Kadrajdaki Dünyalar | 22. Kare: Kıyıya Vuran Huzur

Kadrajdaki Dünyalar'ın 22. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Şubat 5, 2023 - 11:00
Şubat 5, 2023 - 11:00
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 22. Kare: Kıyıya Vuran Huzur

Bölüm Fotoğrafı: Saeid Anvar

Haftanın ilk gününde dünün yorgunluğu üzerinde olan Gökhan’la Yağız 12’ye kadar uyudu. Sibel’le Atilla işe, Yiğit de okula gittiği için iki delikanlı evde yalnızdı. İlk uyanan Yağız oldu, kaba bir ses çıkararak gerneşen genç adam yatakta sağına döndü ve yan taraftaki koltukta uyuyan Gökhan’a baktı. Gökhan yüzü ona dönük şekilde sol tarafının üzerinde yatıyordu, yanakları biraz kızarmıştı ve yüzüne dökülen saçları neredeyse gözlerini kapatıyordu.

Yağız yatakta oturma pozisyonuna geçtikten sonra esnedi, pikesini üstünden attı ve ayaklarını yere koydu. Komodinindeki telefonun ekranını açıp saati gördüğünde gözleri irice açıldı.

“Yuh!” diye mırıldandı. “Kış uykusuna yatmışız resmen.”

Koltukta uyuyan Gökhan’ın göz kapakları aralandı. Genç adam yatakta oturan Yağız’ı fark ettiğinde gözlerini açıp kapattı ve ona daha dikkatli baktı.

“Günaydın,” dedi onun uyandığını gören Yağız.

“Günaydın,” dedi Gökhan boğuk bir sesle. Sırtüstü uzandı. “Saat kaç?”

“12 olmuş.”

“Ne?” diyen Gökhan ona baktı. “Ciddi misin?”

“Evet.”

“11 saat falan uyumuşum.”

“Dün çok yorulduk, normal. Bir de senin üzerinde ayların yorgunluğu vardı, dün de üstüne tuz biber oldu.”

“Gerçekten öyle ama var ya bebek gibi uyumuşum, çok iyi hissediyorum.”

“Al benden de o kadar. Şimdi de güzel bir kahvaltı hazırlayıp karnımızı doyururuz.”

“Doyuralım. Kurt gibi açım.”

“Ben de.”

Yağız odadan çıkarken Gökhan da yatağından kalktı. Her sabah yaptığı esneme hareketlerini yaptıktan sonra telefonunu eline alıp internete bağlandı. Yeni mesajı yoktu. Göksel’i aramayı sonraya erteleyip banyonun yanındaki tuvalete girdi.

“Kahvaltıya ne yapalım?” diye sordu az sonra banyodan çıkan Yağız. Genç adam elini yüzünü yıkayıp kendine gelmişti. “Ne istersin?”

“Omlet yapalım mı?” dedi üzerini değiştiren Gökhan. Tişörtünü başından geçirmeden önce odanın kapısında duran Yağız’a baktı. “Yanında da klasik kahvaltılıklardan yeriz.”

“Olur. O zaman ben malzemeleri çıkarayım, sen de üstünü değiştirince gelirsin.”

“Tamam kardeşim.”

Gökhan siyah tişörtünü giyip altına da gri şortunu geçirdi. Saçlarını eliyle şöyle bir düzelttikten sonra telefonunu aldı ve Göksel’i görüntülü aradı. Kız arkadaşı saniyeler içinde onun aramasını kabul etti ve yüzü telefonun ekranında belirdi. Genç kadın saçlarını topuz yapmıştı, yüzünde hiç makyaj yoktu fakat sürdüğü nemlendirici ve güneş kreminin etkisiyle cildi sağlıkla ışıldıyordu.

“Günaydın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Yeni mi uyandın?”

“Günaydın,” dedi onun yüzünü incelemeyi bitiren Gökhan. “Aynen, az önce uyandım. Sen ne yapıyorsun?”

“Salonda oturuyordum öyle. Ben uyanalı çok oldu, kahvaltımı edip salona geçtim. Bir şeyler izleyecektim.”

“Biz dün çok yorulunca bugün Yağız’la beraber öğlene kadar uyumuşuz. Evde yalnızız zaten; Yağız’ın ebeveynleri işe, kardeşi de kursa gitti.”

“Kahvaltı mı edeceksiniz?”

“Aynen, çok acıkmışız.”

“Hâliyle. Kendinize güzel bir kahvaltı hazırlayın da karnınızı doyurun.”

“Öyle yapacağız. Sen ne izleyecektin?”

“Bilmem,” dedi Göksel omzunu silkerek. “Henüz karar vermedim.”

“Sen de evde yalnızsın değil mi? Seninkiler işe gitmiştir.”

“Evet, tekim. Sen aramasaydın ben yazacaktım fakat sen önce davrandın.”

“Güne seni görerek başlamak istedim,” diyen Gökhan gülümsedi. “Yüzünü görünce günüm güzelleşiyor.”

“Benim de öyle. Gözlerin şişmiş, çok tatlı görünüyorsun.”

“11 saat uyuyunca şiştiler tabii.” Telefonu yüzüne yaklaştıran Gökhan gözlerini açarak kameraya baktı. “Bu hâlimle tatlı olduğumu düşünüyorsan beni gerçekten seviyorsun demektir çünkü bana kalırsa zombi gibi görünüyorum.”

Göksel küçük bir kahkaha attı. “Hiç de bile,” dedi gülerek. “Çok tatlı görünüyorsun, ayrıca uykulu ses tonun da çok çekici.”

“Hım,” dedi Gökhan keyifli bir sesle. “Uyanır uyanmaz senden böyle güzel şeyler duymak iyi geldi, teşekkür ederim bebeğim. Ben de şunu söylemeliyim ki makyajsız çok güzel görünüyorsun. Çok durusun, çok hoşsun.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel yüzündeki kocaman gülümsemeyle. “Beni makyajsız da gördüğüne göre ilişkimiz bir adım daha ilerledi demektir.”

“Sen de benim yeni uyanmış hâlimi gördün, bu da bir adım dersek toplamda iki adım ilerlemiş oluyoruz.”

“Ne güzel işte.”

“Bence de,” diyen Gökhan odadan çıktı ve mutfağa ilerledi. Tezgâhın başındaki Yağız kâseye kırdığı yumurtayı çırpıyordu. “Yağız omleti hazırlıyor.”

Onun sesini duyan Yağız omzunun üzerinden arkadaşına baktı.

“Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu Yağız.

“Göksel’le,” dedi Gökhan. “Kahvaltı etmeden önce bir sesini duyayım, yüzünü göreyim istedim.”

“Selam söyle.”

“Aleykümselam,” dedi onun sesini duyan Göksel. “Kolay gelsin.”

Göksel’in sesini ilk kez duyan Yağız duyduğu bu kalın ama kadınsı ses karşısında şaşırdı. Göksel’in çok narin bir dış görünüşü olduğu için onun ince bir sese sahip olduğunu düşünmüştü fakat genç kadının sesi hiç de düşündüğü gibi değildi. Göksel’in olgun bir sesi vardı.

“Teşekkür ederim,” diye cevap verdi Yağız.

“Ben de birazdan gelirim,” dedi Gökhan arkadaşına bakarak.

“Tamam.”

Gökhan mutfaktan çıkıp salona girdi.

“Bugün ne yapacaksınız?” diye sordu Göksel.

“Gündüz evdeyiz,” diye yanıtladı Gökhan. “Yağız’ın yeni bir baterisi var, bir şeyler çalacağız. Akşama da buradaki birkaç arkadaşımızla buluşacağız, Yağız’ın beni tanıştırdığı kişiler.”

“Çok iyi, biraz da onlarla takılırsınız.”

“Öyle yapacağız. Senin bugün için bir planın var mı?”

“Yok, tüm gün evdeyim. Bir şeyler izler, fotoğraf ve video düzenlemeleriyle uğraşırım. Dün iyi gezdik, bugün dinleneceğim.”

“İyi bakalım.”

“Siz Yağız’la karnınızı doyurmaya ve zaman geçirmeye bakın, biz yine konuşuruz.”

“Tamam güzelim. Görüşürüz, öpüyorum seni.”

“Görüşürüz sevgilim, ben de öpüyorum.”

Göksel ona parmaklarıyla bir öpücük gönderdiğinde Gökhan gülümsedi ve ona öpücük attı.

“Bu dudağınaydı,” dedi genç adam. “O pembe, dolgun, öpülesi kiraz dudaklarına.”

“Yağız duyuyordur!” dedi Göksel utanarak. “Serseri. Hadi kapat.”

“Yabancı değil, bir şey olmaz.”

“Olur. Utanıyorum ben.”

Gökhan gülerek, “Tamam tamam,” dedi. “Kapatıyorum. Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Gökhan aramayı sonlandırınca kendi kendine güldü.

“Duyuyordum,” dedi Yağız mutfaktan. “Pembe, dolgun, öpülesi kiraz dudaklarmış! Böyle bir betimleme en son divan edebiyatı döneminde Fuzûlî tarafından yapılmıştır.”

Gökhan bir kahkaha patlattıktan sonra, “Yine diline düştüm,” dedi. “Ayrıca sen neden bizi dinliyorsun? Çok ayıp.”

“Hemen yan odada konuşuyorsun, insan ister istemez duyuyor.”

“Duymak istemezsen duymazsın.”

“Fuzûlî’den anlamlı dizeler gelmeye devam ediyor,” diye dalga geçti Yağız. “Çok pis dilime düştün oğlum.”

Mutfağa giren Gökhan yavaşça onun kafasına vurdu. “Çok konuşma da kahvaltıyı hazırla, karnım kazınıyor.”

“Kiraz dudaklardan yemeyi deneyebilirsin.”

Gökhan ona vurmak için elini salladığında Yağız geriye kaçtı ve kahkaha attı.

“Son kiraz bükücü seni,” dedi Yağız. “Dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp masaya yerleştir hadi.”

“Senin sevgilin olduğunda seni de göreceğim,” dedi Gökhan buzdolabına ilerlerken. “O zaman sen de benim dilime düşersin.”

“Beni kendinle karıştırma çakma Romeo.”

İki dost birbiriyle atışmaya devam ederek kahvaltıyı hazırladı ve masaya oturdu. Yağız’ın yaptığı omlet leziz olmuştu, omleti masadaki diğer kahvaltılıklarla ve taze demlenmiş çayla birlikte mideye indirdiler.

Yağız’ın odasına geri döndüklerinde saat öğlen 1’i geçiyordu. Gökhan, Yağız’ın Tama marka akustik davul setinin taburesine oturup bateriyi yakından incelemeye başladı. Bateri çok hoş bir kırmızı tonundaydı ve asil görünüyordu.

“Canavar gibi duruyor,” diye bir yorumda bulundu Gökhan. Yan taraftaki bagetleri aldı. “Biraz tıngırdatayım. Test sürüşümüzü yapalım.”

“Canavarla tanışmaya hazır ol,” dedi Yağız sırıtarak. “Bir baterim olduğuna hâlâ inanamıyorum. Hayatım boyunca aldığım en iyi hediye.”

“Maddi değeri de yüksek bir hediye fakat manevi değerinin yanında bir hiç.”

“Kesinlikle öyle.”

Gökhan bateriyi çalmaya başladığında yüzüne bir gülümseme yayıldı. Bagetleri zillere, davula vurup çıkan hoş sesi dinledi ve bunu hızlıca yapıp ortaya bir melodi çıkardı.

“Heyt be!” dedi Yağız. “Baban da mı bateri çalıyordu?”

“Yok, o enstrümanları çalmak yerine duvara vurup kırmayı tercih eder,” dedi Gökhan şakayla karışık. “Bu canavar bizim evde olacağına göre çalmayı bildiğim enstrümanlar listesine yeni bir üye ekleniyor demektir.”

“Şaka amaçlı söylenmesi bile çok kötü lan,” diyen Yağız kaşlarını çattı. “Her ayrıntısıyla korkunç bir şey.”

“Biliyorum, bizzat oradaydım ama üç sene sonra neden düşünüp ilk günkü gibi acıtmasına izin vereyim ki? Dalgasını geçmek daha kolay geliyor.”

“Elbette düşünüp acı çekme. Hepsi geride kaldı, çok eskide.”

“Çok şükür ki,” diyen Gökhan tebessüm etti. “Neyse ne canım, müziğe odaklanalım. Bana bateri çalmayı öğretmeye ne dersin? Oldukça hevesli olduğumu söylemeliyim.”

“Temel olarak biliyorsun.”

“Biliyorum ama en baştan senden dinlemek isterim.”

“Konservatuvar öğrencisinden müzik öğretmenliğine terfi ettim demek, bana hava hoş.”

Yağız ona bateri çalmayı bateri üzerinden uygulamalı olarak anlatırken Gökhan onu can kulağıyla dinledi. Yağız’ın da söylediği gibi Gökhan temel olarak bateri çalmayı, enstrümanın çalışma mekanizmasını biliyordu ­—tıpkı pek çok enstrüman gibi­— ama pek pratik yapma fırsatı olmamıştı ve bir parçayı baştan sona çalacak birikime sahip değildi. Yağız ona bateri hakkında öğrendiği her şeyi tıpkı bir öğretmen gibi aktardı.

“Burada işin sırrı pratik yapmak,” diye bitirdi sözlerini Yağız. “Yoksa John Bonham da gelip sana bateriyi anlatsa sen kendin çalmadığın sürece bir adım ilerleyemezsin. Senin de çok iyi bildiğin üzere enstrüman çalmaktaki asıl sihir yetenek değil, pratiktir. Çalmayı öğrenirken onlarca videosunu izlediğim kanallar var, istersen sen de onları izler ve onlarla pratik yaparsın.”

“Çok iyi olur,” dedi Gökhan. “Zaman buldukça düzenli bir şekilde çalmak isterim.”

“Ne zaman istersen.”

“Eyvallah kardeşim. O zaman ben bateriyi ustasına teslim edeyim ve bir gitar kapayım. Jackson Bey beni bekler.”

“Ne çalalım? Şaka şaka, tabii ki Yavuz Baba’yı çalacağız. Bir Yaşamak İstemem patlatır mıyız? Girişini.”

“Anasını bile satarız!”

Yağız bir kahkaha patlatırken, Gökhan da gülerek Yağız’ın Jackson marka elektro gitarını aldı ve amfiye bağladı. Genç adam ses ayarlarını yaparken baterinin taburesinde oturan Yağız onu izledi.

“Benim gitarımı benden iyi çalmak üzeresin,” dedi Yağız. “Biraz kıskanıyor olabilirim ama çok az.”

“Sen de çok iyi bir gitaristsin,” dedi Gökhan gitarı omzuna asarken. “Kendine haksızlık etme.” Pena kutusundan rastgele bir pena aldı ve gitarın sesini kontrol etti. “Pedalları açayım ve başlayalım, olur mu?”

“Olur.”

Gökhan gereken tüm hazırlıkları yaptığında artık şarkıyı çalmak için hazırdılar.

“Başlıyoruz,” dedi Gökhan. “Son iki üç dört.”

Gökhan şarkının başındaki bol efektli girişi çaldıktan sonra Yağız da bateriyi çalmaya başladı ve beraber şarkıya girdiler. Gökhan kafasını baterinin ritmine uygun olarak sallarken yüzünde zevk dolu bir ifade vardı. Bu şarkı en sevdiği Çetin parçalarından biriydi ve hem dinlemeyi hem de çalmayı çok istiyordu. Yağız’ın yüzünde de bir gülümseme vardı. Gökhan gibi olağanüstü bir gitaristle birlikte çalmak onun için her zaman büyük bir zevkti.

“Ne şarkı be!” dedi Yağız girişi çalmayı bitirdiklerinde. “Efsane.”

“Solosunu da çalalım mı?” dedi Gökhan. “Biraz daha ısınmış oluruz.”

“Çalmaz mıyız yahu? Ama önce soloyu duymam lazım, bir hatırlatma yapalım.”

“Çalayım, ayıpsın.”

Gökhan şarkının solosunu çalmaya başladığında Yağız notaları hemen hatırladı.

“Tamam, hatırladım.”

Bu sefer de şarkının efsanevi solosunu çalmaya başladılar. Bateriyi çalan Yağız’ın yüzü gülüyordu, Gökhan’sa usta parmaklarıyla gitarda harikalar yaratırken çoğu zaman gitara bakmıyor ve duyduğu şeyin tadını çıkarıyordu. Çetin’in şarkıları çalması zor parçalardı fakat yıllardır onun parçalarını çalan Gökhan’ın çoğu zaman gitara bakmasına gerek bile yoktu. Genç müzisyen ne çaldığını çok iyi biliyordu.

“Sen bu sporu yapıyorsun,” dedi Yağız soloyu da bitirdiklerinde. “Seni dinlemeyi özlemişim, seninle çalmayı ise daha çok özlemişim.”

“Ben de öyle,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sen de bateride epey gelişmişsin, hazirandan bu yana çok yol kat etmişsin.”

“Teşekkür ederim Gök, bunu duymak sevindirdi. Hadi bir şeyler daha çalalım.”

İki arkadaş Yiğit okuldan dönene kadar enstrümanlarla vakit geçirdi. Yiğit okuldan dört sularında döndü ve ağabeyiyle Gökhan’ı ağabeyinin odasında otururken buldu.

“Hoş geldin,” dedi Yağız’la Gökhan.

“Hoş buldum,” diyen Yiğit sandalyeye oturdu.

“Okulun ilk günü nasıldı?” diye sordu Gökhan.

“Fena değildi. Çok boş vaktimiz oldu, ödevlerimi yaptım.”

“Aferin.”

“Siz neler yaptınız?”

“Ayıptır söylemesi 12’de uyandık,” diye cevapladı Yağız. “Kahvaltı ettikten sonra soluğu burada aldık, o zamandan beri de çalıyoruz.”

“Hani bensiz çalmayacaktınız?”

“Bu akşam olmaz ama yarın akşam size küçük bir konser veririz, onun için prova yaptık diyelim.”

“Biraz erken bir prova olmuş ama öyle olsun bakalım. Yemek ne durumda? Yapmadın sanırım.”

“Seninle yaparız,” diyen Yağız kardeşine gülümsedi. “Yardım edersin.”

“Ben okuldan geldim ya, yemekle falan uğraştırma.”

“Okulda taş taşıdın sanki, zırlama.”

“Ders çalıştım, fiziksel olarak pek bir şey yapmamış olsam da zihinsel olarak epey yoruldum.”

“Ağza bak ağza, başıma Einstein kesildi lavuk.”

“Şşh,” dedi Gökhan arkadaşına bakarak. “Çocuk okulda yorulmuştur, yemeği biz yaparız. Hem buranın benim de evim olduğunu sen söylüyorsun ve ben evimde yemek yaparım.”

“Bak bak,” dedi Yağız, Gökhan’ı göstererek. “Gökhan adamlığın kitabını yazmış, oku da örnek al.”

“Eyvallah ama uğraşma çocukla. Mantarlı tavuk soteyle pilav yapalım mı?”

“Güzel seçim. Çorba olarak da hazır Ezogelin çorbası var, onu pişiririz. Sen ne dersin Yiğit?”

“Allah derim,” dedi Yiğit. “Mantarla tavuğu almaya giderim, siz de yemeği hazırlarsınız.”

“Olur. Sana para vereyim de marketten bir koşu gidip al.”

Yiğit markete gidip malzemeleri aldıktan sonra Gökhan’la Yağız yemeği hazırladı. Ebeveynlerinin ikisi de çalıştığı için tatil günlerinde yemek işini Yağız’la Yiğit hallediyordu. Sibel oğullarına yemek, temizlik, bulaşık, çamaşır gibi tüm ev işlerini öğretmiş ve onları tek başlarına hayatta kalacak donanıma sahip hâle getirmişti. Yağız da üç senedir İstanbul’da okuduğu ve evde yaşadığı için tüm ev işlerinde kendisini çok geliştirmişti.

Saatler altıyı geçerken Sibel’le Atilla eve birkaç dakika arayla döndü. Atilla çalıştığı fabrikanın servisiyle işe gidip geliyordu; Sibel de genelde arabayı kullanıyor, bazen de evlerine yakın olan iş yerine yürüyerek gidip geliyordu. Bugün Gökhan’la Yağız’ın evde olacağını bildiği için arabayı almıştı.

“Ne güzel kokutmuşsunuz,” dedi mutfağa giren Sibel. “Mantar ve tavuk kokusu alıyorum, sote mi yaptınız?”

“Evet,” dedi Yağız. “Yiğit malzemeleri aldı, Gökhan’la ben de yemeği yaptık.”

Tencerenin kapağını kaldıran Sibel yemeğe baktı. “Leziz görünüyor, ellerinize sağlık. Üstümüzü değiştirip elimizi yüzümüzü yıkayalım da yiyelim.”

Dakikalar içinde yemek masasında toplandılar.

“Bugün neler yaptınız?” diye sordu Atilla.

“Öğlene kadar uyuduk,” dedi Yağız. “Kahvaltı ettik, Yiğit dönene kadar bir şeyler çaldık; sonra akşam yemeğini hazırladık ve şimdi de yiyoruz.”

“Yağız’ın baterisini beğendin mi Gökhan?”

“Çok beğendim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Gerçek bir canavar. Çok iyi bir bateri tercihi yapmışsınız.”

“Gönül isterdi ki daha iyisi olsun ama gücümüzün yettiğini aldık.”

“O nasıl laf öyle?” dedi Yağız babasına bakarak. “Sahip olduğum en iyi şeylerden biri, duymamış olayım. Daha iyi bir bateri düşünemezdim.”

“Harika bir evlatsın.”

“Harika ebeveynlersiniz,” dedi Yağız sevgiyle onlara bakarak. “Harika bir aileyiz. Beşimizin bir arada olmasını özlemişim.” Gökhan’ın omzuna dokunup gülümsedi. “Bu ortamı özlemişim.”

Gökhan güldü ama dolan gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bu aile onun için çok kıymetliydi, bu aileyle geçirdiği anlar onun için çok şey ifade ediyordu. Hiçbir kelimeyle anlatılamayacak, sadece kalbin derinliklerinde hissedilebilecek bir şey.

“Duygulandırmasına yahu,” dedi Sibel duygulu bir sesle. “Hadi yemeklerinizi yiyin. Arkadaşlarınızla ne zaman buluşacaksınız?”

“Yediden sonra,” dedi Yağız. “Yemeğimizi yedikten sonra hazırlanıp çıkarız.”

Aile üyeleri sohbet ederek akşam yemeğini yediler. Diğerleri mutfağı toparlarken Yağız’la Gökhan da buluşma için hazırlandı. Yağız’ın liseden yakın arkadaşları İlke, Efe, Meriç ve Ebrar’la buluşacaklardı. Yağız onlarla Gökhan’ı birinci sınıfın yaz tatilinde tanıştırmıştı ve o zamandan beri Gökhan Balıkesir’e geldiğinde görüşüyorlardı. Onlar Gökhan’ı sevmişti, Gökhan da onları sevmişti.

“Yürüyen karizma be!” dedi Gökhan’ı süzen Yağız. Gökhan üstüne beyaz bir gömlek, mavi kot pantolon giymiş; her zamanki takılarını takmış, uzamış saçlarını da ön tutamları alnına gelecek şekilde şekillendirmişti. “Kızların senden uzak durması için alnına sevgilim var yaz da Göksel’le sıkıntı çıkmasın.”

“Kızlar da beni bekliyordu zaten,” dedi Gökhan. “Ben hayatımın aşkını bulup piyasadan çekildim. Öncesinde de piyasada olduğum söylenemezdi gerçi, kendi hâlimde takılıyordum.”

“Göksel şu an seni duyamaz.”

“Hadi canım, ben de Fatih’teki evinde oturmuş beni dinliyor zannediyordum.”

“Saçını yapmamış olsan ensene şaplağı yerdin ama dokunmayayım hadi. Hazırsan çıkalım, bizimkiler çıkmış.”

“Gördüğün üzere hazırım.”

Yağız arabanın anahtarını aldıktan sonra evden ayrıldılar. Balıkesir’in ana caddelerinin birindeki kafede buluşacaklardı, kafe evlerine uzak sayılmazdı ama yürümek istemedikleri için ulaşımı arabayla yaptılar.

“Sen ehliyeti ne zaman alacaksın?” diye sordu Yağız yolda giderlerken. “İlk fırsatta al da arabayı hep ben sürmek zorunda kalmayayım.”

“Daha çok var,” dedi Gökhan. “Okul bitmeden alamam. Okul başlıyor, yarı zamanlı çalışmaya geçeceğim ve zaten üç kuruş para kazanırken bir de ehliyet masrafını karşılayamam.”

“Sen de haklısın. Neyse, önümüzdeki yazdan sonra şoför koltuğunda seni görürüz artık.”

“Hayırlısı.”

Kafeye vardılar. Diğerleri gelmiş, köşedeki bir masaya oturmuştu bile. Kafeye girince onları fark eden ikili, arkadaşlarının oturduğu masaya ilerledi. Kısa bir selamlaşma merasimi yaşandı, ardından hepsi masaya oturdu. Kış tatilinden bu yana görüşmeyen Gökhan ve diğerleri nasıl olduklarına, neler yaptıklarına dair sohbet etti.

“Okullar başlamadan görüşmemiz iyi oldu,” dedi Meriç. “Bu hafta hepimizin Balıkesir’de olduğu son hafta. Ben ve Ebrar hafta sonu gidiyoruz, Yağız zaten hafta içi seninle dönecek diye biliyorum.”

“Aynen, çarşamba İstanbul’a döneceğiz,” diye onayladı Gökhan. “Gitmeden sizi yakaladığıma sevindim.”

“Biz de öyle,” dedi İlke. “Yaz nasıldı diyeceğim ama çalıştığını biliyorum, iş güç uğraşıp durmuşsundur.”

“Evet, zamanımın çoğu işte geçti fakat işten artakalan zamanlarda da arkadaşlarımla görüşme, eğlenme, müzikle ilgilenme fırsatım oldu. Yoğundu, dolu dolu geçti.”

“Ne güzel. Kız arkadaşınla olan hikayeyi de gördüm, hayırlı olsun.”

“Teşekkür ederim.”

“Çok güzel bir kızmış,” diye konuşmaya katıldı Ebrar. “Biraz bahsetmek ister misin? Ama bundan önce sormak istediğim bir soru var: Saçları boya mı?”

Gülümseyen Gökhan, “Doğal rengi,” dedi. “İsmi Göksel, fotoğrafçı ve bu alanda eğitim alıyor. Sahne aldığım kafeye geldiğinde tanıştık, konu buraya kadar geldi.”

“Göksel mi? Senin isminle ne kadar uyumlu.”

“Gerçekten,” dedi İlke. “Ona da kısaca Gök diyorlar mıymış? Diyorlardır.”

“Evet,” dedi Gökhan. “Bazen birbirimize de böyle sesleniyoruz.”

“Çok tatlı. Tekrardan hayırlı olsun, umarım çok mutlu olursunuz.”

Diğerleri de benzer şeyler söyleyince Gökhan hepsine teşekkür etti. Siparişlerini veren gençler iki saat boyunca sohbet etti. Yağız bulunduğu her ortamın olduğu gibi bu ortamın da neşesi oldu, esprileriyle masayı pek çok kez kahkahalara boğdu. Gökhan da bu eğlenceli ortamın tadını çıkardı, başka hiçbir şeyi düşünmeden arkadaşlarıyla sohbet edip vakit geçirdi. Yarın erkenden kalkıp işe gitme düşüncesi olmadan bir yerde oturup arkadaşlarıyla vakit geçirmek, anın tadını çıkarmak onun için muhteşem bir histi.

“Yarın ne yapacaksınız?” diye sordu Efe.

“Ayvalık’a gideceğiz,” dedi Yağız. “Pazar günkü gibi sabahtan akşama kadar denizde olacağız, serin suların sefasını süreceğiz.”

“Sürün tabii. Sen tüm yaz denizdeydin zaten ama Gökhan bu sene ilk kez tatil yapıyor, çocuk biraz tadını çıkarsın.”

“Hiç merak etme,” dedi Gökhan. “O iş bende. Pazar günü inanılmaz iyi vakit geçirdim, bir günde bile bronzlaştım resmen; yarın da yine bol yüzmeli ve güneşlenmeli bir gün olacak.”

“Benim yerime de yüzüp güneşlenin.”

“Sen de Yağız gibi denize doymadın,” dedi İlke ona bakarak. “Bu yaz o kadar denize gittin ki kararmaktan ırk değiştirdin resmen.”

“Yani? Ne olmuş? Yaz tatilleri denize girmek ve bronzlaşmak için vardır.”

“Haklı,” diye ona arka çıktı Yağız. “Yazın denize girmeyip de ne yapacağız? Hele de Balıkesir gibi bir şehirde yaşarken.”

Yağız ve Efe yumruk tokuştururken İlke onlara yandan bir bakış attı, Gökhan’sa genç kadına bakarak gülümsedi.

“Fotoğraf çekilelim,” dedi Ebrar. “Hem hatıra kalır hem de hesaplarımızda paylaşırız. Meriç sen başta oturuyorsun zaten, kolların da uzun; sen çeker misin?”

“Çekerim,” diyen Meriç telefonunu çıkardı ve kamerasını açtı. “Gülümseyin beyler ve bayanlar.”

Hepsi poz verdiğinde Meriç deklanşöre bastı.

“Bir tane daha,” dedi İlke. “Hiç bozmayın.”

Meriç bir fotoğraf daha çekti. Hepsi fotoğrafları beğenince Meriç fotoğrafları onlara gönderdi.

“Güzel çıkmışız,” dedi gülümseyerek fotoğrafa bakan Gökhan. “Hikayemde paylaşacağım.”

“Ben de atarım,” dedi Yağız. “Kankalarımla İstanbul’a dönmeden son bir kez buluşmuşum, bunu atmayacağım da neyi atacağım?”

Gökhan fotoğrafı hikayesinde paylaşmak üzere seçti, Balıkesir’i konum olarak ekledi ve fotoğrafın altına da bir mavi kalp koyduktan sonra fotoğrafı paylaştı.

“Kalabalık olduğumuz için bizi etiketlemeye üşendin değil mi?” diye sordu Yağız.

“Tanıyorsun malını,” dedi Gökhan gülerek. “Sen etiketlersin, almak isteyen senden alsın.”

Gençler sohbet etmeye devam ederken İstanbul’daki evinde odasına çekilen ve sosyal medya hesabına giren Göksel, erkek arkadaşının yeni bir hikaye paylaştığını görerek hikayesini açtı. Fotoğrafta ikisi tanıdık —Yağız’ı Gökhan’ın hesabındaki birkaç fotoğrafta görmüştü—, dördü yabancı altı yüz vardı; hepsini inceledi ama bakışları Gökhan’ın yüzünde daha uzun süre gezindi. Erkek arkadaşının bronzlaşmış yüzünü süsleyen tatlı gülümsemesini, alnına doğru şekillendirdiği düz saçlarını, beyaz gömleğini ve gömleğin açık yakasından görünen gerdanını uzunca inceledi.

Genç adam kesinlikle baş döndürücü görünüyordu.

Göksel onun hikayesini beğendikten sonra hikayesine yanıt olarak üç tane sarı kalp gönderdi.

Bildirim seslerini duyan Gökhan telefonunu eline aldı. Göksel’in hikayesini beğendiğini ve hikayesine sarı kalp attığını görünce gülümseyerek mesaj bildiriminin üstüne dokundu.

“Göksel mi?” diye sordu onun telefonuna bakan Yağız. “Kalp atmış.”

“Aynen,” dedi Gökhan bakışlarını ekrandan ayırmadan. “Ben de cevap vereyim.”

Gökhan da cevap olarak üç tane mavi kalp gönderdi.

“Fenerbahçeli sevgililer gibisiniz,” dedi Yağız. “Sarı, lacivert; en büyük Fener.”

“Ha ha ha!” dedi gözlerini kısan Gökhan. “Sarı Göksel’in en sevdiği renk olduğu için genelde sarı kalp atıyor, ben de maviyi çok sevdiğim için mavi atıyorum.”

“Olsun, yine de Fenerbahçeli sevgililere benziyorsunuz. Sen takım tutmuyorsun, Göksel tutuyor muymuş?”

“Hiç konusu geçmedi ama sanmıyorum, Göksel futbolla ilgilenecek biri değil.”

“Tam kafana göre birini bulmuşsun.”

“Ne sandın? Biz sanatla ilgileniyoruz, spor ilgimizi çekmiyor.”

“Tamam Mozart.”

Gökhan dirseğiyle yavaşça ona vurduğunda Yağız sırıttı. Gökhan’la uğraşmak, onu sinir etmek yapmayı en çok sevdiği şeylerden biriydi.

Saatler 10’a yaklaşırken grup üyeleri ayaklandı.

“Bugün bendensin,” dedi Yağız, Gökhan’a dönerek. “Hesabı ben öderim.”

“İyi bakalım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Eyvallah kardeşim benim.”

Diğerleri kendi siparişlerini ödedikten sonra Yağız da Gökhan’la kendisinin siparişlerini ödedi.

“Çok güzel bir akşamdı,” dedi İlke dışarı çıktıklarında. “Size şimdiden iyi yolculuklar dilerim beyler. Okulda da bol şans.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Yağız onun koluna dokunup gülümseyerek. “Hepimiz için başarılı bir okul yılı olur umarım.”

Vedalaşan grup üyeleri dağıldı. Diğerleri yakınlardaki evlerine yürürken, Gökhan’la Yağız da arabaya binip kendi evlerine doğru yola koyuldu. Saat geç olduğu için etraf çok tenhalaşmıştı.

“Güzel vakit geçirdin mi?” diye sordu Yağız. “Özlemiş misin bizimkileri?”

“Özlemiştim tabii,” dedi Gökhan. “Harika vakit geçirdim. Arkadaşlarımla zaman geçirmek benim için her daim çok keyifli bir aktivite.”

“Benim için de öyle. İstanbul’a dönmeden bizimkileri de son bir kez görmüş oldum, iyi oldu.”

“Evet, bir daha kış tatiline kadar görüşemezsiniz.”

“Aynen.”

“İstanbul’a döndüğümüzde,” dedi Gökhan konuyu istediği meseleye getirerek. “Seni Göksel’le tanıştırmak istiyorum. Sen de ister misin?”

“Harbi mi?” diye sordu ona dönen Yağız.

“Harbi. İlişkimizin çok başındayız ama Göksel gerçekten sevdiğim ve değer verdiğim biri; en yakın arkadaşımla tanışmasını çok isterim.”

“Ben de çok isterim,” dedi Yağız gülümseyerek. “Kardeşimi bu kadar mutlu eden, ona iyi gelen kişiyle tanışmak isterim.”

“O zaman İstanbul’a döndüğümüzde bir buluşma ayarlarız.”

“Olur.”

İkili eve geri döndüğünde Sibel’le Atilla’yı salonda dizi izleyip meyve yerken buldular, Yiğit’se odasındaydı.

“Hoş geldiniz çocuklar,” dedi Sibel. “Buluşmanız nasıl geçti?”

“Hoş bulduk,” diyen Yağız kendini koltuğa attı. “Güzeldi, epey sohbet ettik.”

“İyi yapmışsınız. Gökhan özlemiş misin buradakileri?”

“Özlemişim elbette,” diye yanıtladı Gökhan. “Aylar sonra görüşmek, sohbet etmek çok iyi geldi.”

“İyi bakalım. Meyve ister misiniz? İçerseniz çay da var.”

“Ben bir şey yiyip içmeyeceğim.”

“Ben de öyle,” dedi Yağız. “Yiğit odasında mı?”

“Evet,” dedi Atilla. “Çayını ve meyvesini alıp odasına çekildi. Oyun oynuyor sanırım.”

“Bak sen, gidip bir kontrol edeyim.”

“Ben de geleyim,” dedi Gökhan onun peşinden ayağa kalkarak.

Yağız’la Gökhan Yiğit’in odasına girince delikanlıyı bilgisayarda oyun oynarken buldular.

“Siz mi geldiniz?” dedi Yiğit kulaklıklarını çıkararak. “Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk,” diyen Yağız kardeşinin yanına ilerleyip bilgisayar ekranına baktı. “CS ha? Üstelik bensiz? Yazıklar olsun.”

“Sen dışarıda arkadaşlarınla takılıyorsun diye oynamasa mıydım? Çok da eğlenceli vakit geçirdim.”

“Benim de canım çekti bak.”

“Oynayalım mı?” diye sordu Gökhan. “Benim de oynayasım geldi şu an.”

“Gel oyna ağabey,” diyen Yiğit sandalyesinden kalktı. “Sana müsaade ediyorum.”

“Valla oynarım,” diyen Gökhan sandalyeye oturdu. “Sizin kadar iyi değilim ama benim de birkaç numaram var.”

“Ve Gökhan Uygur CS’de,” dedi Yağız bir sunucu edasıyla. “Burası karışacak, vaziyet alın.”

“Bu parmaklar sadece enstrüman çalmıyor,” dedi Gökhan parmaklarını çıtlatarak. “Hadi ava çıkalım beyler. Yüksek ihtimalle ava giderken avlanacağım ama biz eğlenmemize bakalım.”

***

Kalabalık olmayan sahil sakindi. Bir grup kumsalda güneşlenirken bir grup da denizde yüzüyordu. Gökhan ve Yağız da denizdeydi, denizin üstünde yatan delikanlılar elleriyle ayaklarını hafifçe sallayarak hem denizin hem de tepede parıl parıl parlayan güneşin tadını çıkarıyordu.

Saat 12 olmak üzereydi, buraya vardıklarında saat 9’u biraz geçiyordu ve o zamandan beri denizin içindeydiler. Derinlerde beraber uzun uzun yüzdükten sonra kıyıya yaklaşmış ve suya uzanmışlardı.

“Şu an kafamda Bikinisinde Astronomi çalıyor,” dedi Yağız. “Huzuruma huzur katıyor.”

“Güzel şarkı,” diyen Gökhan gülümsedi. Onun da gözleri arkadaşı gibi kapalıydı. “Söylesene.”

Yağız şarkıyı söylemeye başladığında Gökhan’ın gülümsemesi genişledi. Yüksek bariton olan Yağız’ın sesinin rahatlatıcı bir tonu vardı, özellikle de pes sesleri bir ninni gibi yatıştırıcıydı. Gökhan onu dinlemeyi çok seviyordu, onun ses tonunu çok beğeniyordu ve böyle güzel bir ses tonu bir de eğitimli olunca insanda hayranlık uyandırıyordu.

“Sıkılırsan güneşten,” diye başlayan kısımda Gökhan ona eşlik etmeye başladı ve şarkıya beraber devam ettiler. “Gece oluruz erkenden / Sen istersen.”

Gökhan’ın tiz sesiyle Yağız’ın pes sesi karışınca ortaya büyülü bir ses çıkıyordu. Suyun üstünde usulca hareket eden iki dost düet yaptı, onları şarkının onun ağzından yazıldığı deniz dinledi.*

(*: Bu şarkının denizde boğulan bir kadın hakkında denizin ağzından yazıldığı biliniyor.)

“Ağzımıza, yüreğimize sağlık,” dedi Yağız şarkı bitince. “Güzel söyledik.”

“Bence de,” diye ona katıldı Gökhan. “Seninle şarkı söylemeyi özlemişim.”

“Ben de öyle. Karnım acıktı, kıyıya çıkıp bir şeyler yiyelim mi?”

“Olur, ben de acıktım.”

Denizden çıkan iki arkadaş kumsalın ilerisine park ettikleri arabaya ilerledi. Yemek için yanlarında poğaça, gazoz ve atıştırmalık olarak bisküvi getirmişlerdi. Poğaçalarla gazozları, oturmak için plaj havlusunu ve telefonlarını alıp kumsala geri döndüler.

“Deniz insanı ne kadar acıktırıyor,” diyen Gökhan poğaçadan büyük bir ısırık aldı. “Şunları yiyeyim de kendime geleyim.”

“Ayvalık’a gelmişken Ayvalık tostu yemeden olmaz,” dedi Yağız. “Dönüşte tost yiyelim.”

“Ben de aynısını düşünüyordum. Buraya kadar gelmişken Ayvalık tostu yemeden dönmem.”

Sohbet ederek karınlarını doyurdular.

“Ben bir Göksel’i arayayım,” dedi Gökhan. “Çoktan uyanmıştır, bir sesini duyayım.”

“Ara bakalım Romeo,” dedi Yağız ona yandan bir bakış atarak. “Ben de sap hâlimle Instagram’da gezinirim.”

“Kimseyi istemeyen sensin.”

“Evet ama sap muhabbeti yapmak hoşuma gidiyor.”

“Manyak. Görüşmeyi kısa tutarım, merak etme.”

Ayağa kalkan Gökhan uzaklaşırken Yağız onun arkasından baktı.

“Sırıtmasına saniyeler kaldı,” diye düşündü genç adam. Gökhan yan dönünce onun güldüğünü gördü. “İşte. Göksel telefonu açmış bile.”

“Ne yapıyorsun?” diye sordu Gökhan.

“Video düzenliyordum,” diye cevapladı Göksel. “Sen ne yapıyorsun?”

“Bugün çalışma günü anlaşılan. Biz de dediğim gibi Ayvalık’a geldik, kumsaldayız şimdi; bir şeyler yedikten sonra seni aradım.”

“Ne yediniz?”

“Poğaçayla gazoz getirmiştik, onları yedik.”

“Afiyet olsun ama Ayvalık tostundan da yiyin.”

“Yiyeceğiz tabii ki,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Dönüşte yeriz.”

“İyi bakalım. Tatil nasıl gidiyor?”

“Harika. Sabah epey yüzdük, birazdan yine denize girer ve yüzmeye devam ederiz. Hava çok güzel, su da öyle.”

“Sadece Yağız’la sen varsın değil mi?”

“Aynen, ikimiziz. Sibel ablayla Atilla ağabey çalışıyorlar, Yiğit de okulda.”

“İki kafadar beraber takılıyorsunuz desene. Ayvalık güzel bir yer, tadını çıkar.”

“Hiç geldin mi?”

“Birkaç kez gittik,” dedi Göksel. “En son üniversitenin birinci sınıfının yaz tatilinde gitmiştik, ondan önce de lisede ve ortaokulda gittik.”

“Bak sen, o zaman buraları da biliyorsun.”

“Evet, gelip gördüm. Ayvalık, Edremit, Gömeç gezdiğim yerlerden.”

“Bir gün beraber gezelim,” dedi Gökhan. Yüzünde şirin bir gülümseme vardı. “Mesela önümüzdeki yaz olabilir.”

“Hım,” diyen Göksel’in sesi oldukça keyifli çıktı. “Çok güzel olur. Benden daha iyi biliyorsundur, beni gezdirirsin.”

“Benim de çok bildiğim söylenemez ama tanıdığım yerler, beraber keşfederiz.”

“O zaman anlaştık?”

“Anlaştık. Dün Yağız’a da sizi tanıştırmak istediğimi söyledim, o da memnuniyetle kabul etti. Bu cumartesi buluşabiliriz, Parça’ya gelirsen orada hep beraber vakit geçiririz. Ne dersin?”

“Bu cumartesi olmaz,” dedi Göksel. “Kızlarla buluşacağım. Akşamı onlarla geçireceğim.”

“Öyle mi? Planınız ne?”

“Beşiktaş’ta bir yere oturup zaman geçireceğiz. Okullarımız başlamadan önce son bir kez buluşup eğlenmek istedik. Ahsen, Şevval ve Sinem olacak, seninle tanıştığım akşam yanımda olan arkadaşlarım. Aslında Ahsen’le Şevval’in dönemi başladı bile ama daha ilk hafta olduğu için henüz tam anlamıyla başlamış sayılmaz. Geçen hafta hepimiz müsait olamadık ama bu hafta programlarımızı buna göre ayarladık, sizinle görüşmeyi de çok isterim ama kızları ekmem mümkün değil.”

“Yok canım, elbette ekme,” dedi Gökhan hemen. “Böyle bir şeyi asla istemem, düşünmem bile. Hem zaten acelesi yok. Biz de önümüzdeki hafta görüşürüz.”

“Tamam ama Parça’da buluşmasak olur mu? Sen sahnedeyken Yağız’la yalnız kalırım, gerilirim ve muhtemelen çok fena saçmalarım. Senin her zaman yanımızda olduğun bir yerde buluşsak çok daha iyi olur.”

Gökhan gülerek, “Tamam o zaman,” dedi. “Pazar iş çıkışımdan sonra görüşebiliriz. Bu hafta Aras’la dersim var, okulum da başlayacağı için işlerim olur fakat önümüzdeki pazar gününe ayarlamalarımı yaparım. Uygun mudur güzelim?”

“Hem de çok uygundur,” dedi Göksel rahat bir nefes alarak. Yağız, Gökhan’ın en yakın arkadaşı ve aynı zamanda ev arkadaşı olduğu için ondan çekineceğini biliyordu ve onun yanında ne suspus oturmak ne de konuşunca saçmalamak istiyordu; bu yüzden Gökhan’ın sürekli masada olacağı ve ortama canlılık katacağı bir tanışma olması onlar için en iyisiydi. “Ayrıntıları yine konuşuruz. Önümüzde bir haftadan uzun bir süre var nasıl olsa.”

“Aynen, tabii ki konuşuruz. Hepimize uyacak şekilde bir görüşme ayarlarız. O günü sabırsızlıkla bekliyorum.”

“Bir de bana sor,” diye mırıldandı Göksel. Bu tanışma için gergindi. “Yarın dönüyorsunuz değil mi?”

“Evet, yarın akşam İstanbul’da olacağız.”

“Bilet aldınız mı?”

“Henüz almadık, ya bu akşam ya da yarın sabah alırız. Yine otobüsle geliriz zaten, çok fazla sefer oluyor.”

“Bileti alınca bana haber ver lütfen.”

“Veririm güzelim. O zaman ben şimdi kapatayım, sana video düzenlemede kolay gelsin.”

“Teşekkür ederim. Size de iyi eğlenceler.”

Vedalaşan çift konuşmayı sonlandırdı. Gökhan, Yağız’ın yanına döndüğünde genç adamı söylediği gibi sosyal medyada gezinirken buldu.

“Görüşmeniz bitti demek çifte kumrular,” dedi onu fark eden Yağız. “Denize geri dönelim mi?”

“Dönelim.”

Eşyalarını yeniden arabaya koyduktan sonra denize koştular ve kendilerini Ege’nin serin sularına bıraktılar. İki dost saat 5’e kadar denizde vakit geçirdi. Açılıp derinlerde yüzdüler, Gökhan’ın hepsini kaybettiği yüzme yarışları yaptılar, suyun üzerine uzanıp bedenlerini gevşettiler. Pazar günü gibi bugün de Gökhan için muhteşem bir gün oldu. Denizden çıktıklarında saatler beşi birkaç dakika geçiyordu ve iki dostun da karnı kazınıyordu.

“Öldüm,” diyen Gökhan kendini kumlara atıp yere uzandı. “Çok eğlendim ama öldüm.”

“Hayatın özetini yaptın şu an,” diyen Yağız da onun yanına uzandı. “Ne yüzdük be! Kardiyo yapmış kadar olduk.”

“Sadece kardiyo mu? Ben tüm sporları yapmış kadar oldum.”

Gülüştüler.

“Biraz dinlenelim,” dedi Gökhan. “Güneşlenmiş de oluruz, sonra gideriz.”

“Olur,” diye onayladı Yağız. “Yemek yeriz, sonra da Balıkesir’e döneriz. Bizimkiler aradı mı acaba? Aradılarsa da aradılar, şu an kalkıp arabaya gidemem.”

“Gidince bakarsın.”

15 dakika boyunca kumsalda yatıp hem dinlenip hem de güneşlendikten sonra ayaklandılar. Arabadan kıyafetlerinin olduğu çantayı alıp ilerideki duşlara ilerlediler. Her yerleri kum olmuştu, sahilden ayrılmadan önce duş alıp temizlenmeleri gerekiyordu.

“Saçlarımda milyarlarca kum tanesi var,” dedi Yağız ellerini uzun saçlarının arasına sokarak. “Bunun olacağını bildiğim için yanımda şampuan getirmiştim.”

“Ben de istiyorum,” dedi Gökhan. “İnsan içine çıkmadan önce saçlarımı bir temizleyeyim.”

İki arkadaş duş alıp temizlendikten sonra temiz havlularla da kurulandılar ve kıyafetlerini giydiler. Gökhan kısa kollu beyaz bir tişörtle gri şortunu getirmişti, Yağız da mor tişörtüyle siyah keten şortunu giydi.

“Balık formumdan insan formuma geçiş yaptım,” dedi çantayı omzuna asan Yağız. “Hadi gidelim.”

Yağız onları çok meşhur bir tostçuya götürdü. Genç adamın yazları tatil beldelerinde geçtiği için buraları çok iyi bilirdi. Tostçuya oturan iki arkadaş Ayvalık tostuyla yayık ayran sipariş ettiler. Siparişlerini beklerken Yağız da annesiyle konuştu ve ona sahilden ayrıldıklarını, tost yiyip karınlarını doyurduktan sonra Balıkesir’e döneceklerini söyledi.

“Tosttan sonra dondurma da yiyelim,” dedi Gökhan. “Canım Maraş çekti.”

“Yeriz,” dedi Yağız. “Her zaman gittiğimiz dondurmacıya gideriz.”

“Anlaştık.”

Karınlarını doyurup dondurmalarını da yedikten sonra yola koyulan ikili eve döndüğünde saat yediyi çeyrek geçiyordu. Tüm aile halkı evdeydi.

“Hoş geldiniz,” dedi kapıda onları karşılayan Sibel. İkilinin kızarmış yanaklarına bakıp gülümsedi. “Yanmışsınız.”

“Tüm gün güneşin altında durunca normal,” dedi plaj çantasını yere koyan Yağız. Annesinin yanağını öptü. “Hoş bulduk sultanım, nasılsın?”

“İyiyim. Siz nasılsınız, neler yaptınız?”

“Yüzdük, yüzdük, sonra yine yüzdük; yarış yaptık, hepsinde Gökhan’ı yendim.”

“Yağız su altında nefes alacak kadar suya alışmış,” dedi Gökhan. “İstanbul’a dön de kara hayatına adapte ol yoksa cidden balığa dönüşebilirsin.”

“Düşünsene bir sabah uyanıyormuşum ve belden aşağım balığa dönüşmüş, deniz adamı olmuşum. İlginç olurdu.”

“Deli deli konuşma,” dedi Sibel. “Başına güneş geçmiş anlaşılan.”

“Yo, bu benim normal hâlim.”

Sibel onun ensesine yavaşça vururken yüzünde şefkat dolu bir gülümseme vardı.

“Hoş geldiniz beyler,” dedi odasından çıkan Yiğit. “Tiplere bak, kızarmış tavuğa dönmüşsünüz.”

“Kıskanma,” dedi Yağız. “Deniz de güneş de harikaydı, tabii sen gelemediğin için bize laf atıyorsun.”

“Yani biraz kıskanmış olabilirim ama yüzünüz cidden yanmış. Ilık suyla duş alın da güneş sonrası kremden sürün.”

“Aynen, iyi dedin,” dedi Sibel. “Girip güzelce temizlenin, sonra da güneş sonrası kremden sürün. Karnınız aç mı?”

“Benim değil,” dedi Yağız. “Duş aldıktan sonra kendimi yatağa atacağım, çok yoruldum.”

“Ben de tokum,” dedi Gökhan. “Temizlenip uzanmak istiyorum ben de.”

“Tamam o zaman,” dedi Sibel. “Yağız sen bizim odadaki banyoda yıkan, Gökhan da asıl banyoyu kullansın. Birbirinizi beklemeyin. Baban tatlı almış, duştan sonra getiririm.”

“Tamam sultanım,” dedi Yağız. “Biz bir soyunup dökülelim, yıkanalım, sonra tatlıdan da yeriz.”

Yağız ebeveyn banyosuna, Gökhan da asıl banyoya ilerledi.

***

Gökhan’la Yağız Balıkesir’deki son günlerini dışarıda geçirmeyi tercih edip kahvaltı etmeye gittiler. Hoş bir işletmede içeriği kalabalık iki kişilik serpme kahvaltıyı yedikten sonra Atatürk Parkı’na geçtiler. Şehrin içinde yer alan park büyük, yeşil ve huzurlu bir yerdi. Çimlere oturup bir kahve zincirinden aldıkları buzlu kahvelerini de çimlere koydular.

“Maviliğe doyduk, biraz da yeşillik,” dedi Yağız derin bir nefes alarak. “Huzurlu bir tatil oldu, ha?”

“Kesinlikle,” diyen Gökhan kahvesinden bir yudum içti. “İstanbul’dan birkaç günlük kaçış çok iyi geldi.”

“Geri dönmeye hazır mısın?”

“Göksel’e ve okula evet, işe hayır. Neyse ki sadece dört gün daha tam zamanlı çalışacağım, önümüzdeki haftadan sonra yarı zamanlıyım. Evet, maaşım büyük oranda azalacak ama yazın biraz birikim yaptım; bir şekilde idare ederim.”

“Ederiz,” dedi Yağız onun omzuna dokunarak. “Üç seneyi öyle böyle bitirdik, bu seneyi de bitiririz. Konservatuvarda son senemiz olduğuna hâlâ inanamıyorum. Sınavlara geldiğim gün daha dün gibi, zamanın bu kadar hızlı geçmesi hiç adil değil.”

“Biliyorum. İnsanların konservatuvar okumak hakkında söylediği onca şeyi dinlemek zorunda kaldığım zamanlar dün gibi, üzerinden üç sene geçtiğine ve şu an konservatuvarda dördüncü sınıf olduğuma inanmak çok zor.”

“Ay onlar çok biliyor zaten. Beyinleri yok, fikirleri var.”

Gökhan gülerek, “Gerçekten öyle,” dedi. “Konservatuvar okumak hayatımda verdiğim en iyi karardı, gelecek için çok heyecanlıyım.”

“Ben de öyle. İkimiz için de parlak bir gelecek görüyorum, bizi güzel günler bekliyor.”

“Hayatın karşımıza neler çıkaracağı hiç belli olmaz ama ben istediğim o başarılı kariyeri elde etmek için çok çalışacağım. Şimdiye kadar çok çalıştım, bundan sonra daha çok çalışacağım.”

“Yürü be! Geleceğin gitar virtüözü Gökhan Uygur’a yol açın.”

Gökhan gülerek dirseğiyle onu dürttüğünde Yağız da sırıttı.

“İstanbul’a dönmeden önce yüzlerce insanın olmadığı bir parkta zaman geçirmek iyi bir fikirdi,” dedi Gökhan konuyu değiştirerek. “İnsan burada yeşilin tadını çıkarıp huzur bulabiliyor.”

“Değil mi?” diye ona katıldı Yağız. “İstanbul’da parka gidince kalabalıktan yoruluyorsun zaten.”

“Aynen öyle. Burada biraz doğanın tadını çıkarabiliriz. Nasıl olsa otobüsümüze daha var.”

İki delikanlı sabah uyandıklarında 17.00 seferi için bilet almıştı. Aşağı yukarı gece yarısına doğru evde olurlardı, yarın işbaşı yapacak olan Gökhan da bir duş alıp yol yorgunluğuyla da güzel bir uyku çekebilir ve yarın sabah kalkıp işe gidebilirdi. İstanbul’a erkenden gitmeyi ikisi de istememişti. Sibel ve Atilla bugün işten biraz erken çıkacak ve onları uğurlayacaktı, Yiğit zaten okuldan dönmüş olacaktı ve iki dost onlarla vedalaşma şansı yakalayacaktı.

“İstanbul’u özledim,” dedi Yağız kahvesinden bir yudum aldıktan sonra. “Okulu, arkadaşlarımı, takıldığımız mekânları. Geri dönmek için sabırsızlanıyorum. Bu haftanın kalanında eve yerleşmekle uğraşırım zaten, pazartesiden sonra da okul maratonu başlar. Son kez.”

“Deli dolu bir dört sene oldu,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Teknik olarak henüz olmadı ama olmak üzere. İyisiyle kötüsüyle yüzlerce anı biriktirdik, harika ve korkunç insanlar tanıdık; yeri geldi çok güldük, yeri geldi çok üzüldük ama her bir anı bize çok şey öğreten, bizi büyüten ve yetişkinlik hayatına hazırlayan anlardı.”

“Kesinlikle öyleydi,” diyen Yağız kahve bardağını kaldırdı. “Geride kalan üç senemize ve önümüzdeki dördüncü ve son senemize.”

Bardaklarını tokuşturan gençler kahvelerinden birer yudum içtiler. Parkta oturup sohbet etmeye devam eden iki arkadaş saat üçte eve geri döndü. Yağız valizini kontrol edip, kalan eşyalarını da yerleştirirken Gökhan da kendi küçük valizini topladı.

“Valizim de hazır olduğuna göre ciddi ciddi İstanbul’a geri dönüyorum demektir,” dedi valizin fermuarını çeken Yağız. “İstanbul bekle beni bebeğim, efsane geri dönüyor.”

“Bekleyenin gerçekten de çok,” dedi Gökhan. “Görüştüğüm herkes seni soruyor, ne zaman geleceğini merak ediyor.”

“Sevenim çok, benim gibi sempatik birini kim sevmez ki zaten? Döndüğümde hepsiyle ama hepsiyle görüşeceğim. Göksel’le sonraki hafta görüşebilecekmişiz zaten, bu haftayı bizimkilerle görüşerek geçirelim diyorum.”

“Sempatik ama hiç de mütevazı olmayan biri,” dedi Gökhan gülerek. “Görüşürüz. Barışlarla buluşuruz, Kerem de gelir belki; o gün müsait olmazsa başka bir gün de onunla görüşürsün. Konuşup ayarlarız.”

“Mütevazı benim sözlüğümde yer almayan bir kelime canım. Hayırlısıyla bir gidelim de konuşuruz.”

Eve ilk dönen Yiğit oldu. Okuldan çıkan delikanlı hiç oyalanmadan eve döndü.

“Toplanmışsınız,” dedi kapı yanında duran valizlere ve gitar çantalarına bakarak. “Tamamen hazır mısınız?”

“Hazırız,” diye onayladı Yağız. “Babamlar da döndüğünde hemen terminale geçeceğiz. İstersen üstünü değiştir.”

“Değiştireceğim zaten.”

Saat dördü geçerken Atilla ve Sibel de eve döndü. Sibel işten çıktıktan sonra Atilla’yı da çalıştığı fabrikadan almıştı ve karı koca beraber eve gelmişti.

“Karnınız tok mu?” diye sordu Sibel.

“Şu an tokuz,” dedi Yağız. “Otobüs Bursa’da illa durur, acıkırsak oradan yiyecek bir şeyler alırız.”

“Beş saat kadar yolunuz var, acıkırsınız; dediğin gibi Bursa’dan bir şeyler alın da yolda yersiniz.”

“Biz başımızın çaresine bakarız güzelim, çocuk değiliz ya.”

“Sus, çocuksunuz işte. Daha yirmi bir yaşındasınız, küçücüksünüz.”

“Kazık kadar oldular,” dedi Atilla. “Kocaman delikanlılar, hallederler.”

“Anne yüreği bu, siz ne anlarsınız? Hazırsanız çıkalım hadi, otobüsü kaçırmayalım.” Saatini kontrol etti. “Çok az kalmış, hadi herkes bir şey alsın ve evi terk etsin.”

Yağız kendi valizini alırken Yiğit de Gökhan’ın valiziyle Yağız’ın elektro gitarını aldı, Gökhan da arkadaşının akustik gitarını omzuna takıp evden çıktı.

“Bir şey unutmadınız değil mi?” diye sordu Sibel arabaya vardıklarında. “Cüzdan, telefon, şarj aleti, kulaklık gibi önemli şeylerinizi aldınız mı?”

“Hepsini aldık,” dedi Yağız. “Banyodaki eşyalarımızı da aldık. Yeni aldığın şampuan, duş jeli, diş macunu ve diş fırçalarını da unutmadık.”

“Parfümün, deodorantın?”

“Kendimi unuturum ama onları unutmam.”

“İyi bakalım. O zaman istikamet terminal.”

Arabaya binen aile üyeleri terminale doğru yola çıktı. Şoför koltuğunda Yağız vardı, genç adam arabayı son bir kez sürmek istedi. Terminale varan grup yazıhaneden otobüsün peronunu öğrendikten sonra perona ilerledi. Otobüs peronda duruyordu.

“Eşyalarınızı verin de öyle vedalaşırız,” dedi Atilla. “Muavin şu sanırım.”

Gökhan’la Yağız eşyalarını bagaja koyması içim muavine verdiler.

“Gitarlar sağlam bir yerde durursa çok makbule geçer,” dedi Yağız. “Sağa sola çarpmasınlar, düşmesinler.”

“Bu arada bir şey olmaz,” dedi muavin. “Çantaları da kalına benziyor, sıkıntı çıkmaz.”

“Eyvallah.”

İki dost aile üyelerinin yanına döndü. Otobüs on dakika içinde kalkacaktı.

“Her şey için teşekkür ederim,” dedi Gökhan. “Sayenizde çok iyi vakit geçirdim.”

“Ne demek oğlum, burası senin de evin,” dedi Sibel gülümseyerek. “Kış tatilinde de mutlaka bekleriz.”

“Gelmeye çalışacağım. Belki bu sefer Yağız’la beraber gelirim, birkaç gün de o zaman kalırım.”

“Mutlaka gel,” dedi Atilla. “Kapımız sana her daim açık.”

“Çok teşekkür ederim,” diyen Gökhan duygulanmıştı. “Gelin bir sarılayım size.”

Gökhan hepsine teker teker ve sıkı sıkıya sarıldı. Korkmazlar onun ailesi gibiydi, öz ailesinin aksine sıcak, sevgi dolu ve her zaman onun yanında olan bir aile. Bir insanın isteyeceği türden bir aile. İhtiyacı olan türden bir aile.

“Sınav çalışmalarını aksatma,” dedi Gökhan, Yiğit’e. “Yüksek bir hedefin var ve ben sıkı bir çalışmayla başaracağına inanıyorum.”

“O iş bende Gökhan ağabey,” dedi Yiğit. “Umuyorum ki önümüzdeki yaz siz istediğiniz bölümden mezun olurken ben de istediğim bölümü kazanmış olacağım.”

“İnşallah. Çalışmalarda kolaylıklar dilerim.”

“Teşekkür ederim.”

Yağız da ailesiyle vedalaştıktan sonra ikili otobüse binip dördüncü sıradaki koltuklarına oturdular. Yağız cam kenarına geçerken Gökhan da koridor tarafına oturdu.

“Ve Balıkesir bölümü biter,” dedi Yağız. “İstanbul bölümü başlar.”

“Benim Balıkesir maceram bölüm denmeyecek kadar kısaydı,” dedi Gökhan. “Balıkesir paragrafı bitti diyeyim ben de. İstanbul romanına kaldığım yerden devam ediyorum.”

Yağız gülerek, “Haklılık payın var,” dedi. “Ama olsun, bazen bir paragraf bir romandan daha çok şey anlatır.”

“Haklısın. Göksel’e yola çıktığımızı söyleyeyim, haber vermemi istemişti.”

“Ver ver, kızın aklı kalmasın.”

Gökhan, Göksel’e mesaj yazarken otobüs hareket etti ve perondan çıkmaya başladı.

Güzelim biz otobüse bindik ve an itibarıyla yola çıktık, haberin olsun

Gökhan mesajı ona gönderdikten sonra vücudunu koltuğun arkasından çıkarıp peronda duran ve onlara el sallayan üçlüye el salladı.

Onları özleyecekti.

Terminalden ayrılan otobüs otoyola çıktı ve İstanbul’a doğru yola koyuldu.

***

Cumartesi

Beşiktaş’ın cumartesileri bu akşam da aynıydı: Kalabalık, gürültülü, eğlenceli. Şehrin dört bir yanından insanlar eğlenmek için ilçeye akın etmişti; Göksel, Ahsen, Sinem ve Şevval de onlardan dördüydü. İçkili bir mekâna gelen kızlar bahçedeki masaların birinde oturuyor, sipariş ettikleri içkileri içerek sohbet ediyordu. Haziranda Parça Kafe’de yaptıkları buluşmadan sonra ilk buluşmalarıydı. Sinem’in temmuz ayını Ankara’da annesinin yanında geçirmesi, Göksel’in ağustosun yarısından çoğunu Muğla’da geçirmesi ve başka şeyler derken ancak bu hafta buluşabilmişlerdi. Haziranda üçüncü sınıfın bitmesini kutlamışlardı, bugünse dördüncü sınıfın başlamasını kutluyorlardı. Hepsi şık elbiseler giymiş, saçıyla makyajını yapmış ve bu buluşma için özenle hazırlanmıştı. Buraya geldikleri bir saati geçmişti, içtikleri içkiler yavaştan etkisini göstermeye başlamıştı.

“Fotoğraf çekelim,” dedi Göksel. “Bu gidişle bazılarımız, belki de hepimiz, sarhoş olacak ve düzgün fotoğraf çekmemiz mümkün olmayacak.”

“Ben asla sarhoş olmam, demek isterdim,” dedi Şevval. “Ama akşamın ilerleyen dakikalarında muhtemelen deli gibi gülüp saçma sapan konuşacak ve dans edeceğim. Bu yüzden evet, şimdi fotoğraf çekmek en mantıklısı.”

“Kıçı başı dağıtmaya kararlısın yani,” dedi Ahsen yanında oturan arkadaşına bakarak.

“Önümüzdeki aylar benim için çok yoğun, yorucu ve stres dolu aylar olacak; yani evet, bu akşam içip kıçı başı dağıtacak ve kafamı sıfırlayacağım.”

“Böyle söyleyince hak verdim.”

“İyi ya, beraber dans ederiz.”

“Anlaşılan bize de arkanızı toplamak kalıyor,” dedi masanın karşısında oturan Sinem. “Ne yapalım? Başa gelen çekilir.”

“Sizin okulunuzun başlamasına daha iki hafta var,” dedi Şevval. “Yani daha eğlenerek geçireceğiniz on beş gününüz var, bu da yetmezmiş gibi çok mutlu olduğunuz tatlı birer ilişki içindesiniz. Tanrım, bu akşam kesinlikle kıçı başı dağıtacağım.”

“Berat’la henüz iki haftadır sevgiliyiz,” dedi Sinem kaşlarını kaldırarak. “Ayrıca maşallah de.”

Bütün yazı konuşarak ve birkaç kez buluşarak geçiren Sinem’le Berat bu ayın ilk haftasında birbirlerine olan hislerini itiraf ederek sevgili olmuşlardı. Berat kibar ve tatlı bir delikanlıydı, Sinem’e de gerçekten değer veriyordu ve ikilinin hoş bir ilişkisi vardı.

“Bizim de daha yeni bir ay oldu,” dedi Göksel. “Sahi bir ay oldu ya. Zaman ne çabuk geçiyor.”

“Canım cicim zamanları,” dedi Ahsen yumruğunu çenesine yaslayarak. “Aşkımlar, hayatımlar, bebeğimler havada uçuşur; ilk öpücükler insanın aklını başından alır, durmadan güzel şeyler söylenir ve çoğunlukla küçük hediyeler verilir. Ay böyle söyleyince insanın canı çekiyor fakat sonra insanları görünce tiksinme geliyor. Bu devirde böyle ilişkiler artık çok ama çok nadir yaşanıyor, herkes çok garip.”

“Daha da sarhoş olmamı mı istiyorsun?” dedi Şevval sesini biraz yükselterek. “Üzerinden biraz zaman geçse de hâlâ adiliğini atlatamadığım bir eski flörtüm var, bana insanlardan bahsetme. Hadi fotoğraf çekilelim.”

Kızlar gülüştü. Telefonunu çıkaran Göksel oldu. Kamerasını açan genç kadın telefonu herkesi kadraja alacak şekilde tuttu. Grup birkaç fotoğraf çekildi.

“Fotoğraf işi de halledildiğine göre kokteylimi içiyorum,” dedi Şevval. “Hadi kadeh tokuşturalım.”

“Ne için kadeh kaldırıyoruz peki?” diye sordu kendi kokteyl kadehini alan Göksel.

“Çiçeği burnunda çiftlerimiz için kaldıralım. Sinem’le Berat, Göksel’le Gökhan için.”

“Kulağa hoş geliyor. Ayrıca çok tatlısın.”

“Kesinlikle,” diye ona arka çıktı Sinem. “O zaman bize.”

Kadehlerini tokuşturan dört arkadaş içkilerinden birer yudum içtiler. İlişkileri için kadeh kaldırmaları Göksel’le Sinem’in çok hoşuna gitmişti.

“Kızlar gecesi yapmayı özlemişim,” dedi Ahsen. “En yakın arkadaşlarımla kızlar gecesi yapmayı ise çok daha fazla özlemişim. Gönül isterdi ki bu yaz daha sık görüşelim ama planlar uymadı. Sinem Hanım’ı Ankara’dan, Göksel Hanım’ı da Muğla’dan zorla döndürdük resmen.”

“Muğla’da bir üç hafta daha kalabilirdim,” dedi Göksel. “Gerçi o zaman da Gökhan’ı aşırı özlerdim ama onun dışında gerçekten kalabilirdim. Muhteşem bir tatildi.”

“Ben de Ankara’da harika vakit geçirdim,” dedi Sinem. “Tabii bir de tatil için gittiğimiz Mersin’de. Annemi ancak tatillerde görebiliyorum ve hâliyle özlüyorum, onunla zaman geçirmeyi çok seviyorum.”

“Ben de ağabeyimi, anneannemle dedemi ve Banu ablayı çok özlemiştim.”

“Aile üyelerinin uzakta olması berbat,” dedi Şevval kaşlarını çatarak. “Annemle babam ve kardeşlerimle bir arada olduğum için şanslıyım.”

“Ben de öyle,” dedi Ahsen. “Tatilde ailenizle görüştüğünüz için uzun süre şehir dışında olmanız affedildi.”

“İşte bu!” dedi Göksel yumruğunu sıkarak. “Önümüzdeki yaza kadar İstanbul’dayım, sizler de öyle. Bu da demek oluyor ki okuldan vakit buldukça görüşebiliriz.”

“Okuldan ve sevgililerinizden.”

“Yani, insan sevgilisini sık sık görmek istiyor tabii. Mesela Gökhan döneli üç gün oldu fakat henüz görüşemedik, çok özledim. Hafta içi buluşacağız, pazar da ev arkadaşı ve en yakın arkadaşıyla tanışacağım.”

“Bundan bahsetmemiştin,” dedi Sinem. “Birkaç arkadaşıyla tanıştığını söylemiştin ama bu yeni bir haber.”

“Ev arkadaşı Yağız Balıkesir’de yaşadığı için tüm yaz oradaydı, Gökhan birkaç günlüğüne onun yanına gitti ve dönüşte beraber geldiler. Gökhan buluşma için bugünü teklif etti ama sizinle buluşacağımı söyledim, biz de önümüzdeki haftada karar kıldık. Tanıştığım ilk arkadaşı olmayacak ama Yağız’la gerçekten çok yakınlar, aynı evde yaşıyorlar ve bu yakınlık ödümü kopartıyor.”

“Gerilmekte haklısın ama gerilmemen gerekiyor, gerginlik her şeyi batırmasıyla ünlüdür.”

“Sinem haklı,” dedi Ahsen. Onun bu buluşmadan haberi vardı. “Doğal davran, kendin ol; zaten Gökhan da sizinle olacağı için o kadar da sıkıntı olmaz.”

“Bir de bana sor,” dedi elini yanağına yaslayan Göksel. “Elimden gelenin en iyisini yapacağım.”

“Abartma be kızım,” dedi Şevval. “Ailesiyle tanışmıyorsun ya, alt tarafı bir arkadaş.”

“Yağız Gökhan’ın kardeşi gibi; bu yüzden evet, bir nevi ailesiyle tanışıyorum.”

“Ailesiyle tanıştığında kalp krizi geçirmesen bari.”

Göksel’in gözleri daldı. Onun ailesiyle tanışması bu şartlarda hiç yaşanmayacak bir şeydi ve bunu fark etmek onu durgunlaştırdı. Gökhan da bunun farkında olmalıydı ve her ne kadar belli etmese de bu durum genç adamı üzüyor olmalıydı. Böyle önemli ve güzel şeyleri paylaşacak bir ailenin olmaması insanı derinden yaralayacak bir şeydi.

“Sen Berat’ın arkadaşlarıyla tanıştın mı?” diye sordu Ahsen.

“Henüz değil,” dedi Sinem. “Ama okul başladıktan sonra tanışırım, illa denk geliriz.”

“Aynen, farklı kampüslerde olsanız da aynı üniversitedesiniz sonuçta. O da seninkilerle tanışır.”

“Evet, Göksel ve Akın’la tanışmalarını çok istiyorum zaten. Bu konuda Gökhan’la tamamen aynı fikirdeyim.”

“Biri bitmeden diğeri başlıyor,” diyen Göksel içkisinden bir yudum aldı. “Hepinize yetişemem, bir taneyim.”

“Gerçekten de öylesin,” dedi Sinem gülümseyerek ve başını onun omzuna yasladı. “Sen Gökhan’ın arkadaşlarıyla tanışıyorsun, Gökhan da senin arkadaşlarınla tanışır, değil mi?”

“Tanışmak ister misin?”

“Elbette,” dedi Sinem başını kaldırarak. “Çok isterim. Kızlar siz de istemez misiniz? Ahsen tanışıyormuş ama çok ayaküstü olmuştur, onu gerçekten tanımalı.”

“Tabii ki,” diye ona katıldı Ahsen. “Berat’la da Gökhan’la da tanışmayı isteriz. Oturup kalkmaları, konuşmaları, hâl ve hareketleri, size davranışları nasıl, görmüş oluruz.”

“Aynen öyle,” dedi Şevval. “Siz ne zaman isterseniz biz de o zaman hazırız.”

“Aklıma not ettim,” dedi Göksel kadehiyle onları selamlayarak. “Ama biraz zaman geçince bakarız. Ben bu konuda Gökhan kadar aceleci olamam.”

“Berat gibi düşünüyorsun,” dedi Sinem. “Henüz hiç konusunu açmadı, sanırım okulun başlamasını bekliyor.”

Akşamın ilerleyen dakikalarında masadan yükselen konuşma sesleri ve kahkahalar gittikçe arttı. Şevval inkâr etse de çoktan sarhoş olmuştu, Ahsen de sarhoştu ve arkadaşının aksine bunu kabul ediyordu; Göksel ve Sinem sarhoş sayılmazdı ama çakırkeyif durumdaydılar.

“Hadi dans edelim,” dedi cin toniğini bitiren Şevval. “Oturmaya mı geldik? Kıymetlilerinizi kaldırın hanımlar.”

Şevval ayaklanınca kızların hepsi onu durdurmaya çalıştı fakat genç kadın hiçbirini dinlemeyip ayağa kalktı. Üstündeki siyah elbiseyi düzelttikten sonra çalan şarkıyla uyumlu olarak yavaşça salınmaya başladı.

“Gerçekten oturmaya ve bana bakmaya mı geldiniz?” dedi Şevval. “Çok sıkıcısınız. Ahsen bari sen yapma. Okul başlamadan önce eğlenmeyi hak etmiyor muyuz?”

“Biliyor musun? Haklısın,” dedi Ahsen. Sandalyesinden kalktı. “Sikerler. Hadi biraz dans edelim.”

“İşte benim kızım!”

Ahsen’le Şevval dans etmeye başladığında Sinem telefonunu eline aldı.

“Bunu kesinlikle kaydedeceğim,” dedi genç kadın.

“Çok fenasın,” dedi Göksel. “Bana göndermezsen bozuşuruz.”

“Oldu bil.”

Ahsen’in önüne geçen Şevval başını onun omzuna yasladı. Ahsen’den uzun olduğu için bunu yaparken dizlerini kırıp biraz eğildi ve bir kolunu kaldırıp dans etmeye devam etti.

“Dansözmüşsün gibi hissediyorum,” dedi Ahsen. “Parayı alnına mı yapıştırayım yoksa elbisenin askısına mı sıkıştırayım?”

“Paraları üstüme fırlat,” dedi Şevval. “Şöyle şişkin bir deste olursa çok sevinirim.”

“Tabii ki. Kızlar, dansözümüzü parayla donatalım.”

Göksel sanki para fırlatıyormuş gibi sağ elini sol elinin üzerinde hızlıca kaydırırken hepsi gülüştü.

“Alevli meyve tabağı da gelecek mi?” diye sordu Sinem. “Fena olmazdı.”

“O tarz bir mekânda olduğumuzu sanmıyorum,” dedi Göksel. “Ama meyve tabağı, tercihen alevsiz, gerçekten güzel olurdu.”

“Alev olmasın,” dedi Şevval onlara bakarak. “Bu kadar içki içtikten sonra ateşin yanında hepimiz alev topuna döneriz valla.”

 “En başta da sen dönersin,” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “Sünger gibi içtin.”

“İçtiklerimden pişman değilim, aklım hâlâ içemediklerimde.”

“Ailem düzgün arkadaşlar edinmemi söylerken kesinlikle bunu kastetmiyordu.”

Şevval onu duymadan dans etmeye devam etti. Çalan şarkıyı bilmiyordu ama uydurma sözlerle şarkıya eşlik ediyordu. Göksel’le Sinem bir süre daha onları izlemeye devam ettikten sonra Sinem de onlara katılmaya karar verdi.

“Bana da yer açın,” dedi ayaklanan Sinem.

“İşte bu be!” dedi Şevval. “Gök hadi sen de gel.”

“Ben böyle iyiyim,” dedi Göksel elini kaldırarak. “Biramdan içip sizi izleyeceğim.”

“Tamam babaanne.”

Göksel ona dil çıkardığında Şevval de aynı şekilde karşılık verdi. Üç genç kadın dans ederken, Göksel de gülerek onları seyretti. Sarhoş olmak başta mantıklı gelmese de şu an çok eğleniyordu, öyle ki arkadaşlarının sarhoş olmasına sevinmişti bile. Üstelik dans eden sadece onlar değildi, ilerideki masaların birinde oturan bir grup genç de onların dans etmesinden cesaret alarak dans etmeye başlamıştı. Onların da sarhoş olduğu belliydi ve onlar da tıpkı kızlar gibi yaptıkları şeyden çok zevk alıyordu.

“Sende ne numaralar varmış,” dedi Ahsen, Sinem’e bakarak. “Yılan gibi kıvrılıyorsun.”

“Göstermeyi pek tercih etmem ama gerçekten de numaralarım vardır,” diyen Sinem sırtını onun omzuna yasladı. “Alkol utangaçlığımın önüne geçti, iyi ki de geçti çünkü şu an çok eğleniyorum.”

“Bir de bana sor,” dedi uzun kollarını iki yana savuran Şevval. “İnsanlar engelli olduğumu düşünüyor olmalı ama ne düşündükleri o kadar umurumda değil ki.”

Göksel gülerek başını iki yana salladıktan sonra telefonunun ekranını açıp saate baktı. Saat 23.12’ydi. Genç kadın internete bağlanıp mesajlarını kontrol edecekti fakat Ahsen kolundan tutunca bunu yapmak yerine arkadaşına baktı.

“Kalk hadi,” dedi Ahsen. “Sadece sen oturuyorsun ve şu andan itibaren oturmanı yasaklıyorum.”

“Ben böyle iyiyim,” diye karşı çıktı Göksel. “Sizin kadar sarhoş sayılmam, yani hâlâ utanıyorum.”

“Muhtemelen bir daha asla görmeyeceğin insanlardan mı utanıyorsun? Hadi ama, boş ver onları.”

“Orası öyle ama—”

“Aması maması yok, kalk hadi.”

“İyi, peki.”

Göksel ayağa kalktığında Şevval’le Sinem sevinç belirten bir ses çıkardılar.

“Assolist sahnede,” dedi Şevval. “Nihayet aramıza katıldınız hanımefendi.”

“Burada kendi kendime salınsam olur mu?” diye sordu Göksel.

“Hayır çünkü o zaman tadı çıkmaz. Gel böyle, çok eğleneceğiz.”

Göksel diğerleriyle beraber dans etmeye başladığında başlarda utansa da birkaç dakika içinde utangaçlığı gitti ve genç kadın dans etmenin tadını gerçek anlamda çıkarmaya başladı. Sürekli eş değiştirerek dans eden genç kadınlar uzun dakikalar boyunca buna devam etti. Dans ederken hepsinin yüzü gülüyor, gözleri sevinçle ışıldıyordu. Bu akşam hepsi için harika geçiyordu.

Kadıköy’deki evindeki Gökhan içinse durum tam tersiydi. Göksel’e ulaşamayan genç adam evin içinde endişeli bir şekilde dolaşıyordu.

“Sakin ol be oğlum,” dedi koltukta oturan Yağız. “Dışarıda olduğu için telefona bakmıyordur.”

“İnterneti kapalı,” dedi Gökhan ona dönerek. “Aramalarıma da cevap vermedi. Hiç böyle yapmazdı. Bir şey mi oldu acaba? Saat de geç oldu.”

“Arkadaşlarıyla beraber, telefonuna bakmıyordur.”

“Üç kez aradım, üçüne de cevap vermedi. Telefonu çantasında olsa bile illa duyardı.”

“Belki sessizde kalmıştır, belki de gürültülü bir ortamda olduğu için duymuyordur. Aklına kötü şeyler getirme, her şeyin yolunda olduğuna eminim.”

“Öyle mi dersin?”

“Dedim bile. Birazdan aradığını görüp geri döner, rahatla.”

“Umarım döner,” diyen Gökhan diğer koltuğa oturdu ve WhatsApp’a girdi. “Mesajlarım hâlâ tek tik. Sekizden beri haber alamıyorum, dört saat oldu. Ben sahneye çıktım, iki buçuk saat performans sergiledim, eve geri döndüm ve Göksel’den hâlâ ses seda yok. Beni bu kadar merakta bırakmamalıydı.”

“Gerçekten sakinleşmen gerek,” dedi Yağız sırtını koltuğun arkasından ayırarak. “Dışarıda olduğu için aklına en kötü senaryolar geliyor, anlıyorum ama çok yüksek ihtimalle arkadaşlarıyla sohbet etmeye daldı ve bu yüzden de aradığını duymadı.”

“İlk aramamın üzerinden yarım saat geçti, yarım saatte bir kere telefona bakabilirdi. Neyse ya, biraz daha bekleyeyim; zaten beklemekten başka yapacak hiçbir şey de yok.”

Kızlar dakikalarca dans etti. Ahsen’le Sinem masaya otururken, Şevval’le Göksel de lavaboya giderken saatler gece yarısını biraz geçiyordu. Lavaboda işlerini gören ikili masaya döndü.

“Kalkıyor muyuz?” diye sordu Sinem. “Saat gece yarısını geçmiş, hepimizin de uzun bir yolu var.”

“Kalkalım,” dedi Şevval. “Biraz yürüyüp hava da almış oluruz. Eve dönmeden önce kendime gelmem gerek.”

Sandalyesine oturan Göksel telefonunu eline aldığında Gökhan’dan gelen üç cevapsız arama olduğunu gördü.

“Of!” dedi Göksel kendi kendine.

“Ne oldu?” diye sordu Ahsen.

“Gökhan biz dans ederken üç kere aramış. Çok merak etmiş olmalı. Kartımı sana versem ve benim hesabımı da ödesen olur mu? Ben Gökhan’ı arayayım.”

“Olur tabii. Sen Gökhan’ı daha fazla merakta bırakmadan konuş.”

“Çok teşekkür ederim,” diyen Göksel kartını çıkardı. “Temassızla ödersin, biliyorsun zaten. Ben çıkışta olacağım.”

“Tamam bebeğim.”

Çantasını alan Göksel masadan kalktı. Genç kadın mekândan çıktığında Gökhan’ı aradı. Erkek arkadaşı telefonu saniyesinde açtı.

“Göksel?” dedi Gökhan telaşlı bir sesle. “Seni ne kadar merak ettiğime dair en ufak bir fikrin var mı?”

“Özür dilerim,” dedi Göksel mahcup bir sesle. “Kızlarla dans ediyorduk, telefonum da masadaydı. Kafamız iyiydi, telefona bakmak aklıma bile gelmedi. Çok özür dilerim.”

“Sarhoş musun? Lütfen bana araba sürmeyeceğini söyle.”

“Elbette sürmeyeceğim. Zaten arabayla gelmedik, otobüsle döneriz.”

“Ödümü kopardın be kızım. Dışarıdasın, alkollü mekândasın; aklımdan binbir türlü kötü senaryo geçti.”

“Çok haklısın ama işte kızlarla o kadar eğlenceli vakit geçiriyorduk ki telefonun varlığını unuttum. Aslında mesajları kontrol etmek için internete bağlanacaktım ama Ahsen dansa kaldırınca yapamadım. İçin rahat olsun, ben iyiyim.”

“Sarhoşluk durumun?”

“Kendime geleli çok oldu. Ben iyiyim, gerçekten. Artık telaş etmene gerek yok.”

“Bir saatte beş sene yaşlandım ama evet, artık telaş etmeyeyim.”

“Haklısın, çok haklısın ama beni affetsen ve bu hiç yaşanmamış gibi davransak olur mu?”

“Hiç yaşanmamış gibi davranamam ama bir daha hiç yaşanmayacağına dair söz verirsen affedebilirim.”

“Söz veriyorum, böyle bir şey bir daha asla yaşanmayacak.”

“Tamam,” dedi Gökhan. İç çekti. “Şimdi neredesin, ne yapıyorsun?”

“Mekânın dışında kızların hesap ödemesini bekliyorum. Kalktık, eve döneceğiz.”

“Kızlar nerede yaşıyor? Sana yakın yaşayan, yolda yanında olacak biri var mı?”

“Ahsen’le beraber döneceğiz,” diye cevapladı Göksel. Kasada duran arkadaşlarına göz attı. “O da Fatih’te oturuyor, evi bize yakın.”

“Oh iyi bari, yol arkadaşın varmış.”

“Var var, merak etme.”

“Eve varınca haber et,” dedi Gökhan net bir dille. “Bu gece senden bir daha haber alamamak istemiyorum.”

“Apartmana adımımı atar atmaz haber vereceğim, söz. Sen ne yapıyorsun?”

“Evdeyim, senden haber bekliyordum.”

“İyi olduğumu duyduğuna göre sen de iyisin değil mi?”

“İyiyim, sana kızgınım ama iyiyim.”

“Gönlünü almamın bir yolu var mı?”

“Buluştuğumuzda bana sıkı sıkıya sarılsan yeter. Seni özledim.”

“Büyük bir memnuniyetle,” dedi Göksel gülümseyerek. Hesabı ödeyen kızların çıkışa yöneldiğini gördü. “Sana sımsıkı sarılacağım. Ha unutmadan, ben de seni özledim.”

“O zaman anlaştık.”

“Anlaştık. Kızlar geldi, ben artık kapatsam iyi olacak. Eve vardığımda sana haber veririm, sen de rahat bir uyku çekersin.”

“Tamam güzelim. Kendine dikkat et.”

“Ederim. Görüşürüz.”

Göksel telefonu kapatıp yanına gelen arkadaşlarına döndü.

“Telefonlarını açmayınca Gökhan çok endişelenmiş,” diye açıkladı. “İlk gerginliğimizi de bu olay sayesinde yaşamış olduk.”

“Endişelenir tabii,” dedi Ahsen. Onun koluna girdi. “Gönlünü alabildin mi bari?”

“Hı hı, aldım.”

“İyi o zaman. Hadi gidelim.”

“Şevval sen iyi misin?” diye sordu Göksel arkasını dönüp arkadaşına bakarak. Şevval de Sinem’in koluna girmişti. “Sarhoşluğun geçti değil mi?”

“İyiyim bebeğim,” dedi Şevval başını sallayarak. “Kendime epey epey geldim, şimdi yürüyünce de iyice açılırım.”

Şevval’le Sinem vapurla karşıya geçecek, oradan da evlerine gidecekti; Göksel’le Ahsen de ulaşımlarını otobüsle sağlayacaktı. Beşiktaş Meydanı’na kadar kol kola ve sohbet ederek yürüdüler. Saat çok geçti ama cumartesi olduğu için etraf kalabalıktı.

“Siz buradan biniyorsunuz değil mi?” diye sordu Sinem.

“Aynen,” dedi Göksel. “Buradan Fatih’e geçeriz.”

“O hâlde veda vakti geldi.”

Birbirlerine sıkı sıkıya sarılan arkadaşlar vedalaştı.

“Çok dikkatli olun,” dedi Ahsen. “Eve varınca da haber edin.”

“Siz de,” dedi Şevval. “Kendinize iyi bakın.”

Sinem’le Şevval ilerideki iskeleye yürürken Göksel’le Ahsen de onları Fatih’e götürecek otobüse bindiler. Otobüste yan yana oturan iki arkadaş dönüş yolunda müzik dinledi. İkisi de yorulmuştu ve ikisinin üzerinde de alkolün getirdiği bir ağırlık vardı; onlar da konuşmak yerine sessizce müzik dinlemeyi ve yolu izlemeyi tercih etti.

Eminönü’nde inen iki arkadaş buradan evlerine geçmek için taksi çağırdılar.

“Önce seni bırakırız,” dedi Ahsen. “Oradan da ben kendi evime geçerim.”

“Olur,” dedi Göksel. “Taksi gelir umarım. Gelmezse de mecburen babamı ararım, o bizi almaya gelir.”

Yaklaşık on dakikalık beklemenin ardından taksi geldi. Kızlar hemen bildi.

“İyi akşamlar,” dedi Göksel orta yaşlı taksi şoförüne. “Önce Dervişali’ye gideceğiz.”

“Sonra?” diye sordu dikiz aynasından onlara bakan taksi şoförü.

“Silivrikapı,” diye yanıtladı Ahsen. “Ben de oraya gidiyorum.”

“Tamam.”

Taksi dakikalar sonra Göksel’in oturduğu sokağa vardı.

“Burada inebilirim,” dedi Göksel. Arkadaşına döndü ve kısık sesle devam etti: “Taksi ne kadar tutarsa söyle, yarısını hesabına atayım.”

“Bir şey olmaz,” dedi Ahsen elini sallayarak.

“Rica ediyorum.”

“Tamam, söylerim.”

İki arkadaş sıkı sıkıya sarıldı.

“Kendine dikkat et,” diye fısıldadı Göksel onun kulağına. “Eve varınca haber et.”

“Ederim bebeğim,” dedi Ahsen gülümseyerek. “Sizinkilere selamımı söylersin.”

“Başüstüne. Görüşürüz.”

“Görüşürüz güzelim.”

Göksel taksiden inince taksi yoluna devam etti. Taksinin plakasına bir daha bakan genç kadın not aldığı plakada herhangi bir yanlışlık olmadığından emin oldu. Ardından apartman kapısına ilerleyip anahtarıyla kapıyı açtı. O içeri girince sensörlü lamba yandı ve karanlık koridor bir anda aydınlandı. Genç kadın telefonunu çıkardı ve Gökhan’a mesaj yazdı.

Ben eve vardım sevgilim, haberin olsun. Bugün için yeniden özür dilerim, seni seviyorum. Görüşürüz

Mesajı gönderdikten sonra asansöre ilerledi ve evine çıktı.

Sonunda biraz tatsızlık çıkmış olsa da onun için gerçekten de eğlenceli, keyifli ve güzel bir akşam olmuştu.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil