok kısa bir sohbet gerçekleştirmiş olmalarına rağmen birbirleri hakkında fazlasıyla şeye dikkat etmişlerdi.

“Tiramisunun da tadına bakayım,” dedi Gökhan. “Şu köşesinden küçük bir parça koparabilirim.”

“İstediğin kadar al lütfen,” dedi Göksel tabağı onun önüne iterek.

Gökhan çatalıyla tiramisunun hiç ellenmemiş köşesinden bir parça koparıp ağzına attı. Tiramisu sevdiği bir tatlı değildi ama sevmiyor da sayılmazdı, eğer başka seçeneği varsa yemeyi tercih etmezdi fakat tek seçenek buysa yememezlik de yapmazdı.

“Fena değil,” dedi lokmasını yuttuktan sonra. “Tadı hafifmiş ama çok lezzetli de sayılmaz. Sevdiğim bir tatlı değildir pek.”

“Damak zevki kişiden kişiye değişiyor hâliyle. Ben severim, güzel de yaparım.”

“Yapar mısın?”

“Hı hı, kendim de yapıyorum.”

“Bak şimdi tadını merak ettim.”

“Bir gün yapıp sana da getireyim,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Yersin.”

Gökhan onun bu söylediğinden oldukça hoşlandı. “Sana zahmet olmayacaksa ben ve midem bu fikri çok beğendik,” dedi gülümseyerek. “Büyük bir iştahla yeriz.”

“Elbette olmaz,” dedi Göksel. Kıkırdadı. “Bir gün seni ve mideni tiramisumla tanıştırayım o zaman.”

“O günü sabırsızlıkla bekliyoruz.”

Göksel de Gökhan’ın sipariş ettiği mozaik pastadan yedi. Buranın mozaik pastasını da beğeniyordu ama favorisi Fatih’teki tatlıcının yaptığı mozaik pastaydı. Genç kadın için orası mozaik pastanın ve birçok tatlının zirvesiydi.

Göksel’e mesaj gelince genç kadın Gökhan’la buluştuğundan beri unuttuğu şeyi hatırladı: Ailesi. Onlara otobüsten indiğinden beri hiç durum güncellemesi vermemişti.

“Pardon,” diyerek çantasındaki telefonuna uzandı. “Buna bakmam ve cevap vermem gerek.”

“Ver tabii,” dedi Gökhan. “Benim açımdan sıkıntı yok.”

Göksel ona kibar bir gülümseme gönderdikten sonra annesinin gönderdiği mesajı açtı.

Güzelim ne yaptınız? Hiç haber vermedin, merak ettik. Her şey yolunda mı?

Ona cevap yazdı.

Çok özür dilerim, aklımdan tamamen çıktı. Pizzalarımızı yedik, şimdi de tatlı yiyip çay içiyoruz; sohbet muhabbet ediyoruz. Oldukça iyi ve keyifli vakit geçiriyorum; her şey yolunda, merak etmeyin. İkinizi de öpüyorum, akşama evde görüşürüz

Mesajı annesine gönderdiğinde telefonun başında hazırda bekleyen Güzin ve Engin heyecanla yerinden sıçradı.

“Ne yazdı?” dedi Engin merakla. “Çabuk aç.”

Onun mesajını okuduklarında ikisi de derin bir nefes aldı.

“Çok şükür,” dedi Güzin. “Her şeyin yolunda olduğunu düşünüyordum zaten ama sen beni de gerdin. Bak her şey yolundaymış işte.”

“Telefonu eline almayacak kadar iyi vakit geçiriyor yani?” dedi Engin. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. “Bize haber vermeyi unutacak kadar iyi vakit geçiriyor. Sen şu küçük cimcimeye bak, büyümüş randevulara çıkıyor da bize haber vermeyi bile unutuyor küçük hanım.”

“Gökhan ona gerçekten iyi hissettiriyor. Galiba bizim biricik kızımız ondan hoşlanıyor hayatım.”

“Ateş bacayı sarmış. Baksana bize haber vermeyi bile unutmuş, hanımefendinin aklı bir karış havada.”

“Gençlik hayatım, gençlik,” diyen Güzin eşinin geniş omzuna yavaşça vurdu. “Üstüne bir de hoşlantı eklenince sonuç böyle oluyor. Bırakalım tadını çıkarsın, tıpkı bundan otuz sene önce bizim çıkardığımız gibi.”

“O kadar oldu mu ya?”

“İnanması zor ama oldu.”

“Gel buraya,” deyip eşini göğsüne çekti Engin. “Bizim cimcimenin ikinci randevusu yolunda gittiğine göre biz de rahatça film izleyebiliriz.”

Göksel telefonunu masanın üstüne bıraktı. Ailesine haber vermeyi unuttuğu için kendisini biraz kötü hissetmişti. Bakışlarını karşısında oturan genç adama çevirirken kendi kendine düşündü:

“Senin yanında aileme haber vermeyi unutacak kadar iyi mi vakit geçiriyorum sahiden?”

Yaşananlara bakacak olursa evet, gerçekten de bu kadar iyi vakit geçiriyordu.

Bunu fark eden genç kadın gülümsedi.

“Yine fotoğraf çekilelim mi?” diye sordu Gökhan. “Bugünden de hatıra kalsın.”

“Olur, çekelim,” diyen Göksel telefonuna uzandı. “Yanına geleyim mi?”

“Gel bakalım.”

Yerinden kalkan Göksel karşıya, Gökhan’ın yanına geçti. Gökhan onun için yanındaki sandalyeyi çektiğinde gülümseyerek sandalyeye oturdu. Gökhan’ın gerdanından yükselen ferah parfüm kokusunu içine çektikten sonra telefonunun kamerasını açtı. Kadrajda kendisini gören genç kadın tipini kontrol ederken onun yanında oturan Gökhan da ona doğru uzanıp sağ köşeden alnını ve sol gözünü kadraja sokmayı başardı.

“Böyle mi poz vereceksin?” diye sordu Göksel kıkırdayarak.

“Elbette hayır,” dedi Gökhan. “Sen kendini incelerken ben de kıyıdan köşeden kendi tipime bakayım dedim.”

Göksel telefonunu yan çevirince iki genç de kadraja girdi. “Böyle daha iyi bakarsın.”

Gökhan telefonun ekranına baktı ama ilgilendiği şey nasıl göründüğü olmadı, nasıl göründükleri oldu. Göksel’le kendisini bir karede ilk defa yan yana dururken görüyordu ve bu manzara düşündüğünden çok daha güzeldi.

“Her şey yolunda görünüyor,” dedi biraz sonra. “Fotoğraf çekebiliriz.”

Gökhan başını biraz sola çevirerek kameraya baktı, Göksel de sol eliyle telefonu tutarken sağ dirseğini masaya koyup sağına doğru yaslandığında Gökhan’ın koluna değdi. Gökhan kendisine yaslanan genç kadına yandan bir bakış attıktan sonra yeniden kameraya baktı.

“Gülümse,” dedi Göksel. “Çekiyorum.”

İki genç de gülümsediğinde Göksel deklanşöre bastı ve ikinci fotoğrafları Göksel’in galerisine kaydedildi.

“Bir tane daha,” dedi Gökhan. Sol omzuna doğru eğdiği başı Göksel’inkine değmek üzereydi. “Güzel çıkıyoruz.”

“Başını öyle tutmak istediğinden emin misin?” diye sordu Göksel. “Fotoğrafta iyi çıkacağını sanmıyorum.”

“Pekâlâ,” diyen Gökhan kolunu kaldırıp Göksel’in arkasından geçirdi ve eliyle genç kadının kolundan tuttu. “Böyle iyi çıkar mı?”

Göksel sol kolu üzerinde olan uzun parmaklara baktı. Onun cildi sarı alt tonlu olduğu için beyaz teni sıcak bir görünüme sahipti, Gökhan’ın beyaz teniyse daha soğuk bir tondaydı ve duru bir beyazlığı vardı.

“Birazdan görürüz,” deyip telefonun ekranına baktı Göksel. “Hadi poz ver.”

Göksel başını çok hafif sağa çevirirken Gökhan genç fotoğrafçının önerisiyle başını düz tutmayı tercih etti fakat üst gövdesini sola doğru eğerek genç kadına yaklaştı. Dip dibe duran iki genç de gülümsediğinde Göksel yeniden deklanşöre bastı.

“Bakalım nasıl çıkmışız?” diyen Göksel telefonu indirip galerisine girdi. “Gerekirse fotoğraflar üzerinde küçük düzenlemeler de yaparım.”

Genç kadın fotoğrafları açtığı esnada farkında olmadan Gökhan’a iyice yaklaştı ve sırtının sağ kısmını onun göğsünün sol kısmına yasladı. Bu durumdan hiç şikâyetçi görünmeyen Gökhan ise elini onun kolunda tutmaya devam etti.

Göksel, “Bence gayet güzel çıkmışız,” deyince genç adam dikkatini ondan alıp telefon ekranına baktı. “İkinci fotoğrafı daha çok sevdim.”

İki fotoğraf da çok güzeldi, gençler ikisinde de sevimli bir şekilde gülümsüyordu ama Gökhan da Göksel gibi ikinci fotoğrafı daha çok sevdi. Göksel’in ona yaslanması, onun da genç kadının sarmalaması fotoğrafa çok içten bir hava vermişti.

“İkisi de çok güzel ama ben de ikinciyi daha çok sevdim,” dedi Gökhan. “Çok güzel çıkmışız. Fotoğrafları bana da atmanı rica etmeme gerek yok sanırım.”

“Atacağım elbette,” dedi Göksel. “Ama öncesinde biraz düzenlemeler yaparım.”

“Bu işin ehli sensin, nasıl istersen.”

Göksel ona bir gülümseme gönderdikten sonra uygulamaları kapatıp telefonunun ekranını kilitledi ve telefonu masaya bıraktı.

“O zaman ben yerime geçeyim,” dedi genç kadın. “Ya da istersen kalkabiliriz. Bu çevrede dolaşır, belki deniz kenarına gideriz.”

“Böyle iyiyiz bence,” dedi Gökhan ona yandan bir bakış atarak. “Biraz oturalım.”

“Peki,” diyen Göksel utanmıştı. “Oturalım o hâlde.”

Genç kadın bakışlarını aşağı indirip kolundaki uzun parmaklara baktı. Gökhan parmak uçlarını onun koluna bastırmış, samimi bir tavırla kolunu tutmuştu. Bugün birbirlerine ne kadar temas ediyorlardı. Önce Göksel destek olmak için onun elini tutmuştu, şimdi de Gökhan koluyla onu sarmalamıştı. Kalbi küt küt atan genç kadın heyecanının dışarıdan anlaşılmadığını umdu.

Göksel sessizliğin uzadığının farkındaydı, uzadıkça kendisini daha garip hissediyordu ama ne söyleyeceğini bilmediği gibi konuşunca saçmalamaktan da korkuyordu.

Gökhan’a döndüğü esnada Gökhan da ona doğru döndü.

“Hafta sonu ne yapıyorsun?” diye sordu Gökhan.

Göksel hemen karşısındaki yakışıklı yüze baktı. Gökhan’ın dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı, gözleri ışıldıyordu ve keyifli olduğu her hâlinden anlaşılıyordu.

“Bu hafta sonu mu?” diye mırıldandı yutkunduktan sonra. Bir an beyninin durduğunu hissetti. “Arkadaşımla fotoğraf çekimine gideceğim.”

“Arkadaşın da fotoğrafçı mı?”

“Evet, profesyonel olarak çekimler yapan birisi ve bu cumartesi de nişanlı bir çiftin çekimini yapacak, ben de katılacağım. Çekim şehrin dışındaki bir sahilde olacak, onu hem arabayla oraya götüreceğim hem de gerektiği durumlarda yardımcı olacağım.”

“Anladım. Bölümden bir arkadaşın mı?”

“Evet, sınıf arkadaşım. Adı Akın, hem öğrenciliğine devam ediyor hem de bu işi meslek olarak yapıyor. Meslek dediysem de çok büyük şeyler bekleme, stüdyolara göre daha uygun fiyatlı ve küçük çaplı çekimler gerçekleştirip harçlığını çıkarıyor öyle.”

“Ne güzel. Bu hafta sonu sen de ona eşlik edeceksin yani?”

“Cumartesi birlikteyiz. Neden sordun?”

“Pazar müsait misin?”

“Evet, bir planım yok.”

“Pazar akşamı Kadıköy’de arkadaşlarımla sahneye çıkacağım,” dedi Gökhan. “Onlar üç kişilik bir grup, ben de gitar çalıp arka vokallik yapacağım. Gelmek ister misin?”

Göksel avcunu çenesine yaslayıp birkaç saniye Gökhan’ın yüzüne baktı. Onun bu teklifinden kesinlikle hoşlanmıştı. Bu bir buluşma teklifi değildi, ondan daha da iyiydi. Gökhan’ın sahne almaktan ne kadar keyif aldığını, bunun onun en sevdiği şey olduğunu onu yeni tanımasına rağmen çok iyi biliyordu ve arkadaşlarıyla beraber sahne alacağı bir akşam onu o mekâna davet ediyor, kendisine eşlik etmesini istiyordu.

“Konser gibi bir etkinlik mi yoksa bir sahnesi olan yeme içme ya da eğlence yeri mi?” diye sordu Göksel.

“Bir sahnesi olan eğlence yeri. Bar diyebiliriz ama aklına kötü ve seviyesiz bir yer gelmesin; son derece tatlı bir sahibi ve çalışanları olan, güvenilir bir yer. Sahneye genelde gruplar çıkıp performans sergiliyor, müşteriler de yiyip içip eğleniyor.”

“Anladım. Sahneye kaçta çıkacaksınız?”

“Akşam dokuzdan gece yarısına kadar gruplar sahne alıyor, biz de o saatlerde sahnede olacağız.”

“Geç bir saatmiş. Benimkilere sorarım, ona göre sana da haber veririm, olur mu?”

“Olur tabii. Umarım izin verirler, eğlenceli bir akşam olacağından eminim.”

“Ben de gelmek isterim. Kimler olacak peki? Kalabalık bir grup mu?”

“Hayır, kalabalık değil. Ben ve arkadaşlarım Barış, Sarp ve Kuzey sahne alacağız; Barış ve Sarp’ın kız arkadaşlarıyla bir ihtimal Kuzey’in ağabeyi de izlemeye gelecek. Eğer gelirsen onlarla masada olursun, eğlenmenize bakarsın.”

Bu bilgi genç kadının kalbini sanki hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlandırdı. Gökhan’ın arkadaşları ve arkadaşlarının kız arkadaşları orada olacaktı, Gökhan’sa oraya Göksel’i davet etmişti ve diğerleri onların flört ettiğini anlayacaktı. Gökhan da bunun farkında olmalıydı ve farkında olarak bunu yapıyordu, flörtü olan Göksel’i arkadaşlarıyla tanıştırmaya hazırlanıyordu.

Bu da demek oluyordu ki aralarındaki ilişki ciddileşiyordu.

Göksel genişçe gülümseyerek, “Kulağa makul geliyor,” dedi. Sesi bir anda inceldi: “Umarım kızlarla anlaşırız.”

“Elçin ve Lale çok iyi ve kafa kızlardır,” dedi Gökhan onun yüzündeki geniş gülümsemeye bakarak. “Anlaşacağınızdan eminim. İnsan kimseyi tanımadığı bir ortama girdiğinde gergin ve yalnız hissedebiliyor ama onlar sıcakkanlı ve biraz da geveze oldukları için bir bakmışsın sohbet muhabbet edip gülüyorsunuz.”

“Evet, özellikle ben aşırı gergin olup sessizliğe gömülebiliyorum fakat sıcakkanlı ve gevezelerse çabuk alışabilirim.”

“Alışırsın. Umarım seninkiler izin verir de tüm bunlar gerçek olur.”

“Umarım. İlk fırsatta konusunu açarım.”

Göksel gidebilmeyi çok istiyordu, Gökhan da onun gelmesini. Orada yalnız olmayacaklardı, Gökhan’ın arkadaşları ve onların da tanıdığı kişiler akşam boyunca orada olacaktı fakat iki gencin de asıl odak noktası birbirleri olacaktı.

“Biraz yürüyüş yapalım mı?” diye sordu Göksel biraz sonra. “Hava tamamen karardı sayılır, akşamları buralar güzel olur.”

“Yürüyüş yapmak her daim iyi bir fikirdir,” dedi Gökhan. “Hadi kalkalım.”

İkili masadan kalktı. Göksel telefonunu çantasına atıp çantasıyla Gökhan’ın aldığı çiçeği sol elinde tuttu, Gökhan da çantasını omzuna astı ve ikili hesabı ödemek için içerideki kasaya ilerlediler. Göksel kendi yediği pizzanın, tatlıların ve çayların ücretini ödedikten sonra Gökhan da kendi yediği pizzayı ödedi.

“Mekân ve pizza önerisi ve tatlıyla çay için teşekkür ederim,” dedi Gökhan ikili pizzacıdan çıktıktan sonra. “Kesene bereket.”

“Rica ederim, ne demek,” dedi Göksel gülümseyerek. “Afiyet olsun. Çok keyifli bir akşam yemeğiydi.”

“Kesinlikle öyleydi.”

 İkili Galata’ya doğru yokuş aşağı yürümeye başladılar. Işıl ışıl sokaklar canlı ve hareketliydi. Göksel buranın bu ambiyansını seviyordu.

“Grubun gitaristi ve arka vokali olacağını söyledin,” dedi genç kadın yanında yürüyen Gökhan’a dönerek. “Diğerleri ne yapıyor?”

“Barış grubun vokalisti ve gitaristi,” diye açıklamaya başladı Gökhan. “Kuzey bas gitarist, arka vokal denecek kadar şarkı söylemiyor ama şarkıların bazı kısımlarında Barış’a eşlik ederek onu besliyor; Sarp da baterist. Ben de bu pazar solo gitarist ve arka vokal olarak onlarla birlikte sahne alacağım. Gruba henüz bir solo gitarist bulamadılar, bana çok ısrar ediyorlar ama hem vaktim olmadığı hem de solo kariyer yapmak istediğim için kabul etmiyorum.”

“Solo sanatçı mı olmak istiyorsun?”

“Evet, planım bu yönde. Bir grup içinde yer alacak olsam da grubun vokalisti olmak isterim, ön planda olmayı seviyorum.”

“Orası çok belli oluyor.”

“Biliyorum,” dedi Gökhan gülerek. “Müzik benim için çok kişisel bir şey, şarkılarımı kendim yazıp bestelerken başka birilerinin buna müdahale etmesini istemem; bu yüzden grup gibi bir topluluk içinde yer almak benim yapabileceğim bir şey değil. En azından şimdiki düşünce yapımla uyuşmuyor ama bundan yıllar sonra her şey içime sinerse bir grup içinde de yer alabilirim.”

“Bir grupla bir iş yapmak her zaman zor olan bir şey bence, neticede herkesin bir fikri olacak ve ortak paydada buluşmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Özellikle sanatta tek başına bir şeyler yapmak sanatçıya daha rahat bir çalışma alanı sunuyor, bu da kişiye özgürlük veriyor.”

“Kesinlikle. Söz konusu müzik olduğunda çok mükemmeliyetçi, zor ve baskın bir kişiye dönüşüyorum; bu özelliklerimi törpülemeden kimse benimle müzik yapmaz zaten. Milleti delirtirim.”

Göksel kahkaha atarken farkında olmadan vücudunu sağa eğip omzuyla Gökhan’ın koluna dokundu. Gökhan da gülüyordu fakat Göksel kendisine yaslanınca gülüşü yüzünde asılı kaldı. Genç kadının yüzüne baktı. Göksel’in kısılan gözleri ufacık kalırken göz çevresi kırışmıştı, düzgün beyaz dişleri gözler önündeydi ve gülünce şişen elmacık kemikleri belirginleşmişti. Gökhan birkaç saniye bu güzel manzaraya bakakaldı.

Kalbinin küt küt çarptığını yine hissediyordu.

“Muhtemelen delirtirsin,” dedi Göksel. Gözlerini kaldırıp ona baktığında Gökhan’la göz göze geldi. Genç adam ciddi bir tavırla kendisine bakıyordu. “Mükemmeliyetçi biri olmak hem kişinin kendisi hem de çevresindekiler için çok zor. Dediğin gibi törpülenmesi gereken bir özellik, aksi hâlde tatsızlık çıkarabiliyor.”

Gökhan bakışlarını onun yüzünden alıp karşıya, yürüdükleri sokağa baktı. “Deneyimledim,” dedi ellerine ceplerine sokarken. “Bu yüzden artık kendi kendime çalışıyorum.”

“İleride alanında uzman kişilerle elbette çalışırsın ama o zamana kadar bu özelliğini törpüleyeceğinden eminim. İnsan yaş aldıkça olgunlaşıyor, olaylara daha profesyonel yaklaşıyor.”

“Evet, lise zamanlarından bu yana bile çok değiştim. O zamanlar çevremdekilere kendimi kanıtlama hırsım da çok fazlaydı, en iyisini yapmam gerektiğini düşünüyor ve bunu onların gözüne sokmak istiyordum. Büyüdükçe bu fikrim değişti, şimdi kimseye -özellikle de bana gram inancı olmayan insanlara- bir şey kanıtlama çabası peşinde değilim. Asla kazanamayacağıma inandıkları sınavı birinci olarak kazanmam ve seneye konservatuvardan mezun olacak olmam onlar için yeterli diye düşünüyorum.”

“Çok doğru düşünüyorsun,” dedi Göksel gülümseyerek. Gökhan ona döndü. “Çevrendekiler bu kadar inançsızken sen motiveni nasıl sağladın? O sınavı kazanamayacağını düşünüp umutsuzluğa kapılmadın mı?”

“Hayır, bir an bile kazanamayacağımı düşünmedim. Potansiyelimin farkındaydım, ne kadar çok çalıştığımı da biliyordum ve her zaman daha ilerisini hedefleyip beni hedefime götürecek adımları kararlılıkla atıyordum. Sınav salonuna girerken o sınavı kazanacağımı biliyordum, kazanmak için oradaydım ve kazandım da.”

“Müziğe olan bağlılığını, yaptığın işe olan saygını ve bu kadar çalışkan olmanı gerçekten takdir ediyorum. Bu kadar zorlu şartlar altında bu başarıya ulaşman ayrıca takdir edilesi, gurur duyulası.”

“Teşekkür ederim Gök, gerçekten. Eksik olma.”

Göksel ona bir gülümseme gönderdi. İkili saniyeler sonra Galata Kulesi’ne vardılar. Etraf her zamanki gibi kalabalıktı. Şehrin en meşhur yapılarından biri olan Galata Kulesi gün ve saat fark etmeksizin her zaman çok sayıda turisti çekiyordu.

“Tepesine çıktın mı?” diye bir soru yöneltti Gökhan.

“Çıktım,” dedi Göksel ona bakarak. “Çocukken ailemle çıktık, lisedeyken de Ahsen’le çıkmıştık. Sen?”

“Çıkmadım. İşten ve okuldan şehri gezmeye vakit kalmıyor, vakti bulsam da nakdi bulamıyorum.”

“Sen de haklısın. Bu tarz tarihî yapılara, müzelere girmek çok pahalılaştı; bu yüzden genelde yabancı turistler tercih ediyor.”

“Her şeyi yabancılara endeksli yaşıyoruz zaten,” diye söylendi Gökhan. “Önceden başka şehirleri gezip görmek pahalıydı, artık yaşadığımız şehirde gezmek bile çok pahalı. Bu tarz kültürel yerlerin giriş ücretleri de aşırı pahalandı, uzaktan bakıp, ‘Hım, güzelmiş,’ deyip yoluna devam ediyorsun.”

Göksel acı acı güldü. “Çok haklısın. İyi ki zamanında bu tarz yerleri gezmişim, şimdi dediğin gibi uzaktan bakıp geçiyorum.”

“Şekil A: Ben.”

Birkaç saniye ışıklarla aydınlatılan kuleyi izlediler.

“Çok güzel görünüyor,” dedi Göksel. “Çok sevdiğim bir yapıdır zaten.”

“Gerçekten de güzel,” dedi Gökhan. Bakışlarını kuleden alıp Göksel’e çevirdi. “Yürümeye devam edelim mi?”

“Edelim.”

İkili Karaköy’e doğru yokuş aşağı yürümeye devam ettiler.

“Karşıya yine vapurla geçeceksin değil mi?” diye sordu Göksel.

“Evet,” diye onayladı Gökhan. “Oradan da otobüse binip eve geçerim.”

“Yolun çok uzun.”

“Biliyorum ama sıkıntı değil, müzik dinleyerek seyahat ediyorum zaten.”

“Toplu taşıma müzik olmadan çekilmiyor.”

“Hayat müzik olmadan çekilmiyor ki, sadece toplu taşıma değil.”

“Doğru, müzik hayatı çekilir ve yaşanır kılıyor.”

“Kesinlikle. Mesela dönüş yolunda ne dinlemeyi düşünüyorsun?”

“Çok fazla sanatçıyı dinliyorum ama ağırlığı The Weeknd’e veririm muhtemelen. Akşam yolculuklarında onu dinlemenin tadı bir başka oluyor.”

“Sen bu adamı gerçekten çok seviyorsun sanırım.”

“Evet, favorilerimden biri.”

“Bana da birkaç şarkısını önerir misin? Dönüş yolunda ben de dinleyeyim.”

Onun bu isteği Göksel’i şaşırttı. “Olur, önereyim. Spotify kullanıyor musun? Oradan birkaç şarkısını beğeneyim, sen de dinle.”

“Kullanıyorum elbette,” diyen Gökhan çantasından telefonunu çıkardı. İnternete bağlandığında birkaç mesaj geldi fakat genç adam onlara bakmayı sonraya erteleyerek müzik dinlediği uygulamayı açtı. Aramaya The Weeknd’in adını yazıp sanatçının profiline girdikten sonra telefonunu Göksel’e uzattı. “Favorilerini seç bakalım.”

Göksel telefonu eline alırken, “Tarzına alışman için önce popüler olanlardan önereyim,” dedi. Beğendiği ilk şarkı In Your Eyes adlı parça oldu. Blinding Lights adlı en meşhur parçasını da beğendi. “Bu ikisi çok popüler ve güzel şarkılar,” diye ekledi. Sanatçının aynı albümde yer alan Call Out My Name, I Was Never There, Try Me adlı şarkılarını beğendikten sonra The Hills adlı parçasını da beğendi. “Şimdilik bunları dinleyebilirsin, beğenirsen diğer şarkılarına da şans verirsin.”

“Beğenecekmişim gibi hissediyorum,” dedi Gökhan. “Çok teşekkür ederim, hepsini dinleyeceğim. Bu arada kullanıcı adın ne? Takipleşelim.”

“Olur.”

Göksel arama motorunu açıp gokseldincer yazdığında profili çıktı. Başını uzatıp telefon ekranına bakan Gökhan, Göksel’in arama motoruna yazdığı şeyi okudu.

“Soyadın Dinçer mi?” diye sordu.

“Evet,” dedi Göksel. Profiline girdi. Genç kadının profilinde Gök yazıyordu, profil fotoğrafında arkası dönükken çekilmiş bir fotoğrafı vardı ve profilinde herkese açık üç çalma listesi yer alıyordu. Hesabını takip etti. “İşte bu kadar.”

Telefonunu sahibine uzattığında Gökhan telefonu alıp onun profiline şöyle bir baktı. Genç kadının yanından ayrıldıktan sonra bu profili kesinlikle didik didik edecekti.

“Havalı bir adın varmış,” dedi telefonunu kapatıp çantasına koyarken. “Göksel Dinçer kulağa güzel geliyor. Adınla soyadın uyumlu da.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Şarkılar hakkında düşüncelerini yazmayı unutma lütfen.”

“Unutmam elbette, hepsini dinledikten sonra düşüncelerimi söylerim.”

Ara sokaklardan çıkıp sahildeki ana yola ulaştıklarında araç trafiği, insan kalabalığı ve ışıl ışıl İstanbul manzarası onları karşıladı.

“Şehrin kalbine geldik,” diye bir yorumda bulundu Gökhan. “Şehrin nabzı bu bölgede atıyor.”

“İstanbul’un merkezi,” dedi Göksel. “Turistlerin favori bölgesi. Şu an buradaki sayılı Türklerden olduğumuza kalıbımı basarım.”

“Bence de öyleyiz,” dedi Gökhan gülerek.

İkili caddenin karşısına geçip Karaköy iskelesine doğru ilerlediler. Önceki buluşmalarında vapurla seyahat eden kişi Göksel, onu karşılayan ve yolcu eden kişi Gökhan olurken bu buluşmada rolleri değişmişlerdi.

“Yine ayrılık vakti geldi,” dedi Gökhan adımlarını oldukça yavaşlatarak. “Dolu dolu, çokça keyifli ve biraz da hüzünlü bir akşamdı. Beni çok güzel bir mekâna götürüp leziz bir pizza önerisi yaptığın, anlattıklarımı can kulağıyla dinleyip destek olduğun, keyifli sohbetinle bana muhteşem zaman geçirttiğin için teşekkür ederim.”

Göksel başını yere eğip gülümsedi. “Bu keyifli akşam için ben de teşekkür ederim,” dedi. Başını kaldırıp Gökhan’ın yüzüne bakarken gülümsemeye devam ediyordu. “Güzel zaman geçirdiğini duyduğuma sevindim, ben de harika zaman geçirdim. Mutlaka tekrarlayalım.”

“Kesinlikle tekrarlamalıyız.”

İskelenin girişine ulaştıklarında adımlarını durdurdular.

“Sen de yine otobüse mi bineceksin?” diye sordu Gökhan.

“Evet,” dedi Göksel başını sallayarak. “Seni yolcu ettikten sonra caddeden binerim.”

“Bu cümle bana bir yerden tanık geldi.”

“Değil mi? Bana da çok yabancı gelmedi.”

Gülüştüler.

“O zaman vedalaşma vakti,” dedi Gökhan. “Gel buraya.”

Genç adam kollarını biraz açtığında Göksel onun sarılmak istemesine şaşırsa da ona doğru bir adım attı. Göksel kollarını onun koltuk altlarından geçirip, yanağını onun sol omzuna yaslarken Gökhan da kollarını onun ince beline sardı. İkisi de bunun hızlı bir sarılma olacağını düşünüyordu fakat birbirlerine ilk kez sarılmanın, ilk defa birbirlerinin kollarının arasında olmanın getirdiği huzurla ikisi de gözlerini kapatıp etraflarındaki tüm hareketliliğin ortasında birkaç saniye boyunca öylece durdu. Kalpleri bu akşam pek çok kez küt küt çarpsa da birbirine yaslanan göğüslerinin içindeki kalpleri bu buluşmadan sonra sakinleşti ve heyecan, gerginlik, üzüntü, keder gibi tüm duyguların aksine sonsuz bir huzur hissetti.

İkisinin de daha önce hiç bu kadar derinden ve gerçekten hissetmediği bir huzur duygusu.

Göksel yanağını onun omzundan ayırırken Gökhan da genç kadının beline sardığı kollarını gevşetti. Göksel geriye doğru bir adım atıp, ondan uzaklaşırken bakışlarını Gökhan’ın yüzüne çevirdi.

“Eve vardığında haberdar et,” dedi.

“Ederim,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Sen de et.”

“Tamam. O zaman kendine iyi bak, görüşmek üzere.”

“Sen de kendine iyi bak,” diyen Gökhan ellerini onun belinden çekip genç kadını serbest bıraktı. “Görüşürüz.”

Gökhan ona gülümsedikten sonra iskeleye ilerledi. Olduğu yerde dikilmeye devam eden Göksel’se onun uzaklaşmasını seyretti. İskele binasının içine giren genç adam saniyeler içinde gözden kayboldu. Onu yolcu eden genç kadın da otobüse bineceği durağa ulaşmak için cadde boyunca yürümeye başladı. Bu esnada kulaklıklarını ve telefonunu çantasından çıkardı ve Gökhan’a önerdiği In Your Eyes adlı parçayı açtı.

Aynı saniyelerde Gökhan da bu şarkıyı dinliyordu.

Sık sık elindeki çiçeğe bakarak gülümseyen Göksel durağa ulaştı, otobüse bindi ve evine doğru yola koyuldu. Yol boyunca o da Gökhan’a önerdiği şarkıları önerdiği sırada dinledi ve bunu yaparken Gökhan’ın da aynı şarkıları dinleyerek yolculuk ettiğini bilmek onu yol boyunca gülümsetti.

Otobüs oturduğu yere en yakın durakta durduğunda otobüsten indi. Müziğin sesini iyice kısarken sol kulağındaki kulaklığı da çıkardı. Sokaklar özellikle akşam vakti bir kadının yüksek sesle müzik dinleyip etraftan soyutlanamayacağı kadar tehlikeliydi.

Birkaç dakikalık kısa bir yürüyüşün ardından oturduğu sokağa ulaştı. Göksel’in sağ taraftaki kaldırımdan apartmana yürüdüğü esnada alt sokaktan gelen uzun boylu bir delikanlı sol taraftaki kaldırımda belirdi. Birkaç metre ilerisinde yürüyen sarışın kadını fark ettiğinde onu hemen tanıdı.

“Gök!” diye seslendi Emrah’ın kalın sesi.

Göksel omzunun üstünden arkasına baktığında yolun karşısındaki Emrah’ı gördü. “Merhaba,” dedi.

Genç adam kendisine yaklaşırken onu inceledi. Emrah uzun ve kaslı bacaklarını saran siyah bir kot pantolon giymişti, üstünde bol bir yeşil tişört vardı; birkaç renkli bir omuz çantası da göğüslerinin ortasında duruyordu.

Onun karşısında duran Emrah genç kadının elindeki çiçeği gördüğünde kaşları yukarı kalktı. “Selam,” dedi onun gözlerine bakarak. “N’aber?”

“İyiyim, sen?”

“İyiyim ben de. Nereden böyle?”

Göksel elindeki çiçeğe kısa bir bakış attığında yanaklarının kızardığını hissetti. “Bir arkadaşımla buluştum,” diye mırıldandı. “Oradan dönüyorum.”

Oturdukları apartmana doğru yan yana yürümeye başladılar.

“Bugün özel bir gün olmalı,” dedi Emrah. “Arkadaşın sana çiçek aldığına göre.”

“Tamam, normal bir arkadaş değil,” diye kabul etti Göksel. “Birisiyle görüşüyorum.”

“Çok çabuk itiraf ettin,” dedi Emrah ona yandan bir bakış atarak. “Ben biraz daha dayanırsın sanıyordum.”

“Anladın zaten, aksini iddia etmenin bir manası olmayacaktı.”

“Anladım tabii. Biraz bahsetmek ister misin?”

Onun bu sorusu Göksel’i şaşırttı. Genel olarak Emrah’la çok fazla şey paylaşmamışlardı, romantik ilişkiler ise hiç konuşmadıkları bir meseleydi.

“Birkaç haftadır görüşüyoruz,” dedi Göksel. “Bugün ikinci kez buluştuk.”

“Bu kadar mı? Biraz ondan bahset. Kim bu şanslı erkek?”

“İsmi Gökhan, konservatuvar öğrencisi bir müzisyen.”

Beklediği adı duyunca Emrah gülümsedi. Aileleriyle birlikte akşam yemeğine çıktıkları akşam Gökhan’ın Göksel’e mesaj attığını görmüştü. Kısa sürede işleri bu kadar ilerletmelerine şaşırdı. Göksel soğuk ve mesafeli bir karaktere sahip olduğu için bir erkekle yakınlaşması aylar bulur diye düşünüyordu ama anlaşılan yanıldığı noktalar vardı.

“Hangi üniversitede okuyor?”

“İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında öğrenci. Bu sene onun da son senesi olacak.”

“Köklü bir okul, iyi bir müzisyen olmalı.”

“Öyle.”

“Nereden tanıştınız?” Apartman kapısına ulaştıklarında Emrah cebinden anahtarı çıkardı. “Ben açarım, sen anlat.”

“Bir kafede sahne alıyor, orada tanıştık,” diye açıkladı Göksel. “Hesabımda fotoğrafını paylaşmıştım.”

“Gitar çalan genç o mu?” dedi Emrah şaşkınca ona dönerek. “Epey beğeni alan fotoğrafındaki müzisyen.”

“Evet, o. Konumdaki gönderilere bakarken o fotoğrafı görmüş, sonra da fotoğrafı kaydedip kendi hesabında da paylaşmak için benimle iletişime geçmişti. O akşam kısa bir konuşma gerçekleştirdik. Üç hafta sonra arkadaşlarımla beraber aynı kafeye gittiğimizde çıkışta karşılaşıp yüz yüze tanıştık, sonra da konuşmaya başladık işte.”

“İlginç bir tanışma hikâyesi. Farklı yani, alışılmışın dışında.”

“Sanırım öyle.”

Emrah kapıyı açtığında birlikte binaya girdiler ve asansöre ilerlediler.

“Sen nereden geliyorsun?” diye sordu Göksel konuyu değiştirmek adına.

“Arkadaşlarımın yanından,” diye cevap verdi Emrah. “Playstation oynadık.”

“Eğlenceli vakit geçirmişsindir.”

“Evet, geçirdim.”

Üçüncü kattaki asansör zemin kata geldiğinde bindiler. Emrah dördüncü ve beşinci katın düğmelerine bastığında kapı kapandı.

“Senin buluşman nasıl geçti?” diye sordu Emrah.

“Güzeldi,” dedi Göksel ona bakarak. “Ben de keyifli vakit geçirdim.”

“Senin adına sevindim.”

“Teşekkür ederim.”

Emrah ona içten bir gülümseme gönderdiğinde Göksel de aynı şekilde karşılık verdi.

Asansör Göksellerin oturduğu kata geldiğinde kapıları açıldı.

“İyi akşamlar,” dedi Göksel. “Görüşürüz.”

“Görüşürüz Gök,” dedi Emrah. “Sana da iyi akşamlar. Kendine dikkat et.”

“Sen de.”

Göksel asansörden inip evin kapısına ilerledi ve kapıyı çaldı. Saniyeler sonra Güzin kapıyı açtı.

“Hoş geldin bebeğim,” diye karşıladı kızını. “Gel içeri.”

“Hoş buldum,” diyen Göksel elindekileri annesine uzattığında Güzin çiçeği fark etti. “Alır mısın?”

“Alayım,” deyip çantayla çiçeği aldı Güzin. “Bu çiçek de neyin nesi?”

Göksel ayakkabılarını çıkarıp eve girdi. Elindeki ayakkabıları ayakkabılığa bıraktıktan sonra annesine döndü. “Gökhan verdi,” diye cevapladı annesini.

“Bak sen. Çok ince bir hareket.”

“Öyle.”

“Aster çiçeği değil mi? Bembeyaz, çok zarif.”

“Evet, aster çiçeği. İskelenin orada bir kadının çiçek sattığını görünce almak istemiş.”

“Düşünceli ve kibar bir delikanlıymış.”

O esnada salondan çıkan Engin, “Kim düşünceli ve kibar bir delikanlı?” diye sordu. Kızına baktı. “Hoş geldin güzelim.”

“Hoş buldum,” dedi Göksel.

Engin kızının alnını öptükten sonra eşine döndü ve onun elindeki çiçeği fark etti. Kaşlarını kaldırarak, “Bu da neyin nesi?” diye sordu. “Annene çiçek mi aldın?”

“Çiçek Göksel’e ait,” diyen Güzin çiçeği sahibine geri verdi. “Gökhan almış.”

Engin şaşırarak Göksel’e bakarken Göksel sevimli olduğunu umduğu bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirdi. Babasıyla arası ne kadar iyi olursa olsun bu konuda ondan çekiniyordu.

“Gökhan sana çiçek mi aldı?” dedi Engin.

“Evet,” diye onayladı Göksel. “Düşüncelilik etmiş sağ olsun.”

Engin mavi gözlerini kıstığında göz çevresindeki kırışıklıklar derinleşti. “Yani hoş bir hareket,” diye mırıldandı. “Papatya mı o?”

“Papatyagillerden ama papatya değil, aster çiçeği.”

“Çiçekçide son bir tane kalmış herhâlde.”

“Hayatım!” dedi Güzin uyarı dolu bir sesle. “Çocuk ikinci buluşmada kocaman bir buketle mi çıksaydı kızın karşısına? İncelik yapıp bir tane çiçek almış işte, hem böyle büyük çiçekler birer tane de hediye ediliyor.”

“Her neyse,” deyip Göksel’e baktı Engin. “Buluşmanız nasıl geçti?”

“Güzeldi,” dedi Göksel. “Keyifli vakit geçirdim.”

“Öncekinden daha mı iyiydi?” diye sordu Güzin.

“Evet, daha dolu dolu bir buluşma oldu. Bugün de ben tatlı ve çay ısmarladım.”

“İyi yapmışsın. Gökhan pizzacıyı beğendi mi?”

“Beğendi.”

“İyi bakalım. Bu buluşmanızın da güzel geçtiğini duyduğuma sevindim bebeğim.”

Güzin kızının yanağını öptü.

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Müsaadenizle elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştireceğim şimdi.”

“Tamam kuzum.”

Göksel odasına ilerlerken ebeveynleri arkasından baktı.

“İşler ciddileşiyor gibi,” diye bir yorumda bulundu Engin. “Yüzündeki mutluluğu gördün değil mi? Bizim kız bu çocuktan hoşlanıyor ve görünüşe göre Gökhan da ondan hoşlanıyor, ikinci buluşmadan Göksel’e çiçek almış kerata.”

“Görmez olur muyum?” dedi Güzin gülümseyerek. “Aklıma bizim flört etmeye başladığımız zamanlar geldi. Sen bana dördüncü buluşmada çiçek almıştın, yeni nesil daha hızlı.”

“Çünkü birinci buluşmamız okul kantinindeydi, ikincisi arkadaşlarımızla buluşacağımızı sandığımız ama onların bizi satıp baş başa bıraktığı tamamen habersiz bir buluşmaydı, üçüncüde açık hava sinemasına gidip film bitişi hemen evlerimize dönmüştük. Bir restoranda akşam yemeği yediğimiz dördüncü buluşmamız aslında ilk gerçek buluşmamızdı ve onda da çiçekle gelmiştim zaten.”

“Ne güzel bir akşamdı. Şimdi Göksel’in de böyle güzel şeyler yaşadığını gördüğüme çok seviniyorum, umarım hep böyle devam eder ve kalbi hiç kırılmaz.”

“O Gökhan benim biricik kızımın kalbini hele bir kırsın, bak ben ne yapıyorum ona?”

“Aşk bu hayatım, insanın kalbini en kolay kıran şey ve bunun için öyle büyük şeyler yapmak da gerekmiyor. Yaşanan ufak bir hayal kırıklığı bile insanın kalbini kırabiliyor.”

“Orası öyle ama Gökhan kızımıza düzgün davranırsa iyi eder.”

“Davranmazsa da Göksel gerekeni yapıp onu hayatından çıkaracak kadar olgun bir kız. Hadi salona dönelim.”

Odasına giren Göksel telefonuna sarılıp ilk iş olarak Gökhan’a mesaj attı.

Ben eve vardım, haberin olsun. Sen ne yaptın?

Genç kadın üstündekileri çıkarıp pembe pijama takımını giydiği esnada telefonundan müzik dinleyen Gökhan onun mesajını gördü, okudu ve ona cevap yazdı.

Tamamdır, sağ salim eve varmana sevindim

Ben de vapurdan inip otobüse bindim, otobüsteyim şu an

Üstünü değiştiren Göksel telefonunu yeniden eline alıp onun mesajlarını okudu.

Senin daha yolun var. Eve varınca yaz sen de

Çevrim içi olan Gökhan konuşma sayfasında beklediği için mesajını saniyesinde gördü.

Yazarım

Önerdiğin bütün şarkıları dinledim ve hepsini sevdim. In Your Eyes favorim oldu, tekrara aldım

Gökhan’ın bu iki mesajını okuyan Göksel genişçe gülümsedi.

O parçayı ben de çok severim, dinlerken insanı alıp götürüyor

Yavaş adımlarla yatağına ilerleyip yatağın kenarına oturdu. Elini yüzünü yıkamak aklından çıkmış, tüm ilgisi Gökhan’a odaklanmıştı.

Kesinlikle. Sözlerini çok beğendim, kapanışındaki saksafon kısmı da aşırı iyi. Şarkıya orijinal ve nostaljik bir hava katmış

Gökhan gibi iyi bir müzisyenin şarkıyı böylesine analiz etmesine Göksel hiç şaşırmadı, aksine analiz etmeseydi buna şaşırırdı.

O kısım favorimdir, dediğin gibi nostaljik bir havası var

Mesajı genç adama gönderdiğinde Gökhan mesajı yine saniyesinde gördü. Telefona bu kadar rahat baktığına göre oturmuş olmalı, diye düşündü. Toplu taşımada ayakta giderken telefona bakmanın ne kadar zor olduğunu biliyordu.

Bu güzel öneriler için teşekkür ederim, vakit bulduğumda diğer parçalarına da bakacağım mutlaka

Göksel bu mesajı okuduğunda sırıttı.

Rica ederim, başka öneriler de yaparım ileride

Ona cevap verdikten sonra uygulamadan çıkıp galerisine girdi ve bugün çekildikleri iki fotoğrafı açtı. Fotoğrafları düzenlemeye girişmeden önce bir süre iki fotoğrafı da uzun uzun inceledi. Gökhan’ın onu sarmaladığı, vücutlarının dip dibe olduğu ve ikisinin de içten bir şekilde gülümsediği fotoğraf gerçekten çok güzeldi. Fotoğrafın verdiği his çok başkaydı. Genç kadın bu kareye bakarken içinin sıcacık olduğunu hissediyordu.

İki fotoğrafı da orijinal görüntüsünü bozmadan, görüntü ayarlarını daha kaliteli hâle getirecek şekilde düzenledi. Fotoğrafların ışığını biraz kısıp kontrastı artırdı, doygunluğu ve renklerin sıcaklığını çok az artırıp fotoğraflara daha canlı bir hava verdi. Fotoğraflar ham hâllerine göre daha profesyonel ve kaliteli duruyordu.

Fotoğrafları Gökhan’ın e-posta adresine gönderdikten sonra konuşmalarına geri döndü.

Kesinlikle yapmalısın, müzik zevkini beğendim

Genç adamın bu mesajını okuyunca gülümsedi ve ona cevap verdi.

Teşekkür ederim. Fotoğraflarımızı da e-posta adresine gönderdim

Bu esnada Gökhan posta bildirimini alıp Göksel’in gönderdiği e-postayı açmıştı bile. Genç adam bu iki fotoğrafı incelerken gülümsüyordu. Fotoğraflar gerçekten de çok güzeldi. Özellikle Göksel’i koluyla sardığı fotoğrafa kelimenin tam anlamıyla bayılmıştı. Fotoğrafı çekerken fark etmemişti fakat genç kadını çok sahiplenerek tutmuş, onu kendisine çekmişti. Göksel’in gövdesinin sağ tarafı onun gövdesiyle bitişikti ve ilk defa bu kadar yakın olmak iki gencin de yüzüne utangaç bir ifade yayılmasına neden olmuştu.

Gökhan fotoğrafları indirip galerisine kaydettikten sonra Göksel’in mesajının üstüne dokunarak konuşma sayfasına girdi.

Gördüm ve indirdim, teşekkür ederim. Fotoğraflar gerçekten güzel olmuş

Göksel saniyeler içinde mesajını görüp ona cevap verdi.

Evet, bugünden güzel birer hatıra olarak kalacaklar

Ben şimdi elimi yüzümü yıkayacağım, biraz da benimkilere bakarım. Eve vardığında haber vermeyi unutma lütfen

Gökhan ona hızlı bir cevap verdi.

Tamam, unutmam

Onun mesajını okuyan Göksel telefonunu odasında bırakıp odasından çıktı. Banyoda elini yüzünü yıkayıp makyajını temizledikten sonra salona, ebeveynlerinin yanına gitti. Koltukta yan yana oturan annesiyle babası dizi izliyordu.

“Şu ince uzun vazo nerede?” diye sordu Göksel annesine.

“Krem renkli ve cam olan mı?” dedi Güzin. “Bizim odamızda tuvalet masasının kenarında duruyor. Çiçeğini mi koyacaksın?”

“Evet. Alabilir miyim?”

“Tabii ki alabilirsin bebeğim.”

Göksel annesine gülümsedikten sonra salondan çıktı ve ebeveynlerinin yatak odasına ilerledi. Bu oda salondan sonra evdeki en büyük odaydı. Çift kişilik büyük bir yatak odanın sağ tarafındaki duvara yaslanıp ortalanmıştı, yatağın iki kenarında komodinler yer alıyordu; yatağın hemen karşısında aynalı büyük bir kıyafet dolabı vardı, şifonyerle tuvalet masası kapının sağında yan yana duruyordu. Göksel tuvalet masasına yaklaştığında masanın sağ kenarındaki içi boş vazoyu gördü. Vazoyu eline alırken bunun çiçeği için muhteşem bir vazo olacağından emin oldu.

“Aldım,” diye seslendi odasına giderken. “Teşekkür ederim.”

Genç kadın odasına girerken birbiriyle bakışan annesiyle babası da koltuktan kalkıp kızlarının odasına ilerledi. Açık kapıda durup odanın içine baktıklarında Göksel’in beyaz aster çiçeğini gülümseyerek vazoya koyduğunu gördüler.

“Bu vazoyu iyi düşündün,” dedi Güzin. “Güzel oldu.”

Göksel onları fark edince irkilip ikisine baktı. Engin’le Güzin odasına girip kızlarına ilerledi.

“Çalışma masama koyacağım,” dedi Göksel. “Çalışma masamın biraz boş olduğunu düşünüyordum, masa lambasının olmadığı sol köşede güzel durur bence; siz ne dersiniz?”

“Koy bakalım,” dedi Engin.

Göksel vazoyu çalışma masasının boş sol köşesine yerleştirdiğinde üçü birden vazoya baktı.

“Çok güzel durdu,” dedi Güzin gülümseyerek. “Hoş bir hava kattı.”

“Bence de,” dedi Engin eşine katılarak. “Masan da beyaz, uyumlu oldu.”

Göksel şaşırarak babasına baktığında Engin kızını belinden tutup kendisine çekti ve sarı saçlarına bir öpücük kondurdu. Göksel gözlerini huzurla kapattı.

“Şimdi siz flört mü oluyorsunuz?” diye sordu Engin. “Aranızda duygusal bir şeyler var, değil mi?”

“Baba!” dedi Göksel utanarak.

“Flörtsünüz,” dedi Engin başını sallayarak. “Bu kadar utandığına göre bu delikanlıdan hoşlanıyorsun da.”

“Hayatım utandırmasına kızı,” diye araya girdi Güzin. “Daha bunları konuşmak için çok erken, bırakalım ikisi de hislerini tanıyıp buna kendileri isim versinler.”

“Modern bir baba olarak kızımla bunları konuşabilirim.”

“Konuşmayalım,” dedi Göksel hemen. Babasından ayrılıp ellerini yukarı kaldırdı. “Çok yoruldum, yatıp dinlensem iyi olacak. Rica etsem sizi dışarı alabilir miyim?” Esniyormuş gibi yaptı. “Çok uykum var, yatağıma uzanıp uyumak istiyorum artık.”

Engin bir şey söylemek için ağzını açarken Güzin onun kolunu tuttu. “Hadi çıkalım hayatım,” dedi. “Göksel de yatıp dinlensin hatta biz de yavaştan uyku moduna geçelim, saat geç oldu.”

“Anne kız çok fenasınız,” dedi Engin. Kızına baktı. “Bu konuyu elbette konuşacağız küçük hanım ama şimdilik kaç bakalım.”

“Size iyi geceler,” dedi Göksel gülümseyerek. “Yarın görüşürüz.”

Annesiyle babası odadan çıkınca kapıyı kapattı ve kapıya yaslanıp rahat bir nefes verdi. Ucuz kurtulmuştu.

Yeniden çalışma masasına ilerleyip vazodaki çiçeğe baktı. Birkaç saniye boyunca gülümseyerek çiçeği inceledikten sonra fotoğrafını çekmek aklına geldi. Ampulü söndürüp çalışma masasındaki sarı ışık yayan masa lambasını yaktı, masa lambasının konumunu çiçeğe en güzel ışığı verecek şekilde ayarladı ve vazoyu da düzelttikten sonra fotoğraf makinesini eline aldı. Vazo içindeki beyaz çiçeği kadrajına alıp gerekli ışık ve açı ayarlarını da yaptıktan sonra deklanşöre basarak çiçeğin fotoğrafını çekti.

Çektiği fotoğrafı çok beğenen genç kadın gülümseyerek yatağına uzandı, yattığı yerden çiçeğe bakarken aklına Gökhan’ın söylediği şey geldi.

“Çok zarif ve hoş bir çiçek, senin gibi.”

Yüzünü yastığa gömen genç kadın sessizce bağırdı.

Gökhan sayesinde ayakları yerden öylesine kesiliyordu ki kendisini tıpkı bu çiçeğe adını veren yıldızlar kadar yüksekte hissediyordu. Gökhan’la ve onunla arasındaki ilişkiyle ilgili her şeyse en az bir yıldız kadar parlak ve göz kamaştırıcıydı.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil