Kadrajdaki Dünyalar | 19. Kare: Şarap Kırmızısı
Kadrajdaki Dünyalar'ın 19. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.
Bölüm fotoğrafı: Andie Venzl
Pazar günü Dinçerlerin evinden 10.30’a kadar hiç ses yükselmedi. İlk uyanan Güzin oldu, orta yaşlı kadın yatakta uzanmaya devam ederken ondan dakikalar sonra Engin de uyandı. Bir süre yatakta sohbet eden karı koca yataktan kalktığında saatler 10.52’ydi. Onlar mutfakta kahvaltıyı hazırlarken Göksel de uyandı. Birkaç saniye uykulu gözlerle odasına bakan genç kadın dün akşamı hatırladığında gülümsedi. Uzun zamandır bu kadar rahat uyumamıştı ve bunun tek sebebi dün olanlardı.
Komodinindeki telefonuna uzanıp ekranı açtığında saatin 11.07 olduğunu gördü. İnternete bağlandı ve hem Gökhan’ın hem de Ahsen’in kendisine gönderdiği mesajların bildirimini aldı. Gökhan ona sabah 7 sularında yazmıştı, Ahsen de 10’da. Önce Gökhan’ın mesajlarını açtı.
Günaydınlar
Hayatımda bu kadar enerji dolu uyandığımı hatırlamıyorum, günlerden pazar ve saatlerden sabahın 7 olmasının hiçbir önemi yok; şu an oldukça enerjik ve iyi hissediyorum
Kahvaltı edip evden çıkacağım. 10-15 arası işteyim, Araslara ne zaman geçersem 1 saat de onunla dersim var. Günlük planım bu şekilde, akşam eve geçince de seni ararım
Göksel’in yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Gökhan’ın hissettiği her şeyi şu an o da hissediyordu. Genç adamın ona günaydın mesajı atıp günlük planlarından bahsetmesi ve akşama da kendisini arayacağını söylemesi çok hoşuna gitti.
Günaydın sevgilim
Ben de bebek gibi uyumuşum, az önce uyandım ve bu mesajlarını okumak bana daha da iyi hissettirdi
İşte ve derste kolaylıklar dilerim
Gökhan’a cevap verdikten sonra Ahsen’le olan konuşmasını açtı.
Ay ne oluyor, ne oluyor?
Saat ve konum bilgisi ver yeter, orada olacağım
Göksel ekrana gülerek baktı. Tam da Ahsen’den beklediği cevabı almıştı.
Ortada buluşalım, 15.00’te bizim mekânda ol
Genç kadının bizim mekân dediği yer ikilinin liseden beri gittiği Fatih’in ortasındaki bir kafeydi. Kafe gerçekten de ikisinin evlerinin ortasındaydı, konumu nedeniyle orayı sık sık tercih ediyorlar ve özellikle son dakika buluşmalarında orada görüşüyorlardı.
Göksel yataktan kalkıp birkaç açılma hareketi yaptı ve telefonunu alarak odasından çıktı. Mutfaktan sesler ve kokular geliyordu, oraya ilerledi. Tezgâhın başındaki ebeveynleri kahvaltıyı hazırlıyordu. Göksel içeri girince ikisi de ona baktı.
“Günaydın bebeğim,” dedi Güzin.
“Günaydın güzelim,” dedi Engin. “Epey uyudun.”
“Size de günaydın,” diyen Göksel onların yanaklarını öptü. “Pazar gününün hakkını verdim. Siz ne yapıyorsunuz? Burnuma güzel kokular geliyor.”
“Menemen ve sucuklu yumurta yaptık,” dedi Engin. “Biz de pazar gününün hakkını verelim istedik. Ailecek mükellef bir kahvaltı edelim.”
“İyi düşünmüşsünüz. Ben bir elimi yüzümü yıkayıp geleyim.”
Dakikalar sonra masada bir araya geldiler. Sofrada menemenle sucuklu yumurtanın yanı sıra domatesle salata, birkaç çeşit peynir ve diğer kahvaltılıklardan vardı; cam kupalara dökülen taze demlenmiş çayın dumanı tütüyordu. Sofra oldukça kalabalıktı.
“Dün neler yaptınız bakalım?” diye sordu Güzin. “Gece baban seni karşılamış ama ben derin bir uykudaydım.”
“Gökhan iki saatten uzun bir süre sahnedeydi,” diye cevapladı Göksel. “Kafeden çıktığımızda saat on buçuk civarıydı, biz de Moda’ya inip biraz sahilde oturduk ve dondurma yiyip sohbet ettik.”
“Baban eve on iki buçuktan sonra döndüğünü söyledi, epey vakit geçirmişsiniz. Birbirinizi çok özlemişsiniz sanırım?”
“Üç hafta sonra görüşünce vakit geçirelim dedik işte. Böyle şeyler söyleyip beni utandırmasanıza.”
“Gökhan’la saatlerce vakit geçirmek utandırmıyor da bizim bunu dememiz mi utandırıyor?” dedi Engin. “Saatlerce hasret giderdiniz işte.”
“Baba!” diye söylendi Göksel. “Ebeveynleriyle bu meseleleri konuşmaya herkes çekinir, sizinle arası çok iyi olan ben bile.”
“Tamam tamam,” dedi Güzin. “Biz anladık. Gökhan’a hediyelerini vermişsindir, sevdi mi?”
“Çok sevdi.”
“Özellikle gitar şeklindeki anahtarlık çok anlamlı bir hediyeydi. Magnetleri de buzdolabına asar ve senden hatıra olarak saklar.”
“Aynen, o da böyle söyledi.”
Kahvaltı esnasında bir daha bu konu açılmadı. Göksel onlara artık Gökhan’la sevgili olduklarını söyleyecekti fakat bunu kahvaltıdan sonraya erteledi. Kahvaltıyı bitiren ve mutfağı toparlayan aile üyeleri salona geçtiğinde Göksel de konuyu açtı.
“Sizinle bir şey paylaşmam gerekiyor,” dedi. “Dünle ilgili.”
Dün kelimesi Engin’in dikkatini çekti. “Neymiş?” diye sordu.
Göksel kendi gözlerine dikkatle bakan mavi gözlere baktıktan sonra destek bulmak istercesine annesine baktı. Annesinin ifadesi de meraklı ve dikkatliydi fakat babası kadar ciddi görünmüyordu.
“Artık Gökhan’la sevgiliyiz,” dedi bir çırpıda. Beklemenin getirdiği gerginlikten kurtulmak istedi. “Dün hislerimizi itiraf ettik. Artık beraberiz.”
Engin öksürdüğünde kızıyla eşi ona baktı. Engin elini göğsüne koyarken, “İyiyim,” dedi. “Bir an tükürüğümü yutamadım.”
“Su getireyim mi?” diye sordu Göksel.
“Gerek yok,” dedi Engin elini sallayarak. Yutkundu. “Gökhan’la sevgili misiniz?”
“Evet,” dedi Göksel çekinerek.
“Hislerinizi itiraf ettiniz demek,” diye araya girdi Güzin. “Senden hoşlandığını mı söyledi?”
“Beni sevdiğini söyledi, ben de onu sevdiğimi söyledim.”
Güzin gülümsedi. “Sevgi güçlü bir duygudur.”
“Benim hislerim de öyle ve Gökhan’ın bana hissettirdikleri de aynı şekilde.”
“Keşke bana da aynı şeyleri hissettirebilse!” dedi Engin. “Bana su getir. Çabuk.”
Göksel babasına bir bardak su getirmek için koşarak mutfağa giderken Güzin de eşine döndü.
“Hayatım?” dedi. “İyi misin? Kıpkırmızı oldun.”
“Sevgili olmuşlar!” dedi Engin sesini yükselterek. “Kızımıza onu sevdiğini söylemiş. Kesin öpüştüler de. Allah’ım sen bana yardım et.”
“Sakin ol, derin nefesler al.”
“Alamam Güzin, alamam. Göksel! Çabuk dedim!”
“Geldim,” diyen Göksel salona geri döndü. Elindeki bardağı babasına uzattı. “Al.”
Engin sudan birkaç yudum içtikten sonra arkasına yaslandı ve derin bir nefes aldı.
“İyi misin?” diye sordu Göksel telaşla.
“İyiyim,” dedi Engin. “İyiyim tabii. Neden iyi olmayacakmışım ki? Küçük kızımın artık bir sevgilisi var, sevdiği ve onun tarafından sevildiği bir sevgilisi var. Harikayım!”
“Bu elbette harika bir şey,” diye araya girdi Güzin. “Sadece ilk kez sevgilin olduğu için afalladık biraz. Gökhan’dan hoşlandığını ve onunla flört ettiğini biliyorduk fakat hemen tatil dönüşü onunla sevgili olacağını beklemiyorduk. Bu ani oldu.”
“Birbirimizden uzak olunca hislerimizden de emin olduk,” dedi Göksel. “Ondan ne kadar hoşlandığımı tatilde onu çok özleyince anladım. Dün de karşı karşıya gelince ikimiz de hislerimizden emin olduk ve bunu dile getirdik.”
Engin sudan biraz daha içti.
“Kendimi çok iyi hissediyorum,” diye devam etti Göksel. “Belki de hiç olmadığım kadar mutluyum. Lisede ve üniversitede birkaç kişiyle tanışmıştım hatta üniversitedekiyle neredeyse sevgili olduğumuzu ama onu tanıdıkça aslında o kadar da uyumlu olmadığımızı fark edip onunla görüşmeyi kestiğimi biliyorsunuz. Gökhan’ı tanıdıkçaysa onunla ne kadar uyumlu olduğumuzu fark ettim. Şimdiye kadar beni rahatsız eden tek bir hareketi ya da sözü olmadı. Tanıştığım en kibar, en saygılı, en terbiyeli, en görgülü erkek; oturmasını kalkmasını bilen, kültürlü, kendine çok şey katmış ve katmaya devam eden biri. Evet, sizin pek hoşlanmadığınız bir giyim tarzına sahip ama bu neyi değiştirir ki? Evet, ailesiyle görüşmüyor ama ne önemi var? Ben onu seviyorum, onunla ilgili olan şeyleri ve bana hissettirdiği bunca güzel duyguyu, yaşattığı bunca güzel şeyi seviyorum. Kendi seçimi olmayan ailesinden ya da birkaç parça kıyafetle aksesuardan çok daha fazlası. Diğer herkes gibi.”
Konuşmasını bitiren Göksel bir cevap bekleyerek karşısında oturan annesiyle babasına baktı. Güzin gülümsediğinde Göksel rahatladı, ondan sonra Engin de gülümsedi.
“Hiçbir şeyi değiştirmez elbette,” dedi Güzin. “Önemli olan aranızdaki bağ, birbirinizle ne paylaşabildiğiniz ve birbirinize neler hissettirdiğiniz.”
“Eğer sen mutluysan biz daha çok mutluyuz,” dedi Engin. “Gözümde hâlâ beş yaşındaki o küçük kız çocuğusun, kucağıma oturup bıcır bıcır konuşuyor ve o kocaman masmavi gözlerinle bana bakıyorsun. Bu yüzden sevgilin olacak kadar büyüdüğünü kabullenmekte zorlanıyorum ama her ne kadar kabullenmek istemesem de artık yetişkin bir genç kadınsın ve böyle şeyler yaşaman hem normal hem de çok güzel. Gel bakalım buraya.”
Babasının yanına oturan Göksel ona sarıldığında Engin de onun saçlarını öptü.
“Güzel kızım benim,” dedi Engin onun saçlarını okşayarak. “Ağzı laf yapan, kendini çok güzel açıklayan güzel kızım benim. Gökhan’ın tarzının da ailesiyle yaşadıklarının da bir önemi yok elbette; önemli olan seni sevmesi, sana saygı duyması ve sana karşı gösterdiği davranışlar. Eğer sen onunla mutluysan biz ikiniz için daha da mutluyuz. Şimdi daha erken ama önümüzdeki günlerde Gökhan’la tanışmak isteriz, biz de bir tanıyalım bakalım bu meşhur Gökhan Bey’i.”
Göksel gülümseyerek başını kaldırdı ve babasının yüzüne baktı. “Tanışırsınız,” dedi. “Tanışmak isteyeceğinizi bildiğim için önden Gökhan’a haber verdim. Biraz zaman geçince ve ilişkimiz rayına oturunca onunla tanışmanızı çok isterim. Tabii onu terletmemen şartıyla.”
Hep beraber gülüştüler.
“Bu konuda söz veremem,” dedi Engin. “Özellikle yapmam fakat onu daha yakından tanımak için bir sürü soru sorarım, kendini hazırlasın.”
“Çocuğu sorguya çekmeyeceksin baba.”
“Sorgu odasında olmayacak sonuçta.”
“Oradaymış gibi de hissettirme.”
“Ona zamanı gelince bakarız küçük hanım. Gökhan’la erkek erkeğe bir konuşma gerçekleştireceğim, seninle ya da diğer aile üyeleriyle konuştuğum gibi konuşmamı bekleme.”
“Buna da zamanı gelince bakarız babacığım.”
“Sarılma sırası bende,” dedi Güzin. Kollarını açtı. “Gel bakalım buraya.”
Göksel başını bu sefer de annesinin gerdanına yaslayıp ona sarıldı.
“Senin adına çok sevindik,” dedi Güzin onun saçlarını okşayarak. “İkiniz için de hayırlısı olsun güzelim benim. Hayatta ne yaşarsan yaşa, karşına nasıl insanlar çıkarsa çıksın bizim her zaman yanında olduğumuzu sakın unutma.”
“Hiç unutmuyorum,” dedi Göksel gözlerini huzurla kapatıp. “Benim için herkesten ve her şeyden önemlisiniz ve sizi çok ama çok seviyorum. Size sahip olduğum için çok şanslıyım ve bunun için her gün şükrediyorum. Siz de bunu unutmayın.”
“Biz de sana sahip olduğumuz için çok şanslıyız ve ağabeyinle seni herkesten çok seviyor, önemsiyoruz.”
Göksel onun yanağını öptü. “Bugün üçte Ahsen’le buluşacağım,” dedi. “Araba size lazım değilse ben alabilir miyim? Üniversitenin yakınındaki kafemize gideceğiz.”
“Market alışverişi yapacağız,” dedi Güzin. “Alışverişi şimdi yaparsak arabayı hepimiz kullanmış oluruz, hem alışveriş de aradan çıkar ve kalan işleri yaparız.”
“Şimdi yapalım,” dedi Engin. “Dediğin gibi aradan çıksın. Daha yemek, ütü, banyo var; günün kalanında da bunları hallederiz.”
Aile üyeleri hep beraber market alışverişine çıktılar. Muğla’ya gitmeden önce evdeki çoğu yiyecekle içeceği —özellikle de hemen bozulacak olanları— bitirdikleri için dolaplar büyük oranda boştu, alınacaklar listesi uzundu ve onlar da bir süpermarkete gidip ihtiyaçlarını aldılar. Alışveriş hepsi için eğlenceli bir aktiviteydi, onlar da markette uzun süre dolaşıp hem ihtiyaçlarını hem de istediklerini aldılar. Eve döndüklerinde saat iki olmuştu bile. Göksel onlara yerleştirme konusunda biraz yardım ettikten sonra üstünü değiştirip Ahsen’le buluşmak için yeniden evden ayrıldı.
“Neredesin?” diye sordu Göksel. Ahsen’i aramıştı.
“Yoldayım,” dedi Ahsen. “Otobüsteyim, geliyorum. Sen neredesin?”
“Ben de arabayla geliyorum, az önce evden çıktım.”
“Çabuk gel bak, meraktan çatlamak üzereyim.”
“Tamam,” diyen Göksel kıkırdadı. “Orada görüşürüz.”
Göksel kafeye vardığında aracı bir yere park etti ama inmeden önce yoldayken Gökhan’ın gönderdiği mesajları açtı. Genç adam sabah ona şöyle cevap vermişti:
Oh, ben pazar pazar erkenden kalkıp yollara düştüm ve işe geldim, sense 11’i geçe uyanmışsın, mis gibi
Şaka bir yana güzel uyuduğunu duyduğuma sevindim ve tatlı dileğin için teşekkür ederim
Göksel’se ona şöyle yazmıştı:
Benim de iş hayatına atılmama çok az kaldı, tadını çıkarmaya bakıyorum
Bizimkilerle güzel bir pazar kahvaltısı ettik, şimdi de markete gidip alışveriş yapacağız
Gökhan onun market alışverişi için evden çıkmadan önce attığı bu mesajlarını işte olduğu için biraz önce görmüş ve ona cevap vermişti:
Elbette tadını çıkar, en güzel zamanlar bunlar
Afiyet olsun. Tatil dönüşü evde bir şey kalmamıştır tabii, alışveriş yapmak şart
Göksel ona cevap yazdı.
Teşekkür ederiz
Aynen, boş dolapları tekrar ağzına kadar doldurduk. Şimdi Ahsen’le buluşmaya geldim, onunla da hasret gidereceğiz. Akşam ben de eve döndüğümde telefonda konuşuruz
Genç kadın arabadan inip kafeye ilerledi. İçeri girdiğinde Ahsen’in köşedeki masaların birinde oturduğunu gördü. Ahsen buraya geleli beş dakika kadar olmuştu.
“Gök!” dedi onu görünce ayağa kalkan Ahsen. “Bu ne güzellik kızım? Harika bronzlaşmışsın.”
“Teşekkür ederim,” dedi gülümseyen Göksel. “Sen de çok güzel bronzlaşmışsın. Gel buraya.”
İki arkadaş sıkı sıkı sarıldı.
“Nasıl özlemişim,” dedi Ahsen. Ondan ayrılıp yüzüne baktı. “Zayıflamışsın, belin incecik kalmış.”
“Evet, biraz kilo verdim,” diye onayladı Göksel. “Belim incecik kalmadı da göbeğim eridi, ondandır.”
“Göbek gidince yanlardan da gitmiş işte, çok da güzel olmuş.”
“Teşekkür ederim bebeğim.”
Masaya oturan iki arkadaş birer soğuk kahve ve tiramisu sipariş ettiler. Bir süre günlük şeylerden, tatilde yaptıklarından ve genel olarak hayatlarının nasıl gittiğinden konuştular. Göksel, Muğla tatilini uzun uzadıya anlattı, Ahsen de ailesiyle yaptığı bir haftalık Ayvalık tatilini anlattı. Aileleriyle beraber İstanbul’un kalabalığından ve yoğunluğundan uzakta yaptıkları bu tatiller ikisine de çok iyi gelmişti.
“Anlatacak bomba gibi olaylar olduğunu söylemiştin,” dedi Ahsen. “Neler oluyor? Dökül bakalım.”
“Müjdemi isterim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Artık Gökhan’la sevgiliyiz.”
“Ne?” Ahsen’in sesi o kadar yüksek çıktı ki birkaç göz onlara döndü. Genç kadın daha normal bir sesle devam etti: “Ne diyorsun? Ne zaman, nerede, nasıl? Ayrıntıları dökül.”
Göksel dün Gökhan’a yaptığı sürprizi ve sonrasında gelişen olayları anlattı.
“Şaka yapıyorsun!” dedi Ahsen. “Öpüştünüz mü? Hem de dört kere? Kahvemden bir yudum almaya ihtiyacım var.”
“Evet,” diyen Göksel utanmıştı. “Üç tanesi ufak buselerdi ama o öpüşme var ya o öpüşme, aklımı başımdan aldı.”
“Güzel miydi? Nasıldı?”
“Güzeldi. Evet, biraz ıslak bir eylem ve rahatsız edici bir tarafı var ama sevdiğin kişiyi öperken bunları düşünmüyorsun; en azından ben düşünmedim. Dudakları yumuşacık, öpücüğü sevgi doluydu. Ben biraz beceriksizdim ama Gökhan iyiydi. Bunu düşünmek içimde garip bir kıskançlığa neden oluyor ama daha önce öpüştüğü belli. Zaten çevresi çok geniş biri, hayatında illa birileri olmuştur.”
“Olmuşsa olmuş,” dedi Ahsen. “Hepsi geçmişte kalmış, şu an hayatında sen varsın ve önemli olan da bu.”
“Haklısın, bunu ben de biliyorum ama biraz kıskandım. Neyse canım, güzel bir andı işte. O an kayalıklarda oturuyorduk ama ayaklarımın yerden kesildiğine yemin edebilirim.”
“Kesilmez mi be kızım! İlk öpücüğünü sevdiğin insanla yaşadın, böyle hissetmen çok normal. Sizin adınıza çok ama çok sevindim, tebrik ederim güzelim. İkiniz için de en hayırlısı olsun.”
“Çok teşekkür ederim bebeğim, eksik olma.”
“Gökhan’ın seni ne kadar mutlu ettiğini en iyi bilen kişiyim, ilk günden beri sana kendini hep iyi hissettirdi ve şimdi karşımda otururken önceden olduğundan daha iyi, daha mutlu görünüyorsun.”
“Evet, onun sayesinde hayatımda hissetmediğim kadar iyi ve mutlu hissediyorum. Annemle babamın aşkı bana aşkın ne kadar güzel bir şey olduğunu göstermişti, Gökhan’sa aşkın gördüğümden çok daha güzel olduğunu gösterdi.”
“Çok tatlısınız, maşallah diyeyim nazar değmesin.”
“Teşekkür ederiz güzelim. Yarın da akşam yemeğine çıkacağız, mekânı ben seçiyorum. Beşiktaş’ta bir restorana gidelim diyorum, sen ne dersin?”
“Muhteşem olur. Deniz kenarında bir restoranda rezervasyon yaptırabilirsin, Boğaz manzarası eşliğinde romantik bir akşam yemeği yersiniz.”
“Ben de böyle düşündüm. Birkaç yer biliyorum, arayıp müsaitlik durumlarını sorar ve bir tanesinde bize masa ayırtırım.”
“Aynen. Ne giyeceksin? Şık bir elbise lazım. V yaka siyah elbiseni giyebilirsin, ayağına da bir topuklu ayakkabı geçirirsin; uzun bir kolye ya da taşlı küpe takabilirsin, küçük bir çantayla da kombini tamamlarsın. Saçlarını açık bırakırsın, belki düzleştirir ve sadece uçlarına hafif dalgalar verirsin. O elbisene yakışır.”
“Makyaj?” diye sordu Göksel. “Söylediğin her şeyi kafamda canlandırdım ve çok beğendim, makyajı da söyle bakalım.”
“Hım,” dedi Ahsen işaret parmağıyla çenesine vurarak. “Eyeliner çekebilirsin, dudaklarına da belki kırmızı bir ruj? İddialı bir makyaj ama mekâna uyar, çok da güzel olur.”
“Kırmızı ruj mu?” dedi Göksel şaşırarak. “Hiç düşünmezdim ama fena bir fikir değil.”
“Yemeğin yanında da şarap söylersiniz. Al sana çift olarak yiyeceğiniz ilk akşam yemeği için harika planlar.”
“Şarabı ben de düşündüm,” deyip gülümsedi Göksel. “Bu harika fikirlerini benimle paylaştığın için teşekkür ederim, dikkate alacağım.”
“Lafı bile olmaz sarı civciv. Keşke yarın yanınızda olsam da sizi izleyebilsem.”
“Bir gün hep beraber buluşuruz. Ben Gökhan’ın arkadaşlarıyla vakit geçiriyorum, artık o da benim arkadaşlarımla vakit geçirebilir.”
“Çok isterim. Ayaküstü sohbet ettik ama eniştemi yakından tanımak isterim.”
“Enişten mi?”
“Evet, eniştem. Asu’nunkini adam yerine koymuyordum ama Gökhan anlattığın ve benim de gördüğüm kadarıyla iyi birine benziyor.”
“Koymuyordum mu? Ayrıldılar mı?”
“Evet, tabii ki. Yürümeyeceği çok belliydi. Ayvalık dönüşü buluştuklarında tartışmışlar ve ayrılmışlar. Asu gelip, ‘Haklıydın, ondan bir halt olmaz,’ dedi. Ah be kızım, bir bildiğimiz var da konuşuyoruz değil mi? Neyse ki akıllı kız da gözü hemen açıldı.”
“Neden ayrılmışlar?”
“Ya bu mekânların çocuğu biz Ayvalık’tayken barlardan çıkmadı zaten, Asu’yla buluştuklarında da gece bara gitmeyi teklif etmiş ve Asu da bizim izin vermeyeceğimizi söyleyince bize laf etmiş. Geri kafalı, baskıcı, bağnaz falan demiş. Asu da ağzına sıçmış ve ayrılmış.”
“Şuna bak,” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “Kıçımın kenarı.”
Ahsen bir kahkaha patlattı. “Kıçının kenarı daha kıymetlidir,” dedi. “Bir yerde karşıma çıksa da bağnaz ne demekmiş göstersem geri zekâlıya.”
“Parçalarsın valla.”
“Evelallah. Zaten orta boylu, zayıf bir şeydi; evire çevire döverim.”
Gülüştüler.
“Bu devirde düzgün birini bulmak gerçekten de zor,” dedi Göksel. “Herkes ayrı kafada.”
“Hay onların kafasına!” diye söylendi Ahsen. “Senin artık bunları düşünmene gerek yok, nasıl olsa şimdi Gökhan var. Ay gerçekten çok sevindim, seni böyle mutlu görmek beni de mutlu ediyor. Her şeyin en iyisini hak ediyorsun canımın içi.”
“Ağlarım bak, sonra dakikalar boyunca beni sakinleştirmekle uğraşırsın.”
“Ağlama ama ben içimden geçenleri söyleyeyim de rahatlayayım.”
“Senin içini de içinden geçenleri de severim. Çok teşekkür ederim bebeğim benim, iyi ki varsın. Seni seviyorum.”
Göksel, Ahsen’in elini tuttu.
“Ben de seni seviyorum,” diye karşılık verdi Ahsen. “Sen de iyi ki varsın Gök, eksik olma.”
İki dost kafede oturup sohbet etmeye devam ettiler. Konuşmalarının devamında aşk hayatından değil de günlük hayatlarından; biraz liseden, biraz da üniversiteden konuştular. Sonra ailelerinden konuştular, ikisi de birbirinin ailesini tanıyordu ve onların neler yaptığı hakkında sohbet ettiler. Kalkmaya karar verdiklerinde saat altıyı geçiyordu.
“Seni davet eden bendim,” dedi Göksel masadan kalkarken. “Hesabı ben ödeyeceğim. Dan diye çağırdım, tatlıyla kahveyi ısmarlamış olayım.”
“Öyle olsun bakalım,” dedi Ahsen. “İlla ödeşiriz nasıl olsa.”
Göksel hesabı ödediğinde kafeden çıktılar.
“Eve de bırakayım istiyorsan,” dedi Göksel.
“Teşekkür ederim ama yapmam gereken birkaç şey var, hemen eve dönmeyeceğim,” dedi Ahsen. “Otobüse atlayıp giderim.”
“Peki, nasıl istersen. O zaman görüşmek üzere. Bugün geldiğin için teşekkür ederim, olanları en yakın arkadaşımla paylaşmak çok iyi geldi.”
“Elbette geleceğim ve benimle paylaşacaksın, aksi düşünülemez bile. Gel bir sarılayım sana.”
İki arkadaş sarıldı ve kısa bir vedalaşmanın ardından ayrıldı. Arabaya binen Göksel evine doğru yola koyulmadan önce mesajlarını kontrol etti. Gökhan’dan cevap vardı.
İyi yapmışsınız, iyi eğlenceler
Ben de işten çıktım, Araslara gidiyorum
Aradan üç saat geçtiği düşünülürse Gökhan şimdiye kadar Araslara gitmiş, onunla haftalık dersini yapmış ve belki de evine dönmüş olmalıydı.
Ben Ahsen’le ayrıldım, eve geçeceğim. Sen ne yaptın?
Göksel ona mesaj attıktan sonra yola koyuldu. İstanbul Üniversitesinin yanından geçerken yüzünde bir gülümseme vardı. Her ne kadar burası tıp fakültesi olsa da Gökhan bu üniversitenin öğrencisiydi ve onun okulunun tabelasına bakmak genç kadının hoşuna gitti.
Göksel eve döndüğünde saat yedi olmuştu bile. Kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdiğinde burnuna bir et kokusu çarptı. Birkaç saniyelik koku analizinden sonra bunun sebzeli güveç olduğuna kanaat getirdi.
“Kızım?” diye seslendi Güzin. “Sen mi geldin?”
Salona ilerleyen Göksel annesiyle babasını koltukta otururken buldu. “Selam,” dedi. “Döner dönmez burnuma leziz kokular geldi. Siz yediniz mi?”
“Seni bekledik.”
“O zaman ben bir ellerimi yıkayayım, sonra yiyelim, olur mu? Acıktım.”
“Biz de acıktık,” dedi Engin. “Sen ellerini yıkarken biz de sofrayı hazırlarız.”
Göksel ailesiyle akşam yemeğini yedikten sonra odasına çekildi. Gökhan’dan gelen yeni mesajını açtı.
Ben de evdeyim. Aras’la dersim biter bitmez eve döndüm, akşam trafiğine kalmak istemedim
Haklı bir gerekçeydi. Kadıköy, İstanbul’da yaşayanların özellikle hafta sonu gezileri için tercih ettiği ilçelerden biriydi ve ilçeye akın eden insanlar ilçede her yeri dolduruyordu.
Göksel, Gökhan’ı aradığında genç adam birkaç saniye içinde telefonu açtı.
“Alo?” dedi Gökhan’ın sesi.
“Selam,” dedi Göksel. “Müsait misin?”
“Selam, müsaitim. Nasılsın?”
“İyiyim, sen?”
“Sesini duydum daha iyi oldum. Ne yapıyorsun? Arama konusunda benden önce davrandın.”
“Öyle oldu. Akşam yemeğini yedikten sonra odama çekildim, sen ne yapıyorsun?”
“Ben de akşam yemeğini yedim ve şimdi de salonda oturuyorum öyle. Günün nasıldı?”
“Pazara göre yoğun bir gündü ama güzeldi. Bizimkilerle güzel bir kahvaltı ettim, market alışverişi yaptım; Ahsen’le buluştum, birkaç saat onunla zaman geçirip hasret giderdim. Sen ne yaptın?”
“İyi yapmışsın, sevdiklerinle zaman geçirmek gün fark etmeksizin güzel bir şey. Ben de işe gittim, işten sonra Aras’la özel dersim için onların evine gittim ve ders bitince direkt evime döndüm. Annesi akşam yemeği için durmamı istedi —bunu neredeyse her hafta istiyor— ama evde yemeğim olduğu ve bir an önce evime gitmek istediğim için kabul etmedim.”
“Tatlı bir ailesi var gibi.”
“Hem de çok tatlılar.”
Kısa bir sessizlik yaşandı.
“Yarın akşam için aklımda birkaç yer var,” dedi Göksel biraz sonra. Bu kısa sessizlikler ona hep garip hissettiriyordu. “Beşiktaş’a gideriz diye düşünüyorum. Güzel bir restoranda sakin bir akşam yemeği yeriz, belki yanında şarap içeriz. Bildiğim güzel restoranlar var ama daha uygun fiyatlı bir yemek istersen başka yerler de bakabilirim.”
“Hayır hayır,” diye karşı çıktı Gökhan. “Restoran olsun, şarap fikrini de çok sevdim. Demek romantik bir akşam yemeği istiyorsun? O hâlde üstüne şık bir şeyler de giyersin. Dolabımı karıştırmam gerekecek.”
Göksel güldü. “Çift olarak ilk akşam yemeğimize özel bir şeyler düşündüm.”
“Çift olarak ilk akşam yemeğimiz gerçekten. Güzel bir akşam olacak.”
“Bundan eminim. Ne giymeyi düşünüyorsun?”
“Bir şeyler ayarlarım, yarın görürsün.”
“Peki, öyle olsun.”
“Şeyi merak ediyorum,” dedi Gökhan. “Seninkilere söyledin mi? Bizi yani.”
“Söyledim,” dedi Göksel gülümseyerek.
“Nasıl karşıladılar?”
“Genel olarak iyi.”
“Genel olmayan kısmı nasıl?”
“Dürüst olayım,” diyen Göksel derin bir nefes aldı. “İlk kez sevgilim olduğunu duymak onları şaşırttı, özellikle babamı. Biraz hızlı gittiğimizi düşünüyorlar ama benim ne kadar mutlu olduğumu gördükleri için onlar da buna uyum sağlıyor, en azından sağlamaya çalışıyorlar.”
Kısa bir sessizlik yaşandı.
“İlk kez sevgilin olduğunu mu duydular?” diye sordu Gökhan. Genç adamın kaşları kalkıktı. “Odaklandığım nokta belki de burası olmamalı ama ilk sevgilin miyim?”
“Hı hı,” diye mırıldandı Göksel. “İlk sevgilimsin.”
“Nasıl ya? Bu kadar güzelken, tatlıyken ve hoşsohbetken nasıl mümkün olabiliyor böyle bir şey?”
“Basbayağı. İnsanlar konusunda çok seçiciyimdir ve karşıma sevgili olmayı isteyeceğim kadar düzgün biri çıkmamıştı. Senden önce yani.”
“İnsanlar konusunda çok seçicisin ve beni seçtin.”
“Öyle oldu.”
“Anlaşıldı, bu gece de uyuyamayacağım.”
Göksel kıkırdadı. “Yarın akşam seni dinç bir şekilde karşımda görmek isterim, bu yüzden lütfen uyu.”
“Ben ne kadar yorgun olursam olayım seni görünce kendime geliyorum zaten,” dedi Gökhan içtenlikle. “Benim gökyüzüm senin yüzün derken ciddiydim. Göğe bakmak bana nefes aldırıyor, senin yüzüne bakmak da öyle.”
Göksel derin bir nefes aldıktan sonra, “Senin cümlelerin de bana nefes aldırıyor,” dedi. “İlişkinin başları gerçekten de canım cicim aylarıymış, şu hâlimize bak.”
“Bu hâlimizden çok memnunum şahsen. Ben sevdiğim insanlara karşı hep canım cicim takılırım, buna alışsan iyi edersin çünkü her zaman böyle olacağım.”
“Alışmakta zorluk çekmeyeceğim kesin.”
“Neden?”
“Çünkü bu tavırların çok hoşuma gidiyor.”
“Bak sen,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sen de benim çok hoşuma gidiyorsun. Yarın akşam için sabırsızlanıyorum.”
“Ben de öyle. Henüz nereye gideceğimiz kesinleşmedi fakat Beşiktaş’a nasıl geleceksin? Feribotla mı?”
“En mantıklısı feribot, iskeleden de otobüsle restorana geçerim.”
“Seni iskeleden alabilirim. Arabayla gelirim.”
“Hayır demem.”
“Tamam, o zaman anlaştık. İşten çıkar çıkmaz Beşiktaş’a geçer misin?”
“Aynen, üstümü değiştirip iskeleye giderim; çok yakın zaten. Vapur çeyrek geçe kalkıyor, kırk geçe gibi Beşiktaş’ta olurum.”
“Ben de o saatlerde iskelenin orada olacağım şekilde evden çıkarım. Yine haberleşiriz zaten.”
“Tamam güzelim.”
Bu kelimeyi yine duyan Göksel gülümsedi.
“O zaman ben şimdi kapatayım,” dedi Göksel biraz sonra. “Restoranlara bakacağım ve gözüme kestirdiklerimi arayıp rezervasyon durumunu soracağım.”
“İlk buluşmamızda benim seçtiğim bir restoranda akşam yemeği yemiştik,” dedi Gökhan. “O zaman ben de rezervasyon yaptırmıştım. Şimdiyse çift olarak ilk akşam yemeğimizi yiyeceğiz ve restoranı sen seçiyor, rezervasyonu da sen yaptırıyorsun. Böyle güzel denk gelişlerin hastasıyım. Senin benim sahne aldığım gün Parça’ya yolunun düşmesi ve sonra arkadaşlarınla oraya geldiğiniz akşam da çıkışta denk gelmemiz gibi.”
“Birbirimize denk gelmemiz gerekiyormuş.”
“İyi ki gelmişiz. Neyse, romantikliği yarına da bırakalım. Sen şimdi restoranlara bak, ben de bulaşık yıkayayım. Yarın görüşmek üzere güzelim.”
“İkimize de kolay gelsin. Görüşürüz sevgilim.”
“İkimize de kolay gelsin,” diye tekrar etti Gökhan. “Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Göksel telefonu kapatınca kendi kendine güldü. Haritaları açan genç kadın yarın akşam için restoran arayışına girdi.
***
Ertesi gün Göksel akşamki yemek randevusu için uzun bir hazırlanma süreci yaşadı. Biraz göğüs dekoltesi olan v yaka siyah elbisesini giydi, aksesuar olarak uzun gümüş bir kolyeyle gümüş bileklik taktı; makyajı için her zamankinden farklı olarak siyah bir eyeliner çekip kırmızı mat bir ruj sürdü ve saçlarını da dalgalı kullanmak yerine bu akşam için düzleştirmeyi tercih etti. Aynadaki görüntü gözüne çok farklı gelse de kendisini beğendi. Hoş görünüyordu.
Siyah baget çantasına cüzdanını, rujunu ve daha ufak olan dijital kamerasını koydu. Bu akşamdan hatıra kalacak fotoğraflar çekmeyi istiyordu.
Hiçbir şey unutmadığından emin olduktan sonra evden çıktı. Akşam için ince tokalı siyah topuklu ayakkabılarını giyecekti fakat topuklu ayakkabılar araba kullanırken —özellikle de sürekli dur kalk yapılan İstanbul trafiğindeyken— hiç rahat olmadığı için sadece arabadayken giymek için ayağında siyah babetleri vardı.
“Çok uyumlu oldular,” diye düşündü. “Moda tasarımcıları beni bu kılıkta görse intihar ederler.”
Arabayı çalıştırmadan önce Gökhan’a yola çıktığına dair mesaj attı, ardından yola koyuldu. Güzergâh olarak çevre yolu daha açık olsa da açık olduğu kadar uzun bir yoldu ve o da kısa ama daha yoğun olan sahil yolunu tercih etti. Trafiği her zamanki gibi müzik dinleyerek atlatıp Beşiktaş İskelesi’ne ulaştığında saat 19.50’ydi. Gökhan’ın vapuru iskeleye ulaşalı biraz olmuştu ve genç adam onu deniz kenarında bekliyordu.
“Ben geldim,” dedi onu arayan Göksel. “Sen neredesin?”
“Kıyıdayım,” diyen Gökhan etrafa baktı. “Kadıköy İskelesi’nin önündeyim.”
Göksel kornaya bastığında Gökhan sesin geldiği yere döndü ve biraz ileride duran beyaz Hyundai’yi fark etti.
“Gördüm seni,” dedi genç adam ona yürümeye başlayarak. “Sağına bak.”
Yolcu koltuğunun olduğu taraftaki camı indirip o tarafa bakan Göksel kendisine yaklaşan Gökhan’ı gördü. Genç kadın gülümseyerek onu süzdü. Gökhan beyaz bir gömlekle gri renkli keten bir pantolon giymişti, ayaklarında beyaz spor ayakkabıları vardı ve gri renkli omuz çantası da sağ omzundan aşağı sarkıyordu. Kahverengi saçları her zamanki gibi özenle şekillendirilmişti, yüzü sağlıkla ve sürdüğü nemlendirici kremin etkisiyle parıldıyordu.
Genç adam baş döndürücü görünüyordu.
Göksel’in daha da hoşuna giden şeyse Gökhan’ın elindeki çiçek buketiydi.
Gökhan arabanın yanına geldiğinde Göksel uzanıp kapıyı içeriden açtı. Gökhan arabaya binmek için eğilmişti ki Göksel’i görünce durdu. Dudakları biraz aralanırken hayran bakışlarla onu inceledi, tepeden tırnağa süzdü. Bakışları yeniden onun yüzüne çıktığında gözlerinin odak noktası kırmızı ruj sürülmüş dolgun dudaklar oldu.
“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek.
“Asıl ben teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Sayende gözüm gönlüm açıldı, günüm güzelleşti, dünyam aydınlandı.”
Göksel güldü. “Çok tatlısın, teşekkür ederim. Ben de söylemeliyim ki sen de muhteşem görünüyorsun.”
“Sana layık olmaya çalıştım fakat pek başarılı olduğum söylenemez.”
“Duymamış olayım, bana daha layık bir erkek düşünemezdim. Atla hadi, daha yolumuz var.”
Gökhan yolcu koltuğuna oturup emniyet kemerini taktı. “Bunlar senin için,” dedi buketi Göksel’e uzatarak.
“Çok incesin, teşekkür ederim,” diyen Göksel buketi alıp kokladı. “Mis gibi kokuyorlar.”
“Rica ederim.”
Göksel ona uzanıp genç adamın dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu.
“Çok hızlı bir öpücük oldu,” dedi Gökhan. Parmaklarını kendine doğru büküp onu çağırdı. “Tam anlayamadım. Bir daha yaklaşsana.”
“Çok uyanıksın,” dedi Göksel. Gözlerini kıstı. “Ama çok da tatlısın. Yaklaşayım bari.”
“Yaklaş bari.”
Göksel ona yaklaştığında Gökhan da ona uzandı ve ikilinin dudakları yeniden birleşti. Birkaç saniye minik hareketlerle birbirlerini öptükten sonra ayrıldılar.
“Şimdi anladın mı?” diye fısıldadı Göksel.
“Hem de nasıl anladım,” dedi Gökhan. “Öyle iyi anladım ki bunun hakkında kitap bile yazabilirim.”
“Şu an rujumun dudaklarına bulaşıp bulaşmadığını merak etmiyor musun?”
“Şu an düşüneceğim son şey bu olur.”
“Neyse ki sabitlenen bir ruj seçtim, bulaşma yapmıyor.”
“Yapsaydı da önemli olmazdı, silerdim geçerdi. Beni seni öpmekten alıkoyamazdı.”
“Bak sen. Şu buketi arka koltuğa koyayım da restorana geçelim artık.”
“Geçelim. Karnım kazınıyor.”
“Ben de çok acıktım.”
Restorana giderken bugünün nasıl geçtiği hakkında sohbet ettiler. Göksel bu akşam için Boğaz ve köprü manzaralı bir restoranı tercih etmiş, restoranın cam kenarından bir masayı rezerve ettirmişti. Restorana vardıklarında aracı restoranın önündeki park yerlerinden birine park etti.
“Restoranın konumu çok güzelmiş,” dedi etrafı inceleyen Gökhan. “Köprünün ışıl ışıl manzarası yemek boyunca bize eşlik edecek desene.”
“Aynen öyle,” diye onayladı Göksel. “Ayakkabılarımı değiştireyim de içeri geçelim.”
“Ayakkabıların mı?”
“Topuklu ayakkabı araba sürerken çok zor oluyor, ben de bu yüzden babetlerimi giydim.” Arabanın arkasına uzanan Göksel yerdeki topuklu ayakkabılarını aldı. “Babetleri çıkarıp bunları giyeceğim.”
“İnanılmazsın cidden.”
“Sadece canımın kıymetini biliyorum.”
Göksel babetlerini çıkardığında Gökhan onun çıplak ayaklarına bakıp güldü. Göksel ona baktığında gülmeyi bıraktı.
“Ayak fetişim yok,” dedi elini sallayarak. “Aksine ayaklardan pek hoşlanmam.”
“Ben de hoşlanmam,” dedi Göksel. “Seni çıplak ayağa daha fazla maruz bırakmayacağım merak etme, şimdi ayakkabılarımı giyiyorum.”
“Senin ayaklarının rahatsız eden bir tarafı yok, pamuk gibiler. Bir de tırnaklarına siyah oje sürmüşsün, iyice beyaz görünmüşler.”
“İyi ki ayak fetişin yokmuş.”
“Bu laflarım benim genel olarak sana zaafım olmasından kaynaklanıyor. Sevdiğin insanın her şeyi gözüne güzel gelir sonuçta.”
Ayakkabısının tokasını bağlayan Göksel doğruldu. “Bak bu konuda haklısın. Seninle ilgili her şey de benim gözüme güzel geliyor.”
“Biz rujuna bulaşma testi yapmadan içeri girsek iyi olacak.”
Göksel gülerek, “Peki,” dedi. Babetlerini arkaya bıraktı. “Hadi gidelim.”
Arabadan inen çift, restorana el ele yürüdü ve içeri de el ele girdi. Bir garson hemen onları karşıladı.
“Hoş geldiniz,” dedi gülümseyerek.
“Hoş bulduk,” dedi Göksel. “Dün akşam Göksel Dinçer adına rezervasyon yaptırmıştım. Cam kenarında bir masa ayırtmıştım.”
Genç garson takım elbise giyen bir adama işaret ettiğinde Göksellerle o adam ilgilendi ve ikiliye masalarına kadar eşlik etti. Onları takip eden genç garsonsa elindeki iki menüyü masada karşı karşıya oturan çiftin önüne bıraktı. Göksel çalışanlara teşekkür ettiğinde ikisi de uzaklaştı ve genç çift masada yalnız kaldı.
“Mekâna bayıldım,” dedi Gökhan. “Nezih bir yer olduğu anlaşılıyor. Hadi ne yiyeceğimize karar verelim.”
Bir süre menüye bakan ikili yiyecekleri yemekleri seçti. Göksel bir sebze yemeğinde karar kılarken Gökhan da tercihini et yemeğinden yana kullandı. Göksel elini kaldırınca bir garson masalarına yaklaştı ve onlar da siparişlerini verdiler.
“Küçük şişede kırmızı şarap da alalım,” dedi Göksel.
“Tabii,” dedi garson. “Başka bir isteğiniz var mı?”
“Şimdilik bu kadar, teşekkürler.”
Siparişleri alan garson masadan uzaklaştı. Gökhan camdan dışarısını inceliyordu, Göksel de ona katıldı ve ikili bir süre Boğaz’dan, Anadolu Yakası’ndan ve köprünün ışıklarından oluşan manzarayı izledi. Göksel ailesiyle beraber sık sık Boğaz manzaralı restoranlarda akşam yemeği yiyordu ve bu yapmayı çok sevdiği bir aktiviteydi, Gökhan’sa burada yaşadığı üç senede böyle bir restoranda çok nadir bulunmuştu ama Boğaz manzarası hoşuna gidiyordu. Bu restoranın ve oturdukları masanın manzarası da çok güzeldi.
“İstanbul akşamları daha güzel görünüyor,” dedi Gökhan. Bakışlarını karşısında oturan Göksel’e çevirdi. “Köprü manzarası harika.”
“İstanbul akşamları daha güzel,” diye cevap verdi Göksel ona bakarak. “Ambiyansını seviyorum.”
“İstanbul akşamları seninle daha da güzel,” diyen Gökhan onun elini tuttu. “Şu an gözlerimi kamaştırıyorsun. Düz saç çok yakışmış, göz makyajın da öyle; kırmızı ruj konusuna hiç girmiyorum bile.”
Göksel gülümseyerek onun elini sıktı. “Senin için hazırlandım, çift olarak yiyeceğimiz ilk akşam yemeği için. Bana böyle diyorsun ama sen de muhteşem görünüyorsun, gömlekle keten pantolon çok yakışmış. Daha sık giymelisin.”
“Ben kıyafette rahatına düşkün biriyimdir ama teşekkür ederim, böyle giyinmeyi çoğunlukla özel günlerde tercih ediyorum ve bu da fazlasıyla özel bir gün.”
“Kesinlikle öyle.”
“Burayı nereden biliyorsun? Daha önce gelmiş miydin?”
“Evet, ailemle iki kere gelmiştik. Müşterileri düzgün insanlardır, çalışanları iyidir ve yemekleri de son derece lezzetlidir. İlk çift yemeğimiz için çok uygun bir yer olduğunu düşündüm.”
“Biraz pahalı bir yer olduğu anlaşılıyor ama mekânı ben de sevdim, yemekleri de gelince tadarız.”
“Fiyat konusunu düşünme. Mekânı seçen benim, hesabı da ben halledeceğim.”
“Hayatta olmaz. Hepsini sana ödetmem.”
“İlk tartışmamızı hesap konusunda mı yapacağız? Bence yapmayalım.”
“O zaman Alman usulü yapalım, herkes yediğinin parasını ödesin. Şarabı da yarı yarıya öderiz.”
“Madem böyle istiyorsun, dediğin gibi olsun.”
“Teşekkür ederim.”
Dakikalar sonra ikilinin siparişleri geldi. Garson tabakları ikilinin önüne koyduktan sonra kadehlere de şarap doldurdu ve şişeyi de masaya bıraktı.
“Başka bir arzunuz var mı?” diye sordu kibar bir sesle.
“Şimdilik yok,” dedi Gökhan. “Teşekkür ederiz.”
“Afiyet olsun.”
Garson boş tepsiyle uzaklaştı.
“Yemekler gerçekten lezzetli görünüyor,” dedi Gökhan. Derin bir nefes aldı. “Ve muhteşem kokuyorlar.”
“Lezzetlilerdir,” dedi Göksel. “Hadi başlayalım.”
İkisi de yemeklerinden biraz yiyip tatlarına baktılar.
“Nasıl?” diye sordu Göksel. “Beğendin mi?”
Gökhan lokmasını yuttuktan sonra, “Beğendim,” dedi. “Et çok lezzetli, sosu da çok güzelmiş.”
“Afiyet olsun.”
Gökhan kadehine uzandığında Göksel de kendi önündekine uzandı.
“Bize,” dedi Gökhan. “Bu akşama ve bundan sonraki tüm akşamlarımıza.”
“Bize,” diye tekrar etti Göksel. “Tüm akşamlarımıza.”
Genç çift kadehlerini tokuşturup birer yudum kırmızı şarap içti. Şarap ekşi bir tat bırakarak boğazlarından aşağı inerken ikisi de gülümsedi.
“Fena değilmiş,” dedi Gökhan. “Şarapla aram çok yoktur ama bunu beğendim.”
“İçki zevki kişiden kişiye çok değişiyor,” dedi Göksel. “Mesela ben şarabı çok severim.”
“Şaşırmadım. Ben tam bir biracıyım, favorim.”
“Ben de buna şaşırmadım nedense.”
“Sen bira sever misin?”
“Severim, yanında kuruyemiş ya da cips gibi atıştırmalıklarla güzel gidiyor.”
“İşte budur ya. O zaman bir gün de bira içmeye gidelim, bu sefer mekânı ben seçiyorum.”
“Bara mı götüreceksin? Sevdiğim yerler değildir.”
“Aklımda bir bar yoktu ama bu bilgiyi bir kenara yazdım. Sakin ve güzel mekânlar biliyorum, onlardan birine gideriz.”
“Tamam o zaman. Birayı pek dışarıda içmem, yani sırf bira içmek için bir yere giden biri değilimdir. Marketten alıp evde içmek daha çok hoşuma gidiyor, dizi ya da film izlerken güzel oluyor.”
“Hım,” dedi Gökhan kelimenin sonunu uzatarak. Gülümsüyordu. “Bir gün de öyle yaparız. Evimde televizyon yok ama dizüstü bilgisayarım da iş görür.”
“Televizyonunuz yok mu?” dedi Göksel şaşırarak.
“Hayır, Yağız da ben de izlemiyoruz; izlemediğimiz bir şeye de o kadar para verip almak akıllıca olmayacağı için almadık. Zaten oturup bir şeyler izlemeye pek vaktim olmuyor, izlemek isteyince de bilgisayarımdan izliyorum.”
“Doğru, haklısın. Boşu boşuna o kadar para vermenin mantığı yok, onun yerine ihtiyaçlarınızı almışsınızdır.”
“Aynen. Bir gün bana gelirsin, ortamı hazırlarız.”
“Olur, ayarlarız.”
Yemeklerinden birkaç çatal daha yerken sessiz kaldılar. İçerisi çok kalabalık değildi, bu yüzden fazla bir konuşma sesi yoktu; hoparlörlerden yükselen şarkıların sesi rahatça duyuluyordu. Fonda genelde yavaş bir tempoda ilerleyen sakin parçalar çalıyordu.
Göksel şarabından büyük bir yudum içtikten sonra dudaklarını yaladı. Bu esnada ona bakan Gökhan yutkundu.
Kırmızı şarap kırmızı dudaklarıyla ne kadar da uyumluydu, üstelik bu dudaklar şaraptan daha sarhoş ediciydi.
Gökhan boğazını temizledikten sonra yemeğinden bir çatal daha yedi.
“Dudaklara bakma,” diye geçirdi içinden. “Dudakları düşünme.”
Masadaki sessizlik bir süre daha devam etti. Gökhan ağzındaki lokmaları çiğnerken hem restorana hem de manzaraya bakıyordu, Göksel’in bakışlarıysa genelde erkek arkadaşının üzerindeydi.
“Hey,” dedi Göksel. “Bana bakmamak için çaba mı sarf ediyorsun yoksa ben mi yanlış anladım?”
“Etrafı inceliyordum,” dedi Gökhan ona bakarak. “Manzara çok hoş.”
“Yemeğimi yiyorum, senin bu lafını değil.”
“Peki,” dedi Gökhan hemen pes ederek. “Rujun dikkatimi dağıtıyor.”
“Ha?”
“Kırmızı rujun kırmızı şarapla birleşince fazlasıyla dikkat dağıtıcı bir ikili oluşturmuşlar. Ben de dikkatim dağılmasın diye bakmamaya çalışıyorum.”
“Delisin.”
“Delirtiyorsun.”
“Bak ya,” dedi Göksel gülerek. “Şu an sen de benim dikkatimi dağıttın.”
“O hâlde ödeştik.”
“O zaman,” diyen Göksel kadehine uzandı. “Ödeşmemize.”
“O kırmızı dudaklarınla şarabı içince denklik bozulacak,” dedi Gökhan. O da kadehini eline aldı. “Ama ben ödeşmenin yolunu bulurum.”
“Nasıl bulacakmışsın?”
“Seni öperek. Öpüşerek ödeşiriz. Zaten birbirine çok benzeyen kelimeler, bu bir tesadüf olamaz.”
“Sen öyle diyorsan.”
Kadehlerini tokuşturdular ve şaraplarından içtiler. Şarabı biten Göksel şişeye uzandı.
“Sen şarabı içiyorsun da araba kullanacaksın,” dedi Gökhan. “Sarhoş olursan ne yapacaksın?”
“Ayılmayı beklerim,” dedi Göksel omzunu silkerek. “Hem iki kadeh şarapla sarhoş olmam ben.”
“Peki, dediğin gibi olsun. Buna sonra karar veririz.”
“Sana da dökeyim mi?”
“Dök bakalım.”
Göksel ikisinin kadehini de yarıya kadar doldurdu. Kadehlerini tokuşturan çift taze dökülmüş şaraptan birer yudum daha içtiler.
“Tadı artık o kadar ekşi gelmiyor,” dedi Gökhan. “Bu akşamdan sonra şarabı sevecek gibiyim.”
“Sevmeye bakmanı öneririm,” diye cevap verdi Göksel. “Böylece daha sık şarap içtiğimiz akşam yemeklerine çıkabiliriz.”
“O zaman şarabın favori içkim olma vakti gelmiştir.”
Göksel kıkırdadığında Gökhan da güldü.
“Şu an kafamda hangi şarkı çalıyor biliyor musun?” diye sordu Gökhan.
“Bilmiyorum,” dedi Göksel. “Hangi şarkı çalıyor?”
“Renkli Rüyalar Oteli.”
“Sarhoş olsak ya / Kimiz unutsak ya / Bulut olup iç içe / Bardaktan boşalsak ya.”
“Yüksek doz aşk alıp / Burada mutlu ölsek ya. Şu an yüksek doz aşk alıyorum ve burada mutlu ölebilirim.”
“Mutlu ölmeden önce mutlu yaşamamız gerekiyor. Her şeyin başındayız sevgilim, yolumuz uzun.”
“Şu an seni öpsem uygunsuz kaçar mı?”
“Sevgi hiçbir zaman uygunsuz kaçmaz.”
Gökhan ona uzandığında Göksel de ona uzandı ve ikilinin dudakları masanın ortasında birleşti. Gökhan onun dudaklarına büyük bir öpücük kondurduğunda Göksel dudaklarından başlayan bir yanma hissinin vücudunu ele geçirdiğini hissetti.
“Bu akşamın en sarhoş edici kırmızısı senin dudakların,” dedi Gökhan sandalyesinin arkasına yaslandığında. “Ve diğer tüm akşamların, sabahların da öyle.”
“Bu akşamın en sarhoş edici şeyi senin cümlelerin,” dedi Göksel. “Ve diğer tüm akşamların, sabahların da öyle olacak. Üstelik bu sarhoşluk geçmiyor ama insana kötü de hissettirmiyor, bilakis muhteşem hissettiriyor.”
“Seni yine öperim ama bu sefer bir buseden fazlası olur ve bunun uygunsuz kaçacağına dair ciddi şüphelerim var.”
Göksel gülerek, “Bu gerçekten uygunsuz olabilir,” dedi. “En iyisi yemeklerimizi bitirelim, şarabımızı içelim.”
“Bence de.”
Tabaklarının dibinde kalan yemekleri yerken ikisi de sessizdi. Yemek Göksel’i tam olarak doyurmuş sayılmazdı, bu yüzden genç kadın tatlı söylemeyi düşünüyordu. Gökhan da tıka basa doymamıştı, o da tatlı yemeyi düşünüyordu.
Yemeğini bitiren Göksel kadehindeki şarabın kalanını da kafasına dikti. Şişede biraz şarap vardı ama onu içmeyi düşünmüyordu, araba kullanacaktı ve içkiyi dozunda bırakması en güvenlisiydi.
“Doydun mu?” diye sordu Gökhan.
“Midemde hâlâ yer var,” dedi Göksel. “Tatlı söylemeyi düşünüyorum.”
“Ben de aynısını düşünüyordum. Yemek kesmedi.”
“Anlaşılan midelerimiz de uyumlu.”
“Öyle görünüyor. Ne söyleyelim?”
“Bilmem, menü söyleyelim de seçeriz.”
Bir garsona seslenen Gökhan menüyü istedi. O garson menü getirmeye giderken bir diğeri de masadaki boşları topladı. Garson Gökhan’ın şişenin dibinde kalan şarabı döktüğü kadeh hariç masadaki her şeyi götürdü.
Saniyeler sonra masaya dönen garson, “Buyurun,” diyerek elindeki menüleri masaya bıraktı. “Yemeklerinizi beğendiniz mi?”
“Beğendik,” dedi Göksel. “Çok lezzetliydiler. Bir de tatlı yiyelim istedik.”
“Magnolia’mızı tavsiye edebilirim. Şefimiz az önce yaptı.”
“İçinde neler var?”
“Kreması muzlu, arasında ve üstünde de çilek var.”
“Sever misin?” diye sordu Göksel, erkek arkadaşına bakarak.
“Severim,” dedi Gökhan.
“O zaman iki tane magnolia alalım.”
“Başka bir isteğiniz?”
“Yok, teşekkür ederiz.”
Garson menüleri aldı ve mutfak tarafına doğru ilerledi.
“Tatlı gelmeden önce şarabı bitireyim,” dedi Gökhan. “Şarap beni biraz çarpar, haberin olsun. Harfleri yuvarlayarak konuşmaya ve olur olmadık yerlerde gülmeye başlarsam anla ki şarap çarpmış.”
“Bunu görmek isterim,” dedi Göksel sırıtarak. “Sarhoş olunca gülenler genelde çok komik tavırlar sergiliyor.”
“Benimle eğlenme derdindesin demek? Çok ayıp.”
“O zaman içme.”
“Buna kim bilir kaç para sayacağız, tek bir damlasını bile israf etmem.”
Göksel gülerken Gökhan şaraptan büyük bir yudum içti.
“İçmeyeceğini düşünüyorum ama yine de sorayım,” dedi Gökhan. “İçer misin?”
“Çok iştahlı içtin,” dedi Göksel. “Bir yudum alayım.”
Gökhan’ın kadehini alan Göksel şaraptan bir yudum içtikten sonra kadehi onun önüne geri koydu.
“Ben de kalanı kafama dikeyim,” dedi Gökhan. “Kesin çarpacak. Çarpsın, çarpmazsa adam değil.” Gökhan şarabı kafasına dikti ve yutkunduktan sonra yüzünü biraz buruşturdu. “Ekşi ama garip bir şekilde insanın hoşuna gidiyor.”
“Çarparsa ayılmanı bekleriz,” dedi Göksel. Kollarını önünde birleştirip dirseklerini de masaya yasladı. “Sana ne zamandır sormak istediğim bir soru var: Müzik çalışmaların nasıl gidiyor?”
Onun bu soruyu sorması Gökhan’ı şaşırttı ama genç adamın hoşuna da gitti.
“Güzel gidiyor,” diye cevap verdi Gökhan. “Birkaç şarkının sözlerini yazmayı bitirdim, bestelerini de tamamladım; sözlerinin ve bestelerinin üzerinde çalışmaya devam ettiğim şarkılar da var. Sözleri ve besteleri biten şarkıları kaydetmeye de ufaktan başladım.”
“Öyle mi? Ne güzel. Ne zaman dinleyebiliriz?”
“Herkesin dinlemesi için daha zaman var fakat kız arkadaşım ve büyük bir destekçim olarak yakın zamanda sana dinletirim; sen de benimle kıymetli fikirlerini paylaşır, kararsız kaldığım birkaç noktada bir karara varmamı sağlarsın.”
“Çok memnun olurum. Senin gibi muhteşem bir gitarist ve vokalistin ortaya nasıl eserler çıkardığını çok merak ediyorum.”
“Fazlasıyla kişisel eserler ortaya çıkarıyorum, kendi hayatım ve tecrübelerim hakkında yazıyorum ve açıkçası bunları insanlarla paylaşabileceğim konusunda emin değilim. Başkalarının şarkılarını söylemek çok kolay ama iş kendi yazdığın şarkıları söylemeye geldiğinde insan kendini çırılçıplak hissediyor.”
“Bu gerçekten cesaret gerektiren bir şey.”
“Öyle. Diğer müzisyenlerin kendi deneyimlerinden cesurca bahsetmelerini takdir ediyorum, benimle benzer tecrübelere sahip olduklarını bilmek iyi hissettiriyor.”
“Senin şarkılarını dinleyen bazı insanlar da böyle hissedecek. Sanatın belki de en yanı insanın onda kendinden parçalar bulabilmesidir. Mesela bir kitabı okurken bize o kitabı sevdiren şey kendimize veya tanıdığımız birine benzettiğimiz bir karakter olur ya da kitapta geçen bir olayı bizzat tecrübe etmemiz olur; bir şarkıyı severek dinlememizin nedeni çoğu zaman hislerimize tercüman olmasıdır, aynı şekilde bir resme bakarken o resimde kendimizi görebiliriz ve bu yüzden o resmi —ya da aynı şekilde o fotoğrafı— çok severiz. İnsanlar senin şarkılarını dinlediğinde de kendinden parçalar bulacak ve onlarla bir bağ kuracak; sence de bu eşsiz bir şey değil mi?”
Göksel konuşmasını bitirdiğinde Gökhan’ın yüzüne bir gülümseme yayıldı.
“Eşsiz bir şey,” diye onayladı Gökhan. “Haklısın ama yine de buna hazır olmak için biraz daha zamana ihtiyacım var.”
“İstediğin kadar bekleyebilirsin, henüz okulunu bile bitirmedin ve önünde uzun bir yol var.”
“Teşekkür ederim,” diyen Gökhan onun elini tuttu. “Gerçekten teşekkür ederim, tüm bu söylediklerin benim için çok kıymetli. Eksik olma güzelim.”
“Her zaman,” dedi Göksel onun elini sıkarak.
Garson onların masasına döndüğünde elindeki tepside iki magnolia vardı. Tatlıları ikilinin önüne bıraktı ve onlara, “Afiyet olsun,” diyerek uzaklaştı.
“Zaten tatlı konuşuyorduk ama şimdi tatlılarımız geldiğine göre tatlı yiyip daha tatlı konuşabiliriz,” dedi Gökhan. Kaşığını tatlısına soktu. “Ben de senin hesabını kontrol ediyorum ve gün geçtikçe takipçi sayının arttığını görüyorum.”
“Bir çocuk gibi ellerimde büyüyor,” dedi Göksel duygu dolu bir sesle. “Takipçi sayım artıyor, beğenilerim artıyor, fotoğrafların altına gelen yorumların sayısı artıyor ve tüm bunları görmek çok iyi hissettiriyor. Çok severek ortaya koyduğum sanatımın diğer insanlar tarafından beğenilmesi harika bir his.”
“Elbette öyledir. Muğla’dan paylaştığın fotoğraflar inanılmazdı, zaman geçtikçe çektiğin fotoğrafların kalitesi de artıyor.”
“Çok teşekkür ederim, bunu duymak çok sevindirdi. Gelişmek için gerçekten çabalıyorum ve başarılı olduğumu duymak güzel.”
“Kesinlikle başarılısın. İleride çok iyi yerlere geleceğinden eminim ve o günler geldiğinde seni gururla izleyeceğim.”
Göksel sağ elini gerdanına bastırıp duygulu bir surat ifadesiyle ona baktı. “Çok tatlısın,” dedi gülümseyerek. “İyi ki varsın.”
“Sen de iyi ki varsın.”
Birbirine gülümseyen çift tatlılarının tadına baktı.
“Uf be!” dedi Gökhan. “Çok güzelmiş.”
“Leziz,” diye ona katıldı Göksel. “Çok da hafif.”
Tatlısını ilk bitiren Gökhan oldu. Tatlıyı çok seven genç adam tatlısından büyük kaşıklar alarak tatlıyı kısa sürede bitirdi. O ağzını peçeteyle silerken Göksel’se yarıdan az kalmış tatlısını yemeye devam ediyordu.
“Neyi unuttum?” dedi Göksel ona bakarak. “Fotoğraf makinemi getirmiştim ama tamamen aklımdan çıkmış.”
“Bir şey olmaz,” dedi Gökhan yumuşak bir sesle. “Şimdi çekeriz.”
Göksel çantasından makinesini çıkarıp açtı. “Hadi seni çekeyim, sonra sen de beni çekersin; bir garsondan da bizi çekmesini rica ederiz.”
Gökhan üstünü başını şöyle bir düzelttikten sonra birkaç poz verdi, Göksel de onun fotoğraflarını çekti. Restoranın içi ışıl ışıldı ve Gökhan bu parlak ışıklar altında oldukça iyi çıktı.
“Sıra bende,” dedi Gökhan. “Bu güzelliği ölümsüzleştirmek için sabırsızlanıyorum.”
Göksel kamerasını ona verirken gülümsedi. “Kadrajda nasıl durduğumu söylersen ben de ona göre pozumu ayarlarım.”
“Kadrajda nasıl durduğunu söyleyeyim: Olağanüstü.”
Göksel gülerek yavaşça onun eline vurduğunda Gökhan ona göz kırptı. Genç kadın da üstünü başını şöyle bir düzelttikten sonra birkaç poz verdi ve Gökhan da onun fotoğraflarını çekti.
“Bunları bana kesinlikle at,” dedi Gökhan. “Saklayacağım.”
“Atarım,” dedi Göksel. Bir garson bulmak için etrafına baktı ve ilk gördüğünü çağırdı. “Şimdi sıra birlikte çekileceğimiz fotoğraflarda.”
Garson masalarına yaklaştı. “Buyurun?”
“Fotoğrafımızı çekebilir misiniz?” diye sordu Göksel.
“Elbette,” dedi genç garson. “Neyle çekeceğim?”
“Kameramla çekebilirsiniz,” diyen Göksel ona deklanşör düğmesini gösterdi. “Buraya basmanız yeterli ama basmadan önce haber verirseniz çok iyi olur.”
“Veririm.”
Genç çift gülümseyerek poz verdiğinde garson ilk fotoğraflarını çekti, ikinci fotoğrafta ikisi de biraz öne eğilip birbirine yaklaştı ve yine gülümseyerek poz verdi. Gökhan Göksel’in elini tuttuğunda genç kadın ona bakıp güldü, Gökhan da gülümsüyordu ve garson bu anı kaçırmaması gerektiğine inanarak deklanşöre bastı. Garsonun üçüncü kez deklanşöre bastığını fark etmeyen çift dördüncü pozlarını el ele tutuşup gülümserken verdi.
“Bu kadar yeterli,” dedi Göksel. “Çok teşekkür ederiz.”
“Rica ederim.”
Garson makinesini sahibine verdikten sonra onların yanından ayrıldı.
“Hadi fotoğraflara bakalım,” dedi Gökhan hevesle. “Ben nereden açıldığını bilmiyorum, sen aç.”
“Öğreteyim,” dedi Göksel ve galeriyi nasıl açacağını Gökhan’a gösterdi. “Bu tuşlara basarak da diğer fotoğrafları açabilirsin. Mantık tüm dijital makinelerde aynıdır.”
Garsonun çektiği son fotoğrafa baktıktan sonra haberleri yokken çekilen fotoğraf açıldı ve ikisi de şaşırdı.
“Bunu ne ara çekmiş?” dedi Gökhan.
“Görünüşe göre biz birbirimize bakmakla meşgulken,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok güzel çıkmışız.”
“Diğer iki fotoğrafı görmedim bile ama şimdiden en sevdiğim fotoğrafımız oldu.”
“Sanırım benim de.”
Gökhan tuşlara basarak fotoğrafları açarken Göksel tatlısını yedi, bir yandan da Gökhan’la beraber fotoğrafları inceledi. Birlikte çekildikleri fotoğrafların hepsi çok hoştu, birbirlerini çektikleri fotoğraflar da güzel olmuştu.
“Hepsi birbirinden güzel,” dedi Gökhan. “Bana da gönderirsin.”
Göksel peçeteyle ağzını sildikten sonra, “Gönderirim,” dedi. “Bugün olmasa da yarın fotoğrafları makineden bilgisayara atar, oradan da sana gönderirim.”
“Senin fotoğraflarını da.”
“Benim fotoğraflarımı da.”
“Biraz başım dönüyor,” dedi Gökhan işaret parmağını çevirerek. “Kalkalım mı? Biraz deniz havası alırız.”
“Olur, kalkalım.”
Hesabı istediler.
“Hesap masaya geldiğine göre içimizden geçecek demektir,” diye düşündü Gökhan. “Ek iş aramaya başlasam iyi olacak. Akşam yemeği mi yedik yoksa başka bir şey mi yedik, görmek üzereyiz.”
Gökhan kendi içinde konuşmalara devam ederken hesap geldi. Hesaba ilk bakan Göksel oldu. Genç kadın kendi yediklerinin fiyatlarına bakıp kafasından ufak bir toplama işlemi yaptı.
“Ben de bir bakayım,” diyen Gökhan hesabı aldı.
“Bakmaz olaydım,” diye düşündü genç adam. “Bayılsam hesabı ödemekten yırtar mıyız acaba? Yok yok, zehirlenmiş numarası yapayım. Bırak bunları be oğlum, aslanlar gibi ödeyeceksin mecburen. Maaşa kadar da aslanlar gibi yatarım evimde.”
Gökhan cüzdanından yediklerinin parasını çıkarıp hesap sümeninin arasına koyduktan sonra Göksel de hesabın kalanını koyup biraz da bahşiş bıraktı ve sümenin kapağını kapattı.
“Kalkalım mı?” dedi Gökhan.
“Kalkalım.”
Çift, restorandan ayrıldı. Dışarı çıktıklarında ılık akşam havası suratlarına çarptı.
“Başın çok mu dönüyor?” diye sordu Göksel, erkek arkadaşına dönerek. “İyi misin?”
“Hayır, çok dönmüyor,” dedi Gökhan. “Biraz çarptı, o kadar. Temiz hava iyi gelir. Yürüyelim mi?”
“Yürüyelim. İleride park var.”
Sahil parkına doğru yürüdüler. Hava karanlık, Beşiktaş hareketliydi. Göksel buraya çok sık olmasa da gelirdi, Gökhan’sa üç senede yalnızca birkaç kez gelmişti. Genç adam Avrupa Yakası’na pek geçmiyordu, zamanının çoğunu Anadolu Yakası’nda, özellikle de Kadıköy’de geçiriyordu. Kadıköy’de de gezecek çok yer, oturacak çok mekân vardı ve istediği her şeyi orada yaparken şehir içi trafiğine girmeyi tercih etmiyordu. Göksel’se doğduğundan beri Avrupa Yakası’nda yaşıyordu, dışarıda zaman geçirmek istediğinde yine Avrupa’da takılıyordu ve şehrin bu yakasına oldukça hâkimdi. Göksel, Gökhan’a Avrupa’yı öğretiyordu; Gökhan’sa Göksel’e Anadolu’yu öğretiyordu.
“Bir Moda, Caddebostan etmez ama burası da fena sayılmazmış,” dedi Gökhan yürüdükleri parkı incelerken. “Sahil parkı deyince Anadolu’yu tek geçerim.”
“Tabii ki,” dedi Göksel. “Anadolu’nun sahil parkları gerçekten çok güzel. Birkaç kez hem ailemle hem de arkadaşlarımla oralarda piknik yapmıştık, yürüyüp bisiklet falan sürmüştük; güzeldi.”
“Biz de piknik yapalım,” dedi Gökhan hevesle. “Tiramisu yaparsın belki, ikinci buluşmamızda bunun hakkında konuşmuştuk.”
“Evet, hatırlıyorum. Tiramisu yaparım, poğaça da pişiririm.”
“Midem bunu beğendi. Ben de pankek yaparım, meyve alırım.”
“Pankek mi?”
“Bakıyorum da çok şaşırdın? Üç senedir kendi evinde kendi yemeğini pişiren biriyim, yemek yapma konusunda çok becerikliyimdir.”
“Bak sen, bu yeteneklerini görmek isterim.”
“Ne zaman istersen. Banka oturalım mı?”
“Şarap seni gerçekten çarptı.”
“Başımı döndürüyor. Biraz otursam iyi olacak.”
Bir banka yan yana oturdular. Gökhan derin bir nefes alırken gözlerini kapattı ve aldığı nefesi yavaşça verdi.
“Gökhan,” dedi Göksel onun gerdanına dokunarak. “İyi misin?”
Gökhan gerdanındaki ele dokunup yavaş hareketlerle Göksel’in elini okşamaya başladı. “İyiyim,” dedi. Gözlerini açarak ona baktı. “Senin yanında her zaman iyiyim. Şarabın biraz çarptığını kabul ediyorum ama beni asıl sarhoş eden şey sen oldun, sen ve şarap kırmızısı dolgun dudakların. Öyle güzelsin ki ölene kadar yüzünü izleyebilirim.”
“Sen ne güzel sarhoş oluyormuşsun böyle.”
“Çok güzel sarhoş ediyorsun da ondan.”
Göksel onu öpmeye başladığında genç adam ona hemen ayak uydurdu. Genç kadın elini onun gerdanından yanağına çıkarıp onun yanağını tuttu, Gökhan da sağ kolunu onun beline sarıp onu iyice yakınına çekti. Dudakları yavaş ama tutkuluydu. Gökhan onun alt dudağını öperken dilinin ucuyla onun dudağına küçük bir darbe bıraktı. Göksel devamının geleceğini sansa da erkek arkadaşı dilini bir daha işin içine katmadı. Bir sahil parkında oldukları düşünülürse böylesi en iyisiydi, bunu ikisi de biliyordu. Yavaş ama tutkulu, biraz da sesli hareketlerle birbirlerini öptüler; Göksel onun yanağını, boynunu, ensesini okşadı, Gökhan da genç kadının belini, sırtını, kürek kemiklerini okşadı.
“Bunun beni ayıltma konusunda işe yaradığını söyleyemem,” diye fısıldadı burnunu onun burnuna yaslayan Gökhan. “Ama kesinlikle muhteşem hissettirdi.”
“Sanırım artık ben de sarhoşum,” diye karşılık verdi Göksel. Genç kadın gözlerini açıp onun yüzüne baktığında Gökhan’ın gözlerinin hâlâ kapalı olduğunu gördü. Bir süre onun kavisli kaşlarını, sık kirpiklerini inceledi. “Başımı döndürdün.”
“Diyene bak,” diyen Gökhan biraz geri çekilip gözlerini açtı. “Sen benim aklımı başımdan aldın.”
Göksel gülmeye başladığında Gökhan kaşlarını kaldırdı.
“Ne oldu?” diye sordu genç adam. “Niye gülüyorsun?”
“Rujum,” dedi Göksel gülmeye devam ederken. “Dudaklarına bulaşmış.”
“Sabitlenen bir ruj olduğunu söylemiştin.”
“Anlaşılan çok da sabitlenmiyormuş. Yemek yiyince biraz çıkmıştır, öpüşünce de bulaşmış. Çantamda ıslak mendil var, vereyim de sil.”
“Önce bunu görmem gerek.”
Gökhan telefonunu çıkarıp ön kamerasını açtı ve kendine baktı. Göksel’in kırmızı ruju alt ve üst dudağının kenarlarına bulaşmış, derisinde de biraz pembelik bırakmıştı. Gülümseyen genç adam deklanşöre bastı ve fotoğrafını çekti.
“Bak ya,” dedi Göksel. “Olur da biri fotoğrafı görürse nasıl açıklayacaksın?”
“Açıklama mı?” diyen Gökhan ona baktı. “Sence açıklama yapmama gerek var mı?”
“Doğru, haklısın.”
Göksel biraz utanmıştı ama belli etmedi.
“Beraber de çekelim,” dedi Gökhan. “Senin dudaklarının kenarı da biraz ruj olmuş.”
“Gerçekten mi?” diyen Göksel telefonu kendine çevirip ön kameradaki görüntüsüne baktı. “Salçalı makarna yemişim gibi duruyor.”
“Tabii canım, kesin salçalı makarnadır. Çok lezzetli bir salçalı makarna.”
Göksel onun omzuna vurduğunda Gökhan sırıttı.
“Hadi fotoğraf çekelim,” dedi Gökhan yine. “Hatıra kalsın.”
İlk fotoğrafta ikisi de gülümsedi, ikincisinde Göksel dudaklarını öpücük atarmış gibi büzdü ve Gökhan’ı da aynısını yapması için dürttü.
“Ben de mi dudak büzeyim?” diye sordu Gökhan. “Hayır.”
“Evet,” dedi Göksel. “Komik olur.”
“İşte bu fotoğrafı erkek arkadaşlarımın görmemesi için kilitli bir klasörde saklayacağım, görürlerse ölene kadar dillerinden düşmem.”
İkinci fotoğrafta ikisi de dudak büzdü. Gökhan deklanşöre bastıktan sonra yanağını onun yanağına yaslayan Göksel uzanıp onun dudaklarını öptü.
“İşte bu kadar,” dedi genç kadın. “Gördün mü, hâlâ erkeksin.”
“Her dudak büzerek poz verdiğimde beni öpeceksen bunu ölene kadar yapabilirim.”
“Kesin yaşanır bu.”
“En azından şansımı denedim.”
Göksel gülerek omzuyla onun omzuna vurdu.
“Tatile gidecek misin?” diye sordu Göksel. “Balıkesir’e Yağız’ın yanına gidebileceğini söylemiştin, son durum ne?”
“Eylül başında gidiyorum,” dedi Gökhan. “Birkaç gün kalmayı planlıyorum, dönüşte Yağız’la beraber geleceğiz ve sonrasında da okul başlayacak zaten.”
“Yaz tatili bitmek üzere gerçekten. Zaman ne çabuk geçti.”
“Bu yaz tatilinde hayatıma sen girdin, bir sürü güzel anımız oldu; bu yüzden hiç unutmayacağım.”
“Ben de öyle. Demek eylülde Balıkesir’e gidiyorsun, yine bir ayrılık yaşayacağız ama öncekinden çok daha kısa olacak.”
“Birkaç gün birkaç dakika gibi geçer,” dedi Gökhan. Onun yanağını okşadı. “Hemen döneceğim.”
“Daha uzun kalamaz mısın? Birkaç gün biraz kısa.”
“Evet, kısa ama yılın büyük çoğunluğunda yarı zamanlı çalıştığım için ancak bu kadar izin alabilirim; anlayacağın izin de yarı zamanlı oluyor.”
“Çalışma hayatı berbat bir şey.”
“Kesinlikle öyle. Neyse canım, mevcut şartlara uyum sağlayacağım mecbur. Islak mendil verir misin? Şu dudaklarımızı bir silelim.”
Göksel iki ıslak mendil çıkarıp birini Gökhan’a verdi. “Biraz zor çıkar,” dedi. “Bu yüzden iyice bastırıp temizlemen gerekecek.”
“Normalde neyle siliyorsun?”
“Yağ bazlı bir temizleyiciyle.”
“O ne be?”
“Boş ver, bilmesen de olur.”
“Bence de.”
Dudaklarındaki rujları temizledikten sonra bankta biraz daha oturdular. Biraz İstanbul’dan, biraz Beşiktaş’tan konuştular. Ardından konu pikniğe geldi, bu cumartesi Gökhan’ın izin gününde Maltepe Sahili’ne gitmeye karar verdiler. İkisi de oranın sahilini seviyordu, sahil Kadıköy’dekiler kadar kalabalık da olmuyordu ve baş başa hoş bir piknik yapmak için ideal bir yerdi. Göksel yine arabayla gelebileceğini, Gökhan’ı evinden aldıktan sonra birlikte Maltepe’ye geçebileceklerini söyledi; Gökhan da bunun iyi bir fikir olduğunu belirtip fikri kabul etti.
“Saat dokuz buçuğu geçiyor,” dedi telefonundan saate bakan Göksel. “Kalkalım mı?”
“Geç dönmemen mi gerekiyor?” diye sordu Gökhan.
“Hayır, senin için dedim. Daha karşıya geçeceksin, otobüse binip eve geçeceksin; yolun çok uzun ve yarın sabah yine erkenden kalkıp işe gideceksin. Evine dön de yatıp uyu.”
“Bu kadar düşünceli olmana bayılıyorum,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Haklısın, çok geçe kalmadan evime dönmem gerek. Senden ayrılmayı hiç sevmiyorum ama cumartesi yine görüşeceğiz, bunu bilmek bu işi biraz daha kolaylaştırıyor.”
“Sık sık görüşüyoruz zaten.”
“Seni her gün görmek isterim ama mevcut şartlar buna imkân vermiyor. Bir yetişkin gibi bunu kabulleniyorum ve soruna cevap olarak, ‘Kalkalım,’ diyorum.”
“Ben de seni her gün görebilmeyi isterdim ama dediğin gibi şartlar buna el vermiyor. En azından her gün konuşabiliriz.”
“Teknoloji sağ olsun.”
Sahil parkından ayrılan çift restoranın olduğu yere geri döndü ve restoranın önündeki küçük park alanında duran beyaz arabaya doğru ilerledi. Göksel şoför koltuğuna, Gökhan da yolcu koltuğuna oturdu.
“Vapura Eminönü’nden bin, derdim fakat ne seni ne de kendimi oranın trafiğine sokmak isterim,” dedi Göksel. “Beşiktaş’tan hemencecik Kadıköy’e geçersin, oradan da evine.”
“Aynen, trafiğe girmeye gerek yok,” dedi Gökhan. “Ben vapura binerim, sen de çevre yolundan Fatih’e geçersin.”
“O zaman anlaştık.”
Beşiktaş İskelesi’ne doğru yola koyulan çift şarkı açtı. Göksel, Gökhan’a ne isterse onu açabileceğini söyleyince Gökhan tercihini Yavuz Çetin’den yana kullandı ve Sadece Senin Olmak şarkısını açtı.
“Bu şarkı çok tatlı,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok nahif, çok romantik, çok gerçek.”
“Gerçekten de tatlı bir şarkı,” diye ona katıldı Gökhan. “Dinlerken seni düşünüyorum.”
Göksel ona kısa bir bakış attığında Gökhan genç kadına göz kırptı.
“Başka hangi şarkıları dinlerken beni düşünüyorsun?” diye sordu Göksel.
“Bütün aşk şarkılarını,” dedi Gökhan. “Hepsinde aklıma sen geliyorsun.”
“Ne tesadüf, sen de tüm aşk şarkılarında benim aklıma geliyorsun.”
“Hım,” dedi Gökhan keyifli bir sesle. “Sen de bir tanesini aç da onu da dinleyelim.”
“Bu bitince açarım.”
Şarkı çalmaya devam ederken onlar da güneye doğru ilerlemeye devam etti. Göksel pürdikkat yola bakarken Gökhan da etrafı inceliyor, sık sık kız arkadaşına bakıyordu. Genç kadın araç sürerken de çok ciddi görünüyordu ve onun hem ciddi hem de dikkatli yüz ifadesini izlemekten hoşlanmıştı.
Sadece Senin Olmak bitince Göksel yeni bir şarkı açtı: Benimle Uçmak İster Misin?
“Yine Yavuz Çetin,” dedi Gökhan radyoya bakarak. “Senin şarkıyı aç hadi.”
“Benim şarkımı açtım zaten,” dedi Göksel. “Bu şarkıyı ilk dinlediğim andan beri seni düşünüyorum, seni Barışlarla bu şarkıyı çalarken dinlediğim andan beri.”
“Ha?”
“Dünya bir yere kaçmaz / Biz yüzerken göklerde satırları benim için çok şey ifade ediyor. İkimizin adı da gök kelimesiyle başlıyor ve sadece ikimizin olduğu bir yerde olma fikri çok hoşuma gitmişti, hâlâ gidiyor. Bu satırları bana bakarak söylediğinde senin de böyle düşündüğünü hissetmiştim. Haksız mıyım?”
“Değilsin,” dedi Gökhan başını iki yana sallayarak. “Bu satırlar benim için de çok şey ifade ediyor.”
“Etmeyecek gibi değil ki. Çok anlamlı.”
“Şu an beni o kadar etkiledin ki neye uğradığımı şaşırmış durumdayım, ne söylesem bilemiyorum.”
“Bir şey söylemene gerek yok. Beraber bu güzel şarkıyı dinleyelim.”
“Dinleyelim.”
İkili iskeleye varana kadar Yavuz Çetin’in şarkılarını dinledi. Göksel, Çetin’i gerçekten çok severek dinliyordu ve bunu fark etmek, onu Çetin’le tanıştıran ve ona Çetin’i sevdiren kişi olmak Gökhan’ı çok sevindirdi. En sevdiği müzisyeni kız arkadaşıyla beraber severek dinlemek onun için muhteşem bir deneyimdi.
Beşiktaş İskelesi’ne vardıklarında Göksel arabayı iskeleye yakın bir yerde durdurdu.
“Kadıköy vapuru birkaç dakika sonra kalkacak,” dedi Gökhan. “Çok keyifli bir akşamdı, mutlaka tekrarlayalım.”
“Tekrarlarız,” dedi Göksel. “O zaman bu akşamlık bu kadar?”
“Bu kadar. İskeleden aldığın ve iskeleye bıraktığın için teşekkür ederim.”
“Lafı bile olmaz. Ben de çiçekler için teşekkür ederim, eve gider gitmez vazoya koyacağım.”
“Lafı bile olmaz,” diye onun dediğini tekrar etti Gökhan. “Kendine iyi bak güzelim, cumartesi görüşmek üzere.”
“Sen de kendine iyi bak. Cumartesi görüşürüz.”
Gökhan ona uzanıp küçük bir buseyi kız arkadaşının dudaklarına bıraktı. “Seni seviyorum,” dedi onun mavi gözlerinin içine bakarak.
“Ben de seni seviyorum,” diyen Göksel gülümsedi. “Eve varınca haber et.”
“Sen de ve dikkatli kullan.”
“Kullanırım.”
Gökhan arabadan inip iskeleye doğru yürümeye başladığında Göksel’in gözleri onun üstündeydi. Sevgilisinin iskeleye ilerlemesini seyretti. İskele girişine varan Gökhan arkasını dönüp arabanın olduğu yere baktığında beyaz arabayı tahmin ettiği gibi orada buldu. Gökhan önce ona el salladı, sonra git anlamında bir el hareketi yaptı. Göksel de ona el salladı ve kornoya bastıktan sonra arabayı hareket ettirdi. Onun gittiğini gören Gökhan turnikelere ilerledi, Göksel’in sürdüğü beyaz Hyundai de caddede diğer arabaların arasına karışıp gözden kayboldu.
Tepkiniz nedir?