Kadrajdaki Dünyalar | 15. Kare: Parmak Dövmeleri

Kadrajdaki Dünyalar'ın 15. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Aralık 4, 2022 - 13:00
Aralık 4, 2022 - 13:00
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 15. Kare: Parmak Dövmeleri

Bölüm fotoğrafı: Anna Tarazevich

Saatler gece üçe gelirken ışığı açık salondaki CD oynatıcıdan kısık seste çalan şarkının sesi yükseliyordu. Barış iki kişilik koltukta sırtını koltuğun koluna yaslamış, bacaklarını da koltuğa boylu boyunca uzatmış oturuyordu; Gökhan da üç kişilik koltuğa bacaklarını açarak yayılmıştı ve başı koltuğun arkasına yaslanmış şekilde, kısılmış gözleriyle tavanı izliyordu. Üzerinde alkolün getirdiği bir ağırlık ve sersemlik vardı.

“Elçin’e âşık olduğunu ne zaman anladın?” diye sordu Gökhan.

Çapraz koltukta oturan Barış başını çevirip arkadaşına bakarken yüzünde şaşkın bir ifade vardı. “Bu da nereden çıktı şimdi?” diye sordu.

“Bir yerden çıktı işte,” diyen Gökhan başını kaldırıp Barış’a baktı. “Sen soruma cevap ver.”

“Düşüneyim,” dedi Barış. Birkaç saniye sessiz kalıp düşündü. “Arkadaş grubunda tanıştığımızı biliyorsun, ilgimi çektiği için onu izlemeye başlamıştım ama başlarda ilgilendiğimi belli etmiyordum. Bir gün sürekli gittiğimiz bir kafede yalnız yakalamıştım, baş başa olduğumuz ilk andı ve birlikte bir şeyler yiyip içmiştik. Çok gevezedir bilirsin, ağzı da iyi laf yapar ve o gün de keyifli bir sohbet etmiştik. Aynı ortamda bulunmaya devam ettik, yakınlaştık ve artık bir noktada gözlerimin hep onu aradığını fark ettim. İki hafta kadar ortalarda görünmemişti, bizim sahne aldığımız bir gün arkadaşlarının arasında onu gördüm ve kalbimin küt küt attığını hissettim. O an anlamıştım.”

“Kalbin küt küt attığında anladın yani?” diye mırıldandı Gökhan. Başını koltuğun arkasına yeniden yasladı. “Onu gördüğünde heyecanlandığında, bir ateş vücudunu bastığında, kalbin dört nala koşmuşsun gibi attığında anladın.”

Barış sırıtarak, “Bu hissi çok iyi biliyor gibisin,” dedi. “Yoksa bu akşam Göksel’in etrafındayken hissettiklerin bunlar mıydı?”

Gökhan sessiz kaldı.

“Hey!” diye seslenen Barış oturduğu koltuktan kalkıp Gökhan’ın yanına oturdu. “Sana diyorum.”

“Beni çektiği fotoğrafın altına yazdığı cümle Giderdi Hoşuma şarkısından bir cümleydi,” diye konuştu Gökhan bakışlarını tavandan ayırmadan. “O şarkının bizim için bir anlamı var, bu yüzden onu şarkı listesine eklettirdim. Sahnede bu şarkıyı çalarken Göksel de bize eşlik ediyordu, bana bakarak bu şarkıyı söylüyordu ve o kadar güzel görünüyordu ki… Onun gözlerine kilitlenip kaldım, notayı da bu yüzden kaçırdım zaten. Senelerdir nota kaçırmayan ben, yaptığı en iyi şey gitar çalmak olan ben Gökhan Uygur bu akşam onun yüzüne bakakaldım ve nota kaçırdım; inanabiliyor musun? Bana söyleseydiler inanmazdım ama bu yaşandı.”

Barış onun omzunu sıkarken gülümsüyordu. “Şu an çok sarhoşsun,” dedi. “Ve bu kıza abayı çok fena yakmışsın.”

Gökhan yanağını koltuğa yaslayıp yanında oturan Barış’a baktı. “Çok sarhoşum değil mi?” dedi yorgun bir sesle. “Çok sarhoşum ve çok saçmalıyorum.”

“Saçmalamıyorsun,” diye ona karşı çıktı Barış. “İnsanlar sarhoş olduğunda daha dürüst olurlar ve düşüncelerini ifade edecek cesarete sahip olurlar. Sen de şu an düşüncelerini dürüstçe ve cesurca ifade ediyorsun.”

Gökhan bir süre konuşmadan öylece tavana baktı. 70’lik votkanın yarısı ve iki kutu bira kanına karışıp onu sarhoş etmiş ve bedenini gevşetmiş olsa da düşünceleri hâlâ dinçti. Zihni biraz bulanmıştı fakat zihninden neler geçtiğini ve dudaklarından neler döküldüğünün gayet farkındaydı.

“Perşembe günü dövme randevum var,” dedi biraz sonra. “Bana eşlik etmesini teklif etsem mi?” Başını çevirip Barış’a baktı. “Ne dersin?”

Barış gülümseyerek, “Sana eşlik etmesini istiyorsan elbette teklif et,” dedi. Alkol toleransı Gökhan’a göre daha yüksek olan genç adam onun kadar sarhoş değildi. “Şansını dene.”

“Değil mi? Bence de denemeliyim. Hem Göksel de bir fotoğraf makinesi dövmesi yaptırmak istediğinden ama hem cesaret edemediğinden hem de dövme sanatçısı bulamadığından bahsetmişti; onu Çağlar’la da tanıştırmış olurum.”

“Bak sen, bir taşla kuş katliamı yapacaksın.”

Gökhan güldü. “Evet, eğer gelirse öyle olacak. Yarın sorarım.”

“Sor bakalım. Umarım müsaittir ve gelir. Bugün de çok güzel bir gündü ama arayı açmadan baş başa da vakit geçirin. Dövme öncesi ya da sonrası bir yere oturup bir şeyler içer, sohbet edersiniz.”

“Ben de böyle düşünüyorum. Bir an önce yarın olsun da sorayım.”

“Teknik olarak yarındayız zaten, saat gecenin üçü.”

Gökhan başını çevirip duvardaki saate baktığında gözleri fal taşı gibi açıldı. “Hassiktir!” dedi yüksek sesle. “Saat ne ara üç oldu? Ben sabahın köründe kalkıp işe gideceğim.”

“Eve geldiğimizde saat birdi, içerken de iki saat geçmiş.”

“Allah da benim belamı versin! Ben yatmaya gidiyorum, sen keyfine bak. Uykun gelince Yağız’ın odasında uyursun.”

Gökhan bir anda ayağa kalktığında ne kadar sarhoş olduğunu daha iyi anladı, genç adamın başı topaç gibi dönüyordu.

“Dikkat et,” dedi onun bileğinden tutan Barış. “Çok sarhoşsun, ani hareketler yapma.”

“Ani bir hareketle kendimi yatağa atmaya gidiyorum,” dedi Gökhan. “Sarhoşum, sadece birkaç saat uyuyup sabahın köründe kalkacağım ve hem geceden kalma hem de uykusuz olduğum için çatlayan başımla birlikte dokuz saatlik mesai yapacağım. Yarın muhteşem bir gün olacak.”

“Sabah kendine sert bir kahve yap, yardımcı olur.”

“Kahve nehrinde yüzsem de sonuç değişmeyecek gibi. Neyse kardeşim, ben yatmaya gidiyorum. Sen istediğin gibi takıl, uykun gelince de Yağız’ın yatağına geçip rahatça uyu.”

“Tamam Gök, eyvallah. İyi geceler.”

“Sana da.”

Yalpalayarak yürüyen Gökhan salondan çıkıp, odasına ilerlerken Barış da orta sehpanın üstündeki dibinde birkaç yudumluk votka kalan şişeye uzandı.

***

“Şimdi bayılacağım!” dedi eli göğsünde duran Ahsen. “Çok tatlısınız.”

“Dün akşam benim de bayılacağımı düşündüğüm pek çok an oldu,” dedi Göksel. “Çok güzel bir akşamdı. Hani tekrar tekrar yaşamak isteyeceğin günler olur ya, benim için dün akşam onlardan biriydi. Gökhan da arkadaşları da çok tatlıydı, çok güzel vakit geçirdim.”

İkili Göksellerin evindeydi, salondaki büyük koltukta yan yana oturuyorlardı ve Göksel ona dün geceyi tüm ayrıntılarıyla anlatmayı henüz bitirmişti.

“Arkadaşları anlattığın kadarıyla cidden çok tatlılar,” dedi Ahsen. “Fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla da iyi enerjiye sahipler, sıcaklıklarını hissettim.”

“Evet, samimi insanlardı,” diye onayladı Göksel. “Tanrı’m, Gökhan’ın arkadaşlarıyla tanıştığıma hâlâ inanamıyorum.”

“O da benimle tanıştı.”

“Doğru, ikiniz tanışıyorsunuz.”

“En yakın arkadaşımın flörtüyle elbette tanışıyorum hatta o kadar yakın arkadaşız ki onunla ikimiz de aynı akşam tanıştık. Ben Ahsen Akçay asla geriden gelmem kızım.”

Göksel kahkaha attığında Ahsen de ona katıldı.

“Ona ne şüphe,” dedi Göksel. “Bu yüzden senden korkuyorum.”

“Korkmalısın da,” diyen Ahsen ona gözlerini kısarak baktı. “İkinizin aynada çektiği fotoğrafları tekrar göstersene.”

Göksel bilgisayardan kendisinin çektiği fotoğrafı açtığında Ahsen başını ekrana yaklaştırıp fotoğrafa baktı.

“Belini nasıl kavramış!” dedi Ahsen. Fotoğrafı büyüttü. “Sevgili gibi duruyorsunuz. Çok tatlısınız.”

Onun bu cümlesi Göksel’i utandırdı. “Bu kadar samimi poz vermesi bana da sürpriz oldu,” dedi. “Bir baktım bir adım arkamda duruyor ve eliyle belimi kavrayıp poz veriyor. Dün akşam fazlasıyla temas ettik.”

“İşi çok ilerletmişsiniz, özellikle Gökhan resmen uçuyor.”

“Uçarken benim de aklımı yanında götürüyor.”

“Fotoğrafları sizinkilere gösterdin mi?”

“Sence?”

“Göstermedin ve haklısın da. Engin amca Gökhan’ın belini böyle kavradığını görse adamcağızın yüreği ağzına gelir, buna da hiç gerek yok.”

“Kesinlikle. Dün uyumayıp beni bekledikleri için ikisinin de çok uykusu gelmişti, fazla bir şey sormadan yatmaya gittiler. Bu akşam geldiklerinde uzun uzun konuşuruz.”

“Anlatacak epey renkli anın var.”

“Öyle.”

“Bu fotoğrafları Gökhan’a ne zaman atacaksın?”

“Linkleri oluşturdum, akşam gönderirim. Şimdi iştedir, şu an gönderip aklını fotoğraflarla meşgul etmeyeyim; mesai çıkışından sonra gönderirim.”

“Bak bak, neler de düşünürmüş,” dedi Ahsen gülümseyerek. Omzuyla onun omzuna dokundu.

“Yani düşüncelilik ediyorum işte,” diyen Göksel utanmıştı. “Şimdi işine odaklansın, akşam fotoğrafları uzun uzun inceler nasıl olsa. Dondurma getireyim mi?”

“Olur, soğuk soğuk yeriz.”

Göksel dondurmaları getirmek için mutfağa giderken Ahsen de orta sehpada açık duran bilgisayarı kucağına aldı ve dün akşam çekilen fotoğrafları yeniden incelemeye başladı. Göksel’in ustalığının eseri olan fotoğrafların hepsi çok güzeldi. Genç fotoğrafçının anı yakalamadaki becerisi bu karelerde de kendini belli ediyordu. Buna ek olarak fotoğraflar hareketsiz olsa da çekildikleri anın hareketini ve heyecanını yansıtıyordu. Fotoğraflara bakan Ahsen müziğin sesini duyabiliyor, grup üyelerinin hareketlerini görebiliyor ve sanki bir fotoğraf karesine bakmıyor da onların videolarını izliyormuş gibi hissediyordu.

Göksel kısa süre sonra elinde tepsiyle mutfaktan döndüğünde Ahsen, “Gerçek bir fotoğraf dehasısın,” dedi. “Fotoğrafların hepsi muhteşem olmuş. Anı yakalama ve yaşatmaktaki becerin olağanüstü.”

Duydukları karşısında içi sımsıcak olan Göksel, “Seni yerim,” deyip tepsiyi sehpaya bıraktı. “Çok teşekkür ederim. Biricik dostumdan böyle güzel şeyler duymak çok kıymetli.”

“Ben gerçekleri söylüyorum,” dedi Ahsen. Ekranda açık olan grubun fotoğrafını gösterdi. “Kafasını sallayan basçının uçuşan saçları, bateristin zarafetle hareket eden kolları, solistin kapalı gözlerle şarkıyı söylemesi ve Gökhan’ın gülümseyerek gitar çalması... Çok güzel yakalamışsın. Grubun en sevdiğim fotoğrafı oldu.”

“Bu fotoğrafı ben de çok beğendim,” dedi başını yaklaştırıp ekrana bakan Göksel. “Hesabıma atarım belki, ne dersin?”

“Çok iyi fikir, kesinlikle atmalısın.”

“O zaman birkaç minik dokunuş yaptıktan sonra akşama paylaşırım.”

Göksel’in getirdiği Maraş dondurmasından biraz yediler.

“Yola ne zaman çıkıyordunuz?” diye sordu Ahsen.

“Cumartesi gün doğarken,” dedi Göksel. “Akşamüstü Muğla’ya varmış oluruz. Ağabeyim ve eşi de o gün gelecek.”

“Ne güzel, uzun zaman sonra bir araya geliyorsunuz.”

“Evet, bunun için çok mutluyum. Ağabeyimi çok özledim.”

“Özlenmez mi yahu? Bol bol vakit geçirin, hasret giderin.”

“Öyle yapacağız. Siz de ağustosun ikinci haftası mı gidiyorsunuz Ayvalık’a?”

“Evet, haftaya da biz gidiyoruz. Üçüncü sınıfın ve İstanbul’un yorgunluğunu atmak için sabırsızlanıyorum. Sabahtan akşama kadar sahilde olup güneşin, kumun ve denizin tadını çıkarmayı planlıyorum.”

“İşte huzur diye buna derim.”

Rastgele bir Friends bölümü izleyerek dondurmalarını yediler. 90’lara ve 2000’lerin başına damga vuran bu meşhur diziyi iki arkadaş da seviyordu ve birbirlerinin evine gittiklerinde rastgele birkaç bölümünü açıp izlemekten hoşlanıyorlardı.

“Bayılıyorum bu diziye,” dedi Ahsen gülerek. İzledikleri bölüm henüz bitmişti. “Günlük dozumu aldım. Sana da dondurma için teşekkür ederim.”

“Afiyet olsun,” dedi Göksel. “Ve ben de bayılıyorum.”

Boşları alan iki arkadaş dizinin jenerik şarkısını söyleyerek mutfağa ilerlediler ve el birliğiyle kirli bulaşıkları makineye yerleştirmeye başladılar.

“Birazdan giderim,” dedi Ahsen. “Ahu cadısı gezmeye gitti ve akşam yemeği yükünü bana yıktı. Eve gidip yemek yapmam gerek.”

“Bu sıralar ne kadar çok dışarı çıkıyor o,” dedi doğrulan Göksel. “Yoksa biri mi var?”

“Kişi işi gerçekten de kendinden biliyormuş.”

Göksel onun koluna vurduğunda Ahsen sırıttı.

“Sevgilisi var hanımefendinin,” dedi Ahsen. “Arkadaş ortamında tanıştığı biri, Efe diye bir çocuk. Medipol’de Psikoloji okuyormuş o da, hazırlığı bitirmiş ve bu dönem bölüme başlıyormuş.”

“Bak sen,” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “İki Psikoloji öğrencisi birbirlerini bulmuşlar desene.”

“Çocuk biraz fırlama bir şeye benziyor, içim rahat değil ama henüz yüz yüze tanışmadığımız için ön yargıyla da yaklaşmak istemiyorum.”

“Neden böyle bir düşünceye kapıldın?”

“Ahu’nun anlattığına göre ortamlara fazla takılan, aklı beş karış havada bir çocuğa benziyor,” dedi Ahsen yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle. “Ahu’yu geçen gece bara davet etmiş, neymiş birkaç kadeh bir şeyler içip takılırlarmış. Ahu’ya, ‘Başlatmasın kadehine, kaç yaşındasın sen?’ dedim ve elbette göndermedim. Zaten bizimkilerin haberi yok, bara gitmesine hayatta izin vermezler de. Daha on dokuz yaşında bu kız; ne barı, ne kadehi, ne içkisi? Çocuğun ailesinin maddi durumu iyi ve buna karışmıyorlar, bizim hanımefendi de ona uymaya çalışıyor. Ben onu bir uyduracağım, görecek uydurma neymiş!”

“Seni sinirlendirmiş ve sinirlenmekte de haklısın. Ahu zaten öyle ortamları sevmeyen, gitmeyen biri.”

“İşte, sırf o öyle ortamlara gidiyor diye bizimki de heves etti. Çocuğun arkadaşları da tekin tiplere benzemiyor, gencecik kız kardeşimi kurtların arasına atmayacağım. Neredeyse yirmi iki senedir İstanbul’da yaşayan, üç senedir de üniversitede okuyan biriyim; İstanbul’u da ortamlarını da ortamlarda takılan tipleri de iyi bilirim. Bir yere gideceklerse gündüz gidecekler ve alkollü bir mekân olmayacak, nokta. Zaten ben ilişkilerinin devam edeceğini düşünmüyorum, bu yaz bitmeden ayrılırlar.”

“Ahu akıllı bir kız ama söz konusu gönül işleri olunca insanın aklı yok olabiliyor, umarım Ahu da sonradan üzülecek şeyler yapmaz.” Destek olurcasına arkadaşının omzunu sıvazladı. “Sen de sıkma canını, dediğin gibi sorunlu bir tipse bunu Ahu da fark edecektir ve gerekeni yapacaktır.”

“Umarım Gök, umarım. Bugün de beyefendiyle buluştu hanımefendi işte, ben de eve gidip yemek yapacağım. Annemle babam işten dönmeden evde ol dedim, buradan ayrıldıktan sonra ararım.”

“Ara tabii, kontrol et.”

“Nefesim her daim ensesinde, ayağını denk alsın.”

Göksel güldüğünde Ahsen de gülümsedi.

Bulaşıkları halleden ikili mutfaktan çıktı. Çantasını omzuna asan Ahsen ve Göksel evin kapısına ilerledi.

“İkramlar için teşekkür ederim,” dedi Ahsen. Arkadaşına sarıldı. “Gökhan gelişmelerinden haberdar etmeye de devam et lütfen, merak ediyorum.”

“Merakından çatlarsın değil mi?” dedi Göksel gülerek.

“Çatlarım valla.”

Gülüştüler.

“Eve geçince yaz,” dedi Göksel. “Ahu’ya ve kendine de iyi bak.”

“Hiç şüphen olmasın,” diyen Ahsen başını yavaşça salladı. “Eve geçince de yazarım. Görüşürüz Gök.”

“Görüşürüz bebeğim.”

Ahsen gidince Göksel evde yalnız kaldı. Saatler beşe geliyordu, dünkü yemekler durduğu için yemek yapmasına gerek yoktu ve yapacak başka işi de olmayan genç kadın ebeveynleri işten dönene ve Gökhan’ın da çıkış saati gelene kadar bir şey izlemeye karar verdi. Salona geri dönüp izleme listesinde olan bir filmi açtı.

Göksel’in izlediği film bittiğinde saatler 18.49’u gösteriyordu. Televizyonu kapatan genç kadın bilgisayarını kucağına aldı. WhatsApp uygulamasını bilgisayarından açıp Gökhan’la olan konuşmasına girdi. Genç adamın mesaisinin bitmesine on dakika kalmıştı, artık fotoğrafların ve videoların yer aldığı linkleri ona gönderebilirdi. Bilgisayarının notlar kısmına kaydettiği üç linki sırasıyla Gökhan’a gönderdi. İki linkte grubun fotoğrafları ve videoları vardı, üçüncü linkte Göksel ve Gökhan’ın aynada çektikleri iki fotoğraf yer alıyordu; genç adam sadece ikisinin fotoğraflarını bu linkten indirebilir ve diğer iki linki olduğu gibi arkadaşlarına gönderebilirdi.

Merhaba, fotoğraflara ve videolara bu linklerden ulaşıp indirebilirsiniz

Gökhan çevrim içi olduğunda Göksel’in linkleri göndermesinin üstünden yalnızca iki dakika geçmişti. Onun mesajları bu kadar çabuk görmesini beklemeyen Göksel afalladı.

Merhaba

Çok teşekkür ederim, işten çıkar çıkmaz hepsini tek tek inceleyeceğim

Linkleri bizimkilere de gönderirim. Hepimiz adına bir kez daha teşekkür ederim, emeğine sağlık

Onun peş peşe gönderdiği bu üç mesajı okuyan Göksel’in yüzüne bir gülümseme yayıldı. Genç adam her zamanki gibi çok nazik ve düşünceliydi.

Rica ederim

Fotoğraflaması keyifli bir akşamdı

Çevrim içi olan Gökhan onun bu iki mesajını anında gördü.

Genel olarak çok keyifli bir akşamdı, sen de ortaya muhteşem fotoğraflar çıkardın

Gökhan bu mesajı gönderdikten sonra çevrim dışı oldu. Telefona bakmak için kısa bir an yakalamış olmalıydı, şu an mağazayı kapatma işleriyle meşgul olsa gerekti.

Evet, çok keyifli bir akşamdı ve teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim

Göksel anahtar sesini duyunca, telefonunu bırakıp koltuktan kalktı. Babası eve dönmüştü.

“Hoş geldin,” dedi onu karşılayan Göksel. “Bugün biraz erkencisin.”

“Hoş buldum güzelim,” dedi kapıyı kapatıp eve giren babası. “İşlerim erkenden bitti, ben de kapanışı beklemeden çıktım.”

“İyi yapmışsın.”

“Ben bir üstümü değiştireyim.”

“Tamam.”

Engin yatak odasına ilerlerken Göksel de salona geri döndü. Dakikalar sonra Güzin de eve geldi. Yoğun bir iş gününü ardında bırakan kadın oldukça yorgundu ve bu her hâlinden anlaşılıyordu.

“Kurt gibi açım,” dedi Güzin. “Bebeğim sen yemekleri ısıtır mısın? Ben de üstüme rahat bir şeyler giyeyim de hep beraber yemek yiyelim.”

“Isıtırım tabii,” dedi Göksel. “Çok yorgun görünüyorsun.”

“Çünkü yorgunum. Uzun bir gündü, yemek yiyip uzanacağım.”

Birkaç dakika sonra ailenin üç üyesi de yemek masasındaydı.

“Çok bitkinsin hayatım,” dedi Engin eşinin yanağını okşayarak. “Bugün neler yaptın?”

“Cumadan sonra izne ayrılacağım için ay sonu işlerini yapmaya giriştim,” diye anlatmaya başladı Güzin. “Bu ay yaptıklarımızı inceledim, astlarımla konuştum, müdürle görüştüm; uzun süren bir toplantıya katıldım ve orada da bir beyin fırtınası yaptık. Tükenmiş durumdayım, yemeğimi yiyip duşumu aldıktan sonra direkt uyuyacağım sanırım.”

“Gerçekten de yoğun bir gün olmuş,” dedi Engin anlayışlı bir sesle. “Yat dinlen tabii, yarın yine koşuşturmacayla geçer.”

Göksel gülümseyerek onları izliyordu. Aşk gerçekten de güzel bir şeydi.

Yemekten sonra Güzin duş almaya gitti, Göksel ve babası da sofrayı toplamaya girişti.

“Senin günün nasıl geçti?” diye sordu Engin.

“Güzeldi,” dedi Göksel. Babasının su geçirdiği bulaşıkları makineye yerleştiriyordu. “Ahsen buradaydı, biraz onunla oturup sohbet ettik; o gittikten sonra film izledim, sonra da siz geldiniz.”

“Yine biz gelmeden kaçmış cimcime.”

“Akşam yemeğini yapması gerektiği için erkenden gitti.”

“İş güç beklemiyor tabii,” dedi Engin. Ardından çok ilgili görünmemeye çalışarak sordu: “Gökhan’dan ne haber?”

“Ona da dün çektiğim fotoğraf ve videoları gönderdim,” diye cevap verdi Göksel. “Arkadaşlarıyla sahne alırken biraz çekim yaptım.”

“Öyle mi? İyi yapmışsın.”

“Bir tanesini hesabıma atacağım, sen de bakarsın.”

“Bakarım.”

Mutfaktaki işleri halleden Göksel odasına çekildi. Annesi söylediği gibi uyurken babası da salonda televizyona bakıyordu, Göksel de babasının sorabileceği sorulardan kaçmak için odasına girdi.

Gökhan ona cevap vermişti.

Bir iş gününü daha bitirdim, şimdi otobüste fotoğraflara bakabilirim. Sen ne yapıyorsun?

Genç adam ona bu mesajı yarım saat önce göndermişti. Şu an otobüste olmalıydı ve büyük ihtimalle fotoğrafları incelemiş, videoları da baştan izlemişti.

Ben de akşam yemeği yedim, mutfağı toparladım ve odama çekildim

Göksel ona cevap verdikten sonra mesajlaşma uygulamasından çıkıp sosyal medya hesabına girdi. Dün akşam çektiği fotoğraflar arasından favorisi olan grup fotoğrafını paylaşmak üzere seçti. Konuma Sahne’yi ekledikten sonra fotoğrafa bir açıklama yazdı.

Sing with me, sing for the year / Sing for the laughter and sing for the tear

Bu fotoğrafın altına yazılacak daha iyi bir açıklama düşünemiyordu.

Derin bir nefes alıp fotoğrafı paylaştığında ekranın üstünde bir bildirim belirdi. Gökhan’dan gelen yeni bir mesajı vardı.

Afiyet olsun. Günün nasıl geçti?

Mesajı okudu fakat konuşmaya girmedi. Paylaştığı fotoğrafa baktı, fotoğrafı inceledi. Sahne mavi ve kırmızı ışıkların altında oldukça hoş görünüyordu, arkada sarı ışıklarla Yıldız Sahnesi yazıyor ve çevresinde sarı yıldızlar parlıyordu; sahnedeki delikanlılarsa yüzlerinde yaptıkları işten büyük bir zevk aldıklarını belli eden ifadelerle enstrümanlarını çalıyor, anı yaşıyordu.

Kesinlikle güzel bir fotoğraftı.

Gülümseyen genç kadın Gökhan’la olan konuşmasını açtı.

Teşekkür ederim. Günüm iyiydi, evde takılıp dinlenmeye baktım. Senin nasıldı?

Ahsen’den bahsetmedi, eğer bahsetseydi Gökhan dün olanlardan konuştuklarını anlardı ve Göksel bunu anlamasını istemedi.

Gökhan saniyeler içinde çevrim içi oldu.

İyi yapmışsın, dün çok güzel ama yorucu da bir akşamdı

Ben de işteydim, tipik bir çalışma günüydü

Gökhan dün gece üçte sarhoş bir şekilde uyumasına rağmen sabah alarmın sesine uyanıp işe zamanında yetişmeyi başarmıştı. Uykusuz ve geceden kalma olduğu için üzerinde müthiş bir yorgunluk olsa da dokuz saatlik mesaisini tamamlamıştı ve evine dönüyordu. Evde dinlenebilirdi.

Dün dinlenmeye fırsatın olmamıştır, bu akşam iyice dinlenmene bak

Göksel ona bu mesajı gönderdiğinde genç kadının düşünceli tavrı Gökhan’ı gülümsetti.

Kendimi yatağa atıp bir daha kalkmamayı planlıyorum

Onun bu mesajını okuyan Göksel kıkırdadı.

Muhteşem bir plan

Bugün annem de çok yorulmuş, yemek yedikten sonra duş aldı ve hemen uyudu, sen de uyu istersen

Bacaklarını uzatarak oturan Göksel bundan vazgeçip bağdaş kurdu ve sırtını yeniden baza başlığına yasladı.

Muhtemelen uyuyup kalırım zaten. Bu yüzden sormak istediğim soruyu şimdi soracağım: Bu perşembe saat 15.00’te dövme randevum var, eğer müsaitsen gelmek ister misin?

Onun bu teklifi genç kadını şaşırttı. Daha dün beraberdiler ve Gökhan dört gün sonra yeniden görüşmeyi teklif ediyordu. Buluşma aralıkları giderek daralıyordu ve Göksel bundan hoşnuttu.

Hafta sonu tatil için Muğla’ya gideceğiz, bu hafta da hazırlıklarla geçecek ama perşembe günümün öğleden sonrasını sana ayırabilirim. Bahsettiğin dövme sanatçısı arkadaşına mı gideceksin ve ne dövmesi yaptırıyorsun?

Gökhan da ona biraz uzun bir cevap verdi.

Tatile mi çıkıyorsunuz? Ne güzel. Ne kadar kalacaksınız? Sorularına cevap verecek olursam evet, bahsettiğim o arkadaşıma gideceğim ama ne dövmesi yaptıracağım sürpriz olsun, o gün gelince görürsün

Genç adam yine gizemli takılıyordu.

“Takıl bakalım,” diye düşündü Göksel. “Bu da sürpriz olsun.”

Üç hafta Muğla’da olacağız, anneannem ve dedem Fethiye’de yaşıyor; biz de oraya gideceğiz ve ağabeyimle eşi de Ankara’dan gelecek, ailecek yapacağımız bir tatil olacak yani

Dövme hakkında bir ipucu ver o zaman

Üç haftayı okuyan Gökhan’ın yüzü düştü. Üç hafta çok uzun bir süreydi ve ikilinin iyice yakınlaşmaya başladığı bu dönemde bu üç haftalık ara hiç iyi olmamıştı.

Uzun bir tatil olacakmış, tadını çıkarmaya bakın

Her biri bağlantılı olan anlamları çok büyük ama kendileri küçük dört dövme yaptıracağım

Göksel mesaja kaşlarını çatarak baktı. Birbiriyle uyumlu dört küçük dövme de neyin nesiydi? Neresine yaptıracaktı ve birbiriyle uyumlu olan bu dört şey ne olabilirdi?

Öyle yapacağız

Dövme hakkında epey meraklandım, perşembeyi sabırsızlıkla bekliyorum

“Üç haftalık ayrılıktan önce seni son kez göreceğim perşembe,” diye düşündü Gökhan. “Tam yakınlaştık derken benden uzaklaşacaksın. Döndüğünde ne olacak? Kaldığımız yerden devam edecek miyiz yoksa bedenlerimiz arasına girecek mesafe kalplerimiz arasına da mı girmiş olacak?”

Bu düşüncelerin içine gömülen genç adam bir dakika kadar boş gözlerle ekrana baktı, dokunmadığı için kararan ekranla düşüncelerinden uzaklaşıp bulunduğu ana geri döndü.

Çok beklemene gerek yok, bugünü saymazsak iki gün kaldı

Ona cevap yazan Gökhan mesajlaşma uygulamasından çıkıp sosyal medya hesabına girdi. Ana sayfasının tepesinde Göksel’in paylaştığı fotoğraf duruyordu. Kaşları havaya kalkan genç adam gülümseyerek fotoğrafa baktı. Görünüşe göre bu fotoğrafı seven tek kişi kendisi olmamıştı.

Bakışlarını fotoğrafın açıklama kısmına indirdiğinde açıklamada Dream On şarkısının sözlerinin yazdığını gördü.

“Ah bu kız,” diye geçirdi içinden. “Yine yapmış yapacağını.”

Fotoğrafı beğenen Gökhan yorum kısmını açıp hiç düşünmeden Göksel’in yazdığı kısmın devamındaki satırları yoruma yazdı.

Sing with me, if it's just for today / Maybe tomorrow the good Lord will take you away

İkinci satır şu an ne kadar da anlamlı geliyordu.

Yorumunu paylaşan genç adam birkaç saniye ekrana baktı. Göksel’in açıklama kısmına yazdığı satırlara ve hemen alttaki yorumunda yazan devam satırlarına. Birbirlerini tamamlıyorlardı.

O saniyelerde yorum bildirimini alan Göksel meraklanarak sosyal medya hesabına girmişti. Fotoğrafına yorum yapan kişinin Gökhan olduğunu görünce kalbi hızla atmaya başlayan genç kadın, yorumda yazanı okuduğunda dudakları aralandı.

İşte bunu hiç beklemiyordu.

“Bu çocuk,” diye düşündü. “Beni her seferinde bu kadar şaşırtmayı nasıl başarıyor?”

Göksel onun yorumunu gülümseyerek beğendi. O sırada Gökhan genç kadına ikinci bir mesaj gönderdi.

Çok güzel bir fotoğraf ve açıklama tercihi olmuş, açıklama biraz yarım kalmıştı ama orasını da ben hallettim

Başını yere eğen Göksel güldü.

Oldukça şık bir tamamlama olduğunu söylemeliyim

Gökhan onun bu mesajını hemen gördü ve ona cevap verdi.

O hâlde senin açıklamana yaraşır olmuş

Genç adam bu mesajı gönderdikten sonra yine çevrim dışı oldu. Göksel ona cevap verdi.

Sen öyle diyorsan

Sosyal medya hesabına giren Gökhan telefonuna indirdiği fotoğraflar arasından birkaç tanesini seçti. İlk fotoğraf Göksel’in onu sahnede gitar çalarken çektiği fotoğraftı, ikincisi grupla beraber performans sergilerken çekilmiş bir fotoğraftı, üçüncü ve son fotoğraf olarak da yedisinin birden sahnedeyken çekilmiş fotoğrafını koydu. Barış, Sarp ve Kuzey’i ikinci fotoğrafa etiketledi, Elçin ve Lale’yi son fotoğrafa; Göksel’in hesabını ise ilk fotoğrafın sol üst köşesine etiketledi. Konuma da Sahne’yi ekledikten sonra bir açıklama yazdı.

Güzel insanlarla güzel bir akşam. *mavi kalp emojisi* Fotoğraflar yetenekli @kadrajdakidunyalar’ın eseri.

Yazdığı açıklamaya şöyle bir bakan genç adam fotoğrafları paylaştı. O esnada telefonu elinde olan Göksel’e iki yeni bildirim geldi: Gökhan Uygur bir gönderide ondan bahsetmiş ve bir gönderiye onu etiketlemişti. Meraklanan genç kadın sosyal medya hesabına girdiğinde Gökhan’ın paylaştığı fotoğrafları gördü. Gökhan hepsinin beraber çekildiği fotoğrafı da paylaşmıştı.

Kolunu Göksel’in beline sardığı fotoğrafı.

Genç kadın gönderinin açıklamasını okuduğunda kalbinde can bulan bir sıcaklığın tüm bedenine yayıldığını hissetti. Gökhan’ın profilindeki bir önceki gönderi de Göksel’in çektiği fotoğraftı, genç adam onun altına “fotoğraf: @kadrajdakidunyalar” yazarak fotoğrafçıyı belirtmişti; bu gönderide de ikili aynı fotoğraf karesinde yan yana duruyordu ve açıklama gelişerek “fotoğraflar yetenekli @kadrajdakidunyalar’ın eseri” olmuştu. Resmî bir cümleden samimi bir cümleye evrilen bu açıklama onların iki aylık süreçteki yakınlaşmalarının en azından sosyal medyadaki kanıtıydı.

Perşembe nasıl yapalım? Vaktin olursa bir yere oturup bir şeyler içelim mi?

Gökhan mesaj atınca fotoğrafı beğenmeyi az sonraya erteleyerek onunla olan konuşmasını açtı ve ona cevap verdi.

Stüdyodan çıktıktan sonra içebiliriz, zaman geçirip sohbet de etmiş oluruz

Gökhan’ın cevabı da gecikmedi.

Tamam o zaman, güzel içecekleri olan bir yer biliyorum ama lütfen müsaade et de bu sefer her şeyi ben ısmarlayayım. Kadıköy’e geldiğin üçüncü sefer olacak ve bu sefer de ısmarlayamazsam böylesi de benim içime sinmeyecek

Gökhan’ın bu mesajını okuyan Göksel güldü. Gökhan’ın kendisine bir şeyler ısmarlama isteğinin kibarlığından kaynaklandığını biliyordu, bu sefer onun ricasını kırmayıp teklifini kabul etti.

Bu nazik teklifini teşekkür ederek kabul ediyorum. Güzel içecekleri olan bu yer nerede peki?

Göksel teklifini kabul edince Gökhan rahat bir nefes aldı.

Gökhan: Yeldeğirmeni’nde, arkadaşımın stüdyosundan yürüme mesafesi uzaklığında

Göksel: Yakınmış. Dövme yaptırdıktan sonra mı gideriz?

Gökhan: Aynen, stüdyodan çıkıp oraya geçeriz

Göksel: Anlaştık

Göksel sosyal medya hesabına geri dönüp Gökhan’ın gönderisini beğendi ve gönderiye yorum yaptı. Yaptığı yorumda iki emoji yer alıyordu: Fotoğraf makinesi ve sarı kalp emojileri.

Göksel yorumu gönderdiğinde bildirimi Gökhan’ın telefonuna hemen geldi. Bildirim penceresinden yorumu gören genç adamın gözleri irileşirken hızlı bir hareketle yoruma dokundu ve gönderiye ulaştı.

Evet, Göksel gerçekten de gönderisine yorum yapmıştı.

Evet, yorumunda sadece iki emoji yer alıyordu ve bir tanesi kalp emojisiydi, sarı kalp.

Gökhan ses çıkararak güldüğünde otobüsün içindeki birkaç göz genç adama döndü ama genç adam onları fark etmedi bile. Yüzündeki kocaman sırıtışla telefon ekranına bakıyordu. Bütün otobüs yolculuğunda sırıtmayı sürdüren genç adam otobüsten inip evine vardığında saatler sekizi geçiyordu.

“Hoş geldin,” diye seslendi kapının sesini duyan Barış. Sesi salondan geliyordu ve evin içinde güzel bir yemek kokusu vardı.

“Hoş buldum,” diyen Gökhan ayakkabılarını ayakkabılığa bıraktıktan sonra salona ilerledi. “Eve girdiğimde yeni pişen yemek kokusunun beni karşıladığı son zamanın üzerinden uzun zaman geçmişti.”

Koltukta oturan Barış gülümsedi. Genç adamın kucağında Gökhan’ın klasik gitarı vardı.

“Dolapta tavuk olduğunu görünce bozulmadan pişireyim dedim,” diye cevap verdi Barış. “Markete gidip mantar da aldım ve güzel bir sote yaptım, yanında da pirinç pilavı var ve içecek olarak da kola seçeneğimiz mevcut.”

“Ne diyorsun?” dedi Gökhan dudaklarını yalayarak. “Sen hep bende kalsana ya. Kira, fatura falan istemem, yemek yapsan yeter.”

Barış bir kahkaha attıktan sonra, “Ev arkadaşını doğru seçecektin oğlum,” dedi. “Bak Yağız Balıkesir’de keyfine bakıyor, sense burada bir tencere yemeğin derdine düşmüşsün.”

“Keşke sadece bir tencere yemeğin derdine düşmüş olsaydım ama bu konulara hiç girmeyeceğim,” deyip kendini diğer koltuğun üstüne attı Gökhan. “Güzel haberlerim var: Göksel dövmeciye geliyor.”

“Çok iyi. Öncesi ya da sonrası için bir plan yaptınız mı?”

“Evet, stüdyodan çıktıktan sonra onu güzel bir mekâna götürüp içecek ısmarlayacağım. Kötü bir haberim de var: Hafta sonu ailesiyle beraber Muğla’ya gidiyormuş ve üç hafta orada olacaklarmış.”

“Hadi be! Üç hafta da uzun bir süre.”

“Tam yakınlaştık dediğim anda aramıza bir anda kilometreler, şehirler girecek. Şu an çoğu kişi tatilde zaten ama genelde birkaç gün yapıp geri geliyorlar, Fethiye’de Göksel’in dedesiyle anneannesinin yazlığı varmış ve bu yüzden de uzun duracaklar.”

“Yazlıkları mı varmış? Dua et de tüm yaz orada kalmıyor hatta ben kalmamasına şaşırdım şu an, ben olsam İstanbul’un çilesini çekeceğime gider dedemlerde kalırdım mis gibi.”

“Ağzını hayra aç be oğlum! Kız gider de yaz sonuna kadar orada durur falan, Allah korusun. Annesiyle babası çalışıyor, Göksel onları çok seviyor ve muhtemelen onları bırakıp gitmiyordur. Hem ne yapacak Muğla’da? Muğla’da ben yokum. İstanbul’da takılıyoruz ne güzel.”

Barış gülerek, “Sen harbiden bu kıza abayı yakmışsın,” dedi. “Muğla’ya gidiyor diye ağlayacaksın şimdi.”

“Ben üstümü değiştireyim,” diyen Gökhan ayaklandı. “Sonra da yemek yeriz, olur mu? Bu arada sen yedin mi?”

“Yemedim, seni bekledim.”

“Seviyorum lan seni. Kral çocuksun.”

“Göksel’den önce bana ilan-ı aşk yaptın. Şanslı hissetmeli miyim?”

Gökhan ona hareket çekip salondan çıkarken Barış kahkahalarla gülüyordu.

“Şaka yapıyorum be oğlum!” diye seslendi Barış. “Ben de seni seviyorum, sen de çok kral çocuksun.”

Odasından onun dediklerini duyan Gökhan kendi kendine güldükten sonra telefonunu eline aldı ve Göksel’e mesaj attı.

Ben eve geldim. Barış bugün de bendeydi ve muhteşem yemekler yapmış; şimdi beraber yemek yiyip biraz sohbet ederiz, sonra da yatar uyurum muhtemelen

Gökhan kot pantolonuyla tişörtünü çıkarıp eşofmanıyla kolsuz bir tişört giyene kadar Göksel ona cevap verdi.

Tamam, size afiyet olsun. Barış’a selam söyle

Gülümseyen Gökhan odadan çıkarken ona cevap yazdı.

Teşekkür ederiz, onun da selamı var ve fotoğraflarla videolar için yeniden teşekkür ediyor. Görüşürüz Gök, kendine iyi bak

Gökhan mutfağa girdiğinde Barış’ı tabaklara yemek koyarken buldu.

“Göksel’in selamı var,” dedi arkadaşına.

“Aleykümselam,” dedi ona bakan Barış. “Sen de selam söyle ve dünkü fotoğraflarla videolar için de teşekkürlerimi ilet. Ortaya muhteşem eserler çıkarmış.”

“Söyledim bile.”

Barış ona garipçe baktı.

“Senin de ona selam söyleyeceğini ve fotoğraflarla videolar için teşekkürlerini ileteceğini biliyordum,” diye açıkladı Gökhan. “Bu yüzden sen söylemeden ben söyleyeceğini düşünüp ona yazdım.”

Barış işaret parmağını sallarken, “Sen var ya,” dedi. “Çok fenasın.”

“Öyle miyim? Fena demeyelim de seni çok iyi tanıyorum diyelim.”

İki dost masaya otururken gülüştüler. 

***

Perşembe

Büyük vapur arkasında beyaz köpükler bırakarak Kadıköy İskelesi’ne yanaşıyordu. Güneş göğün tepesinde parlıyor, insanı kavuruyordu fakat havanın sıcaklığına rağmen iskele ve çevresi her zamanki gibi kalabalık ve hareketliydi. Vapurun açık kısmında oturan Göksel peçetesiyle yüzündeki terleri kuruladı.

Bu kadar sıcak onun için yalnızca tatilde deniz kenarındayken çekilir oluyordu.

Vapur durduğunda büyük bir kalabalık vapurdan inmek için vapurun kapısının önüne yığıldı. Göksel her zamanki gibi onların inmesini, etrafın sakinlemesini beklerken kulaklıklarını çıkarıp kutusuna yerleştirdi. Eminönü’nden Kadıköy’e yaptığı bu kısa vapur yolculuğunda ona Yavuz Çetin’in şarkıları eşlik etmişti. Gökhan’ın önerisiyle dinlediği Satılık albümünden sonra müzisyenin İlk adlı birinci albümünü de dinlemiş ve oradaki şarkıları da çok sevmişti.

Göksel’in vapurdan inmek için ayağa kalktığı esnada genç kadının telefonu çalmaya başladı. Arayan kişi Gökhan’dı.

“Efendim?” diye açtı telefonu Göksel.

“İskelenin önündeyim,” dedi Gökhan. “İlk buluşmamızda beklediğim yerde duruyorum.”

O günü hatırlayan Göksel gülümsedi. Bunu söylerken Gökhan da gülümsüyordu.

“Ben de kapıya yürüyorum şimdi,” diye cevap verdi genç kadın. “Birazdan orada olurum.”

“Tamam, bekliyorum ben.”

“Görüşürüz.”

Göksel telefonu kapattıktan sonra ön kamerasını açıp saçlarıyla yüzünü kontrol etti. Hava çok sıcak olduğu için bugün saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamıştı, perçemleri yüzünün iki yanından çenesine kadar inerken yüzünde de yine hafif bir makyaj vardı. Üstünde kısa kollu kahverengi crop ve beyaz bir kumaş şort vardı; kahverengi ve beyaz renklerden oluşan spor ayakkabıları ayağındaydı, beyaz baget çantası da sağ omzundan aşağı sarkıyordu.

Vapurdan inip iskele binasının çıkışına yürüyen genç kadın dışarıda bekleyen Gökhan’ı fark etti.  Genç adam tıraş olmamıştı, saçından bir ton açık sakalları hâlâ yüzündeydi ve kesinlikle karizmatik görünüyordu. Kıyafet olaraksa Göksel’in aksine koyu renkleri tercih etmişti. Üstünde kırmızı çizgili siyah bir tişörtle dizleri yırtık siyah kot pantolonu vardı, arkadaşlarının doğum günü hediyesi olan siyah spor ayakkabıları ayaklarındaydı, siyah bir çanta da sol omzundaydı.

İkili göz göze geldiğinde aynı anda gülümsediler. Göksel ona ilerlerken Gökhan da ileri doğru birkaç adım attı.

“Hoş geldin,” dedi Gökhan gülümsemeye devam ederek.

“Hoş buldum,” dedi Göksel.

İki yanaklarını da birbirine değdirerek selamlaştılar.

“Muhteşem görünüyorsun,” dedi Gökhan onun yüzüne bakarak. “Toplu saç çok yakışmış.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Nasılsın?”

“İyiydim, seni görünce daha iyi oldum. Sen nasılsın, yolculuğun nasıldı?”

“Ben de iyiyim ve yolculuğum da güzeldi. Yol boyunca Yavuz Çetin’i dinledim.”

“Gerçekten mi?”

“Evet. Satılık albümünü çok beğendikten sonra İlk albümünü de dinledim ve onu da sevdim.”

“Favorilerin hangileri oldu?” diye sordu Gökhan. Genç adamın gözleri ışıl ışıldı. “Yürürken konuşalım.”

İkili yürümeye başladı.

“Aslında bütün şarkıları çok sevdim,” dedi Göksel. “Gerçekten muhteşem bir müzisyenmiş, gitaristliği bu dünyanın ötesinde fakat sesi de şarkı sözleri de oldukça başarılı. İlk albümünden Gecenin Rengi favorim oldu, enfes bir parça. Satılık albümünü ise daha çok sevdim, tüm parçaları çok güzel ama favorim Oyuncak Dünya oldu. Hayatımda duyduğum en iyi gitar performansına sahip.”

“Değil mi?” dedi Gökhan gülümseyerek. “Çok başka bir şarkı gerçekten, büyülü olduğunu düşünüyorum.”

“Dinlerken insanı alıp götürüyor. Şarkıyı açıp gözlerimi kapattığımda beni bambaşka dünyalara hatta evrenlere götürüyor.”

“Beni de öyle,” diyen Gökhan duyduklarından son derece memnun kalmıştı. “Gecenin Rengi de çok güzel bir parçadır, benim de en sevdiklerimden bir tanesi.”

“Sözlerinin gökyüzüyle ilgili olmasını sevdim.”

“Neden acaba?” dedi Gökhan gülerek. “Göksel sözlere sahip bir parça, bu özelliğini ben de seviyorum.”

“Neden acaba?” dedi Göksel onu taklit ederek.

Gülüştüler.

“Bu arada arkadaşının dövme stüdyosu nerede?” diye sordu Göksel.

“Burada, Caferağa’da,” dedi Gökhan. “Çok yakın, birkaç dakikaya ulaşırız.”

“Ne dövmesi yaptıracağını hâlâ söylemeyecek misin?”

“Gökle ilgili dört dövme yaptıracağım,” diye cevap verdi Gökhan yüzünü tamamen ona çevirerek. “Göksel dövmeler olacak anlayacağın.”

Göksel kaşlarını kaldırırken Gökhan ona göz kırptı.

“Nasıl?” diye sordu Göksel.

Gökhan bir kahkaha attı. “Az sonra görürsün.”

“Ne çeviriyorsun sen?”

“Hiçbir şey?”

“Şu an benimle eğleniyorsun.”

“Kuru iftira.”

“Hiç de bile.”

“Dövmelerim gökle ilgili olacak, bu konuda ciddiyim. Söylediğim gibi birazdan göreceksin, yalan söylemiyorum.”

“Gökle ilgili dövmeler yaptırırken yanında adının anlamı ‘gökle ilgili’ olan Göksel adlı ben olacağım. Bu yüzden mi beni davet ettin?”

“Seninle zaman geçirmeyi sevdiğim için seni bugün de davet ettim ama söylediğin ayrıntıları ben de fark ettim ve bu bugünü daha da özel kılıyor.”

Göksel gülümserken Gökhan’ın da dudakları yukarı kıvrıldı. Göksel onun koluna girdiğinde Gökhan başını eğip kendi kolunu saran ince beyaz kola baktı, gülümsemesi iyice genişledi; dişleri göründü ve bir sırıtış yüzünü sardı.

“Normalde perşembeleri çalışıyorsun,” dedi Göksel ikili Caferağa’nın dar sokaklarına girdiğinde. “Bugün niye işe gitmedin?”

“İş yerindeki bir personelin tanıdığının bu cumartesi düğünü varmış,” dedi Gökhan. “Bugün onun izin günüydü aslında ama cumartesi işe gelemeyeceği için bugün benim yerime o çalışıyor, cumartesi de onun yerine ben çalışacağım. İzin günlerini takas ettik yani.”

“Anladım. Bu cumartesi hem işe gidip hem de iş çıkışı kafede sahne alacaksın o zaman? Yorucu olacaktır.”

“Yapacak bir şey yok, başa gelen çekilir.”

Kısa sürede Gökhan’ın arkadaşı Çağlar’ın dövme stüdyosuna ulaştılar. Stüdyo bir binanın ikinci katında yer alıyordu. Binadan içeri yine kol kola giren ikili merdivenleri çıkarken ayrıldı. Gökhan önden çıkarken Göksel de onu takip etti.

“Burası,” dedi Gökhan siyah çelik kapının önünde durup. “Yakın olduğunu söylemiştim.”

Gökhan kapıyı çaldıktan sadece saniyeler sonra kapı açıldı. Kapıyı simsiyah saçlarının boya olduğu belli olan, kıyafetleri Grunge ve gotik tarzda, kolları dövmelerle kaplı; beyaz tenli, uzun boylu ve yakışıklı bir genç açtı. Bu genç Çağlar’dan başkası değildi.

“Merhaba,” dedi Çağlar. Kalın sayılabilecek ses tonu seksi denecek kadar etkileyiciydi ve Gökhan’ı görünce yüzünde oluşan gülümseme onu daha da çekici gösteriyordu. “Hoş geldin.” Genç adamın bakışları Göksel’i buldu. “Geldiniz.”

“Selam,” dedi Gökhan. “Hoş bulduk.” Göksel’e döndü. “Hanımlar önden.”

Göksel ona bir tebessüm gönderdikten sonra kapıdan geçip stüdyonun içine girdi.

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan, hepsi stüdyoya girdiğinde. “Göksel bugün bana eşlik edecek arkadaşım, Çağlar da dövme sanatçısı arkadaşım.”

“Memnun oldum,” dedi Çağlar.

“Ben de öyle,” diye karşılık verdi Göksel. Karşısındaki genç adam tokalaşmak için elini uzatmayınca o da herhangi bir girişimde bulunmadı.

Gökhan ve Çağlar nasıl olduklarına dair kısaca sohbet ederken Göksel de stüdyoyu inceledi. Sol tarafta siyah bir koltuk takımı, sehpa, televizyon ve küçük bir buzdolabı vardı; sağ tarafta da bir perdeyle ayrılmış dövme yapma alanı vardı. Duvarları süsleyen çerçeveler sayılmazsa içerisi çok sade ve boştu.

“Ben ellerimi yıkayayım, hemen başlayalım,” dedi Gökhan. “Olur mu?”

“Olur,” diye onayladı Çağlar. “Ben her şeyi hazırladım, hemen başlarız.”

Gökhan ellerini yıkamak için köşedeki tuvalete girdiğinde Göksel ve Çağlar yalnız kaldı.

“Ayakta kalma,” dedi Çağlar. “İstersen koltuklara geçip oturabilirsin ya da bir sandalye çekip burada oturabilirsin.”

“Yanınızda durmamın bir mahsuru olur mu?” diye sordu Göksel.

“Elbette olmaz, keyfine bak.”

“Teşekkür ederim.”

Göksel bir sandalyeyi dövme koltuğunun ayak ucuna çekip üstüne oturdu. Tepede beyaz ışık yayan büyük bir lamba yer alıyordu, masanın üzerindeyse dövme malzemeleri vardı. Çağlar söylediği gibi her şeyi hazır etmişti.

“Neler yapıyorsun?” diye sordu Çağlar. “Biraz kendinden bahsetmek ister misin?”

“Öğrenciyim,” diye yanıtladı Göksel.

“Ne okuyorsun?”

“Fotoğraf ve Video bölümünde son sınıf öğrencisiyim. Yıldız Teknik Üniversitesinde bir bölüm.”

“Fotoğrafçısın yani?”

“Evet.”

“Seviyor musun peki?”

“Evet, fotoğrafçılık küçük yaşlarımdan beri en büyük tutkum; video çekip düzenlemeyi de çok seviyorum.”

“Ne güzel. Bölümün adını ilk kez duydum ama senin sektörü de bilirim.”

“Yalnızca iki üniversite bünyesinde yer alan bir bölüm fakat içeriği görsellikle ilgili diğer bölümlerle çok benzer.”

“Yani, öyledir tabii. Ben de Grafik Tasarım mezunuyum, dövmeler de benim en büyük tutkum olunca gördüğün gibi bir stüdyo açtım ve çalışıyorum.”

“Gökhan senden övgüyle bahsetti.”

Çağlar güldüğünde sağ yanağındaki gamze kendini belli etti. “Eksik olmasın. Siz nereden tanışıyorsunuz?”

“Sahne aldığı kafede tanıştık,” dedi Göksel o günü hatırlayarak. “Onun fotoğraflarını çekmiştim.”

“Gökhan da muhteşem bir müzisyen ve olağanüstü bir gitaristtir.”

“Evet, gerçekten öyle.”

Stüdyonun içine bir sessizlik yayıldığında kapının ardından onları dinleyen Gökhan tuvaletten çıktı.

“Gök aramızda,” dedi ona bakan Çağlar. “Otur bakalım şampiyon.”

Gökhan daha önce üç kere oturduğu dövme sandalyesine yürürken Göksel’in yanından geçti ve onun omzuna kısaca dokunup genç kadına gülümsedi. Onun burada duracak olmasına sevinmişti.

“Parmak acır,” dedi Çağlar. “Şimdiden söyleyeyim.”

“Biliyorum,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Dayanırım. Hiç sorun değil.” Göksel’e döndü. “Sen burada oturacaksın ama dövmenin yapılış anını görmek dövme yaptırma isteğini köreltmesin?”

“Sen de mi dövme yaptırmak istiyorsun?” diyen Çağlar, Göksel’e baktı. “Açıkçası hiç öyle bir tipin yok.”

“Abartılı bir şey istemiyorum,” dedi Göksel. “Yaptırırsam küçük ama anlamı büyük bir şey yaptırırım.”

“Mesela?”

“Bir fotoğraf makinesi.”

Çağlar gülümseyerek, “Tabii ya,” dedi. “Nasıl bir şey istiyorsun? Tasarım yapabiliriz.”

“Ben de onu rica edecektim,” diye araya girdi Gökhan. “Göksel’le bu konu hakkında konuşmuştuk, ona seni önermiştim.”

Çağlar malzemeleri hazırlarken, “Nasıl bir şey istiyorsun ve nereye düşünüyorsun?” diye sordu.

“Küçük bir şey istiyorum,” dedi Göksel. “Yer konusunda henüz karar veremedim ama kolum olabilir diye düşünüyorum.”

“Çok klişe,” diyen Çağlar ona kısa bir bakış attı. “Küçük olur ama renkli bir şey yaparız. Boynuna ne dersin? Kulak arkasına doğru yapabilirim. Boyun dövmeleri güzel olur.”

Göksel onun boynundaki kuş tüyü dövmesine baktı. Dövme kulak arkasına uzunlamasına yapılmıştı ve gerçekten güzel görünüyordu.

“Benim için fazla iddialı,” demekle yetindi.

“Peki. Kolunda nereye düşünüyorsun?”

“Arka tarafı olabilir.”

“Dövmede yumuşak renkler kullanırız. Ortaya bir makine çizerim, çevresinden de film şeridi geçiririm. Fotoğraf çekiyormuş havası vermek için makinenin çevresine flaş ışığı da ekleyebilirim.”

“Film şeridi mi? Bunu hiç düşünmemiştim ama çok güzel bir fikirmiş.”

“Tamam, ben bir şeyler hazırlarım. İçeri geçince e-posta adresini söylersin, ben tasarımı sana yollarım. Olur dersen boyutunu, yerini konuşur, bir fiyat çıkarırız.”

“Çok teşekkür ederim, bana uyar.”

Çağlar ona bir gülümseme gönderdikten sonra Gökhan’a yaklaştı. “Sol el buraya,” deyip dövme koltuğunun kenarına vurdu. Elinde tıraş bıçağı vardı. “Önce kıllardan kurtulalım.”

Gökhan sol elini koltuğun kenarına koyduğunda Çağlar onun işaret ve yüzük parmağındaki kılları tıraş etti. Böylece Göksel onun parmaklarına dövme yaptıracağını anladı.

“Parmak dövmeleri mi?” diye sordu Göksel.

“Evet,” dedi Gökhan ona bakarak. “Sol elin yüzük parmağına Güneş, işaret parmağına Ay; sağ elde de işarete yıldız, yüzüğe de bulut.”

(Dövmelerin tasarımları bu şekilde.)

Kaşlarını kaldıran Göksel birkaç saniye boyunca şaşkınca Gökhan’a baktıktan sonra bir gülümseme yüzüne yayıldı.

“Muhteşem bir fikir,” dedi genç kadın samimiyetle. “Özgün, yaratıcı ve ince düşünülmüş.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Çağlar’ın yetenekli parmakları bu fikrimi harika bir şekilde vücuduma kazıyacak.”

“Evelallah,” dedi tıraş bıçağını masasına bırakan Çağlar. Eline bir tükenmez kalem aldı. “Başlıyorum.”

Çağlar onun sol elinin yüzük parmağına Güneş çizdi. Güneş ortadaki bir yuvarlaktan ve çevresinde yaprağa benzeyen dalgalardan oluşuyordu. İşaret parmağına da Ay’ın hilal formunu çizdi. Küçük çizimler yaptığı için hata yapma olasılığı çok yüksekti fakat genç adamın usta elleri bu çizimleri tek seferde kusursuzca çizdi.

“Nasıllar?” diye sordu Çağlar.

Gökhan elini kaldırıp şöyle bir baktı. “Çok güzeller,” dedi. “Tam istediğim şekilde ve boyutta.” Gökhan elini Göksel’e uzattı. “Sence nasıllar Gök?”

Göksel onun parmaklarından tutup elini iyice kendine çekti. Göksel onun parmaklarındaki çizimleri incelerken Gökhan kendi elini saran uzun ve narin parmaklara baktı, genç kadının yüzünü seyretti.

“Muhteşem görünüyorlar,” dedi Göksel biraz sonra. Gökhan’ın elini bırakıp genç adamın yüzüne baktığında onunla göz göze geldi. Gökhan dikkatli bakışlarla kendisine bakıyordu. “Çok yakışacaklarından eminim.”

“Göksel’den de onay aldığımıza göre dövmeye başlıyorum,” dedi Çağlar dövme makinesine uzanarak. “Elini benim yönlendirmelerime göre tut, onun dışında arkana yaslanıp keyfine bakabilirsin.”

Çağlar makineyi çalıştırdığında sesi stüdyonun içini doldurdu. Göksel, Gökhan’ın parmaklarına işlenen siyah mürekkebe bakarken gözlerini kıstı. Düşündüğü kadar rahatsız edici bir görüntü değildi ama yine de garip hissettiriyordu.

“Nasılsın?” diye sordu Çağlar. “Çok acıyor mu?”

“Yani, biraz,” dedi Gökhan. “Boynum daha çok acımıştı.”

İki arkadaş sohbet ederken Göksel de çantasından telefonunu çıkarıp annesine Gökhan’la buluşup stüdyoya geldiklerine dair bir mesaj attı. Ebeveynlerinin ikisi de şu an işteydi ama annesi kendisine haber vermesini ve akşam çok geçe kalmadan dönmesini istemişti. Cumartesi sabaha karşı yola çıkacakları için son hazırlıklarla meşgullerdi.

Dakikalar sonra dövme makinesi sustu. Çağlar elindeki peçeteyle Gökhan’ın yüzük parmağını sildi. Bu parmaktaki dövmeler bitmişti.

“Kısa bir sigara molası vereceğim,” dedi Çağlar. “İkimiz de biraz dinleniriz.”

“Olur,” dedi Gökhan.

Çağlar ayağa kalkıp, pencere kenarına ilerlerken Göksel de sandalyeden kalkıp Gökhan’ın yanına gitti.

“Güneş ve Ay tamam,” dedi Gökhan elini kaldırıp. “Nasıl olmuşlar? Elimi tutarak bakabilirsin.”

“Tutmadan bakamaz mıyım?” dedi Göksel gülerek.

“Tutup baksan daha iyi. Yakından incelersin.”

“Bu yüzden yani?”

“Hı hı.”

Göksel, Gökhan’ın elini tutarken ikisi de gülümsüyordu. Genç kadın kendi parmaklarını Gökhan’ın uzun parmaklarının altından geçirip genç adamın parmaklarındaki dövmelere baktı. Çağlar tertemiz bir işçilik çıkarmıştı. Gökhan’ın parmakları kırmızıydı ama dövmelerin muhteşem olduğu şimdiden belliydi.

“Dövmeler büyük olduğu için parmaklarını daha kısa ve kalın da göstermemiş,” dedi Göksel onun yüzüne bakarak. “Bilakis daha uzun ve ince duruyorlar. Çok yakıştılar.”

“Biz de bu yüzden biraz büyük yaptık,” dedi Gökhan. “Teşekkür ederim.”

Gökhan parmaklarını büktüğünde parmakları Göksel’in parmakları üstüne kıvrıldı ve genç kadının kendi eline göre daha küçük olan elini kendi elinin arasına aldı.

“Ojelerin güzelmiş,” dedi Gökhan. Bakışları Göksel’in açık pembe renkli oje sürdüğü uzun, ince tırnaklarındaydı. “Yakışmış.”

O an aklında Duman’ın Oje şarkısı çalıyordu: Hangi oje yakışmaz ki kız sana? / Ver elini bana

“Teşekkür ederim,” diyen Göksel’in bakışları kendi parmakları üzerinde yumuşakça gezen Gökhan’ın başparmağındaydı. Genç adam parmaklarını okşuyordu. “Bugün için sürdüm.”

Gökhan başını kaldırıp onun yüzüne baktı. “Bugün için,” diye tekrar etti. Benim için. “İyi yapmışsın.”

“Dövme süreci nasıl gidiyor? Canın çok yandı mı?”

“Başlarda biraz acıdı ama sonrasında alıştım, dediğim gibi boynumun acısından sonra çok gelmedi.”

“Boynun çok mu acımıştı?”

“Hem de nasıl. Kulak arkası olduğu için ekstra hassas bir bölgeydi ve canım epey yandı. Küçük bir dövme olmasına rağmen canım yandığı için Çağlar çok uzun sürede tamamlayabildi. Molalar vermek zorunda kaldık.”

“O zaman sende biraz mazoşistlik varmış.”

Gökhan güldü. “Müzik uğruna canımın yandığı ilk an değildi,” dedi. “Alışkın olduğum için bir şekilde dayandım.”

“Kamyon arkası sözlerini hatırlatmadı değil.”

Gökhan güldüğünde Göksel de kıkırdadı. Genç kadının dişleri inci gibi yüzünü süslerken ve kısılan gözleri de ona sevimli bir hava katarken Gökhan onun yüzünü inceledi. Genç kadın öyle güzel görünüyordu ki ölene kadar bu surata bakabileceğini, onu güldürüp tatlı kıkırdamalarını duyabileceğini ve bunları yapmaktan asla sıkılmayacağını düşündü.

“Böyle güleceksen daha yaratıcı kamyon arkası sözleri söyleyebilirim,” dedi Gökhan hiç çekinmeden.

“Beni güldürmek için bir kamyon şoförüne dönüşmeni istemem,” dedi Göksel onun gözlerinin içine bakarak. “Normal hâlinle de güldürüyorsun zaten.”

“İyi yapıyorum. Karşımda böyle tatlı tatlı güldüğünü görmek hoşuma gidiyor.”

Göksel’in yüzüne utangaç bir gülümseme yayıldı. “Utandığım zaman benimle eğlenmekten de hoşlanıyorsun.” Yavaşça onun omzuna vurdu. “Bakma öyle.”

“Nasıl bakmayayım? Nasıl bakıyorum ki?”

Bu soruyu hiç beklemeyen Göksel soruya hazırlıksız yakalandı. “Demeye çalıştığım şeyi biliyorsun.”

“Yo, bilmiyorum. Açıkla da bileyim: Nasıl bakıyormuşum?”

“Ben yerime otursam iyi olacak.”

Göksel gitmeye yeltendiğinde Gökhan onu bırakmayıp kendine çekti. Göksel’in bacakları dövme koltuğuna yaslanırken vücudu da Gökhan’la karşı karşıya geldi.

“Hoşuma gidiyormuşsun gibi bakıyorum,” dedi Gökhan, genç kadının gök mavisi gözlerinin içine bakarak. “Çünkü hoşuma gidiyorsun.”

Göksel’in dudakları aralandığında genç kadın gözlerini birkaç kez kırpıştırdı.

Az önce duyduğu şey bir itiraf mıydı?

Sigarasını bitiren Çağlar onlara yaklaşırken Gökhan arkadaşını fark etti ve Göksel’in elini bıraktı. Göksel de onun geldiğini anladı ve geri çekilip yerine oturdu.

“Devam edebiliriz,” dedi sandalyesine oturan Çağlar. “Şimdi sıra sağ elde.”

Çağlar, Gökhan’ın sağ eline de dövme öncesi yaptığı aynı işlemleri yaptıktan sonra dövmeleri yapmaya girişti. Göksel bir süre dövmenin yapılışını seyretti, Çağlar’ın usta parmaklarının yavaşça Gökhan’ın parmaklarına genç adamın ölene kadar taşıyacağı dövmeleri kazımasını izledi; ardından bunun ölümsüzleştirilmeyi hak eden güzel bir an olduğunu düşünerek telefonunu çıkardı ve kamerasını açtı. Açıyı iyice yaklaştırıp Gökhan ve Çağlar’ın elini kadraja aldıktan sonra birkaç fotoğraf çekti. Fotoğrafları bugünden bir hatıra olarak saklayacaktı.

Aradan geçen uzun dakikaların sonrasında Çağlar bu eldeki dövmeleri de bitirdi ve makinesini kapattı. Elindeki peçeteyle dövmeleri temizledi, bir süre yaptığı dövmelere baktı ve gördüklerinden memnun bir şekilde gülümsedi.

“Geçmiş olsun,” dedi Gökhan’a. “Güle güle kullan Gök.”

“Ellerine, emeğine sağlık,” dedi Gökhan. “Her zamanki gibi muhteşem iş çıkardın. Benim için çok anlamlı dövmeler, senin usta ellerinde daha da kıymet kazandılar ve ben ölene kadar memnuniyetle taşıyacağım. Çok teşekkür ederim.”

“Benim de yaptığım en anlamlı dövmelerden oldu.”

Çağlar eşyalarını düzeltirken Gökhan da koltuktan kalktı. İki elini de öne uzatan genç adam dört parmağındaki dört dövmeye baktı. Göğün en parlak cismi, dünyadaki yaşamın kaynağı Güneş, gecelerin sahibi ve karanlık gökyüzünün aydınlık başrolü Ay; parlak ışıklarıyla göğün karanlığını delip geçen yıldızlar ve pamuğu andıran görüntüleriyle göğü süsleyen bulutlar. Hepsinin yeri ayrıydı, hepsi onun için büyük anlam ifade ediyordu ve bu dört dövmeyi hayatı boyunca vücudunda taşıyacağı için çok mutluydu.

“Muhteşem görünüyorlar,” dedi ayağa kalkıp onun yanına gelen ve onunla beraber dövmelere bakan Göksel. “Sadece bir şeyi merak ediyorum: Neden bir gezegen -mesela halkalarıyla öne çıkan Satürn- değil de bulut?”

“Güzel bir soru,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Küçükken her çocuk gibi anneme nasıl olduğumu sormuşum, annem de gökten geldiğimi söylemiş. Onların evine gelmeden önce bulutlarda yaşadığımı, bir gün yağmur damlalarıyla beraber yeryüzüne düştüğümü ve onların evine geldiğimi söylemiş. Ben de çocukken kötü geçen her günün gecesinde yatağımda değil de bulutların üstünde yattığımı, dünyadan çok uzakta olduğumu düşünür ve iyi hissederdim. Hayalimde bulutlarda yatar, yıldızları izlerdim. Bu yüzden bulutlar benim için anlamlı şeyler.”

“Ya, çok şirin. Kendini dünyadan soyutlayıp bulutların arasında olduğunu düşünmek çok güzel bir fikirmiş.”

“Bulutların evim olduğunu düşünürdüm, ait olduğum yer olduğunu. Tabii sonra büyüdüm ve bir çocuğun nasıl yapıldığını öğrendim, bulutlardan gelmediğimi anladım fakat bulutlar benim için özel olmayı sürdürdü.”

Göksel başını yere eğip güldü. “Bu gerçeği idrak ettiğinde, yani bir çocuğun bulutlardan gelmediği gerçeğini, epey üzülmüş olmalısın.”

“Evet, üzülmüştüm. Anneme bana yalan söylediği için kızmıştım, o da küçük bir çocuğa ne söylemesini beklediğimi sorup bana kızmıştı. Elbette haklıydı, dört beş yaşındaki bir çocuğa cinsellikten bahsedecek hâli yoktu.”

Gülüştüler.

“Annen en azından seni leyleklerin getirdiğini söylememiş,” diye onların konuşmasına katıldı Çağlar. “Yaratıcı ve daha ikna edici bir cevap vermiş.”

“Öyle,” diye onayladı Gökhan. Annesi aklına geldiğinde içindeki o buruk duyguyu yeniden hissetti. Onu son görüşünden bu yana üç yıl geçmişti, koskoca üç yıl. Onu son gördüğü günü ve kendisine olan inançsızlığını hatırladığında kaşlarını çattı. “Neyse, eyvallah kardeşim. Borcumu ödeyeyim de biz gidelim.”

“Hayhay.”

Gökhan yaptırdığı dövmenin ücretini öderken Çağlar ona parmak dövmelerinin bakımı hakkında birkaç ipucu verdi.

“Bir gün yine gel de oturup sohbet muhabbet edelim,” dedi Çağlar. Bunu söylerken Göksel’e kısa bir bakış attı. “Kahvemi içersin.”

“Olur, haberleşiriz,” dedi Gökhan.

İki arkadaş vedalaştı.

“Tanıştığıma çok memnun oldum Göksel,” dedi Çağlar. “Bu arada e-posta adresini söylemedin. Önümüzdeki günlerde tasarımı yapıp sana gönderirim.”

“Söyleyeyim,” diyen Göksel kullandığı kişisel e-posta adresini söyledi. “Buraya gönderebilirsin. Üç haftalığına şehir dışına çıkacağım fakat eğer yaptırmaya karar verirsem dönüşte iletişime geçeriz, olur mu?”

“Elbette olur,” deyip kartını uzattı Çağlar. “Bana bu numaradan ulaşabilirsin. Pazar günleri hariç her gün sabah 10 ve akşam 19 arası buradayım. Olmaz da hadi ulaşamadın diyelim, Gökhan’a söylersen o bana ulaşır.”

“Tamam, çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere.”

“Rica ederim, görüşmek üzere.”

Çağlar, Göksel ve Gökhan’a kapıya kadar eşlik edip onları yolcu etti. Göksel önde, Gökhan arkada merdivenlerden peş peşe inip stüdyonun olduğu binadan çıktılar.

“İstikamet Yeldeğirmeni,” dedi Gökhan. “Kısa bir yürüyüşten sonra dediğim kafeye ulaşacağız.” Kolunu Göksel'e uzattı. “Gidelim mi?”

Göksel kendisine uzatılan kola baktı. “Gidelim,” deyip genç adamın koluna girdi. “Kadıköy sokaklarında yürüyüş yapmayı seviyorum.”

Sokağın yukarısına doğru yürümeye başladılar. İkisinin de yüzünde hâlinden memnun olduğunu belli eden bir gülümseme vardı.

“Dövmecide bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim,” dedi Gökhan ona bakarak. “Umarım benim için olduğu kadar senin için de güzel bir anı olmuştur.”

“Oldu,” dedi Göksel de ona bakarak. “Birkaç fotoğraf bile çektim, hatıra olarak saklayacağım ve rica ederim, asıl ben teklifin için teşekkür ederim.”

“Aa evet, fotoğraf çektiğini fark etmiştim ve rica etsem bana da gönderir misin? Ben de saklayayım.”

“Gönderirim tabii.”

İkili dakikalar içinde Yeldeğirmeni’ne vardı. Aylar sonra buraya ilk kez gelen Göksel meraklı gözlerle etrafı inceledi. Her şey en son geldiği seferle aynı görünüyordu. Genç kadın Kadıköy’ün bu taraflarını seviyordu.

“Ne kadar inceledin,” dedi onun bakışlarını fark eden Gökhan. “Doğma büyüme İstanbullu olduğunu bilmesem ilk kez geldiğini düşünürdüm.”

“Gelmeyeli uzun zaman oldu,” dedi Göksel. “Bir farklılık var mı diye baktım ama hayır, yokmuş. Hafta içi olduğu için etraf daha sakin sadece.”

“Evet, bu yüzden şanslıyız. Burada hafta sonu iğne atsan yere düşmez.”

Gökhan'ın dediği kafeye vardılar. Kafenin dış cephesini beğenen Göksel, kapıdan içeri girerken yine meraklı gözlerle etrafı inceliyordu. Buraya daha önce gelmediğine emindi.

“Şu masaya oturalım mı?” diyen Gökhan'ın sesiyle dikkatini ona verdi. Genç adam cam kenarındaki iki kişilik küçük bir masayı işaret ediyordu.

“Oturalım,” dedi Göksel. “Bana uyar.”

O masaya ilerleyip karşı karşıya oturdular. Genç bir kadın garson onların önüne iki menü bıraktı. Buraya ilk kez gelen Göksel menüyü daha dikkatli inceledi. İçecek seçeneği çoktu; hem sıcak hem soğuk kahveler, çeşit çeşit milkshake ve smoothie seçenekleri vardı.

“Smoothie’yi çok güzel yapıyorlar,” dedi Gökhan. Menüyü bu kadar inceleyen genç kadının kafasının karıştığını anladı. “Özellikle orman meyvelisi efsane. Sever misin?”

“Severim,” dedi başını kaldıran Göksel. “Dışarıda içmeyi çok sevmiyorum çünkü genelde güzel yapmıyorlar ama sen buranınkileri sevdiğine göre bir şans verebilirim.”

“Haklısın ama burası çok güzel yapıyor, meyveleri taptaze oluyor.”

“Pekâlâ, o zaman karar verdim.”

“Aç mısın ya da canın bir şey çekiyor mu? Yemek de söyleyebilirsin.”

“Hayır, teşekkür ederim. Smoothie yeterli.”

“Emin misin? Çekinme bak.”

“Oldukça eminim, teşekkür ederim.”

“Peki,” diyen Gökhan bir el hareketiyle garsonu çağırdı. “Biz iki tane orman meyveli smoothie istiyoruz.”

Siparişleri ve menüleri alan garson masadan uzaklaştığında ikili yalnız kaldı.

“Parmakların ne durumda?” diye sordu Göksel. “Acıyorlar mı?”

“Minik bir sızı var ama iyiyim,” dedi Gökhan ellerine bakarak. Çevresindeki kırmızı deriye rağmen dövmeleri çok hoş görünüyordu. “Ortaya çıkan sonuca bayıldım, birkaç gün sızısını çekmek hiç sıkıntı değil.”

Göksel onun bileklerinden tutup genç adamın ellerini kendine yaklaştırdı. Göksel onun dövmelerini yakından incelerken Gökhan da hemen karşısında duran güzel yüze baktı.

“Çağlar muhteşem bir işçilik çıkarmış,” dedi Göksel. Gözlerini kaldırıp Gökhan’ın yüzüne baktığında genç adamın gülümseyerek kendisine baktığını gördü. “Çok güzel dövmeler, sana da çok yakıştılar. Fotoğrafını çekebilir miyim?”

“Ben de senin fotoğrafını çekeceksem olur,” dedi Gökhan. “Şu an her zamankinden güzel görünüyorsun ve görüşemeyeceğimiz üç haftalık süreçte bakabileceğim bir fotoğraf olsun isterim.”

“Aslına bakarsan fotoğrafımın çekilmesinden pek hoşlanmam,” diyen Göksel ellerini genç adamın bileklerinden avuç içlerine kaydırdı. “Ama bu cümlenden sonra severek poz vereceğim.”

“Bir cümlem daha vardı ama ona cevap alamadım.”

Göksel hangi cümle olacağını soracaktı ama o cümle aklına hemen geldi: Hoşuma gidiyorsun.

“O an Çağlar’ın gelmesi talihsizlik oldu,” dedi genç kadın. “Çünkü ben de senin de benim hoşuma gittiğini söyleyecektim.”

Gökhan güldüğünde karamel tonundaki kahverengi gözleri kısıldı ve beyaz dişleri ortaya çıktı. Genç adam ellerini çevirip Göksel’in ellerini elleri arasına aldı. Genç kadının elleri narin yapılı olmasına rağmen küçük sayılmazdı fakat Gökhan’ın ellerinin yanında ufak duruyordu. Genç adamın avuçları geniş, parmakları da oldukça uzundu.

“Bu anın da fotoğrafını çekiyorum,” diyen Gökhan bakışlarını iç içe olan ellerinden ayırıp Göksel’in yüzüne çevirdi. “Hepsini zihnime kaydettim.”

“Hafıza güzel bir galeridir,” dedi Göksel. “Orada hiçbir kare eskimez.”

“Özellikle bu kare hiç eskimeyecek. O zaman teknolojinin son ürünü (!) olan telefonumun kamerasıyla seni çekeyim.”

“Çek bakalım.”

Gökhan onun ellerini bırakıp çantasından telefonunu çıkardı. Kamerasını açtı, telefonu kaldırdı ve kadrajına Göksel’i aldı.

“Kadrajdaki Dünyalar hesabının sahibi kadrajda,” dedi Göksel’in ekrandaki görüntüsüne bakıp gülümserken. “Fotoğrafının çekilmesinden neden hoşlanmadığını bilmiyorum -herkes hoşlanmak zorunda da değil zaten- fakat kadrajda da gerçekte olduğun gibi çok iyi görünüyorsun.”

“Mesele iyi çıkıp çıkmamak değil de rahat hissetmek,” dedi Göksel. “Ben rahat hissedemiyorum. Sanırım kamera arkasının konforuna alıştığım için. Neyse, poz vereyim.”

Göksel sağ elini çenesine yaslayıp başını biraz sağa çevirdi, gülümseyerek poz verdi ve Gökhan da deklanşöre basarak onun fotoğrafını çekti.

“Nasıl çıktım?” diye sordu Göksel.

Gökhan çektiği fotoğrafı açarken, “Çok güzel,” dedi. Fotoğraf açıldığında ekrana hayran bir ifadeyle baktı. “Çok çok güzel çıktın.”

Göksel fotoğrafa baktığında rahat bir nefes alarak gülümsedi. “Hoş çıkmışım gerçekten.”

“Çünkü hoşsun.”

“Ben de dövmelerini çekeyim.”

“Çek bakalım.”

Gökhan ellerini yeniden masanın üzerine yerleştirdi ve Göksel’in yönlendirmeleriyle işaret ve başparmaklarını roket şeklini oluşturacak biçimde birleştirdi. Ona ellerini hiç bozmamasını söyleyen Göksel telefonunu çıkarıp kamerasını açtı. Genç fotoğrafçı onun ellerini birkaç farklı açıdan çekti.

“Fotoğraf çekerken gerçekten çok ciddi görünüyorsun,” dedi Gökhan. “İzlemesi keyifli.”

“Çünkü işimi ciddiye alarak yapıyorum,” diye cevap verdi Göksel. “Hadi birlikte de fotoğraf çekilelim.”

“Lafı ağzımdan aldın.”

Göksel ön kamerayı açıp ikisini kadraja aldı. Oturdukları masa yuvarlak ve küçüktü, birbirlerine yaklaşınca ikisi de kolayca kadraja girdi hatta objektifte fazla alan bile kaldı. Ekrandan kendisine bakan Gökhan saçlarının ön tutamlarını düzeltti ve yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi.

“Ben hazırım.”

Gökhan’ın bir kolu masanın üstünde duruyordu; Göksel de dirseğini masaya, avcunu da yanağına yaslayıp gülümseyerek poz verdi.

“Hiç bozma,” dedi genç kadın. “Çekiyorum.”

Ve deklanşöre bastı.

“Bakayım,” diyen Gökhan, Göksel’e iyice yaklaştı. Genç kadının gerdanından yükselen çiçeksi parfüm kokusunu alabiliyordu. “Nasıl çıktık?”

Göksel fotoğrafı açıp ona gösterdi.

“Güzel çıkmışız,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bunu ve ellerimi çektiğin fotoğrafları da gönderirsin değil mi?”

“Eve geçtikten sonra gönderirim tabii ki,” dedi Göksel. “Ve bence de güzel çıkmışız.”

O sırada masalarına yaklaşan garsonun elindeki tepside içinde mor renkli orman meyveli smoothie’lerin olduğu iki büyük meşrubat bardağı vardı. Garson bardakları ikilinin önüne koydu.

“Afiyet olsun.”

“Lezzetli görünüyor,” dedi Göksel. “Hemen tadına bakayım.”

“Çok soğuktur,” diye onu uyardı Gökhan. “Yavaş iç de dişlerini sızlatmasın.”

Göksel içeceğinden küçük bir yudum aldı. “Soğukmuş gerçekten ama leziz,” diye yorum yaptı. “Teşekkür ederim, kesene bereket.”

“Afiyet olsun.”

Gökhan ilk yudumunu içerken Göksel de ikinci yudumunu içti. Smoothie tatlıydı ama ağızda hafif bir ekşi tat da bırakıyordu. Göksel bunu sevdi.

“Hafta sonu tatile çıkıyorsunuz,” diye o konuyu açtı Gökhan. “Üç hafta şehir dışında olacaksın, Fethiye’de.”

“Evet, cumartesi sabaha karşı yola çıkıyoruz,” dedi Göksel. “Ailecek geçireceğimiz sakin bir tatil olacak.”

“Anneannenle deden oradaydı değil mi?”

“Evet, neredeyse on senedir orada yaşıyorlar. İkisi de emekli olduktan sonra İstanbul’dan kaçıp oradan bir ev satın aldılar ve oraya yerleştiler. Biz de ailecek her yaz gidiyoruz, hem tatil yapıyor hem de onlarla zaman geçiriyoruz. Muğla’yı ve ilçelerini seviyorum, çok güzel yerler.”

“Ben de küçükken ailemle Marmaris’e ve Bodrum’a gitmiştim, gerçekten güzel yerlerdi.”

“Bodrum akıl almaz bir yer, ambiyansı bambaşka. Gece hayatı, eğlence mekânları, otelleri; ilçe mimarisi, denizi ve ziyaretçileriyle çok farklı bir yer.”

“Değil mi? Gece hayatı benim de ağzımı açık bırakmıştı. Bodrum’a gittiğimizde on altı yaşındaydım, bu yüzden çok net hatırlıyorum.”

“Hangi ayda gittiniz?”

“Ağustos. Annemin doğum günüydü, babam ona sürpriz yapmıştı. Güzel bir otelde beş gün kalmıştık, ailecek yaptığımız son keyifli tatildi. Neyse işte, Bodrum güzel bir yer.”

“Güzel tabii, Yavuz Çetin bile onun hakkında bir şarkı yazmış sonuçta.”

Gökhan’ın yüzüne bir gülümseme yayıldı. “Ona şarkı bile yazdırmayan Bodrum geceleri,” dedi. Şarkıyı söylemeye başladı: “Hiç şarkı yazamadım / Bodrum gecesi yüzünden / Zaman sanki geçmemiş gibi / Neden?”

O şarkıyı söylerken yavaşça yerinde dans eden Göksel, Gökhan şarkıyı bitirdiğinde ellerini hızlıca birbirine vurup kısık seste onu alkışladı. “Kulaklarımın pası silindi,” dedi genç kadın. “Keşke ben de bir şarkıyı hatırlayıp bir anda şarkıya girdiğimde bu kadar güzel söyleyebilsem.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan. Güldü. “Sen de bir şarkıya gir istersen, seni de dinleyelim.”

“Kulaklarının buna hazır olduğunu sanmıyorum.”

Gökhan başını arkasına yaslayıp kahkaha attığında yirmi bir yaşındaki genç bir adamdan çok küçük bir çocuğa benzedi. Göksel de gülerken omuzları sallanıyordu ve onun bu neşeli gülüşünde de çocuksu bir masumluk vardı.

“Konuşma tonun çok hoş aslında,” dedi Gökhan gülmeyi bıraktığında. “Sesinin kalın, rahatlatıcı ve kadınsı bir tonu var. Tabii konu şarkı söylemeye geldiğinde işler çok değişiyor. Ses şarkı söylemeye eğilimli olmalı; sesin bir tınısı olmalı, teknik bilmek de çok önemli.”

“Senin sesinde hepsi birleşmiş,” dedi Göksel. “Gerçekten çok güzel bir sesin var, hayranlıkla dinliyorum.”

“Çok teşekkür ederim,” diyen Gökhan duyduğu iltifat sayesinde kocaman gülümsedi. “Oturduğum yerden iltifatı da kaptım, hadi yine iyiyim.”

Gülüştüler.

“Senin bir tatil planın var mı?” diye sordu Göksel.

“Birkaç günlük bir Balıkesir ziyareti yapacağım,” diye cevapladı Gökhan. “Henüz kesinleşmedi ama eylül başında gitmeyi düşünüyorum. Yağız da orada yaşıyor biliyorsun ve beraber birkaç gün eğlenip birlikte İstanbul’a döneceğiz.”

“Ne güzel. Senin için yoğun bir yaz oluyor, birkaç gün de olsa tatil yapmayı hak ediyorsun.”

“Evet, biraz dinlenip okulda son seneme bomba gibi başlamak istiyorum. Bu yıl son, tadını çıkarmak ve güzel hatıralar biriktirmek istiyorum.”

“Hâliyle. Ben de bu seneyi elimden geldiğince dolu dolu yaşayacağım, geriye dönüp baktığımda çok güzel hatırlayacağım bir son sınıf olsun istiyorum.”

“Umarım ikimiz için de dolu dolu, eğlenceli ve muhteşem bir son sınıf olur.”

“Umarım.”

Bir süre sessiz kalan ikili içeceklerinden içti. Göksel camdan dışarısına baktı. Sokakta insanlar yürüyor, bazıları bir işletmeye girerken bazıları da çıkıyordu. Burası hareketli bir bölgeydi ve hafta içi bu saatte bile canlılığını koruyordu.

“Fethiye’ye ağabeyin ve eşin de geliyordu değil mi?” diye sordu Gökhan.

“Evet, onlar da cumartesi orada olacaklar,” dedi Göksel gülümseyerek. “Onlar da sabahtan yola çıkacak. Ankara Muğla’ya daha yakın malum, onların yolu birkaç saat daha kısa.”

“Merkezde mi oturuyorlar?”

“Keçiören’deler. Çalıştıkları okullar orada, onlar da yakın olsun diye -malum büyükşehir trafiği- oradan ev tuttular. En son kış tatilinde bize gelmişlerdi, görüşmeyeli çok oldu ve hem ağabeyimi hem de Banu ablayı çok özledim.”

“Özlersin tabii. Benim kardeşim yok ama olanlardan hep çok güzel bir his olduğuna dair yorumlar duyuyorum.”

“Öyle. Geçmişe dönüp baktığımda gülümseyerek hatırladığım çok hatıramız var. Annemle babam çalışırdı, çoğu zaman evde yalnız olurduk ve beraber vakit geçirirdik.”

“Ne güzel. Önümüzdeki günler boyunca yine vakit geçirir, beraber güzel hatıralar biriktirirsiniz.”

“Evet, öyle yapacağız.”

“Kameranı götüreceksin değil mi? Bir sürü fotoğraf çekersin şimdi.”

“Kameralarımı,” diye düzeltti Göksel. “Profesyonel makinem, yeni film aldığım analog ve polaroid kameralarımı da götüreceğim. Bizimkileri çekmeyi seviyorum, gezdiğimiz yerleri de çekerim.”

“Valizinin yarısını kameralar kaplayacak desene.”

Göksel kıkırdayarak, “Doğru,” dedi. “Her tatilde aynı şey yaşandığı için alıştım. Tatile kıyafetten çok kamera ve ekipman götürüyorum.”

“Ortaya enfes fotoğraflar çıkacak gibi. Ailenle beraber olanları hesabına atmazsın ama diğerleri paylaşırsın değil mi?”

“Evet, kişisel fotoğrafları paylaşmayı tercih etmiyorum fakat diğer fotoğraflar arasından beğendiklerimi paylaşırım. Görürsün zaten.”

“Görürüm tabii, hesabını ilgiyle takip ediyorum.”

“Çok tatlısın, teşekkür ederim.”

Gökhan gülümsediğinde Göksel de utangaç bir ifadeyle tebessüm etti.

“Çok tatlıyım demek,” diyen Gökhan gülümsemeye devam ediyordu. “Bugün çok şımartılıyorum ve bundan kesinlikle rahatsız değilim; aksine oldukça memnunum.”

“Kim olmaz ki?”

“Orası öyle, özellikle senin tarafından şımartılmak çok hoş.”

Göksel gülerek içeceğinden büyük bir yudum içti. Kavurucu temmuz sıcağında buz gibi bir smoothie içmek iyi hissettiriyordu. Ay sonuna doğru havalar iyiden iyiye ısınmış, sıcaklık 30 dereceyi geçmişti; hissedilen sıcaklıksa bundan çok daha fazlaydı. Dinçerler tatile gitmek için harika bir zaman seçmişlerdi. Temmuz sonu ve ağustos başı sıcakları ancak sahilde çekilir oluyordu ve Göksel de ailesiyle beraber Fethiye’de sahilde bu sıcakların tadını çıkaracaktı.

“Tatil hazırlıklarınız ne alemde?” diye sordu Gökhan.

“Tamamlamak üzereyiz,” diye cevap verdi Göksel. “Kıyafetleri hallettik sayılır, yarın da kişisel bakım ürünlerini valizlere yerleştirip valiz işini tamamlarız.”

“Uzun süreliğine gittiğiniz için eşyanız çok olmalı.”

“Evet, üç valizle gidiyoruz ve bagaj yine dopdolu olacak. Her seneki şeyler. Bugün ve yarın annemle babam klasik fazla eşya kavgalarına tutuşur.”

Gökhan gülerek, “Tüm aileler aynı mı olur ya?” dedi. “Hele o valizler ağzına kadar dolduğunda olacak curcunayı bekle.”

“Of, en fenası. Hiç hazır değilim.”

“Duruma el atarsın.”

“Her seneki gibi. Neyse ki tarafları yatıştırma konusunda üstün becerilerim var.”

“Ona ne şüphe. Yumuşak ve kibar tavırlarınla etrafına da sakin bir enerji saçıyorsun. Mesela seni hiç tartışırken düşünemiyorum.”

“Kavga gürültüden hiç hoşlanmam; olabildiğince de uzak dururum ama karşı taraf çok zorlarsa içimden bambaşka biri çıkar ve o kişi pek de kibar, yumuşak ve ağırbaşlı değildir.”

“O kişiyi merak ettim ama hiç görmem umarım.”

“Bana böyle diyorsun ama sen de aynısın.”

“Özellikle lise dönemim o kadar kavga gürültüyle geçti ki artık istediğim tek şey huzur. Keyifle insanlarla sohbet etmekten hoşlanıyorum, evimde kafa dinlemekten hoşlanıyorum. Bazen herkes gibi ben de geriliyorum ama çok kısa sürüyor, o olay kapanır kapanmaz o anları kafamdan siliyorum.”

Göksel ona anlayışla baktı. “En iyisini yapıyorsun. Hayat gergin yaşamak için çok kısa ve dediğin gibi hayatının uzun bir döneminde bu gerginliğe sürekli maruz kaldın. Şimdi istediğin tek şeyin huzur olması çok normal.”

“O huzura da sahibim ve bunun için şükran doluyum. Mesela şu an burada seninle olmak, bir şeyler içip en sıradan şeylerden keyifle sohbet etmek ve bir şeyler paylaşmak bana inanılmaz iyi hissettiriyor, fazlasıyla huzur veriyor. Yanından ayrıldıktan sonra evime gideceğim, tek başıma olacağım ve hem sessizliğin hem de huzurun tadını çıkaracağım. Bu huzurlu yaşama on sekiz yaşından sonra sahip olduğum için kıymetini daha iyi biliyorum sanırım.”

Göksel onun elini tutup başparmağıyla elinin üstünü okşamaya başladı. “Şu an ben de çok iyi ve huzurlu hissediyorum,” dedi gülümseyerek. “Bu güzel duyguların kalıcı olması da hoş. Mesela ileride bu anı hatırladığımda da yine iyi ve huzurlu hissedeceğim, içim sıcacık olacak.”

“Şu an böyle güzel şeyler söyleyerek önümüzdeki üç haftayı benim için daha da uzatıyorsun,” dedi Gökhan yoğun bir ifadeyle onun gözlerine bakarak. “Seni göremeyecek olmak yeterince kötüyken bir de bu anları hatırlayacağım, seni daha çok özleyeceğim ve günler geçmek bilmeyecek. Özlem acımasız bir duygu.”

“Beni özleyeceksin yani?” diye soran Göksel gülümsüyordu.

“Elbette özleyeceğim. Sen beni özlemeyecek misin?”

“Özlememi ister misin?”

“Bak ya,” dedi Gökhan gözlerini kısarak. “Bir de bana diyordun benimle eğleniyorsun diye. Çok ayıp.”

Göksel kıkırdadı. “Bu işler karşılıklı Gökhan Bey.”

“O zaman sen de beni özleyeceksin.”

Göksel başını yere eğip kahkaha attığında Gökhan da güldü.

“Lafı ne de güzel istediğin gibi anlıyorsun,” dedi Göksel.

“Pardon?” dedi Gökhan diğer elini göğsüne koyarak. “Zaten özlemeyi kastetmiyor muydun? Bunun hakkında konuşuyorduk.”

“Öyle olsun bakalım.”

Gökhan sırıttı.

“Bu arada vaktim kısıtlı,” dedi Göksel. “Bunları içip kalkalım mı? Evde yapacak işler var, dönmem gerek.”

“Olur, kalkarız.”

Gökhan’a kalsaydı onunla saatlerce oturur, sohbet ederdi fakat Göksel zaten hazırlıklara birkaç saat ara verip buraya geldiği için onu daha fazla meşgul etmek istemiyordu. Göksel de onunla uzunca vakit geçirmek isterdi ama genç kadın yapması gereken işler olduğunu biliyordu ve görüşmeyi kısa tutmak zorundaydı.

İçeceklerini bitiren gençler kalktı. Gökhan hesabı ödemek için kasaya yürürken Göksel de onu beklemek için işletmenin kapısının önüne ilerledi. Gökhan hesabı öderken o da telefonunu kontrol etti. Ne annesinden ne de babasından ses vardı, ikisi de işleriyle meşgul olmalıydı. Göksel annesine eve geçtiğinde haber verirdi.

“Gidelim,” dedi hesabı ödeyip Göksel’in yanına gelen Gökhan.

“İçecek için teşekkür ederim,” dedi Göksel. “Kesene bereket.”

“Afiyet olsun.”

Mekândan ayrılan ikili iskeleye doğru yürümeye başladı. Göksel evine gitmek için yine vapur ve otobüs ikilisini kullanacaktı. Eviyle Kadıköy’ün bu tarafı arasındaki en iyi toplu taşıma seçeneği buydu.

“Parmakların nasıl?” diye sordu Göksel.

“Acısı biraz arttı ama idare ediyorum,” diyen Gökhan parmaklarına kısa bir bakış attı. “Parmaklar hareketli yerler olduğu için biraz sıkıntı çıkaracak ama hallederim. Çağlar’ın söylediği bakım tüyolarını ciddiye alacağım.”

“Mutlaka al, sonuçta uzman olan o ve çalıştığın için de ellerinin bir an önce iyileşmesi lazım. Üstelik cumartesi akşamı sahne alacaksın ve tüm işi parmaklarınla yapıyorsun.”

“Cumartesiye kadar toparlar, yani öyle umuyorum.”

“Toparlar. Sen iyi bak, yeter.”

“Edeceğim, teşekkür ederim.” Gökhan ona kolunu uzattı. “Destek olmak için koluma girmeye ne dersin?”

“Krizi fırsata çevirmek mi oluyor bu?” dedi Göksel gülerek. Onun koluna girdi. “Şimdi ne durumdasın?”

“Kesinlikle çok daha iyiyim.”

Gülüştüler.

Yeldeğirmeni’nden iskeleye varmaları kısa sürdü. Vaktin akşamüstüne yaklaşması sebebiyle iskele ve çevresi Göksel’in geldiği zamana göre daha kalabalıktı.

“Yine bir ayrılık vakti,” diyen Gökhan’ın bu durumdan nefret ettiği belli oluyordu. “Üstelik bu sefer üç hafta sürecek bir ayrılık.”

“Çabucak geçer,” dedi Göksel. Onun kolundan çıkıp karşısına geçti. “Sen çalıştığın için günlerin nasıl geçtiğini anlamazsın, ben de tatil yaptığım için. İletişimde oluruz zaten.”

Gökhan ona doğru bir adım atıp aralarındaki mesafeyi sıfıra indirdi. Genç adam kollarını genç kadının sırtına sarıp onu kendine çektiğinde Göksel onun kendisine sarılacağını düşündü ama Gökhan onu kollarıyla sarmalasa da sarılma eylemini gerçekleştirmedi. Yüzünü Göksel’in yüzünün hemen karşısında tutup karamel tonundaki kahverengi gözleriyle Göksel’in gök mavisi gözlerinin içine baktı.

“Seni ararım,” dedi Gökhan. “Belki görüntülü de konuşuruz. Sadece sesini duymuş olmam, seni görmüş de olurum. Ne dersin?”

“Konuşuruz tabii,” dedi Göksel. Gökhan gibi o da gözlerini karşısındaki kişinin gözlerinde tutmak için çaba sarf ediyordu, yüzleri birbirine bu kadar yakınken gözlerinin duracağı en güvenli durak karşısındaki kişinin gözleriydi. “İkimiz de müsait oldukça konuşuruz.”

“Konuşalım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sevdiklerinle beraber yapacağın tatilin tadını çıkar Gök. Şimdiden iyi eğlenceler dilerim, umarım hepiniz için çok keyifli bir tatil olur.”

“Çıkaracağım,” diyen Göksel de gülümsedi. “Çok teşekkür ederiz.”

Gökhan onu kendine çekip sıkıca sarıldığında gözlerini huzurla kapattı. Burnunu genç kadının sarı saçlarının arasına sokup derin bir nefes aldı ve onun tatlı kokusunu içine çekti. Göksel de çenesini onun sert omzuna yaslamıştı, gözleri kapalıydı ve yavaşça onun sırtını sıvazlıyordu.

Vedalar zordu, geçici olsalar bile. Zaman su gibi akıp gitmesiyle meşhurdu fakat normalde bir yarış atı hızında ilerleyen yelkovanla akrep bir şeyleri beklerken bir kaplumbağa hızında ilerlerdi. İnsan takvime bakardı fakat takvimdeki günler hiç değişmezdi sanki, saate bakardı ama o saat durmuş gibi hiç ilerlemezdi. Beklerken bir dakika bir saatten uzun olabilirdi, bir gün bir yıldan daha uzun sürebilirdi.

“Kendine çok iyi bak,” dedi Gökhan. Hâlâ genç kadına sarılıyordu.

“Sen de,” diye cevap verdi Göksel.

Sarılırken ikisi de hâllerinden çok memnun olsalar da yavaşça ayrıldılar. Gökhan’ın elleri genç kadının belindeydi, Göksel de onun kolunu tutuyordu. Birkaç saniye sessizce bakıştılar.

“Eve varınca haber ver,” dedi Gökhan. “Tatil hazırlıklarında kolaylıklar ve yolculuk için de şimdiden iyi yolculuklar dilerim.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Eve varınca da haber veririm, sen de ver lütfen.”

“Tamam.”

Gökhan yüzünü Göksel’e yaklaştırdığında genç kadın yanağını onun yanağına değdirmek için başını biraz yana çevirdi ama bu sefer Gökhan’ın farklı bir planı vardı. Göksel, Gökhan’ın dudaklarını yanağında hissettiğinde donup kaldı. Genç adam tüy kadar yumuşak bir öpücüğü onun sol elmacık kemiğinin üstüne kondurdu.

Göksel belindeki eller olmasaydı yere yığılacağını düşündü.

“Görüşürüz Gök,” diye fısıldadı Gökhan onun kulağına. “Hoşça kal.”

Gökhan yüzünü genç kadından uzaklaştırdığında Göksel’in gözleri onun gözlerini hemen buldu. Kendi gözlerinde olduğunu bildiği heyecan karşısındaki bu kahverengi gözlerde de vardı. Şu an Gökhan’ın kalbinin de kendi kalbi gibi küt küt çarpıp çarpmadığını merak etti.

“Görüşürüz,” diye mırıldandı ama sonrasında daha güçlü bir sesle devam etti. “Hoşça kal, Gökhan.”

Göksel arkasını dönüp, iskele binasına ilerlerken eliyle Gökhan’ın az önce öptüğü yere dokundu. Yanakları yanıyordu, şu an yüzünü göremese de kızardığını biliyordu. Parmak uçlarını Gökhan’ın yumuşacık dudaklarıyla öptüğü yerde gezdirirken gülümsedi.

İskele binasının dışında duran Gökhan’sa genç kadının arkasından bakarken Göksel’in yumuşak yanağını öpen dudaklarına parmak uçlarıyla dokunuyordu.

Onu gerçekten öpmüştü.

Küçücük, masum bir öpücüktü ama dudaklarını pamuğa benzeyen o beyaz ve yumuşak yanağa bastırmıştı.

Gökhan güldü, ardından başını yere eğip dudaklarını yaladı.

Uzun bir üç hafta olacaktı. Özellikle bu öpücükten sonra çok ama çok uzun bir üç hafta olacaktı.

Göksel ve Gökhan tam buradalar. Bölüme tepki vermeyi lütfen unutmayın. Yeni bölümde görüşmek üzere! - EÖÖ

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil