Kadrajdaki Dünyalar | 18. Kare: Odak Noktası Aşk

Kadrajdaki Dünyalar'ın 18. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Ocak 1, 2023 - 13:20
Ocak 1, 2023 - 13:20
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 18. Kare: Odak Noktası Aşk

Bölüm Fotoğrafı: Cottonbro Studio

Gökhan kocaman açılmış gözleriyle şok içinde birkaç metre ilerisinde duran Göksel’e bakarken Göksel’in dudakları yukarı kıvrıldı. Genç adam yavaşça soluna dönüp gövdesini ona çevirdi ve şaşkın bakışlarla ona bakmaya devam etti; gördüklerine inanamıyordu ve bu yüz ifadesinden açıkça anlaşılıyordu.

“Selam,” dedi Göksel.

Gökhan ağır ağır ona yürümeye başladığında Göksel de ona doğru ufak adımlar attı. O kadar heyecanlıydı ki bacakları titremediği için bacaklarına teşekkür edebilirdi.

“Selam?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. Onun da yüzüne bir gülümseme yayıldı. “Beni kandırdın.”

“Kandırmak demeyelim de sürpriz yaptım diyelim,” dedi Göksel gülümsemeye devam ederken. “Sürpriz!”

Gökhan genç kadının karşısında durup onun yüzüne baktı. Bronzlaşmış tenine, güneşte yanmış yanaklarıyla burnuna, rengi iyice açılmış kaşlarına ve bronz yüzünde parıl parıl parlayan masmavi iri gözlerine baktı.

Bu görüntü telefonda gördüğünden çok daha nefes kesiciydi.

“Çok fenasın,” dedi Gökhan. “Gel buraya.”

Gökhan ona uzandığında Göksel de bir adım öne çıktı ve ikisi de kollarını aynı anda birbirinin gövdesine sardı. Gökhan, Göksel’in beline doladığı kollarını sıktığında genç adamın gücünü hissetmek genç kadını gülümsetti.

Bu bedendeki güçte ona güven veren bir duygu vardı, onu korkutan değil.

Gökhan burnunu onun saçlarının arasına sokup, derin bir nefes alarak genç kadının tatlı kokusunu içine çekerken Göksel de bir eliyle onun ensesindeki saçlara dokundu ve genç adamın yumuşak saçlarını yavaş hareketlerle okşadı. Gökhan bir elini genç kadının belinden sırtına çıkardı, onun kürek kemiğine dokundu ve onu içine sokmak istiyormuş gibi kendisine bastırdı.

“Hoş geldin,” dedi Gökhan, onun kulağına doğru. “İyi ki geldin. Seni çok özledim.”

“Ben de seni çok özledim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bu yüzden geldim ve hoş buldum, çok hoş buldum.”

Göksel yanağını onun boynuna bastırdı. Gökhan’ın saçlarından şampuanının hafif kokusu geliyor, üstünden de parfümünün ferah kokusu yükseliyordu. Genç adamın her zamanki kokusuydu fakat bu kokuyu üç hafta sonra ve bu kadar yakından almak Göksel’e bu kokunun önceden bu kadar güzel olmadığını düşündürttü.

“Saatlerce böyle durabilirim,” diye mırıldandı Gökhan. “Nasıl bir kadınsın da üç haftada bile kendini bu kadar özletebiliyorsun? İki gün daha dayanabileceğimi düşünüyordum ama şu an seni kollarımın arasına aldım ya, dayanamayacağımı anladım.”

Göksel kendini biraz geri çekip karşısındaki yüze baktı. Gökhan’ın yüzünde bir buçuk günlük çok hafif bir sakal vardı, genç adam henüz tatile gitmemiş olsa da kavurucu yaz güneşi onun yüzünü de biraz bronzlaştırmıştı; sol şakağında yeni çıktığı belli olan bir sivilce vardı, karamel tonundaki gözleri sevinçle ışıl ışıl parlıyordu ve dünyanın en içten gülümsemesi de dudaklarını süslüyordu.

“Artık buradayım,” dedi Göksel. “Yanındayım.”

“Hep yanımda ol,” diye karşılık verdi Gökhan. “Uzandığımda dokunacağım kadar yakınımda ol.”

Göksel ona uzanıp dudaklarını genç adamın sol yanağına bastırdı. Dudaklarını bir saniye onun yanağında bekletip küçük ama yoğun bir öpücüğü Gökhan’ın yumuşak yanağına bıraktı.

“Sadece dokunacak kadar değil,” dedi Göksel genç adamın alev alev yanan gözlerine bakarak. “Uzanınca öpecek kadar da yakınındayım.”

Gökhan da ona uzandı ve dudaklarını Göksel’in güneşten yanmış elmacık kemiğine bastırdı. Öpücüğü öyle yoğundu ki burnu da genç kadının yanağına gömüldü ve aldığı derin nefesle birlikte onun kokusunu da içine çekti. Dudaklarını geri çektiğinde ne zaman kapattığını bilmediği gözlerini açtı ve aynı anda gözlerini açan Göksel’le bakışları birleşti.

“Bu yakınlık çok hoşuma gitti,” dedi Gökhan. Göksel’in belindeki elinin parmaklarını ayırıp onun belini tamamen kavradı. “Bu mesafeden daha güzelsin.”

Göksel gülerek başını yere eğdiğinde Gökhan ona bir kez daha sarıldı. Genç adam kollarıyla onun sırtını tamamen sararken Göksel de kollarını onun boynuna doladı, çenesini omzuna yaslayıp gözlerini huzurla kapattı. Birkaç saniye boyunca bu pozisyonda durdular, kafedeki hareketliliğin ortasında öylece durdular. Meraklı gözler onlara bakıyor, fısıldaşıyor ve gülümsüyordu.

“Sana bir masa bulalım,” dedi Gökhan ondan zor da olsa ayrıldığında. “Sahneye çıkmama daha var, biraz sohbet edelim.”

“Olur,” dedi Göksel başını sallayarak. “Ama içerisi çok kalabalık, sahne önündeyse hiç boş yer yok.”

“Bir şekilde ayarlarız,” diyen Gökhan arkasına döndü ve bakışlarını içeride gezdirip Doğuş’u aradı fakat genç adam etrafta görünmüyordu. “Doğuş birazdan geldiğinde ona söylerim.”

“Doğuş garson olan genç mi?”

“Ta kendisi.” Mutfak kapısı açıldı ve elinde tepsiyle Doğuş çıktı. “Geldi bile.”

Doğuş onlara kısa bir bakış attıktan sonra bir masaya siparişlerini götürdü.

“Doğuş!” diye seslendi Gökhan. “Bir bakar mısın?”

Doğuş siparişleri masaya yerleştirdikten sonra onlara yürüdü. Önce Gökhan’a, ardından Göksel’e baktı.

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Göksel, Doğuş; Doğuş, Göksel.”

“Merhaba,” dedi Doğuş. “Tekrar hoş geldin.”

“Hoş buldum,” diye karşılık verdi Göksel. “Beni hatırlıyorsun.”

“Hatırlıyorum hatta fotoğrafçıydın, sohbet etmiştik. Gökhan’la tanıştığınızı bilmiyordum.”

“Aslında biz de buraya geldiğim akşam tanıştık, biraz uzun hikâye.”

“Siz ikiniz nereden tanışıyorsunuz peki?” diye sordu Gökhan. Genç adam şaşkındı.

“Ahsenlerle buraya geldiğimiz akşam Doğuş’tan fotoğrafımızı çekmesini rica etmiştik,” diye cevap verdi Göksel. “Biraz sohbet etmiştik, ona fotoğrafçı olduğumu ve bu alanda lisans eğitimi aldığımı söylemiştim.”

“Hım, anladım. Bakıyorum da ben olmadan da arkadaşlarımla tanışmanın yollarını bulmuşsun.” Gökhan gülümsedi. “Doğuş bize bir masa ayarlayabilir misin? Sahne önleri de hep doldu ama bir çaresine bakamaz mıyız?”

“Bakarız,” diyen Doğuş arkasını dönüp kafeyi inceledi. “Buldum bile.”

Doğuş sahne önündeki bir masaya ilerledi. Masada iki delikanlı karşı karşıya oturuyordu. Doğuş’u fark edince ona baktılar.

“Merhaba,” dedi Doğuş. “Birileri gelmeyecekse bu yan masayı ayırabilir miyim? Müzisyen arkadaşımızın arkadaşı geldi de onlara oturacak bir masa lazım.”

Esmer olan delikanlı Göksel’le Gökhan’a kısa bir bakış attı. “Olur tabii,” dedi. “Arkadaşlar ayakta kalmasın.”

“Çok teşekkür ederiz,” dedi Gökhan onlara yaklaşıp. “Eyvallah beyler.”

“Ne demek,” diyen delikanlı ona anlayışlı ve anlamlı bir bakış attı.

Gökhan ve Doğuş el birliğiyle sağdaki masayı diğer masadan uzaklaştırdılar, sonrasında iki sandalyeyi de kaldırıp masayla aynı hizaya yerleştirdiler.

“İşte bu kadar,” dedi Doğuş. “Oturun bakalım gençler. Size menü getireyim.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan.

Doğuş ona göz kırptıktan sonra uzaklaştı, Göksel ve Gökhan da masaya oturdular. Göksel elbisesinin eteğini düzelttikten sonra çantasını da masanın kenarına koydu.

“Üç hafta sonra nihayet yeniden karşı karşıyayız,” dedi Gökhan ona bakarken. “Bunu da özlemişim.”

“Ben de,” dedi Göksel. “Nasılsın? Hayat nasıl gidiyor?”

“Şu an dünya üzerindeki en mutlu insanım.”

“Öyle mi?” dedi Göksel gülerek.

“Öyle,” dedi Gökhan başını sallayıp. “Senin tatilin nasıldı? Çok güzel bronzlaşmışsın, aşırı yakışmış.”

“Teşekkür ederim. Çok keyifli, eğlenceli ve hem bedenimi hem de ruhumu dinlendiren mükemmel bir tatil yaptım; ailemle beraber İstanbul’un yoğunluğundan uzakta üç hafta geçirmek çok iyi geldi. Yeniden doğmuş gibiyim.”

“Bu tatilin sana yaradığı gerçekten belli oluyor. Senin adına sevindim. Ne zaman döndünüz?”

“Dün gün doğmadan yola çıktık, öğleden sonra buradaydık.”

“Bugün de hemen yanıma geldin.”

“Evet, sana sürpriz yapmak istedim.”

“Çok iyi yaptın.”

“Senin için başka şeylerim de var,” diyen Göksel çantasına uzandı. “Muğla’dan ufak hediyeler getirdim.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Çok incesin, teşekkür ederim.”

Göksel poşeti çıkarıp Gökhan’a uzattı. Poşette iki hediye paketi vardı. Gökhan kırmızı paketi açtığında içinden iki magnet çıktı. Bir magnette Bodrum’un meşhur beyaz evlerinin olduğu bir sokak, sokağın aşağısındaki deniz ve masmavi gökyüzünün bir resmi vardı; göğün olduğu kısımda beyaz boyayla Bodrum yazılıydı. İkinci magnette de Kızılada Deniz Feneri’nin bir görseli vardı, üstünde de Fethiye yazıyordu.

“Çok güzellermiş,” dedi Gökhan gülümseyerek. Başını kaldırıp karşısında oturan Göksel’e baktı. “Hemen buzdolabıma asacağım. Teşekkür ederim.”

“Güle güle kullan,” dedi Göksel. “Benden ve Muğla’dan birer hatıra olarak saklarsın.”

“Kesinlikle saklayacağım.”

Gökhan magnetleri hediye paketine geri koyduktan sonra mavi renkli hediye paketine uzandı. “Renk seçimini bilerek mi yaptın?” diye sordu. “Magnetler de maviydi.”

“Magnetler denizden ötürü mavi ama hoş bir tesadüf oldu,” dedi Göksel. “Hediye paketini ise özellikle mavi seçtim.”

“Çok ince düşüncelisin.”

Gökhan mavi hediye paketini açıp içindekini çıkardığında kaşları havaya kalktı. Göksel’in ona aldığı üçüncü şey bir anahtarlıktı, ucunda mavi bir elektro gitarın olduğu anahtarlık.

“Vay!” deyip bir ıslık çaldı. “Çok havalı.”

Gitarın sapına baktığında gözleri irice açıldı. Gitarın sapında uzunlamasına Gökhan yazıyordu.

“Sen…” dedi fakat devamını getirmedi. Göksel’e baktı. Genç kadın gülümseyerek kendisine bakıyordu. “Sapında adımın yazdığı mavi bir elektro gitar demek. Tam da senin gibi ince düşünceli birinin alacağı hediye. Çok beğendim, çok teşekkür ederim.”

“Güle güle kullan,” dedi Göksel gülümseyerek. Ellerini yanaklarına yasladı. “Beğenmene sevindim. Biraz gecikmiş doğum günü hediyesi olarak da düşünebilirsin.”

“Çok incesin, teşekkür ederim.”

Gökhan sandalyesinden kalkıp Göksel’e uzandı ve genç kadının yanağına bir öpücük kondurdu.

“Rica ederim,” dedi Göksel.

“Anahtarlarımı hemen burada anahtarlığa takarım,” dedi Gökhan sandalyeye geri oturduğunda. “Magnetleri de eve gider gitmez buzdolabına yapıştırırım.”

“Buzdolabını her açtığında beni hatırlarsın artık.”

“Canıma minnet.”

Onun bu hızlı ve dürüst cevabı Göksel’i güldürdü.

“Benim de bir sürprizim var,” dedi Gökhan. “Sahneye bir bak bakalım.”

Göksel başını uzatıp Gökhan’ın arkasındaki sahneye baktı. Mikrofon ayağı, bar taburesi ve sahnenin arkasında duvara yaslanan gitar. Bej renkli bir akustik gitar.

“Yeni gitar mı aldın?” dedi Göksel şaşırarak.

“Evet,” diye onayladı Gökhan. “Çalıştığım mağazadan bu çarşamba aldım. Ne zamandır bir akustik gitar istiyordum, şimdiye kısmetmiş.”

“Çok güzel görünüyor. Hayırlı olsun, güzel günlerde çal.”

“Teşekkür ederim. Bugün akustik gitarımla ilk kez sahneye çıkacağım ve şansa bak ki sen de buradasın. Beni ilk dinleyenlerden olacaksın.”

“Zamanlamayı iyi tutturmuşum desene.”

“Nokta atışı yaptın.”

O esnada Doğuş elinde iki menüyle masaya yaklaştı. “Buyurun bakalım gençler,” dedi.

Göksel bir menüyü eline alıp direkt olarak içecek kısmına baktı. Genç kadın içecekleri incelerken Gökhan’la Doğuş da sohbet ettiler.

“Ben bir limonata alayım,” dedi Göksel.

“İki olsun,” dedi Gökhan. “Başka bir şey ister misin?”

“Şimdilik limonata yeterli.”

Siparişleri alan Doğuş masadan uzaklaştı.

 “Henüz vaktimiz var,” dedi Gökhan telefondan saati kontrol ettikten sonra. “Bana tatilini anlatmaya ne dersin? Neler yaptın, nerelere gittin, nasıl geçti?”

“Anlatayım,” dedi Göksel. “Biraz uzun sürer, sahneye geç çıkman sorun yaratmasın.”

“Sıkıntı olmaz, sen anlat.”

Göksel ona üç haftalık Muğla tatilini başından sonuna kadar anlattı. Fethiye’de ailesiyle geçirdiği zamanı, ilçe içinde gezdiği yerleri, gittikleri diğer ilçeleri; Marmaris’i, Dalaman’ı, Datça’yı, Bodrum’u ve orada yaptıklarını anlattı. Bir sürü fotoğraf ve video çektiğinden bahsetti, telefonuna attığı birkaç fotoğrafı Gökhan’a gösterdi. Ailesiyle vakit geçirmenin kendisine ne kadar iyi geldiğini söyledi, onlarla birkaç anısını anlattı ve tüm bunları anlatırken gözlerindeki ışıltı o kadar yoğundu ki Gökhan genç kadının ailesini ne kadar sevdiğini ve onlara ne kadar değer verdiğini somut bir şekilde gördü. Genç adamın ailesiyle artık bir bağı yoktu, onlardan geriye sadece kötü hatıralar kalmıştı fakat Göksel’in sevgi dolu bir aileye sahip olmasına çok sevindi, onu can kulağıyla dinledi.

“İşte böyle,” dedi limonatasından bir yudum içen Göksel. “Deli dolu bir tatildi.”

“Gerçekten öyleymiş,” dedi Gökhan. “Anlattığın yerleri çok merak ettim, bir gün gidip görmek isterim.”

“Kesinlikle gitmelisin. Muğla ve ilçeleri çok güzel, mutlaka görülmesi gereken yerler. Özellikle Ölüdeniz ve Kelebekler Vadisi’ni kesinlikle ama kesinlikle görmelisin, cennetin ön gösterimi gibiler.”

“Oraların methini başka kişilerden de duydum. Umarım bir gün gidip görebilirim. Mezun olduktan sonra güzel ve uzun bir tatil yapmak istiyorum fakat yerine henüz karar veremedim, bakarsın Muğla’ya giderim.”

“Bence çok iyi bir fikir. Asla pişman olmazsın.”

“O zaman yaklaşınca bakarız.”

Gökhan masaya yaklaşan Doğuş’u fark edince dikkatini ona verdi. Doğuş ona yaklaştı ve kulağına doğru eğildi.

“Sohbetinizi balla bölüyorum fakat saat geçiyor,” diye fısıldadı. “Artık sahneye çıkman gerek. Birkaç müşteri sordu bile.”

“Tamam,” diye karşılık verdi Gökhan. “Birazdan kalkarım.”

Doğuş masadan uzaklaştı.

“Ne istiyorsan onu sipariş edebilirsin,” dedi Gökhan genç kadına bakarak. “Bu akşam benim misafirimsin, canın ne isterse onu söyle.”

“Teşekkür ederim.”

“Her zaman. Ben şimdi sahneye çıkıyorum, sen keyfine bak.”

“Bundan emin olabilirsin.”

Gökhan ona göz kırptıktan sonra ayağa kalktı ve mutfak tarafına ilerledi. Genç adam gözden kaybolduğunda Göksel sahnedeki gitarı inceledi, ardından boş sahnenin birkaç fotoğrafını çekti. O esnada Gökhan da tuvalet ihtiyacını giderdi, kısa bir ses açma ve parmak ısıtma egzersizi yaptı ve birkaç dakika sonra geri döndü.

Gökhan mutfak kapısını açıp dışarı çıktığında Göksel onu fark etti. Göz göze gelen ikili birbirine gülümsedi. Gökhan sahneye çıkıp gitarını aldı ve bar taburesine oturdu.

“Ses kontrol, deneme bir iki,” dedi mikrofona yaklaşıp. Göksel başparmağını havaya kaldırdığında Gökhan gülümsedi. “Anlaşılan sesim gayet iyi duyuluyor. O hâlde hepiniz hoş geldiniz ve umarım herkes için çok keyifli bir cumartesi akşamı olur.”

Boğazını temizleyen genç adam ilk şarkısına girdi. Bu akşamın ilk şarkısı olarak Madrigal grubunun Bambaşka şarkısını seçmişti. Bu şarkı çok severek dinlediği ve sözlerinde kendinden büyük parçalar bulduğu şarkılardan biriydi.

Göksel de bu şarkıyı severek dinliyordu ve Gökhan’ın akşamı bu şarkıyla açmasına sevindi. Gökhan ilk kıtayı söylerken sessizce ona eşlik etti, Gökhan nakarata girdiğinde de ona eşlik etmeyi sürdürdü.

“Yoldayım sonunda / Kaçmadım ama zordu yaşamak / Gülmeden nereye kadar / Belki başka yerlerde hayat var / Başka insanlar var.”

Gökhan nakaratı söylerken sık sık Göksel’e baktı, onun oturduğu yerde yavaşça dans ederek kendisine eşlik etmesini gülümseyerek izledi.

Başka yerlerde gerçekten de hayat vardı, başka insanlar vardı. Bambaşka insanlar. Güzel insanlar. İyi hissettiren insanlar. Önceden dinlerken buruk hissettiren şarkıları dinlemeyi keyifli hâle getiren insanlar.

Gökhan bu şarkıyı söylerken Göksel onun bir fotoğrafını çekti, genç adam son kez nakaratı söylerken de videosunu çekti. Onun kendisini çektiğini gören Gökhan nakaratı neredeyse tamamen ona bakarak söyledi. Genç kadına bir öykü anlattı, genç kadın da onu can kulağıyla dinledi.

Gökhan şarkıyı bitirdiğinde Göksel onu alkışladı, o da buna karşılık olarak reverans yaptı.

Genç müzisyen beklemeden akşamın ikinci şarkısına geçti. Duyduğu tanıdık melodi Göksel’in yüzüne hüzünlü bir gülümseme yayılmasına neden oldu.

Bu akşamın ikinci şarkısı Oyuncak Dünya’ydı.

Gökhan şarkının solosuna kadar olan sözlü kısmını her zamanki gibi yumuşacık ve duygu dolu bir sesle söyledi ve kusursuz bir gitar yorumuyla çaldı. Şarkının orijinalinde Çetin de bir akustik gitar çalıyordu, Gökhan’ın klasik gitarla yaptığı yorumlar da çok güzeldi fakat genç adam akustik gitarla bu şarkıyı çalarken sahnede daha da büyüdü.

“Ben de müzisyeni oynarım şimdi.”

Çetin’den daha tiz bir notaya çıkan Gökhan olağanüstü bir kontrolle sesini 11 saniye bu tiz notada tuttu. Genç adamın parıl parıl parlayan tiz sesi kafenin içinde yankılanırken birçok göz ona döndü.

Gökhan, Göksel’e kısa bir bakış attıktan sonra soloyu çalmaya başladı. Genç kadın pürdikkat onu seyrediyordu, onun yüzündeki ciddiyeti ve klavyenin üzerinde harikalar yaratan parmaklarını izliyordu. Müzik sihirli bir sanat dalıydı ve Gökhan’ın parmakları bu sihri en büyülü şekilde yapmak için yaratılmıştı.

 Şarkı bittiğinde Göksel’le beraber birçok kişi de Gökhan’ı alkışladı hatta birkaç tanesi ıslık bile çaldı.

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Duman’la devam ediyoruz.”

Gökhan akşamın üçüncü şarkısı olarak Elimdeki Saz Yeter Canıma’yı seçmişti. Genç adam şarkıya girdiğinde Göksel’in dikkati arttı. Bu şarkıyı daha önce dinlediğini hatırlamıyordu fakat Gökhan’ın yüzündeki yoğun ifade bu şarkının onda özel bir yeri olduğunu anlamasına yetti ve onu can kulağıyla dinlemeye başladı.

“Cebim delik / Başım açık / İçim ferah / Sazım yanık / En güzeli / Senin olsun / En yücesi / Sana kalsın / Aşk olsun / Gözün doysun.”

Şarkının bu kısımları oldukça sakin ilerledi. Ta ki Gökhan tiz bir sesle nakarata girene ve şarkıyı başka bir boyuta taşıyana kadar. Göksel tüylerinin diken diken olduğunu hissetti.

“Haykırmak için kudretin senin olsun / Kudurmak için şöhretin de olsun / Saldırmak için servetin senin olsun / Yalvarmak için Allah’ın senin olsun.”

Nakaratı gözleri kapalı söyleyen Gökhan, nakarat bitince gözlerini açtı. Gözleri Göksel’le buluştu. Genç kadın pürdikkat kendisini dinliyordu ve yüzünde şarkının getirdiği bir durgunluk vardı. Birbirlerine anlayışla baktılar, yüzlerinde hiçbir değişim olmadı fakat bakışları her şeyi anlattı.

Kısa bir gitar kısmından sonra Gökhan yeniden nakaratı söylemeye başladı. Genç müzisyenin gözleri sıkı sıkıya kapalıydı, başı dikti ve şarkıyı o kadar hissederek söylüyordu ki bu tutkulu yorumu müşterilerin büyük kısmının ilgisini çekmişti.

Gökhan gözlerini açtı ve şarkının onun için can alıcı olan yerini söylemeye başladı: Şarkının kapanışını.

“Benim / İçimdeki aşk elimdeki saz,” derken gitara baktı. Elindeki saz aynı zamanda içindeki aşktı. “(Ah) Elimdeki saz içimdeki aşk / (Ah) İçimdeki aşk elimdeki saz…”

Gökhan başını kaldırıp Göksel’e baktığında genç kadını gülümseyerek kendisini izlerken buldu. Bu kısmı dinleyen genç kadın bu şarkının onun için ne anlama geldiğini anlamıştı.

“Ah!” diye son bir kez bağırdı Gökhan. “Elimdeki saz yeter canıma.”

Elindeki sazının tellerine zarif hareketlerle dokunup hoş bir melodi yarattı ve şarkıyı bitirdi.

Göksel ve birkaç kişi onu alkışladığında başını eğerek seyircilerini selamladı. Dördüncü şarkısına geçmeden önce ayak ucunda duran su şişesine uzanıp bir yudum su içti, bu esnada Göksel de limonatasından büyük bir yudum aldı.

Gökhan gitarının kucağında duruşunu düzeltti; sol elini çalacağı şarkının perde aralığına getirdi, sağ eliyle de penasını tellere vurmaya başladı ve aynı anda şarkıya girdi.

“Sen söylediğim en güzel şarkısın,” derken bakışları Göksel’le birleşti. “Çaldığım en güzel gitar / Hevesli esaretim / Cahil cesaretim / Sen söylediğim en güzel…”

Göksel ona gülümsediğinde Gökhan da güldü ve başını eğip birinci kıtadan önceki gitar kısmını çalmaya başladı. Göksel birkaç gözün üzerinde olduğunu hissetse de ne onlara baktı ne de onların kendisine bakmasından utandı, bakışlarını Gökhan’dan ayırmadan genç adamı izlemeye devam etti.

Gökhan şarkının ilk kıtasını söylemeye başladığında bakışlarını yeniden Göksel’e çevirdi. Şarkı sayesinde kafenin içine romantik bir hava yayılmıştı ve ikili arasındaki bu bakışma ortamdaki duyguların zirve noktasına ulaşmasıydı. Gökhan nakarata girdiğinde Göksel ona eşlik etti. Şarkıyı birbirlerinin gözlerinin içine bakarak söylediler.

Şarkının ikinci kıtasında arka masada oturan bir grup üniversiteli telefonlarının flaşını açıp yavaşça sallamaya başladı. Grup Gökhan’ın ilgisini çekti ve genç müzisyen gülümseyerek onlara baktı. Bu simalar ona hiç de yabancı gelmiyordu. Onları burada daha önce görmüştü.

Gökhan nakaratı yine Göksel’e bakarak söyledi, Göksel de ona eşlik etti ve şarkının sonunu birlikte getirdiler.

İçeride bir alkış ve ıslık tufanı koptu.

“Bu şarkının muhteşem bir parça olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz anlaşılan,” dedi Gökhan gülerek. “Kısa bir moladan sonra devam edeceğim. Teşekkürler.”

Gökhan bar taburesinden kalkıp, gitarını duvara yaslarken masada oturan Göksel derin bir nefes aldı. Genç adamın bu parçadan sonra mola verip yanına gelmesini hiç beklemiyordu.

“Selam,” dedi Gökhan onun karşısına oturduğunda.

“Selam,” diye karşılık verdi Göksel. “Şarkı seçimlerin muazzam ve elbette performansın da öyle.”

“Teşekkür ederim,” diyen Gökhan genişçe gülümsedi. “O zaman keyifli vakit geçiriyorsun?”

“Daha iyi bir cumartesi akşamı düşünemezdim.”

“Ne tesadüf, ben de öyle.” Kollarını masaya yaslayıp öne doğru eğildi ve Göksel’e yaklaştı. “Yeni gitarım hakkında ne düşünüyorsun? Performansını sevdin mi?”

“Gitardan anladığım söylenemez ama duyduğum şeyi çok sevdim. Tabii bunda o gitarı senin gibi bir profesyonelin çalmasının da etkisi çok büyük.”

Gökhan başını yere eğip güldü. “Üç haftalık ayrılıktan sonra bana sürpriz yaparak buraya geldin,” dedi yeniden ona baktığında. “Karşımda çok güzel bir elbiseyle oturup gözlerimi kamaştırırken bir de bana böyle olağanüstü şeyler söylüyorsun ve ben o kırmızı yanaklarını tekrar tekrar öpmek istiyorum.”

“Eğer sen de böyle şeyler söylersen yanaklarımın kırmızı olmasının tek nedeni güneşte yanmış olmaları olmaz.”

“Bu akşam tek nedenin bu olmadığını anlayacak kadar utandığını gördüm Gök.”

“Gözünden hiçbir şey kaçmıyor değil mi?”

“Asla. Öpeyim mi?”

“Cık,” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “Biraz da senin renk değişimlerini görelim Gök.”

“Bak ya,” dedi Gökhan başını sağa yatırarak. “Öyle olsun. O zaman ben sahneye geri dönüyorum?”

“Bol şans.”

Gökhan sandalyeden kalktı, Göksel onun uzaklaşacağını düşündü fakat genç adam bir elini masaya koyup kendisine doğru eğildi.

“Benim de kızardığımı görmek istiyorsan,” diyen Gökhan işaret parmağıyla yanağına dokundu. “Tam şurayı öpebilirsin. Sahnede biraz allık fena durmaz.”

“Düşüyor mu böyle?” diye sordu Göksel.

“Bilmem, sonucu görmek için denemeye ne dersin?”

“Çok uyanıksın,” dedi Göksel gülerek. “Deneyelim bari.”

Göksel ona uzanıp ufacık bir öpücüğü onun kısa sakallarının üstüne kondurduğunda Gökhan gülümsedi.

“Hiç utanmışa benzemiyorsun,” dedi Göksel ona bakarak. “Aksine çok hoşuna gitmiş gibi.”

“Çünkü çok hoşuma gitti,” dedi Gökhan sırıtarak. “Kızarırsam da bu utandığımdan değil, heyecandan ateş bastığından olur.” Boğazını temizledi. “Görüşürüz.”

Gökhan arkasını dönüp sahneye yürüdüğünde Göksel onun arkasından gözlerini kısarak baktı, ardından gülümsedi.

“Deli bu çocuk,” diye düşündü. “Ve beni de delirtiyor.”

Gökhan sahneye çıkıp taburesine oturdu ve gitarını yeniden kucağına aldı. “Aslında bu parça bu akşamın şarkı listesinde yoktu,” diye konuştu. “Ama beklenmedik bir olay yaşadım ve bu akşam bu şarkıyı çalmak zorundayım. Sıradaki şarkı Yaşlı Amca’dan Giderdi Hoşuma.”

Gökhan karşı masada oturan Göksel’e baktığında onunla göz göze geldi; kendisine gülümseyerek bakan genç kadına göz kırptı ve şarkıya girdi, Göksel de ona eşlik etti. Şarkı popüler bir şarkıydı, bu yüzden şarkıyı diğer müşteriler de söyledi; özellikle nakarat kısmında kafenin içi oldukça gürültülüydü.

“Dalgalarla demlenirdik,” satırıyla başlayan ikinci kıta kısmında Gökhan yeniden Göksel’e baktı. Genç kadının cep telefonu elindeydi ve onu videoya çekiyordu. Gökhan sonraki satırı gülümseyerek söyledi: “Tuz kokardı şarkılar.”

Gökhan, Göksel’e göz kırptığında Göksel güldü.

Göksel’in Gökhan’ı bu şarkıyı çalarken ilk kez dinlediği akşamdan üç ay sonrasındaydılar. Yine Parça Kafe’deydiler; Gökhan yine sahnedeydi, Göksel yine masadaydı ama bunun dışında her şey çok farklıydı. Bu şarkı artık sıradan bir şarkı değildi, ikisi için de büyük bir anlamı vardı; Gökhan bu satırı Göksel’in gözlerine bakarak söylüyordu, Göksel bunun ne anlama geldiğini biliyordu.

Artık birbirini tanımayan iki yabancı değillerdi, şimdi birbirlerinin hoşuna gidiyorlardı.

Gökhan pek çok şarkı çaldı ve sahnede önceki sefere göre çok daha uzun durdu. Kafedeki tüm masalar dolmuştu, bu insanların buraya gelme nedenlerinden en büyüğü de canlı müzik dinlemekti ve işi sahne almak olan Gökhan içerisi bu kadar kalabalıkken her ne kadar Göksel’le vakit geçirmek istese de sahneden inmedi. Göksel hemen önündeki masada oturuyordu ve pürdikkat onu izliyordu, onunla sohbet edemese de onunla şarkı sözleri aracılığıyla konuştu.

Saatler dokuzu geçerken Gökhan yine ara verdi. Sahneden inen genç adam Göksel’in oturduğu masaya yaklaştı ama oturmadı.

“Ben bir lavaboya gidip geleceğim,” dedi. “Sonra yanına gelirim.”

Göksel onu onayladı.

Gökhan lavaboya gittiğinde Göksel de sosyal medya hesabına girdi. Ana sayfasında yeni paylaşımlar vardı, Gökhan dönene kadar onlara baktı. Birkaç dakikayı hesabında geçirdikten sonra omzunda bir el hissetti, hemen ardından Gökhan yanından geçip karşısına oturdu.

“Akşamın nasıl gidiyor?” diye sordu Gökhan. “Sıkılmıyorsundur umarım.”

“Hayır,” dedi Göksel başını iki yana sallayarak. “Elbette sıkılmıyorum, aksine çok iyi vakit geçiriyorum. Şarkı seçimlerin çok iyi ve bu güzel şarkıları senin gibi iyi bir müzisyenden dinlemek çok keyifli.”

“Teşekkür ederim, bunu duyduğuma sevindim.” Gökhan boş masaya baktı. “Sana frambuazlı pasta ve mocha ısmarlayayım. İkisi de çok güzeldir.”

“Olur.”

Gökhan köşede duran Doğuş’u çağırdı. “Bir frambuazlı pasta ve iki tane de mocha istiyoruz,” dedi. “Pasta var değil mi?”

“Var,” diye onayladı Doğuş.

“Servis iki kişilik olsun,” dedi Göksel. Gökhan’a baktı. “Beraber yeriz.”

“Tamam. Başka bir isteğiniz var mı?”

“Şimdilik bu kadar,” dedi Gökhan. “Biraz hızlı getirirsen çok makbule geçer, malum sahneye çıkacağım.”

“Ne demek efendim, hemen getiriyorum.”

“Eyvallah kardeşim.”

Siparişleri alan Doğuş masadan uzaklaştı.

“Bu akşam da kadrajına giriyorum,” dedi Gökhan. “Neler çektiğine bakabilir miyim?”

“Tabii ki,” diyen Göksel telefonunu eline aldı ve galerisine girdi. “Sola doğru gidersen hepsini görürsün.”

Göksel telefonunu Gökhan’a uzattığında Gökhan telefonu alıp masaya koydu ve Göksel’in çektiği fotoğraflarla videoları incelemeye başladı. Bir süre ikisi de konuşmadı.

“Telefondan bile bu kadar iyi fotoğraf çekmen ne kadar usta bir fotoğrafçı olduğunu kanıtlıyor,” dedi Gökhan başını kaldırıp ona bakarak. “Apple marka telefonların kameraları zaten iyi oluyor ama kamerayı kullanan senin gibi bir profesyonel olunca ortaya enfes sonuçlar çıkıyor. Ellerine sağlık.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Seni çekmeyi seviyorum, bence çok fotojeniksin ve enerjini de kameralara yansıtıyorsun.”

Aldığı bu hoş iltifatlar Gökhan’ı güldürdü. “Teşekkür ederim,” dedi. “Fotojenik olduğumu pek düşünmüyorum, bence tüm olay fotoğraflarımı çeken kişinin sen olmasından kaynaklanıyor.”

“Hayır, bu doğru değil. Fotojeniksin, doğalsın, iyi bir enerjiye sahipsin ve bunlar fotoğrafları başka bir boyuta taşıyor.”

“Gururum okşandı.”

Gökhan bu akşam çekilen ilk fotoğrafa baktığını bilmeden parmağını yeniden kaydırdı ve ekranda Göksel’in dün yoldayken çektiği bir fotoğraf belirdi.

“Hey!” dedi Gökhan. “Burayı biliyorum.”

Gökhan başını kaldırıp Göksel’e baktığında genç kadın yüzündeki utangaç ifadeyi değiştirdi.

“Dün dönerken çektim,” diye cevap verdi Göksel. “Merdivenköy’den geçiyorduk, aklıma geldin.”

“Ben burada oturduğum için fotoğrafını çektin yani?”

“Olabilir,” dedi Göksel. Genç kadının yanakları kızarmıştı. “Sana gösterecektim ama gerek kalmadı.”

“Kendim görmüş oldum ama isteyerek yapmadım, yani galerine bakıyordum biliyorsun ve yine bu akşamki fotoğraflardan birinin çıkacağını düşündüm.”

“Farkındayım, sorun değil.”

“Neden bu yoldan gittiniz ki? Köprüden geçmediniz mi?”

“Hayır, annemler köprü trafiğine girmek istemedi ve biz de Avrasya Tüneli’ni kullandık.”

“Anladım. İyi yapmışsınız, zaten yol yorgunu olmalıydınız ve hemencecik evinize gitmek istemişsinizdir.”

“Evet, aynen böyle oldu.”

“İyi bakalım,” diyen Gökhan telefonu sahibine uzattı. “Fotoğrafları ve videoları bana da gönderir misin?”

“Gönderirim elbette,” dedi Göksel. Galerisinden çıkıp ekranı kilitledi. “Sen sahneye çıktığında link oluştururum, sonra da sana gönderirim.”

“Çok makbule geçer.”

Mutfaktan çıkan Doğuş’un elindeki tepside frambuazlı pasta ve iki mocha vardı. Genç garson ikilinin oturduğu masaya ilerledi.

“Bu pastanız,” deyip tabağı masaya bıraktı. “Bunlar da kahveleriniz ve servisleriniz.”

“Gerçekten hızlı bir teslimat oldu,” dedi Gökhan. Onun kolunu sıvazladı. “Teşekkür ederiz.”

“Lafı bile olmaz. Afiyet olsun gençler.”

“Teşekkürler,” dedi Göksel.

Doğuş onu başıyla selamladıktan sonra uzaklaştı.

“Pasta çok iyi görünüyor,” dedi Göksel. “Hadi tadına bakalım.”

Göksel pastanın kenarından küçük bir parçayı çatalıyla aldı ve yedi. Genç kadın başını olumlu anlamda sallarken Gökhan da ona bakıyordu.

“Çok taze ve lezzetli, beğendim. Teşekkür ederim.”

“Afiyet olsun,” dedi Gökhan. “Frambuaz seviyorsun sanırım?”

“Evet, genel olarak kırmızı meyveleri severim. Sen?”

“Ben de severim. Biraz yiyeyim.”

“İstediğin kadar ye lütfen, ben zaten hepsini bitiremem.”

Gökhan pastadan yerken Göksel de kahveden içti. Mocha da güzeldi.

“Buranın yiyecek ve içecekleri gerçekten iyi,” dedi Göksel. “Ne yiyip içtiysem hepsini beğendim.”

“Güzeldir,” diye onayladı Gökhan. “Burada çalışıyorum diye demiyorum ama malzemeleri iyi yerlerden alıyorlar ve yiyeceklerle içecekleri de işinin ehli insanlar hazırlıyor. Bu yüzden bu kadar sevilen bir kafe zaten, diğer işletmelere göre biraz daha uygun fiyatlı ve çok daha lezzetli bir menüsü var.”

“Ve muhteşem bir sahne sanatçısı.”

“Bak ya,” dedi Gökhan gülerek. “Beni hazırlıksız yakaladın. Yine.”

“Bir anda iltifat edince yüzünün aldığı şekli görmeyi seviyorum,” diyen Göksel kaşlarını kaldırdı, gözlerini irileştirdi ve başını da dikleştirdi. “Aynı böyle kalıyorsun.”

“Bu kadar muhteşem göründüğümü düşünmüyorum,” dedi Gökhan gülümseyerek onun yüzüne bakarken. Elini uzatıp Göksel’in masadaki elini tuttu. “French mi deniyordu?”

“Evet,” diye onayladı Göksel.

“Çok yakışmış.”

“Bu akşam için yaptım.”

“Yani benim için,” dedi Gökhan. Onun elini kaldırıp dudaklarına götürdü ve genç kadının elinin üzerine bir öpücük kondurdu.

“Vay,” dedi Göksel gözlerini kırpıştırarak. “Çok zarif bir hareket oldu.”

“Senin gibi zarif bir kadına yakışacak türden.”

“Çok tatlısın,” diyen Göksel ona doğru eğildi. “Sen ve bize baktığını bildiğim insanlar bu akşam beni çok utandırıyor ama o kadar mutluyum ki bunu göz ardı edebiliyorum. Evet, utangaç biriyim ama yanındayken öylesine mutlu oluyorum ki utansam da beni mutlu eden bu şeyleri yapmaya devam ediyorum.”

“Boş ver insanları,” dedi ona yaklaşan Gökhan. “İnsan etrafta hiç kimse yokmuş gibi yaşayınca hayatın tadını çıkarabiliyor. Şu an buradayız, yan yanayız, mutluyuz ve diğer insanların bize bakmasının, hakkımızda konuşmasının ya da ne düşündüğünün hiçbir önemi yok.” Göksel’in bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırıp parmaklarının tersiyle onun yanağını okşadı. “Senden ve seninle yaptığım her şeyden çok hoşlanıyorum, beni ilgilendiren tek şey bu.”

“Ha?”

Göksel birkaç saniye şaşkınca ona baktıktan sonra gülümsedi, Gökhan da gülümsedi.

“Benden hoşlandığını söyledin,” dedi Göksel.

“Çok hoşlandığımı söyledim,” diye düzeltti Gökhan. “Dövme yaptırdığım gün de hoşuma gittiğini söylemiştim.”

“Evet ama bu daha farklı, bana itirafta bulundun resmen.”

“Senden çok hoşlanıyor olmamdan çok hoşlanmış gibisin.”

“Bak, yine söyledin.”

“Senden çok hoşlanıyorum,” diye tekrar etti Gökhan. “Üç oldu ve emin ol, bunu söylemeye devam edebilirim.”

Göksel güldüğünde Gökhan elini çenesine yaslayıp karşısındaki güzel yüze baktı. Göksel’in beyaz dişleri yüzünü süslüyordu, kaşlarının ucu güldüğü için biraz aşağı düşmüştü; masmavi gözleri kısılmış ve çevresi kırışmıştı, yanakları da normalden daha kırmızıydı.

“Bana bir sürü güzel şey söyledin,” dedi Göksel. “Ama bu en güzeliydi.”

“En güzel deniz: / henüz gidilmemiş olandır,” dedi Gökhan, Nâzım Hikmet’in şiirini okumaya başlayarak. “En güzel çocuk: / henüz büyümedi. / En güzel günlerimiz: / henüz yaşamadıklarımız. / Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: / henüz söylememiş olduğum sözdür.” (Nâzım Hikmet, 24 Eylül 1945)

“Nâzım Hikmet,” dedi Göksel gülümseyerek. “Güzel bir cevap oldu, biraz da romantik. Şiir sevdiğini bilmezdim.”

“Çok severim,” diye cevap verdi Gökhan. “Özellikle Nâzım’a bayılırım. Bir kadının gözlerinin içine bakarak Nâzım’ın satırlarını okumanın nasıl bir duygu olacağını düşünürdüm, bu akşam sayende cevabımı aldım.”

“Nasıl bir duyguymuş?”

“Eşsiz bir duygu, gerçekten öyle. Hayatımda ilk defa bir kadına şiir söyledim, güzel bir duygu ama bunu bu kadar basit tarif etmek haksızlık olur; bu yüzden eşsiz diyorum.”

“Göründüğünden çok daha romantik ve ince bir delikanlısın Gökhan Uygur.”

“İçimdeki romantik ve ince tarafı ortaya çıkaran bir kadınsın Göksel Dinçer.”

“O zaman bize,” dedi Göksel kupasını kaldırarak. “Şampanya ya da şarap olsa daha uygun olurdu ama elimizdekiyle yetineceğiz.”

Gökhan da gülerek kendi kupasını kaldırdı. “Bize,” dedi. “Pişti Lakaplılar’a.”

“Unutmamışsın.”

“Asla.”

İkisi de gülümseyerek kahvelerinden büyük birer yudum içtiler.

“Seninle oturmayı çok seviyorum ama bu kadar ara yeter,” dedi Gökhan. “Yeniden sahneye çıkmalıyım. Sen keyfine bak, canın bir şeyler isterse sipariş etmekten çekinme lütfen. Seni en iyi şekilde ağırladığımı bilmek istiyorum.”

“Zaten en iyi şekilde ağırlıyorsun, teşekkür ederim.”

“Her zaman.”

Kahvesini bitiren Gökhan yeniden sahneye çıktı. Gitarını kucağına yerleştiren genç adam moladan sonraki ilk şarkısını çalmaya başladı. Hayatta olan müzisyenler arasından favorisi olan Batuhan Mutlugil’in çıkardığı solo albümünden Sürgün adlı şarkıyı söyleyecekti. Gökhan, Batuhan’ın şarkı sözlerini oldum olası çok sevmişti fakat bu şarkının yeri çok ama çok ayrıydı.

Gökhan şarkının ilk kıtasını söylerken Göksel dikkatle onu dinledi. Şarkıyı ilk kez duyuyordu ama şarkıyı sevmişti ve Gökhan’ın duygu dolu yorumundan çok etkilenmişti. Bu şarkının da genç adam için çok şey ifade eden parçalardan biri olduğunu hemen anladı.

“Bir ben sürgün, her nefeste sancı,” diye şarkının nakaratına girdi Gökhan. “Allah’ım yok hâlim yaman, her yer karanlık / Bir ben sürgün, her nefeste sancı.” Derin bir nefes alan genç adam karşı masadaki Göksel’e baktı. “Bağlasan durmam bu yerde, ben bir yabancı.”

Başını eğip şarkının müzikli kısmını çaldı. Şarkı başından sonuna kadar aynı yavaş tempoda ilerliyor, insana huzur veriyordu. Orijinal parçada Mutlugil elektro gitar çalsa da akustik gitar yorumu da şarkının dinlemesi keyifli olan farklı bir versiyondu.

Gökhan ikinci kıtadan sonra yeniden nakarata girdiğinde Göksel onun yine videosunu çekti. Genç adamın olağanüstü gitar performansı, yumuşacık bir sesle yaptığı güzel yorumu ve şarkının ruhuna uygun olarak takındığı hüzünlü yüz ifadesi kesinlikle kaydedilmeye değerdi.

Gökhan parçayı bitirdiğinde Göksel onu alkışladı. Genç müzisyen ona bir reverans yaptıktan sonra diğer şarkıya geçti. Tanıdık müziği duyan Göksel gülümsedi. Sıradaki şarkı Bodrum Gecesi Yüzünden’di.

“Hiç şarkı yazamadım,” diye nakarata giren Gökhan’a Göksel eşlik ediyordu. “Bodrum gecesi yüzünden / Zaman sanki geçmemiş gibi / Neden?”

Gökhan gitarı gülerek çaldı. Bu parça da normalde bu akşamın çalma listesinde yoktu fakat Göksel buraya geldiği için çalmak istemişti. Genç kadının gülümseyerek kendisini izlemesi ve eşlik etmesi bunun ne kadar iyi bir karar olduğunun kanıtıydı.

“Çok yalnızdım / Kimselerle konuşmadım,” derken yeniden Göksel’e baktı ve genç kadını kendisini izlerken buldu. Göksel şarkının devamını onunla beraber söyledi: “Bodrum geceleri / Senden güzel değildi.”

Gökhan şarkının solosunu çalarken durmadan sırıttı, onun sırıttığını gören Göksel de gülümseyip durdu. Gökhan’ın kendisine hissettirdiği her şeyi seviyordu.

22.30’a kadar onlarca şarkı söyleyen Gökhan için bir cumartesi akşamı daha bitmek üzereydi. Şişenin dibindeki suyu kafasına diken genç müzisyen doğruldu, gitarını düzeltti ve mikrofona yaklaştı.

“Artık akşamın sonuna geldik,” dedi. Sesi biraz yorulmuştu ama idare ediyordu. “Bu akşamın son şarkısı Yaşlı Amca’dan Hoş.”

Göksel’le göz göze gelen genç adam ona göz kırptıktan sonra şarkıya girdi. Şarkının giriş müziğini çalarken yerinde yavaşça sallandı, onu dinleyen Göksel de başını yavaşça hareket ettiriyordu. Genç kadın bu grubu severek dinliyordu ve bu şarkıları da sevdiği parçalardan bir tanesiydi.

“Sen ne kadar hoş olduğunun farkında mısın?” diye şarkıya giren Gökhan bu satırı Göksel’e bakarak söyledi. “Işık olsun ya da loş.” Gökhan başını sol omzuna doğru eğip kaşlarını kaldırdığında Göksel gülümsedi. “Ben ne kadar boş konuşsam / Pür dikkat dinliyorsun / Niye böyle oluyor yazdığımda yükseliyor.”

Gökhan nakarata girdiğinde Göksel de ona eşlik etti.

“Bence sen kimseye söyleme, söyleme / Ben söylerim, ben söylerim.”

Gökhan kısa gitar kısmını çalarken sadece dudaklarını oynatarak, “Ben söyledim,” dedi. “Sen?”

Onun ne dediğini anlayan Göksel eliyle ağzına hayali bir fermuar çekti.

“Darmadağınsın beni bu kadar anlayamazsın / Saçma sapan cümlelerin sende bir anlamı var.” Gökhan bu kısmı söyledikten sonra gülümsedi. “Duyuyor musun ne güzel geldiğini / Özgürüz diye / Doğru zamanda / Doğru kişi / Sen misin?”

Orijinal şarkıda vokalist sen ve misin arasında biraz duraklıyor ve misin kelimesini sonunu uzatarak söylüyordu. Gökhan da sen kelimesini Göksel’e bakarak söyledi, ardından kaşlarını kaldırıp misin dedi ve gözlerini kapatarak kelimeyi uzattı. Genç müzisyen nakaratı söylerken Göksel ona yine eşlik etti, oturduğu yerde yavaşça sallanarak dans eden genç kadını Gökhan gülümseyerek izledi.

Bir gün onunla kesinlikle dans etmeliydi.

Gökhan her ne kadar sesi yorulmuş olsa da şarkının sonunda güzel bir performans sergiledi ve şarkıyı boğazını sıkıp sesini kirleterek ve bağırarak kapattı. Göksel ve birkaç müşteri onu alkışladı.

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan öne eğilip onları selamlayarak. “Bugünlük benden bu kadar. Hepinize iyi akşamlar.” Mikrofon ayağını kenara koyup Göksel’e baktı. “İki dakika burayı toparlayayım, yanına geleceğim.”

“Yardım lazım mı?” diye sordu Göksel.

“Teşekkür ederim ama ben hallederim.”

Gökhan gitarını çantasına koydu, tabureyle mikrofon ayağını sahnenin en arka kısmına yerleştirdi; boş su şişesini çöpe attı ve çantasını alarak sahneden indi.

“Mükemmel bir performanstı,” dedi Göksel, genç adam karşısına oturduğunda. “Eline, ağzına, yüreğine sağlık. Çektiğim tüm fotoğraf ve videoların linklerini de gönderdim.”

“Teşekkür ederim, beğenmene çok sevindim.”

“Şimdi ne yapalım? Yorulduysan biraz dinlen istersen.”

“Yo, yorgun değilim ama buradan kalktıktan sonra eve gideceksen kafe kapanana kadar oturabiliriz.”

Göksel güldü. “Hayır, gitmeyeceğim. Daha buradayım.”

“Oh, iyi o zaman. Ne yapmak istersin? Sana uyarım.”

“Biraz deniz havası alabiliriz,” dedi Göksel yumruğunu çenesine yaslayarak. “Mesela Moda’ya inebiliriz, hatırlıyorsan bunun muhabbetini yapmıştık; sana dondurma ısmarlarım.”

“Hatırlıyorum,” dedi Gökhan başını sallayıp. “Güzel bir plan, hadi yapalım.”

“O zaman istikamet Moda Sahili.”

İkili ayaklandı. Gökhan, Göksel’in hediyelerini gitar çantasının ön gözüne koydu ve çantayı sağ omzuna taktı; Göksel de kendi beyaz çantasını omzuna astı. Gökhan kasada hesabı öderken ikilinin yanına Doğuş geldi.

“Gidiyor musunuz?” diye sordu genç adam.

“Aynen,” dedi Gökhan. “Bugünlük bu kadar. Haftaya görüşürüz.”

İki arkadaş tokalaştı.

“Seni de yine bekleriz Göksel,” dedi Doğuş. “Tanıştığıma memnun oldum.”

Doğuş ona elini uzatınca Göksel onunla tokalaştı.

“Ben de memnun oldum,” dedi genç kadın. “Gökhan burada sahne alıyor, yani yine mutlaka uğrarım. Kendine iyi bak.”

“Sen de kendine iyi bak. Görüşmek üzere.”

Göksel ve Gökhan onunla vedalaştıktan sonra kafeden ayrıldılar.

“Yürüyelim mi?” diye sordu Gökhan. “Yakın zaten.”

Göksel araba anahtarını gösterdi. “Daha iyi bir fikrim var.”

“Arabayla mı geldin? Tamam o zaman.”

“Üç haftalık muhteşem Muğla tatilinden sonra İstanbul’un cumartesi toplu taşıma yoğunluğunu çekmeyi hiç istemedim. Araba hemen şurada.”

Beraber biraz ileride duran beyaz arabaya ilerlediler.

“Arabayı çıkarayım,” dedi Göksel. “Sen de ondan sonra binersin.”

Göksel arabaya binip arabayı çalıştırdı ve park ettiği duvar kenarından çıkardı. Biraz ileride bekleyen Gökhan’a doğru sürdü ve genç adamın önünde durup kapıyı içeriden açtı.

“Atla.”

Gökhan yolcu koltuğuna otururken kendi kendine güldü. “Şoför koltuğunda ayrı bir çekici oluyorsun,” dedi ona bakarak. “Atlaymış. Atladım.”

“Bu koltuğun ayrı bir büyüsü var, ondandır. Gitar çantanı arkaya bırakabilirsin, sonra emniyet kemerini takmayı unutma lütfen.”

Gökhan gitar çantasını arka koltuğa uzunlamasına koyduktan ve kemerini taktıktan sonra Göksel gaza bastı. Arabanın içinde Göksel’in parfümünün çiçeksi kokusu geziniyordu. Gökhan bu tatlı kokuyu içine çekip gülümsedi.

“Şarkı açsana,” dedi Gökhan. “Bu akşam biraz da senin sevdiğin parçaları dinleyelim.”

“Olur,” dedi Göksel. Telefonunu araca bağlayıp müzik dinlediği uygulamaya girdi. Bir süredir dinlerken Gökhan’ı düşündüğü bir şarkı vardı, onu açtı. “Dinleyelim.”

Radyonun ekranına bakan Gökhan ekranda Demi Lovato, Nightingale yazdığını gördü.

“Bülbül,” dedi genç adam Göksel’e bakarak. “Bülbül demekti değil mi?”

“Evet,” dedi Göksel ona kısa bir bakış atarak. “Güzel şarkıdır.”

Kısa bir piyano girişinden sonra Demi’nin sesi duyuldu. Şarkıyı dinlerken Gökhan’ın odak noktası şarkının sözleri oldu, şarkının adının bülbül olması genç adamın dikkatini çekmişti ve şarkıcı nakarata girince sözler tam da genç adamın beklediği yöne doğru evrildi.

Can you be my nightingale? (Bülbülüm olur musun?)

Sing to me, I know you’re there (Bana şarkı söyle, orada olduğunu biliyorum)

You could be my sanity (Akıl sağlığım olabilirsin)

Bring me peace (Bana huzur getir)

Sing me to sleep (Uykuya dalmam için bana şarkı söyle)

Say you’ll be my nightingale (Bülbülüm olacağını söyle)

Sözleri anlayan Gökhan gülümseyerek Göksel’e bakınca, genç kadının da gülümseyerek yola baktığını gördü.

“Güzel şarkıymış,” dedi Gökhan. “Sevdim.”

“Öyledir,” dedi Göksel ona kısa bir bakış atarak. “Demi’yi ve şarkılarını genel olarak severim, bu şarkısı da en sevdiklerimden biri.”

Beraber şarkıyı dinlediler. Trafik vardı fakat çok kötü de değildi, birazdan Moda Sahili’ne varmış olurlardı.

Bu şarkı bitince Göksel başka bir şarkı açtı. Ekrana bakan Gökhan Ed Sheeran’ın Photograph şarkısının çaldığını gördü.

“Adı fotoğraf olan bir şarkı dinlemek tam da senden beklenirdi,” dedi genç adam.

“Bu adamın bütün şarkılarını dinliyorum,” diye cevap verdi Göksel. “Çok sevdiğim bir müzisyendir, bu şarkısı da tahmin edeceğin üzere en sevdiğim şarkısıdır. Sözleri çok nahif, çok dokunaklı ve özel. Benim için bir şeyler ifade ediyor.”

“İnternetten sözlerine bakmamda bir sakınca olmaz değil mi?”

“Elbette olmaz.”

Gökhan kendi telefonundan bu şarkının sözlerini arattı, karşısına çıkan sözleri okuyan genç adamın yüzünde bir gülümseme oluştu ve her bir satırla bu gülümseme gittikçe genişleyerek bir gülüşe dönüştü. Ara sıra ona bakan Göksel’se başlarda gergin olsa da genç adamın gülümsediğini görünce rahatlayarak gülümsedi.

“Uzaklarda olduğumda beni nasıl öptüğünü hatırlayacağım,” diye dile getirdi Gökhan şarkının kapanışındaki satırları. “Telefondan şöyle fısıldadığını duyuyorum: ‘Eve dönmemi bekle.’”

Gökhan başını çevirip Göksel’e baktığında Göksel de ona döndü. Trafik tıkandığı için diğer araçlar gibi onların olduğu araç da duruyordu ve öndeki arabanın kırmızı far ışıkları yüzlerine vuruyordu.

“Tanıdık geldi,” diyen Gökhan gülümsüyordu. “Hatırladın mı?”

“Hiç unutmadım,” diye cevap verdi Göksel.

Gökhan gülerek başını koltuğun arkasına yasladı. “Ben de,” diye mırıldandı. Elini kaldırıp Göksel’in yanağında öptüğü yere dokundu ve başparmağıyla okşadı. “Bir an bile.”

Göksel başını onun eline doğru eğip yanağını avcuna bastırdı. Bu dokunuşta saf şefkat vardı, güven vardı, sevgi vardı. Hissedebileceği en güzel hislerin hepsi genç adamın parmaklarının ucundaydı.

Arkadaki aracın korna çalmasıyla bulundukları ana geri döndüler. Bakışlarını yola çeviren Göksel öndeki arabanın hareket ettiğini gördü.

“Zıkkımın kökü,” diye homurdandı Gökhan. “Ne acelen var kava-rdeşim?”

“Neyin neyin?” dedi Göksel gülerek. Aynı anda gaza basıp aracı hareket ettirdi.

“Bir an sinirlendim,” dedi Gökhan. “Biraz beklese ne olacak sanki? Hemen kornaya asılıyor.”

“Hakaret ettiğini duymadım da demem.”

“Benim gibi bir beyefendiyi bile çıldırtıyorlar işte. Yarım bıraktırılan anımıza sahilde devam edelim mi?”

“Bilmem, edelim mi?”

Göksel ona muzip bir bakış attığında Gökhan güldü.

“Sen yok musun sen?” diye mırıldandı. “Bunu sahilde konuşuruz.”

Şarkı bittikten sonra Göksel yeni bir şarkı açtı, bu seferki şarkı Türkçeydi ve Can Koç’un Çak Ateşi adlı parçasıydı.

Gökyüzünü Tutamam’ı söyleyen adam mı?” diye sordu Gökhan.

“Ta kendisi,” dedi Göksel. “O şarkısı çok popüler ama bence bu şarkısı çok daha güzel.”

“Dinleyelim bakalım.”

Şarkının kıta kısmı oldukça sakin olsa da nakaratla beraber şarkı bir anda hareketlendi.

“Seni arıyor bakışlarım,” diye kısık sesle şarkıyı söylemeye başladı Göksel. Onun sesini duyan Gökhan şaşırarak ona baktı. “Sana kaçıyor adımlarım / İçimi sarıyor merakı / Seni tanımanın / Seni tanımanın / Seni tanımalıyım.”

Göksel Gökhan’a baktığında genç adamın gülümseyerek kendisine baktığını gördü.

“İşte merak ettiğin sesim,” dedi. “Benden ancak karga olur fakat araba sürerken şarkı söylemeyi çok seviyorum.”

“Karga mı?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Bence o kadar da kötü bir sesin yok.”

“Sana göre.”

“Kendini bildi bileli şarkı söyleyen, on bir senedir gitar ve yedi senedir piyano çalan, müzik ve ses eğitimi konusunda neredeyse bir uzman kadar bilgili bir son sınıf konservatuvar öğrencisi olan bana göre evet, o kadar da kötü bir sesin yok.”

“Pekâlâ,” dedi gözlerini büyüten Göksel. “Böyle söyleyince hak verdim. Sen daha iyi bilirsin tabii.”

“Ha şöyle yahu.”

Trafiği atlatan ikili şarkının sonlarına doğru Moda Sahili’ne vardılar. Göksel arabayı sokakta boş bulduğu bir yere park ettiğinde araçtan indiler. Ağustosun başındaki gibi kavurucu bir sıcak olmasa da hava sıcak sayılırdı.

“Nasıl dondurma istersin?” diye sordu Göksel. “Dondurmacıdan da marketten de alabiliriz, sonra sahile oturup yeriz, ne dersin?”

“Dondurmacı uzakta kaldı,” dedi Gökhan. “Marketten alalım, sonra dediğin gibi sahile geçeriz.”

Yakınlardaki bir marketten dondurma aldıktan sonra sahile doğru yürümeye başladılar. Göksel, Gökhan’ın koluna girdiğinde genç adam gülümsedi.

“Alışırım bak,” dedi tepeden ona bakarak. “Sonra her yürüdüğümüzde koluma girmeni isterim.”

“Girerim ben de,” dedi Göksel de ona bakarak.

“Söz ağızdan bir kere çıkar, artık her yürüdüğümüzde koluma gireceksin.”

“Tamam, anlaştık.”

Gülüşerek sahile indiler. Sahil çoğu zaman olduğu gibi kalabalıktı.

“Kayalıklara oturalım mı?” diye sordu Göksel. “Manzarayı izleriz.”

“Manzarayı izleriz,” diye onayladı onun yüzüne bakan Gökhan. Gülümsedi. “Oturalım.”

Kayalıklara çıkan ikili ortadaki yüksek bir kayalığa yan yana oturdu. Göksel ayaklarını daha aşağıda olan kayalığa koyup eteğini düzeltti.

“Hadi dondurmaları yiyelim,” dedi Göksel. “Erimesinler.”

Gökhan poşetten iki dondurmayı çıkarıp birini Göksel’e uzattı. “Dondurma için teşekkür ederim,” dedi. “Kesene bereket.”

“Afiyet olsun.” Dondurma paketini açan Göksel dondurmasından ilk ısırığı alırken karşı yakanın ışıl ışıl manzarasına baktı. “Fatih,” dedi çenesiyle karşıyı göstererek. “Buradan güzel görünüyor.”

“İçindeyken güzel gelmiyor mu?”

“Pek sayılmaz.”

“Mezun olduktan sonra taşınmayı düşünür müsün? Başka bir şehre?”

“Taşınmayı isterim,” dedi Göksel ona bakarak. “Ama bunun en azından yakın zamanda olacağını sanmıyorum. İstanbul iş fırsatlarının diğer şehirlere göre çok olduğu bir şehir, en azından birkaç sene burada durup tecrübe edinmeye ve sektörü tanımaya ihtiyacım var.”

“İstanbul’dan taşınacak olsan nereye gitmek isterdin?”

“Küçük bir sahil kasabası olabilir, mesela dedemlerin yaşadığı gibi bir yer. Az insan, çok huzur. Makinelerim bana yeterdi,  düzenlemeler için bir de bilgisayarım tabii.”

“Kulağa çok huzurlu geliyor,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Öyle bir yerde yaşamayı ben de isterdim. Enstrümanlarım, müzik yapmak için gerekli diğer ekipmanlarım ve bir de köpeğim bana yeterdi.”

“Köpek mi?” diyen Göksel şaşırmıştı.

“Bir köpek sahiplenmeyi çok istiyorum. Şartlar el verdiğinde hemen bir tane sahipleneceğim.”

“İşte bu benim için yeni bir bilgi, daha önce hiç bahsetmemiştin.”

“Konusu açılmamıştı ama köpekleri çok severim, çok akıllı ve inanılmaz sevimli canlılar.”

“Hayvanlar genel olarak çok tatlı canlılar.”

“Kesinlikle. Sen hayvan sahiplenmeyi hiç düşündün mü?”

“Açıkçası hayır, çok büyük bir sorumluluk olduğunu biliyorum ve bu sorumluluğu almaya cesaret edemedim. Şu an ailemle yaşıyorum zaten ve şartlar el vermedi diyelim. Annemin kedilere alerjisi var, apartman dairesinde yaşadığımız için ve hiçbirimizin köpekle ilgilenecek kadar vakti olmadığından köpek de bakamayız, kuş da tuvalet meselesi ve ses yüzünden annemin en başından beri karşı çıktığı bir hayvan.”

“Evet, gerçekten çok büyük bir sorumluluk ama ben o sorumluluğu alabileceğimi düşünüyorum. Köpek konusunda da haklısın, kedi gibi evde takılmayı seven hayvanlar olmadığı için dışarı çıkarmak ve ilgilenmek gerek.”

“Öyle. Belki ileride ben de kendi evime çıktığımda bir kedi sahiplenirim.”

“Sarman mı?”

Göksel güldü. “Olabilir, iki sarı evde gezeriz.”

“Güzel olurdu,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Adını da Güneş koyardın belki.”

“Hım,” dedi Göksel kelimenin sonunu uzatarak. “İyi fikirmiş, senin deyişinle hem göksel bir isim hem de benim adım gibi g ile başlıyor. Bir sarman sahiplenirsem bunu düşüneceğim.”

“Gelecekteki olası sarman kedinin isim babası olabilirim. Adını lütfen Güneş koy.”

“Tamam, eğer bir gün sarman bir kedim olursa adını Güneş koyacağım.”

“İşte bu be! O zaman isim babası olduğum kedini sevmeye gelebilirim değil mi?”

“Bunu bana değil de gelecekteki olası kedime sorman gerekir,  malum kediler kendilerini herkese sevdirmezler.”

“Bence bana kendini sevdirir, sonuçta isim babası olacağım; sevdirmek zorunda.”

Göksel gülerek onun burnunun ucuna işaret parmağıyla dokundu. “Çok tatlısın,” dedi genç adamın gözlerinin içine bakarak. “Sadece olasılıklar hakkında bile çok heveslisin.”

“Seninle gelecekten bahsetmek çok hoşuma gitti,” dedi Gökhan. Başını kaldırdığında burnu Göksel’in parmağından ayrıldı ve dudaklarını genç kadının havadaki parmağına bastırıp onun parmağını öptü. “Sadece bir his ama bundan uzun yıllar sonra bile yan yana olacağımıza inanıyorum.”

“Bunu ister misin?” diye mırıldandı Göksel.

“Bir de soruyor musun? Elbette isterim, hem de çok isterim.”

Göksel ona uzanıp genç adamın kulağının yanına küçük bir öpücük kondurdu. “Ben de isterim,” diye fısıldadı. “Hem de çok isterim.”

Geri çekildiğinde Gökhan’ın güldüğünü gördü. Ona bir gülümseme gönderdikten sonra dondurmasından bir ısırık daha aldı.

“Sen de seninkini ye,” dedi genç kadın. “Eriyor bak.”

Göksel başını Gökhan’ın omzuna yasladı. Bir süre sessizce dondurmalarını yediler, manzarayı izlediler. Deniz karanlığa gömülmüş olsa da Avrupa Yakası ışıl ışıldı ve şehrin ışıklarını izlemek iki gencin de hoşuna gidiyordu.

“Şu an o kadar huzurluyum ki,” dedi dondurmasını bitiren Gökhan. “Deniz kenarları beni oldum olası yatıştırmıştır; şimdi bir de karşımda ışıl ışıl İstanbul manzarası duruyor, solumda sen varsın.”

“Ben de çok huzurluyum,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok da mutluyum.”

Gökhan sol eliyle Göksel’in boşta duran sağ eline dokundu. Bakışlarını bacağının üstündeki ellere çeviren Göksel, genç adamın çekingen parmaklarının kendi parmaklarına dokunmasını seyretti. Gökhan’ın eli kendi elinin üzerine tamamen kapandığında elini avucu yukarı gelecek şekilde çevirdi, parmaklarını genç adamın parmaklarının arasından geçirdiğinde Gökhan da ona uyum sağladı ve ikili el ele tutuştu.

Gökhan bir şey söylemeyince Göksel de konuşmadı ve dondurmasını yemeye devam etti ama artık bakışları şehir manzarasında değil de iç içe geçen ellerindeydi. Gökhan başparmağıyla onun elini okşuyordu. Genç adamın hareketleri sanki çok değerli bir şeye dokunuyormuş gibi tüy gibi hafif ve pamuk gibi yumuşacıktı.

Göksel, Gökhan için çok değerliydi ve genç adam bunu henüz dillendirmemiş olsa da Göksel bunu biliyordu. Bazı şeylerin bilinmesi için illa söylenmesi gerekmezdi, insan bazen hissederdi.

Dondurmasını bitiren Göksel başını Gökhan’ın omzundan kaldırdığında genç adam ona döndü. Yüzlerinin birbirine ne kadar yakın olduğunu fark ettiğinde irkildi ama hemen sonrasında bir gülümseme dudaklarında yuva yaptı.

“Aramızdaki mesafe azaldıkça,” dedi Gökhan. “Güzelliğin artıyor. Yakından çok daha güzelsin.”

Göksel güldüğünde beyaz dişleri ortaya çıktı, elmacık kemikleri belirginleşti ve kısılan gözlerinin etrafı kırıştı.

“Al işte,” dedi bakışları derinleşen Gökhan. “Yüzünde çiçek gibi açan gülüşün benim de kalbimde çiçekler açtırıyor.”

“Bazı şeyler telefonda eksik anlatılır derken bunları mı kastettin?” diye sordu Göksel. “Çünkü şimdi karşındayım ve hiç de eksik anlatmıyorsun, üstelik bunu sadece sözlerinle yapmıyorsun.”

“Başka neyle yapıyorum?”

“Bence cevabını biliyorsun.”

“Sen de cevabını bildiğin bir soru sordun.”

Göksel afalladığında Gökhan ona kaşlarını kaldırıp gözlerini de biraz açarak baktı.

“O hâlde ödeşmiş sayılır mıyız?” diye sordu Göksel az sonra.

“Bence sayılırız,” dedi Gökhan.

“Söylediğin şey çok tatlıydı,” dedi Göksel gülümseyerek. “Senin bu tatlı sözlerin de benim kalbimde çiçekler açtırıyor, karnımda kelebekler uçuşturuyor.”

Göksel sol elini kaldırıp Gökhan’ın yanağına dokunduğunda genç adam bir anlığına gözlerini kapattı. Parmaklarını onun yanağında kaydıran Göksel parmak uçlarıyla onun çenesine dokunurken avcunu da yanağına yasladı ve başparmağını elmacık kemiğinin üzerine bastırdı. Genç kadın onun yanağını okşamaya başladığında Gökhan benzersiz bir huzur duygusu hissetti. Hayatı boyunca pek çok şehirde bulunup pek çok evde yaşamıştı fakat bir insanın da ev olabileceğini, yuva gibi hissettirebileceğini ona Göksel öğretmişti.

“Hesabımın biyografisinde yazan cümleyi hatırlıyorsundur belki,” dedi Göksel onun gözlerinin içine bakarak. “‘Dünya, kadrajımıza yansıdığı kadardır.’ yazıyor. Bana ait bir cümle, hesabımın adından yola çıkarak yazmıştım ve yaptığım işi çok iyi yansıttığını düşünüyorum.”

“Hatırlıyorum elbette,” dedi Gökhan. “Hoş bir cümle, anlamlı.”

“Bu cümleyi yazarken bir şeyi bilmiyordum,” dedi Göksel. Vücudunu Gökhan’a doğru biraz çevirdi. “Kadrajıma yansıyan bir yabancının benim için dünyalar kadar anlam ifade edeceğini bilmiyordum.”

Gökhan’ın dudakları araladığında Göksel onun bir şey söyleyeceğini sandı ama genç adamın dudakları bir şey söylemek için aralanmamıştı, bunun nedeni duydukları karşısında yaşadığı şaşkınlıktı.

“Gökhan,” diye onun adını zikretti Göksel. “Dünya gerçekten de kadrajıma yansıdığı kadarmış ve sen benim kadrajıma yansıyan en güzel şeysin. Sen benim kadrajımdaki en güzel dünyasın.”

Gökhan’ın gözleri her zamankinden daha çok parlıyordu. Genç adam heyecanlı ve mutluydu, kalbi küt küt atıyordu ve bakışları tüm bu hisleri açıkça gösteriyordu. Duyduğu şeyler bu kahverengi gözlere baharı getirmişti, bu kahverengi gözleri yemyeşil çayırlara çevirmişti.

“Seni seviyorum,” dedi Gökhan. Verecek daha iyi bir cevabı yoktu. “Senin kadrajına yansımak hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biri. Seni seviyorum.”

“Ben de,” diye fısıldadı Göksel. Daha yüksek sesle devam etti: “Seni seviyorum.”

Aynı anda birbirlerine uzandılar. Gözleri son bir kez buluştu, hemen ardından dudakları birleşti ve ikisi de gözlerini kapattı. Masum bir ilk öpüşme oldu; ufak bir buse, küçük ve kısa bir temas.

Göksel biraz geri çekildiğinde Gökhan açılan arayı hemen kapattı ve onu yeniden öptü. Gökhan dudaklarını hareket ettirdiğinde Göksel de ona uyum sağladı ve dudakları birbirine karışan ikili öpüşmeye başladı. Gökhan genç kadının elini bırakıp, sol eliyle onun belini kavrarken sağ eliyle de onun elini yeniden tuttu. Göksel’i daha yakınına çekti, onun bedeninin sıcaklığını hissedecek kadar yakınına çekti. Göksel’in dudaklarında şefkatin, sevginin ve heyecanın tadı vardı; Gökhan kendi dudaklarında da bu tadın olduğunu biliyordu.

Birkaç saniye boyunca öpüştükten sonra onları durduran şey Göksel’in Gökhan’ın dudaklarına bıraktığı öpücük oldu. Bu bir öpüşmenin son temas anıydı ve ikisi de bunu biliyordu. Gökhan kendini biraz geri çekip gözlerini açtığında Göksel de ondan birazcık uzaklaşıp gözlerini araladı. Genç kadın karşısındaki ıslak pembe dudaklara baktıktan sonra gözlerini kaldırıp Gökhan’ın kahverengi gözlerini buldu. Göz göze geldiklerinde ikisinin de yüzüne bir gülümseme yayıldı.

“Hafızanın güzel bir galeri olduğunu ve orada hiçbir karenin eskimediğini söylemiştin,” dedi Gökhan. “Şu an benim için hiçbir zaman eskimeyecek, bundan onlarca yıl sonra bile şu anki gibi taze olacak. Benim galerimin en güzel fotoğrafı sensin.”

Göksel’in dudakları araladığında dişleri göründü. Gülerek onun yüzüne bakan genç kadın alnını onun alnına yasladı. “Şu an neyi fark ettim biliyor musun?” diye sordu.

“Neyi fark ettin?”

“Deniz kenarındayız. Dalgalar kayalıklara çarpıyor, tuz kokusu havada geziniyor. Bu sana da tanıdık geldi mi?”

Kendini geri çekip gözlerini açan Göksel, Gökhan’ın gülümsediğini gördü.

“Dalgalarla demlenirdik / Tuz kokardı şarkılar,” diye dile getirdi Gökhan o meşhur şarkının sözlerini. “Bu şarkı gerçek anlamda her şeyin başlangıcı, öyle değil mi?”

“Öyle,” diye onayladı Göksel. “Dalgalarla demlenen ve tuz kokan öykümüzün şarkısı.”

“Öykümüz,” dedi Gökhan aitlik ekine vurgu yaparak. “Bizim öykümüz. Biz olduk değil mi? Sen ve ben değil, biz.”

“Biz olduk,” dedi Göksel başını sallayarak. “Sen ve ben nasıl desem, artık beraberiz. Beraberiz değil mi?”

Gökhan gülerek onun yanağını okşadı. “Beraberiz,” diye onayladı. “Birbirini seven ve şu andan itibaren beraber olan iki insanız.”

Gülümseyen Göksel onun omzuna başını yasladı, Gökhan da sol kolunu onun beline sarıp yumuşak hareketlerle onun belini okşamaya başladı.

“Demek kadrajındaki en güzel dünyayım,” dedi Gökhan biraz sonra. Gülümsedi. “Bu, yirmi bir yıllık hayatımda duyduğum en güzel cümleydi ve daha da iyisi benim için söylendi.”

Göksel gözlerini kaldırıp ona baktığında Gökhan da başını eğerek genç kadına baktı.

“Sahnedeyken gözlerimin içine bakarak En Güzel Şarkım’ı söylerken ben de aynı şeyleri hissettim,” dedi Göksel. “Söylediğin en güzel şarkı, çaldığın en güzel gitar olduğumu söyledin.”

“Çünkü öylesin,” dedi Gökhan. Sağ elini kaldırıp onun yanağına dokundu. “Gök Yüzlü.” Başparmağı genç kadının yanağını okşuyordu. “Benim gökyüzüm senin yüzün.”

“İşte bu da benim yaklaşık yirmi iki yıllık hayatımda duyduğum en güzel cümle.”

Gökhan dudaklarını onun alnına bastırdığında Göksel gözlerini huzurla kapattı.

“Fotoğraf çekelim,” dedi Gökhan. “Bugünden hatıra kalsın.”

“Çekelim,” dedi Göksel. Kucağındaki çantasına ulaşmak için başını Gökhan’ın omzundan kaldırdı. Çantasından telefonunu çıkardı. “Saat on biri çeyrek geçiyor,” dedi şaşırarak. “Zaman ne çabuk geçmiş. Benimkiler birazdan ya mesaj atar ya da ararlar.”

“Birazdan kalkarız biz de,” dedi Gökhan anlayışla. “Daha karşıya geçeceksin zaten, yolun uzun.”

“Bir şey olmaz, yanında biraz daha durmak istiyorum.” Göksel kamerayı açıp telefonunu kaldırdı ve ikisini kadraja aldı. Genç kadın başını yine Gökhan’ın omzuna yasladı. “Çift olarak ilk fotoğrafımız olacak, gülümse.”

“Biraz daha yaklaş,” dedi Gökhan. “Kafan kafama değsin.”

Göksel onun dediğini yapıp genç adama yaklaştı ve sağ şakağını onun sol çenesine yasladı.

“Ben çekeyim,” diyen Gökhan telefona uzandı. “Senden iyi çekeceğimi asla ima etmiyorum ama boyumun ve kolumun uzun olmasının avantajından faydalanayım diyeyim.”

“Faydalan bakalım,” dedi Göksel telefonu ona vererek.

İki fotoğraf çektiler. İlkinde ikisinin de yüzünde sevimli bir gülümseme vardı, ikincisinde Gökhan güldü ve o gülünce Göksel de dişlerini biraz gösterip gülümseyerek poz verdi.

“Çok güzeliz,” dedi çektiği fotoğraflara bakan Gökhan. “Sen zaten çok güzelsin de benim yanımda ayrı bir güzelsin. Çok yakışıyoruz.”

“Diyene bak,” dedi Göksel. “Sen de çok güzelsin ve bence de yakışıyoruz.”

“Tam tipinim değil mi? Benimle sevgili olurdun.”

Göksel gülerek omzuyla onun omzuna vurduğunda Gökhan sırıttı. Bu esnada Göksel’in telefonu çalmaya başladı ve ekranda “Babacığım” yazısı belirdi. Göksel kelimenin sonuna bir de sarı kalp eklemişti.

“Beklenen çağrı geldi,” diyen Gökhan telefonu sahibine uzattı.

“Biraz müsaadeni isteyeceğim,” dedi Göksel telefonu alıp ayağa kalkarak. “Hemen dönerim.”

“Seni merak etmişlerdir, rahatça konuşmana bak.”

Göksel birkaç adım attıktan sonra babasının çağrısını yanıtladı. Bu esnada Gökhan’ın bakışları kendisinden uzaklaşan genç kadındaydı. Onu baştan aşağı süzdü. Üç haftalık tatilde Göksel’in kilo verdiği anlaşılıyordu, genç kadının bacakları biraz incelmiş ve karnı da biraz düzleşmişti; beline tam oturan ve eteği de dizlerinin bir karış üstünde biten elbisesi vücudundaki bu değişimleri belli ediyordu.

“Efendim?” diye açtı telefonu Göksel.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu Engin.

“Moda’dayız, Gökhan’la sahilde oturuyoruz.”

“Oraya ne zaman geçtiniz?”

“Gökhan’ın performansı bittikten sonra. Daha yeni geldik sayılır, biraz deniz havası alıp dondurma yiyelim dedik. Siz ne yapıyorsunuz?”

“Biz de annenle oturduk, dizi izledik. Saat geç olunca ne yaptığını merak ettik, ben de arayıp sorayım dedim. Ne zaman dönmeyi düşünüyorsun?”

“Çok durmam, biraz sonra kalkarız ve ben de yola çıkarım. Her halükarda gece yarısından sonra evde olurum.”

“Uzun zamandır görüşmediğiniz için laf etmeyeceğim ama 1 olmadan evde olmaya çalış, olur mu? Artık İstanbul’dasın, ne zaman isterseniz görüşürsünüz nasıl olsa.”

“Tamam, 1’den önce evde olurum. Siz beni beklemeyin, yatın uyuyun; geldiğimi duyarsınız zaten.”

“Duyarız tabii, daha o kadar yaşlanmadık küçük hanım.”

“O anlamda demedim.”

“Biliyorum ama seninle uğraşmayı seviyorum. Sahilde binbir türlü insan vardır şimdi, dikkatli olun. Buçuktan önce kalkmaya çalış, anca gelirsin zaten.”

“Tamam, birazdan kalkarız. Başka diyeceğin şey var mı?”

“Dediğim gibi kendine dikkat et ve trafikte de dikkatli ol, evde görüşürüz güzelim.”

“Görüşürüz. Seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum güzel kızım benim.”

“Öptüm.”

Göksel telefonu kapattıktan sonra kendi kendine gülümsedi, ardından arkasını dönüp Gökhan’a doğru yürüdü. Onun geldiğini fark eden Gökhan bakışlarını manzaradan alıp Göksel’e çevirdi ve kendisine yaklaşan genç kadını seyretti.

“Neden öyle baktın?” diye sordu Göksel, yeniden onun yanına oturduğunda.

“Çok güzelsin de ondan,” diye yanıtladı Gökhan. “Gözlerimi senden alamıyorum.”

“Öyle mi?”

“Öyle.” Gökhan uzanıp onun yanağını öptü. “Baban eve dön mü diyor?”

“Evet, buçuktan önce kalkıp yola çıkmamı ve 1’den önce evde olmamı istedi. Biraz daha vaktimiz var.”

“Babanın sözünü dinleriz, benim yüzümden azar işitmeni istemem.”

“Çok tatlısın ama azar işitmem, beni hiç azarlamazlar. İstediğim şeyleri yapmamı onlar da istiyor, sadece birkaç konuda hassaslar ve ben de onların hassaslıklarına dikkat ediyorum. Dışarıdayken onlara haber vermek, çok dikkatli olmak ve eve çok geç dönmemek bunlardan birkaçı.”

“Ailen olarak seni merak ediyorlardır elbette,” dedi Gökhan tebessüm ederek. “Bu akşam da hassas oldukları konulara dikkat edelim de tatsızlık çıkmasın.”

“Çıkmaz,” dedi Göksel ona yaklaşarak. “Endişelenmene gerek yok. Sahilin tadını çıkaralım.”

“Biraz yürüyelim mi?”

“Olur, yürüyelim.”

Çift ayaklanıp kayalıklardan yürüyüş yoluna indi. Göksel elbisesinin eteğini düzeltip çantasını da omzuna taktı.

“Gidebiliriz,” dedi Gökhan’a bakıp. “Ne tarafa yürüyelim?”

“İleri doğru yürürüz,” dedi Gökhan. Ona elini uzattı. “Dakikalar önce yaptığımız yürürken kol kola girme anlaşmasını el ele tutuşmaya çevirelim mi?”

“Çevirelim,” dedi Göksel gülümseyerek ve onun elini tuttu. “Hadi gidelim.”

El ele tutuşan çift sahil yolunda batıya doğru yürümeye başladı. Göksel iç içe gelen ellerine baktıktan sonra Gökhan’ın sol profiline baktı. Onu ilk kez gördüğü akşam da onun çekici olduğunu düşünmüş, onun müzisyenliğinden etkilenmişti ve o akşamın üzerinden geçen üç ayın ardından şimdi ona bakarken hissettiği her şey daha yoğundu.

Onu seviyordu.

Ve daha güzeli hisleri karşılıklıydı.

“Benimle sevgili olarak iyi bir karar verip vermediğini mi düşünüyorsun?” diye sordu ona yandan bir bakış atan Gökhan. “Yol yakınken vazgeçmeyi düşünmüyorsundur umarım.”

“Hayır,” dedi Göksel hemen. “Elbette hayır. Sadece seni ilk kez gördüğüm akşamı ve bu akşamı düşünüyordum.”

“Biraz açmak ister misin?”

“Seni ilk kez gördüğümde de seni çekici bulmuştum ve müzisyenliğinden çok etkilenmiştim,” diye itiraf etti Göksel. “Şimdiyse senin elini tutuyorum ve seni şarkıları gözlerimin içine bakarak söylerken izliyorum.”

Gökhan güldüğünde düzgün dişleri ortaya çıktı. “Seni görür görmez senden etkilenmiştim,” diye itiraf etti o da. “‘Bu kadını tanımalıyım!’ demiştim. Seni tanımıyordum ama benim için farklı olacağını hissetmiştim. Doğru kişi hayatınıza girince bunu hissedersiniz, derler. Doğruymuş gerçekten, hissediyormuşuz.”

“Doğru kişi olduğumu mu düşünüyorsun?” dedi Göksel sırıtarak.

“Düşünmüyorum,” dedi Gökhan ona bakarak. “Doğru kişi olduğunu biliyorum.”

Göksel ona uzanıp genç adamın yanağını öptüğünde Gökhan gülümsedi.

“Buradan yukarı dönelim,” dedi Gökhan. “Arabayı da o tarafa park ettin zaten.”

“Dönelim,” dedi Göksel. “Burası çok kalabalık, yürünmüyor bile.”

“Moda’da tipik bir cumartesi akşamı.”

Sahil yolundan yukarıdaki yola çıktılar. Burada da hareketlilik devam ediyordu ama sahil kadar yoğunluk yoktu. Göksel’in ara sokaklardan birine park ettiği araca yürüdüler.

“Sihirli kelimeyi söyleyeceğim,” dedi Göksel. “Atla.”

Gökhan gülerek başını sağa yatırdı. “Sen atla dediğinde yaptığım eylem atlamak değil de düşmek oluyor,” dedi. “Yere kapaklanıyorum.”

“O zaman bunu daha sık söyleyeceğim.”

“Bak ya, çok fenasın.”

“Öyleyimdir.”

Arabaya bindiler.

“Çevre yolundan gideceğim,” dedi arabayı çalıştıran Göksel. “Merdivenköy yolumun üzerinde, seni de eve bırakayım.”

“Daha içeride kalıyor,” dedi Gökhan ona bakarak. “Yolunu uzatacaksın, eve geç kalırsın; sen beni durakta bırak, ben otobüsle giderim.”

“Duymamış olayım. Çevre yolundan içeri girerim, oradan da mahallene ilerleyip seni evine bırakır ve ben de kendi evime giderim. İtiraz kabul etmiyorum.”

“Peki, öyle olsun. Teşekkür ederim.”

“Hem benimle biraz daha vakit geçirmek istemez misin? Merdivenköy’e kadar çok yolumuz var.”

“İsterim elbette ama-”

“Aması yok, istiyorsan konu kapanmıştır.”

“Peki. Bana hava hoş.”

“Bana da hoş.”

Göksel telefonunu araca bağlayıp şarkı açtı. İkili çevre yoluna doğru yol alırken günlük şeylerden sohbet ettiler. Yarın pazardı ama Gökhan çalışacaktı, üstelik mağazayı açma görevi de ona verilmişti ve genç adam yarın işe biraz daha erken gidip mağazayı açacaktı. Gökhan bugün neler yaptığından da bahsetti. Öğlen olmadan uyandığını, güzel bir kahvaltı ettiğini ve Göksel’i aramak istediğini fakat genç kadının sesi sedası çıkmayınca onun meşgul olduğunu düşünüp aramaktan vazgeçtiğini ve zamanını müzikle uğraşarak geçirdiğini söyledi; Göksel’se evdeki temizlik işinden ve dışarıda annesiyle zaman geçirdiğinden, günün kalanını da akşam için hazırlanarak geçirdiğinden bahsetti.

“Ben senin Muğla’da olduğunu düşünürken sen benden sadece kilometrelerce uzaklıktaymışsın,” diye bir yorumda bulundu Gökhan. “Ve akşam benimle buluşmak için hazırlanıyormuşsun. Neyse ki ben de sahneye çıkacağım günler uzun süre hazırlanmakla uğraşıyorum ve bugün de iyi görünüyordum.”

“Saçların uzamış,” dedi Göksel ona yandan bir bakış atarak. “Yakışmış.”

“Beğendin mi?” diyen Gökhan saçlarına dokunurken gülümsedi. “Sanırım biraz daha uzatacağım, bir süre uzun kullanmak istiyorum.”

“Olabilir, değişiklik iyidir.”

“Senin de saçların biraz uzamış.”

“Evet, benimkiler de uzadı ama uçlarından biraz kestirmeyi düşünüyorum.”

“Bence kalsınlar.”

“Beğendin mi?”

“Evet, hoş görünüyor. Saçlarının rengi ve şekli çok güzel zaten, uzayınca daha da güzel görünmüş. Saçların gerçekten de güneşi andırıyor, sapsarı ve pasparlak.”

“Teşekkür ederim. İsmimin hakkını veriyorum, öyle değil mi?”

“Kesinlikle veriyorsun.”

Göksel aracı çevre yoluna çıkardı ve kuzeye doğru sürmeye devam etti.

“Gireceğimiz dönüşü yaklaşınca söylerim,” dedi Gökhan. “Sonra evi de tarif ederim.”

“Tamamdır,” dedi Göksel. “Fikirtepe’nin oradan gireceğiz değil mi?”

“Aynen, sonra benim mahalleme doğru düz devam edeceğiz.”

Göksel sol şeride geçip hızını artırdığında Gökhan gülümsedi.

“Gerçekten çok iyi araba kullanıyorsun,” dedi Gökhan. “Senin kadar genç olan pek çok kişinin sürdüğü arabalara bindim ama hiçbirinde bu kadar rahat bir yolculuk yapmamıştım.”

“Bu çok güzel bir iltifat ama maşallah de,” dedi Göksel gözlerini büyütüp ona bakarak. “Allah korusun şimdi kaza falan yaparız, bu güzel akşamı sağ salim bitirmek istiyorum.”

“Hiç kem gözlü biri değilimdir, rahat olabilirsin ama için rahat edecekse söyleyeyim: Maşallah.”

“Teşekkür ederim. Senin ehliyetin var mı?”

“Maalesef henüz yok ama araba kullanmayı biraz bilirim. Lisedeyken babam öğretmişti, askeriyede sürüşler de yapıyordum ama üstünden çok zaman geçtiği için hâliyle bildiklerimin çoğunu unuttum, paslandım. Mezun olduktan sonra kursa yazılmayı istiyorum. Mevcut araba fiyatları yüzünden araba almak hayal olsa da ehliyetim olsun, lazım olur.”

“Kesinlikle lazım. Kazancın arttığında dediğin gibi bir kursa yazılırsın ve ehliyetini alırsın.”

“Planlarım o yönde. Sen ehliyetini ne zaman aldın?”

“18 yaşımda. Ben de araba sürmeyi ebeveynlerimden öğrendim, test sürüşleri de yaptım. 18’ime girdikten sonra benimkiler beni bir kursa yazdırdı ve birkaç ay içinde ehliyetimi aldım.”

“En iyisini yapmışsınız. Ben evi terk etmeseydim babam da beni kursa yazdıracaktı ama işte, hayat.”

“Geleceğin hakkında pek çok planı varmış.”

“Evet, vardı ama hayat benim hayatım, gelecek benim geleceğim ve kendi planlarımı yapıyorum.”

“Onları merak ediyorum, ebeveynlerini yani.”

“Merak edilecek bir yanları yok, inan bana ama seni anlıyorum. Bir ara fotoğraflarını gösteririm.”

“Görmeyi isterim.”

“Ben de seninkileri görmek isterim.”

“Bir gün tanışırsınız.”

“Tanışmak mı?” dedi Gökhan şaşırarak. “Biz telefonda konuşurken odanı basan babanla tanışmaya hazır olmak için uzun bir süreye ihtiyacım olacak gibi.”

“Senden haberleri var.”

“Ne?” dedi Gökhan daha şaşkın ve yüksek bir sesle. Hemen ardından gülümsedi. “Yani adımı biliyorlardır elbette, kaç kez görüştük sonuçta ama benden ne diye bahsettin?”

“Arkadaşça bir başlangıç yaptığımızı ama sonrasında flört etmeye geçtiğimizi biliyorlar.”

“Bir erkek olarak babanın beni hiç hazzetmediğine eminim. Beni kızını elinden alacak olan aklı beş karış havadaki fırlama genç olarak görüyor. Adım babanın kara listesinin ilk sırasında altın harflerle yazıyor.”

“Saçmalama,” dedi Göksel onun omzuna dokunarak. “Elbette böyle bir durum yok.” Altın harflerle yazma kısmı biraz abartılı olabilir ama o listede yer aldığına dair ciddi şüphelerim var. “Şu an bunları konuşmak için çok erken ama babamın seninle tanışınca seni seveceğinden eminim.”

“Öyle mi dersin?”

“Hı hı, sonuçta benim sevgilimsin ve beni mutlu ediyorsun; onlar da seni sevecek.”

“Umarım. Neyse, dediğin gibi bunlardan konuşmak için çok erken ve boşuna stres yapmama gerek yok.”

“Elbette.”

“İleriden döneceğiz,” dedi etrafa bakan Gökhan. “İlk dönüşten sağa gireceksin, sonra düz ilerleyeceksin.”

“Tamam.”

Çevre yolundan ayrılıp mahalle arasına girdiler.

“Buradan hastaneye kadar dümdüz gidebilirsin,” dedi Gökhan. “Yol dümdüz ilerliyor. Hastaneye gelince yine yönlendiririm.”

“Hangi hastane var?” diye sordu Göksel.

“Göztepe.”

“Evin oraya yakın mı?”

“Evet.”

Gökhan’ın dediği gibi aracı dümdüz süren Göksel, biraz sonra hastane binasını gördü. Yolun sonunu inceleyen genç kadın kaşlarını kaldırdı.

“Marmara Üniversitesinin Göztepe Kampüsü de aşağıda değil mi?” diye sordu.

“Hemen şurası,” dedi Gökhan bir yeri göstererek. “Sen nereden biliyorsun?”

“Doğma büyüme İstanbullu olarak şehrin önde gelen üniversitelerinden birini de bileyim bir zahmet.”

“Doğru, haklısın.”

“Buralar çok merkezi yerler, bu civarda mı oturuyorsun?”

“Biraz daha ilerideyim ama evet, merkezi. Şimdi öğrenci hâlimle burada nasıl oturabildiğimi sorabilirsin, sormakta haklısın da ama biz evi üç sene önce tuttuğumuzda kiralar bu kadar uçmamıştı. Şu an asla gücümüz yetmez.”

“Evet, birkaç sene önce kiralar karşılanacak fiyat aralığındaydı ama şu an piyasa korkunç durumda. İstanbul zaten çok pahalı, Kadıköy de pahalı ilçelerden biri.”

“Eski bir ilçe, nezih, gelişmiş; çok normal.” Gökhan yola baktı. “Daha gideceğiz. Düz devam. İçeride oturduğumu söylemiştim.”

“Sorun değil, gidiyoruz işte.”

Mahallenin içine giren Göksel, Gökhan’ın tarifleriyle genç adamın oturduğu sokağa ilerledi. Hava karanlık olsa da genç kadın geçtikleri sokakları o kadar dikkatli inceliyordu ki buraları hatırlamakta zorluk çekmeyecekti.

“Sağ,” dedi Gökhan. “Geldik.”

Göksel sağ sokağa döndüğünde hızını iyiden iyiye yavaşlattı. Kat sayıları değişen ama geneli yüksek sayılacak katlara sahip olan apartmanların olduğu güzel bir sokağa gelmişlerdi. Etraf ıssızdı.

“Şu apartman,” dedi Gökhan dış cephesi toprak tonlarına boyanan altı katlı bir apartmanı göstererek.

“Kaçıncı kat?” diye sordu apartmanı inceleyen Göksel.

“Üç.”

“Cici bir yerde oturuyormuşsun.”

“Burayı ben de seviyorum.” Gökhan emniyet kemerini açtı. “Bıraktığın için teşekkür ederim.”

“Lafı bile olmaz.”

“Ben ineyim, sen de evine geç. Dikkatli sür lütfen ve eve geçince haber vermeyi unutma.”

“Dikkatli sürerim ve eve varınca da haber veririm.”

“O zaman bugünlük bu kadar,” dedi Gökhan. “Burada oturmaya devam ettikçe kalkmam çok zor olacak, bu yüzden oyalanmadan ineyim.”

“Nasıl istersen,” dedi Göksel gülümseyerek. “İnmek istiyorsan in.”

“İnmeyi istemiyorum.”

“Ben de inmeni istemiyorum.”

“Ama inmem lazım,” dedi Gökhan. Başını ona yaklaştırdı. “Öpeyim mi?”

“Bir de soruyor musun?” diye mırıldandı Göksel ve o da Gökhan’a yaklaştı. “Gel buraya.”

Dudaklarını birleştirdiler ve küçük bir veda busesini birbirlerinin dudaklarına kondurdular.

“Seni seviyorum,” diye fısıldadı burnunu onun yanağına yaslayan Gökhan. Genç kadının yanağını öptü. “Kendine dikkat et.”

“Ben de seni seviyorum,” dedi Göksel. “Sen de kendine dikkat et. Yatıp dinlenmene bak, yarın hem çalışacak hem de özel derse gideceksin.”

“Hatırlıyorsun,” dedi Gökhan gülümseyerek.

“Elbette hatırlıyorum.”

Gökhan onun dudaklarını son bir kez öptükten sonra araçtan indi. Arka kapıyı açan genç adam gitar çantasını aldı.

“Köprü trafiği çok yoğundur yine,” dedi Gökhan. “Çok dikkatli ol lütfen.”

“Alışkınım, sıkıntı olmaz,” dedi Göksel. “Görüşürüz.”

“Görüşürüz,” diye karşılık veren Gökhan devam etti: “Güzelim.”

Göksel gülümsediğinde Gökhan ona göz kırptı ve gövdesini arabadan çıkarıp arka kapıyı kapattı. Genç kadın gaza basıp yola koyulduğunda kornoya bastı, Gökhan da elini kaldırıp onu uğurladı ve genç kadın gözden kayboluncaya kadar olduğu yerde durup arkasından baktı. Beyaz araba caddeye çıkıp uzaklaştığında genç adam parmaklarını dudaklarına götürüp gülümsedi.

20 Ağustos artık sıradan bir gün değildi.

***

Göksel yoğun bir trafiği atlatıp oturdukları sokağa vardığında saat daha 1 olmamıştı. Babasının söylediği zamana uymanın getirdiği rahatlıkla arabayı apartmanın birkaç metre ilerisine park edip araçtan indi. Eve yürürken Gökhan’a mesaj yazdı.

Ben eve vardım, haberin olsun

Apartman kapısını anahtarıyla açıp dördüncü kattaki dairelerine de asansörle çıktı. Evin kapısını açtığında içerisinin karanlık olduğunu gördü. Ses çıkarmamaya özen göstererek eve girdi ama kapıyı kapattığı an ebeveynlerinin yatak odasından ses geldi.

“Göksel?” dedi odadan çıkan Engin. “Hoş geldin kızım.”

“Hoş buldum,” diye cevap verdi Göksel. “Ben mi uyandırdım?”

“Hayır, ben uyumuyordum zaten. Seni bekledim.”

“Sağ salim döndüm,” diyen genç kadın, babasının yanağını öptü. “Elimi yüzümü yıkayıp yatacağım, sen de gidip uyu hadi.”

“Neler yaptınız?”

“Akşamın çoğunda Gökhan sahnedeydi zaten, ben de oturup onu izledim. Gökhan’ın performansı 11’e doğru bitti, biz de Moda’ya inip sahilde oturduk ve sohbet muhabbet ettik.”

Tabii canım, diye düşündü Göksel. Sadece sohbet muhabbet ettik, asla öpüşüp koklaşmadık.

“Bunca saat beraber olduğunuza göre birbirinizi çok özlemişsiniz.”

“Saat ne kadar geç olursa olsun benimle uğraşmak için hâlin var değil mi? Konuşup vakit geçirdik işte, keyifli bir akşamdı. Şimdi izninle gece bakımımı yapıp kendimi yatağa atacağım. Felaket bir trafikten yeni çıktım.”

“İyi bakalım, ayrıntıları yarın konuşuruz.” Engin onun saçlarını öptü. “İyi geceler bebeğim benim.”

“İyi geceler babacığım.”

Banyoda gece bakımını yapan Göksel odasına girdi. Elbisesini çıkarıp pijamalarını giydi ve telefonuyla kulaklığını alarak yatağına oturdu. Gökhan ona cevap vermişti.

Tamamdır

Yarın erken kalkmam gerektiğini biliyorum ama bir gram uykum yok. Bu akşamı aklımdan çıkaramıyorum. Yaşananların rüya olup olmadığını anlamak için kolumu çimdikledim, her şey gerçekmiş ve bu beni daha da heyecanlandırdı

Onun ikinci mesajını okuyan Göksel güldü.

Bu akşam güzel şeylerin yalnızca rüyalarda olmadığını gördük

Ben de yol boyunca bizi düşündüm, bir müddet daha düşünür gibiyim ama yarın işe gitmesi gereken senin yatıp dinlenmen gerekiyor

Mesajları ona gönderdikten sadece saniyeler sonra Gökhan çevrim içi oldu ve onun mesajlarını okudu.

Bu kadar güzelini rüyamda bile göremezdim ama bizzat yaşıyorum, bunu kabullenmem zaman alacak gibi görünüyor

Kendimi yorgun hissetmiyorum ki, aksine şu an dünyanın en huzurlu ve en dingin insanıyım. Bana ne yaptın böyle?

Göksel içinin sıcacık olduğunu hissetti. Bir insanı sevmek ve sevdiğin insan tarafından sevilmek gerçekten de büyülü bir şeydi, genç kadın bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Annesiyle babasına baktığında gördüğü her şeyi şu an kendisi hissediyordu, çocukluğundan beri merak ettiği bu güzel duyguları tecrübe ediyordu ve tüm bunlar onun gördüğünden de tahmin ettiğinden de çok daha güzel şeylerdi.

Sana seni sevdiğimi söyledim. Sevgi böyle bir duygu işte, insana başka hiçbir duygunun hissettiremeyeceği şeyleri hissettiriyor

Gökhan bu mesajı da anında gördü ve ona cevap yazdı.

Bana başka hiçbir insanın, hiçbir olayın ve hiçbir duygunun hissettiremeyeceği şeyleri hissettiren sensin. Çenem çok düştü, heyecandan yüzüne söyleyemediklerimi gecenin 1’inde mesaj olarak atıyorum

Göksel kıkırdadı ve sırıtmaya devam ederken ona mesaj attı.

Bir şeyleri dile getirmek her zaman daha zordur, şu an bunları yazman da çok hoşuma gidiyor ama gerçekten yatıp uyuman gerekiyor

Uzandığı yataktan doğrulan Gökhan komodinin üzerindeki şişeye uzandı ve suyundan büyük bir yudum içti.

Tamam, yatacağım ama ondan önce bir şey diyeceğim. Pazartesi gününe planladığımız bir buluşmamız vardı, o buluşmayı gerçekleştirebilir miyiz? Karşıya geçerim, senin seçtiğin bir restoranda akşam yemeği yeriz. Ne dersin?

Gökhan’ın gönderdiği bu mesajı okuyan Göksel ona onaylayıcı bir mesaj gönderdi.

Elbette gerçekleştirebiliriz. Bildiğim güzel restoranlar var, yarın aralarından bir tanesini seçerim ve pazartesi orada buluşuruz

Gökhan yumruk yaptığı elini karnına doğru indirdi.

Pazartesiyi iple çekiyorum. Seni ertesi gün göreceğimi bilmenin getirdiği mutlulukla uyuyabilirim. İyi geceler güzelim, görüşürüz

Gökhan ikinci kez ona güzelim diye hitap edince Göksel sırıttı. Bu kelime sevdiği hitaplardan biriydi ve şimdi Gökhan’ın da kendisine böyle seslenmesi bu kelimeyi daha çok sevmesine neden olmuştu.

İyi geceler canım, görüşürüz

Göksel bu mesajı ona gönderdikten sonra Gökhan’ın çevrim dışı olmasını bekledi fakat genç adam kendisine cevap yazdı.

Canın mıyım sahiden?

Tamam, susuyorum ve gidiyorum

Öptüm

Gökhan’ın peş peşe gönderdiği bu mesajları okuyan Göksel kahkaha atmamak için elini ağzına bastırdı. Babasının yine odasını basmasını istemiyordu, üstelik bu sefer uydurabileceği bir yalan da yoktu; bu yüzden sessiz olmak zorundaydı.

Aferin, gidip uyu artık

Ve evet, sahiden canımsın. Ben de öptüm

Gökhan Göksel’in bu mesajlarını okuduktan sonra uygulamadan çıktı. Yeniden yatağına uzanan genç adam sırıtarak tavanı izlemeye başladı. Göksel’se sohbetler arasından Ahsen’i buldu ve arkadaşına mesaj attı.

Yarın için ne planın varsa iptal et, benimle buluşuyorsun. Sana anlatacağım bomba gibi olaylar var

Ahsen şu an uyuyordu, bu mesajları yarın sabah kalkınca görecekti; yarın için herhangi bir planı yoktu, olsaydı da kesinlikle iptal ederdi ve bu mesajdan sonra Göksel’le buluşmaya resmen uçarak giderdi.

Telefonunu komodine bırakan Göksel yastığını düzeltip yatağına uzandı. Hissettiği yoğun duygularla ışıl ışıl parlayan mavi gözlerini tavana dikti ve parmak uçlarıyla dudaklarına dokundu. İlk öpücüğünü sevdiği biriyle tecrübe etmek isteyen genç kadın bu akşam bunu yapmıştı, ilk sevgilisiyle ilk öpücüğünü -ve ikinciyle üçüncüyü ve dördüncüyü- paylaşmıştı.

Az önce komodine bıraktığı telefonunu eline alıp bu akşam Gökhan’la çekildiği fotoğrafları açtı. Birbirine yaslanan başlarına, yüzlerindeki gülümsemelere, gözlerindeki mutluluğa baktı. Bunlar bir çift olarak çekildikleri ilk fotoğraflardı ve fotoğraf çekilmeden önce yaşadıklarının heyecanı yüzlerinden okunuyordu. İtirafların, ilk öpücüklerin, söylenen romantik cümlelerin heyecanı bu iki çift gözdeydi.

Aşk bu fotoğraflardaydı.

Artık Göksel’in kadrajının odak noktası aşktı.

Fotoğraf: Katie Salerno

2022'de Kadrajdaki Dünyalar'ı okuyan, tepki veren, kıymetli yorumlarını benimle paylaşan ve destek veren tüm okurlara teşekkür ederim. Yeni bir yıl, Kadrajdaki Dünyalar'da başlayan yeni bir dönem ve yeni bölümler bizi bekliyor. İlk fırsatta 19. Kare'yi yazmaya başlayacağım, haftaya pazar yetişip yetişmeyeceğini bilmiyorum fakat yetişmesi için çabalayacağım, yetişmezse de sonraki hafta gelir diye düşünüyorum. Bölümler bu sene de düzenli bir şekilde gelecek. Bölümlere tepki vermeyi lütfen unutmayın, tepkiler motive olmam konusunda epey yardımcı oluyor. Destekleriniz için teşekkür eder, mutlu yıllar dilerim! - EÖÖ

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil