Kadrajdaki Dünyalar | 17. Kare: Sürpriz Konuk

Kadrajdaki Dünyalar'ın 17. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Aralık 25, 2022 - 13:00
Aralık 25, 2022 - 12:59
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 17. Kare: Sürpriz Konuk

Bölüm fotoğrafı: Amina Filkins

Cuma akşamı trafiğini atlatan Gökhan evine döndüğünde hava kararmıştı. Genç adam evin kapısını kapatıp holün lambasını yaktı ve etrafı aydınlattı. Ev sabah çıkarken bıraktığı gibi duruyordu.

Salona girip kendini koltuğa attığı sırada telefonu çalmaya başladı. Arayan kişi Kerem’di.

“Efendim?”

“Ne yapıyorsun?” diye sordu Kerem.

“Şimdi eve girdim, sen ne yapıyorsun?”

“Ben de otobüsten indim, evine yürüyorum.”

“Neredesin?”

“Yolu yarıladım sayılır, az kaldı.”

“Gelmişsin, birkaç dakikaya burada olursun.”

“Aynen. Yemek yedin mi?”

“Hayır, sen?”

“Ben de yemedim.”

“Gel de bir şeyler sipariş eder, beraber yeriz.”

“Tamam. Görüşürüz.”

“Görüşürüz kardeşim.”

Gökhan telefonu kapattıktan sonra salonu inceledi. Kerem’i misafir edeceği için dün akşam evi temizlemiş ve ortalığı düzenlemişti, evi Kerem’i ağırlamak için hazırdı.

Dakikalar sonra kapı çaldığında Gökhan bunun Kerem olduğunu biliyordu. Otomatiğe basıp apartman kapısını açtı ve daire kapısının önünde durup arkadaşını beklemeye başladı. Kerem’in ayak sesleri gittikçe yaklaştı ve sadece saniyeler sonra genç adamın açık kumral saçları Gökhan’ın görüş alanına girdi.

“Selam,” dedi Kerem gülümseyerek. Açık kahverengi gözleri tıraşlı beyaz yüzünde parlıyordu. “Bakıyorum da kapılarda karşılanıyorum.”

“Elbette,” dedi Gökhan. “Aksi söz konusu bile olamaz. Hoş geldin kardeşim.”

“Hoş buldum Gök.”

İki dost sarıldı.

“Bize yemek de aldım,” diyen Kerem elindeki beyaz poşeti salladı. “Tavuk dürüm yaptırdım.”

“İnternetten sipariş verirdim oğlum ya,” dedi Gökhan mahcup olarak. “Misafirime yemek de ısmarlayamayacaksam vay benim hâlime!”

“Arkadaşımın evine elim boş gideceksem asıl vay benim hâlime. Ben yemeği aldım, sen de bize kahve yaparsın.”

“İyi bakalım, öyle olsun. Hadi içeri gel.”

Gökhan onun elindeki poşeti aldı, Kerem de ayakkabılarını çıkarıp eve girdi.

“Çantayı nereye bırakayım?” diye sordu Kerem sırtındaki gitar çantasını işaret ederek.

“Salona bırak,” dedi Gökhan. “Ben de masayı hazırlayayım.”

Kerem gitar çantasını salona bıraktıktan sonra banyoda ellerini yıkadı, bu esnada Gökhan da tavuk dürümleri ve kola şişesini poşetin içinden çıkarıp masaya yerleştirdi.

“Midem kazınıyor ve dürümler de çok güzel kokuyor,” dedi mutfağa giren Kerem. “Hadi yiyelim.”

“Ben de kurt gibi açım,” dedi Gökhan. İkinci bardağı da kolayla doldurdu. “Hadi otur, her şey hazır.”

Beraber masaya oturdular.

“Nasılsın?” diye sordu Kerem. “Nasıl gidiyor?”

“Tipik ve yorucu bir iş günüydü ama seni görünce daha iyi oldum,” diye cevap verdi Gökhan içtenlikle. “İş güç uğraşıyorum, farklı bir şey yok. Sen nasılsın?”

“İyiyim, bu sıralar hayatım çok dingin ve bu bana huzur veriyor.”

“Dinginliğe benim de çok ihtiyacım var ama nerede? Haftanın altı günü dokuz saat mesai yaparken mümkün değil. Neyse, yetişkinlik hayatının zorluklarından neden bahsediyorsam? Hadi yemek yiyelim.”

“Tabii ki bahset ama önce yemek yiyelim bence de.”

İki dost gülüştükten sonra yemeklerini yemeye giriştiler. Yemek genel olarak sessiz geçti. İkisi de çok aç olduğu için karınlarını doyurmakla ilgilendiler. Kerem bu gece burada kalacaktı, yarını da birlikte geçireceklerdi; yani konuşmak için fazlasıyla vakitleri olacaktı.

“Kesene bereket,” dedi dürümünü bitiren Gökhan. Peçeteyle ağzını sildi. “Teşekkür ederim.”

“Afiyet olsun,” dedi Kerem. Onun dürümü de bitmek üzereydi. “Doydun mu?”

“Doydum. Dün kurabiye almıştım, kahve de yaparım ve sonra da onları yeriz.”

“Tatlı da var yani? Çok iyi.”

“İstersen meyve de var.”

“Kurabiyeyi tercih ederim.”

“Nasıl istersen.”

Kerem de dürümü bitirince sofrayı el birliğiyle topladılar. Gökhan bulaşıkları lavabonun içine koydu. Tatlıları da yiyip kahveleri içtikten sonra hepsini beraber yıkardı.

Salona girdiklerinde Kerem’in dikkatini duvardaki askıya asılan Gökhan’ın yeni bej rengi akustik gitarı çekti. Gökhan bu gitarı çalıştığı mağazadan çarşamba günü satın almıştı.

“Vay vay vay!” dedi Kerem gitara ilerlerken. “Gerçekte fotoğraftakinden daha havalı görünüyor. İnceleyebilir miyim?”

“Bir de soruyor musun?”

Kerem gitarı askısından indirip eline aldı. Genç adam meraklı gözlerle gitarın kasasını, tellerini, klavyesini incelerken Gökhan da koltuğa oturdu. Kerem gördüklerinden memnun olduğunu belli eden bir baş sallama hareketi yaptı.

“Canavar gibi duruyor,” diye bir yorumda bulundu Kerem. “Biraz çalayım bakalım.”

Kerem severek dinlediği birkaç şarkıyı kısaca çalıp gitarın performansını test etti, sesini dinledi.

“Canavar gibiymiş gerçekten,” dedi Gökhan’a bakarak. “Güzel günlerde çalman dileğiyle, hayırlı olsun kardeşim.”

“Teşekkür ederim,” diye karşılık verdi Gökhan. “Gitardan biraz anlarım.”

“Tabii canım, biraz,” diyen Kerem başparmağını ve işaret parmağını birbirine iyice yaklaştırdı. “Şu kadarcık falan, çok az.”

“Hah işte, ancak o kadar.”

İki arkadaş gülüştü.

“Şimdi saat geç oldu ama yarın çalalım,” dedi Kerem gitarı yerine astıktan sonra. Gökhan’ın yanına oturdu. “Komşularla papaz olmayalım.”

“Kapıya dayanmaları beş dakika sürmez,” dedi Gökhan. “İşten ve okuldan döndükten sonra kimsenin gitar sesi duymaya tahammülü olmuyor hâliyle, bugün benim bile yok.”

“Çok mu yorucu bir gündü?”

“Yoğundu, bir sürü müşteriyle ilgilendim. Neyse ki yarın izin günüm de dinlenebileceğim.”

“O zaman bu akşam film izlemek iyi bir aktivite olacak.”

“Aynen, birazdan açarız ama öncesinde kahveleri yapayım. Az şekerli değil mi?”

“Kendine nasıl yapıyorsan bana da öyle yap, fark etmez.”

“İki az şekerli Türk kahvesi yapıyorum o zaman. Sen rahatına bak, ben birazdan gelirim.”

“Ben de bilgisayarını açayım bari.”

“Olur, şifresini biliyorsun.”

Gökhan kahveleri pişirmek için mutfağa giderken, Kerem de ayağa kalkıp köşedeki masada duran bilgisayara ilerledi.

***

“Göksel!” diye seslendi Güzin. “Nerede kaldın kızım?”

“Geliyorum,” diye bağırdı mutfaktaki Göksel. Çay bardaklarının hepsini tepsiye koymuştu. “Patlamayın.”

“Rize’den getiriyorsun galiba,” dedi Engin. “Hadi güzelim.”

Sadece saniyeler sonra Göksel elinde tepsiyle bahçeye açılan arka kapıda belirdi. “Geldim işte,” dedi. “Bulaşık makinesi boşaltılmamıştı, bardakları oradan çıkardığım için uzun sürdü.”

“Tabii ya,” dedi Güzin kafasına vurarak. “Makineyi boşaltmayı unuttum. Ben de aklımda bir şey var diyordum.”

Göksel tepsiyi masaya bıraktı. “Çaydanlıkları da alıp geliyorum, başka bir şey gelecek mi?”

“Yok kuzum,” dedi Meryem. “Her şeyi getirdik.”

Göksel eve girip, yeniden mutfağa ilerlerken şortunun arka cebinden cep telefonunu çıkardı. Saat 21.30’du, daha fazla geçe kalmak istemeyerek mesajlaşma uygulamasına girdi ve Gökhan’la olan konuşmasını açtı.

Merhaba, yarın gün içinde müsait olduğun bir vakit varsa görüntülü konuşalım mı?

Mesajı ona gönderdikten sonra telefonunu yeniden cebine koydu. Ocağı kapattıktan sonra çelik çaydanlığı aldı ve bahçeye geri döndü. Giray ve Banu hariç herkes masadaydı, genç çift bu sabah erkenden Kuşadası’na doğru yola çıkmıştı. Hafta sonunu Banu’nun orada yaşayan arkadaşı ve eşiyle geçireceklerdi.

Göksel çaydanlığı masanın kenarındaki hasır altlığın üzerine bıraktı ve anneannesinin yanındaki sandalyeye oturdu.

“Al bakalım güzel kızım,” diyen Meryem çay dolu bir kupayı Göksel’in önüne koydu. “Atıştırmalıklardan da ye. Taze meyveler var, sen seviyorsun diye deden kiraz da aldı bak.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Yerim tabii. Dedeciğim senin de kesene bereket.”

“Afiyet olsun sarı civcivim benim,” dedi masanın başında oturan Tahsin. “Kirazlar bal gibi.”

“Çok lezzetli görünüyorlar zaten, hemen tadına bakayım.” Göksel iri bir kirazı yedikten sonra başını salladı. “Gerçekten çok tatlıymış.”

“İstediğin kadar ye.”

Göksel kupasına uzandı ve sıcak çayından bir yudum içti. Anneannesi çayı birkaç farklı çayı karıştırarak hazırlıyordu ve bu da çayının kendine özgü muhteşem bir tadı olmasını sağlıyordu. Göksel normalde çay yerine kahveyi tercih ederdi fakat anneannesinin çayı bir istisnaydı.

“Bugün etraf ne kadar sakin,” dedi Engin. “Yarın hafta sonu olduğu için herkes akşamı dışarıda geçiriyor sanırım.”

“Öyle,” dedi Tahsin. “Yarın akşam buralar daha da sakin oluyor, herkes ilçe merkezinde takılıyor.”

“Ne güzel,” dedi Güzin çayından bir yudum içtikten sonra. “Tam kafa dinlemelik. Bugün deniz beni çok yordu, çayımı içip biraz da atıştırmalık yedikten sonra yatmak istiyorum.”

“Çok yüzdük,” dedi onun karşısında oturan Göksel. “Yüzmek iyi geldi ama dediğin gibi yordu.”

“Ben elli dört yaşında orta yaşlı bir kadınım ve bugün deniz benim pilimi tamamen bitirdi.”

“Dinlenince hiçbir şeyin kalmaz,” dedi Engin eşinin beline dokunarak. “Benim de omuzlarım çok ağrıdı. Göksel Hanım’la yüzeyim dedim ama ondan otuz iki sene yaşlı olduğum için benim pestilim çıktı.”

“Yorulduysan kıyıya çık, demiştim,” dedi Göksel. “Yorulmadığını söyleyip benimle yüzmeye devam ettin.”

“Suyun içindeyken anlamıyorsun ki, insan ne kadar yorulduğunu sonradan fark ediyor.”

“Davul bile dengi dengine,” diye araya girdi Meryem. “Göksel gencecik bir kız, siz ikiniz ona çok yaşlı kalıyorsunuz artık.”

“Bugün fark ettik anne,” dedi Engin. “Artık tek başına uzun uzun yüzer cimcime.”

“Yüzerim canım, ne olacak?” dedi Göksel. “Zaten bir daha benimle bu kadar yüzmenize izin vermem, kendinizi bu kadar yormayın.”

“Bir daha asla zaten,” dedi Güzin elini sallayarak. “Bu akşam erkenden yatar uyurum. Yarın sabah Bodrum’a gidiyoruz, iyice dinleneyim de Bodrum’un tadını çıkarayım.”

“Çok heyecanlıyım, Bodrum’u çok özledim.”

“Aman,” dedi Tahsin ikinci heceyi uzatarak. “O kadar kalabalık ve pahalı bir yer ki hiç de özlenecek bir şeyi yok.”

“Sana göre dedeciğim. Ben seviyorum, çok farklı ve hoş bir ambiyansı var.”

“Bence de güzel bir yer,” dedi Güzin kızına bakarak. “Hafta sonu gezip tozalım, eğlenmemize bakalım.”

Göksel elini kaldırıp annesine uzatınca anne kız beşlik çaktılar.

Ailesiyle sohbet etmeye ara veren Göksel telefonunu kontrol ettiğinde Gökhan’ın kendisine cevap verdiğini gördü.

Merhaba, yarın müsaitim. Öğleden sonra senin de müsait olduğun bir vakitte elbette görüntülü konuşabiliriz

Onun müsait olduğunu öğrenen Göksel sevindi. Görüntülü konuşma fikri onu biraz geriyordu fakat Gökhan’la görüntülü konuşmak, onu kanlı canlı karşısında göremese de ekranın içinden bile olsa görmek istiyordu. Kendisi tatilde olduğu, Gökhan da çalıştığı için Muğla’ya geldiğinden beri çok az konuşmuşlardı ama en azından Gökhan’ın izin günlerinde kısa da olsa onunla görüşmek, sesini duymak istiyordu.

Çok iyi, o zaman seni 1’den sonra arayayım mı? Sana da uyar mı?

Gökhan’a mesajı gönderdikten beş dakika sonra Gökhan ona cevap verdi.

Uyar, kahvaltılarımızı da etmiş oluruz ve rahatça konuşuruz

Aile üyeleri sohbete devam ederken Göksel, genç adamın bu mesajını okuyup onu cevapladı.

Tamamdır, yarın 1’den sonra seni ararım. Çok tutmam, merak etme

Ona mesajı gönderir göndermez Gökhan çevrim içi oldu ve saniyeler içinde ona yazdı.

Aslında biraz tutabilirsin, benim açımdan hiçbir sorun olmaz

Gökhan’ın mesajını okuyan Göksel’in yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı ve genç kadın onun da gülümsediğini hissetti.

Yarın duruma göre bakarız. Görüşmek üzere

Göksel şu an ailesiyle beraber olduğu için konuşmayı kısa tuttu, Gökhan da Kerem’le beraber film izlediği için uzatmadı.

Bakalım. Görüşürüz Gök

Onun mesajını okuyan Göksel uygulamadan çıkıp telefonunu masanın üstüne bıraktı. Engin ona kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü, Göksel de kupasına uzandı.

*** 

Ertesi gün erkenden yola çıkan Gökseller Bodrum’a vardığında vakit öğle olmak üzereydi. Kalacakları pansiyon biraz içerideydi ama buraya yalnızca uyumak için geleceklerinden bu önemli sayılmazdı. Tuttukları odaya yerleşen aile üyeleri kahvaltı için deniz kenarında bir mekâna gittiler.

“Ne güzel bir yermiş,” dedi etrafı inceleyen Göksel. “Hadi fotoğrafınızı çekeyim.”

“Bizim fotoğrafçı yine başladı,” dedi Engin ama bunu derken gülümsüyordu. “Çek bakalım.”

Masada ebeveynlerinin karşısında oturan Göksel analog kamerasını çıkarıp annesiyle babasını kadraja aldı. Güzin, Engin’e yaslandığında Engin kolunu onun beline sarıp başını da başına yasladı.

“Çifte kumrular,” dedi Göksel gözünü vizörden ayırıp onlara bakarak. “Gülümseyin.”

Ebeveynleri gülümsediğinde Göksel deklanşöre basıp onların fotoğrafını çekti.

“Sıra sende,” dedi Güzin. “Ben de seni çekeyim. İtiraz kabul etmiyorum.”

“Peki,” dedi Göksel zorlamadan. Makinesini annesine uzattı. “Çek bakalım.”

Göksel avcunu çenesine yaslayıp gülümsediğinde annesi de onu çekti.

Sipariş ettikleri kahvaltılar gelince karınlarını doyurmaya odaklandılar. Evden kahvaltı etmeden çıktıkları için hepsi çok açtı ve masadaki çeşit çeşit kahvaltılık iştah açıcı görünüyordu.

“Hemen gezmeye başlarız diyorduk fakat yol beni yordu,” dedi Engin. “Pansiyona dönüp biraz dinlensek mi?”

“Lafı ağzımdan aldın,” dedi Güzin. “Ilık bir duş alıp biraz dinlenmek istiyorum, öğleden sonra çıkarız.” Kızına döndü. “Sen ne dersin bir tanem?”

“Size uyarım,” dedi Göksel. “Biraz dinlenmek iyi bir fikir.”

“O zaman karar verildi.”

Kahvaltılarını bitirdikten sonra hesabı ödeyip mekândan ayrıldılar. Pansiyona dönmek için yola koyulduklarında saat 1’i geçiyordu ve arabanın arka koltuğunda oturan Göksel, Gökhan’a mesaj yazmaya girişmişti.

Merhaba

10-15 dakika içinde seni aramayı düşünüyorum, müsait misin?

Göksel’in iki mesajının bildirimleri Gökhan’ın telefonuna art arda geldiğinde genç adam aynanın karşısında saçlarını tarıyordu. Kerem’le beraber güzel bir kahvaltı ettikten sonra duşa girmişti, üstünü giyip saçlarını kurutmuştu ve şimdi de saçlarını tarayıp şekillendirmekle meşguldü. Telefonu seslide olduğu için bildirimlerin sesini de duydu, yukarıya taradığı saçlarını eliyle şöyle bir düzelttikten sonra yatağının üstünde duran telefonuna uzandı. Göksel’in yazdığını görünce gülümseyerek onunla olan konuşmasını a.

Merhaba

Evet, evdeyim ve müsaitim

Onun mesajlarına cevap verdikten sonra telefonunu alarak odasından çıktı. Kerem salondaydı ve onun akustik gitarını çalıyordu. Gökhan içeri girince dikkatini ona verdi.

“Gitarına bayıldım,” dedi Kerem. “Bayağı kaliteli ve ses ayarları senin gibi bir profesyonelin ellerinde mükemmelliğe ulaşmış.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Biraz uğraştırdı ama ortaya çıkan performanstan ben de memnunum.”

“Sayende artık ben de akustik gitar almayı düşünüyorum, marka ve model araştırmaya başlayacağım.”

Gökhan onun yanına oturdu. “İstersen sana yardım ederim,” dedi. Arkadaşının omzuna dokundu. “Çalıştığım mağazada güzel modeller var, bir gün gelirsen çalıp seslerini dinleyebilirsin.”

“Çok iyi olur,” diyen Kerem gülümsedi. “Ona göre karar veririm.”

“O zaman anlaştık.”

“Göksel’den ne haber?” diye sordu Kerem. Göksel’den Gökhanların Sahne’de çıkacağı zaman haberi olmuştu, dün akşamsa Gökhan ona Göksel’den ve olanlardan ayrıntılarıyla bahsetmişti. Kerem ikilinin bugün görüntülü konuşacağını da biliyordu.

“10-15 dakikaya arayacak,” diye cevap verdi Gökhan. “Az önce yazdı.”

“Hazırlıklarını tam zamanında bitirmişsin desene.”

“Üstüme başıma şöyle bir çekidüzen verdim yahu.”

“Bu yüzden bir buçuk saattir hazırlanıyorsun. Yirmi dakika boyunca dolabının önünde tişörtlerine bakıp hangisini giyeceğine karar vermeye çalıştın.”

Gökhan kıpkırmızı kesilirken, “Bulamadığım bir tişörtümü arıyordum,” dedi. Kerem ona yemediğini belli eden bir bakış attı. “Tamam be! Evet, hangi tişörtü giyeceğime karar veremedim; ne olmuş?”

“Aşk olmuş Gök, aşk olmuş. Adı Kerem olan benim ama asıl Kerem olan sensin. Bu kıza abayı fena yakmışsın.”

“Yakmışım değil mi?”

“Yakmışsın.”

“Çok hoşuma gidiyor.”

“Orası belli oluyor,” diyen Kerem onun dizine dokundu. “Bunlar çok güzel hisler, gerçekten ve böyle davranman da çok normal. Şunu da belirtmem gerekir ki güzel bir tişört tercihi yapmışsın ve çok iyi görünüyorsun.”

“Harbi mi?” diye sordu Gökhan.

Kerem gülerek, “Harbi,” dedi. “Bir buçuk saat süren hazırlanmana değmiş.”

“Dalga geçmesen olmaz.”

“Dalga demişken aklıma ne geldi bak,” dedi Kerem. “Parfüm sıkmamışsın, çabuk sık.”

Gökhan onun omzuna vururken Kerem bir kahkaha patlattı.

“Parfüm de sıkacağım lan,” dedi Gökhan. “Hatta naneli şeker de yiyeceğim. Teknoloji çok gelişti, belki Göksel telefondan kokumu da alır.”

“Almazsa ayıp eder,” dedi Kerem. “Bu hazırlıklar boşa gitmemeli.”

Gökseller kaldıkları pansiyona vardıklarında Güzin ve Engin odaya çıktı, Göksel’se Gökhan’la konuşacağını söyleyip bahçede kaldı. Genç kadın bir çardağa oturduktan sonra telefonunun ön kamerasını kullanarak saçını başını düzeltti, ardından Gökhan’ı aradı. Birkaç saniye ekrandaki kendi görüntüsüyle bakıştıktan sonra Gökhan aramayı yanıtladı ve ekranda onun yüzü belirdi. Göksel’in onunla ilgili fark ettiği ilk şey tıraşlı yüzü oldu.

“Merhaba,” dedi Göksel gülümseyerek.

“Selam,” diyen Gökhan da gülümsüyordu. Dikkatli gözlerle Göksel’in bronzlaşmış ve güneşte yanlış yüzünü  inceledi. Genç kadının masmavi gözleri bronz teninde bir ayrı parlıyordu. “N’aber?”

“İyiyim, senden n’aber?”

“Ben de iyiyim, çok iyiyim. Ne yapıyorsun? Dışarıda mısın?”

“Evet, pansiyonunun bahçesindeki çardaklardan birinde oturuyorum.”

“Pansiyon mu? Dedenlerin yazlığında değil misin?”

“Hayır,” derken gülümsedi Göksel. “Fethiye’de değiliz.”

“Ya neredesiniz?”

“Gecesi Yavuz Çetin’e şarkı yazdırmayan yerdeyiz.”

Onun bu tanımını duyan Gökhan’ın bakışları derinleşti. “Bodrum,” dedi sakince. “Ne zaman gittiniz?”

“Bu sabah geldik, hafta sonunu burada geçireceğiz.”

“İyi yapmışsınız. Benim yerime de gez.”

“Gezerim. Sen ne yapıyorsun?”

“Evdeyim. Çok yakın bir dostum burada, dün bende kaldı ve bugünü de beraber geçireceğiz.”

“Ne güzel, siz de iyi yapmışsınız.”

“Aynen. Neler yapıyorsun, nasıl gidiyor?”

“Güzel gidiyor, tatilin tadını çıkarıyorum. Sende durumlar nasıl?”

“Senin adına sevindim,” dedi Gökhan samimiyetle. “Benim de bildiğin gibi, iş güç uğraşıyorum öyle. Farklı bir şey yok.”

“Bu akşam da sahneye çıkacaksın değil mi?”

“Evet hatta bugün bir misafirim bile var, Kerem beni izlemeye gelecek.”

“Çok iyi.”

Kısa bir sessizlik yaşandı.

“Bronzlaşmışsın,” dedi Gökhan biraz sonra. “Yakışmış.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel tebessüm ederek. “Güneş burada çok fena.” Telefonu yüzüne yaklaştırdı. “Yanaklarım ve burnum yandı. Artık doğal bir allığım var.”

Onun ekrandaki yüzüne bakan Gökhan gülümsedi. “Çok şirin görünüyorsun,” dedi. “Gözlerinin rengi iyice ortaya çıkmış.”

“Öyle oldu ama bu görüntümden hoşlanıyorum.”

“Hoşlanılacak bir görüntü.”

“Hoşlanılacak bir cümle, teşekkür ederim. Senin dövmelerin nasıl oldu?”

Gökhan sağ elini kaldırıp kameraya yaklaştırdı ve Göksel’e gösterdi. “Tamamen iyileştiler,” dedi. İşaret parmağındaki yıldız ve yüzük parmağındaki bulut dövmeleri çok güzel görünüyordu. “Son hâlleri böyle.”

“Kusursuz görünüyorlar,” dedi Göksel. “Sol elin?”

Gökhan telefonu sağ eline aldı ve sol elini de gösterdi. Parmaklarının kızarıklığı geçince Güneş dövmesinin dalgalarının ince ayrıntıları ortaya çıkmıştı ve Çağlar’ın mükemmel işçiliği gözler önüne serilmişti. Genç dövme sanatçısı dövmeleri Gökhan’ın parmaklarına dantel işlermiş gibi büyük bir incelikle ve ustalıkla işlemişti.

“Muhteşem,” dedi Göksel. “Çağlar olağanüstü bir iş çıkarmış, sana da çok yakışmışlar. Güle güle kullan.”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Çağlar genç yaşına rağmen bu işin ustalarından biri, her işinde harikalar yaratıyor.”

“Ona ne şüphe.”

“Sana dövme tasarımı gönderdi mi?”

“Hayır, henüz göndermedi.”

“Unutmamıştır ama çok meşgul, muhtemelen hâlâ üzerinde çalışıyordur.”

“Olabilir. Ne kadar yetenekli olduğunu göz önüne alırsak epey müşterisi olmalı.”

“Öyle, çevresi de çok geniş ve günleri yoğun geçiyor. Önümüzdeki hafta tasarımı sana gönderir gibime geliyor, gönderince bana da gönderir misin? Merak ederim.”

“Et,” dedi Göksel omuz silkerek. “Senin dövmelerin bana sürpriz olmuştu, benim dövme sürecim de sana sürpriz olsun.”

“Bak ya,” dedi Gökhan. “Çağlar’ın stüdyosu benim iş yerime çok yakın, gidip bakarım.”

“Göstermemesini istersem rüyanda bakarsın.”

“Sen öyle san.”

“Asıl sen öyle san.”

Gökhan güldüğünde Göksel kaşlarını kaldırdı.

“Ne oldu?” diye sordu Göksel. “Çok mu komik? Şimdi Çağlar’ı arayıp tasarımı sana asla göstermemesini söyleyeceğim.”

“Komiksin, evet,” diye onayladı Gökhan. “Ve çok tatlısın. Benimle atışman hoşuma gidiyor.”

Böyle bir cevap duymayı hiç beklemeyen Göksel’in gözleri büyüdü. Birkaç saniye şaşkın bakışlarla Gökhan’a baktıktan sonra dudakları yukarı kıvrıldı.

“Benim de hoşuma gidiyor,” dedi. “Ama o tasarımı gerçekten rüyanda görürsün.”

“Peki,” dedi Gökhan. “Senin tatlı canın nasıl isterse öyle olsun. Dövmeyi yaptırmaya karar verirsen stüdyoya beraber gideriz ve yapıldıktan sonra görürüm.”

“Yaptırmaya karar verirsem bana eşlik edeceksin yani?”

“Etmeyeyim mi?”

“Et tabii, bundan çok memnun olurdum.”

“Bu cümlenden sonra edeceğimden şüphen olmasın.”

Aynı anda gülümsediler.

“Sana biraz çevreyi göstereyim mi?” diye sordu Göksel. “Kıyıdan uzaktayız ama bu taraflar da güzel.”

“Göster,” dedi Gökhan. “Merak ettim.”

Çardaktan kalkan Göksel arka kamerayı açtı ve bahçede yavaşça yürürken, Gökhan’a etrafı gösterip konuşmaya başladı: “Burası kaldığımız pansiyonun binası, çok büyük bir yer değil ve bu mütevazı havasını sevdim. Bahçesi de çok büyük sayılmaz fakat çıkıp hava almak ya da şu an yaptığım gibi telefonla konuşmak için ideal bir yer. Ana caddenin bir arka sokağında olduğumuz için burası caddeye göre daha sakin ama tatil yöresi sakinliği, yani öyle fazla bir sakinlik bekleme. Çevrede evler ve yeme içme yerleri var, gördüğün gibi sokak hep hareketli.” Bahçe duvarının yanına yürüyen Göksel ona sokakta yürüyen insanları gösterdi. “Bu gecelik evimiz burası. Annemle babam biraz dinlenmek istediklerini söylediler, onlar biraz dinlenince gezmeye başlayacağız ve buraya muhtemelen çok geç döneceğiz. Yarın sabah pansiyondan çıkış yapacağız, gün boyunca da yine gezeceğiz ve akşam Fethiye’ye döneceğiz.”

Göksel sözünü bitirdikten sonra yeniden ön kamerayı açtı.

“Cici bir yere benziyor,” dedi Gökhan. “Pansiyon da çevresi de hoşmuş. Annenle baban odada mı şimdi?”

“Aynen, odadalar. Duş alıp biraz dinlenecekler, üç buçuk saat yol geldik ve hâliyle yoruldular.”

“Sen de yorgunsan dinlen, biz başka zaman da konuşuruz.”

“Yorgun değilim, aksine Bodrum’u gezeceğim için çok hevesliyim ve enerji doluyum.”

“O zaman lütfen çardağa geri dön, başına güneş geçmesin.”

“Ben de tam olarak çardağa yürüyorum,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok düşüncelisin.”

“Öyleyimdir,” diyen Gökhan da gülümsedi. “Bana mini bir Bodrum gezisi yaptırdığın için de teşekkür ederim.”

“Epey minik bir gezi oldu ama rica ederim.”

Göksel çardağa geri dönüp otururken Gökhan da onu inceledi. Genç kadının bronzlaşmış yüzü sağlıkla ışıldıyor, kızarmış yanakları ve burnu ona şirin bir hava katıyordu; rengi açılmış sapsarı kaşlarının masmavi gözlerinin üstünde parlaması da Gökhan’ın çok hoşuna gitti. Şu an bu güzelliği kanlı canlı karşısında görmek için pek çok şeyini feda edebilirdi.

“Sende ne var ne yok?” diye sordu Göksel. “Neler yapıyorsun? Biraz anlatsana.”

Göksel’in gök mavisi gözleri Gökhan’ın karamel tonundaki kahverengi gözleriyle buluşunca Gökhan gülümsedi.

“Kerem bende,” dedi Gökhan. “Bizim üniversitede Sanat Tarihi son sınıf öğrencisi, aynı zamanda gitar çalıyor ve biz de okuldaki bir müzik etkinliğinde tanışmıştık. Çok yakın bir dostumdur ve birlikte zaman geçirmeyi en sevdiğim kişilerden biridir. Dün bana geldi, beraber yemek yedik ve gece de film izledik. Bugün de beraber gitar çalacağız hatta o şu an salonda ve çalıyor bile; ben de odamdayım ve seninle konuşuyorum işte. Akşama Parça’da sahne alacağım biliyorsun, bugün Kerem de gelecek ve beni izleyecek.”

“Ne çok arkadaşın var,” derken gülümsüyordu Göksel. “Her geçen gün yeni isimler duyuyorum.”

“Hayatım boyunca pek çok şehir ve dolayısıyla okul değiştirince bir sürü insanla tanıştım, gittiğim yerlerde çoğunlukla yeni kişi olduğum için de girişken olup kendimi o ortamlara kabul ettirmem gerekti ve bu da beni hem sosyal hem girişken hem de arkadaş canlısı birine dönüştürdü. Yüzlerce arkadaşım vardır ama dostum diyebileceğim kişiler gerçekten azdır, Yağız ve Kerem onların başında geliyor. Mesela ailemle aramda geçenleri sadece onlar biliyor, senin dışında tabii. Gökhan’ı herkes şöyle böyle tanır ama beni gerçekten tanıyan insan sayısı bir elin beş parmağını geçmez.”

Duyduğu bu bilgi Göksel’i şaşırttı. “Ailenle olanları benim dışımda sadece o ikisi mi biliyor?” diye sordu.

“Evet,” diye onayladı Gökhan. Gülümsedi. “Her ne kadar açık biri olsam da özel hayatım konusunda ketumumdur ve bu çok hassas bir mesele olduğu için şimdiye kadar yalnızca üç kişiye anlattım.”

“Dürüst olmam gerekirse o üç kişiden biri olduğumu duymak beni çok şaşırttı.”

“Geçmişte uğradığın zorbalıkları bana anlattığında çok özel bir şeyi paylaşmıştık, bu da senin için çok hassas bir meseleydi ama bana yakın hissetmiş olmalısın ki bunu benimle cesurca paylaşmıştın. Ben de aynı yakınlığı sana hissediyordum -hâlâ hissediyorum-, beni anlayacağını biliyordum ve sana kendi acı deneyimlerimden cesurca bahsedebildim.”

“Peki seni anladığımı düşünüyor musun?”

“Elbette düşünüyorum,” dedi Gökhan hemen. “Beni anlıyor ve bana saygı duyuyorsun. Müzisyenliğime saygı duyuyorsun, müzisyenliğimi takdir ediyorsun; hayatının büyük bölümünde hor görülen benim için bunun ne kadar önemli ve özel olduğunu tahmin bile edemezsin.”

“Aslında edebilirim,” dedi Göksel. “Dış görünüşüm yüzünden zorbalığa uğrayan bir çocuktum, ortamlarda dışlanırdım ve kimse beni tanımak bile istemezdi. Bu yüzden şimdi insanların beni tanımak için çaba gösterip kişiliğimi sevmesi ve kişiliğim için benimle arkadaş olması da benim için çok önemli ve özel bir şey.”

Gökhan gülümseyerek, “Hem dıştan hem de içten çok güzelsin,” dedi. “Seni tanımak benim için büyük bir ayrıcalık ve seni tanıyan herkesin böyle düşündüğünden eminim.”

“Teşekkür ederim, seni ve çevremdeki diğer insanları tanımak da benim için büyük bir ayrıcalık.”

Göksel’in yanaklarındaki kızarıklık şimdi çok daha belirgindi.

“Ne zaman dönüyorsunuz?” diye sordu Gökhan.

“Haftaya,” dedi Göksel.

“Hangi gün?”

“Hafta sonu diye düşünüyoruz ama hangi gün olacağı kesinleşmedi.”

Aslında cuma sabahı yola çıkacaklardı, cuma akşamı da İstanbul’da olacaklardı ama Göksel bunu ona söylemedi. Aklında ona sürpriz yapmak vardı.

“Daha çok varmış desene,” dedi Gökhan yüzünü asarak.

“Ne oldu, beni çok mu özledin?”

“Özledim tabii.”

Göksel keyifle sırıttı. “İki hafta geçip gitti bile, bir hafta da geçer.”

“Ne zaman döneceğiniz kesinleşince haber ver, hemen ertesi günü görüşelim. Şimdiden söyleyeyim de başka plan yapma.”

“Bak sen,” derken sırıtmaya devam ediyordu Göksel. “Sen beni bayağı özlemişsin.”

“Çok hoşuna gitti bakıyorum. Sen beni özlemedin mi?”

“Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitti,” diye onayladı Göksel. “Ben de seni özledim ve söylediğin gibi döndüğümde bir buluşma ayarlarız.”

Sırıtma sırası telefonun ucundaki Gökhan’daydı. Göksel’in de kendisini özlediğini duyan genç adam az önce özenle fırçaladığı beyaz dişlerini göstererek kocaman sırıttı. Onun bu hâli Göksel’i gülümsetti.

“Ayarlayalım tabii,” dedi Gökhan biraz sonra. “Haber verirsin.”

“Veririm,” dedi Göksel başını sallayarak.

Vermeyecekti. Bu ona söylediği ilk yalandı ama ona aklındaki sürprizi yapmak için buna mecburdu. Gökhan onun daha Muğla’da olduğunu sanırken genç adamın karşısına çıkmak ve onu şaşırtmak istiyordu.

“Ailen nasıl?” diye sordu Gökhan. “Hepsi iyidir umarım.”

“İyiler, sorduğun için teşekkür ederim,” dedi Göksel. “Ağabeyimle eşi hafta sonu için Kuşadası’na gittiler, yengemin bir arkadaşı ve eşiyle zaman geçirecekler; anneannemle dedem Fethiye’deler, ikisi de çok iyi şükür; annemle babam da benimle beraber zaten, yol biraz yordu fakat bir saate kendilerine gelirler ve sonrasında Bodrum gezimize başlayabiliriz. Hepimizin sağlığı da keyfi de oldukça yerinde.”

“Çok sevindim,” dedi Gökhan samimiyetle. “Ağabeyinle eşi çift olarak yalnız da takılıyorlarmış. Sanırım geçen sene evlendiklerini söylemiştin, daha yeni evli sayılırlar ve tadını çıkarıyorlardır.”

“Aynen öyle. Evlilikleri daha çiçeği burnunda, biz de anlayışla yaklaşıyoruz ve illa bizimle takılın demek yerine ne istiyorlarsa onu yapmalarını istiyoruz.”

“En iyisi. İkisi için de yoğun bir eğitim yılı olmuş olmalı ve istedikleri gibi tatil yapmayı hak ediyorlar.”

“Kesinlikle öyle. Yine de son bir haftamız kaldığı için üzülüyorum, çok çabuk geçti.”

“Sevdiğin insanların yanındayken zaman çok çabuk geçer,” dedi Gökhan. “Onlardan uzaktayken ise geçmek bilmez.”

“Haklısın. Kalan son günlerimizin tadını çıkarmaya bakacağız artık. İstanbul ne alemde?”

“Bilmem, hayatım iş ve ev arasında geçtiği için şehirde olan bitene hâkim değilim ama her şey aynı görünüyor.”

“Çok yoğun bir çalışma hayatın var.”

“Çoğu kişi gibi. Dürüst olmam gerekirse çalışmaktan bıktım usandım fakat çalışmak zorunda olduğum için her sabah kalkıp tıpış tıpış mağazaya gidiyorum. İnsanlarla uğraşmaktan yoruldum, karşımdaki kişiler dağdan inmiş olsa da kibar davranmak zorunda olmaktan yoruldum; profesyonel hayattan yoruldum, mağazada her şeye koşturmaktan yoruldum.” Gökhan susup derin bir nefes aldı. “Her neyse, kendi dertlerimle senin de canını sıkmayayım. Bir an içimi dökesim geldi, kusura bakma.”

“Ne kusuru? Duymamış olayım,” dedi Göksel hemen. “Bana her zaman içini dökebilirsin, benimle konuşurken dürüst olabilirsin hatta bundan çok ama çok memnun olurum.”

Gökhan yüzünü kameraya yaklaştırıp, “O zaman sana bir sır vereyim,” diye fısıldadı. “İstifamı basacağım günü iple çekiyorum.”

Göksel gülümseyerek, “Sırrının bende güvende olacağına emin olabilirsin,” dedi. “İstifanı bas, mağazadan koşarak uzaklaş ve bir kutlama yap.”

“Kutlama mı? Bunu hiç düşünmemiştim ama muhteşem bir fikirmiş. O zaman işten çıktığım zaman yakın arkadaşlarımla bir kutlama yapacağım ve onlara ne istiyorlarsa onu ısmarlayacağım. O akşam hesaplar benden.”

“Asıl muhteşem fikir diye buna derim,” dedi Göksel. “Ne zaman istifa edeceksin? Mezun olunca mı?”

“Aynen. Bir terslik çıkmazsa -ki çıkacağını düşünmüyorum- seneye haziranda mezun olacağım, ondan sonra istifa ederim ve sevdiğim işi yapmaya başlayabilirim.”

“Şimdi bakınca çok uzun bir zamanmış gibi geliyor ama göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Mezun olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Müziğe ağırlık vereceğim,” diye cevapladı Gökhan. “Daha sık sahneye çıkarım, muhtemelen farklı mekânlarda da sahne almaya başlarım; şarkılarımı yayınlarım, sonrasında ilk albümümü çıkarırım; bunlardan kazandığım para yetmezse -ki başlarda yetmeyeceği ortada- müzik okullarının birinde öğretmen olarak işe başlayabilirim. Neticede konservatuvar mezunuyum ve müzikle ilgili her şeyi biliyorum, engin bilgilerimi öğrencilerle paylaşmaya hazırım.”

Onu pürdikkat dinleyen Göksel genç adam konuşmasını bitirince gülümsedi. “Çok ideal ve hoş bir yakın gelecek planı,” dedi. “Müzik öğretmenliği yapmak sana şimdiye göre daha çok boş zaman bırakır ve sen de müziğe zaman ayırabilirsin.”

“Evet, şimdi ulaşımı da ekleyince günümün yarısı işte geçiyor ve çoğu şeye vakit bulamıyorum ama o zaman vaktim daha çok olur. Planlarım bu yönde ama hayatın neler getireceğini ancak yaşayarak göreceğim. Hayırlısı olsun.”

“Hayırlısı olsun,” diye tekrar etti Göksel. “Ama umarım gönlünden geçen neyse onu da elde edebilirsin.”

“Teşekkür ederim Gök,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Eksik olma.”

Göksel de gülümsedi. “Rica ederim,” dedi. “Sen de eksik olma.”

“Bodrum’da neler yapacaksınız?”

“Çekim yapacağım için kültürel bir gezi olmasını istedim, ailem de kabul etti. Bodrum’un kalesini, müzelerini gezeceğiz. Bunun dışında ilçe merkezinde ve sahilde de gezer, yürüyüş yaparız.”

“İyi düşünmüşsün. Çekeceğin fotoğrafları ve videoları dört gözle bekliyorum. Ortaya muhteşem işler çıkaracağından eminim. Her zamanki gibi.”

Göksel gülerek, “Teşekkür ederim,” dedi. “İnancın çok değerli. Bu tatil fotoğraf açısından çok verimli oldu, Bodrum’dan da güzel fotoğraflar paylaşacağımı ve takipçilerimden güzel geri dönüşler alacağımı umuyorum.”

“Bundan hiç şüphem yok. Şimdiye kadar paylaştığın fotoğrafların hepsi mükemmeldi.”

“Fotoğraflara yaptığın yorumlarla beğendiğini açıkça gösterdin.”

“Yine yapacağım. Her zaman tam destek.”

“Teşekkür ederim, çok tatlısın.”

Göksel’den ikinci kez çok tatlı olduğunu duyan Gökhan ilk seferde olduğu gibi kocaman sırıttı. “Sen de çok tatlısın,” diyen genç adamın bakışları yoğunlaştı. “Ve ben seni çok özledim. Biliyorum tanışalı çok olmadı, sadece birkaç kez görüştük ama özledim işte. Kısa sürede çok şey paylaştık, sağlıklı bir iletişimle inşa edilen güzel bir bağ kurduk ve kısa sürede bu kadar şey paylaştıktan sonra araya giren bu üç haftalık ayrılıkta boşluğa düşmüş gibi hissettim.”

“Gerçekten çok tatlısın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bu kadar dürüst olmanı seviyorum, hiçbir maskenin ardına saklanmadan kendini açıkça ve çok başarılı bir şekilde ifade etmeni de seviyorum. Söylediğin gibi kısa bir sürede çok şey paylaşıp güzel bir bağ kurduk ve tanıştığımızdan bu yana geçen dönemi dolu dolu geçirdik; şimdi ikimizin de birbirini özlemesi çok doğal ama çoğu gitti azı kaldı, bir hafta sonra İstanbul’a dönüyoruz ve yine görüşüp zaman geçirmeye devam edeceğiz.”

“İki hafta geçti gitti, bir hafta da gider değil mi? Gider elbette. Sen tatilinin tadını çıkarmaya bak.”

“Öyle yapıyorum. O zaman yavaştan kapatalım mı? Sen Kerem’i daha fazla bekletme, ben de çıkıp bizimkilere bakayım. Müsait olduğumuzda yine konuşuruz.”

“Kapatalım,” dedi Gökhan. “Dediğin gibi Kerem’i çok bekletmeyeyim, sen de Bodrum’da ailenle geçireceğin zamanın tadını çıkar. Size keyifli gezmeler.”

“Teşekkür ederiz, size de iyi eğlenceler.”

“Sağ ol Gök. Kendine çok iyi bak, görüşürüz.”

“Sen de kendine iyi bak, görüşmek üzere.”

Göksel aramayı sonlandırdığında dudakları yukarı kıvrıldı. Görüşme kısaydı ama çok iyi hissettirmişti ve bu his uzun süre devam edecekti.

Çardaktan kalkan genç kadın pansiyona doğru yürüdü.

Telefonu kapatan Gökhan’sa bir süre daha yatağında oturmaya devam etti. Genç adamın yüzünde bir gülümseme vardı. Göksel’e duyduğu özlem ona kötü hissettirse de genç kadınla konuşmak, onun haftaya İstanbul’a geleceğini duymak ve onun ağzından bu ayrılığın kısa sürede biteceğini duymak ona iyi gelmişti. Göksel’in de dediği gibi çoğu gitmiş azı kalmıştı, iki hafta geçmişti ve bir hafta da geçecekti.

Kapıyı açıp odasından çıkan Gökhan salona ilerledi. Kerem koltuğun üzerinde oturuyordu ve onun akustik gitarını çalıyordu. Gökhan içeri girince Kerem dikkatini arkadaşına verdi.

“Selam,” dedi Kerem gülümseyerek. “Konuşma nasıldı?”

“Selam,” diyen Gökhan onun yanına oturdu. “Çok güzeldi. Şu an ailesiyle beraber Bodrum’daymış, bu hafta sonunu orada geçireceklerini söyledi. Hangi gün olduğu daha kesinleşmemiş ama haftaya dönüyorlarmış.”

“Bayağı geziyorlar desene. Haftaya da geri dönüyormuş demek, hadi gözün aydın.”

“Aynen, epey gezdiler. Anladığım kadarıyla maddi durumları fena değil, annesi de babası da iyi pozisyonlarda çalışan insanlar zaten; senede bir tatil yaptıklarını da düşünürsek masraftan kaçınmıyorlardır. Göksel de çok iyi görünüyordu, bu tatilin ona yaradığı belli ve teşekkür ederim, nihayet kavuşuyoruz.”

“Bu dönemde en mütevazı tatil bile dünyanın parasına mal oluyor, karşılayacak durumları varsa biraz daha iyisini yapmaları çok normal. Göksel’den ne haber? İki haftadır Muğla’da olduğunu düşünürsek epey bronzlaşmıştır.”

“Bronzlaşmış,” diyen Gökhan gülümsedi. “Çok da yakışmış. Olağanüstü görünüyordu.”

Kerem gülerek başını iki yana salladı. “Ağzını sil,” dedi onun çenesine dokunup. “Salyaların akıyor.”

“Valla aktılar,” dedi Gökhan da gülerek. “Masmavi gözleri bronzlaşmış ve güneşte yanmış yüzünde bir başka güzel parlıyordu. Haftaya karşımda gördüğümde ne yapacağım? Bayılırım gibime geliyor.”

Kerem bir kahkaha patlatırken Gökhan da ona katıldı. İki arkadaş bir süre güldü.

“Göksel’in kollarına bayıl da seni tutsun,” dedi Kerem kahkahalarını susturabildiğinde.

“Tabii canım,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Kızdan 13 santimetre uzunum ve nereden baksan 15-20 kilo ağırımdır, o cüsseyle beni kesin tutar hatta kucağına alıp hastaneye bile götürür.”

Bir kahkaha tufanı daha yaşandı.

“Düşününce çok komik,” dedi Kerem. “Ama yaşanma ihtimali çok az tabii.”

“Hâliyle,” dedi Gökhan. “Avcum kadar beli var, ufacık bir şey.”

“Belinin ölçüsünü iyi bilirsin tabii,” dedi Kerem ona hınzır bir bakış atarak. “Elinin sürekli Göksel’in belinde olduğunu fotoğraflardan iyi gördüm.”

“Belini kavramayı seviyorum, genel olarak onunla temas hâlinde olmayı seviyorum. İyi hissettiriyor.”

“Konuştu Mecnun,” diyen Kerem gözlerini biraz büyüttü. “Mecnun olmayı bir kenara bırakıp müzisyenliğe dönmeye ne dersin? Hadi biraz gitar çalalım.”

“Leyla oldum, Kerem oldum, şimdi de Mecnun oldum. Sırada ne var? Ferhat mı?”

“Olabilir. Sende dağları delecek potansiyel görüyorum.”

“İstanbul’da dağ yok.”

“Olsa deleceksin yani?”

“Of,” diye sızlandı Gökhan. “Hadi gitar çalalım.”

Gökhan kendi akustik gitarını alırken Kerem de klasik gitarını çantasından çıkardı. Kerem’in Martinez marka iyi bir klasik gitarı vardı ve üç senedir düzenli olarak çalıp kendisini geliştirmeye devam ediyordu. Özellikle Gökhan’la tanıştıktan sonra gitara olan bağlılığı artmıştı. Gökhan gibi iyi bir gitaristin arkadaşı olmak onu motive ediyordu.

“Senin için küçük bir sürprizim var,” dedi Kerem kahverengi gitarı kucağındayken. “Bir parçanın girişini çalmayı öğrendim.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Hangi parçaymış bu? Çalmak ister misin?”

“Çalacağım,” diyen Kerem penasını eline aldı. “Başlıyorum.”

Kerem şarkıya girer girmez Gökhan bunun hangi şarkı olduğunu anladı: Oyuncak Dünya. Gökhan’ın bu dünya üzerinde en sevdiği şarkı.

Gökhan genişçe gülümserken, Kerem de ona kısa bir bakış atıp gülümsedi. Kerem’in parmakları klavyenin üzerinde zarafetle hareket ederken onun çaprazında oturan Gökhan da dikkatle arkadaşını dinliyordu. Oyuncak Dünya çalması çok zor bir parçaydı ama girişi şarkının kalanına göre daha sakindi ve Kerem de bu kısmı çalmayı çok iyi öğrenmişti.

“Devamı beni aşıyor fakat girişini öğrendim,” dedi Kerem girişini çalmayı bitirdiğinde. “Umarım bir gün şarkının tamamını da çalabilirim.”

“Bolca pratik yaptıktan sonra çalınamayacak şarkı yoktur,” dedi Gökhan kendinden emin bir sesle. “Girişi çok iyi çaldın, beğendim.”

“Sahiden mi? Teşekkür ederim.”

“Sahiden.”

“Sen de solosunu çalmak ister misin? Bu muhteşem soloyu akustik gitarında dinlemek isterim.”

“Büyük bir memnuniyetle.”

Gökhan gitarının duruşunu düzelttikten sonra şarkının solosunu çalmaya başladı. Bu şarkıyı akustik gitarla son çalışının üzerinden uzun zaman geçmişti ve bunu yapmayı ne kadar özlediğini daha solonun başında anladı. Bir gülümseme yüzünü süslerken usta parmaklarıyla bir diğer ustanın parmaklarının yarattığı bu sihirli müziği çaldı. Kerem onu büyük bir hayranlıkla izliyor, genç adamın perdeler arasında ve teller üzerinde gezinen parmaklarını seyrediyordu. Artık bu usta parmakların dördünde dövmeler vardı ve adıyla ilgili bu dövmeler enstrüman çalarken onun çok daha havalı görünmesini sağlıyordu.

Gökhan başını kaldırıp Kerem’e baktığında arkadaşını hayran bakışlarla kendisini izlerken buldu. Ona göz kırptı.

“Adama bak ya,” dedi Kerem. “Böyle bir parçayı klavyeye bakmadan çalıyor. Sen şaka mısın oğlum?”

“Şarkıyı adımdan iyi biliyorum,” dedi Gökhan. “Gözlerim kapalı bile çalabilirim.”

“Yap şovunu.”

“Şu an beni izleyen tek sen varsın, yani bu sana özel bir şov.”

“O hâlde bana özel yapılan en güzel şey olduğunu söylemeliyim.”

Gökhan gülerek bakışlarını yeniden gitara odakladı ve şarkının kalanını gitara bakarak çaldı. Bu şarkı ona buruk hissettirse de aynı zamanda diğer hiçbir şarkının hissettiremediği kadar iyi de hissettiriyordu. Bu yüzden Gökhan bu şarkının büyülü olduğuna inanıyordu. Şarkıyla büyük ve derin bir bağ kurduğunun, şarkıyı diğer tüm şarkılardan çok farklı ve hiçbirinin yanına bile ulaşamayacağı bir yere koyduğunun farkındaydı fakat sözlerinin birebir kendisini anlattığını düşündüğü bir şarkıya bundan daha azını yapamazdı. “Kimisi/Kimileri … oynar” kısımlarının ilkinde “askercilik” olan bir şarkıya bundan daha azını yapamazdı. Yavuz Çetin şarkıda geçen ya da geçmeyen bir başka meslek grubu ya da oyun adını söyleyebilirdi fakat o “askercilik” demeyi tercih etmişti ve bunun Gökhan için anlamı çok büyüktü.

Kimisi askercilik oynamıştı, kimileri evcilik oyunu oynamıştı; Gökhan’sa müzisyeni oynuyordu. Şimdi ve daima.

Gökhan penasını tellere sertçe vurup şarkıyı bitirdiğinde Kerem bağırarak onu alkışladı.

“Makine mübarek,” dedi Kerem. “Ellerine, yüreğine sağlık kardeşim benim. Kulaklarımın pasını sildin attın.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Gitar çalmaya bu kadar hızlı başlayacağımı düşünmüyordum ama devam edelim bakalım.”

“Hızımızı kesmeden tam gaz devam.”

İki yakın arkadaş birlikte gitar çalmaya devam ettiler.

***

Perşembe

Fethiye’deki yazlıkta toplanma telaşı vardı. Dinçerler üç haftalık tatillerinin sonuna gelmişti ve artık hem Gökseller hem de Giray ve eşi için evlerine dönme vaktiydi. Tüm aile üyelerinde bir burukluk vardı fakat belli etmemeye çalışıyorlardı.

“Kameralar gitmiş,” dedi Göksel’in kaldığı odadaki boş sehpaya bakan Giray. “Toparlandın mı?”

“Evet,” dedi Göksel. “Toparlandım. Siz ne yaptınız?”

“Biz de her şeyi hallettik. Birazdan valizleri indirip bagaja yerleştiririz.”

“Aynen. Hadi annemlere de bakalım.”

İki kardeş, ebeveynlerinin kaldığı odaya girdiğinde fermuarları kapatılan ve aşağı indirilmek üzere kapının kenarına koyulan valizi ve el çantasını gördü. Güzin’se boşalttıkları dolabı silmekle meşguldü.

“Kolay gelsin sultanım,” dedi Giray. “Siz de toparlanmışsınız.”

“Sağ ol oğlum,” dedi Güzin onlara bakarak. “Toparlandık tabii ya, valizleri arabaya koymak kaldı. Siz de hallettiniz sanırım?”

“Hallettik. Birazdan babamla beraber valizleri de indiririz.”

“Biz de yardım ederiz canım,” dedi Göksel. “Yirmi bir yaşında genç, sağlıklı ve güçlü biriyim; valizlerin de hakkından evelallah gelirim.”

“Bak sen,” diyen Giray onun omzuna kolunu attı ve kız kardeşini kendine çekti. “Soyadımın hakkını veriyorum, diyorsun yani?”

“Tabii ki.”

Duygulanan Güzin bakışlarını çocuklarından alıp dolaba çevirdi ve rafları silmeye kaldığı yerden devam etti.

“Biz de yardım edelim mi?” diye sordu Göksel.

“Ben hallediyorum,” dedi Güzin. “Siz Engin’i bulun da valizleri indirin.”

Göksel ve Giray babalarını bulmak için odadan çıktılar. Engin bahçede iş yerinden biriyle telefonda konuşuyordu. Tatili henüz bitmemişti fakat haftaya pazartesi işbaşı yapacağı için iş hayatına yavaştan geri dönmüştü. O telefonda konuşurken Göksel ve Giray da sandalyeye oturup onu beklemeye başladı.

“Üç hafta çabucak geçti,” dedi Göksel. Elleriyle oynuyordu. “Seni özleyeceğim.”

“Güzel günler göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor,” dedi Giray. “Ben de seni ve diğer herkesi özleyeceğim.”

Göksel onun beline sarılıp başını da omzuna yasladı. “İlk fırsatta İstanbul’a da gelin,” dedi. “Sevmediğinizi biliyorum -biz de âşığı değiliz- ama orada da beraber zaman geçiririz.”

“Yarıyıl tatilinde gelebiliriz, Ankara’nın dondurucu soğuğundan da biraz da olsa uzaklaşmış oluruz.”

“İstanbul daha ılık tabii.”

“Ankara’nın yanında Miami gibi kalıyor be kızım.”

Göksel kıkırdadığında Giray da güldü.

“Senin okulun da bir aya başlar,” dedi Giray. “Tatilinin son haftalarını nasıl geçireceksin?”

“Arkadaşlarımla görüşürüm,” dedi Göksel ona bakarak. “Okul başladıktan sonra görüşmemiz pek mümkün olmuyor malum. Onun dışında da evde dinlenmeye bakarım, okul başladıktan sonra bu da pek mümkün olmuyor malum.”

“Doğru,” dedi Giray gülerek. “Hem gezip tozmana hem de dinlenmene bak o zaman. Biz de Banu’yla gezeceğiz, tatilin son günlerinin tadını çıkaracağız ve yeni bir eğitim yılına bomba gibi gireceğiz.”

“Gezin tabii, sizin için dönem daha erken başlıyor.”

“Aynen, bu yüzden zamanımız daha kısıtlı ama planlarımızı yaptık.”

Telefon görüşmesini bitiren Engin çocuklarının yanına ilerledi.

“Merhaba gençler,” dedi gülümseyerek. “Sizi buraya hangi rüzgâr attı bakalım?”

“Valizleri indirelim diyecektik,” dedi Giray. “Hepimiz toparlandık.”

“Öyle mi? O zaman indirelim. Sonra da yemek yiyip uyuruz zaten. Hepimiz erkenden yola çıkacağız, uyuyup dinlenmemiz gerek.”

Yeniden eve giren aile üyeleri üst kata çıktı. Engin eşiyle kendisinin valizini indirirken Giray da kendi büyük valizlerini indirdi; Göksel kendi valizini aldı, Banu da kendilerinin küçük valizini ve Güzinlerin el çantasını indirdi.

“Resmen evi taşımışız,” dedi Engin bagajdaki iki büyük valize, el çantasına ve birkaç poşete bakarak. “Yetmedi buradan da bir şeyler aldık.”

“Üç koca insan için normal bence,” dedi Göksel. “Sonuçta burada da üç hafta kaldık.”

“Göksel haklı,” dedi Banu. “Bir şey olmaz babacığım.”

“Ah siz kadınlar,” dedi Engin başını iki yana sallayarak. “Başka bir şey kaldı mı?”

“Her şeyi indirdik,” dedi Giray. “Yine bakarız zaten.”

“Tamam o zaman. Hadi yemek yiyelim. Şahsen ben kurt gibi açım.”

“Ben de,” dedi Göksel. “Karnım kazınıyor.”

İçeri giren aile üyeleri el birliğiyle masayı hazırladı ve beraber yiyecekleri son akşam yemekleri için sofraya oturdular.

“Zaman ne çabuk geçti,” dedi Meryem. “Geldiğiniz gün daha dün gibi, yarınsa gidiyorsunuz.”

“Güzel olan her şey kısa sürüyor,” dedi Güzin. “Ama üzülmeyin, yine geliriz. Belki kışın siz gelirsiniz.”

“Artık uzun yolu gözümüz kesmiyor,” dedi Tahsin. “Hele de İstanbul’u. Siz gelirsiniz.”

“Tahsin haklı,” diye eşine arka çıktı Meryem. “Hem o yol hem de İstanbul’un çilesini çekemeyiz artık.”

Akşam yemeği genel olarak sohbetli geçti. Yemekler yendikten sonra sofra toplandı, bulaşıklar makineye yerleştirildi ve Türk kahvesi hazırlandı. Aile üyeleri şimdi de bahçede oturarak kahve içecek ve son akşamlarını beraber geçirecekti. Saatler akşam dokuz olmuştu bile, sabah erkenden yola çıkacakları için çok oturamayacaklardı; biraz sohbet ettikten sonra uyumayı planlıyorlardı.

“Aramızda tatili devam eden bir Göksel var,” dedi Engin bahçede otururken. “Annesiyle ben pazartesinden itibaren işe gitmeye devam edeceğiz, Göksel Hanım’sa yatmaya devam edecek.”

“Öğrenciliğin güzelliği,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hem bu son yaz tatilim, bırakın da tadını çıkarayım. Önümüzdeki hazirandan sonra yüksek ihtimalle ben de iş hayatına atılacağım ve artık üç aylık bir tatil lüksüm olmayacak.”

“Ne ara bu kadar büyüdün?” diye sordu Güzin. “Giray okulu bitirdi, işe başladı, evlendi; sen de son sınıfa geçtin, seneye mezun olacaksın ve çalışma hayatına atılacaksın.”

“Bir de flörtü var tabii,” diye mırıldandı Engin. Sonra yüksek sesle devam etti: “İkinizi de çok güzel yetiştirdik, pırıl pırıl gençlersiniz ve sizinle gurur duyuyoruz. Umarım senin de başarılı kariyerini göreceğiz civcivim benim.”

“Ya baba!” dedi Göksel duygulanarak. “Teşekkür ederiz. Umarım o günler de gelecek.”

“Son akşamımızda duygulanmamalıyız,” diye araya girdi Giray. “Beraber yaptığımız bu tatilin bitmesi zaten üzücü, ateşe barutla yaklaşmayın.”

“Tamam tamam,” dedi Güzin. “Keyifle sohbetimizi edelim ve uyumak için odalarımıza çekilelim.”

Aile üyeleri bir saat kadar sohbet etti. Giray ve Banu yeni dönem başlamadan önce Banu’nun Amasya’da yaşayan ailesini de ziyaret edecek ve birkaç gün onlarda kalacaklardı. Güzin ve Engin çalışma hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekti. Göksel’inse yeni dönem başlayana kadar neredeyse bir ay zamanı vardı ve bu vakti hem arkadaşlarıyla görüşerek hem de evde dinlenerek geçirecekti. Meryem ve Tahsin’se buradaydı, yaşlı karı koca sakin hayatlarına devam edecekti.

Saatler onu geçerken hepsi uyumak için odasına çekildi. Odasının kapısını kapatan Göksel yatağına ilerledi, pikeyi kaldırıp altına girdi ve telefonunu eline aldı. Mesajlaşma uygulamasına girip Gökhan’la olan konuşmasını açtığında genç adamın çevrim içi olduğunu gördü. Gülümseyerek ona mesaj attı.

Selam, n’aber?

Gökhan onun bu mesajını saniyeler içinde gördü ve ona cevap verdi.

Selam

İyiyim, senden n’aber?

Göksel onun mesajlarına cevap vermeden önce yastığını düzeltti ve ona öyle cevap yazdı.

Ben de iyiyim, ne yapıyorsun?

Gökhan’ın cevabı yine gecikmedi.

Salonda oturuyorum öyle, sen ne yapıyorsun?

Konuşma sayfasında bekleyen Göksel ona hemen cevap verdi.

Ben de odamda uzanıyorum. Evdekiler odalarına çekildi, ben de benimkine çekildim

Gökhan onun bu mesajını hemen gördü fakat cevap vermek için aceleci davranmadı. On beş saniye kadar bekleyen genç adam ona bir soru sordu.

Müsaitsen arayayım mı?

Onun bu sorusu Göksel’i genişçe gülümsetti.

Müsaitim, ara

Göksel’in bu mesajı göndermesinden sadece birkaç saniye sonra telefonu çalmaya başladı. Genç kadın telefonu açmadan önce boğazını temizledi.

“Selam,” dedi Gökhan’ın neşeli sesli.

“Selam,” diyen Göksel’in sesi kısık çıktı. “Evdekiler uyuma moduna geçtiler, bu yüzden yüksek sesle konuşamayacağım.”

“Sıkıntı değil,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Neden bu kadar erken uyudular?”

“Uzun ve yorucu bir gündü,” diye cevap verdi Göksel. Yalan sayılmazdı. “Onlar da erkenden uyumak istediler.”

“Anladım. Sen yorulmadın mı?”

“Yoruldum ama biraz seninle konuşabilirim, sonra uyurum.”

“Peki o zaman. Nasıl gidiyor?”

“İyi gidiyor, son günlerimizin keyfini çıkarıyoruz.”

“Ne zaman döneceğiniz kesinleşti mi?”

“Pazar gün doğmadan yola çıkıyoruz,” diyen Göksel gülmemek için yanağının içini ısırdı. “Son iki günümüz kaldı yani.”

“Çok az kalmış,” dedi Gökhan neşeyle. “O zaman pazartesi görüşebiliriz değil mi?”

“Görüşebiliriz.”

“Çok iyi. Üç hafta bekledim, dört gün daha bekleyebilirim. Tatiliniz nasıldı peki? Güzel vakit geçirdin mi?”

“Harika zaman geçirdim,” dedi Göksel içtenlikle. “Ailemle hasret giderdim, kızgın kumlarla ve serin sularla hasret giderdim; bolca yüzdüm, bolca güneşlendim, bolca gezdim ve elbette bolca fotoğraf ve video çektim. Benim için dolu dolu bir üç haftaydı, çok keyifliydi.”

“Senin adına çok sevindim. Bu tatil sana çok iyi gelmiştir.”

“Kesinlikle geldi. Bütün negatif yüklerimden kurtuldum, senenin yorgunluğunu vücudumdan söküp attım ve severek okuduğum bölümde son seneme geçmeye fazlasıyla hazırım.”

“Ne güzel. Pazartesi karşımda çok enerjik bir Göksel göreceğim gibime geliyor.”

“Hiç şüphesiz. Senin haftan nasıl gidiyor?”

“Bildiğin gibi,” dedi Gökhan omuz silkerek. “İşe gidip geliyorum, karnımı doyuruyorum; biraz oturuyorum ve yatıp uyuyorum. Bugün bilgisayardan bir şeyler izledim, seninle konuşmadan önce de sessizlikte kafa dinliyordum biraz.”

“Sessizliğini bozmuş mu oldum?”

“Elbette hayır, seni aramak isteyen bendim; unuttun mu? Sesini duymak istedim, sesini duymak bana iyi geliyor ve şimdi de geldi.”

Göksel kıkırdadığında onun tatlı kıkırdamasını duyan Gökhan gülümsedi.

“Çok şirinsin,” dedi Göksel. “Senin sesini duymak da bana iyi geldi.”

“Hım,” dedi Gökhan kelimenin sonunu uzatarak. “Tatil boyunca bana söylediğin tüm bu tatlı cümleleri İstanbul’a döndükten sonra yüzüme de söylersin umarım.”

“Çok hoşuna gidiyor bakıyorum.”

“Sen ve seninle ilgili her şey çok hoşuma gidiyor.”

“Demek öyle.”

“Öyle.”

Göksel güldü. O sırada bir adım sesi duydu ve koridorun ışığı açıldı.

“Birini uyandırdım sanırım,” dedi Göksel. Adım sesleri yaklaşıyordu. “Ve sanırım odama geliyor. Bir dakika.”

Odasının kapısı açıldığında telefonu pikenin altına soktu. Gelen kişi babası Engin’di.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu Engin. “Sesin geliyor, biriyle mi konuşuyorsun?”

“Arkadaşıma ses kaydı atıyordum,” diye hızlı bir yalan uydurdu Göksel. “Yatıyorum şimdi.”

“Hadi yat uyu, iyice dinlen.”

“Tamam. İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Engin odadan çıktığında Göksel rahat bir nefes aldı. Babası neyse ki yarın yola çıkacaklarıyla ilgili bir şey söylememişti.

Telefonu yeniden kulağına yaslayan Göksel, “Kusura bakma,” diye fısıldadı. “Babam odayı bastı, kapatmam gerek.”

“Duydum,” dedi Gökhan. Baba kızın konuşmasını rahatça duymuştu. “Baban sana kızmasın, sen yatıp uyu. Biz yine konuşuruz.”

“Tekrardan kusura bakma.”

“Önemli değil, gerçekten. Hem uzun ve yorucu bir gün olduğunu söyledin, babanın da dediği gibi yatıp dinlen.”

“Öyle yapacağım. Sana iyi geceler, görüşmek üzere.”

“Sana da iyi geceler Gök, tatlı rüyalar. Görüşürüz.”

“Hoşça kal.”

Göksel telefonu kapattı.

“Ya babam yarın erkenden yola çıkacağımızı söyleseydi?” diye düşündü. “Ucuz kurtuldum.”

Telefonu komodine bırakan genç kadın sağına döndü ve gözlerini kapattı.

***

Ertesi gün Dinçerler gün doğmadan uyandılar. Etraf karanlık ve sessizdi fakat onların yaşadığı yazlıkta birkaç odanın lambası açıktı ve evden konuşma sesleri yükseliyordu. Göksel yolda rahat etmek için üzerine penye bir şortla bol bir tişört giydi, akşam giydiği kıyafetleri de sırt çantasına koydu. Aynı sırt çantasının içinde yedek kıyafetler ve profesyonel fotoğraf makinesi vardı. Yolculuk yaparken fotoğraf ve video çekimi yapmayı seven genç fotoğrafçı dönüş yolunda gün doğumunu çekmeyi istiyordu.

“Kahvaltı etmeyeceğinizi söylediniz fakat size akşam muz çıkarmıştım,” dedi Meryem. “Ayılmanız için kahve de yaptım. Hadi oturup yiyin.”

“İyi düşünmüşsün anne,” dedi Engin. “Yiyip çıkalım.”

Hepsi uyku sersemi olduğu için masada pek konuşmadılar. Kahve içen aile üyeleri yavaşça kendine geldi.

“Aman dikkatli sürün evladım,” dedi Meryem. “Etraf trafik magandası kaynıyor, kimseyle münakaşaya girmeyin.”

“Merak etme annem,” dedi Güzin onun koluna girerek. “Biz elli dört senedir İstanbul’da yaşayan ve otuz küsur senedir orada araba süren insanlarız, trafiğe ve sürücülere oldukça hâkimiz.”

“Ben yine de söyleyeyim de içim rahat etsin.”

Aile üyeleri yanlarına alacakları çantaları da arabalara koydular ve vedalaşma kısmına geçtiler. Büyükler vedalaşırken Göksel bir kenarda bekledi. Ailenin en küçüğü olduğu için vedalaşmalarda sıra en son ona geliyordu ve o da bu durumu bildiği için sıra kendisine gelene kadar sessizce bekliyordu.

“Öpeyim dedeciğim,” diyen Göksel dedesi Tahsin’in elini öptü ve ona sarıldı. “Her şey için teşekkür ederim, hakkınızı helal edin.”

“Helal olsun civcivim benim,” dedi Tahsin onun sarı saçlarını okşayarak. “Kendine çok iyi bak, derslerine iyi çalış.”

“Çalışacağım. Sen de kendine çok iyi bak.”

Göksel anneannesiyle de vedalaştı ve onunla da benzer bir konuşma gerçekleştirdi. Anneannesinden sonra ağabeyine ilerledi ve ona da sıkı sıkıya sarıldı.

“Güzelim benim,” dedi Giray gülümseyerek. “Kendine ve annemlere iyi bak, üçünüz de birbirinize emanetsiniz. Derslerine çalıştığını biliyorum ama ben yine de derslerine çalış diyeceğim, yazın mezuniyetine gelip seni gururla izlemek için sabırsızlanıyorum.”

“Sen de kendine ve Banu ablaya çok iyi bak,” dedi Göksel. Mavi gözleri dolmuştu. “Biz başımızın çaresine bakarız, aklın sakın bizde kalmasın. Derslerime de çalışacağım ve yazın hepiniz mezuniyet törenimde orada olup beni gururlandıracaksınız.”

“Biz de başımızın çaresine bakarız, senin de aklın bizde kalmasın. Seni çok sevdiğimi ve fiziksel olarak uzakta olsam bile her daim yanında olduğumu sakın unutma.”

“Ben de seni çok seviyorum.”

İki kardeş yeniden sıkı sıkı sarıldılar ve birbirlerini öptüler. Ağabeyiyle vedalaşmayı bitiren Göksel yengesiyle de vedalaştı.

“Kendine çok iyi bak canım,” dedi Banu. “Yeni eğitim döneminde de şimdiden başarılar dilerim.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Sen de kendine iyi bak. Ağabeyim sana, sen de ağabeyime emanetsin.”

Göksel, Engin ve Güzin kendi arabalarına binerken Giray ve Banu da kendi arabalarına bindi. İki araç ana yola çıkana kadar peş peşe ilerledi, ana yola çıktıklarında Giraylar doğuya dönerken Enginler de batıya doğru devam etti.

“Bundan nefret ediyorum,” dedi Güzin’in ağlamaklı sesi. “Kocaman adam oldu, evlenip kendi yuvasını kurdu ama hâlâ benim oğlum ve ondan ayrılmaktan nefret ediyorum.”

Ön koltukta oturan Göksel arkasına dönüp annesinin dizine dokundu. “Ayrılıklar hepimiz için çok zor,” dedi. “Ama sakın ağlayayım deme, kızarım bak. Kış tatilinde yine gelirler, yine görüşürüz.”

“Kış tatiline daha çok var.”

“Haklısın ama zaman çabucak geçiyor, bir bakmışsın kış gelmiş ve ağabeyimler İstanbul’dalar.”

“Zaman çabucak geçecek ve sen de yanımızdan gideceksin. Ne vardı da bu kadar çabuk büyüdünüz sanki?”

“Bak ya,” dedi Göksel. “Kendi kendini boşuna üzüyorsun şu an, anın tadını çıkar sultanım.”

Güzin burnunu çekip işaret parmağının eklem yeriyle gözlerinin altını sildi. “Tamam, bir şey yok,” dedi. “Hazır arka koltuktayım, biraz kestireyim.”

“Çok iyi fikir.”

Göksel önüne döndüğünde babasıyla göz göze geldi ve baba kız birbirine gülümsedi. Onlar da duygusal ve üzgündü fakat bunu belli ederlerse arabanın içi bir anda gözyaşlarıyla dolacağı için hislerini içinde tutmayı tercih ettiler.

Gün ağarırken Göksel kamerasını torpidoya yerleştirdi ve gün doğumunun her anını videoya aldı. Güneşin ilk ışıkları etrafı aydınlatırken de camını açtı ve kendisini dikiz aynasından çekti. Onun fotoğraf çektiğini fark eden Güzin de kendi camını açtı ve kadraja dahil olarak kızıyla beraber poz verdi. Hızlı giden araba yüzünden sarı saçları uçuşan anne kızın yüzlerinde samimi birer gülümseme vardı ve ikisi de çok hoş çıktı.

“Aman dikkat et,” dedi şoför koltuğunda oturan Engin. “Kamerayı açık camdan uzak tutalım lütfen.”

“Askısı var ya,” dedi Göksel askıyı göstererek. “Güvenlik önlemimi aldım elbette, hiç merak etme. Bu makineye bir servet yatırdım, kendimden iyi bakıyorum.”

“Sen en çok kendine iyi bak ama makineye iyi bakmakta da fayda var tabii.”

“O iş bende babacığım.”

Birkaç saat sonra İzmir’e ulaşan aile üyeleri kahvaltı etmek için burada mola verdiler. İzmir’in meşhur boyozunu yiyip yanında da çay içtiler. Göksel, İzmir’de de birkaç fotoğraf çekti ve aile vakit kaybetmeden yola devam etti. Bu sefer şoför koltuğunda Güzin oturuyordu, Engin onun hemen yanındaydı ve Göksel de arka koltuğa geçmişti. İstanbul’a varana kadar iki kez kısa süreli ihtiyaç molası haricinde hiç durmadılar ve öğleden sonra İstanbul’a vardılar. Anadolu Yakası’nda şehir içi trafiğinin içine karıştılar.

“İşte bunu hiç özlememişim,” dedi Güzin. Bursa’da verdikleri son molada yolcu koltuğuna geçmişti. “Hiç köprü trafiğine girmesek mi hayatım? Avrasya’dan geçelim.”

“Aynısını düşünüyordum,” dedi Engin ona bakarak. “E5’ten direkt tünele gidelim.”

Trafik içinde yavaş yavaş ilerleyerek de olsa Göztepe civarına ulaştılar. Göksel, İstanbul Medeniyet Üniversitesini görünce gözleri biraz açıldı.

“Burası Merdivenköy, değil mi?” diye sordu.

“Yolun aşağısı,” dedi Engin. “Üniversitenin arkası Merdivenköy Mahallesi.”

Göksel kendi kendine gülerken Engin dikiz aynasından garipçe ona baktı.

“Sen burayı nereden biliyorsun ki?” diye sordu Engin. Başını eğdi. “Yoksa tahmin ettiğim şey mi? Gökhan burada mı yaşıyor?”

“Evet,” dedi Göksel. “Merdivenköy’de oturduğunu söylemişti. İş yeri ve sahne aldığı kafe Caferağa’da, evinin de o civarda olup olmadığını sorduğumda söylemişti. Laf arasında geçti yani.”

“Açık adresini de verdi mi? Laf arasında yani. Evdeyse uğrayıp selam verelim.”

“Baba!” dedi Göksel sesini yükselterek. “Yaşadığı mahalleyi bilmemde ne sakınca var? Dediğim gibi laf arasında geçti ve gayet normal bir durum.”

“Tabii tabii,” diye mırıldandı Engin. Güzin’le göz göze geldi. “Yine kıskançlık yapıyorum değil mi? Tamam, son birkaç konuşmayı unutalım. Demek Gökhan burada oturuyormuş. İşiyle okulunun arasında bir yer, ulaşımı kolaydır.”

Göksel gülerek, “Yorum yapmak zorunda değilsin,” dedi. “Sadece soru sordum.”

Engin sabır dilenir gibi derin bir nefes alsa da bir şey söylemedi. Arabanın içine bir sessizlik yayıldığında Göksel rahatladı ve bir daha ağzını açmayı kendine yasakladı.

Fatih’e varan Dinçerler bir işletmeden yemek aldıktan sonra eve geçtiler. Daireye çıkarttıkları valizleri koridorda bırakıp yemek yemek için mutfağa geçtiler. Hepsinin karnı kazınıyordu ve düşündükleri tek şey bir an önce karınlarını doyurmaktı.

“Valizleri boşaltalım,” dedi Güzin yemekten sonra. “Bunlar da aradan çıksın da sonra dinleniriz. Yarın sabah temizlikçi kadın gelecek, bu yüzden etrafta kıyafet görmek istemiyorum.”

“Siz nasıl isterseniz kraliçem,” dedi Göksel. “Çok yorgun sayılmam zaten, valizimi boşaltır ve öyle uzanırım.”

“O zaman hadi iş başına.”

***

Ertesi sabah Güzin’in de dediği gibi temizlikçi kadın erkenden geldi, Güzin ona temizlikle ilgili bir şeyler söyledikten sonra Göksel’le beraber evden ayrıldı. Engin’in bir toplantısı olduğu için o işe gitmişti, anne kız da beraber Eminönü’ne gittiler ve kahvaltı ettiler. Kahvaltıdan sonra Göksel’in filmlerini banyoya vermek için genç kadının senelerdir gittiği bir fotoğrafçıya girdiler.

“Merhaba,” dedi Göksel. “Kolay gelsin.”

“Sağ olun,” dedi orada çalışan genç. “Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk,” dedi Göksel gülümseyerek. Gençle tanışıyorlardı. “İki filmimi yıkatacağım.”

“Hayhay,” dedi genç. “Tatil dönüşü mü?”

“Evet.” Göksel çantasından filmleri çıkardı. “Her zamanki gibi yüksek kalitede yıkanıp taranacak.”

“Formu şöyle vereyim,” deyip kâğıdı uzattı genç. “Nereye gittiniz?”

“Muğla’daydık. Fethiye’de dedemlerin yazlığı var.”

“Ne güzel.”

Göksel ona kibar bir gülümseme gönderdikten sonra formu doldurdu ve formla beraber filmleri de uzattı.

“Borcumuz ne kadar?” diye sordu Güzin.

Genç ona fiyatı söyledi.

“Her şey gibi buna da zam gelmiş tabii,” diyen Güzin ödemeyi yaptı.

“İki saate falan yazdığın e-posta adresine gönderilir,” dedi genç. “Yardımcı olabileceğim başka bir şey var mı?”

“Hayır, yok,” dedi Göksel. “Teşekkür ederim. Kolay gelsin.”

“Biz teşekkür ederiz. İyi günler.”

“İyi günler.”

Anne kız fotoğrafçıdan çıktılar.

“Oha!” dedi Güzin. “Bir banyo bu kadar pahalı olur mu yahu? Yazıktır, günahtır.”

“Oluyor maalesef ki,” dedi Göksel. “İşte bu yüzden aylardır analog film almıyordum, bir süre de almam gibi.”

“Fotoğrafçılık bir meslek ama aynı zamanda çok güzel bir hobi fakat bu fiyatlardan sonra zengin hobisine dönüşmüş artık. Neyse, biricik kızımızın en büyük tutkusu ve mecburen karşılayacağız.”

“Seni yerim,” diyen Göksel onun boynuna sarıldı. “Yılbaşından önce birkaç film alıp stok yaparım, dönem sonuna kadar onları kullanırım.”

“Mantıklı. Eylül gelince konuşuruz yine.”

Anne kız Eminönü’nde birkaç saat dolaştıktan sonra eve döndüler. Temizlikçi kadın tüm odaları temizlemişti, sona salonu bırakmıştı ve Gökseller eve döndüğünde de orayı temizliyordu. Göksel hızlı bir duş alıp odasına girdi. Yavaştan hazırlanmaya başlayabilirdi. Akşama Parça Kafe’ye gidip Gökhan’a sürpriz yapacaktı. Onu hâlâ Fethiye’de sanan genç adamın onu karşısında görünce yüzünde oluşacak ifadeyi görmek için sabırsızlanıyordu.

Engin eve döndükten biraz sonra temizlikçi kadın da işini bitirerek evden ayrıldı. Üç haftada tozlanan ev artık pırıl pırıldı fakat temizlik yüzünden yemek yapmaya vakit olmamıştı ve Güzin bu akşamın yemeğini de yine dışarıdan söyledi.

“Etraf tertemiz olmuş,” dedi Engin. “Kadının ellerine sağlık.”

“Çok güzel temizlemiş gerçekten,” diye eşine katıldı Güzin. “Temizlik işi de halloldu. Yarın da dinleniriz ve yeni haftayla beraber iş hayatımıza kaldığımız yerden devam ederiz.”

“Aynen öyle. Göksel ne yapıyor? Odasında mı?”

“Evet, akşam Gökhan’ın yanına gideceği için hazırlanıyor.”

“Hazırlansın bakalım. Gökhan Bey’le hasret gidersinler.”

“Biz de aynı yollardan geçtik hayatım.”

“Biliyorum. Bazen kıskançlık yapsam da anlayışla yaklaşıyorum zaten, hepimizin geçtiği yollardan geçiyor. Gökhan’ı biraz kıskansam da Göksel’i mutlu ettiği bir gerçek ve Göksel mutluysa biz de mutluyuzdur.”

“Kesinlikle.”

Akşam yemeğini hep beraber yediler.

“Kesenize bereket,” dedi ağzını silen Göksel. “Şimdi izninizle hazırlanmaya devam edeceğim.”

“Afiyet olsun güzelim,” dedi Güzin. “Hazırlan tabii. Saat altıyı geçiyor bile, çok geçe kalmadan çık.”

“Farkındayım, hızlıca giyinir ve yüzüme birkaç şey sürerim.”

Göksel bu akşam için beyaz puantiyeli lacivert elbisesini giydi. Saçlarını yine köpükle şekillendirmişti ve dalgası ortaya çıkan sarı saçları çok hoş görünüyordu. Gözlerinde sütlü kahverengi tonunda bir far kullanıp, makyajını siyah maskarayla tamamlarken dudaklarına da pembe parlatıcısını sürdü. Yanakları ve burnu fazlasıyla kızarık olduğu için allık kullanmadı, rengi iyice açılan sarı kaşlarını da yukarı taramakla yetindi. Kaşları artık çok daha az belli oluyordu ama bu görüntü Göksel’in hoşuna gitmişti.

Beyaz çantasına birkaç eşyasını koyduktan sonra odasından çıktı.

“Ben çıkıyorum,” dedi salondaki annesiyle babasına. “Çok geçe kalmam ve sizi güncellemeyi de unutmam. İkinizi de öpüyorum.”

“Kendine dikkat et,” dedi ayağa kalkan Engin. “Söylemeden geçemeyeceğim, çok güzel olmuşsun.”

“Teşekkür ederim.”

Göksel arabanın anahtarını aldı, beyaz sandaletlerini giydi ve evden ayrıldı. Gökhan’la görüşeceği için çok heyecanlıydı, ona sürpriz yapacağı için ise daha da heyecanlıydı. Yola çıkmadan önce çantasını kontrol etti ve Gökhan’a aldığı hediyelerin içinde olduğuna emin olduktan sonra gaza bastı.

Göksel Parça Kafe’ye ulaştığında saatler 19.50’yi gösteriyordu. Arabayı kafenin biraz gerisine park eden genç kadın dikiz aynasından kendisini kontrol etti, parlatıcısını tazeledi ve çantasını alarak arabadan indi.

En son bu kadar heyecanlandığı zaman Gökhan’ın yanağını öptüğü zamandı.

Derin bir nefes alan genç kadın kafenin kapısına doğru yürüdü. İçeri girmeden önce sırtını dikleştirdi, boğazını temizledi ve yüzüne bir tebessüm kondurdu.

Merhaba Gökhan. Hayır, çok resmî. Sürpriz! Doğum günü kutlamıyorsun Göksel. Ben geldim. Hoş geldin salak. Selam. Evet, en iyisi bu.”

Kendi kendine yaptığı tartışmaları bitiren Göksel kafenin kapısından geçip içeri girdi. Kafe çoğu zaman olduğu gibi doluydu, çoğunluğu gençlerden oluşan müşteriler masaları dolduruyordu. Gözlerini içeride gezdiren Göksel yavaş adımlarla da yürüyordu. Sağ tarafa bakan ve Gökhan’ı göremeyen genç kadın bakışlarını sol tarafa çevirdiğinde aradığı kişiyi buldu.

Masaların arasındaki Gökhan, Doğuş’la sohbet ediyordu. Üstünde bisiklet yaka siyah bir kısa kollu tişörtle mavi kotu vardı, siyah spor ayakkabılarını giymişti ve gümüş renkli küpeleriyle yüzüklerine bu sefer birkaç bileklik eşlik ediyordu. Saçları biraz uzamıştı ama Gökhan onları yine özenle taramış ve şekillendirmişti.

Çok hoş görünüyordu.

Doğuş’un söylediği bir şeye gülerken başını yere eğdi. Bu çekici gülüşü üç hafta sonra kanlı canlı gören Göksel içinin sıcacık olduğunu hissetti. Onu özlediğini biliyordu fakat bu kadar özlediğinin farkında değildi.

“Bakar mısınız?”

Bir müşteri Doğuş’a seslendiğinde Doğuş kafenin içine baktı ve köşedeki masaların birinde oturan genç bir kızın elini kaldırdığını gördü.

Doğuş o masaya gitmek için Gökhan’ın yanından geçti, o esnada Gökhan da soluna dönüp Doğuş’a baktı ve arkadaşının omzuna iki kez vurdu. Doğuş uzaklaştığında koridorun ucunda duran kişiyi fark etti. Gülümsemesi yüzünde asılı kalırken bir şok ifadesi de yüzüne yayıldı.

“Göksel?”

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil