Kadrajdaki Dünyalar | 14. Kare: Yıldız Sahnesi

Kadrajdaki Dünyalar'ın 14. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Kasım 27, 2022 - 13:00
Kasım 27, 2022 - 13:00
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 14. Kare: Yıldız Sahnesi

Bölüm fotoğrafı: Artem Podrez

Koyu tonların hâkim olduğu mekânın içi loş ışıklarla aydınlatılıyordu. Mekânın tasarımı sade olmaktan çok uzaktı, ağır bir tasarımı vardı fakat bu ağır tasarım göz yormuyordu. İçerisi oldukça genişti, masalar sahneye dik gelecek şekilde konumlandırılıp masada oturan herkesin sahneyi rahatça görebilmesi sağlanmıştı. Duvarlar koyu tonlarda duvar kâğıtlarıyla ve tablolarla süslenmişti. Sahneyse karşı taraftaki duvarın ortasına kurulmuştu. Platformun yüksekliği içerideki herkesin sahnedekileri görebileceği kadar yüksekti. Sahnenin ortasında bir bateri vardı, amfiler sahnenin sağ ve soluna koyulmuştu; üç tane mikrofon ayağından ortadaki -vokalistin kullanacağı- diğer ikisinden bir tık daha öndeydi.

Göksel bakışlarını sahnenin arka kısmına çevirdiğinde kaşları havaya kalktı. Arka duvarın iki yanında yıldız desenleri vardı, orta kısmındaysa Yıldız Sahnesi yazıyordu.

Yıldız Sahnesi mi?” diye sordu Göksel.

“Evet,” diye onayladı Gökhan. “Burada sahne alanlar sahnenin ismini belirliyor, biz de Yıldız Sahnesi olarak belirledik.”

“Güzel bir seçim olmuş. Tasarımı da siz mi yaptınız?”

“Hem evet hem de hayır. Biz yıldız desenleri istediğimizi söylediğimizde tasarımla uğraşan kişi bunu yaptı. Fikir bizim, tasarım onların.”

“Anladım. Güzel bir tasarım olmuş.”

“Bence de.”

Göksel ve Gökhan diğerlerine yaklaşırken hepsinin gözü onların üstündeydi. Göksel’i ilk kez gören grup üyeleri genç kadını incelerken Göksel utangaç bir tebessümü yüzüne yerleştirdi.

“Millet sizi Göksel’le tanıştırayım,” dedi Gökhan ikili sahnenin önünde durduğunda. “Göksel bunlar da Elçin, Lale, Barış, Sarp ve Kuzey.”

“Merhaba,” dedi Göksel başını hafifçe eğerek. “Tanıştığıma memnun oldum.”

“Merhaba,” dedi Elçin ona yaklaşarak. “Hoş geldin.”

“Hoş buldum.”

Diğerleri de aynı şeyi söylediğinde hepsine topluca, “Hoş buldum,” diye cevap verdi.

“Barış, Sarp ve Kuzey bizim üniversitenin mühendislik fakültesinden,” dedi Gökhan sahnedeki arkadaşlarını göstererek. “Bu akşam dördümüz sahne alacağız. Barış vokalistimiz ve bu akşam ritim gitaristimiz olacak, Sarp bateristimiz, Kuzey bas gitaristimiz ve arka vokalimiz.” Elini göğsüne koydu. “Ben de bu akşam solo gitarist ve arka vokal olacağım.”

Göksel yavaşça başını sallandığında Gökhan, Elçin ve Lale’ye döndü.

“Elçin de bizim üniversitede Hukuk okuyor,” diye devam etti genç adam. “Barış’ın da kız arkadaşı. Lale de bizim üniversiteden mezun olmuş bir iç mimar ve Sarp’ın kız arkadaşı.”

Göksel kızlara gülümsediğinde kızlar da ona gülümsedi.

“Kısa ve açıklayıcı bir tanıştırma oldu,” dedi Elçin. “Sen ne yapıyorsun Göksel?”

“Öğrenciyim ben de,” diye cevap verdi Göksel. “Fotoğraf ve Video bölümünde son seneme geçtim.”

“Aynı zamanda muhteşem bir fotoğrafçı ve video grafiker,” diye araya girdi Gökhan. “Benim gibi tutkusu olan alanda eğitim alıp tutkusunu işine dönüştürmeye hazırlanıyor.”

Göksel ona utangaç bir ifadeyle baktı.

“Öyle mi?” dedi Elçin. “Ne güzel. Ne zamandır bu alanla ilgileniyorsun?”

“Çocukluğumdan beri,” dedi Göksel. “İlk fotoğraflarımı ortaokulda çekmeye başladım.”

“Gökhan gibi,” dedi Barış. “O da çok küçük yaşlardan beri müzikle ilgileniyor.”

“Evet, anlattı.”

“İkimizin de tutkuları köklü geçmişlere sahip,” dedi Gökhan, Göksel’e yandan bakarak. Onunla sahip olduğu bu ortak noktalardan memnundu. “Mekân az sonra açılacak,” dedi konuyu değiştirerek. Üzerinde “rezerve” yazılı kâğıt olan sahnenin hemen önündeki masayı gösterdi. “Biz sahnedeyken siz hanımlar da hemen bu masada oturacaksınız.”

Göksel masaya baktı. Masayla sahne arasında yaklaşık 1,5 metrelik kısa bir mesafe vardı.

“Güzel, sahnenin hemen karşısındaymış,” dedi Göksel bakışlarını Gökhan’a çevirirken. “Kameramı yanımda getirdim. Siz de isterseniz fotoğraflarınızı çekebilirim.”

Gökhan genişçe gülümsediğinde Göksel de tebessüm etti.

“Senin gibi bir profesyonelin kadrajına girmeyi kim istemez ki?” dedi genç adam ve arkadaşlarına döndü. “Beyler şanslı günümüzdeyiz. Göksel yanında fotoğraf makinesini getirmiş ve siz de isterseniz bizi çekeceğini söylüyor.”

“Öyle mi?” dedi Barış. “Elbette isteriz.”

“Teşekkür ederiz,” dedi sahnenin kenarına oturan Kuzey. “Gök’ün muhteşem bir fotoğrafçı dediği kişinin kadrajına girmek bizim için büyük bir ayrıcalık olacaktır.”

“Kesinlikle,” dedi Sarp arkadaşına arka çıkarak. “Teşekkür ederiz.”

Gülümseyen Göksel, “Asıl ben teşekkür ederim,” dedi. “Keyifli bir çekim olacağından eminim.” Gökhan’a döndü. “İki dakika müsaadeni isteyeceğim. Benimkileri arayıp geldiğimi haber vereyim.”

“Müsaade senindir,” dedi Gökhan. “Ver tabii, akılları sende kalmasın.”

Göksel ona bir gülümseme gönderdikten sonra gruptan uzaklaştı. Hepsi onun arkasından baktı.

Gökhan’ın koluna vuran Elçin, “Çok tatlı kızmış,” dedi. “Hoşlandım.”

“Çok da güzelmiş,” dedi Lale. “Doğal sarışın mı?”

“Gözleri de çok güzel, masmavi. Kimin en sevdiği renk mavi acaba?”

Elçin, Gökhan’a göz kırptığında genç adam utangaç bir tavırla gülümsedi.

“Evet, doğal sarışın.” Ve yine evet, çok güzel.

“Bu kadar açık sarı çok nadir görülüyor, nereliymiş?”

“Soru bombardımanı yapmasanıza,” diye araya girdi Barış. “Çocuğa saniyeler içinde bir sürü soru sordunuz, rahat bırakın Gök’ü. Göksel’le otururken neyi merak ediyorsanız kendisine sorarsınız.”

“Teşekkür ederim kardeşim, hayatımı kurtardın.”

Sahneye çıkan Gökhan, Göksel’in olduğu köşeye baktı. Genç kadın mekânın ortasındaki bir masanın kenarında sırtı onlara dönük telefonla konuşuyordu.

“Ben geldim,” diye haber verdi Göksel annesine. “Gökhan beni karşıladı, sonra da içeri girip arkadaşlarıyla tanıştırdı.”

“Arkadaşları nasıl?” diye sordu babası. Annesi telefonunu hoparlöre almıştı.

“Bir yorum yapmak için çok erken ama iyi insanlara benziyorlar. Beni güler yüzlü ve kibar bir şekilde karşıladılar.”

“İyi, ideal bir başlangıç.”

“Gökhan nasıl?” diye sordu annesi.

“Her zamanki gibi,” diye yanıtladı Göksel. “Güler yüzlü, kibar ve samimi.” Arkasını dönüp sahneye kısa bir bakış attığında Gökhan’ın gülerek Kuzey’le konuştuğunu gördü. “Benim burada olmamdan mutlu görünüyor.”

“Olur tabii beyefendi,” diye mırıldandı babası.

“Arada bize güncelleme vermeyi unutma bebeğim,” dedi Güzin eşinin sesini bastırarak. “İyi eğlenceler.”

“Unutmam ve teşekkür ederim. Sizi seviyorum.”

“Biz de seni seviyoruz.”

Telefonu kapatan Göksel diğerlerinin yanına dönerken Gökhan onun geldiğini fark etti.

“Gelsene,” dedi Göksel’e. “Sahneyi yakından incele.”

Göksel iki basamağı tırmanıp sahneye çıktı. Sahne dört kişinin sığacağı kadar genişti. Kablolar ayak altında karışık bir şekilde durmuyor, düzenli bir şekilde yerde uzanıyordu ve bu şekilde kimsenin ayaklarına dolanmayacaklardı. Mikrofon ayaklarının boyları kişiye özel ayarlanmıştı ve gitar pedalları da mikrofon ayaklarının yanında duruyordu. Göksel duvardaki yıldızlara yakından bakarken Gökhan ona yaklaştı.

“Renk seçimini beğendim,” diye bir yorumda bulundu Göksel.

“Diğer ışıklar kapanınca ve ortam loş olunca daha güzel görünecekler,” dedi Gökhan bakışlarını sarı yıldızlardan alıp Göksel’e çevirirken. “Sahnede sıcak tonları seviyorum.”

“Sahneye yakışıyor.” Göksel arka taraftaki beyaz Fender’a baktı. “Senin gitarın değil mi?”

Gökhan omzunun üstünden Fender’a baktı. “Evet,” diye onayladı. “Yakından bakmak ister misin?”

“Olur.”

İkili gitara ilerlerken diğerleri onlara baktı, sonra birbirlerine bakıp gülümsediler. Gökhan bunu dile getirmese de Göksel’le flört ettiklerini anlamışlardı ve Gökhan’ı ilk kez biriyle takılırken gördükleri için bunu biraz garipsiyor ama onun bir yandan çekingen bir yandan da heyecanlı hareketlerini onun adına sevinerek izliyorlardı.

“Çalmayı bilmiyorsun değil mi?” diye sordu Gökhan.

“En ufak bir fikrim bile yok,” dedi Göksel başını iki yana sallayarak. “Tek bildiğim parmaklarınızla bir şeyler yapıyorsunuz ve ortaya mucizevi şeyler çıkıyor.”

Genç kadının bu açıklaması Gökhan’ı güldürdü. “Teller notalar,” dedi gitarını eline alırken. “Her tel bir notayı temsil ediyor, perdeleri kullanarak da tüm notaları ve onların kalın ve ince seslerini elde ederiz. Mesela do ve fa notaları tellerde yoktur ama belirli tellerin belirli perdelerine basarak onları çalabiliriz. Bu yüzden gitar çalarken bir elimiz tellerin üstünde, diğer elimiz de perdelerdedir; armoniyi böyle oluştururuz. En basit şekilde böyle anlatabilirim.”

“Anlatması basit olabilir ama anlaması ne yazık ki basit değil. Müzisyenler olarak saygı duyulacak bir iş yapıyorsunuz.”

“Gel böyle,” diyen Gökhan onu yanına çağırdı. “Birlikte çalalım.”

Göksel onun karşısında durmak yerine yanına geçti.

“Beraber klavyeyi tutalım,” dedi Gökhan. “Getir elini.”

Göksel sol elini klavyeye uzatınca Gökhan onun elini tuttu. İkisi de bir anlığına birbirlerine baktıktan sonra bakışlarını kaçırdılar. Gökhan genç kadının elini klavyeye yerleştirdikten sonra parmaklarını da tellerin üstüne yerleştirdi.

“Perdelere basma,” diyen Gökhan birinci teli tıngırdattı. “Mesela bu mi notasıydı,” dedi. Sol elini Göksel’in elinin üzerine koyup kendi parmağıyla onun parmağını üçüncü perdeye bastırdı. “Bu da sol. Aynı tel, farklı notalar.”

“Hım,” dedi Göksel kelimeyi biraz uzatarak. “Ne demeye çalıştığını anladım.”

“Şimdi de bu notaların kalınlarını dinleyelim,” dedi Gökhan. “Bu sefer teli sen tıngırdat. Parmağını altıncı tele getir, evet bu.”

Göksel genç adamın gösterdiği teli boş çaldığında az öncekinden çok daha kalın bir ses çıktı.

“Yine mi ama kalın olan,” dedi Gökhan. Göksel başını kaldırıp onun yüzüne baktığında Gökhan ona kısa bir bakış attı. “Klavye,” diye uyardı onu. Genç kadının yüzük parmağını üçüncü perdeye bastırıp aynı teli tıngırdattı. “Bu da kalın sol.”

“Mantığını anladım sanırım.”

Onlar dip dibe gitar çalarken diğerleri de onlara kaçamak bakışlar atıp gülümsüyordu.

“Bunu her bir perde ve tel için yaparız,” dedi Gökhan. Göksel’in parmaklarını perdelere bastırırken kendisi de telleri tıngırdatıp farklı sesler çıkardı. “İşin aslı bunu ritmik bir şekilde yapmak ve bir bütün oluşturmak. Kulağa hoş gelen bir bütün elbette.”

“İşin en zor kısmı,” dedi Göksel ona bakarak. “Telleri tıngırdatabilir miyim?”

“Tabii ki tıngırdatabilirsin.”

Göksel tecrübesiz parmaklarıyla telleri tıngırdatırken Gökhan da birkaç perdeye dokunup onu destekledi. Elektro gitarın gök gürültüsünü andıran sesi Göksel’in kıkırdamasına sebep oldu.

“İşin zor ama eğlenceli kısmı,” dedi genç kadın gülmeye devam ederken. “Oldukça eğlenceli kısmı.”

Onun yüzündeki neşeyi gülümseyerek izleyen Gökhan, “Sana öğreteyim mi?” diye sordu. “Gitar çalmayı.”

Göksel onun yüzüne baktığında yüzünde şaşkın bir ifade vardı. “Bence çok farklı dünyalara aitiz,” dedi genç kadın. “Dinlemeyi çok seviyorum ama çalmayı hiç düşünmedim, kendimi gitar çalarken hiç hayal etmedim.”

“Bence bir hayal et, bir şans ver. Gitar büyülü bir enstrüman, o herkesin dünyasına ait. Bir gün klasik gitarım üzerinde sana gitarı tanıtayım, seni onunla tanıştırayım.”

“Peki,” dedi Göksel gülümseyerek. “Sanırım kendime bir şans verebilirim.”

“Kesinlikle vermelisin.”

Göksel elini gitardan çektiğinde Gökhan gitarı klavyesinden tutup yeniden amfiye yasladı.

“Seninki burada,” dedi Göksel beyaz Fender’a bakarak. “Ben de benimkini çıkarayım.”

“Seninki?”

“Fotoğraf makinesi. Gitar seninki, kamera da benimki.”

Göksel çantasından kamerasını çıkarırken Gökhan onu seyretti.

“Çok da büyük değilmiş,” dedi Gökhan onun eline aldığı makineye bakarak. “Kameranı çantana koyduğunu söyleyince koca makinenin bu küçük çantaya nasıl sığdığını düşünmüştüm ama görünüşe göre koca makine falan yokmuş.”

“Bu küçük olan,” dedi Göksel gülümseyerek. “Asıl profesyonel olanı getirmedim.”

“Kaç tane kameran var?”

“Çok tane.”

Onun bu cevabı Gökhan’ı güldürdü. “Çok tane tam olarak kaç tane oluyor peki?”

“Bir tanesi hariç sahip olduğum tüm kameraları saklıyorum, toplamda yanlış hatırlamıyorsam altı tane kameram var.”

“Yuh! Altı mı? O da yanlış hatırlamıyorsan. Bir tanesine ne oldu peki?”

“Üst modelini almak için satmak zorunda kaldım. Kamera fiyatlarının uçmaya başladığı dönemdi, elimdekini satmadan almam mümkün değildi -o kadar büyük bir meblağı ailemden isteyemezdim- ve ben de elimdekini satıp, üstünü tamamlayarak yenisini aldım. Sattığım makine içimde yara olarak kaldı ama yapacak bir şey yok. Sahip olduğum tüm kameraları ömrümün sonuna kadar saklayıp kendi koleksiyonumu oluşturmaya karar verdiğim zaman kameraların bu kadar pahalanacağından haberim yoktu.”

Gökhan ona anlayışla baktı. “Ben de bu gitarı almak için öncekini satarken çok üzülmüştüm,” dedi o günü hatırlayıp hüzünlenerek. “Gitarlar da kameralar kadar pahalı ve ben de senin gibi üst modelini almak için elimdekini satmak zorundaydım. Yılların yaşanmışlığına ve hatırasına veda etmek zordu.”

“Değil mi? Benim için de zor olan hatıralara veda etmekti.” Göksel gülümsedi. “Neyse ki hatıralar birikmeye devam ediyor. Hadi başlamadan bir fotoğrafını çekeyim. Gitarını omzuna asar mısın? Onu çalıyormuş gibi yapmanı istiyorum, ben de gitarın olduğu kısmı çekeceğim. Yüzün görünmeyecek.”

“Nasıl isterseniz hanımefendi.”

Gökhan gitarını omzuna asarken Göksel gülerek onu kadraja aldı. “Ayarlamalarını yapayım,” dedi genç kadın. “Canlı bir fotoğraf olmasını istiyorum.”

Gökhan cebinden sarı bir pena çıkardı. Genç adamın sol eli klavyeyi kavrarken sağ eli de kasanın üstünde tellere dokundu. Penası sağ elinin başparmağı ve işaret parmağı arasındaydı. Göksel onun başından aşağısını kadraja alıp istediği ayarlamaları yaptı.

“Sakın bozma,” dedi ekrandaki görüntüye bakarak. “Çekiyorum.”

Deklanşöre bastı.

“Çabuk oldu,” diyen Gökhan gitarı omzundan çıkardı. “Nasıl çıktığına bakabilir miyim?”

Göksel’in yanına ilerlediğinde genç kadın ona fotoğrafı gösterdi. “Çok beğendim,” dedi Göksel. “Havalı bir fotoğraf olmuş.”

“Bayıldım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bunu da kesinlikle hesabımda paylaşacağım.”

“Akşamın ilk fotoğrafı daha.”

“Olsun, diğerlerini de paylaşırım. Nasıl olsa hepsi mükemmel fotoğraflar olacak.”

Göksel başını yere eğip gülerken Gökhan da ona bakıp gülümsedi. Gülmek bulaşıcı bir eylemdi fakat Göksel’in gülüşünde onun için çok daha fazlası vardı: Gökhan onu gülerken görünce içinin sıcacık olduğunu ve neşeyle dolup taştığını hissediyordu.

“Mekânı açıyoruz gençler,” dedi işletmenin sahibi. “Siz de son hazırlıklarınızı yapın.”

Adam mekânın ana kapısını açmaya ilerlerken Göksel onun peşinden baktı. Giriş kapısı son derece genişti ve girişte birkaç metre uzunluğunda siyah bir halı seriliydi. İyi aydınlatılan giriş koridorunun solunda tuvaletler yer alıyordu, sağda da kasa kısmı vardı.

“Gece başlıyor,” dedi Barış. “Hazır mısınız baylar ve bayanlar?”

“Oldukça hazırım,” dedi Sarp. “Eğlence başlasın.”

Gökhan Göksel’in beline dokunduğunda genç kadın ona döndü.

“Gel,” dedi Gökhan. “Aşağı inelim.”

Belindeki büyük el Göksel’i heyecanlandırsa da genç kadın bir şey çaktırmadan başını salladı. “İnelim,” diye onayladı. “Ayak altında dolaşmayayım zaten.”

“Hayır, elbette ondan değil. Birkaç minik işim var.”

Göksel sahneden indikten birkaç saniye sonra Gökhan da indi. Birlikte kızların oturacağı masaya ilerlediler. Elçin ve Lale hâlâ sahnenin önünde olduğu için masa boştu.

“Ben sahnedeyken çantam seninle kalabilir mi?” diye sordu Gökhan. Elinde siyah bir sırt çantası vardı. “İçinde cep telefonum, cüzdanım gibi önemli şeyler var; göz kulak olur musun?”

“Elbette olurum,” dedi Göksel başını sallayarak. “Hiç merak etme.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. Çantasını masanın üzerine bıraktı. “İçerisi dolmaya başladı. Ben bir lavaboya gidip geleyim.”

“Tamam.”

Gökhan lavaboya ilerlerken Göksel onun arkasından baktı. Genç adamın üzerine giydiği siyah gömlek geniş omuzlarına tam oturuyordu, gömleğin eteklerini pantolonun içine sokup kemer taktığı için de ince beli ortaya çıkmıştı. Boru paça mavi kotu uzun, ince bacaklarını sarıyordu ve biraz yüksek bel olduğu için bacaklarını, dolayısıyla boyunu olduğundan biraz daha uzun gösteriyordu.

Şekilli vücudu bu kıyafetlerin içinde daha çok belli olan Gökhan oldukça iyi görünüyordu.

“Selam.”

Göksel, Elçin’in sesiyle bakışlarını Gökhan’dan alıp ona çevirdi. Masaya gelen Elçin ve Lale hemen yanındaydı.

“Selam,” diye karşılık verdi Göksel.

“Bizimkilerin çantalarını şu sandalyeye koyarız,” diyen Elçin masanın diğer ucundaki sandalyeyi gösterdi. “Lale ile ben yan yana otururuz, sen de burada oturup sahneye yakın olursun.”

“Benim için fark etmez, yan tarafta da oturabilirim.”

“Önde otur,” dedi Lale. “Fotoğrafları da daha rahat çekersin.”

“Teşekkür ederim.”

“Kızlar!” diye seslendi Barış. “Elçin ve Lale bir gelir misiniz?”

Elçin ve Lale gittiğinde Göksel yine yalnız kaldı. Masanın sahneye yakın olan kenarındaki sandalyeyi çekip oturdu. Masa titremeye başladığında irkildi, bir saniye sonra bir zil sesi duydu.

Gökhan’ın telefonu çalıyordu.

Telefon yarım dakika boyunca çaldıktan sonra sustu. Gökhan gelince telefonunun çaldığını haber verirdi.

Birkaç dakika sonra Gökhan lavabodan döndü. Genç adam sahneye çıkmadan önce üstünü başını son kez kontrol etmiş, kılık kıyafetine son hâlini vermişti.

“Telefonun çaldı,” dedi Göksel.

“Öyle mi?” diyen Gökhan çantasının ön gözünü açtı. “Geri döneyim.”

Gökhan onu arayan kişiyi geri aradı fakat Göksel’in beklediği gibi masadan uzaklaşmadı, aksine Göksel’in yanındaki sandalyeyi çekip genç kadının yanına oturdu.

“Beni aramışsın,” dedi Gökhan. “Lavabodaydım, duymadım.”

Göksel telefonun ucundaki kişinin erkek olduğunu anladı fakat ne dediğini anlamadı.

“Mekân açıldı,” diye cevap verdi Gökhan. “İnsanlar geliyor, biz de birazdan sahneye çıkacağız.”

Göksel karşıdaki erkeğin, “Çok heyecanlı mısın?” dediğini duydu. Hattaki kişinin sesi şu an daha net duyuluyordu. Göksel onları dinlemesinin hoş olmadığının farkındaydı fakat merak ediyordu ve Gökhan bu kadar yakınındayken konuşulanları istemese de duyuyordu.

“Heyecanlıyım tabii,” dedi Gökhan. “Böyle bir yerde sahne almayalı çok oldu. Daha sahneye çıkmadık fakat şimdiden bu ortamı deli gibi özlediğimi fark ettim. Bu akşam çok keyifli geçecek.”

“Kızlar bol bol video çeksin, bana da gönderin.”

“Çekerler, merak etme.”

“Göksel de geldi mi?”

Genç kadın kendi adını duyunca az kala dönüp Gökhan’a bakacaktı.

“Geldi,” dedi Gökhan ona yandan bir bakış atarak. “Herkes burada, eksik yok.”

“İyi bakalım. Bol şans kardeşim, diğerlerine de selamlarımı ve iyi eğlenceler dediğimi ilet. Benim yerime de çalıp eğlenin.”

“Başüstüne. Görüşürüz kardeşim.”

Gökhan telefonu kapattığında Göksel ona döndü ve ekranda Yağız yazdığını gördü. Genç kadın onun kim olduğunu biliyordu ve anlaşılan Yağız da onun kim olduğunu biliyordu.

Gökhan Yağız’a ondan bahsetmişti.

“Yağız’ın selamı var,” dedi Gökhan ona bakıp. “Senden bahsedip bu akşam burada olacağını söylemiştim.”

“Aleykümselam,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Şans mı diledi?”

“Hem şans hem de iyi eğlenceler diledi.” Gökhan onun sandalyesinin sırtını tuttu. “Akşamın tadını çıkar ve eğlenmene bak lütfen. Bu arada sen de farkındasındır tabii ama araç kullanıyorsun, içkiyi fazla kaçırma lütfen, olur mu? Evine sağ salim dönmeni isterim.”

“Düşündüğün için teşekkür ederim,” dedi Göksel genişçe gülümseyerek. Onun kendisini düşünmesinden her seferinde etkileniyordu. “Tercihimi alkolsüz içeceklerden yana kullanacağım. Belki bir bira içerim, o kadar.”

“Elbette düşüneceğim,” diyen Gökhan toparlama ihtiyacı hissetti: “Yani buraya benim davetimle geldin ve akşamı sorunsuz geçirip evine sağ salim dönmeni isterim.”

“Biliyorum ve teşekkür ederim. Sahnede bol şans ve iyi eğlenceler.”

“Teşekkür ederim Gök.”

Dakikalar içinde masalar doldu. Bu gece tüm masalar rezerve edilmişti ve tek bir tane boş masa bile yoktu. Elçin ve Lale de Göksel’in olduğu masaya oturdular. Mekânın ışıkları loşlaşırken sahnenin ışıkları parlamaya devam ediyordu. Tepedeki spot lambalardan yükselen sarı ışıklar sahneyi aydınlatırken arkadaki tasarım da sarı sarı parlıyordu.

“Hoş geldiniz,” dedi Barış seyircileri selamlayarak. “Hepinize güzel ve eğlenceli bir akşam dilerim.”

Boğazını temizleyen Barış akşamın ilk şarkısına girdiğinde spotların rengi maviye döndü. Grup bu akşamın ilk şarkısı olarak Daha Mutlu Olamam parçasını seçmişti. Bu akşam onlar için önemli bir akşamdı ve bu şarkı onların hislerine tercüman oluyordu.

“Güne kahveyle başladım,” diye şarkıya giren Barış’a yavaşça tıngırdattığı gitarı eşlik ediyordu. Genç adamın sesi pürüzsüz ve tertemiz çıkıyordu. “Ağzım kuru, zihnim açık / Beyaz camda görüntüler / Hepsi o kadar dürüst ki.”

Bu kısımda sadece Barış’ın yumuşak sesi ve gitarının tıngırtısı duyuldu.

“Hayatımdan çok memnunum,” kısmında diğer enstrümanlar da şarkıya girdi ve Barış’ın sesi daha gür çıkmaya başladı. Tüm grup üyeleri son derece rahattı. Sarp bateriyi ustaca çalıyor, Kuzey yavaşça sallanarak bas gitarı çalıyor; Gökhan da etrafı incelerken elektro gitarını çalıyordu.

Onlar şarkının solosunu çalarken Göksel grubu kadrajına alıp onların ilk fotoğrafını çekti. Mavi ışıklar altındaki sahne ve sahnedeki grup üyeleri çok iyi görünüyordu.

Göksel’in onları çektiğini fark eden Gökhan ona göz kırptı. Göksel açıyı yaklaştırıp genç adamı kadraja aldığında Gökhan ona bakmaya devam ediyordu. Genç adam gülümsediğinde Göksel onu çekti.

“Bir de poz veriyor,” dedi Elçin gülerek. “Deli bu çocuk.”

“Hem gitar çalıyor hem şarkı söylüyor hem de poz kesiyor,” dedi Lale. “Yine her şeye yetişiyor.”

“Her zaman böyle mi?” diye sordu Göksel.

“Hem de her zaman,” diye cevap verdi Elçin. “Her şeye yetişir.”

Göksel gülümseyerek Gökhan’a baktı.

Akşamın ilk şarkısını bitiren grup beklemeden ikinci şarkıya geçti. Hareketli bir şekilde başlayan şarkıyı Göksel başta tanıyamadı ama birkaç saniye sonra hangi şarkı olduğunu çıkardı. Dolu Kadehi Ters Tut grubunun Islansın şarkısı.

Barış olduğu yerde yavaşça sallanarak şarkıyı söylerken kızlar da masalarına gelen garsona siparişlerini verdi.

“Bir bira alayım,” dedi Göksel.

“Üç bira olsun,” dedi Elçin. “Ortaya da kuruyemiş tabağı alalım.”

Siparişleri alan garson uzaklaştı.

“Kız kıza buz gibi birer bira içelim,” dedi Elçin. “İyi gider.”

Barış nakarata girdiğinde bakışlarını Elçin’e çevirdi, kız arkadaşı da ona baktı. Barış nakaratı ona bakarak söylerken Elçin gülümsüyordu. Bu şarkı çiftin severek dinlediği şarkılardan biriydi.

Elçin ona öpücük attığında Barış da ona göz kırptı.

“Her şeye yetişen tek kişi Gökhan değil,” dedi Lale ikiliye bakarak. “Benimki de arkada kendi kendine takılıyor, hiç buralı değil.”

“Bakıyordur ama denk gelmemişsinizdir,” dedi Elçin. “Sana bakmayacak da kime bakacak? Baş döndürücü görünüyorsun bebeğim.”

Göksel Lale’yi incelediğinde Elçin’e hak verdi. Lale tam bir esmer güzeliydi. Upuzun saçları gece kadar siyahtı, açık tonlu kahverengi gözleri iri ve yuvarlaktı; üniversitede okurken yaptırdığı burnu küçük ve kalkıktı, dolgun dudakları vardı ve sürdüğü bordo ruj onları iyice ortaya çıkarmıştı.

Grup ikinci kez nakarata girdiğinde Elçin ve Lale oturdukları yerden dans ediyordu, Göksel’se daha küçük hareketlerle sallanıyordu. Barış’ın yorumu çok güzeldi, Gökhan da gitarı enfes çalıyordu. Onu ilk kez elektro gitar çalarken dinleyen Göksel genç adamın gitaristliğinin zirvesiyle tanışıyordu. Gökhan klasik gitarı da muhteşem çalıyordu fakat amfiye bağlı Fender’ıyla birlikte resmen fırtına estiriyordu.

Şarkının solo kısmı geldiğinde sahne tamamen Gökhan’a aitti. Genç gitaristin usta parmakları gitara zarafetle dokunup, harikalar yaratırken Fender’ın kirli sesi mekânın içini dolduruyordu. Yüzünde ondan etkilendiğini belli eden bir gülümsemeyle genç müzisyeni izleyen Göksel bakışlarını gitardan alıp genç adamın yüzüne çıkardığında onunla göz göze geldi.

Gökhan kendisine bakıyordu.

Gözleri sadece bir anlığına buluştu çünkü Gökhan onunla göz göze gelince bakışlarını kaçırdı. Onu gözlerine dikkatle bakmaktan ve gözlerini ondan alamamaktan korktu.

Barış son kez nakaratı söylerken Gökhan ona eşlik etti. İkilinin sesleri uyumluydu ve birleştiğinde kulağa güzel geliyordu. Sahnede bu uyumu yakalamak zordu, onlarsa zor olanı başarmıştı.

Kamerasını yeniden eline alan Göksel video modunu açıp Gökhan’ı kadraja aldı. Nakarat bittikten sonra şarkının kapanış solosu geliyordu. Gökhan soloyu çalmaya başladığında Göksel de kayda başladı. Bakışları gitarın klavyesine sabitlenen genç müzisyenin ifadesi oldukça ciddiydi. Parmakları klavyenin üstünde kayarken gitarın kirli sesi seksi denecek kadar etkileyici çıkıyordu. Gitarı biraz yukarı kaldıran Gökhan şarkının kapanışını orijinalinde olduğu gibi uzatarak yaparken seyirciler onu çoktan alkışlamaya başlamıştı. Barış elini kaldırıp arkadaşını işaret ederken gülümsüyordu.

“Ve karşınızda Gökhan Uygur,” dedi. “Alkışlar onun için.”

Şarkıyı bitiren Gökhan elini göğsüne koyup, hafifçe öne eğilerek seyircileri selamladı. Bu anı da kaydeden Göksel video kaydını bitirdi.

“Daha iyi bir kısmı çekemezdin,” dedi Elçin. “Gökhan bu anın ölümsüzleştirildiğini görünce çok sevinecektir.”

Göksel de bu anı her istediğinde tekrar tekrar izleyebileceği için çok sevinçliydi.

Grup üçüncü şarkısını çalarken kızların sipariş ettiği biralar ve kuruyemiş tabağı geldi.

“Gökhan’la nasıl tanıştınız?” diye sordu Lale.

Şişedeki biradan büyük bir yudum içmeye hazırlanan Göksel bunu sonraya erteledi. “Bir cumartesi akşamı Kadıköy’de dolaşırken Parça karşıma çıktı ve içeri girdim,” diye anlatmaya başladı. “Gökhan sahnedeydi, ben de onun iki fotoğrafını çektim. Fotoğraflarımı paylaştığım bir Instagram hesabım var, ertesi gün Gökhan’ın bir fotoğrafını da konuma Parça Kafe’yi ekleyerek hesabımda paylaştım. Gökhan o akşam fotoğrafı görüp benimle iletişime geçti, fotoğrafı kaydedip kendi hesabında paylaşmak için izin istedi ve ben de ona fotoğrafı gönderip paylaşabileceğini söyledim.”

“Farklı bir tanışma hikâyesi,” dedi Elçin kaşlarını kaldırarak. “Sonra ne oldu?”

“O akşam kısa bir konuşma gerçekleştirdik ve konu orada kapandı. Birkaç hafta sonra arkadaşlarımla Kadıköy’de oturabileceğimiz bir canlı müzik mekânı ararken konu Parça’dan açıldı ve biz de hep beraber oraya gittik. Çıkışta Gökhan’la karşılaştık ve o şekilde tanışmış olduk.”

“Bir dakika,” dedi Lale. “Gökhan’ın o fotoğrafını çeken kişi sen misin? Mayıs sonuydu sanırım, Parça’da sahne alırken çekilen bir fotoğrafını paylaşmıştı.”

“Evet,” dedi Göksel gülümseyerek. “O fotoğrafı çeken kişi benim.”

“Çok güzel bir fotoğraftı,” dedi fotoğrafı hatırlayan Elçin. “Demek o fotoğrafçı sendin. Sanırım hesabını da etiketlemişti.”

“Teşekkür ederim ve evet, etiketlemişti.”

“Onun sahne aldığı mekânda onun hakkında hiçbir fikri olmayan bir müşteri olduğun akşamdan şimdi yine sahne aldığı bir başka mekânda onun davetiyle burada olduğun akşama. Hayat şaşırtıcı şeylerle dolu gerçekten.”

“Öyle,” diyen Göksel bir anlığına Gökhan’a baktı. Genç adam klavyeye bakarak gitar çalıyordu. “Aradan iki ay kadar bir süre geçti işte.”

Lale şişesini kaldırdı. “O zaman bu akşamın şerefine içelim,” dedi.

“Bu akşamın şerefine,” diyen Elçin de şişesini kaldırdı.

Göksel de hiçbir şey demeden şişesini kaldırdı ve kızların şişeleriyle tokuşturup soğuk birasından büyük bir yudum içti. Elçin ve Lale şişeleriyle sahnedekileri de selamlamıştı fakat Göksel onlara katılmadı. Çantasından cep telefonunu çıkaran genç kadın internete bağlandı. Ahsen’den gelen yeni bir mesajı vardı.

Pişt, nasıl gidiyor?

Uygulamaya girip onunla olan konuşmasını açtı.

İyi gidiyor. Sahneye çıktıkları çok olmadı, daha üçüncü şarkılarını çalıyorlar ama ortam güzel, keyifli vakit geçiriyorum

Göksel arkadaşına cevap yazarken Gökhan’ın bakışları genç kadının üzerindeydi. Loş olan ortamda telefonun ışığı hemen fark ediliyordu ve Gökhan onun ekranında WhatsApp’ın açık olduğunu anlamıştı. Kiminle konuştuğunu merak etse de öğrenmesi mümkün olmadığı için dikkatini yeniden çaldığı şarkıya odakladı.

Göksel telefonunu çantasına koyup şişesine uzandı. Elçin ve Lale kendi arasında sohbet ediyordu, sohbetlerine dahil olmayı tercih etmeden içkisinden bir yudum alıp ağzına birkaç fıstık attı.

Sahnedeki grup üçüncü şarkısını bitirdi. Sadece saniyeler süren arada Barış ve Gökhan birer yudum su içerken Sarp da yanındaki bezle alnındaki terleri sildi.

Grup yeni şarkısına girdiğinde melodinin tanıdıklığıyla irkilen Göksel başını çevirip sahneye baktı. Şarkının girişi hareketli olduğu için bütün grup üyeleri enstrümanlarını çalıyordu fakat Göksel’in ilgilendiği grup üyesi elbette ki Gökhan oldu.

Genç adam gülümseyerek kendisine bakıyordu.

“Simidini fırlatırdı / Kaparlardı martılar,” diye başlayan şarkıya giren Barış’ın sesi orijinal parçayı söyleyen solist gibi biraz pes çıkıyordu. “Dalgalar korkuturdu,” kısmında dalgalar kelimesini Gökhan da söyledi. “Deniz tutardı yengenizi.”

Göksel yüzündeki geniş gülümsemeyle bu performansı izlerken kendisini yine Parça Kafe’de buldu. O sıcak mayıs akşamına geri dönmüştü. Parça’da köşedeki masada tek başına oturuyordu, Gökhan’sa sahnedeki bar taburesinin üstünde kucağında gitarıyla oturuyordu. Göksel bir Churchill siparişi veriyordu, hemen ardından Gökhan Giderdi Hoşuma’yı çalmaya başlıyordu. Onun performansından etkilenen genç fotoğrafçı çantasından kamerasını çıkarıp hayatını değiştirecek o fotoğrafı çekiyordu.

Oradaydı, her şeyin başladığı o anda.

“Ne giyerse giderdi hoşuma,” diye başlayan nakarata Barış ve Gökhan beraber girdi. “Öyle tatlı bela ki başıma / Darlamasa bir de her durumda / Öyle bir seveceğim ki sonra...”

Gökhan Göksel’e baktığında ikili göz göze geldi ve genç adam Barış’la beraber nakaratı ikinci kez söylerken Göksel de onlara eşlik etti. Her şeyi başlatan bu özel şarkıyı birbirlerinin gözlerinin içine bakarak söyleyen iki genç de gülümsüyordu. Kalbin aynası olan gözleri hissettikleri yoğun duyguları hiçbir filtre olmadan, en çıplak hâliyle gösteriyordu ve birbirlerinin gözlerinde gördükleri bu yoğun duygular zaten hızlı atan kalplerini iyice hızlandırıyordu.

Nakarat bittikten sonra grup şarkının müzikli kısmını çalmaya başladı. Gözlerini Göksel’den ayıramayan Gökhan büyülenmiş bir şekilde genç kadına bakmaya devam ediyordu. Spotlardan yükselen sarı ışık yüzüne vururken genç kadın bir peri kızı gibi görünüyordu. Güzelliği bu kadar duru ve etkileyiciyken genç adamın gözlerini ondan alması mümkün değildi.

Gökhan nota kaçırdığında irkildi ve refleks olarak klavyeye baktı. Onun nota kaçırdığını fark eden diğer grup üyeleri bir anlığına Gökhan’a bakarken Gökhan bozuntuya vermeden durumu hemen toparladı ve grubun ritmine yeniden ayak uydurdu. Tüm her şey iki saniye içinde yaşandığı için seyircilerin çoğu hiçbir şey anlamadı fakat şarkıya hâkim olan Göksel onun nota kaçırdığını anladı ve buna kendisinin neden olduğunu bilmek genç kadını utandırdı.

“Gökhan nota mı kaçırdı?” diye sordu Elçin, Lale’ye dönerek. “Bir şey yaşandı az önce.”

“Sanırım,” diye cevap verdi Lale. Arkadaşının kulağına yaklaşıp fısıldadı: “Göksel’e bakarken ritmi kaçırdı.”

Barış’a baktığı için bu olayı fark etmeyen Elçin’in ağzı açıldı. Göksel’e kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Lale’ye baktı ve iki arkadaş birbirine gülümsedi.

Biriyle henüz yolun başındayken hissedilen yoğun duyguları çok iyi biliyorlardı.

Barış, “Dalgalarla demlenirdik,” diye başlayan ikinci kıta kısmına girdiğinde Göksel yeniden sahneye baktı. Gözlerinin odağı önceki seferlerde olduğu gibi Gökhan’dı. “Tuz kokardı şarkılar.”

Göz göze gelen ikili aynı anda gülümsedi. Üç kelimelik bir cümle ne kadar çok şey anlatabilirse bu cümle o kadar çok şey anlatıyordu onlar için. Bu cümle onlar için bir filmin ilk repliği gibiydi, bir şiirin ilk dizesi gibi; bir öykünün ilk satırı gibi, bir romanın giriş cümlesi gibi.

Her şey bu cümleyle başlamıştı.

Göksel şarkıya yine eşlik etti ama bu sefer bakışlarını Gökhan’a sabitlemedi, Gökhan da sık sık ona baksa da gözlerini bir kara delik gibi her şeyi içine çeken o mavi gözlere odaklamadı ve bir daha nota kaçırmadığından emin oldu.

Grup Giderdi Hoşuma’yı bitirdiğinde Göksel, kızlar ve müşterilerin bir kısmı onları alkışladı.

“Teşekkür ederiz,” dedi Barış. Mikrofondan uzaklaşıp Gökhan’a yaklaştı. “Az önce ne oldu?”

“Kusura bakmayın,” dedi Gökhan mahcup olarak. “Bir anlık dikkatsizlik ettim.”

“Göksel’e bakıyordun değil mi?” diye sordu Kuzey gülümseyerek. “Onu sana bakarken gördüm.”

Gökhan kıpkırmızı kesildi. “Bir yudum su içeyim de devam edelim,” dedi arkadaşının sorusuna cevap vermekten kaçınarak. “Güzel bir tempo yakaladık.”

Gökhan su içmek için arkasını dönerken üç delikanlı da birbirine bakıp sırıttı.

Grup akşamın beşinci şarkısı olarak Duman’ın Öyle Dertli parçasını seçmişti. Gökhan’ın en büyük idollerinden ve en sevdiği müzisyenlerden biri olan Batuhan Mutlugil’in imzasını taşıyan bu şarkı genç adamın en sevdiği Duman şarkısıydı. Sözleri yüreğine dokunan bu parça onda aynaya bakıyormuş hissiyatı uyandırıyordu. Geçmez sözün bir bana geçmez / Gücün yetmez ve yetmez gücün bir bana yetmez / Sözün geçmez, gücün yetmez satırları ona babasını hatırlatıyordu. Babası yarbay rütbesinde, çevresi tarafından saygı duyulan ve çekinilen bir adamdı ama Göktuğ Uygur’un herkes için emir olan sözleri Gökhan’a işlememişti; her şeye gücü yeten Göktuğ Uygur’un Gökhan’a gücü yetmemişti ve oğluna kendi istediği hayatı dayatamamıştı.

Şarkının nakaratıysa sanki kendisine söyleniyormuş gibi hissettiriyordu. Gökhan ne kadar dertli bakarsa baksın kimse görmemişti, şarkıları kalbinden söylemişti ama duyan olmamıştı; o da kaçmıştı, geriye bakmamıştı ve gözyaşları içine akıp gitmişti.

Bu şarkıyı dinlerken hayat hikâyesini okuyormuş gibi hissediyordu.

Şarkıya girdiklerinde Gökhan gitarı en yoğun duygularla çalmaya başladı. Bu şarkıyı çalıp söylemek kalbinde bir burukluk hissetmesine neden olsa da bir o kadar da iyi hissettiriyordu. Genç adam anlaşıldığını hissediyordu ve bir insanın belki de en çok ihtiyacı olan şey olmasına rağmen en nadir hissettiği bu anlaşılmak denen sihirli şey bir dostun güvenilir eli gibi sırtını sıvazlıyordu.

Orijinal şarkıda Kaan Tangöze nakaratı tek başına söylüyordu fakat Barış’a nakaratta Gökhan eşlik etti. Onun duygu dolu yorumu Göksel’in dikkatini çekti. Gökhan bu parçayı da tıpkı Oyuncak Dünya gibi yoğun duygularla çalıp söylüyordu ve genç kadın bu şarkının da onda özel bir yeri olduğunu anladı. Gökhan’ın geçmişini artık biliyordu, şarkının sözlerinin genç adam için ne anlama geldiğini anlaması da uzun sürmedi. Yüzünde buruk bir tebessümle onu seyretti, grubun ve Gökhan’ın fotoğraflarını çekti.

“Fotoğraflara biz de bakabilir miyiz?” diye sordu Lale.

“Tabii ki,” dedi Göksel. “Henüz birkaç tane çektim ama çektiklerimi göstereyim.”

Göksel çektiği fotoğrafları açıp kızlara göstermeye başladığında kızlar ilgili bir tavırla fotoğrafları inceledi. Göksel’in bu kamerası son model bir makine olmasa da kaliteli bir markanın iyi bir modeliydi ve çözünürlüğü yüksek fotoğraflar çekiyordu.

“Hepsi çok güzel,” dedi Elçin. “Anı yakalama becerin çok iyiymiş Göksel, harika kareler yakalamışsın.”

“Elçin’e katılıyorum,” dedi Lale. “Gökhan’ın da dediği gibi iyi bir fotoğrafçıymışsın.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek.

“Bu fotoğrafları bize de gönderir misin?”

“Gönderirim elbette. Fotoğrafları kalitelerinin bozulmaması adına bir internet sitesine yükleyip link oluşturuyorum, o linki sizlere de atarım ve sizler de istediğiniz fotoğrafları indirip cihazlarınıza kaydedebilirsiniz.”

“Çok iyi olur,” diyen Elçin gülümsedi. “Teşekkür ederiz.”

“Rica ederim.”

Şişelerini tokuşturup birer yudum daha içtiler.

“Nerede oturuyorsun?” diye sordu Lale. “Biraz kız kıza sohbet edelim.”

“Fatih’te oturuyorum,” diye cevap verdi Göksel.

“Öyle mi? Bizim üniversitenin kampüsüne yakın mısın?”

“Hayır, evim çok daha batıda kalıyor. Edirnekapı’ya yakın.”

“Anladım, uzaktaymışsın biraz.”

“Öyle ama ilçe merkezine göre sakin olması işime geliyor. Siz de çok iyi biliyorsunuzdur ki Fatih inanılmaz yoğun ve yorucu bir ilçe.”

“Bilmez miyiz? Dört sene o yoğunluğun içinde mücadele verdim resmen.”

“Ben vermeye devam ediyorum,” dedi Elçin. “Bu sene üçüncü senem olacak, önümde daha iki yıl var.”

“Kaç yaşındasın?”

“Yirmi iki yaşındayım. Aslında yaşıtlarım bu sene mezun oldu bile ama benim üniversite dönemim biraz çetrefilli geçiyor.”

“Biraz açmak ister misin?” diye sordu Göksel kibar bir sesle.

“Açayım,” dedi Elçin dirseklerini masaya yaslayarak. “Bir sene mezuna kaldım, ikinci senemde İstanbul Üniversitesini kazandım fakat bazı ekonomik ve ailevi durumlardan ötürü daha okula başlamadan kaydımı dondurmak zorunda kaldım. Ailemle beraber Tekirdağ’da yaşıyorduk, benim üniversiteyi kazanmamdan bir sene sonra oradan buraya taşındık ve ben de nihayet üniversiteye başlayabildim.”

“Anladım. Çok iyi bir üniversitede güzel bir bölümde eğitim alıyorsun, seni çok parlak bir gelecek beklediğinden eminim.”

“Mevcut şartlarda geleceğe umutla bakmak epey zor ama karamsar olmamaya çalışıyorum. Sana da teşekkür ederim. Hepimiz o parlak geleceklere sahip olmayı hak ediyoruz.”

“Kesinlikle ediyoruz,” dedi Göksel başını sallayarak. Lale’ye döndü. “Sen neler yapıyorsun?”

“İç mimarım,” dedi Lale. “Bir seneyi aşkındır bir ofiste çalışıyorum. İş güç uğraşıyorum anlayacağın.”

“İşini seviyor musun?”

“Evet, seviyorum. Evleri gezmekten, tasarımlar yapmaktan ve onları hayata geçirmekten hoşlanıyorum.”

“Ne güzel, öyleyse senin adına sevindim.”

“Teşekkür ederim.”

Sahnedeki grup yeni şarkısına girdiğinde duyduğu tanıdık melodi Göksel’i yine sahneye döndürdü.

Grubun sıradaki şarkısı Aerosmith’in Dream On şarkısıydı.

Göksel’in favorisi.

Genç kadın Gökhan’la göz göze geldiğinde Gökhan ona göz kırptı. İçinden bir ses bu şarkıyı listeye Gökhan’ın eklettiğini söylüyordu çünkü genç adam bu şarkının onun favorisi olduğunu biliyordu. Göksel ilk buluşmalarında ona söylemişti.

Barış şarkıya girdiğinde onun düzgün aksanı Göksel’in ilgisini çekti. Genç adamın İngilizcesinin iyi olduğu telaffuzundan anlaşılıyordu.

“Of bu şarkı,” dedi Lale. “Efsane.”

“İlk kez bu şarkıyı söylüyorlar,” dedi Elçin. “Listeye eklemek kimin fikriydi acaba?”

Göksel cevabı biliyordu fakat bir şey söylemedi. Kısık sesle Barış’a eşlik etti. Steven Tyler bu şarkıyı bir başka söylüyordu ama Barış’ın yorumunu da beğenmişti. Genç adam şarkıyı hissederek söylüyor ve bunu dinleyiciye geçirmeyi de başarıyordu. Gökhan’ın gitar yorumuysa her zamanki gibi mükemmeldi.

Şarkının ikonik enstrüman kısmından sonra gelen nakarat bölümünde Gökhan da şarkıyı söylemeye başladığında Göksel’in kaşları havaya kalktı. Barış gibi Gökhan’ın da düzgün bir aksanı vardı ve kelimeleri doğru telaffuz ediyordu.

Genç kadın bu akşam daha ne kadar şaşıracağını merak ediyordu.

Gökhan’la göz göze geldiğinde ikisi de şarkıyı söylüyordu. Şu an şarkının sözleriyle ne kadar uyumlu olduklarını düşündü.

Benimle birlikte şarkı söyle / Yıllar için şarkı söyle / Kahkaha için şarkı söyle ve gözyaşı için şarkı söyle / Benimle birlikte söyle

Gökhan bakışlarını gitar klavyesine çevirse de Göksel ona bakmaya devam etti. Genç müzisyenin usta parmakları yine harikalar yaratıyor, şarkının sonuna doğru kusursuzca ilerliyordu. Kuzey ve Sarp kendi enstrümanlarıyla onu desteklerken Barış da şarkıyı yine tek başına söylüyor, arkasındaki bu yetenekli grubun varlığıyla mikrofonun başında daha da büyüyordu sanki.

“Çok iyiler,” diye bir yorumda bulundu Göksel. “Hepsi çok iyi.”

“Kesinlikle öyleler,” dedi Elçin bakışlarını bir anlığına Barış’tan alıp Göksel’e bakarak. “İşte en iyi ve efsanevi kısmı geliyor.”

Şarkının meşhur tiz notasının olduğu kısma geldiler. Barış tiz notalara çıkabilen bir yüksek baritondu fakat Tyler gibi bir tenor da değildi. Tyler kadar tize çıkamasa da kendi ses aralığının en tiz notasına çıkıp bu kısmı da başarıyla ve kendine özgü bir şekilde yorumladı.

Elçin ve Lale’yle beraber birkaç kişi daha bağırıp onu alkışladı. Barış onlara kısa bir bakış atıp gülümsedikten sonra şarkıyı söylemeye devam etti ve şarkının sonunu kusursuzca getirdi. Şarkının sözlü kısmı bittiğinde grup üyeleri şarkının sakin kapanışını da çaldı ve şarkının sonunu orijinal parçada olduğu gibi yumuşakça bitirdiler.

İçeride bir alkış tufanı koptu.

“Teşekkür ederiz,” dedi Barış. “Yabancı başyapıtlardan devam ediyoruz. Sıradaki şarkımız Nirvana grubunun efsanevi şarkısı Smells Like Teen Spirit.”

Mekânın içinden bağırış sesleri yükseldi.

Bir yudum su içen Gökhan parmaklarını iç içe geçirip kollarını öne uzattı. Yüzünü seyircilere geri döndüğünde Barış’a baktı. Arkadaşı ona onaylayıcı bir bakış attığında Gökhan şarkıya girdi. Genç müzisyen şarkının başındaki birkaç saniyelik gitar kısmını çalarken gülümsüyordu. Fender’ın temiz sesi hoparlörlerden tek başına yedi saniye yükseldikten sonra Sarp bateriyi çalmaya başladı ve tüm grup şarkıya girdi. Şarkı oldukça hareketli ve gürültülü bir rock klasiğiydi ve tüm grup üyeleri parçayı dinlemeyi de çalmayı da çok seviyordu.

Barış şarkıya solistin aksine tertemiz bir sesle girdi. Bunun orijinalinden çok farklı bir yorum olacağını daha şarkının başında belli etti.

Göksel kamerasını kaldırıp Barış’ı kadraja aldı, genç adam şarkı söylerken onun birkaç fotoğrafını çekti. Barış onu fark ettiğinde gülümsedi ve Göksel bu anı da yakaladı.

“Kesinlikle her şeye yetişiyor,” dedi Elçin.

“Güzel bir fotoğraf oldu,” dedi Göksel kamerayı Kuzey’e çevirirken. “Hepsini çekeceğim.”

Kuzey mikrofonun yan tarafında duruyordu, üst gövdesini biraz eğmişti ve klavyeye bakarak bas gitarı çalıyordu. Saçlarının uzun ön tutamları alnına dökülmüş ve gözlerini gölgede bırakmıştı. Göksel bu açıdan onun iki fotoğrafını çekmişti ki Kuzey başını kaldırdı, kafasını sallayıp saçlarını yüzünden uzaklaştırdı ve sağ tarafa doğru bir bakış attı. Göksel bilinçsiz verilen bu pozu da elbette kaçırmadı ve deklanşöre basıp ölümsüzleştirdi.

“Evet!” dedi genç fotoğrafçı sevinçle. “Yakaladım.”

“Kuzey’i mi çektin?” diye sordu Lale.

“Evet ve muhteşem bir fotoğraf oldu.”

“Bizi iyice meraklandırıyorsun.”

Göksel ona bakıp gülümsedi. “Size gönderdiğimde uzun uzun incelersiniz.”

Göksel’in bu seferki odağı Sarp oldu. Barış’ın kullandığı mikrofon ayağı biraz solda olduğu için oturduğu yerden Sarp’ı rahatça görebiliyordu. Göksel bateristi kadrajına alıp açıyı ayarladı. Sarp’ın giydiği kolsuz tişört genç adamın terleyen omuzlarını açıkta bırakıyordu ve sahnenin ışıkları altında omuzları parlıyordu. Alnında da ter damlaları vardı ve damlalar şakaklarından kulaklarına doğru ince bir çizgi hâlinde iniyordu. Göksel öndeki Barış yüzünden baterinin tamamını kadraja alamazdı, yalnızca Sarp’ın görünmesini istediği için çekeceği alanı biraz küçülttü ve genç bateristle baterinin bir kısmını kadraja alıp birkaç fotoğraf çekti.

Kamerasını indiren Göksel çektiği fotoğraflara bakacaktı ki kızlar öne doğru eğilip ona yaklaştı.

“Biz de bakabilir miyiz?” diye sordular.

“Tabii,” diyen Göksel kamerayı hepsinin görebileceği şekilde tuttu. “Beraber bakalım.”

Hep birlikte Göksel’in çektiği fotoğrafları incelediler.

“Fotoğraflara bayılacaklar,” dedi Lale. “Hepsi çok güzel olmuş. Ellerine sağlık.”

“Kesinlikle,” diye ona arka çıktı Elçin. “Sarp ve Barış’ın hiç bu kadar havalı fotoğrafları olmamıştı. Tabii Kuzey’in de. Gökhan’ın var ve onu da sen çektin zaten.”

Onun bu cümlesi Göksel’i gülümsetti. “Teşekkür ederim. Sizi de çekeyim mi şimdi?”

“Olur.”

Kızlar birkaç poz verdiğinde Göksel onları çekti. Elçin ve Lale güzel kızlardı, fotoğraflarda da güzel çıktılar.

Grup şarkının solosuna geldiğinde Göksel kamerayı video moduna aldı, kamerayı masada peçeteliğin üzerine sabitledi ve kayda başladı. Grup bu ikonik soloyu muhteşem bir şekilde çalarken onların performansı kamera tarafından anbean kaydediliyordu. Gitarlarını kafa sallayarak çalan Gökhan ve Barış saniyeler sonra sırt sırta verdi ve soloyu o şekilde çalmaya devam ettiler. Göksel yüzünde bir gülümsemeyle onları izlerken bu anı ölümsüzleştirdiği için mutluydu.

Solodan sonra şarkı biraz yavaşlasa da nakaratta ivmesini geri kazandı ve kapanışa kadar da aynı gürültü ve hareketi sürdürdü. Barış şarkının son kısmını boğazını sıkıp kirli bir sesle bağırarak söyledi ve grubun da desteğiyle harika bir kapanış yaptı. Mekânın içinden alkışlar ve ıslıklar yükselirken Göksel kameraya uzandı ve video kaydını durdurdu.

“Sağ olun,” dedi Barış elini göğsüne koyarak. “Hiç hız kesmeden devam ediyoruz.”

Grup 1,5 saat boyunca pek çok farklı şarkıyı çalıp söyledi, kızlar da bir yandan sohbet edip bir yandan da onları izledi. Akşam Göksel için son derece eğlenceli ve keyifli geçiyordu, genç kadın buraya geldiği için mutluydu.

“Kısa bir aradan sonra devam edeceğiz,” dedi Barış.

Grup üyeleri sahneden indiğinde Göksel şaşırdı. Onların tüm gece boyunca sahnede olacaklarını düşünüyordu fakat anlaşılan işler düşündüğü gibi ilerlemeyecekti.

“Selam,” dedi masaya yaklaşan Barış. Elçin’in yanağına küçük bir öpücük kondurdu. “Sen beni hiç öpme, çok terliyim.”

“Al kurulan biraz,” diyen Elçin ona peçete uzattı.

Barış’ın peşinden masaya gelen Sarp da Lale’nin saçlarını öptü.

“Nasıl gidiyor akşamın?” diye sordu.

“Çok güzel,” dedi Lale gülümseyerek. “Sayenizde çok keyifli vakit geçiriyoruz.”

Gökhan masaya yaklaşıp Göksel’in sandalyesinin arkasına dokundu.

“Selam,” dedi genç adam. “N’aber?”

“Selam,” diye karşılık verdi başını kaldırıp ona bakan Göksel. “İyiyim, senden n’aber?”

“Çok iyiyim, benim için harika bir akşam oluyor. Sende durumlar nasıl?”

“Benim için de harika bir akşam oluyor, çok keyifli vakit geçiriyorum.”

Gökhan gülümsedi. “Bunu duyduğuma sevindim.”

“Otursana,” diyen Göksel dördüncü sandalyedeki çantaları kaldırdı. “Biraz dinlenin.”

Diğerleri de sandalye buldular ve kendilerine birer bira sipariş edip masaya oturdular.

“Göksel sizin muhteşem fotoğraflarınızı çekti,” dedi Elçin. “Hiçbirinizin sahne alırken çekilmiş bu kadar güzel fotoğrafları yok.”

“O kadar diyorsun,” dedi Kuzey. “Bakabilir miyiz?”

“Aynen, bir görelim,” dedi Sarp. “Seni fotoğraf çekerken görmüştüm ve açıkçası merak ediyordum.”

“Bakabilirsiniz,” diyen Göksel kamerasını açtı ve akşamın ilk fotoğrafını buldu. “Şu tuşa basıp diğer fotoğrafları ve videoları da görebilirsiniz.”

“Video da mı çektin?” dedi şaşıran Barış. “İzleyelim bakalım.”

“Ben de bakayım,” diyen Gökhan ayaklanıp karşıda oturan Sarp’ın sandalyesinin arkasında durdu.

Erkekler fotoğrafları incelemeye başladığında Göksel gergin bir tavırla ellerini kucağında birleştirdi. Çektiği fotoğraf ve videoların insanlar tarafından incelenmesine alışkındı fakat onlar Gökhan’ın yakın arkadaşlarıydı ve ne düşüneceklerini merak ediyor, önemsiyordu.

“Yuh yuh yuh!” dedi Kuzey, Göksel’in onu sağa bakarken yakaladığı fotoğrafı gördüğünde. “Ben miyim lan bu?”

“İnanması zor ama sensin galiba,” dedi Sarp sırıtarak. “Çok iyi çıkmışsın.”

“Bildiğin ateş ediyorum oğlum,” deyip Göksel’e baktı. “Fotoğraflar aşırı iyi olmuş. Bunları bize atarsın değil mi?”

“Atarım tabii,” dedi Göksel gülümseyerek. “Ve teşekkür ederim.”

“Hobi olarak mı fotoğraf çekiyorsun?” diye sordu Sarp. “Bayağı iyisin gerçekten.”

“Hobi olarak başladı ama mesleğime dönüşmek üzere,” diye cevap verdi Göksel. “Mezun olduktan sonra bu alanda çalışmayı planlıyorum.”

“Ne okuyordun?” dedi Barış.

“Fotoğraf ve Video bölümünde son seneme geçtim. Yıldız Teknik Üniversitesi bünyesinde bir bölüm.”

“YTÜ’den misin?” dedi Kuzey. “Oradan epey arkadaşımız var, tabii onlar da bizim gibi mühendis.”

“Evet,” diye onu onayladı Barış. “Oradan bayağı kişiyi tanıyoruz. Sen hangi fakültedesin?”

“Sanat ve Tasarım Fakültesi,” dedi Göksel. “Davutpaşa Kampüsü’nde, Esenler’de.”

“Müzik bölümleri de var orada.”

Bu cümle Gökhan’ın ilgisini çekti.

“Evet, Dans bölümü de var.”

“Hiç bahsetmemiştin,” dedi Gökhan genç kadına bakarak.

“Hiç konusu açılmadı ki,” dedi Göksel. “Ses Sanatları Tasarımı ve Müzik Toplulukları bölümleri var, bir de Dans bölümü var işte.”

“Doğru, hiç konuşmadık. Konservatuvar olsaydı bilirdim ama bu bölümlerin olduğunu ilk kez duydum. Aynı fakültedesiniz değil mi?”

“Evet hatta arada derslerine denk geliyoruz, gösterileri oluyor, gidip izliyoruz falan.”

“Ne güzel.”

Barış, Sarp ve Kuzey hep beraber Gökhan’a bakınca Gökhan gülümsemeyi bıraktı ve onlara gözlerini belerterek baktı.

“Eğitimli bir fotoğrafçısın o hâlde,” dedi Kuzey. “Sadece fotoğrafçı da değil, videocu. Sanırım az önce yeni bir kelime yarattım.”

Masadakiler gülüştü.

“Video grafiker daha doğru,” dedi Göksel. “Fotoğrafçı ve video grafiker olma yolunda emin adımlarla yürüyen biriyim diyeyim.”

“Geleceği parlak genç bir video grafiker diyelim,” dedi Gökhan araya girerek. “Göksel çok mütevazıdır ama gördüklerinizden sonra onun ne kadar muhteşem işler çıkardığını anlamışsınızdır.”

Şaşıran Göksel’in yanakları da pembeleşti.

“Gerçekten çok iyi,” dedi Sarp. “Eğitimli olduğunu anlayıp sormuştum zaten. Sadece hobi olarak çekim yapan birinin çekemeyeceği kadar üst düzey fotoğraflar.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Beğenmenize çok sevindim. Fotoğraf ve videoları bilgisayarıma attıktan sonra Gökhan’a linkini yollarım, o da size yollar ve istediklerinizi kaydedebilirsiniz.”

“Hesabım şenlenecek,” dedi Barış. “Bir sürü fotoğraf atacağım.”

“Ben o fotoğrafımı kimliğimde kullanmak için başvuru yapmayı düşünüyorum,” dedi Kuzey.

Masadan yine kahkaha sesleri yükseldi.

“Keşke istediğimiz fotoğrafı resmî olarak kullanabilsek gerçekten,” dedi Barış. “Bu ciddiyet beni yoruyor.”

“Katil gibi çıktığım o fotoğraftansa bu fotoğraf çok daha iyi bence,” dedi Kuzey. “Ama bunu gel de resmî kurumlara anlat.”

Delikanlıların sipariş ettikleri biralar geldi.

“Bu gecenin şerefine içelim,” diyen Barış şişesini kaldırdığında diğerleri de şişelerini kaldırdı. İçkisi olmayan tek kişi Göksel’di, o da içi limonata dolu olan bardağını kaldırdı. “Şerefe!”

“Şerefe!”

Gökhan şişesini Göksel’in bardağına vurduktan sonra biradan büyük bir yudum içti, Göksel de tebessüm ederek limonatasından bir yudum içti.

“Hep beraber çekilmiş videomuz var,” dedi Sarp. “Beyler gelin.”

Dört kafa yine kameraya yaklaştığında kızlar onların bu hâline gülerken Sarp videoyu oynattı.

Smells Like Teen Spirit,” dedi Gökhan. Başını kaldırıp Göksel’e baktı. “Muhteşem bir performans sergilediğimizi düşünüyordum, kaydederek ne iyi etmişsin.”

“Ben de öyle düşündüğüm için kayda aldım,” diye cevap verdi Göksel.

Gökhan gülümseyerek videoyu izlemeye girişti. İki dakikalık video, şarkının solosundan kapanışına kadar olan kısmı kapsıyordu. Altı çift meraklı göz videoyu izlerken Göksel de limonatasından minik yudumlar içerek onları bekledi.

“Sahneyi yıkıp geçmişiz resmen,” dedi Kuzey. “Gök videonun yıldızı fakat biz de çok iyi iş çıkarmışız.”

“Eyvallah kardeşim,” diyen Gökhan onun omzunu sıktı. “Hepimiz muhteşem performans sergilemişiz.”

“Ellerine sağlık,” dedi Barış, Göksel’e. “Bizim için bu özel geceyi böylesine güzel bir şekilde ölümsüzleştirdiğin için teşekkür ederiz.”

Diğerleri de teşekkür ettiğinde Göksel gülümseyerek, “Rica ederim,” dedi. “Fotoğraflar ve videolar herkes için güzel birer anı olarak kalacak.”

“Kesinlikle kalacaklar.”

Herkes yerine geçtiğinde Gökhan da Göksel’in yanına oturdu.

“Şarkı listemizi nasıl buldun?” diye sordu Gökhan.

“Çok beğendim,” dedi Göksel. “Özellikle Giderdi Hoşuma ve Dream On muhteşem seçimler olmuş.”

“Bu akşamın şarkı listesinde olmaları gerektiğini düşündüm.”

“İyi düşünmüşsün.”

Gökhan şişesini kaldırdığında Göksel de bardağını kaldırdı ve onunkiyle tokuşturdu.

“Şunlara bakın,” diye fısıldadı Elçin. “Çok tatlı değiller mi?”

“Yakışıyorlar,” dedi Barış. “Göksel iyi bir kıza benziyor.”

“Gökhan’ın aklını başından aldığı da bir gerçek,” dedi Lale kısık sesle. “Yakında güzel haberi alırız millet.”

Gökhan onlara kısa bir bakış attığında birbirlerini duymak için birbirlerine yaklaşan beşli birbirinden uzaklaştı. Gökhan onların kendileri hakkında konuştuğunu anlayarak gülümsedi.

İçkilerini bitiren grup üyeleri yeniden sahneye çıktı. Onlar performanslarına kaldığı yerden devam ederken kızlar da bir yandan onları izlerken bir yandan da sohbet ettiler. Ortak noktaları olan Fatih’ten konuştular, ilçeden ve İstanbul’dan bahsettiler; Göksel onlarla fotoğraf geçmişi hakkında konuştu, onlar da kendi hayatları hakkında bir şeyler anlattılar. Elçin ve Lale, Göksel’i sevmişti, Göksel de onları sevdi hatta Instagram’dan birbirlerini takip ettiler.

Saatler gece yarısı olmak üzereydi. Mekân hâlâ kalabalıktı ve grup da hâlâ sahnedeydi. Çalacakları son iki şarkı kalmıştı, onları da çaldıktan sonra bu gece onlar için bitiyordu.

Grubun sondan bir önceki şarkısı usta gitarist Demir Demirkan’ın solo şarkısı olan Gitti Gider’di. Bu şarkı da Gökhan’ın listeye eklettiği parçalardan biriydi. Çok severek dinlediği bu şarkıda kendinden büyük parçalar buluyor ve yine hayat hikâyesini okuyormuş gibi hissediyordu.

“Zamanla tanırsın insanları,” diye şarkıya giren Barış’ın sesi artık yorgun çıkıyordu. “Yiter hayallerin birer birer / Gerçeği görüp / Nefreti tadarsın zamanla.”

Göksel şarkıyı bildiğini biliyordu ama nakarat kısmı gelene kadar çıkaramadı. Nakaratta şarkıyı ve sözlerini hatırlayan genç kadın şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı ki sahnedeki Barış’ın sesine eşlik etmeye başlayan sesi duyunca susup sahneye baktı.

Gökhan da şarkıyı söylüyordu. Yine duygu dolu bir yüz ifadesi ve ses tonuyla. Onun yüzündeki burukluğu görmek göğsünün solunda bir ağrı hissetmesine neden oldu.

Bu adam gitti gider / Yorgun argın / Usulca buradan göçer / Kırgın üzgün

Bu satırlar ne kadar da onu anlatıyordu.

Nakarat bitince Gökhan Göksel’e baktı ve genç kadını kendisine bakarken buldu. Bir gülümseme Göksel’in dudaklarında yuva yaptığında Gökhan’ın dudakları da yukarı kıvrıldı.

Kütahya’dan kırgın ve üzgün bir şekilde göçerek yorgun argın hâlde geldiği İstanbul’da şu an karşısında oturan bu yüze bakarken bunların hiçbirini hissetmiyordu; tek parça, mutlu, hayat dolu ve her şeyi yapacak enerjiye sahip olduğunu hissediyordu.

Göğsünün solundaki o sıcaklık kendisini yeniden belli etti.

Şarkının kalanında yüzündeki burukluk artık yoktu, onun yerine tebessüm ediyordu.

İkinci nakarattan sonra muhteşem bir solo vardı ve sahne yine Gökhan’a aitti. Genç müzisyen gitarıyla sahnede fırtına estirirken Göksel onun iki tane fotoğrafını çekti. İlk fotoğrafta Gökhan’ın yüzü ciddiyken ikincide yaptığı işten zevk aldığını gösteren bir ifade vardı, genç adam burnunu kırıştırırken ağzını da biraz açmıştı. Yüzünde boncuk boncuk terler vardı fakat bu Göksel’i rahatsız etmek yerine aksine ona çekici geldi.

Bu fotoğrafı sevmişti.

Barış ve Gökhan son nakaratı da beraber söyleyip şarkıyı bitirdiğinde mekândan alkış sesleri yükseldi.

“Teşekkür ederiz,” dedi Barış. “Artık gecenin son şarkısına geldik. Bu gece bize eşlik ettiğiniz ve değerli vaktinizi bizi saygıyla dinleyerek geçirdiğiniz için teşekkür ederiz. Gecenin son şarkısı büyük üstat, gitar virtüözü Yavuz Çetin’in Benimle Uçmak İster Misin? adlı muhteşem parçası.”

Şarkının girişi gitarla başlıyor, arkadan da hafif bir davul sesi geliyordu. Giriş sakin ve yumuşaktı, şarkının hoş bir ritmi vardı. Göksel başını yavaşça iki yana sallarken şarkıdan şimdiden hoşlanmıştı.

“Benimle uçmak ister misin bu gece?” diye şarkıyı söylemeye başladı Barış. Şarkının sakinliği hâlâ devam ediyordu. “Yükseklerde olmaktan korkar mısın? / Topraktan ayrılalım bir süre için / Dünya bir yere gitmez / Biz yüzerken göklerde.”

Nakarattan önceki bu son cümlede Göksel ve Gökhan göz göze geldi. Gökhan iki saniye genç kadına baktıktan sonra bakışlarını gitar klavyesine çevirip nakarat kısmını çalmaya başladı.

“Bu şarkı bu akşam ayrı bir güzel,” dedi Elçin. “Çünkü Barış gözlerimin içine bakarak söylüyor. Burası fazla mı sıcak oldu ne?”

Lale gülerken Göksel de gülümsedi.

“Aşkın ateşi bebeğim,” dedi Lale. “Bir yudum bira iç.”

“Biram da kalmadı ki,” dedi Elçin boş şişeye bakarak. “Hafiften başım dönüyor, yenisini istemeyeceğim. Bu akşamlık bu kadar yeter.”

“Hafiften beni de çarptı. Üç buçuk şişe içtik ikimiz de.”

“İçtik mi o kadar ya?”

“İçtik tabii ya.”

“Neden böyle olduğum şimdi anlaşıldı.”

Kızlar gecenin içki analizini yaparken grup ikinci kez nakarata girdi. İkilinin aksine çakırkeyif olmayan Göksel dikkatli gözlerle ikinci kez nakaratı söyleyen grubu izliyordu.

“Gel benimle ol / Unut bütün dertlerini / Rüzgâr bizi bekler / Daha fazla vakit kaybetmeyelim.”

Kelimenin sonunu uzatarak söyleyen Barış’ın sesi yorgun olmasına rağmen kontrollü çıktı. Bir adım geri çıkıp mikrofondan uzaklaşan genç adam tüm odağını gitar çalmaya verdi.

“Yine bir solo çalacaklar,” diye düşündü Göksel. Bakışlarını Gökhan’a çevirdi. Mikrofon ayağının yanında duran genç müzisyenin başı öne eğikti fakat gitar klavyesine bakmak yerine gözlerini kapatmıştı ve başını yavaşça sallıyordu. Dağılan saçlarının uzun ön tutamları özgürce alnına dökülmüş, ona hoş bir hava katmıştı.

Şarkının uzun solosunun başları sakin ilerliyordu. Yavuz Çetin yine ustalığını konuşturuyor, solonun can alıcı kısımlarına geçmeden önce dinleyiciyi en iyi kısım için hazırlıyordu.

Solonun başlarını gözü kapalı çalan Gökhan ritim hızlanmaya başlayınca gözlerini açtı. Başını kaldırıp doğrudan karşısına bakan genç adamın kahverengi gözleri Göksel’in mavi gözlerini buldu. Bu akşam sahne almak hariç en sevdiği şey kendisini izleyen bu bir çift gök mavisi gözü görmek olmuştu. Onu hemen birkaç adım ötesinde yüzünde hayran ve memnun bir ifadeyle gülümseyerek kendisini izlerken görmek bu akşamın en güzel olaylarından biriydi.

Solonun can alıcı kısmı geldiğinde Gökhan yine harikalar yaratıyordu. Usta parmakları bir sihir yapıyormuş gibi gitar klavyesinin üstünde gezinirken içeriden de bağırış sesleri yükseliyordu. Gülümserken aralanan ağzından dişleri görünen Göksel de başını hafifçe sallayarak pürdikkat genç gitaristi izliyordu. Karşısında henüz konservatuvar öğrencisi olan genç bir adam vardı fakat Göksel geleceğin büyük müzisyenlerinden ve gitaristlerinden birini izlediğini biliyordu.

Gökhan’ı parlak bir gelecek bekliyordu.

Solo bittikten sonra şarkının son kez nakaratının söylendiği kısım geldi.

“Gel benimle ol,” diye Barış’a eşlik eden Gökhan, bu kısmı Göksel’e bakarak söyledi. Bakışlarını gitar klavyesine çevirdi. Unut bütün dertlerini / Rüzgâr bizi bekler. Gözleri yeniden o mavi gözleri buldu ve söyledi: “Daha fazla vakit kaybetmeyelim.”

Göksel’in tebessüm ettiğini görünce dudakları yukarı kıvrıldı ve bir adım geri çekilip şarkının kapanış solosunu çalmaya başladı. Genç gitarist kafasını sallayarak, sahnede son kez esip gürlerken mekânın içinden bağırışlar da son kez yükseldi. Grup üyeleri geceyi izleyicilerin bir süre aklında kalacak muhteşem bir kapanışla bitirdi.

“Bravo!” diye bağırdı onları alkışlayan Elçin. “Harikasınız!”

Lale ve Elçin bağırırken Göksel’se onları sakince alkışlamayı tercih etti.

“Teşekkür ederiz,” dedi Barış. Terden ıslanan saçlarını eliyle geriye yatırdı. “Ben Barış, arkadaşlarım Kuzey, Sarp ve Gökhan bu gece için herkese çok teşekkür ederiz. Hepinize iyi geceler. Sağ olun.”

Müşteriler yavaşça ayağa kalkarken kızlar da masadan kalktı.

“Siz bu gece ne yaptınız yahu?” dedi sahneye çıkan Elçin. Barış’ı kendine çekip onu dudaklarından öptü. “Harikaydınız, muhteşemdiniz, olağanüstüydünüz.”

“Mekânı yıkıp geçtiniz,” dedi Lale. O da Sarp’ın yanına gitmişti. “Gururlu bir anne gibiyim şu an.”

Hepsi gülüştü.

“Yüreğinize sağlık,” dedi Göksel. O hâlâ sahnenin önünde, aşağıda duruyordu. “Çok iyiydiniz.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Barış. “Dördümüzü bir de sahnede yan yana çeker misin? Son bir fotoğraf olsun.”

“Çekerim tabii.”

Barış ve Gökhan yere çökerken Sarp ve Kuzey onların arkasında ayakta durdu. Hepsi tipini şöyle bir düzelttikten sonra Göksel onların fotoğrafını çekti.

“Biri de hepimizi çeksin,” dedi Gökhan. “Hatıra kalsın.”

“Tam ben diyecektim,” dedi Elçin. Bir garson buldu. “Bizi çeker misiniz?”

Göksel kamerasını garsona verdikten sonra sahneye çıktı.

“Gel yanıma,” dedi Gökhan.

Göksel onun yanına ilerleyip solunda durdu, genç kadının diğer tarafında da Elçin vardı. Yedi genç yan yana ayakta, sahnenin ortasında durdu. Elçin Barış’a sarılıp elini göğsüne koyarak poz verirken Barış da kolunu onun beline sardı, Sarp kolunu Lale’nin omzuna atıp kız arkadaşını dibine çekerken Kuzey de sağ kolunu Sarp’ın omzuna koyup bir bacağını diğerinin önüne attı. Göksel belinde o tanıdık eli hissettiğinde gülümsedi ve vücudunu Gökhan’a yasladı. Tepeden ona bakan Gökhan da gülümseyerek elini onun ince belinin yan tarafına ilerletip onun belini sarmaladı.

“Hazırsanız çekiyorum,” dedi garson. “Gülümseyin.”

Hepsi birden gülümsediğinde garson deklanşöre bastı ve garanti olsun diye iki fotoğraf çekti.

“Tamamdır.”

Garson kamerayı sahibine uzattığında Göksel öne çıkıp kamerayı aldı.

“Teşekkür ederiz,” dedi Göksel.

“Eyvallah,” dedi onun peşinden giden Gökhan. “Teşekkür ederiz.”

“Rica ederim.”

“Şimdi buraları toplayalım,” dedi Barış. “İşimiz daha bitmedi beyler.”

Diğerleri sahneyi toparlamaya giriştiğinde Gökhan Göksel’e döndü. Elini cebine atıp sarı penasını çıkardı.

“Bu akşamdan bir hatıra olarak sende kalsın,” deyip penayı Göksel’e uzattı.  “Bende bir kutu dolusu var zaten.”

Göksel onun avcunda duran penayı alıp capcanlı bir sarı tonundaki penaya baktı, ortasındaki G harfini inceledi. Bu penanın Gökhan için kişisel bir pena olduğunu anladı, neticede üstünde adının ilk harfi vardı ve bu penayı kendisine vermesi aslında aralarındaki samimiyetin ne denli ilerlediğini gösteriyordu.

“Teşekkür ederim,” dedi genç kadın başını kaldırıp onun yüzüne bakarak. “Saklayacağım.”

“Memnun olurum.”

Erkekler sahneyi toplayıp, enstrümanlarını alırken kızlar da hesabı ödedi. Göksel kendi içtiklerinin, kızlar da kendilerinin ve erkeklerin içtiklerinin parasını verdi. Hesap biraz kabarık gelse de bu tarz güzel akşamlar sık yaşanmadığı için hiç gocunmadılar.

Delikanlılar sahneden indiğinde Gökhan, Barış ve Kuzey’in sırtlarında gitar çantaları vardı, bateri mekâna ait olduğu için o sahnede durmaya devam ediyordu fakat Sarp’ın elinde de uğurlu olduğunu düşündüğü bateri bagetleri vardı. Bateriyi her zaman bu bagetlerle çalardı.

“Hesabı hallettik,” dedi Elçin. “Artık çıkabiliriz.”

Beraber çıkışa doğru yürüdüler.

“Ben bir lavaboya gideyim,” dedi Göksel. Muhatabı Gökhan’dı.

“Ben de gideceğim,” dedi Gökhan. “Millet biz lavaboya gidiyoruz.”

“Ben de gidiyorum,” diyen Sarp bagetlerini Lale’ye verdi. “Bir saattir tutuyorum resmen. Yarım litre birayı kafaya dikmek iyi bir fikir değildi.”

Diğerleri gülüştü.

Sarp ve Gökhan erkekler tuvaletine girerken Göksel de kadınlar tuvaletine girdi. Ellerini yıkayan genç kadın rujunu da tazeleyip üstünü başını şöyle bir düzeltti. 

Göksel tuvaletten çıktığında Gökhan ya da Sarp’ı göremedi. Sarp çıktıysa bile giderdi fakat Gökhan çıkmış olsa onu beklerdi, burada olmadığına göre henüz çıkmamıştı ve beklemek ona düşmüştü.

Boy aynasında kendine bakarken, burada güzel fotoğraf çekebileceğini düşünüp makinesini çıkardı. Duvar kağıtları ve tepedeki kırmızı ışıklandırma güzel görünüyordu. Genç kadın ilk fotoğrafta kamerayla yüzünü kapattı, ikincide kamerayı biraz yanda tutup yüzünü ortaya çıkardı ve hafifçe tebessüm ederek poz verdi.

Erkekler tuvaletinin kapısı açıldığında Gökhan içeriden çıktı. Aynanın önünde fotoğraf çeken Göksel’i fark ettiği esnada Göksel de onu fark edip kamerasını indirdi.

“Birlikte de çekilelim mi?” diye sordu Gökhan.

“Olur,” dedi Göksel. “Gel.”

Gökhan onun yanına ilerlediğinde ikili aynanın karşısında yan yana durdu. İkisi de yan yana duran bedenlerine baktı.

Güzel görünüyorlardı.

Gökhan bir adım geri çekilip gövdesinin bir kısmını Göksel’in arkasına sakladı. Göksel sol bacağının üstüne hafifçe yaslanıp sağ ayağını da öne koydu. Onun hareketlerini aynadan izleyen Gökhan elini kaldırıp onun belini kavradı.

“Sol ayağın içe baksın,” diye onu yönlendirdi Göksel. “Ağırlığını da sağ bacağına verirsen benim arkamda olduğu için gözükmez.”

“Pekâlâ,” dedi Gökhan onun dediklerini yaparak. “Bu işin uzmanı sensin, sen ne dersen o.”

Kamerayı kaldıran Göksel kamerayı iki eliyle ikisinin arasında tuttu. “Poz ver,” dedi. “Çekiyorum.”

İkisi de gülümsediğinde Göksel deklanşöre bastı.

“Bir tane de ben çekeyim,” dedi Gökhan.

“Olur,” diyen Göksel kamerayı ona verdi. “Çek bakalım. Nasıl kullanacağını biliyor musun?”

“Hayır ama nasıl fotoğraf çekeceğimi biliyorum. Deklanşöre basıyorum ve bu kadar.”

Onun bu cümlesi Göksel’i güldürdü. “Hadi bakalım.”

Gökhan ikinci fotoğraf için ciddi bir ifade takınırken Göksel de biraz tebessüm etti. Kamerayı tutan Gökhan ikisinin kadrajdaki görüntüsüne baktıktan sonra dik tuttuğu kameranın deklanşörüne başparmağıyla basıp fotoğraf çekti.

“Umarım düzgün çekebilmişimdir,” dedi Gökhan. “Bak bakalım görüntüyü kaydırmış mıyım?”

“Çekmişsindir,” dedi Göksel ona destek olurcasına. “Kamera sabitti, görüntü kaymamıştır.”

Çektikleri fotoğraflara baktılar. İki fotoğraf da sorunsuzdu ve ikili gayet güzel çıkmıştı.

“Çok iyi olmuşlar,” dedi Gökhan. “Beğendim.”

“Ben de beğendim.”

Sarp da tuvaletten çıkınca hep birlikte mekândan ayrıldılar. Kuzey’in ağabeyinin arabası girişte duruyordu. Onları almaya gelmişti.

“Merhaba ağabey,” dedi Gökhan.

İkili kafa tokuşturarak selamlaştılar.

“Merhaba,” dedi Kuzey’in ağabeyi Berk. “Duydum ki bu akşam fırtına koparmışsınız. Son dakika işim çıkmasaydı izlemeyi çok isterdim.”

“Belki ileride telafisini yaparız.”

“Olabilir, bakalım,” diyen Berk, Göksel’e döndü. “Bu güzel hanımefendi bahsettiğin arkadaşın mı?”

“Evet,” diyen Gökhan da Göksel’e döndü. “Berk ağabey, Göksel; Göksel, Berk ağabey.”

“Memnun oldum,” diyen Berk elini genç kadına uzattı.

“Ben de öyle,” diyen Göksel onunla tokalaştı.

Berk de Kuzey gibi uzun bir gençti, Kuzey’e benziyordu ama yirmi sekiz yaşında olduğu için yüz ifadesi hâliyle ondan çok daha olgundu. Otuzuna merdiven dayamış bir adam olduğu anlaşılıyordu.

“Siz Barış’la sana geçeceksiniz değil mi?” diye sordu Berk.

“Aynen,” dedi Gökhan. “Otobüse binip benim eve geçeceğiz.”

“Bu akşam Gökhan’ın misafiriyim,” dedi Barış, Gökhan’ın omzuna dokunarak.

“İyi bakalım,” dedi Berk. “O zaman ben bu ekiple beraber Avrupa Yakası’na geçiyorum.”

Gökhan ve Barış arkadaşlarıyla vedalaştı.

“Göksel tanıştığıma çok memnun oldum,” dedi Elçin. Yanaklarını birbirine değdirerek vedalaştılar. “Arada görüşebiliriz umarım.”

“O memnuniyet bana ait,” dedi Göksel gülümseyerek. “Yine bir şeyler ayarlarız belki.”

Göksel, Lale ile de görüştükten sonra Sarp ve Kuzey’in de elini sıktı. Araca binen kalabalık grup yola koyulduğunda Göksel, Gökhan ve Barış yalnız kaldı.

“Herkesi yolcu ettik,” dedi Barış. “Göksel sen arabayla gelmiştin değil mi?”

“Evet,” dedi Göksel.

“Ben seni yolcu edeyim,” dedi Gökhan. “Sonra biz de otobüs durağına yürüyüp eve geçeriz.”

“Tamam.”

Göksel ve Barış tokalaştı.

“Tanıştığıma çok memnun oldum,” dedi Barış. “Umarım bu akşam çok keyifli vakit geçirmişsindir. Fotoğraflar ve videolar için de tekrardan çok teşekkür ederim.”

“Ben de memnun oldum,” dedi Göksel. “Kesinlikle keyifli vakit geçirdim ve rica ederim. Dosyaları muhtemelen yarın gün içinde kameradan bilgisayara atarım, Gökhan’a gönderirim ve siz de ondan alırsınız.”

“Teşekkür ederiz. O zaman iyi akşamlar.”

“İyi akşamlar. Kendine iyi bak.”

“Sen de.”

“Ben Göksel’e aracına kadar eşlik edeyim,” dedi Gökhan. “Hemen dönerim.”

“Tamam,” diyen Barış ona göz kırptı. “Bekliyorum ben.”

Göksel ve Gökhan yavaş adımlarla Göksel’in arabasına yürümeye başladı.

“Bu akşam burada olmandan çok memnun oldum,” diye söze girdi Gökhan. “Bugün bana eşlik etmen benim için önemliydi, teşekkür ederim.”

“Ben de burada olmaktan çok memnun oldum,” dedi Göksel. “Çok keyifli vakit geçirdim. Sen ve arkadaşların sahnede harikalar yarattınız, kızlarla da güzel sohbet ettik.”

“Onlarla anlaşmana sevindim. Hepsi seni sevdi.”

“Ben de onları sevdim.”

Göksel’in arabasına ulaştıklarında yan döndüler, kafasını binanın kenarından çıkarıp onları izleyen Barış onların yan döndüğünü görünce hızlıca binanın arkasına saklandı.

“Kapanış şarkısına bayıldım,” dedi Göksel. “Yolda giderken dinleyeceğim. Bu akşam da sen bana birkaç öneri yaparsın belki.”

Gökhan gülümseyerek, “Seçim yapmak benim için çok zor,” dedi. “Direkt Satılık albümünü dinlemeni tavsiye ederim. Oyuncak Dünya da o albümde.”

“Peki, tüm albümü dinlerim. Nasıl olsa yolum uzun ve bolca vaktim var.”

“Favorilerini söylersin. Hangilerini seveceğini merak ediyorum.”

“Söylerim. O hâlde ben yavaştan kaçayım, daha da geç olmadan eve gitsem iyi olacak.”

“Aynen, vakit yeterince geç oldu zaten,” dedi Gökhan. Onunla sabaha kadar yan yana durabilirdi fakat bunu ona söylemeyi tercih etmedi.  “Aracı dikkatli sür lütfen, eve varınca da haber etmeyi unutma.”

“Düşündüğün için teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Unutmam, sen de unutma. Sokaklar tenhalaştı, kendinize dikkat edin.”

“Ederiz, sen de dikkat et.”

Gökhan yüzünü genç kadına yaklaştırırken, sağ kolunu da onun beline sarıp onu kendisine çekti. Genç adam yanağını Göksel’in yanağına değdirdiğinde Göksel önceki seferlerde hissettiği yumuşak yanak dokusu yerine genç adamın sakallarının sert dokusunu yanağında hissetti. Biraz gıdıklandı ama belli etmedi.

Gökhan yüzünü diğer yanaklarını da birbirine değdirmek için uzaklaştırdığında göz göze geldiler. Yüzleri birbirine böylesine yakınken ilk kez göz göze gelen iki genç de bir saniyeliğine duraksadı.

Yakından daha güzel, diye düşündü ikisi de.

Göksel başını sola çevirip sağ yanağını da Gökhan’ın sağ yanağına değdirdi, bunu yaparken sağ eliyle de onun beline dokundu. Gökhan genç kadının dokunduğu yerden vücuduna bir sıcaklığın yayılmaya başladığını hissetti.

Aralarındaki çekim hiç olmadığı kadar kuvvetliydi ve bunun ikisi de farkındaydı.

“Kendine iyi bak,” dedi geri çekilen Göksel. “Görüşürüz.”

“Sen de kendine iyi bak,” dedi onun yüzüne bakan Gökhan. Kolu hâlâ genç kadının belindeydi ve son ana kadar bırakmayı düşünmüyordu. “Dediğim gibi aracı dikkatli sür ve eve ulaşınca haber ver lütfen. İçkiyi çok içmedin değil mi?”

“Elbette içmedim. Akşamın başında bir şişe bira içtim sadece, o kadar.”

“İyi,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Görüşürüz Gök. İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Gökhan Göksel’in belinden kolunu çekip yana çekildiğinde Göksel araca ilerledi ve kapısını açıp şoför koltuğuna oturdu. Gökhan yavaşça kapısını kapattığında genç kadın ona gülümsedi.

Camı indirip, “Gitmeden son bir centilmenlik,” dedi. “Bu akşam için teşekkür ederim. Uzun zamandan sonra geçirdiğim en güzel akşamdı. Aslına bakarsan bundan önce geçirdiğim en güzel akşam da arkadaşlarımla Parça’ya geldiğimiz akşamdı. Senin performansın sayesinde keyifli vakit geçirdiğim üçüncü akşam oldu.”

“Üçüncüsü hangisi?”

“Parça’ya ilk kez geldiğim akşam. O akşam seni tanımıyordum ama seni dinlerken yine keyif almıştım ve sayende iyi vakit geçirmiştim.”

Gülümseyen Gökhan araca iyice yaklaştı ve başını eğip yüzünü Göksel’le aynı hizaya getirdi.

“Yanında muhteşem zaman geçirdiğim kadının da benim yanımda iyi vakit geçirdiğini duymak çok güzel,” dedi gözlerindeki yoğun bakışla genç kadına bakarken. “Birbirimizi tanımıyorken bile.”

“Görüşürüz Gök,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hoşça kal.”

Gökhan araçtan uzaklaştığında Göksel gaza basıp yola koyuldu. Vücudunu onun gittiği yöne çeviren genç adam uzaklaşan aracın peşinden baktı. Hyundai marka beyaz araba yan sokağa dönüp gözden kaybolduğunda iç çekti.

“Sen hoşça kal dedikten sonra hoşça kalamamak mümkün mü?” diye mırıldandı.

“Gitti gitti!” diye seslendi Barış. “Şimdiye köprüye ulaşmıştır.”

Arkasını dönen Gökhan arkadaşını mekânın ön köşesinde durmuş kendisine bakarken buldu.

“Orada durmuş bizi dikizliyordun değil mi?” dedi Gökhan. “Fotoğrafımızı da çektin mi?”

Barış bir kahkaha patlattığında sesi boş sokakta yankılandı. “Çekmedim ama iyi fikirmiş, keşke çekseydim. Ben senin kadar fotoğraflarla içli dışlı değilim, kusura bakma.’

Gökhan onun yanına yürüyüp omzuyla onun omzuna vurdu. “Kaldık baş başa,” dedi. Kolunu Barış’ın omzuna attı. “Herkesi Avrupa Yakası’na yolcu ettik ve Kadıköy’ün ortasında baş başa kaldık.”

“Harbiden ha, hepsi Avrupa’ya gitti. Kadıköy candır, Avrupa da neymiş?”

“Bence de. Hadi durağa yürüyelim, ayaklarımı uzatıp yatmak istiyorum artık.”

“Al benden de o kadar. Muhteşem bir geceydi ama dehşet yoruldum.”

İki dost sohbet ederek karanlık Kadıköy sokaklarında yürümeye başlayıp gecenin içine karıştı.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil