Kadrajdaki Dünyalar | 20. Kare: Yıldızlar Yatağı

Kadrajdaki Dünyalar'ın 20. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Ocak 15, 2023 - 13:30
Ocak 15, 2023 - 13:30
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 20. Kare: Yıldızlar Yatağı

Bölüm fotoğrafı: Vlada Karpovich

Bir iş gününü daha bitiren Gökhan eve döneli kırk dakika olmuştu. Sipariş ettiği mercimek çorbasıyla peynirli makarnayı yiyen genç adam salona geçmiş, masaya oturmuş ve bilgisayarını açmıştı. Biraz önce mesajlaştığı Yağız onun dediğini yaparak görüntülü konuşacakları uygulamada çevrim içiydi. Gökhan onu aradığında Yağız birkaç saniye içinde onun aramasını kabul etti ve Gökhan’ın bilgisayarının ekranında göründü. Saçlarını aylardır kestirmeyen Yağız’ın saçları omuzlarına gelmişti, daha kısa olan ön tutamları perçem gibi alnının iki yanından aşağı sarkıyordu; uzamış koyu kestane rengi saçlarına bronzlaşmış yüzü, yüzünde zekâyla parlayan koyu kahverengi ufak gözleri ve Gökhan’ı görünce yukarı kıvrılan dudakları eşlik ediyordu. Yağız yakışıklı bir gençti ama uzun saç ve bronz ten ona daha çekici bir hava katıyordu.

“Selam,” dedi Gökhan. O da gülümsüyordu. “Sen gittikçe yakışıklı oluyorsun, sinirimi bozuyorsun bak.”

“Biz de kendi çapımızda değerleniyoruz,” dedi Yağız sırıtarak. Kafasını sallayarak saçlarını arkaya attı. “Merhaba kardeşim benim, yüzünü gören cennetlik. Nasılsın, ne yapıyorsun?”

“Yüzümü gören cennetlik mi? Son görüntülü konuşmamızın üzerinden sadece bir hafta geçti.”

“O kadar kısa mı? Bana bir ay gibi geldi.”

“Özlenecek bir insan olduğumu kabul ediyorum,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Çok iyiyim hatta harikayım, hayatımın en güzel dönemini yaşıyorum.”

“Ne oluyor lan? Piyango falan mı çıktı? Eğer çıktıysa beni unutmamışsın, adamsın adam. En sevdiğim arkadaşım olduğunu biliyorsun değil mi? Ne kadar kazandın?”

Gökhan bir kahkaha patlattıktan sonra, “Piyango da denebilir,” dedi. “Aşkta kazandım.”

“Aşkta mı kazandın?” diyen Yağız’ın kaşları havaya kalktı. “Aşkta kazanılıyor muymuş ya? Bu bir şehir efsanesi değil miydi?”

“Değilmiş,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Müjdemi isterim, Göksel’le sevgili olduk.”

Yağız’ın gözleri fal taşı gibi açıldığında ve bir şok ifadesi yüzüne yayıldığında Gökhan onun duyduklarını sindirmesi için ona zaman tanıdı. Yağız şoke olmuş bir şekilde ekrana bakarken Gökhan masanın üstündeki bardağa uzanıp bir yudum kola içti.

“Hassiktir,” dedi Yağız biraz sonra. “Ciddi misin? Benimle kafa bulmuyorsun değil mi lan?”

“Hayatımda bu kadar ciddi olmamıştım,” dedi Gökhan kendinden emin bir sesle. “Muğla’dan pazar döneceklerini söylemişti ya hani, aslında cuma dönmüşler. Cumartesi günü bana sürpriz yaparak kafeye geldi, onu karşımda gördüğümde neye uğradığımı şaşırdım. Sıkı sıkı sarıldık, öyle sıkı sarıldık ki ince kollarını hâlâ sırtımda hissedebiliyorum. Sahneye çıkmadan önce ve sahne alırken verdiğim kısa aralarda oturup sohbet ettik, hasret giderdik. Bana Muğla’dan hediyeler getirmişti, iki magnetle sapında adımın yazdığı gitar şeklinde bir anahtarlık almış. Çıkışta Moda’ya indik, orada olanlar oldu.”

“Neler oldu?” diye yükseldi Yağız. “Bu olaylar cumartesi oldu ve sen bana anca salı mı haber veriyorsun pezevenk? Seni gördüğüm yerde evire çevire döveceğim.”

“Terbiyesiz.”

“Ben sana göstereceğim terbiyeyi! Ama ondan önce olanları anlat.”

“Ona dövmecide hoşuma gittiğini söylemiştim,” diye anlatmaya devam etti Gökhan. “Kafedeyken de ondan hoşlandığımı söyledim, laf arasındaydı ama nihayetinde söyledim. Kafedeyken birbirimizi birkaç kez yanaktan da öptük, anlayacağın aramızdaki gerilim zaten en yüksek noktadaydı. Sahilde kayalıklara oturup dondurma yedik, ben ona kafede bir şeyler ısmarlayınca Göksel de bana dondurma ısmarladı. Bu ısmarlama konusunda çok hassas, asla geri kalmıyor. Neyse, dondurmalar bittikten sonra konuya girdi.” Göksel’in ona söylediği cümleleri tekrar etti. Hayatında duyduğu en güzel cümleleri hatırlamakta zorluk çekmiyordu. “Onu sevdiğimi söyledim, o da beni sevdiğini söyledi ve öpüştük.”

“Oh,” diyen Yağız arkasına yaslandı. “Öpüşme gelmiş, bir an gelmeyecek diye korkmuştum. Öpüştünüz demek? Nasıldı? Dilini kullandın mı?”

“O akşam kullanmadım. Dün de akşam yemeğine çıktık, dilimin öpüşme oyununda küçücük bir rolü oldu.”

“Güzel,” dedi Yağız ikinci heceyi uzatarak. “Yakında figürandan başrol aşamasına geçer.”

“Daha dur be oğlum, dün bir bugün iki.”

“Hep böyle söylerler. Şaka bir yana çok sevindim, tebrik ederim.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Cumartesi kendimden haberim yoktu zaten, keza pazar da; pazartesi akşamı da Göksel’le beraberdim ve eve dönünce biraz onu düşünüp uyudum, bugün eve gelip karnımı doyurduktan sonra seni aradım. Mesajda söylemek istemedim.”

“Yüz yüze gelince bir tane yapıştırırım ama şimdi laf etmeyeceğim. Kardeşim sevdiği kıza kavuşmuş, bunu kutlayalım. Dün neler yaptınız?”

“Beşiktaş’ta Boğaz manzaralı bir restoranda akşam yemeği yedik. Hesap biraz girdi ama sıkıntı değil, çok güzel bir akşamdı. Şarap içtik, kırmızı şarap. Şarap beni biraz çarpınca restoran çıkışı yakınlardaki bir sahil parkına gidip bankta oturduk, biraz oynaştık. Öpmelere doyamıyorum, dokunmalara doyamıyorum, bakmalara doyamıyorum. Çok güzel, gerçekten çok güzel ama hissettirdiği her şey kendinden bile güzel. Ben bu kızı çok seviyorum lan.”

Yağız ona gülümseyerek baktı. “Seni çok mutlu ediyor bu kız ve benim için önemli olan da bu. Mutlu olmayı en çok hak eden kişisin ve gerçekten mutlu olduğunu görmek beni çok sevindiriyor.”

“Dünyanın en mutlu insanıyım,” dedi Gökhan bu dediğine tüm kalbiyle inanarak. “Yuva gibi hissettiriyor; sıcak, sevgi dolu ve güvenli bir yuva gibi. İstediğim şey gibi, ihtiyacım olan şey gibi.”

“Hepimizin o yuvaya ihtiyacı var ve sen kendininkini bulmuşsun.”

“Buldum ve asla bırakmayacağım. Onun gök mavisi gözlerine bakarken evimde olduğumu biliyorum, onunla bu evin ev sahipleri olduğumuzu da biliyorum.”

“Laflara bak laflara,” dedi Yağız gülerek. “Zaten romantik ve ince ruhlu biriydin, Göksel’den sonra bu özelliklerin tepe noktasına ulaştı.”

Gülümseyen Gökhan başını sağ omzuna doğru eğdi. Cumartesinden beri kalbinde daha önce hiç hissetmediği bir sıcaklık, içinde daha önce bu kadar yoğun hissetmediği bir mutluluk duygusu vardı. Göksel ona gerçekten de yuvasındaymış gibi hissettiriyordu. Bu zamana kadar yaşadığı bir sürü evde hissedemediği o yuva duygusunu bir insanda bulmuştu. Şu an yaşadığı dairede huzurlu olmasına huzurluydu ama yalnızlık da çekiyordu, özellikle evde tek başına yaşadığı yaz ve kış tatillerinde fakat Göksel’le beraberken yalnız hissetmiyordu, eksiksiz bir huzur ve mutluluk hissediyordu.

“Beni dönüştürdüğü bu versiyonumu çok sevdim,” dedi Gökhan biraz sonra. “Beni daha iyi biri yapıyor.”

“Aşk gerçekten sihirli bir şey,” dedi Yağız. “Senin adına çok ama çok sevindim kardeşim, umarım hep böyle mutlu olursun.”

“Teşekkür ederim kardeşim, eksik olma. İstanbul’a dönünce sizi tanıştırmayı çok istiyorum. Şimdiden birçok arkadaşımla tanıştı; Barışları, Çağlar’ı, Doğuş’u tanıyor ve seni de tanımasını istiyorum.”

“Tanışırız tabii, zaten tanışmayı istiyorum; Göksel’i merak ediyorum.”

“O kadar anlattım ki merak etmen normal.”

“Aynen. Sevgili olduğunuzu benden önce başkalarına söylemedin umarım? Eğer söylediysen şimdi yola çıkıp İstanbul’a gelirim ve seni eşek sudan gelinceye kadar döverim.”

Gökhan bir kahkaha attıktan sonra, “Elbette ilk sana söyledim,” dedi. “Yoğun bir çalışma hayatım var, ancak vakit buldum.”

“Göksel’le akşam yemeğine çıkmaya vaktin var ama benimle birkaç dakika konuşup haber vermeye vaktin yok. Ben seni kara listeye yazdım oğlum.”

“Hadi ama, birkaç dakika konuşmayacağımızı çok iyi biliyorsun. Şu an bile dakikalardır konuşuyoruz.”

“Sus, tek kelime daha etme.”

“İyi be. İşte böyle, artık biliyorsun.”

“Biraz daha bekleseydin seneye söylerdin, acele etmeseydin.”

“Balıkesir’e geldiğimde de söyleyebilirdim.”

“Balıkesir’in ortasında meydan dayağını da yerdin.”

“Hâlâ daha yiyeceğime dair ciddi şüphelerim var.”

Bu sefer kahkaha atma sırası Yağız’daydı. Genç adam gür bir kahkaha patlattı. “Artık Balıkesir’e gelince görürsün,” dedi. “Zaten şunun şurasında kaç gün kaldı? Hemencecik geçer.”

“Şaka bir yana Balıkesir’e geleceğim için çok heyecanlıyım. Sadece birkaç gün kalacağım ama harika ve dolu dolu geçeceğinden eminim. Seni özledim, sizinkileri özledim, birkaç gün de olsa hayatın telaşından uzaklaşıp kafa dinlemeyi özledim.”

“Biz de seni özledik. Buraya geldiğinde hem hasret giderir hem de birkaç günün tadını çıkarırız. Sahilde sıcacık kumlara yatıp güneşleniriz, kendimizi Ege’nin serin sularına atıp yüzeriz.”

“Hayali bile o kadar güzel ki,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İple çekiyorum. Gönül isterdi ki en azından bir hafta kalayım ama elimdekiyle yetineceğim.”

“Seneye mezun olduktan sonra şöyle upuzun bir tatil yaparız. Olmadı evden çıkarız, birkaç hafta Balıkesir’de kalırız; dört senenin yorgunluğunu gideren güzel bir tatil yaptıktan sonra İstanbul’a geri dönüp başka bir ev bakarız, yeni bir başlangıç yaparız.”

“Yeni bir ev, yeni bir iş,” diyen Gökhan’ın gözleri daldı. “Yeni bir başlangıç. Düşüncesi bile çok huzur verici, sevindirici. Mekânlarda sahneye çıkmaya başlarız; her akşam olmasa da haftada birkaç akşam farklı yerlerde çalar, ortalığı kasıp kavururuz.”

“Gökhan ve Yağız fırtınası İstanbul’un eğlence mekânlarını etkisi altına alır,” dedi Yağız gülümseyerek. “Bütün kalbimle inanıyorum ki her şey çok güzel olacak.”

“Ben de inanıyorum. Uğruna tüm hayatımı geride bıraktığım konservatuvarda son senemi okuyacağım, yazın onur öğrencisi olarak mezun olacağım; işimden istifa edip severek yaptığım başka bir iş bulacağım, müzik yapacağım; dostlarım yanımda olacak, sevgilim yanımda olacak.”

“Elbette olacağız. Dostların olarak şimdiye kadar yanındaydık, bundan sonra da olmaya devam edeceğiz; şimdi Göksel de var ve o da senin yanında.”

“İyi ki var. Sadece varlığı bile iyi gelirken bir de beni böylesine desteklemesi çok kıymetli. Aynı şey sizin için de geçerli tabii.”

“Ve senin için de geçerli. Bana şu anahtarlığı göstersene, Göksel’in hediye ettiğini.”

“Getireyim,” dedi Gökhan. “Kapıda takılı.”

Ayağa kalkan Gökhan salondan çıktı ve ev kapısında takılı duran anahtarlığı alıp salona geri döndü. Sandalyesine oturduktan sonra elindeki anahtarlığı kameraya yaklaştırarak Yağız’a gösterdi.

“Vay vay vay!” diyen Yağız bir ıslık çaldı. “Çok güzelmiş. Nereden bulmuş acaba?”

“Bilmem, sormadım ama çok havalı değil mi?”

“Havalı. Hem elektro gitar hem mavi hem de sapında adın yazıyor. Bu özellikleri taşıyan gerçek bir mavi elektro gitarın olmalı.”

“Ben de aynısını düşündüm. Bir gün sahip olabilirim umarım.”

“Olursun, beraber sahnede fırtınalar estirirsiniz.”

“Estiririz tabii,” dedi Gökhan gülerek. “Sen nasılsın, neler yapıyorsun?”

“Çok iyiyim,” dedi Yağız hemen. “Bu yaz tatili bana mental olarak çok iyi geldi, ailemle ve arkadaşlarımla vakit geçirmek harika hissettiriyor. Son günlerde çoğu vaktim benimkilerin doğum günümde aldığı bateriyi çalmakla geçiyor, bu yaz bateride çok geliştiğimi hissediyorum ve bunun için çok mutluyum.”

Onu gülümseyerek dinleyen Gökhan, “Ben de dinlemek için sabırsızlanıyorum,” dedi. “Bateriyi de aldığına göre artık bizi apartmandan kovarlar.”

Yağız bir kahkaha patlattı. “Ses yalıtımı yaptırma vakti gelmiştir,” dedi. “Bu ekonomik krizde İstanbul’da bir başka daire tutmamız mümkün değil. Ben zaten çalışmıyorum, sen de okul dönemi yarı zamanlı çalışıyorsun ve bu durumda köpek kulübesi bile kiralayamayız.”

“Haklısın, doğru söze ne hacet. Artık müzik çalışmalarını gündüz yapar ve çok uzun tutmayız. Zaten genelde okulda çalıyoruz, bateri evde kalacak ama dışarıda bateri mi yok? Bizimkilerle beraber çalarsın.”

“Ses yalıtımı konusunu ciddi ciddi düşünüyorum, ev sahibini ikna edebilir miyiz sence?”

“Konuşuruz. Tatlı bir adam, bence ikna edebiliriz.”

“Salona yapsak yeter, zaten çoğu zaman orada çalıyoruz. Baterimi salona koymak istiyorum ama onun için yer açmamız gerekecek. Bunları İstanbul’a döndüğümde ayrıntılı olarak konuşuruz.”

“Keşke bir odamız daha olsa da orayı direkt mini bir stüdyoya çevirsek.”

“Çok istediğim bir şey, umarım bir gün kendi evimde mini bir stüdyom olur.”

“Ben de çok istiyorum. Manifest mi diyorlar, ondan yapalım.”

Yağız güldü. “Aldım, kabul ettim, öyle de oldu.”

“Bir de bu vardı,” diyen Gökhan gülüyordu. “Ben de aldım, kabul ettim, hadi bakalım.”

“Evrene enerji bombardımanı da yaptığımıza göre bu iş tamamdır. Senin müzik çalışmaları ne alemde? Yaz bitmek üzere ama bana hiçbir şey göndermedin.”

“Birkaç şarkı var ama hâlâ üzerinde çalıştığım için henüz göndermek istemedim.”

“Olsun be oğlum, şu anki hâllerini de dinlerim.”

“İki tanesinin nakaratını çalayım o zaman. Bir tanesi çok kişisel bir şarkı, bu yüzden yapım aşaması çok uzun sürüyor ama ortaya çıkan şeyi sevdim.”

“İsmi ne?”

Gökhan ona nakaratlarını çalacağı şarkıların isimlerini söyledi.

“Gökhan isimli bir müzisyene yakışan şarkı isimleri,” dedi Yağız gülümseyerek. “Can kulağıyla dinleyeceğim.”

Akustik gitarını alan Gökhan önce çok kişisel olan şarkının nakaratını, sonra da sözlerini yakın zamanda yazmaya başladığı ve kısa sürede bestesini de sözlerini de tamamladığı aşk temalı şarkısının nakaratını çalıp söyledi.

“Çok iyiler,” dedi Yağız samimiyetle. “Besteleri senin gibi bir gitaristin elinden çıktığı için beklediğim gibi olağanüstü fakat sözleri de çok güzel, içten olmuş. İnsan ilkinde hüznü, ikincide aşkı hissedebiliyor. İkinci şarkıyı Göksel’e yazdın değil mi?”

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Evet, ona yazdım. Bir akşam göğü izleyerek onu düşünüyordum, sözleri aklıma bir anda geldi ve ben de hemen not ettim.”

“Ona şarkı yazdığını öğrenince hem şaşıracak hem de çok sevinecektir. Dinletmeyi düşünüyor musun?”

“Evet, o da eserlerim konusunda çok ilgili ve yakın zamanda bir şeyler dinletmeyi düşünüyorum. Muhtemelen bu şarkıyı çalarım, ona yazdığımı söylemeyeceğim fakat anlayacaktır. Tepkisini görmek için sabırsızlanıyorum.”

“Duygulanacaktır, kim olsa duygulanır. Ev temalı albümünde ev arkadaşın ve aynı zamanda en yakın arkadaşın olan benim için bir şarkı var mı peki?”

“Bilmem,” dedi Gökhan sırıtarak. “Var mı?”

“Ben de sana onu soruyorum.”

“Albümü tamamlayınca görürsün.”

“Sen bu hızla albümü on seneye tamamlayamazsın.”

“Ne zaman tamamlarsam sen de o zaman öğrenirsin o zaman, söylemeyeceğim.”

“Şerefsiz herif.”

“Terbiyesiz.”

“Asıl terbiyesiz sensin, insan en yakın arkadaşının sorusunu cevapsız bırakır mı? Yazıklar olsun.”

“Bir de bayıl istiyorsan Feriha.”

“Yok yok, sen şöyle iyi bir dayağı hak ediyorsun. Balıkesir’e gel de sana dayak atmak adına bestelediğim şarkıyı dinleteyim.”

“Söylemeyeyim diyorum ama sen beni hayatta dövemezsin. Böyle efendi durduğuma bakma, tersim çok pistir; elim de ağırdır.”

“Tersini yesinler,” dedi Yağız alaylı bir sesle. “Dayak atmayı dayak yiyerek öğrendim oğlum ben, seni çiğ çiğ yerim.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Bu artık bir şeref meselesidir, seni teke tek dövüşe davet ediyorum.”

Yağız gülmeye başladığında Gökhan’ın yüzüne bir şaşkınlık ifadesi yayıldı.

“Biz daha kavgaya başlamadan babam ikimizi de yere serer,” dedi Yağız. “Tek yumrukta indirir valla.”

Gökhan da gülmeye başladığında iki arkadaş bir süre gülüştüler.

“Atilla amcanın varlığını unutmuşum,” dedi Gökhan. “Adam senelerin ustabaşı, vurdu mu ağlatır.”

“Ağlatır,” diye onayladı Yağız. “Nereden bildiğimi sormayın.”

Gökhan gülerek gitarını duvara yasladı. “Hepsine selamımı söyle,” dedi. “İki haftaya oradayım.”

“Söylerim. Seni sabırsızlıkla bekliyorlar, çok özlediler.”

“Ben de onları çok özledim,” dedi Gökhan duygu dolu bir sesle. Yağızların evi ona huzurlu hissettiren ilk aile eviydi, yemek masasına oturduğunda yemeğini afiyetle yediği ilk aile eviydi, ona her daim sevgiyle ve severek yaptığı işte destekleyici bir tavırla yaklaşılan ilk aile eviydi; o ailenin de evin de yeri onda çok özeldi. “Sizinle beraber zaman geçirmek için sabırsızlanıyorum.”

Biraz Yağız’ın ailesinden, onların neler yaptıklarından konuştular. Yağız’ın ebeveynleri çalışmaya devam ediyordu, kardeşi Yiğit de üniversite sınavına daha iyi hazırlanmak için bir eğitim kurumuna yazılmıştı ve haftanın beş günü oraya gidiyordu.

“Sizin sonraki planınız ne?” diye sordu Yağız. “Göksel’le ne yapacaksınız?”

“Cumartesi günü Maltepe Sahili’nde piknik yapacağız,” diye cevapladı Gökhan. “Göksel de oranın sahilini seviyormuş, biz de neden orada vakit geçirmeyelim dedik ve piknik yapmaya karar verdik.”

“Vay anasını, plana bak! Çok iyi plan. Maltepe Sahili gerçekten çok güzel, Adalar manzarası eşliğinde keyifli vakit geçirirsiniz.”

“Muhteşem bir gün olacağına dair hiç şüphem yok. Sadece onunla olmak bile tek başına harika bir olayken bir de böyle güzel etkinlikler yapmak işi daha da güzelleştiriyor. Akşama sahne alacağım için gitarımı da götürürüm, ona bir şeyler çalmayı düşünüyorum.”

“Sen bu işin ustasısın. Göksel şanslı kız.”

“Birbirimizi bulduğumuz için ikimiz de şanslıyız. Bak yine manyak gibi sırıtıyorum, cumartesinden beri o kadar sırıtıyorum ki yanaklarım ağrıyor.”

“Sen bu kızı sevmiyorsun, sen bu kıza deli divane âşıksın.”

“Ben sevginin en yüce duygu olduğuna inanıyorum ve ona bu en yüce duygunun en yoğun hâlini besliyorum. Sevgi; merhameti, şefkati, anlayışı, huzuru içinde barındırıyor ve ben tüm bu duygularla donatılmış durumdayım.”

“Göksel gerçekten çok şanslı bir kız, böylesine yüce ve bilge bir yüreği senden başka hiç kimsede bulamaz.”

“Eyvallah kardeşim. Çok romantik konuştum, bu kadar yeter.”

“Bu yeteneğini şarkı yazarken kullanmaya devam edersen ortaya başka enfes şarkılar da çıkacak. Göreyim seni aslan parçası.”

“Görürsün koçum benim.”

Gülüştüler. Biraz daha sohbet ettikten sonra aramayı sonlandırdılar. Gökhan bir süre bilgisayar ekranına baktıktan sonra yan taraftaki şarkı defterine uzandı ve Yağız'la konuşurken aklına gelen cümleleri not etti.

Göksel artık onun en büyük ilham kaynağıydı. Göksel liseden sonra, aradan geçen birkaç yılın ardından ona yeniden aşk şarkıları yazdıran kadındı. 

***

Cumartesi

Bugün Gökhan’la yapacakları piknik için erkenden uyanan Göksel ilk iş olarak poğaça yaptı. Poğaçalar pişerken o da hızlı bir duş aldı. Duştan çıktıktan sonra fırındaki poğaçaları da çıkarıp soğumaları için masanın üzerinde bıraktı. Dün akşam yaptığı tiramisu da masada duruyordu, onun yanında kiraz, karadut, ahududu ve yaban mersini vardı. Gökhan’ın da kırmızı meyveleri sevdiğini öğrendikten sonra bugün için bunları almıştı. Çay işini Gökhan halledecekti, o da sonrasında içmek için mango suyu almıştı.

Her ne kadar örtü serecek olsalar da çimlerde oturacaklarından bugün için mavi bir kot giydi, üstüne kolsuz beyaz bir crop uydurdu ve bu sade kombinini kolyeler ve bileziklerle süsledi. Saçlarına biraz köpük sürüp kuruttuktan sonra ön tutamlarını beyaz bir tokayla topladı, makyajını da her zamanki gibi sade tuttu. Bez çantasına birkaç eşyasını ve hem polaroid hem de dijital kamerasını koydu. Bugünden hatıra olarak bir sürü fotoğraf kalsın istiyordu.

Hazırlandıktan sonra mutfağa geri dönüp eşyaları küçük piknik sepetine doldurmaya başladı. Gökhan onun pişirdiği yemekleri yiyeceği için çok heyecanlıydı, aynı şekilde o da Gökhan’ın pişireceğini söylediği pankek ve kurabiyeleri yiyecekti ve bunun için de heyecanlıydı.

Kaşık, çatal, bıçak ve bardak da koyduktan sonra sepetin kapağını kapattı. Etrafa bakıp bir şey unutmadığından emin oldu, ardından pantolonunun arka cebinden telefonunu çıkarıp Gökhan’ı aradı.

“Efendim?” dedi Gökhan’ın neşeli sesi.

“Ben tüm hazırlıklarımı bitirdim,” dedi Göksel. “Çantamı da piknik sepetini de hazırladım, sen ne yapıyorsun?”

“Ben hazırlamaya devam ediyorum. Kurabiyeler pişti, pankekler soğumasın diye onları sonra pişireceğim; kahvaltılıkları da saklama kaplarına koyup çantaya yerleştirdim.”

“Pankeklerle kurabiyeleri merakla bekliyorum.”

“Ben de poğaçalarla tiramisuyu, özellikle tiramisuyu.”

“İkisinin de tadına bakman için çok beklemen gerekmeyecek. Şimdi evden çıkıyorum, sen de istersen pankekleri pişirmeye başla.”

“Tamamdır, o iş bende. Yaklaşınca ara, ben de aşağı inerim.”

“Sokağa gelince ararım.”

“Yolu hatırlıyorsun değil mi? Hatırlamıyorsan konum atabilirim.”

“Hatırlıyorum.”

“Ezberlemişsin.”

“Öyle de denebilir. O zaman ben şimdi kapatıyorum, görüşürüz sevgilim.”

“Görüşürüz güzelim. Dikkatli kullan.”

“Kullanırım. Öptüm.”

“Ben de.”

Göksel telefonu kapattıktan sonra çantasıyla piknik sepetini alıp daireden ayrıldı. Annesiyle babası işte olduğu için evde kimse yoktu, kapıyı üç kere kilitleyip asansöre ilerledi. Asansör beşinci kattaydı, düğmesine basıp beklemeye başladı. Asansör saniyeler sonra onun beklediği dördüncü kata indi, kapıları açıldı ve Göksel asansörün içindeki Emrah’la göz göze geldi.

“Merhaba,” dedi Göksel asansöre binerken.

“Merhaba,” diye karşılık verdi Emrah. Onu süzüp genç kadının elindeki piknik sepetine baktı. “Nasılsın?”

“İyiyim,” dedi Göksel. Düğmelere kısa bir bakış attığında Emrah’ın da zemin kata indiğini gördü. “Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Yolculuk nereye?”

“Maltepe Sahili’ne.” Göksel, Emrah’ı süzdüğünde genç adamın kısa kollu beyaz bir tişört, düz paça siyah bir kot; beyaz spor ayakkabılar ve üç renkli omuz çantasından oluşan gayet günlük bir kombin yaptığını gördü. Genç adamla ilgili gözüne çarpan farklılık onun irileşmesi oldu. Emrah kilo almış, aldığı bu kiloları da hemen kasa çevirmişti. “Sen nereye?”

“Beşiktaş’a gidiyorum, okuldan arkadaş grubumuzla takılacağız.”

“Tipik bir cumartesi desene.”

“Öyle,” diye onayladı Emrah. Gülümsedi. “Güzin teyze anneme son durumları anlatmış, o da bana söyledi. Gökhan’la sevgili olmuşsunuz, hayırlı olsun.”

“Annem hemen yetiştirmiş demek,” diyen Göksel güldü. “Evet, artık beraberiz. Teşekkür ederim.”

“Kaç gün oldu?”

“Bugün tam bir hafta oldu. Bugün de onunla buluşuyorum, beraber piknik yapacağız.”

“Orasını anladım. Harika bir cumartesi günü aktivitesi, iyi eğlenceler.”

“Teşekkür ederiz,” deyip gülümsedi Göksel. “Senin hayatında ne var ne yok?”

“Aynı,” dedi Emrah omuz silkerek. “Ev, spor salonu ve arkadaşlarla takılma üçgeninde devam ediyorum.”

“Büyümüşsün, cüsse olarak yani.”

“Evet, iki kilo kadar aldım ve onları da kas kütleme kattım.”

“Çok istikrarlısın, bu özelliğini gerçekten takdir ediyorum.”

“Teşekkür ederim. Spor en büyük tutkum, kendimi tamamen ona adadım diyebilirim.”

“Sonuçlarını da alıyorsun.”

“Eee ne demişler: Ne kadar ekmek, o kadar köfte.”

“Orası öyle.”

Asansör zemin kata inince beraber asansörden çıktılar.

“Hesabını ilgiyle takip ediyorum,” dedi Emrah, ikili kapıya yürürken. “Çok aktifsin ve muhteşem fotoğraflar paylaşıyorsun. Dikkatimi çeken en önemli noktaysa bu işte giderek gelişmen, paylaştığın her yeni fotoğrafta ortaya daha iyi bir eser koyman. Fotoğrafçılığın gerçekten takdir edilesi.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bunları duymak çok kıymetli, sağ olasın.”

“Her zaman,” dedi Emrah da gülümseyerek. “Bu arada güzel bronzlaşmışsın, yakışmış. Tatiliniz nasıldı?”

“Teşekkürler. Tatil çok keyifliydi, harika zaman geçirdim. İstanbul’dan uzakta ailemle üç hafta geçirmek fiziksel ve ruhsal olarak çok iyi geldi, beni dinlendirdi.”

“İstanbul iyi hoş ama arada uzaklaşıp kafa dinlemek gerekiyor gerçekten. Senin adına sevindim.”

“Kesinlikle uzaklaşmak gerekiyor.”

İki genç apartmandan çıktığında Göksel vücudunu Emrah’a döndürdü.

“Beşiktaş’a neyle geçeceksin?” diye sordu.

“Arabayla,” dedi Emrah. “Bugün arabayı kaptım. Sen de arabayla gideceksindir. Maltepe çok uzak, üstelik yükün de var.”

“Aynen, ben de arabayla gideceğim. Gökhan’ı evinden alacağım, sonra beraber Maltepe’ye geçeceğiz.”

“Gökhan nerede oturuyor?”

“Kadıköy’de, Merdivenköy Mahallesi’nde.”

“Hadi canım,” dedi Emrah kaşlarını kaldırarak. “Bizim üniversitenin ana kampüsünün orası.”

“Evet, Gökhan’ın evi de oraya yakın. Birkaç kilometre.”

“Çok yakınmış. Sahne aldığı kafe Kadıköy’deydi, evi de oradaymış; Kadıköy’ü seviyor olmalı.”

“Evet, çok seviyor. Çalıştığı müzik mağazası da Caferağa’da, zamanının çoğu Kadıköy’de geçiyor anlayacağın.”

“Kadıköy çok güzel, hele bir de alışınca başka yer kolay kolay sarmaz.”

“Kadıköy’ü ben de seviyorum ama o kadar da bir numarası yok bence. Mekânlara akayım, içeyim, eğleneyim kafasında biri olmamamın da büyük bir etkisi var tabii.”

“Gökhan öyle biri mi? Pek sanmıyorum.”

“Mekân bilir, insan tanır ama o mekândan bu mekâna akan biri de değil. Zaten yazın haftanın altı günü çalışıyor, okul dönemi yarı zamanlı çalışsa da okula da gidiyor ve böyle şeylere vakti kalmıyor. Çok yoğun bir hayatı var.”

“Mekândan mekâna akan insandan uzak duracaksın zaten, ben bunu çok iyi öğrendim,” dedi Emrah kendinden emin bir sesle. “Bugün buluştuğunuza göre izin günü o zaman?”

“Evet, biraz deniz havası alıp sakince vakit geçirelim istedik.”

“Tabii ki geçirin, keyfinize bakın. Tekrardan iyi eğlenceler. Görüşürüz Gök.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Göksel gülümseyerek. “Görüşürüz. Kendine iyi bak.”

“Sen de.”

Emrah’la ayrılan Göksel arabaya bindi. Piknik sepetiyle çantasını yolcu koltuğuna koyduktan sonra beyaz şapkasının torpidoda olduğuna emin oldu ve yola koyuldu. Merdivenköy’e kadar yapacağı bu uzun yolculukta ona eşlik etmesi için çalma listesini açtı. Köprü trafiği her zamanki gibiydi, yollarda cumartesi trafiği hüküm sürüyordu ama genç kadın en nihayetinde Gökhan’ın oturduğu sokağa varmayı başardı.

“Kapıdayım,” diyen Göksel kornoya bastı. “İnebilirsin.”

“Geldin mi?” dedi Gökhan şaşırarak. Bir eliyle telefonu tutan genç adam diğer eliyle de perdeyi aralayıp camdan aşağı baktı. Beyaz Hyundai apartman kapısının önünde duruyordu. “Eşyalarımı alıp iniyorum.”

“Tamamdır, görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Gökhan iki dakika sonra apartmandan çıktı. Elinde bir alışveriş çantası vardı, gitar çantasını da sırtına takmıştı. Genç adam arabaya doğru yürürken şoför koltuğundaki Göksel dikkatli bakışlarla onu süzdü. Onunla ilgili dikkatini çeken ilk şey ortadan ikiye ayırdığı ve uzun ön tutamlarını alnına doğru şekillendirdiği saçları oldu. Onda ilk kez gördüğü bu saç stili genç adama çok yakışmış, ona apayrı bir hava katmıştı. Dikkatini çeken ikinci şeyse yüzündeki kirli sakal oldu. Her zaman sinekkaydı tıraşlı gezen Gökhan’ın bugün tıraşsız olmasının en büyük sebebi Göksel’in ona sakalı yakıştırmasıydı. Bunun farkında olan Göksel gülümsedi ve bakışlarını onun yüzünden vücuduna indirdi. Gökhan üstüne 90’lara damga vurmuş rock grubu Nirvana baskılı siyah bir tişört giymişti, pantolon tercihini diz ve üst bacak kısmında birkaç yırtığı olan açık mavi kottan yana kullanmıştı, ayağında da siyah spor ayakkabıları vardı; bu Grunge giyim tarzını gümüş küpeleri, tişörtün üstünden sarkan iki gümüş kolyesi ve her zamanki gibi parmaklarını süsleyen marjinal yüzükleriyle destekliyordu. Bu tarz kesinlikle Göksel’e hitap eden bir tarz değildi ama Gökhan bu tarzı o kadar iyi taşıyordu ki onu başka bir tarzla düşünemiyordu.

Genç adam çok havalı görünüyordu.

“Selam,” dedi şoför kapısının yanında duran Gökhan. “Beni öyle bir inceledin ki podyumda yürüyormuş gibi hissettim.”

“Bu görüntünle orada sırıtmayacağın ortada,” dedi Göksel. Ona göz kırptı. “Muhteşem görünüyorsun.”

“Sen de öyle,” diyen Gökhan gülümsedi. “Şunları arkaya atayım da gidelim.”

Gökhan gitar çantasıyla alışveriş çantasını arka koltuğa koyduktan sonra Göksel de yolcu koltuğundaki sepetle çantasını oraya koydu ve Gökhan’ın yerini boşalttı. Ön kapıyı açan Gökhan yolcu koltuğuna yerleşti.

“Yeniden selam,” deyip Göksel’e uzandı ve onun yanağını öptü. “Nasılsın?”

“Selam, hoş geldin,” dedi Göksel. Gaza basıp yola koyuldu. “Seni gördüm çok daha iyi oldum, sen?”

“Ben de aynı şekilde. Çok hoş görünüyorsun, saçlarını beğendim.”

“Asıl ben senin saçlarını beğendim, çok yakışmış. Hep arkaya doğru taradığın için bu kadar uzadığını fark etmemiştim.”

“Kestirmeyeli üç ay oldu, uzadı tabii. İltifatların için de teşekkür ederim, bir süre böyle kullanmayı düşünüyorum.”

“Kullanmalısın da.”

Göksel mahalle arasından güneye doğru inen caddeye çıktı.

“Buradan gidelim, aynen,” dedi Gökhan. “Sahil yoluna iniyor, oradan da Maltepe’ye devam ederiz.”

“Ben de öyle düşündüm,” dedi Göksel. Navigasyondan Maltepe Sahili’ne bir yol tarifi aldı. “Bu güzergâhı takip ederim.”

“Et bakalım,” dedi Gökhan gülümseyerek. Ona uzanıp onun yanağını öptü. “Seni özledim.”

Gökhan burnunu onun boynuna bastırdığında Göksel, “Hey!” diye seslendi. “Araba kullanıyorum, dikkatimi dağıtma.”

“Ama sen de benim dikkatimi dağıtıyorsun,” diye mırıldandı Gökhan. Onun boynunu öptükten sonra geri çekildi. “Şanslıyız ki bugün muhteşem bir hava var.”

Onun boynuna bıraktığı öpücük Göksel’in tüylerini diken diken etmişti. Genç kadın yutkunduktan sonra, “Hı hı,” dedi. O öpücük de neyin nesiydi böyle? “Güzel havanın tadını çıkarırız.”

Çift, Anadolu Yakası hakkında konuşarak Maltepe Sahili’ne vardı. Göksel aracı boş bir park yerine park ederken Gökhan da sahili inceledi. Sahil çok kalabalık olmamakla beraber cumartesi gününü onlar gibi sahilde geçirmeye gelen insanlar görünüyordu.

“Hadi inelim,” dedi Göksel. “Pek kimse yok, kendimize güzel bir yer bulalım.”

Göksel şapkasını, piknik sepetini, çantasını alırken Gökhan da gitar çantasıyla alışveriş çantasını aldı.

“Gitar da çalarım,” dedi Gökhan.

“Olur,” dedi Göksel gülümseyerek. “Güzel bir fikir.”

“Sepet çok ağırsa ben taşıyayım.”

“Ben hallederim.”

“Peki.”

Sahil parkında yürüyen ikili denize yaklaştı ve bir ağacın gölgesinde kalan çim alana oturmaya karar verdi. Göksel sepetin üstüne koyduğu kareli piknik örtüsünü çıkardı ve Gökhan’ın yardımıyla örtüyü yere serdi.

“Arabada yastıklar da vardı,” dedi Göksel. “Getireyim.”

“İyi olur aslında,” dedi Gökhan. “Ben de sepeti boşaltayım mı?”

“Boşalt. Hemen dönerim.”

Göksel yastıkları almak için arabaya yürürken Gökhan da Göksel’in sepetindeki ve kendi alışveriş çantasındaki eşyaları çıkarıp örtünün üzerine yerleştirdi. Göksel’in pişirdiği poğaça ve tiramisuya ağzı sulanarak baktı. İkisi de çok güzel kokuyor ve çok lezzetli görünüyordu. Genç kadının getirdiği kırmızı meyveleri görünce kendi kendine güldü. Ona kırmızı meyveleri sevdiğini söylemişti ve Göksel de bugün için birkaç çeşit meyve getirmişti.

Göksel elinde iki küçük yastıkla geri döndüğünde Gökhan’ın her şeyi çıkarıp örtünün üzerine yerleştirdiğini gördü.

“Elin çok hızlıymış,” dedi gülümseyerek. “Bana yapacak iş bırakmamışsın.”

“Yapacağın bir iş var,” dedi Gökhan. “Yanıma oturup bana sokulabilirsin.”

“Memnuniyetle.”

Örtünün üzerine yan yana oturdular.

“Bir sürü kırmızı meyve almışsın,” dedi Gökhan.

“İkimiz de seviyormuşuz,” diye cevap verdi Göksel. “Beraber yeriz dedim.”

Gökhan ağzına bir tane ahududu attı. “Güzelmiş.”

“Afiyet olsun.” Göksel pankeklerle kurabiyeleri fark etti. “Yemek işinde gerçekten iyi gibisin. Pankeklerle kurabiyeler lezzetli görünüyor.”

“O zaman yemeye başlayalım. Zaten çok açım.”

“Ben de açım ama başlamadan önce birkaç fotoğraf çekeyim.”

Göksel çantasından dijital kamerasını çıkarırken Gökhan onu izledi.

“Bana fotoğraf makinesi kullanmayı öğretir misin?” diye sordu Gökhan.

Göksel ona döndüğünde yüzünde bir gülümseme vardı. “Öğretirim elbette,” dedi. “Hadi gel, birkaç şey göstereyim.”

Göksel ona fotoğraf makinesini açmayı, fotoğraf çekmeyi, zoom yapmayı, flaş ayarlamasını nereden ve nasıl yapacağını gösterdi.

“Fotoğraf çekerken temel olarak bunlara dikkat ederiz,” diye açıkladı. “Odak noktasını seçmek de çok önemli fakat bu makine o kadar gelişmiş değil, bir gün profesyonel makinemde gösteririm.”

“Olur,” dedi Gökhan. “Galeriyi bu tuşa basarak açıyorduk değil mi? Şu tuşlarla da diğer fotoğrafları görebiliyoruz.”

“Aynen öyle. Unutmamışsın, aferin. Video çekmeyi de göstereyim.”

“Video da mı çekiyor?”

“Tabii ki. Dijital kamera bu, hem fotoğraf hem de video çekebilirsin.”

“Cahilliğime ver, yeni öğreniyorum ben de.”

“Ben sana çoğu şeyi öğretirim, merak etme. Şu şekilde video modunu açabilir ve yine deklanşör düğmesine basarak kayıt alabilirsin.”

“Deneyebilir miyim?”

“Elbette.”

Gökhan video modunu açtıktan sonra kayda başladı ve Göksel’i kadraja aldı.

“Dünyalar sahiden de kadrajdaymış,” dedi Gökhan. “Şu an kadrajın içinde benim dünyam var.”

Göksel güldüğünde Gökhan ona çapkın bir bakış attı.

“Benim lafımın bir üst modelini bana sattın,” dedi Göksel gülümsemeye devam ederken. “Çok tatlısın.”

Göksel ona uzanıp erkek arkadaşının yanağını öptü.

“Oh, öpücüğü de kaptık,” dedi Gökhan keyifle. “Dudak olsaydı daha iyi olurdu ama yanak da iş görür.”

“Bulmuş da bunuyor,” diye söylendi Göksel. “Hadi videoyu bitir de birkaç fotoğraf çekeyim, sonra da kahvaltımızı edelim.”

Gökhan lensin olduğu tarafı kendisine doğru çevirdikten sonra Göksel’e yaklaştı ve genç kadının yanağına büyük bir öpücük kondurdu.

“Seni seviyorum,” dedi onun kulağına. “Günlerden 27 Ağustos 2022, güneşli ve sıcak bir yaz günü, yer Maltepe Sahili; kayıtlara geçmesi için söylüyorum, seni seviyorum.”

Göksel ona döndüğünde burunları birbirine değdi. “Benim de kayıtlara geçmesini istediğim bir şey var,” dedi onun kahverengi gözlerine bakarak. “Ben de seni seviyorum.”

Gökhan gülümsediğinde Göksel de gülümsedi ve ona uzanan genç kadın dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Kısa ama tutkulu bir öpücükten sonra ayrıldılar.

“Üç etti,” diye fısıldadı Gökhan. Göksel’den uzaklaşıp kameraya baktı. “Nereden kapatacağım bunu?”

“Deklanşör düğmesine basınca video kaydı biter,” dedi Göksel. “Tüm çekim işlemleri için o düğmeyi kullanabilirsin.”

Gökhan video kaydını bitirdikten sonra kamerayı Göksel’e uzattı. Fotoğraf modunu açan Göksel dizlerinin üstüne oturup yukarı doğru biraz uzandı ve piknik örtüsünün birkaç fotoğrafını çekti.

“Artık yiyebiliriz,” dedi. “Karnım kazınıyor. Pankekten başlayacağım.”

“Ben de poğaçadan,” dedi Gökhan. “Tiramisu bana göz kırpıyor fakat tatlıyı sona saklayacağım.”

Göksel, Gökhan’ın pişirdiği pankekin tadına bakarken Gökhan da Göksel’in pişirdiği poğaçanın tadına baktı.

“Bak sen,” dedi Göksel yüzünde memnun bir ifadeyle. “Pankek çok lezzetli olmuş. Ellerine sağlık.”

“Poğaça da çok güzel,” dedi Gökhan ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra. “Hamarat bir sevgilim varmış.”

“Ne tesadüf, ben de aynı şeyi düşünüyordum. Afiyet olsun.”

“Sana da afiyet olsun güzelim.”

Hazırladıkları kahvaltılıkları Gökhan’ın bardaklara doldurduğu sıcak çaylardan yudumlar alarak yediler. Pek konuşmadılar, aç olan karınlarını doyurmakla ilgilendiler. Gökhan kahvaltılık olarak beyaz peynir, siyah zeytin, yeşilzeytin, bal, vişne reçeli, çikolata, domates, salatalık gibi pek çok şey getirmişti; pankek ve poğaçaları bu kahvaltılıklarla birlikte mideye indirdiler.

“Tatilde verdiğim kiloları bugün alacağım sanırım,” dedi Göksel. Karnına baktı. “Hatta almış bile olabilirim.”

“Her hâlinle fıstık gibisin,” dedi Gökhan. Kutudan çıkardığı bir kurabiyeyi ona uzattı. “Aç bakalım ağzını, daha yiyecek çok şey var.”

“Her cümlenle beni mutlu ediyorsun.”

“Sadece varlığıyla beni dünyanın en mutlu insanı yapan kadına az bile.”

Göksel ağzını açınca Gökhan kurabiyeyi onun dişlerinin arasına soktu ve genç kadın kurabiyenin yarısını ısırıp çiğnemeye başladı. Gökhan onun yüz ifadesini inceledi.

“Resmen insanın ağzında dağılıyor,” dedi Göksel şaşırarak. “Bunun tarifini ve eğer varsa sırrını öğrenmek istiyorum.”

“İnternette ne yazıyorsa onu yapıyorum,” dedi Gökhan. Kurabiyenin kalan yarısını ağzına attı. “Linkini atarım ve afiyet bal şeker olsun.”

Göksel kurabiyeden bir tane daha yiyip memnun bir ifadeyle başını salladı. Bu kurabiyenin tarifini kesinlikle öğrenmeli ve kendisi de pişirmeliydi.

“Meyvelerden de ye,” dedi Göksel. “Hepsi bitecek.”

“Ayıpsın, arkamda adam bırakmam ben,” diyen Gökhan birkaç yaban mersinini ağzına attı. “Yok ya, şu yaban mersinini sevemedim gitti. O kadar da pahalıya satıyorlar ki asla değmez bence.”

“Zevk meselesi,” dedi Göksel. O da birkaç yaban mersinini ağzına attı. “Ben seviyorum. Sen hangilerini seviyorsan onlardan ye.”

“Ahududu candır, kirazı da çok severim.”

“İkisinden de istediğin kadar ye.”

“Peki ya bu kirazlar?” dedi Gökhan işaret parmağıyla Göksel’in dudaklarına dokunarak. “Bunlardan da istediğim kadar yiyebilir miyim?”

“Ağzın çok iyi laf yapıyor, biliyorsun değil mi? Tabii ki biliyorsun.”

“Sadece laf yapmıyor, başka yetenekleri de var. Mesela kiraz yemek gibi.”

Göksel onun koluna vurduğunda Gökhan bir kahkaha attı.

“Yürü git be!” diye söylendi Göksel. “İnsanı utandırma.”

“Ama nasıl hoşuma gidiyor,” dedi Gökhan ona yaklaşarak. “Öpeyim mi? Önceki soruma da cevap vermedin bak.”

“Cevabını bildiğini düşündüm.”

“Senden duymak istedim.”

“Evet,” diye fısıldadı Göksel. “İki soruna da evet.”

Öpüşmeye başladıklarında Gökhan’ın kolları Göksel’in ince gövdesini sarıp genç kadını kendine çekti. Genç adam sol kolunu onun çıplak beline sararken sağ eliyle de ensesinden tuttu, Göksel de bir elini onun saçlarına götürürken diğer eliyle de sol pazısını kavradı. Aralarından su bile sızamayacak kadar yakındılar. Dudakları gerçekte olduğundan daha uzun hissettiren birkaç saniye boyunca birbirine karıştı. Göksel onun pazısını sıktığında Gökhan gülümsedi, Göksel onun gülümsemesini de öptü.

“Bunun bu kadar iyi hissettirmesi normal mi?” diye sordu Göksel. “Daha iyi hissettiren başka bir şey yaptığımı sanmıyorum.”

“Hem de dünyanın en normal şeyi,” diye cevapladı Gökhan. Onu bir daha öptü. “İşte en sevdiğim kirazlar.”

Göksel kollarını onun boynuna sararken, “Çok mu tatlılar?” diye sordu.

“Bakıyorum da utangaçlığın geçti,” dedi başını geriye atıp ona bakan Gökhan.

“Öyle oldu, şımarmak hoşuma gitti. Şimdi soruma cevap ver bakayım.”

“Çok tatlılar,” derken onun dudaklarına baktı Gökhan. “Tadına doyum olmayacak kadar tatlılar.”

Göksel onu öptü. “Seninkiler kadar tatlılar mıdır?” diye sordu. “Sanmam.”

“Benden numaralar kapıyorsun bakıyorum,” dedi Gökhan son derece keyifli bir sesle. Elleriyle onun belini okşuyordu. “Dişi Gökhan Uygur’u yetiştiriyorum.”

“Tek romantik sen değilsin ya, benim de birkaç numaram var.”

“Hepsini görmek için sabırsızlanıyorum.”

“Ben de göstermek için,” dedi Göksel. Gözleri arkadaki gitara takıldı. “Gitar çalsana.”

“Çalayım,” dedi Gökhan. Başını çevirip arkasında duran gitar çantasına baktı. “Sana çalmak istediğim bir şarkı vardı zaten.”

“Öyle mi? Meraklandım bak. Hangi şarkı?”

“Daha önce dinlediğini düşünmediğim bir şarkı. Aslında şarkının sahibinin en yakın arkadaşı hariç kimsenin dinlemediği bir şarkı.”

Göksel önce kaşlarını kaldırdı, sonra çattı. “Senin şarkılarından biri mi?” diye sordu.

“Hı hı,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Dinlemek ister misin?”

“Bir de soruyor musun? Hem de çok isterim.”

“O zaman çalıp söyleyeyim.”

Onun yanağını öpüp ondan uzaklaştı ve akustik gitarını siyah çantasından çıkarıp kucağına aldı.

“Adı ne?” diye sordu Göksel. “Bir isim buldun mu?”

“Buldum,” dedi Gökhan ona bakarak. “İsmi Yıldızlar Yatağı.”

Yıldızlar Yatağı mı?” diyen Göksel çok şaşırmıştı. “Ne kadar güzel bir isim.”

“Teşekkür ederim. Şarkının sadece nakaratını söyleyeceğim, kalanı için çalışmaya hâlâ devam ediyorum.”

“Nasıl istersen.”

Gökhan şarkının ana riff’ini çalmaya başladığında Göksel ona dikkat kesildi. Gökhan büyük bir Blues müzik hayranıydı, bu şarkısı da birçok şarkısı gibi Blues ve rock türlerini birleştirerek kullandığı bir parçaydı —tıpkı en büyük idolü Yavuz Çetin gibi. Bakışlarını klavyeye odaklayan genç müzisyen şarkının girişinde kullandığı ana riff’i çaldıktan sonra şarkının nakaratına girdi ve Göksel’in gözlerinin içine bakarak nakaratı söylemeye başladı.

“Yıldızlar yatağına uzanalım / Gök yastığımız olsun / Evren örtülsün üzerimize / Buluş benimle / Gök Tanrısının ve Tanrıçasının evinde.”*

(*Hatırlatma: Gökhan, eski Türklerde gök Tanrısına verilen isimdi. Yıldızlar Yatağı şarkısının adı da sözleri de orijinal olup tarafıma aittir.)

Gökhan şarkıyı bitirdiğinde Göksel ona uzanıp kollarını onun boynuna sardı. Gitarını yere bırakan Gökhan da kollarını onun ince beline doladı. Bir süre sessizce sarıldılar. Göksel onun saçlarını sevdi, Gökhan da onun kokusunu içine çekti.

Göksel kendini biraz geri çekip onun yüzüne baktı.

“Anladığını düşünüyorum,” dedi Gökhan. “Ama yine de söyleyeyim: Şarkıyı sana yazdım.”

“Anladım,” dedi Göksel başını sallayarak. Mavi gözleri dolmuştu. “Anladım bir tanem.”

“Biliyorsun değil mi? Benim Tanrıçam sensin.”

Göksel onu öptü. “Biliyorum,” diye fısıldadı. Bir öpücük daha. “Şarkıya bayıldım. Müziğiyle, sözleriyle, hissettirdikleriyle gerçekten çok güzel bir parça olmuş. Tamamını duymak için sabırsızlanıyorum.”

“Teşekkür ederim,” diyen Gökhan gülümsedi ve onu öptü. “Şarkının en güzel yanı ilham kaynağı. Gözlerinin ışıltısı yıldızları, rengi göğü kıskandıran o kadın. Gök Tanrıçası.”

“Seni seviyorum.”

“Seni seviyorum.”

Göksel yeniden ona sarıldığında bu ani sarılma karşısında Gökhan dengesini koruyamadı ve yere düştü. Her ne kadar zemin çim olsa da Göksel ellerini onun kafasının arkasına koyarak genç adamın başının yere çarpmasını engelledi. Burun buruna gelen ikili gülmeye başladı.

“Özür dilerim,” dedi Göksel. “Biraz sert sarıldım sanırım.”

“Sıkıntı değil,” dedi Gökhan içtenlikle. “Pozisyonumuzdan oldukça memnunum.”

Göksel kendini Gökhan’ın yanına attı ve vücudunun soluna yatıp Gökhan’ı da gövdesi kendi gövdesinin karşısına gelecek şekilde yan çevirdi. Yan yana yatan çift uzun bir süre hiç konuşmadan bakıştılar, birbirlerini yüzlerini ezberleyecek ve suratlarındaki en ufak ayrıntıyı hiç zorlanmadan hatırlayacak kadar dikkatli incelediler. Göksel ona yaklaşıp yanağını onun boynuna yasladı ve kolunu onun kolunun altından geçirip ona sarıldı; Gökhan da kolunu onun beline sarıp onun gövdesini kendi gövdesiyle birleştirdi. Gözlerini kapatan genç kadın burnunu onun omzuna yaslayıp genç adamın ferah kokusunu içine çekti. Gökhan’ın teninden yükselen koku duş jeliyle parfümün birleşimi olan bir kokuydu ve genç adam o kadar güzel kokuyordu ki Göksel ömrünün sonuna kadar ciğerlerini bu kokuyla doldurabilirdi.

“Kokun huzur veriyor,” dedi Göksel. “Güven veriyor. Yuvamdaymış gibi hissediyorum.”

“Yuvandasın,” dedi Gökhan hiç düşünmeden. “Şu an ben de yuvamdayım. Dört duvarın arasında bulamadığım yuvayı kaburgalarının arasındaki kalbinde buldum.”

“Kaburgalarımın arasındaki kalbimde ev sahibisin.”

Gülümseyen Gökhan, “Senden duyduğum iyi oldu,” dedi. “Göksel?”

“Efendim?”

“Seni seviyorum. Belki de çok sık söylüyorum ama söylemek hoşuma gidiyor.”

“Ben de seni seviyorum,” dedi Göksel ve onun omzunu öptü. “Seni sevdiğimi söylemek, senin tarafından sevildiğimi duymak benim de çok hoşuma gidiyor ve hayır, hiç de sık söylemiyorsun. Sevgiyi dile getirmenin sıklığı olmaz.”

“Haklısın, olmaz.”

Birkaç dakika boyunca bu pozisyonda uzanmaya devam ettiler. İkisinin gözleri de kapalıydı ve birbirine yaslanan göğüs kafeslerindeki kalplerinin atışı sakin, birbiriyle uyumluydu. Çok huzurluydular; daha önce hiç adım atılmamış sessiz bir orman, usulca akıp giden bir nehir, yuvasında annesini emen yavru bir hayvan gibi huzurluydular.

“Şu an neyi hatırladım biliyor musun?” diye sordu Gökhan.

“Neyi hatırladın?” dedi Göksel.

“Tiramisuyu yemediğimi.”

Göksel güldüğünde Gökhan da gülümsedi.

“Yiyelim mi?” dedi Göksel.

“Yiyelim,” diye onayladı Gökhan. “Ne zamandır o tiramisunun hayalini kuruyorum.”

“Bundan sonra ne zaman istersen yaparım.”

“Yaşadım desene.”

Ayrılan ikili yeniden oturma pozisyonuna geçti. Göksel bir tiramisu dilimini Gökhan’ın tabağına koyup ona uzattı.

“Muhteşem görünüyor,” diyen Gökhan dudaklarını yaladı. “Hemen gömeceğim.”

Gökhan tiramisudan ilk lokmasını yerken Göksel onu seyretti. Gökhan tatlıyı beğendiğini belli eden bir ses çıkardı.

“Bu nedir kızım?” dedi Gökhan ona bakarak. “Efsane olmuş. Ellerine sağlık.”

“Afiyet olsun,” diyen Göksel kocaman gülümsedi. “Ben de yiyeyim. Sonra yine gitar çalarsın, olur mu?”

“Beraber çalalım. Bugün ilk gitar dersimizi yapalım mı?”

“Ben sana fotoğraf makinesi kullanmayı öğreteceğim, sen de bana gitar çalmayı mı öğreteceksin?”

“Bence harika bir fikir.”

“Bence de.”

Beraber tiramisu yediler. Tatlıyı yerken sohbetlerinin konusu Maltepe oldu. İstanbul Üniversitesinin konservatuvar binası Maltepe’ye taşınmıştı, bu yüzden genç adam ilçeye hâkimdi. Okul çıkışı pek çok kez arkadaşlarıyla bu sahile gelip onlarla vakit geçirdiğinden, burada yürüyüş yapmaktan ve bisiklet sürmekten çok hoşlandığından bahsetti. Sonra konu sahilin karşısındaki Adalar’a geldi.

“Bir gün Adalar’a da gidelim mi?” diye sordu Gökhan. “Yazın aşırı kalabalık oluyor ama sonbahar dönemi daha sakin.”

“Her yeri mültecilerin doldurduğunu ve eski tadının kalmadığını söylüyorlar,” dedi Göksel ona bakarak. “Epeydir gitmedim, beraber gidip görebiliriz.”

“Doldurmadıkları yer kaldı mı ki?” diye söylendi Gökhan. “Havalar biraz soğuyunca gidelim.”

“Haklısın, her yerdeler. O zaman sonbahar gelince bakarız.”

“Anlaştık.”

Tatlıları bitirdikten sonra Gökhan yeniden gitarına uzandı. “İyice sağıma gel,” dedi Göksel’e bakarak. “İlk dersimiz gitarı tanımak üzerine olsun. Gitarın anatomisi, çalışma mekanizması, doğru gitar tutuşu ve teller hakkında konuşalım.”

“Senin gibi profesyonel bir gitaristten bedava gitar dersi alacağım demek,” diyen Göksel sırıttı. “Kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.”

“Tabii ki ayrıcalıklısın. Başlamadan önce iltifatı da kaptığıma göre şimdi sana gitarın anatomisini anlatmaya başlıyorum.”

“Bir dakika,” dedi Göksel. “Bu dersimizi videoya almak istiyorum. Hatıra kalsın."

Göksel piknik sepetinin üstünde küçük bir düzenek hazırladı ve telefonunu düzeneğe yaslayıp video kaydına başladı.

“Selam,” dedi kameraya bakarak. “27 Ağustos 2022 günündeyiz, Maltepe Sahili’ndeyiz ve Gökhan’la ilk gitar dersimizi yapacağız. Söyleyeceği her şeyi ilk seferden anlamayacağımı biliyorum ama zamanla öğreneceğimden eminim.”

Göksel yeniden Gökhan’ın yanına döndü.

“Bu videoyu bana kesinlikle göndermelisin,” dedi Gökhan. “Şimdi derse başlıyorum. Gitar temel olarak üç bölümden oluşur; baş, klavye ve gövde. Baş bölgesinde akort burguları yer alır, bu burgular adından da anlaşılacağı üzere gitarı akort etmeye yarar. Bir enstrümanın sesinin kaliteli ve düzgün çıkmasının yolu onu akort etmekten geçer, gitarı da bu burgular aracılığıyla akort ederiz. Klavye bölgesinde perdeler yer alır; gitarın toplamda altı teli vardır ve teller perdelerle birleşerek gitarın en ince notasından en kalın notasına kadar olan tüm seslerini elde etmemize olanak sağlar. Gövde kısmının başrol oyuncusu ses deliğidir, tellerin titreşimiyle yaratılan sesler bu delik sayesinde bir varlık kazanır ve severek dinlediğimiz gitar sesini oluşturur.” Telleri boş çalıp hoş bir ses çıkardı. “İşte aynen böyle.”

“Sadece gitarı çalmakta iyi değilmişsin,” dedi Göksel. “Gitarı anlatmakta da oldukça iyisin. Sayende bu işi kapacağım gibi.”

“Bildiğin bir şeyi o şeyi hiç bilmeyen birine güzelce anlatamıyorsan o şeyi o kadar da bilmiyorsun demektir. Birinin bir şeyi ne kadar bildiğini ölçmek mi istiyorsun? Ondan o şeyi sana anlatmasını iste. Hayat dersimi de verdiğime göre gitar dersine devam ediyorum.”

“Çok haklısınız hocam.”

“Hemen de havaya girdin bakıyorum.”

“Girerim.”

Gökhan ona gitar tellerini ve perdelerini anlatmaya başladı. Genç müzisyen bunu yaparken o kadar tutkuluydu ki Göksel onu pürdikkat dinledi, gösterdiği her şeyi ilgiyle izledi. Gökhan muhteşem bir gitaristti, buna hiç şüphe yoktu ve buna ek olarak gitarı anlatma, gitar hakkında bildiği tüm her şeyi karşı tarafa aktarma şekli de oldukça etkileyiciydi.

“Anlamadığın bir nokta var mı?” diye sordu Gökhan.

“Hayır,” dedi Göksel başını iki yana sallayarak. “Çok güzel anlatıyorsun, hepsini anladım.”

“O zaman şu ana kadar anlattığım şeyleri özetle bakalım.”

Göksel, Gökhan’ın kendisine anlattığı şeyleri tekrar etti.

“Aferin,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Gerçekten de anlamışsın. O zaman doğru gitar tutuşu üzerinde çalışabiliriz. Bu zamanla oturacak bir şey ama ben sana doğrusunu göstereyim, pratik yaptıkça elin iyice alışır.”

Gökhan gitarı ikisinin ortasına kaydırırken, sol eliyle Göksel’in sol elini tutup klavyenin üzerine getirdi. “Başparmağınla klavyeyi destekle,” dedi başparmağını klavyenin arkasına bastırırken. “Kalan dört parmağın da klavyenin üzerinde dursun. Parmaklarını rahat bırakman önemli, kendini sıkmana hiç gerek yok. Belki fark etmişsindir, gitarı düz tutmak yerine sap kısmı daha yukarıda olacak şekilde eğimli tutarız. Dik değil ama düz hiç değil.” Gitarı biraz yukarı kaldırıp doğru çalış pozisyonuna getirdi. “Aynen böyle. Sağ elin de parmakların tellerin hizasına gelecek şekilde eğimli durmalı. Gitar çalarken tüm parmaklarını kullanman önemli, başta zor gelir ama alıştıktan sonra bunun işi ne kadar kolaylaştırdığına şaşıracaksın. Şimdi tüm telleri boş çal bakalım.”

Göksel onun söylediğini yaparak altı telin hepsini boş çaldı, her bir tele dokunduğunda Gökhan da bilgilerin iyice hafızasına yerleşmesi için notaların adını söyledi.

“Şimdi de aşağıdan yukarı,” dedi Gökhan. “Bu sefer notaları sen söyle.”

Göksel onun bu dediğini de yaptı.

“Çok iyi,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Şimdi bunu birkaç kez tekrar edelim ama gittikçe hızlanalım. Elin ısınsın.”

Göksel telleri boş çaldıktan sonra Gökhan ona perdeleri kullanarak aynı notaların daha tiz ve pes seslerini de çaldırttı. Gitardaki oktav olayını anlamaya başlayan Göksel bir aydınlanma yaşadı.

“Demek böyle,” dedi genç kadın ona bakarak. “Piyanoda tüm notaların ve farklı oktavlarının tuşu var, gitardaysa farklı oktavları perdeler sayesinde çalabiliyoruz.”

“Bir saniye,” dedi Gökhan. “Piyanodaki oktav meselesini nereden biliyorsun?”

“Lisede müzik sınıfında bir piyanomuz vardı, bazı müzik derslerinde çalıyorduk.”

“Ne?” Gökhan’ın sesi yüksek çıktı. “Piyano mu çalıyordun? Neden hiç bahsetmedin?”

“Birincisi piyano çalıyordum diyemem, sadece tuşlara basıp sesler çıkarabiliyordum; ikincisi konusu açılmamış olmalı ve dediğim gibi çalmayı bildiğim kesinlikle söylenemez.”

“Sonuçta pratik yapma şansın olmuş, görünüşe göre aklında birkaç şey de kalmış. Kız arkadaşımın küçük de olsa bir piyano geçmişi varmış ve ben bunu yeni öğreniyorum.”

“Yani, bir şeyler hatırlıyorum. Piyano çok asil bir enstrüman, kısacık bir dönem de olsa onunla zaman geçirmek harika bir deneyimdi.”

“Şu an beni o kadar şaşırttın ve etkiledin ki. İnanılmaz bir kadınsın.”

“Bu kadar etkileneceğini bilsem daha önce söylerdim.”

“Piyano benim için çok özel bir enstrüman, onunla aramda farklı bir bağ var. Bir tanesine sahip olmayı çok istesem de fiyatları yüzünden sahip olamadığımı sana söylemiş olmalıyım ama okulda ya da iş yerinde çalma fırsatı yakalıyorum ve daha koltuğuna oturur oturmaz bambaşka şeyler hissetmeye başlıyorum. Şimdi senin de bir dönem piyano çaldığını öğrendim ve bu çok hoşuma gitti. Neler çalıyordunuz mesela? Hatırlıyorsan anlatır mısın? Dinlemeyi çok isterim.”

Hafızasında lise zamanına giden Göksel neler yaptıklarını hatırlamak için biraz düşünmeye ihtiyaç duydu. Müzik öğretmenlerinin 10. sınıfın ikinci döneminde onları piyanoyla tanıştırdığını, 11. sınıfta da birkaç kez müzik parçalarından kısa yerler çaldırdığını anımsıyordu.

“Klasik batı müziği çalıştığımızı hatırlıyorum,” dedi Göksel biraz sonra. “Mozart, Beethoven, Bach gibi büyük sanatçıları işliyorduk. Aramızda çok yetenekli birkaç kişi vardı, onlar bu isimlerin eserlerini çalar ve bize bir ziyafet yaşatırdı. Hocamız çok hevesli bir kadındı, birkaç sefer bize de eserlerin daha yavaş versiyonlarını çaldırmıştı hatta not da vermişti. Genel olarak daha kolay besteler üzerinde çalışırdık ama hangi dönem olduğunu da kimlerin besteleri olduğunu da hatırlamıyorum.”

“Vay be!” dedi Gökhan duydukları karşısında şaşkınlıkla karışık bir sevinç yaşayarak. “İyi bir müzik öğretmenine benziyor, çoğu hiç umursamaz bile. Hangi eserleri çaldın mesela?”

Ay Işığı Sonatı üzerinde çalışmıştık, yavaş versiyonunda fena iş çıkarmamıştım ama normal hızında ve baştan sona tüm eseri çalabilmem tabii ki mümkün değil. Zaten dediğim gibi kısa kısımları üzerinde çalıştık, hepsini öğrenmemiz imkânsızdı. Sanat lisesi değildi sonuçta, haftada bir saat dersimiz olurdu.”

Ay Işığı Sonatı mı? En sevdiğim eserlerden biridir.”

“Benim de öyle. İnsana eşsiz bir huzur veriyor.”

“Çalayım mı?” diye sordu Gökhan. “Piyanoda dinlemesinin verdiği keyif bambaşka ama gitarda dinlemek de güzeldir.”

“Gitarda Ay Işığı Sonatı mı? Daha önce dinlediğimi sanmıyorum.”

“O zaman dinleme zamanın gelmiş,” diyen Gökhan akustik gitarını aldı. “Çok uzun zamandır çalmadım, hata yaparsam duymazdan gel lütfen.”

Ay Işığı Sonatı’nı çalacaksın, üstelik gitarda ve hata yaparsan bunu garipseme gibi bir lüksüm mü olacak? Hayır, bunun haddim olduğunu hiç sanmıyorum. Sadece büyük bir hayranlıkla seni dinleyeceğim.”

Gökhan, Beethoven’in en meşhur eserini çalmaya başladığında Göksel’in yüzüne hoş bir gülümseme yayıldı. Ona kısa bir bakış atan Gökhan da gülümsedi. Genç müzisyen bu eseri çalarken hata yapmaktan korkuyordu fakat notalar adı soyadı gibi ezberindeydi, usta parmakları da her zamanki gibi harikalar yaratıyordu. Onu dinleyen sadece Göksel değildi, sahilde çevrelerinde olan ve gitarın sesini duyan birkaç kişi de onu dinliyordu. Genç müzisyen ve olağanüstü performansı etraftakilerin dikkatini çekmişti.

Telefonuna kısa bir bakış atan Göksel telefonun hâlâ kayıtta olduğunu görünce sevindi. Bu performans ölümsüzleştirilmeyi kesinlikle hak eden bir performanstı.

Gökhan performansını bitirdiğinde Göksel’le beraber çevredekiler de onu alkışlamaya başladı. Şaşıran çift etraflarına baktığında gülümseyerek kendilerine bakan yabancı yüzler gördü.

“Bravo!” diye bağırdı genç bir kız. “Yüreğine sağlık.”

“Teşekkür ederim,” diye seslendi Gökhan. Elini gerdanına koydu. “Sağ olun. Alkışlayan elleriniz dert görmesin.”

“Harikaydın,” dedi Göksel. “Her seferinde seviyeyi biraz daha yükseltiyorsun. Henüz çok gençsin ama virtüöz denecek kadar ustasın.”

“Estağfurullah,” diye cevap verdi Gökhan. “O kadar gitar virtüözü varken bu unvan bana düşmedi ama çok teşekkür ederim.”

“Bence en çok sana düşüyor, mütevazılığa gerek yok.”

“Bunu sen mi diyorsun?”

“Evet. Gitarlar senin ellerinde normalde olduklarından çok daha sihirli enstrümanlara dönüşüyor. Bunu herkes başaramaz hayatım.”

“Birincisi çok teşekkür ederim, göğsümü kabartıyorsun; ikincisi hayatım diyen dilini yesinler senin. Ağzından bal damlıyor bal.”

Öpüştüler.

“Asıl sen benim göğsümü kabartıyorsun,” dedi Göksel. “Seninle çok gurur duyuyorum.”

“Bu kelimeyle aram pek iyi değildir ama teşekkür ederim, çok şey ifade ediyor.”

“Benim için gurur kaynağısın, hem de çok büyük bir kaynağı.”

“O şarkıyı bitirdim,” dedi Gökhan biraz hüzünlü bir sesle. “Kaydetmeye de başladım. Henüz kimseye baştan sona dinletecek cesaretim yok ama bir gün dinlemeni çok istiyorum.”

“Ne zaman hazır hissedersen,” diyen Göksel destek olmak istercesine onun eline dokundu. “Yıldızlar Yatağı gibi muhteşem bir parça olduğundan eminim, dinlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.”

“İnancın çok kıymetli, eksik olma güzelim.”

“Hep buradayım.”

“Hep burada ol. Neyse, duygusallaşmayalım. Piyano ha? Bir gün beraber çalmalıyız.”

“Piyano bulunca çalarız. Seni piyano çalarken dinlemeyi çok istiyorum zaten.”

“Denk gelirsin. O zaman bugünlük bu kadar gitar dersi yeter. Sana birkaç şey atarım, onları da okuyup incelersin.”

“Ödev veriyorsun yani?”

“Evet, tam olarak öyle yapıyorum. Şu an amacım sana gitar çalmayı öğretmektense seni gitarla tanıştırmak, onun hakkında bilgi sahibi olmanı sağlamak ve tabii ki ilgini uyandırmak. Eğer gitar gerçekten ilgini çekerse bir tane satın alırsın ve işte o zaman çalmayı öğrenmeye başlayabilirsin.”

“Çok mantıklı. Bir süre kendimi test edeyim, zamanla fikirlerim oluşacaktır.”

“Aynen öyle.”

Telefonuna uzanan Göksel video kaydını durdurdu. “Her anı kaydettim,” dedi Gökhan’a bakarak. “Bugünden güzel bir hatıra olarak kalacak.”

“O kadar büyük bir dosyayı bana nasıl göndereceksin bilmiyorum ama sen muhtemelen biliyorsundur.”

“O işi bana bırak,” dedi Göksel onun söylediğini haklı çıkararak. “Hadi fotoğraf çekelim. Bak yanımda ne getirdim?”

Göksel çantasından polaroid kamerasını çıkardığında Gökhan kaşlarını havaya kaldırdı.

“Polaroid mi deniyordu bunlara?” diye sordu genç adam.

“Evet,” dedi Göksel. “Çektiğimiz fotoğraflar fiziksel olarak elimizde olabilecek. Güzel olur diye düşündüm, saklarız.”

“Çok iyi düşünmüşsün. Hadi çekelim.”

“Bir tane selfie olarak çekeyim, ikincisi için birinden bizi çekmesini rica ederiz. Birini sen saklarsın, diğerini de ben.”

“Güzel fikir.”

Makineyi lensi onlara bakacak şekilde tutan Göksel fotoğraf makinesini biraz havaya kaldırıp uzaklaştırdı ve kamerayı biraz sağda tutarken, kendisi de sola doğru eğilip Gökhan’a yaslandı.

“Kadrajda nasıl göründüğümüze bakmadan çekeceksin,” dedi Gökhan. “Şu an kumar oynuyorsun.”

“Bu kamerayla pek çok selfie çektim,” dedi Göksel kendinden emin bir sesle. “Ne yaptığımı biliyorum, bana güven ve gülümse.”

Şakağını Gökhan’ın yanağına yaslayan Göksel gülümsediğinde Gökhan da gülümsedi ve genç fotoğrafçı deklanşöre basarak ikisinin fotoğrafını çekti.

“Fotoğrafın kuruyup işlenmesi biraz zaman alıyor,” dedi Göksel. “Bu fotoğraf kururken biz ikinci fotoğrafımızı çekecek birini bulalım.”

Ayağa kalkan Göksel yakınlardaki bir genç grubunun yanına gidip Gökhan’la fotoğraflarını çekmelerini rica ettiğinde içlerinden bir kız kabul etti ve onunla beraber Gökhan’ın yanına ilerledi.

“Güzel kamera,” dedi Göksel’in siyah fotoğraf makinesini eline alan kız. “Nasıl çekmemi istersiniz?”

“Biz oturarak poz vereceğiz,” dedi Göksel. “Rica etsem sen de yere eğilip karşıdan bizi çeker misin?”

“Olur.”

Gökhan’ın biraz önüne oturan Göksel yan durup Gökhan’a yaslanarak poz verdi, Gökhan da bir koluyla onun belini sardı ve ikisi de gülümsediğinde genç kız onların fotoğrafını çekti.

“Teşekkür ederiz,” dedi ayağa kalkıp kızın yanına giden Göksel. “Çok sağ ol.”

“Rica ederim,” dedi genç kız gülümseyerek. “Bu arada çok yakışıyorsunuz. Hep mutlu olursunuz umarım.”

“Çok teşekkür ederiz, çok naziksin.”

“Ne demek. Size iyi eğlenceler.”

“Sağ ol, sana da.”

Kız uzaklaştığında Göksel erkek arkadaşının yanına döndü.

“Ne söyledi kız?” diye sordu Gökhan.

“Çok yakışıyormuşuz,” diye cevap verdi Göksel. “Umarım hep mutlu olurmuşuz.”

“Ne hoş. Kibar kızmış, sağ olsun.”

“Evet, çok tatlıydı.”

Biraz sonra iki fotoğraf da kurudu ve tamamen ortaya çıktı.

“Ay ikisi de çok güzel olmuş,” dedi fotoğraflara bakan Göksel. “Çok tatlı çıkmışız.”

“Ben de bayıldım,” dedi Gökhan. “Güzel çıkmışız.”

“Hangisini istersin? Hangisini istiyorsan onu al lütfen, bana hiç fark etmez.”

“Bunu,” diyen Gökhan kızın çektiği fotoğrafı işaret etti. “Diğeri de çok güzel ama burada piknik yaptığımız belli ve bugünden hatıra olarak kalır.”

“Al bakalım,” deyip fotoğrafı ona uzattı Göksel. “Aa ama önce fotoğrafın altına bugünün tarihini yazalım.”

Göksel iki fotoğrafın altındaki beyaz yere de 27/08/22, Maltepe şeklinde not düştü.

“Şimdi alabilirsin,” dedi fotoğrafı Gökhan’a vererek.

“Bu fotoğrafı hikayeme atmak istiyorum,” dedi Gökhan. “Paylaşayım mı, ne dersin?”

“İnsanlar bu fotoğrafı gördüğünde beraber olduğumuzu anlayacak,” diyen Göksel gülümsedi. “Paylaşmak istiyorsan paylaşabilirsin hatta bu hoşuma gider.”

“O zaman paylaşacağım. Fotoğrafın fotoğrafını çekeceğim, böyle düşününce garip hissettim.”

“Evet, dillendirince garip oluyor cidden.”

Gökhan ikilinin polaroid fotoğrafının fotoğrafını çektikten sonra sosyal medya hesabına girdi ve hikayesinde paylaşmak üzere fotoğrafı seçti. Çok da ilgili görünmemeye çalışan Göksel başını biraz uzatıp onun telefonunun ekranına baktı. Gökhan mavi kalp emojisini seçip fotoğrafın alt kısmına koyduğunda genç kadının yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

“Paylaşıyorum,” dedi Gökhan ona yandan bir bakış atarak.

“Paylaş,” diyen Göksel sırıtmamak için kendini tutuyordu. “Güzel oldu.”

Gökhan fotoğrafı paylaştığında ikisi de derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti. Bugün ilişkilerinin birinci haftası dolmuştu ve bu fotoğrafla Gökhan’ın çevresine sevgili olduklarını resmen duyurmuşlardı. Gökhan, Göksel’le sevgili olduklarından Yağız ve Kerem hariç kimseye bahsetmemişti, bu onun arkadaşları için ­—özellikle de Göksel’le tanıştırdığı Barış, Sarp, Kuzey, Elçin, Lale, Çağlar ve Doğuş için— güzel bir haber olacaktı.

“Birer tane de birbirimizi çekelim,” dedi Göksel. “Onları da saklarız.”

“Eski zamanlardaki gibi,” dedi Gökhan. “Çok romantik. Fotoğrafını cüzdanımda taşıyayım da gör sen.”

“Aynısını düşünüyordum,” dedi Göksel gülerek. Ona yaklaştı. “Birlikte olan fotoğrafımızı odama asacağım, senin fotoğrafını da cüzdanımda taşıyacağım.”

“Ben de tam olarak böyle yapacağım.”

“O zaman anlaştık?”

“Anlaştık.”

Göksel’in polaroid kamerasından birbirlerini çektikten sonra telefondan da birkaç fotoğraf çektiler. Fotoğraf işi bittikten sonra gitarını eline alan Gökhan, Göksel’e Dünyadan Uzak, Elleri Ellerime, Onun Şarkısı ve Giderdi Hoşuma şarkılarını çalıp söyledi. Gökhan tüm bu şarkıları onun gözlerinin içine bakarak söyledi, Göksel de büyük bir sevgiyle onu dinledi.

Onu seviyordu.

Onu çok seviyordu.

Gökhan küçük konserini bitirince yere uzandılar. Gökhan başını yastığa koyarken onun hemen yanına yatan Göksel de başını onun göğsüne yasladı ve sağ elini onun kalbinin üzerine yerleştirdi. Beraber göğü izlemeye başladılar. Göksel parmak uçlarıyla onun sol göğsünün üzerine minik daireler çizerken Gökhan da onun saçlarını, sırtını, belini okşuyordu.

“Hiç bulut yok,” dedi Göksel. “Sadece engin mavilik.”

“Gözlerin gibi,” diye cevap verdi Gökhan. “Ucu bucağı olmayan sonsuz bir mavilik. Baktıkça insanı dehşete düşüren ama kendine hayran bırakan bir mavilik.”

Çenesini onun göğsüne yaslayan Göksel bakışlarını erkek arkadaşının yüzüne çevirdi. “Bu laflar için çok düşünüyor musun?” diye sordu. “Yoksa doğaçlama mı gelişiyor?”

“Çoğunlukla doğaçlama gelişiyor,” dedi Gökhan ona bakarak. “Nadiren bu lafları önceden düşünmüş oluyorum ve yeri gelince dillendiriyorum.”

“Bu doğaçlama mıydı peki?”

“Pek sayılmaz. Artık ne zaman göğe baksam seni düşünüyorum, senin gözlerini görüyorum ve aklımda bunun gibi bir sürü cümle oluşuyor.”

“İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.”

“Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin,” diye dile getirdi şiirin son dizelerini Gökhan. “Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat / Durma kendini hatırlat / Durma göğe bakalım.” (Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı)

Göksel gülümsediğinde Gökhan da gülümsedi. Dirseğinden destek alarak doğrulan genç kadın Gökhan’a uzandı ve onun dudaklarına büyük bir öpücük bıraktı.

“Eğer şiir kitapların varsa görmek ve okumak isterim,” dedi Göksel. “Böyle güzel şiirler bilen bir delikanlının okuduğu tüm şairleri görmeliyim.”

“Şiir kitaplarım elbette var,” diyen Gökhan onun perçemini kulağının arkasına sıkıştırdı. “Gururla söyleyebilirim ki oldukça fazlalar da. Bir gün evime geldiğinde sana kitaplığımı gösteririm.”

“Hepsini okumak istediğimi söylesem ne dersin?”

“Bunun beni çok sevindireceğini ve istersen hepsini ödünç alabileceğini söylerim.”

“İşte bu da beni çok sevindirir. Teşekkür ederim.”

“Lafı bile olmaz.”

Göksel yeniden onun göğsüne yattı ve çift göğü izlemeye devam etti. Bir süre sonra Göksel gözlerini kapattı, yanağını Gökhan’ın göğsüne sürterek onun kokusunu içine çekti. Şu an burada uyuyabilirdi; dalgaların sesini dinleyerek, yavaşça esen rüzgârı yüzünde hissederken, Gökhan’ın kokusu ciğerlerini doldururken, ağacın dalları yüzüne gölge düşürürken ve Gökhan nazik dokunuşlarla onu okşarken huzurla uyuyabilirdi.

Onun gözlerini kapattığını fark eden Gökhan gülümsedi. Genç kadının ne kadar huzurlu olduğu her hâlinden belli oluyordu ve onun bu kadar huzurlu olmasına neden olmak genç adamı mutlu ediyordu.

“Hey,” diye mırıldandı Gökhan. “Uyuyor musun?”

“Rüya bile görüyorum,” diye cevap verdi Göksel.

“Nasıl bir rüya?”

“Şu an Maltepe’de değil de okyanusun ortasındaki küçük bir adadayız, tepemizde palmiye ağaçları var ve masmavi okyanusun tuzlu kokusu ciğerlerimizi dolduruyor. Hava çok sıcak, dehşet sıcak ama palmiyelerin gölgesi ve okyanus esintisi sıcağın etkisini azaltıyor. Çevremizde tropikal kuşlar var, birbirinden güzel sesleriyle şarkı söylüyorlar.”

“Ne güzel bir rüyaymış,” dedi onu gülümseyerek dinleyen Gökhan. “Orada tatil mi yapıyoruz?”

“Hayır, burada yaşıyoruz. Arkada küçük bir bungalov evimiz var. Kurabiye pişirmişsin, kokusu olduğumuz yere kadar geliyor.”

“Gözlerimi kapatsam ben de bu rüyayı görebilir miyim?”

“Görebilirsin, tek yapman gereken hayal etmek.”

Gökhan gözlerini kapattı ve Göksel’in anlattığı ortamı hayalinde canlandırdı. “Üzerinde beyaz bir elbise var,” dedi. “Eteği fırfırlı, beline tam oturup incecik belini ortaya çıkarmış. Tenin şimdi olduğundan daha da bronz, güneşin altında göz kamaştırarak parlıyor.”

“O hâlde ırk değiştirdim demektir.”

Gökhan gülmeye başladığında Göksel gözlerini açıp ona baktı. Gökhan’ın gözleri açıktı ama güldüğü için kısılmıştı, düzgün beyaz dişleri de yüzünde inci gibi parlıyordu.

“Dişlerin çok düzgün,” dedi Göksel. “Kusursuz bir diş genin mi var yoksa tel tedavisi mi gördün?”

“İki sene tel kullandım,” dedi Gökhan. “Yedinci ve sekizinci sınıfa giderken tedavi gördüm. O günden beri de çok iyi bakmaya özen gösteriyorum. Teşekkür ederim.”

“Tedavi işe yaramış, cidden çok güzel dişlerin var.”

“Tıp bilimine teşekkürler. Şarkı söylerken dişlerim göz önünde oluyor hâliyle, tel tedavisini bunun için de istemiştim ve şimdi özgüvenimi etkileyen herhangi bir etken olmadan rahatça şarkı söyleyebiliyorum.”

“Haklısın, zaten birçok şarkıcının da dişleri yapılmış ve düzgün oluyor.”

“Özellikle günümüz dünyasında evet.”

Göksel doğrulduğunda Gökhan da doğruldu.

“Mango suyu getirmiştim,” dedi genç kadın. “Boğazım kurudu, biraz ondan içeceğim. İster misin?”

“Olur,” dedi Gökhan. “Mango suyunun tadı güzel oluyor.”

Göksel bardaklara mango suyu doldurup birini Gökhan’a uzattı. Genç kadın kendi bardağından büyük bir yudum içtikten sonra ağzına da birkaç meyve attı.

“Meyveler az kalmış,” dedi erkek arkadaşına. “Sen de ye de bitsinler.”

“Kurabiyeler de bitecek,” dedi Gökhan. Bir tane alıp Göksel’e uzattı. “Aç bakalım ağzını.”

“Beni ellerinle besliyorsun resmen.”

“Beslerim.”

Gökhan, Göksel’e bir kurabiye yedirdi.

“Bunun tarifini bana mutlaka atmalısın,” dedi Göksel dolu ağzıyla. “Hemen yapacağım.”

“Atarım,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Çok basit bir tarifi var ama ortaya çıkan sonuç gerçekten leziz oluyor.”

Mango suyundan içen ikili kurabiyelerle meyveleri bitirdi. Göksel fazladan bir dilim daha tiramisu getirmişti, Gökhan onu da yedi. Şişen göbeğini eliyle şöyle bir ovalayan genç adam peçeteyle ağzını ve ellerini sildikten sonra telefonunu eline alıp internetini açtı. Hikayesine verilen bir sürü yanıtın bildirimi peş peşe gelirken Gökhan kaşlarını hayretle havaya kaldırdı.

“Ne oluyor?” dedi bildirimlerin sesini duyan Göksel.

“Arkadaşlarım hikayeme yazmış,” diyen Gökhan hesabına girdi ve mesaj sayfasındaki mesajlara baktı. “Yağız, Kerem, Barış, Sarp, Kuzey, Elçin, Lale, Doğuş, Çağlar ve birkaç kişi daha.”

“Yuh! Benim hayatım boyunca bu kadar arkadaşım olmadı. Neler yazmışlar?”

“Hayırlı olsun, tebrik ederim, çok tatlısınız vesaire.”

Duyduklarından hoşlanan Göksel gülümsedi. “Ne tatlılar,” dedi. “Sağ olsunlar.”

“Tatlıdır arkadaşlarım,” dedi Gökhan ve hesabından çıktı. “Onlara sonra cevap veririm, zaten şimdi cevap vermeye başlasam üç saate ancak biter gibi.”

“Muhtemelen,” dedi Göksel gülerek. “Nasıl bu kadar çok arkadaşın var? Yorucu olmuyor mu?”

“Yo, ben sosyal biriyim ve insanlarla arkadaşlık etmek hoşuma gidiyor,” diye cevap verdi Gökhan. “Çocukluğumdan beri bu böyleydi, üniversiteye başladıktan sonra daha da sosyalleştim. Bunu daha önce kimseye söylemedim ama ailemle iletişimi kestikten sonra korkunç bir yalnızlık hissine kapıldım; daha da kötüsü gerçekten de yalnızdım. Koskoca İstanbul’a tek başıma gelmiştim, evim yoktu, tanıdığım tek bir insan bile yoktu. Bu yalnızlık hissini yok etmek için etrafımın insanlarla çevrili olması gerekiyordu, ben de herkesle tanışıp arkadaş olmaya ve vakit geçirmeye başladım. Arkadaş oldum derken herkese içimi açtığımı, kendimden çok fazla bahsettiğimi düşünme; söylediğim gibi çok kişiyle tanışırım ama beni gerçekten tanıyan insan sayısı çok azdır. İnsanların gözünde gitar çalıp şarkı söyleyen konservatuvar öğrencisi Gökhan’dım; sosyal, arkadaş canlısı, özgüveni yüksek, girişken, güler yüzlü Gökhan. ‘Bizim Gökhan var ya’daki Gökhan. Kötü niyetli insanlarla da tanıştım, muhteşem insanlarla da. Çok geniş bir çevrem var, gerçekten çok geniş. Konservatuvarda beni tanımayan insan yoktur, Kadıköy’de de tatmin edici bir tanınırlığım var. Peki o yalnızlık hissi tamamen gitti mi? Hayır ama çok derinlerde kaldı, artık kendini hissettirmiyor bile. En azından çoğu zaman.”

Göksel onun elini tutup destek olurcasına gülümsediğinde Gökhan da gülümsedi. Göksel’in elini kaldırıp yüzüne yaklaştıran genç adam onun elini öptü.

“Şimdi hayatımda sen varsın,” dedi Gökhan onun gözlerinin içine bakarak. “Bana bir yuva verdin ve geçtiğimiz bir haftada kendimi hiç yalnız hissetmedim. Bir an bile.”

“Ben her zaman yanındayım,” diyen Göksel ona yaklaştı. “Ellerimiz bir artık. Eğer o yalnızlık hissi gelirse elinden tuttuğumu hatırla, o zaman yalnız olmadığını da hatırlayacaksın ve o sevimsiz his kaybolacak.”

“Sen elimden tutarken o hissin bir daha geleceğini sanmıyorum. Göksel, iyi ki varsın. Bu koskoca şehre her şeyimi kaybetmiş olarak geldim ama burada geleceğimi kazandım, şimdi de sen varsın ve ben her şeye sahip bir adamım.”

“Sen de iyi ki varsın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Nefret ederek baktığım bu şehrin kalabalığında seninle karşılaştım ve bu şehir bir anda gözüme daha güzel gelmeye başladı çünkü içinde sen varsın.”

“Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum.”

Göksel onun yanağını öpüp kollarını onun boynuna doladıktan sonra Gökhan da onun boynuna bir öpücük kondurdu ve kollarını onun beline sardı. Kayalıklardan havalanan bir martı sahil yolundan içeri doğru uçarken Göksel’le Gökhan’ın üstünden geçti. Tiz sesiyle bir çığlık koparan kuş, engin maviliğe doğru süzüldü. Yıldızlar Yatağı’na doğru.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil