Kadrajdaki Dünyalar | 23. Kare: Aile Üyeleri

Kadrajdaki Dünyalar'ın 23. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Şubat 26, 2023 - 11:00
Şubat 26, 2023 - 10:17
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 23. Kare: Aile Üyeleri

Bölüm fotoğrafı: Anete Lusina

Moda’da pazar yoğunluğu hâkimdi. İşletmeler müşterilerle, sokaklar da yayalarla doluydu. Gökhan ve Yağız’la buluşmak için buraya gelen Göksel, arabasını onlarla buluşacağı kafenin bir üst sokağına park edip araçtan indi. Krem rengi baget çantasını omzuna aşan genç kadın mavi elbisesinin eteğini de düzelttikten sonra yürümeye başladı. Bir alt sokağa vardığında haritadan kafenin yerine baktı, ardından sağa doğru yürüdü ve aradığı tabela karşısına çıktı. Derin bir nefes aldı.

İşte, gelmişti.

“Sakin ol,” diye düşündü. “Doğal davran, kendin ol, hiç kasma.”

Göksel kafeye ilerledi. Kafenin önünde küçük bir bahçesi vardı ve tanıdık iki sima kafe binasının önündeki masada oturuyordu. Onlar Gökhan’la Yağız’dan başkası değildi. Yağız, Gökhan’ın iş çıkışına gitmişti ve iki arkadaş buraya beraber gelmişti.

“Moda’ya vardığını yazmıştı,” dedi Yağız karşısında oturan Gökhan’a bakarak. “Şimdiye kadar gelmiş olması gerekmiyor mu?”

“Gelmek üzeredir,” diyen Gökhan çevresine bakındığında kafeye giren Göksel’i gördü. “Geldi bile.”

Yağız başını çevirip kafenin girişine baktığında Göksel’i gördü. Onları gören genç kadının yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Gökhan ayağa kalkarken Yağız da ayaklandı.

“Merhaba,” dedi onların yanına giden Göksel. “Çok bekletmedim umarım.”

“Hoş geldin,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Ve bekletmedin.”

Çift yanaktan öpüştü.

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Yağız, Göksel; Göksel, Yağız.”

“Merhaba,” diyen Göksel ona elini uzattı. Bu esnada onu inceledi. Yağız hafif dalgalı, koyu kestane rengi gür saçları omuzlarına gelen, ufak kahverengi gözlü; kemerli bir burnu, orta dolgunlukta pembe dudakları ve köşeli bir çenesi olan yakışıklı bir gençti. Tüm yazı denizde geçirdiği için ten rengi oldukça bronzdu, üzerine giydiği krem rengi tişörtü bronz teninde çok hoş duruyordu. “Tanıştığıma memnun oldum.”

“Merhaba,” diyen Yağız onunla tokalaştı. “Ben de tanıştığıma memnun oldum Göksel. Hoş geldin.”

“Hoş buldum.”

Gökhan yanındaki sandalyeyi çekince Göksel oraya oturdu ve erkek arkadaşına bir gülümseme gönderdi.

“Nasılsın?” diye sordu Gökhan.

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Seni gördüm, daha iyi oldum. Arabayı yakınlarda bir yere park edebildin mi bari?”

“Evet, üst sokağa park ettim. Bu arada sipariş verdiniz mi?”

“Hayır, seni bekledik. Şimdi beraber veririz.”

“Tamam,” diyen Göksel gülümsedi ve Yağız’a döndü. “Sen nasılsın?”

“İyiyim, teşekkür ederim,” dedi Yağız gülümseyerek. “Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Buluşmaya zaman ayırdığın için teşekkür ederim. Gökhan senden çok bahsediyor, nihayet tanışabildiğimiz için mutluyum.”

“Gökhan senden de çok bahsediyor,” diyen Yağız arkadaşına kısa ve anlamlı bir bakış attı. “Zaman ayırdığın için ben de teşekkür ederim. Çok naziksin.”

“Sevdiğim insanlardan sevdiğim insanlara bahsederim,” dedi Gökhan. Göksel’in beline dokundu. “Hepimiz burada olduğumuza göre hadi siparişlerimizi verelim.”

Menü için masadaki karekodu okutan gençler menüyü inceledi. Kafenin geniş bir menüsü vardı ama hepsi güvenli limanda kalıp kahve sipariş etmeye karar verdiler. Göksel’le Gökhan kapuçinoda karar kılarken Yağız da Americano’yu tercih etti. Bir garsona siparişlerini verdiler.

“Gökhan bahsetti ama bir de senden duymak isterim,” dedi Yağız dirseklerini masaya yaslayıp. “Neler yapıyorsun, nelerle ilgileniyorsun?”

“Öğrenciyim,” diye başladı Göksel. “Yıldız Teknik Üniversitesinde Fotoğraf ve Video bölümünde son seneme başlayacağım. Ortaokuldan beri fotoğraf çekiyorum; lisede videoya da merak saldım ve zamanla ikisinde de kendimi geliştirdim, geliştirmeye de devam ediyorum. @kadrajdakidunyalar isminde bir sosyal medya hesabım var, çektiğim fotoğrafları orada paylaşıyorum. Gökhan’ın fotoğrafını da orada paylaşmıştım ve bu şekilde tanışmıştık. Mezun olduktan sonra profesyonel olarak fotoğraf ve video çekimleri yapmak, bu sektörde bir kariyer inşa etmek istiyorum.”

“Çocukluğundan beri bu alanla ilgileniyorsun yani, ne güzel. Bu alanda lisans eğitimi aldığına göre bu sektörde çalışmak ergenliğinden beri hayalindi.”

“Evet, öyleydi. Liseye giderken bu alanda çalışmak istediğimden emindim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki fotoğrafçılıkla ilgili bir bölüm okumak hayatımda verdiğim en iyi kararlardan biri.”

“Senin adına çok sevindim. Son senende başarılar dilerim.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Sen de kendinden bahsetmek ister misin?”

“Olur,” dedi Yağız. Arkasına yaslandı. “Ben de küçük yaşlarımdan beri müziğe ilgili biriyim. 13 yaşındayken ilk gitarımı aldım ve müziğin ilgim olmaktan çıkıp tutkuma dönüştüğü süreç başladı. Lisede gelecekte ne yapmak istediğimi, hangi meslek dalında çalışmak istediğimi çok düşündüm ve her zaman aynı sonuca ulaştım: Müzisyen olmak istiyordum. Yıllarca süren çalışmalar sonucu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarını kazandım, ben de son sınıfım ve umuyorum ki önümüzdeki yaz sağ salim mezun olup yoluma bakabileceğim. Bu arada gitarın yanında piyano, bateri ve org da çalıyorum; şarkılar yazıyorum, besteliyorum, söylüyorum.”

“Çok hoş,” dedi başını sallayan Göksel. “Şarkılarını paylaşıyor musun yoksa Gökhan gibi sen de bu konuda çok ketum musun?”

“Gökhan gibiyim. Bu konuda ikimiz de hiç paylaşımcı değiliz. Öyle ki çoğu zaman birbirimizin eserlerini aynı evde yaşadığımız için duyuyoruz ve bir araya gelince, ‘Güzel şarkı/beste,’ diyoruz.”

“Hadi canım,” dedi Göksel gülerek. Gökhan’a baktı. “Bu kadar mı ketumsunuz?”

“Bu kadar,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Bir şarkı ya da beste son hâlini almaya yaklaşmadıysa birbirimize hiç çalmayız. Bir şeyler oluşunca çalıp fikir alışverişinde bulunuyoruz.”

“Senin kadar açık birinin müziği konusunda bu kadar gizemli olduğunu görmek çok ilginç.”

“Kendi tecrübelerimden yola çıkarak şarkı yazdığım için bunu başkalarıyla paylaşmak benim için ekstra zor, paylaşmaya değer şeyler ortaya koymaya çalışıyorum ve bu fikre ulaşana kadar da süreci gizli tutuyorum. Yağız’ın da dediği gibi aynı evde yaşadığımız için birbirimizin çaldığı şeyleri duyuyoruz, birkaç kelimelik yorumlarda bulunup karşı taraf fikrimizi sorana kadar da susuyoruz.”

“Bu çok güzel ve kıymetli bir şey aslında,” dedi Göksel. Yağız’a döndü. “Birbirinize saygı duyuyorsunuz.”

“Kesinlikle çok kıymetli,” diye onayladı Yağız. “Hem ikimiz de çok genciz, hiçbir acelemiz yok. Hâlâ daha kendimizi tanıyor ve gerçekten ne yapmak istediğimizi anlamaya çalışıyoruz.”

“Aynen öyle,” dedi Gökhan. “Sürecin tadını çıkarıyoruz.”

“Takdir ettim,” dedi Göksel ona yaklaşarak. “Yine güzel düşüncelerini konuşturuyorsun.”

“Sanırım,” diyen Gökhan ona uzandı ve onun yanağını öptü. “Bugün ne güzel olmuşsun sen böyle.”

“Ben de aynı şeyi senin için düşünüyordum,” deyip onu inceledi Göksel. Gökhan’ın üstünde yabancı bir şehrin fotoğrafının baskısı olan kısa kollu beyaz bir tişört, dizleri yırtık mavi bir kot ve beyaz spor ayakkabılar vardı. İkisi halka ikisinin de ucunda yıldız olan küpeler kulaklarındaydı, üç yüzüğü de uzun parmaklarını süslüyordu. “Çok hoş olmuşsun.”

“Bugün için süslendim.”

Onlar kısık seste flörtleşirken Yağız yüzünde bir gülümsemeyle onları seyrediyordu. İkisinin gözleri de birbirine bakarken aşkla parlıyor, yüzlerinde güller açıyordu. Birbirlerini ne kadar sevdikleri belliydi ve onları ilk kez beraber gören Yağız onların adına çok sevindi. Özellikle de biricik dostu Gökhan adına. Genç adam mutlu olmayı en çok hak eden kişilerden biriydi ve onun mutlu olduğunu görmek Yağız’ı da mutlu ediyordu.

“Okulunuz da başladı,” dedi Göksel. “Durumlar nasıl? Okulu, dersleri, ortamı özlemiş misiniz?”

“Şahsen çok özlemişim,” diye yanıtladı Gökhan. “Müzikle iç içe olmayı, arkadaşlarımla vakit geçirmeyi çok özlemiştim.”

“Ben de öyle,” dedi Yağız. “Aylar sonra arkadaşlarımı görmek çok iyi geldi, bu hafta hepsi gelmemişti ama yarından itibaren hepsi okulda olur. Senin okulun başladı mı?”

“Önümüzdeki hafta başlıyor,” dedi Göksel. “Bu sene biraz geç başlıyor.”

“Bayağı geç başlıyormuş, geç de biter ama en azından yaz tatilin uzun sürdü.”

“Aynen, ben de olumlu tarafından bakıyorum. Dolu dolu bir yaz tatili geçirdim.”

“Ne güzel. Benim için de öyleydi. Balıkesir’de yaşıyorum biliyorsun; tüm yaz deniz, kum ve güneşin tadını çıkardım. Balıkesir’de de çok arkadaşım var, onlarla vakit geçirip eğlendim ve tabii ki bolca oyun oynadım. Bilgisayar oyunlarını çok severim de.”

“Öyle mi? Favorilerin neler?”

“Sen de mi seviyorsun yoksa?”

“Hayır ama bir ağabeyim olduğu için aşinayım. Oyun oynamayı o da sever, evli bir öğretmen olmasına rağmen hâlâ daha oynuyor.”

“Kaç yaşında?”

“Yirmi yedi.”

“Gençmiş daha, şahsen ben yaşlansam da oynarım gibime geliyor.”

“Muhtemelen o da oynayacak.”

“İşte gerçek bir gamer. Oyunlardan tek bir favori seçemem ama aklıma ilk gelenler PES, GTA, Counter Strike, Valorant, Call of Duty. En çok bunları oynarken keyif alıyorum. Gökhan da oyun oynamayı çok sever.”

“Öyle mi?” diyen Göksel, erkek arkadaşına baktı. “Hiç bahsetmedi.”

“İroni yapıyor,” dedi Gökhan ona bakarak. “Ben çalışan bir öğrenci olduğum için oyun oynamaya zamanım kalmıyor ama geçmişte GTA oynadım, PES’i hâlâ daha severek oynarım ve iyiyimdir de, CS’yi de bazen Yağız’ın hesabından oynuyorum.”

PES oynamayı ben de biliyorum.”

“Hadi canım.”

“Harbi mi?” diye atıldı Yağız.

“Harbi,” dedi Göksel gülerek. “Ne dediğimi duymadınız mı? Ağabeyim var. Elbette PES oynamayı biliyorum.”

“Bir gün beraber PES atıyoruz o zaman,” dedi Gökhan. “Hünerlerini görelim Göksel Hanım.”

“Manyak oynarım, şimdiden söyleyeyim.”

“Ben de iddialıyımdır.”

“Hadi bakalım.”

“Ben de gelmek istiyorum,” dedi Yağız. “Yarışma yaparız.”

“Çakala bak,” dedi Gökhan gözlerini kısarak. “Kan kokusuna gelen sırtlan gibisin yemin ediyorum.”

“Yenileceğini bildiğin için böyle yapıyorsun, seni de anlıyorum.”

“Belki ben seni yenemem ama Göksel yenebilir. Manyak oynadığını söylüyorsa gerçekten manyak oynuyordur.”

“En son ne zaman oynadın?” diye sordu Yağız Göksel’e bakarak.

“Geçen pazar olması lazım,” dedi Göksel. “Babamla kapıştık. Kazandım.”

“Evinizde var mı?”

“Var.”

“Başım biraz dertte olabilir,” dedi Yağız gözlerini büyüterek. “Bir gün ayarlayalım da oynamaya gidelim.”

“Olur, bana uyar.”

Genç bir kadın garson onların sipariş ettikleri kahveleri getirdi. Americano’nun sahibini öğrendikten sonra kahveyi Yağız’ın önüne koydu, kapuçinoları da çiftin önüne bıraktı.

“Afiyet olsun.”

“Teşekkür ederiz,” dedi hepsi birden.

Garson uzaklaşınca Göksel fincanı kendine yaklaştırdı. Fincan ağzına kadar doluydu ve kahvenin üstünde oldukça kalın bir köpük tabakası vardı. Lezzetli görünüyordu.

“İlk buluşmamızda kapuçinolarının çok güzel olduğunu söylediğim yer burasıydı,” dedi Gökhan kız arkadaşına dönüp. “Seversen dediğim gibi kışın da geliriz.”

“Öyle mi?” diyen Göksel ince kaşlarını havaya kaldırmıştı. “Bunu bilmeden kapuçino sipariş etmem çok tuhaf.”

“Seni biraz etkilemiş olabilirim ama kapuçino söylemen iyi oldu. Bakalım sevecek misin?”

“Sen güzel diyorsan güzeldir.”

“Bana bu kadar güveniyorsun yani?”

“Tabii ki güveniyorum, sen benim zevklerime güvenmiyor musun?”

“Beni erkek arkadaşın olarak seçtiğine göre güvenilecek bir zevkin var demektir.”

Üçü de gülüştü. Gökhan’a yaklaşan Göksel onun yanağını öptü.

“Haklısın,” dedi genç kadın. “Yetenekli sanatçı kişiliğin, beyefendiliğin ve harika kişiliğinle tam da istediğim gibi bir erkek arkadaşsın.”

Gökhan’ın yüzüne bir gülümseme yayıldı. “Bak sen,” dedi keyifli bir sesle. “Beyefendiyi hanımefendi, erkeği de kız olarak değiştirirsek ben de senin hakkında tıpatıp aynı düşünüyorum.”

Gökhan da Göksel’in yanağını öperken Yağız kahvesinden büyük bir yudum aldı. Karşısında böyle sevgi dolu bir çift otururken genç adam biraz sap hissetmişti.

“Hadi tadına bak,” dedi Gökhan çenesiyle kahveyi göstererek.

“Bakayım,” diyen Göksel, kahveden bir yudum içti. Yüzünde memnun bir ifade beliren genç kadın başını salladı. “Çok güzelmiş gerçekten. Beğendim.”

“Afiyet olsun.”

“Size de.”

Göksel kahvenin köpüğünden de bir kaşık alıp tadına baktı. Kahve de köpüğü de oldukça lezzetliydi, şeker miktarı da yerli yerindeydi. Gökhan’ın övdüğü kadar vardı.

“Yarın dersiniz var değil mi?” diye sordu Göksel.

“Var,” diye onayladı Yağız. “Öğleden sonra orkestra dersimiz var. Bu dönem ders programımız çok yoğun, zorlu geçecek.”

“Orkestra diye bir dersinizin olması aşırı havalı. Müzikle bu kadar iç içe olmak, müziğin her dalında eğitim almak sizin gibi büyük müzikseverler için harika bir his olmalı.”

“Kesinlikle öyle. Müzikte a’dan z’ye her şeyi öğrendik sayılır, kalanları da bu sene tamamlayacağız. Senin bölümünün içeriği nasıl?”

“Adının hakkını veriyor, derslerimiz fotoğraf ve video temelli. Fotoğraf tarihi, fotoğraf ve video bilgisi, çekim teknikleri, görüntü, tasarım, stüdyo dersleri var; uygarlık tarihi ve sanat tarihi dersleri de aldık.”

“Sanat tarihini biz de aldık,” dedi Gökhan. “Bölüm derslerinden daha çok zorladı vicdansız.”

“Beni de öyle ama çok şey kattı.”

“Aynen. Yağız’ın en iyi olduğu derstir, o kadar iyi ki kıl payı geçti.”

“Geçtim mi geçtim,” dedi Yağız. “Ben Hatice’ye değil neticeye bakarım. Hem ben tarihi sevmem ki sanat tarihini seveyim. Tarihin her türlüsü iç şişiriyor. Tarihçiler alınmasın.”

“Kerem duymasın,” dedi Gökhan gülerek. Kız arkadaşına baktı. “Sanat Tarihi öğrencisi ve bölümünü çok seviyor. Sanat hakkında o kadar bilgili ki insanın ağzını açık bırakıyor.”

“Henüz tanışmadım ama Kerem bana aşırı entelektüel bir hava veriyor,” dedi Göksel. “Sanat Tarihi okuyor, gitar çalıyor falan; boş biri olmadığı belli.”

“Öyledir. Tanıdığım en entelektüel kişi olabilir. Çok kitap okur, dizi/film izler; sürekli kendine bir şeyler katıyor.”

“Bu çok güzel bir şey. Helal olsun.”

“Hakkında sohbet edemeyeceği konu yoktur,” dedi Yağız. “Oturup seninle fotoğrafçılık hakkında bile sohbet eder, bir sürü de fotoğrafçı sayar eminim.”

“Merak ettiğim biri. Bir gün onunla tanışmayı da isterim.”

“Tanıştırırım,” dedi Gökhan. “O da seni merak ediyor ve tanışmayı o da ister.”

“Anlaştık.” Göksel yeniden Yağız’a döndü. “Sen ne tür müzikler dinlemekten hoşlanıyorsun? Pek çok türü dinliyorsundur da favorilerin hangileri?”

Yağız düşünmeden, “Rock favorim,” dedi. “Sert riff’ler, uzun ve melodik sololar dinlemekten büyük keyif aldığım şeyler. Yerli yabancı yüzlerce grubu çok severek dinliyorum. Metal müziği de çok severim, insanların birçoğu için şiddeti çağrıştırsa da benim huzur bulduğum bir tür. Müzik dinlediğimde yüzde doksan bu iki türü dinlerim. Üzerinde çalıştığım şarkılarım da rock türündeler bu arada. Bunlar dışında Gökhan kadar olmasa da blues da severim, Yavuz Çetin çok sevdiğim bir müzisyendir ve en çok dinlediğim blues sanatçısıdır.”

“En sevdiğin gruplar hangileri?”

“Of, cevaplaması en zor olan sorulardan bir tanesi. Rock müzikte eski grupları daha çok seviyorum; Led Zeppelin, Pink Floyd, The Beatles, Aerosmith, Queen, The Rolling Stones, Nirvana... Çok var ama aklıma ilk gelenler bunlar, rock müziğin efsanevi isimleri hatta tanrıları.”

“Bunları dinleyerek büyümüş olmalısın.”

“Aynen, beni çok etkileyen gruplar ve müzisyenlerdir. Sen neler dinliyorsun? Biraz da sen bahsetmek ister misin?”

Yağız’ın da ona bu konuda soru sorması, sohbeti devam ettirmesi Göksel’in hoşuna gitti. Bu tanışma buluşması iyi geçiyordu ve zaman ilerledikçe ikili arasındaki iletişim de gelişiyordu. Korktuğu hiçbir şey başına gelmemişti: Ne suspus oturuyordu ne de konuşunca saçmalıyordu.

“Bahsedeyim,” dedi Göksel gülümseyerek. Konuşmadan önce kahvesinden bir yudum içti. “Kafa şişirmeyen tüm şarkıları dinleyebilirim. Alternatif, pop, R&B, hafif rock türleri favorilerim. En sevdiğim müzisyen The Weeknd’dir, bütün şarkılarını çok severek dinliyorum. Grup olarak da Cigarettes After Sex’i çok severim. Yerli olaraksa çoğunlukla rock gruplarını dinliyorum: Duman, mor ve ötesi, maNga, Pinhani; daha yeni olanlardan Yaşlı Amca, Dolu Kadehi Ters Tut, Son Feci Bisiklet gibi.”

“Yerli müzik konusunda çok zevkliymişsin,” dedi Yağız memnun bir surat ifadesiyle. “Eski rock grupları efsane, yenileri de çok güzel ve gelecek vaat eden gruplar. Yabancı olanları dinlemiyorum ama The Weeknd çok popüler olduğu için tarzına aşinayım, farklı ve özgün bir tarzı var.”

“Evet ve onunla ilgili en sevdiğim şey de bu. Sanat insanın kendini hiçbir kalıba sokmadan özgürce ve dilediği şekilde ifade edebileceği bir alan, The Weeknd ya da gerçek adıyla Abel da bunu başarıyla yapan sanatçılardan biri.”

“Böyle düşünüyorsan böyledir tabii. Sonuçta sen de bir sanatçısın ve başka sanatçılara da bir sanatçının gözüyle bakabiliyorsun.”

“Kendime sanatçı diyemem ama kendi de ortaya eser koyan birinin gözünden bakınca dediğin gibi pek çok şeyi görebiliyorum.”

“Gökhan çok mütevazı biri olduğundan da bahsetmişti.”

“Atladığın bir nokta var mı?” dedi Göksel, erkek arkadaşına bakarak. Hep beraber gülüştüler. “İddiasız bir yaşam sürmek hoşuma gidiyor diyeyim.”

“Öyle bir havan da var.”

“Genelde böyle söylerler.”

Gökhan elini Göksel’in beline koyup genç kadının belini okşamaya başladığında Göksel ona kısa bir bakış atıp gülümsedi, sol elini genç adamın dizine koydu ve ardından kahvesinden büyük bir yudum içti.

“Ailen ne yapıyor?” diye sordu Yağız. “Ne işle meşguller?”

“Babam bir mağazada müdür,” diye cevapladı Göksel. “Annem de bir şirketin pazarlama departmanında müdür yardımcısı. İkisi de İşletme mezunu ve uzun yıllardır bu sektörde çalışıyorlar. Ağabeyim coğrafya öğretmeni, geçen sene evlendiği eşiyle birlikte Ankara’da yaşıyor.”

“Ankara mı?” diyen Yağız şaşırarak Gökhan’a baktı. Onun ailesinin de Ankara’ya taşındığını biliyordu. “Merkezindeler mi?”

“Evet, Keçiören’deler.”

“Ziyarete gidiyor musunuz ya da sen tek başına gidiyor musun?”

“Ankara’da evlendikleri için düğün dönemi oradaydık ama sonrasında fırsatımız olmadı.”

“Anladım. Benim annem de Nüfus Müdürlüğü’nde memur, babam da bir fabrikada ustabaşı. 17 yaşında Yiğit adında bir kardeşim var, bu sene üniversite sınavına hazırlanıyor. Hedefi mühendis olmak, hiç bana çekmemiş ama bunun dışında birbirimize benzeriz. İkimiz de şakacı, enerjisi her daim yüksek, eğlenceli, oyun oynamayı çok seven insanlarız.”

“Bir kardeşe sahip olmak çok güzel,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok yakın mısınızdır?”

“Etle tırnak gibiyizdir. Keratayı çok severim, tüm ailem bir yana Yiğit bir yana; o derece.”

“Kardeşin yeri gerçekten çok ayrı oluyor, seni iyi anlıyorum.”

“O zaman senin de ağabeyinle aran iyi?”

“Evet, her kardeş gibi bizim de atışmalarımız, birbirimizi gıcık etmelerimiz oluyor ama bunlar da birbirimizi sevdiğimiz için zaten. Ağabeyim Giray çok esprili, komik, eğlenceli, deli dolu biridir; ailemizin neşesidir.”

“Adı Giray mı? Bizim isimlerimiz gibi sizinkiler de uyumluymuş.”

“Aynen, ebeveynlerim uyumlu olmasını istemiş.”

“Bizimkiler de öyle.”

İkili birbirine gülümsedi.

“Tek çocuk olan ben konuya aşırı Fransız kaldım,” dedi Gökhan. Kahvesinden içti. “Aslında bir kardeşim olmasını isterdim ama annemle babam onun da travması olacağı için tek çocuk olmam en iyisi olmuş. Bir başka çocuğun da travmatize edilmesini istemezdim.”

Göksel destek olurcasına onun kolunu sıvazladığında Gökhan ona gülümsedi ve eliyle genç kadının kolundaki elini okşadı.

“En azından kardeşinin sana destek olacağını, seni anlayacağını düşünüp bir kardeşin olmasını isteyebilirdin,” dedi Göksel. “Ama kalbin öyle büyük ki kendini düşünmektense hiç var olmamış kardeşini düşünüyorsun. Çok tatlısın.”

“Ne kadar zor olduğunu biliyorum ve bunu hiç kimsenin yaşamasını istemem. Ben yaşanılanları göğüsleyebildim, aileme karşı gelip istediğim hayatı kurabildim, kendi ayaklarımın üzerinde durabildim ama kardeşim olsaydı belki de bunu başaramazdı ve onun için çok üzülürdüm. Bazen yalnız yol almak en iyisi.”

“Haklısın,” dedi onu dikkatle dinleyen Yağız. “İki kişilik hüzün yaşamaktansa tek kişilik hüzün yaşamak daha iyi. Despot aileler tüm çocuklarına aynı şeyi yaşatıyor.”

“Aynen öyle. Hem belki öz kardeşim olmayabilir ama öz kardeşim gibi yakın olduğum, değer verdiğim dostlarım var. Sen varsın, Kerem var, Barışlar var, Buğralar var. Sizler bana kardeş olmak için kan bağına gerek olmadığını gösterdiniz.”

“Bak ya, duygulandırmasına pezevenk.” Yağız, Göksel’e döndü. “Pardon, özür dilerim.”

“Sıkıntı değil,” dedi Göksel gülerek. “Pezevenk hariç aynı şeyleri düşünüyorum.” Erkek arkadaşına baktı. “Ortamı duygulandırma.”

“Duygular yasaklandı mı?” dedi Gökhan. “Size de iki güzel laf söylemeye gelmiyor. Tamam, artık güzel söz yok.”

“Güzel söz elbette yasaklanmadı ama sen güzel ve çok duygusal şeyler söylüyorsun; hâliyle biz de çok duygulanıyoruz ama şu an duygulanmasak daha iyi olacak.”

“Öyle olsun. Aile üyelerimle aynı masada oturunca çok duygusallaştım, mazur görün.”

“Aile üyelerin mi?” diyen Göksel’in yüzünde şaşkın bir gülümseme oluştu.

“Evet, aile üyelerim. Biricik sevgilim ve kardeşimle aynı masada oturuyorum.”

Göksel başını onun omzuna yaslayınca, Gökhan gülümseyerek onun yanağını okşadı.

“Göksel’i de kaybettik,” dedi Yağız. “Çabuk kendinize gelin yoksa harbiden bozuşuruz.”

“Tamam tamam,” diyen Göksel başını erkek arkadaşının omzundan kaldırdı. “Çok tatlı ve kıymetli bir cümleydi, bunu söylemeden geçemeyeceğim. Sen de benim ailemin bir üyesisin.”

“Bunu duyduğum iyi oldu,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bak şimdi çok keyiflendim.”

Genç adam kahvesinden bir yudum içti.

“Biraz fotoğrafçılığın hakkında sohbet etmek istiyorum,” dedi Yağız, Göksel’e bakarak. “Ne tarz fotoğraflar çekiyorsun?”

“Konuşmayı sevdiğim bir konu,” dedi Göksel. “Sokak ve mimari fotoğrafçılığı favorilerimdir. Fotoğraf çekmeye de sokakları, binaları çekmekle başladım ve aradan geçen uzun yıllarda bu iki türe olan sevgim hiç azalmadı. Doğma büyüme İstanbullu olarak bu tarihî şehrin eski sokaklarını, görkemli yapılarını çekmekten büyük keyif alıyorum. Gökyüzünü çekmeyi de çok seviyorum, özellikle gün doğumu ve gün batımı vakitleri çoğu kişi gibi benim de favorim. Analog fotoğrafçılığı da çok severim, fotoğraflardaki eski hava aşırı hoşuma gidiyor. Son yıllarda film fiyatları müthiş arttı ama ara sıra çekmeye devam ediyorum. Bir de polaroid kameram var, makine fotoğrafın fiziksel kopyasını çıkardığı için çoğunlukla kendimi ve çevremdekileri çekip anı olarak saklıyorum. Genelde insanları çekmem, birinin fotoğrafını çekmeyi istemem için kişinin o an yaptığı şey ilhamımı uyandırmalı; onun dışında fotoğraf çekesim gelmiyor.”

“Bak sen,” dedi Gökhan sırıtarak. “Demek ilhamını uyandıran insanların fotoğraflarını çekiyorsun.”

“Aynen öyle yapıyorum,” dedi Göksel ona yandan bir bakış atarak. “Mesela bir kafede sahne alan olağanüstü bir müzisyen benim ilhamımı uyandırabilir, beni kendine hayran bırakabilir ve ben ölünceye dek onun fotoğraflarını çekmek isteyebilirim.”

“Mesela sen de bir kafede sahne alan bir müzisyenin ilhamını uyandırabilir, onu kendine hayran bıraktırabilir ve müzisyen ölünceye dek senin için şarkılar yazıp çalmasına neden olabilirsin.”

“Mesela siz de bu tatlılığınızla birilerini çok sap hissettirebilirsiniz,” diye araya girdi Yağız. Parmağıyla kendini işaret etti. “Birileri.”

Göksel ve Gökhan gülüştü.

“Maşallah de,” dedi Gökhan. “Nazar değmesin.”

“Maşallah,” dedi Yağız. “Tü tü tü tü. Kıçınızı kaşıyın.”

Gökhan onun dediğini gerçekten de yapınca masadan kahkaha sesleri yükseldi.

“Sen de kaşı,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. “Aman diyeyim nazara gelmeyelim.”

“Bir şey olmaz,” dedi Göksel. “Aramızdaki şey kem gözlerin art niyetinin etki edemeyeceği kadar gerçek.”

“Hatırlat da ortam müsait olunca seni öpeyim.”

“Unutabilirsin yani?”

“Yok, unutmam da formaliteden söyledim, sana haber vermek için.”

“Peki.”

Göksel onun gözlerinin içine bakarak kahvesinden bir yudum içti.

“Konu da dağıldı ama fotoğrafçılığım hakkında bunları söyleyebilirim,” dedi Göksel, Yağız’a bakarak. “Kısa ve öz şekilde anlatmaya çalıştım.”

“Sokak ve mimari demek,” dedi Yağız. “Dijital fotoğrafların yanında analog ve polaroid fotoğraflar da çekiyormuşsun. Epey geniş bir fotoğrafçılık alanın varmış, takdire şayan.”

“Teşekkür ederim. Fotoğrafçılığın her türünü, her alanını seviyorum ve farklı fotoğraflar çekmekten hoşlanıyorum.”

“Hesabını takibe alabilirim değil mi? Fotoğraflarını görmeyi çok isterim.”

“Elbette alabilirsin, buna çok da sevinirim.”

“O zaman hemen takip edeyim,” diyen Yağız telefonunu aldı ve hesabına girip Göksel’in hesabını buldu. Hesabın isim ve biyografi kısmında hâlâ aynı şeyler yazıyordu fakat profildeki sayılarda değişiklikler vardı. Hesabın 71 gönderisi, 826 takipçisi ve takip ettiği 227 hesap vardı. Genç fotoğrafçının aktif olarak fotoğraf paylaştığı hesabı gün geçtikçe büyümeye devam ediyordu.

Dünya, kadrajımıza yansıdığı kadardır,” diye dile getirdi Yağız biyografide yazan cümleyi. “Çok güzel bir cümle. Sana mı ait?”

“Evet,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hesabımın adını açıklayan bir cümle. Teşekkür ederim.”

“Epey renkli bir hesaba benziyor.” Yağız hesabı takip etti. “Müsait olduğumda inceleyeceğim.”

“Ben de seni takip ederim. Kişisel bir hesabım yok, bu yüzden tanıdıklarımı buradan takip ediyorum.”

“Kişisel hesabın yok mu?” diyen Yağız çok şaşırdı. “Bu devirde böyle birini bulmak çok zor.”

“Sanırım öyle. Kendimi paylaşmaktansa çektiğim fotoğrafları paylaşmak daha cazip geliyor.”

“Herkesin kendi kararı sonuçta.”

“Aynen.”

Göksel de kendi cep telefonunu çıkardı. Gökhan’la Yağız okul hakkında konuşurken Göksel de sosyal medya hesabına girdi. Yeni takipçisinin bildirimi hemen gelmişti.

Yağız Korkmaz

Balıkesir/İstanbul

İÜ Devlet Konservatuvarı

Genç adamın profil fotoğrafında dışarıda çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Yağız gülümsemeden poz vermiş, yüzünün iki yanından omuzlarına dökülen dağınık saçları ona şirin bir hava katmıştı. Hesabı gizliydi; 25 gönderisi, 957 takipçisi ve takip ettiği 736 hesap vardı. Gökhan gibi Yağız da çevresi çok geniş biriydi ve bu sayılar bunu açıkça gösteriyordu.

Onun hesabını incelemeyi bitiren Göksel genç adama takip isteği gönderdi. İlk görüşmeden birbirlerini takip de ettiklerine göre bu tanışma buluşması gerçekten de iyi geçiyordu.

“Aha ben,” dedi Gökhan, Yağız’ın biyografisinin altındaki hesabını göstererek. Gökhan, Yağız’ı takip ettiği için hesabı orada görünüyordu. “Profil fotoğrafım çok eskidi, değiştirsem mi acaba?”

“Olabilir,” dedi ona bakan Göksel. “Bir sürü güzel fotoğrafın var.”

“Senin çektiklerin favorim. Bir tanesini koyayım.”

“Nasıl istersen.”

Gökhan onun yanağından makas aldıktan sonra Yağız’a döndü. “Senden bir ricam olacak,” dedi. “Fotoğrafımızı çeker misin?”

“Çekerim tabii,” dedi Yağız. “Kimin telefonuyla?”

“Göksel’inkiyle. Malum benimki fosil sayılacağı için fotoğraf çekme konusunda da çağın çok gerisinde.”

“Telefonlar da aşırı pahalandı,” dedi Göksel. Telefonunu Yağız’a uzattı. “İlk fırsatta yenisini alırsın artık.”

“Öyle yapacağım.”

Birbirine iyice yaklaşan çift samimi pozlar verdiğinde Yağız onları çekti.

“Çok tatlı çıktınız,” dedi Yağız. “Alıp inceleyin bakalım.”

Göksel’le Gökhan çekilen birkaç fotoğrafı incelediğinde fotoğraflara bayıldılar. Hepsinde çok hoş çıkmışlardı.

“Bunu hikayeme atacağım,” dedi Gökhan. Ekranda açık olan fotoğrafta Göksel yanağını Gökhan’ın omzuna yaslamıştı, Gökhan da kolunu genç kadının beline sarmıştı. “Çok sevdim. Hemen bana gönderir misin?”

“Ben de çok sevdim,” dedi gülümseyen Göksel. “Göndereyim.”

Göksel fotoğrafların linkini oluşturarak erkek arkadaşına gönderdi. Gökhan fotoğrafları hemen indirdi ve söylediği fotoğrafı hikayesinde paylaşmak üzere seçti. Fotoğrafın altına Gök Yüzlü yazıp sonuna da mavi kalp emojisi ekledi.

Gök Yüzlü,” dedi onun ekranına bakan Göksel. “Bana böyle söylemen aşırı hoşuma gidiyor.”

“Benim de,” dedi gülümseyen Gökhan. “Tam olarak seni yansıtan bir hitap.”

Gökhan hikayeyi paylaştı. Bu fotoğraf Maltepe’de piknik yaparken çekilen fotoğraftan sonra paylaştığı ikinci fotoğraflarıydı.

“Ayda bir bizi paylaşıyorsun,” dedi Göksel. Çenesini onun omzuna yasladı. “Yani henüz ikinci ayımızdayız zaten ama şimdiden iki kere paylaştın. Hoşuma gidiyor.”

“Bak sen,” dedi Gökhan ona yandan bir bakış atarak. “Benim de gidiyor.”

“Ben de buradayım,” dedi Yağız el sallayarak. “Selamlar, merhabalar, iyi günler.” Çift ona döndü. “N’aber?”

“Aa Yağız sen de mi buradaydın?” dedi Gökhan. “Seni unutmuşuz ya kusura bakma.”

“Ulan dua et de Göksel yanımızda yoksa sana verecek çok iyi bir cevabım vardı ama kızın yanında beyefendiliğimi bozmayayım. Eve geçince görüşürüz.”

“Görüyorsun değil mi?” dedi Gökhan kız arkadaşına dönüp. “Herkesin içinde alenen beni tehdit ediyor.”

“Yakın arkadaşınla atışmak çok keyifli,” dedi Göksel gülerek. “Siz de epey komiğe benziyorsunuz.”

“Görüp görebileceğin en komik ikiliyizdir,” dedi Yağız. “Sen bunun âşık tarafını görüyorsun ama bir de benim yanımda gör. Bambaşka birine dönüşüyor. Kötü anlamda demiyorum tabii, çok komik, eğlenceli ve biraz da manyak biri oluyor.”

“En yakın arkadaşımızın yanında hepimizin içinden farklı biri çıkıyor, çok normal.”

“Kesinlikle.”

“Senin hayatında biri var mı?”

“Hayır, yok.”

“O yalnız kurt,” dedi Gökhan. “Ben de öyleydim ama artık değilim tabii.”

“Satıldım,” diyen Yağız gülümsedi. “Şaka yapıyorum elbette, ciddiye alma lütfen Göksel.”

“Farkındayım,” dedi Göksel. Erkek arkadaşına döndü. “Arkadaşını satman hiç hoş bir davranış olmamış Gökhan.”

“Hainin tekiyim,” diye onların şakalaşmasına ortak oldu Gökhan. “Bana yazıklar olsun.”

“Pü!” dedi Yağız ama hemen ardından bir kahkaha patlattı. “Göksel sen de eğlenceli birine benziyorsun, bundan hoşlandım. Kasıntı bir tip olsaydın çoktan surat asmaya başlamıştın ama ne olur ne olmaz diye sorayım: Buradan kalktıktan sonra bu konuşmalar için Gökhan’a dünyayı dar etmeyeceksin değil mi?”

Göksel eliyle ağzını kapatıp gülerken, Gökhan da başını kaldırıp güldü.

“Onu doğduğuna pişman edeceğim,” dedi Göksel gözlerini kısarak. “Bana mesaj attığı o güne lanet okuyacak.”

“Bu bana dünyayı dar etmenden bile daha imkânsız,” dedi Gökhan. “Çünkü hayatımda yaptığım en doğru şeylerden biriydi.”

“Ben bile düştüm,” dedi Yağız. Göksel’e baktı. “Bu olmuş değil mi?”

“Hem de harika olmuş,” dedi Göksel gülümseyerek. “Daha iyi bir oluşum düşünemezdim.”

“Sen varsın ya,” dedi Gökhan. Bir an durdu. “Benden harbiden olmuş lan. Aferin bana.”

Göksel onun diğer yanağından tutarak kendi tarafındaki yanağını öptü.

“Seni çok seviyorum,” diye fısıldadı genç kadın onun kulağına. “Çok.”

“Ben de seni,” diyen Gökhan da fısıldadı. “Çok ama çok.”

Yağız yeniden fincanına uzandı ama kahvesinin bittiğini görünce suratını astı.

“Artık hem sap hem de kahvesizsin oğlum,” diye düşündü. “Yenisini mi söylesem? Söyle tabii canım, nasıl olsa bedava. Hem sap hem kahvesiz hem de çulsuzsun be oğlum. Olsun, hâlâ komik, yakışıklı ve iyi bir müzisyenim.”

Kendi kendine gülümseyen genç adam arkasına yaslandı.

“Yağız kahvesini bitirmiş,” dedi Gökhan onun boş fincanını fark edince. “Biz de bitirince kalkalım mı? Sen ailenle akşam yemeği yiyeceksin, biz de eve dönüp işlerimizi yaparız.”

“Olur, kalkarız,” diye onayladı Göksel. Ailesine akşam yemeğine kadar döneceğini ve yemeği onlarla yiyeceğini söylemişti. Dinçerler özellikle pazar günleri kahvaltı ve akşam yemeğini birlikte yemeye özen gösteriyordu. “Benim kahvem de bitmek üzere zaten.”

“Felaket bir trafik vardır şimdi,” dedi Yağız.

“Yaklaşık yirmi iki senelik bir İstanbullu olarak alışkınım, bir şey olmaz.”

“Yirmi iki sene mi? Yirmi iki yaşına mı gireceksin?”

“Evet, 2000 aralık doğumluyum. Sizden biraz büyüğüm.”

“Anladım. Gökhan aralık doğumlu olduğunu söylemişti diye hatırlıyorum ama 2001 olduğunu sanmıştım. Öğrenmiş oldum.”

“Söylemedim mi?” diye sordu Gökhan. “Hayret, bundan bahsetmemişim. İşte bu şaşırttı.”

Gülüştüler.

“Senin doğum günün ne zaman?” diye sordu Göksel.

“22 Temmuz,” diye yanıtladı Yağız. “Gökhan’dan 13 gün küçüğüm.”

“Benim doğduğumu anlayınca hemen peşimden gelmiş,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Gerçek dost dediğin budur.”

“Tabii ki. Kardeşim doğmuş, ben de durur muyum, attım kendimi dışarı.”

“Çok romantiksiniz,” dedi onlara bakan Göksel. “Sizi yakıştırmamak için kendimi zor tutuyorum.”

Gökhan’la Yağız gür sesle kahkaha attılar.

“Bizi yakıştıran ilk kişi olmazdın,” dedi Yağız. “Muhtemelen sonuncu da olmazsın.”

“Kesinlikle olmaz,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Geçmişte bizi yakıştırdığını söyleyen ya da sevgili olduğumuzu düşünen birkaç kişi oldu. Biriyle aynı sınıftayız. Kızı sevgili olmadığımıza ikna edemedik resmen. Defalarca kez uzaktan bizi izlerken hatta resmen dikizlerken bulduk, olası bir yakınlaşma için tetikte bekliyordu manyak. Neyse ki seninle fotoğrafımı görünce ikna olmuş olmalı ki bu hafta görüştüğümüzde tebrik etti.”

“Hadi canım,” dedi Göksel gülerek. “Biraz manyakmış sahiden. En azından ikna olmuş.”

“Bana pek ikna olmuş gibi gelmedi ama bilemiyorum,” dedi Yağız gözlerini büyüterek. “Bizi dikizlemesin de ne düşünüyorsa düşünsün.”

“İlginç biriymiş.”

“Emin ol en ilginç insanlardan biri. Garip bir havası var zaten, hiç ısınamadım.”

“O konuda haklısın,” diyen Gökhan kahvesinin son yudumunu da içti. “Kızın da arkasından konuşmuş olduk ama yapacak bir şey yok.”

“O da bizim arkamızdan konuşuyordur, boş ver.”

“Yüksek ihtimalle.”

“Bir de kadınlara dedikoducu derler,” dedi Göksel gülerek. “Siz erkekler de hiç geri kalmıyorsunuz.”

“Sen buna dedikodu diyorsan bizi gerçekten dedikodu yaparken görsen şoka girersin.”

“Haklı,” dedi Yağız. “Bu kız hakkında konuşacak çok bir şeyimiz yok, kendisini gerçek anlamda tanımıyoruz bile ama tanıdığımız kişiler hakkında yaptığımız konuşmaları bir duysan şoke olursun.”

“Mesela?” dedi Göksel.

“Şu an örnek veremeyiz,” diye cevapladı Gökhan. “Bir gün denk gelince görürsün.”

“İyi bakalım, öyle olsun.”

Göksel ona yandan bir bakış attıktan sonra kahvesini bitirdi ve peçeteyle ağzını sildi.

“Göksel de kahvesini bitirdi,” dedi Gökhan. “İsterseniz yavaştan kalkalım.”

“Olur,” dedi Göksel. “Sizin evde işleriniz vardır, ben de eve dönüp akşam yemeğine yetişirim.”

“Yemeğimiz yok,” dedi Yağız. Ofladı. “Çamaşırları da toplayıp yerleştirmemiz gerek.”

“Yemek yapmadın mı?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Ne işe yarıyorsun lan sen? Ben çalışıp eve ekmek getiriyorum, sen bir tencere yemek yapamıyor musun? Bari çamaşırları toplasaydın.”

“Ben evden çıkarken daha kurumamışlardı. Yemeğe de vakit bulamadım. Kahvaltı edip duş aldıktan sonra evden çıktım.”

“Sus, tek kelime daha etme.”

“Affet beni evimin direği.”

Göksel kendini tutamayıp bir kahkaha patlattığında delikanlılar da güldü.

“Ciddi değilsiniz değil mi?” dedi Göksel. “Şakalaştığınızı düşünüyorum.”

“Elbette ciddi değiliz,” dedi Gökhan. “Sürekli yaptığımız gibi atışıyoruz.”

“Ama çalışma konusunda haklısın,” dedi Yağız dostuna bakarak. “Sen çalıştın, yemek işini de ben halledeyim. Ne istiyorsan söyle, ısmarlayacağım.”

“Eyvallah kardeşim ama cidden dalga geçiyordum, birlikte bir şeyler pişiririz.”

“Ben de ciddiyim, bugün sana yemek ısmarlamak istiyorum.”

“Hiç zahmet etme, bir makarna pişirip yeriz.”

“Israr ediyorum.”

“Peki o zaman,” dedi Gökhan çok zorlamadan. “Bir hamburgerini yerim.”

“Hayhay, istediğin hamburger olsun. Akşama sipariş ederiz.”

“Adamsın.”

“Sen de.”

“Hadi yine iyisin,” diyen Göksel omzuyla erkek arkadaşının omzuna dokundu. “Oturduğun yerden hamburgeri de kaptın.”

“Şanslı günümdeyim,” dedi Gökhan sırıtarak. “Midem bayram ediyor.”

Üçlü masadan kalktı.

“Bugün ben ısmarlamış olayım,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. “Ben davet ettim, ben ödeyeyim.”

“Hafta içi görüştüğümüzde de sen ısmarladın,” dedi Göksel. “Üst üste ikinci olacak.”

“Sonrakini sen ısmarlarsın.”

“Ondan sonrakini de.”

“Tamam, ondan sonrakini de.”

“Anlaştık.”

Gökhan hesabı ödediğinde kafeden ayrıldılar.

“Arabam üst sokakta,” dedi Göksel. “Siz hangi tarafa gideceksiniz?”

“Biz de yukarı gideceğiz,” dedi Gökhan. “Caddeden otobüse binip eve geçeriz. Birlikte yürüyelim.”

“Tamam.”

Göksel’le Gökhan el ele tutuştu, Yağız da onların yanında yürümeye başladı.

“Çok güzel bir buluşmaydı,” dedi Gökhan. “Umarım sizler için de keyifli olmuştur.”

“Kesinlikle keyifliydi,” dedi Yağız gülümseyerek. “Bir gün PES oynamak için de buluşalım.”

“Buluşalım,” diyen Göksel başını eğip Gökhan’ın yanındaki Yağız’a baktı. “Ve benim için de çok keyifli bir buluşmaydı. Mutlaka tekrar edelim.”

“Ederiz. Organizatörümüz ayarlar, değil mi?”

“Tabii ki,” dedi Gökhan. “En sevdiğim iki kişiyle vakit geçirmek en çok benim için güzeldi, siz de istediğinize göre bunu vakit buldukça yapmalıyız.”

Göksel yanağını onun omzuna sürttüğünde Gökhan onun sarı saçlarına bir öpücük kondurdu. Saniyeler sonra üst sokağa vardılar. Göksel’in beyaz arabası hemen ileride duruyordu.

“Tanıştığıma çok memnun oldum Yağız,” dedi Göksel genç adamın karşısında durarak. Ona elini uzattı. “Çok keyifli vakit geçirdim. Zaman ayırdığın için teşekkür ederim.”

“Ben de çok memnun oldum,” diyen Yağız onunla tokalaştı. “Benim için de çok keyifliydi, zaman ayırdığın için ben de teşekkür ederim.”

“Ben Göksel’e aracına kadar eşlik edeyim,” dedi Gökhan. “Onu yolcu ettikten sonra biz de gideriz, olur mu?”

“Olur, ben burada beklerim.” Yağız yeniden Göksel’e döndü. “Kendine iyi bak. Görüşmek üzere.”

“Sen de kendine iyi bak,” dedi Göksel. “Tabii Gökhan’a da. Görüşmek üzere.”

“Hiç merak etme, kerata bana emanet.”

Gülüştüler. Ardından Göksel’le Gökhan beyaz arabaya doğru yan yana yürümeye başladı.

“Bugünün benim için ne kadar anlamlı olduğunu tahmin edemezsin,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. “Burada olduğun, bize zaman ayırdığın için teşekkür ederim.”

“Sizinle takılmaktan çok hoşlandım,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok eğlencelisiniz. Mutlaka tekrar edelim.”

“Elbette ederiz.”

“Sana söylemek istediğim bir konu var,” dedi Gökhan arabanın yanına vardıklarında. “Geçmişte kalan bir konu ama bilmenin iyi olacağını düşünüyorum.”

“Nedir?” diye sordu Göksel ona doğru dönüp.

“Üniversitenin birinci senesinde sınıftan bir kızla kısa süren bir ilişkim oldu. Adı İpek, o zamanlar aynı arkadaş grubundaydık ve birinci dönemi hep beraber geçirdik; ikinci dönemde de dört ay süren kısa bir ilişki yaşadık. Çok geçmeden ikimiz de birbirimize olan hislerimizin tamamen arkadaşça olduğuna kanaat getirip arkadaş kalmaya karar verdik. Eski yakınlığımız elbette kalmamıştı, artık aynı grupta da takılmıyorduk ve denk geldikçe ayaküstü sohbet edip hâl hatır soruyorduk. Bu hafta okula gelmedi ama yarından itibaren okulda olacaktır, bu yüzden onu görmeden önce durumu sana açıklamak istedim çünkü yine ayaküstü de olsa sohbet ederiz, biliyorum. Şu an onun hayatında da biri var zaten, o da benim gibi ilişkisinde çok mutlu görünüyor ve onun adına seviniyorum. O da benim adıma sevinecek türden bir kız, kötü ayrılmadık ve dediğim gibi arada sohbet ettiğimiz için durumu sana açıklamak istedim. Eski sevgili deyince insanın kafasında direkt potansiyel bir düşman canlanıyor ama lütfen böyle düşünme, şu an ikimiz de kendi yolumuzda gerçekten sevdiğimiz insanlarla yürüyoruz.”

Göksel onu pürdikkat dinledi. Gökhan konuşmasını bitirince onun söylediklerini düşünmek için kendine birkaç saniye tanıdı.

“İlk olarak bunu benimle paylaştığın için teşekkür ederim,” dedi Göksel onun gözlerinin içine bakarak. Genç adamın ellerini tuttu. “Geçmişine saygı duyuyorsun ve kız arkadaşın olarak benim yapacağım şey de budur. Önemli olan dün değil, bugün ve bugün biz varız, birlikteyiz ve birbirimizi seviyoruz. Anladığım kadarıyla İpek de olgun bir kız, bu durumda ne yapacağını biliyor ve yapıyor da.”

“Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi? Harikasın.”

“Biliyorum, bildiğim için sana dair hiçbir şüphem de yok zaten. Peki İpek’in senin hayatında biri olduğundan haberi var mı?”

“Takipleşiyoruz, hikayelerimden görmüştür.”

Göksel ona bir adım yaklaştı. “Birazcık, çok azıcık kıskanmış olabilirim ama o kadar olacak,” deyip gülümsedi. “Geçmiş adı üstünde geçip gitti, önemli olan şimdi.”

“Senin benden önce sevgilin olmamış ama çevrende bir zamanlar görüştüğün birileri varsa sen de söyleyebilirsin,” dedi Gökhan. Omzunu silkti. “Haberim olsun diye yani.”

“Sadece bu yüzden yani?”

“Hı hı.”

“İçin rahat olsun,” dedi Göksel gülerek. “Çevremde öyle biri yok. İkinci sınıfta görüştüğüm biri olmuştu ama o mühendislik öğrencisiydi, bir terslik çıkmadıysa da bu yaz mezun olmuş olmalı.”

“Ne kaybettiğinin hiçbir zaman farkında olmayacak. Üzüldüğümü söyleyemem.”

Göksel kıkırdadıktan sonra ona uzandı ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Genç kadın elini onun ensesine götürürken, Gökhan da onu belinden kavrayıp kendine yasladı. İkilinin dudakları nazikçe birbirine karışmaya başladı.

Biraz ileriden onlara bakan Yağız, ikili öpüşmeye başlayınca bakışlarını kaçırdı. Genç adamın yüzünde anlamlı bir gülümseme vardı.

“Seni seviyorum,” diye fısıldadı geri çekilen Gökhan. Dudaklarının sonraki durağı genç kadının alnı oldu. “Bunu aklından bir an olsun çıkarma.”

“Beni sevdiğini her an hissederken böyle bir şey mümkün değil,” dedi Göksel. Elleriyle onun yanaklarından tuttu. “Ben de seni seviyorum. Dününle, bugününle ve yarınınla. Sen de bunu aklından bir an olsun çıkarma.”

“Şu an seni arabaya yaslamamak için kendimi o kadar zor tutuyorum ki verdiğim mücadeleyi bilseydin bana ödül verirdin.”

“Bakışlarından anlaşılıyor.”

“Az sonra başka yerlerimden de anlaşılabilir.”

“Yavaş.”

“Asıl sana yavaş. Bu kadar güzel şeyler söyleyen, beni kendine daha çok âşık eden sensin. İçimdeki ateşi harlıyorsun.”

“İçindeki ateş harlanmaya dünden meraklı olmasın sakın?”

“O da var ama senin tahrik gücün en etkili faktör. Bakma öyle, o masmavi iri gözlerini gözlerimin içine dikmen hiç yardımcı olmuyor.”

Göksel gülümsediğinde Gökhan şaşırdı. Genç kadın alt tarafa doğru kısa bir bakış attı.

“Böyle kıvrandığını görmek çok keyifliymiş,” dedi Göksel gülümseyerek. “Gururum okşandı.”

“O kadar fenasın ki,” diyen Gökhan ona doğru iki adım attı ve onu arabaya yaklaştırdı. “Seni kollarımın arasına alıp öyle bir öperdim ki aklın dururdu ama yine kıyamıyorum çünkü domatesten bile daha kırmızı olacağını biliyorum. Tabii biri bizi videoya alır, internette paylaşır ve baban da izler; sonra beni bulup beni kendi çok şefkatli kollarının arasına alır diye korkmuyor da değilim.”

“Allah korusun!” diyen Göksel işaret parmağıyla arabaya vurdu. “Düşüncesi bile korkunç.”

Gökhan bir kahkaha patlattı. “İşte şimdi ben de çok keyiflendim,” dedi. “Yüzündeki dehşet görülmeye değerdi.”

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diyen Göksel onu çimdiklediğinde Gökhan inledi. “Babamdan önce benim şefkatli kollarımın tadına bakmak istiyorsun anlaşılan.”

“İşte bunu çok isterim,” dedi Gökhan yüzünü onunkine yaklaştırıp. “Lütfen tadayım.”

“Sen ancak avcunun tadına bakarsın, bir yala bakayım.”

“Yalama demişken—”

“Tek kelime daha etme.”

“N—”

“Sakın!”

“Tamam be. Zaten intikamımı aldım, seni domatese döndürdüm. Görev başarılı. Artık ben gideyim, Yağız daha fazla beklemesin.”

“İntikam mı aldın?”

“Evet. Benim kıvrandığımı görmek çok keyifliymiş ya, asıl senin kıvrandığını görmek çok keyifliydi.”

“Haklısın, ödeşmiş olduk. Eğlenceliydi.”

“Kesinlikle öyleydi. Gel, son kez öpeyim. Yağız’ı bekletmeme konusunda ciddiydim.”

“Öp,” dedi Göksel. “Sonra giderim.”

Gökhan onun dudaklarına uzun bir öpücük bıraktı.

“Dikkatli sür,” dedi. “Eve geçince de haber ver.”

“Sürerim. Siz de kendinize dikkat edin, sen de eve geçince yazarsın.”

“Tamam bebeğim. Kendine iyi bak, görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Göksel kapıyı açıp arabaya bindiğinde Gökhan onun kapısını kapattı. Genç kadın camı indirip başını camdan çıkardı.

“Az kala söylemeyi unutuyordum,” dedi Göksel. “Annemin selamı var.”

“Gerçekten mi?” dedi Gökhan şaşkına dönerek. “Bana selam mı söyledi?”

“Evet, aynen öyle yaptı.”

“En azından annenin kara listesinde değilim. Aleykümselam, sen de ona selam söyle.”

“Aslında babam annemden çok daha yumuşak biridir, onlarla tanıştığında anlarsın ve selamını da anneme iletirim.”

“Tabii canım, eminim daha yumuşaktır.”

“Gerçekten yumuşaktır ama sen biricik kızının, üstelik küçük çocuk olan kızının, erkek arkadaşısın; şansına küs.”

“Sağ ol ya, çok yardımcı oluyorsun.”

Göksel kıkırdadı. “Şaka yapıyorum,” dedi. “Babamın da selamı var. Okuldaki yeni senen için başarılar dileklerini de iletti.”

“Ne?” dedi Gökhan neredeyse bağırarak. “Ciddi misin?”

“Çok ciddiyim.”

Gökhan’ın yüzüne duygulu bir gülümseme yayılırken, “Çok teşekkür ettiğimi iletirsin,” dedi. “Selamımı da söyle.”

“Söylerim. Çok sevinecektir.”

Göksel ona göz kırptığında Gökhan çocuksu bir mutlulukla gülümsedi.

“Görüşürüz sevgilim,” dedi Göksel. “Kendine iyi bak.”

“Görüşürüz güzelim,” diyen Gökhan biraz geriye gitti. “Sen de kendine iyi bak.”

Göksel park yerinden çıktıktan sonra kornoya basıp Gökhan’ı selamladı, ardından gaza basıp yola koyuldu.

“Göksel’in babası bana selam söylemiş!” diye bağıran Gökhan, Yağız’a doğru koşmaya başladı. “Okulda da başarılar dilemiş. İşte bu be, işte bu!”

Gökhan, Yağız’a sarılıp genç adamı havaya kaldırdığında Yağız da can havliyle ona sarıldı.

“Sakin olmazsan en yakın arkadaşını kaybettiğin için taziye dileklerini de iletebilir,” dedi Yağız. “Ya da ölümüme sebep olduğun için sana bela da okuyabilir.”

“Ölecek zaman değil şimdi, iki dakika canlı kal. Göksel’in babası bana selam söyleyip başarılar dilemiş lan! Benden nefret etmiyor hatta ısınmaya başlamış gibi duruyor. Allah be!”

Gökhan, Yağız’ı biraz daha havaya kaldırdı.

“Allah’a kavuşmama azıcık kaldı,” dedi Yağız yukarı bakarak. “Ben de ona selam versem selamımı alacak, o derece.”

“Tamam tamam,” diyen Gökhan onu yere bıraktı. “Ölüm korkun gittiyse dostun için sevinir misin?”

“Gel lan buraya.”

Yağız Gökhan’a sarılıp onun sırtına birkaç kez yavaşça vurdu.

“Seninle tanıştığında seni çok seveceğinden eminim,” diyen Yağız ondan uzaklaştı. “Hem annesi hem de babası. Göksel’in senin gibi efendi biriyle sevgili olduğunu görünce hem çok rahatlayacak hem de çok sevinecekler.”

“Adamsın adam,” dedi Gökhan onun kolunu sıvazlayarak. “Engin amca bana selam söyleyip okulda da başarılar dilediyse bu saatten sonra bana havada, karada ya da suda ölüm yok demektir. Çok keyiflendim, hadi gidelim.”

“Zıplayarak yürüyeceksin diye korkmaya başladım.”

“Şarkı da söyleyeyim mi? Çizgi filmlerdeki gibi.”

“Seni tanımazlıktan gelirim. Yok yok, deli olduğunu söyleyip seni Bakırköy’e kapattırırım.”

“Senin de deli olduğunu söylerim ben de. Bizi aynı hücreye koyarlar mı dersin? Orada da ayrılmayalım.”

“Sülük gibi yapıştın bana. Korkmaya başlamalı mıyım?”

“Ha ha ha! Çok geç kaldın.”

Yağız elini Gökhan’a doğru savururken, Gökhan ondan koşarak birkaç adım uzaklaştı. İki dost atışmaya devam ederek otobüs durağına doğru yürüdü.

***

Eylülün son haftasının ilk günü Yağız ve Gökhan için erken başladı. Bugün okulun ikinci haftasıydı, bu da demek oluyordu ki üniversite gerçek anlamda bugün başlıyordu. Erkenden kalkıp kahvaltı eden gençler Maltepe’deki okullarına gitmek için yola koyuldu. Dersleri öğleden sonraydı, okula vardıklarında güneş tepedeydi ve mevsim her ne kadar sonbahar olsa da hava sıcaklığı yüksekti.

“Ne güzel bir gün,” dedi Yağız. “Ekime girmek üzere olduğumuza inanmak zor, hava hâlâ yazdan kalma.”

“Bir anda soğur,” dedi ona bakan Gökhan. “Hep öyle oluyor.”

İkili okula girdi. Koridorlarda tanıdık simalar vardı. Yakın arkadaşlarını gören gençler onların yanına gidip selam verdi. Gruptan iki kız İstanbul’a bu hafta sonu dönmüştü, onlarla yaz tatili hakkında sohbet ettiler.

“Yeniden burada olmak çok güzel,” dedi kızlardan biri. “Yeniden ve son kez. Göz açıp kapayıncaya kadar geçti.”

“Okul bittiğinde çok özleyeceğiz,” dedi Gökhan. “Ortamı, arkadaşlarımızı, enstrümanları... Her şeyi.”

“Kesinlikle. Bu yüzden tadını çıkarmaya bakalım.”

Biraz daha sohbet ettikten sonra sınıfa gitmeye karar verdiler.

“Ben bir tuvalete gideyim,” dedi Gökhan, Yağız’a. “Peşinizden gelirim.”

“Tamam Gök,” dedi Yağız. “Sınıfta görüşürüz.”

Grup sınıfa ilerlerken Gökhan da tuvalete gitti. Kabinden çıkan genç adam alt dönemden bir delikanlıyla karşılaştı.

“Selam Gökhan,” dedi genç gülümseyerek. Onunla kafa tokuşturdu. “N’aber?”

“Selam,” dedi Gökhan da. “İyiyim, senden n’aber? Geçen hafta göremedim, yoktun sanırım.”

“Evet, bu hafta geldim. Evle ilgili birtakım şeyler vardı, gelemedim ama bugünden itibaren buradayım.”

“Bir sıkıntı yoktur umarım?”

“Hallettik, teşekkür ederim. Sen ilk haftadan gelmişsin, hiç şaşırmadım. Yağız döndü değil mi?”

“Evet, o da burada.”

“Onu da görürüm. Kulüp toplandı mı?”

“Hayır, henüz toplanmadık. Bu hafta içi bir toplantı yapmayı düşünüyoruz, duyurusunu yaparız zaten.”

“Çok iyi, kaçırmadığıma sevindim. Orada olacağım.”

Genç, tuvalete girerken Gökhan da ellerini yıkadı ve tuvaletten çıktı. Ellerini pantolonunun paçalarına şöyle bir silen genç adam başını kaldırdığında bu tarafa doğru yürüyen tanıdık bir sima gördü. Gelen kişi İpek’ti. İpek de onu fark etti ve yüzüne bir gülümseme yayıldı.

“Merhaba,” dedi İpek, Gökhan’ın karşısında durduğunda. Genç kadın kumral saçlarını biraz kestirmiş, önlerine de perçem attırmıştı; teni bronzlaşmıştı ve iri kahverengi gözleri bronz yüzünde ışıl ışıl parlıyordu. İpek güzel bir kızdı, hoş bir havası vardı.

“Merhaba,” diye karşılık verdi Gökhan. “Nasılsın?”

“İyiyim, teşekkür ederim; sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Ne yapıyorsun, nasıl gidiyor?”

“Bu hafta sonu geldim,” diye cevapladı İpek. Ellerini önünde birleştirdi. “Cumartesi öğleden sonra İstanbul’daydım. Hafta sonu eve yerleşmekle geçti, bugün de buradayım işte.”

“Yaz tatilin nasıldı?”

“Çok güzeldi. Harika vakit geçirdiğim, pek çok aktivite yaptığım dolu dolu bir yaz tatili oldu. Seninki nasıldı?”

“Benimki de güzeldi. Çoğunluğu çalışmakla geçti ama sosyal hayatım da hareketliydi; arkadaşlarımla vakit geçirip eğlendim, yazın ve İstanbul’un tadını çıkarmaya baktım.”

“Ne güzel,” dedi İpek gülümseyerek. “Senin adına sevindim. Yağız’la Balıkesir’de olduğunu gördüm, kısa ama güzel bir tatil yapmışsın gibi görünüyordu.”

“Göründüğü gibiydi de,” dedi Gökhan tebessüm ederek. “Teşekkür ederim.”

“Şimdi de buradayız,” diyen İpek etrafına baktı. “Okulu özlemişim.”

“Ben de öyle. Artık son senemiz, son aylarımız.”

“Bitiyor olması ne garip değil mi? Seçmelere geldiğim günü dün gibi hatırlıyorum, okulun ilk gününü, birinci sınıfı; bizim grubu, çömezliğimizi, okulu ve şehri keşfetme serüvenimizi... Güzel zamanlardı.”

“Kesinlikle,” diyen Gökhan o günleri hatırlamıştı ve gülümsüyordu. “Her zaman güzel hatırlayacağım. Bu senenin tadını da sonuna kadar çıkaracağım.”

“Ben de. Sınıfa geçelim mi? Ders başlamak üzere.”

“Geçelim.”

Yan yana sınıfa doğru yürümeye başladılar. İpek gözlerini kaldırıp yanında yürüyen Gökhan’a baktı. Gökhan’da onu son gördüğünden bu yana değişen bir şey vardı: Genç adam çok mutlu görünüyordu. Gözlerinde mutlu insanlara özgü o ışıltı, sesinde bariz bir neşe ve hareketlerinde de mutluluğun getirdiği canlılık vardı. İpek bunun sebebini de gayet iyi biliyordu, Göksel’le paylaştığı fotoğrafları görmüştü ve onu bu kadar mutlu eden bir ilişki içinde olduğu için genç adam adına çok sevinmişti. Bunu ona söylemesi uygun olmazdı, nihayetinde geçmişte bir dönem sevgiliydiler ama Gökhan’ı tanıyordu ve bunu ona söylemeyecek olsa da genç adamın bunu bildiğini biliyordu.

İpek gülümsedi.

Sınıfa vardıklarında Gökhan geçmesi için İpek’e öncelik verdi. Sınıfa peş peşe girdiler.

“Görüşürüz,” dedi Gökhan arkadaşlarının yanına gitmeden önce.

“Görüşürüz,” dedi İpek. “Umarım ikimiz için de başarılı bir sene olur.”

“Umarım.”

Gökhan, Yağız’ın yanına ilerledi.

“Ne konuştunuz?” diye sordu Yağız.

“Sohbet ettik öyle,” dedi Gökhan. “Nasılsın, ne yapıyorsun, tatil nasıldı vesaire. Tuvaletten çıktığımda karşılaştık.”

“Dün Göksel’e bu durumdan bahsederek sahiden iyi yapmışsın.”

“Elbette, bilmesi gerekiyordu.”

“Şanslısın ki bu durumu iyi karşıladı, arıza çıkarmadı. Kızın kıymetini bil.”

“Emin ol biliyorum.”

Ders bittikten sonra sınıftan çıktılar. Gökhanlar dersteyken Kerem Gökhan’a mesaj atmıştı ve ikili arasında kısa bir mesajlaşma gerçekleşmişti:

Kerem: Okulda mısınız?

Gökhan: Evet, ne oldu?

Kerem: Çıkışta işiniz yoksa bir yerde oturalım mı?

Gökhan: Olur, dersten çıktığımda ararım

Kerem: Kaç gibi biter?

Gökhan: 15.30 civarı biter

Kerem: Tamam, çıkınca ararsın. İyi dersler

Gökhan: Ararım. Sağ ol

“Ben bir Kerem’i arayayım,” dedi Gökhan, Yağız’a dönerek. “Neredeymiş öğreneyim.”

“Ara bakalım,” dedi Yağız. “Görüşmek istediğine göre dersi bitmiştir onun da. Maltepe’ye dönüyordur.”

Gökhan, Kerem’i aradığında Kerem birkaç saniye içinde telefonu açtı.

“Biz dersten çıktık,” dedi Gökhan. “Sen neredesin?”

“Maltepe’ye vardım ben de,” dedi Kerem. “Bugün arabayı aldım, konservatuvara geliyorum.”

“Bak sen,” dedi Gökhan gülerek. “Ayaklarımız yerden kesilecek desene.”

“Kerem Köse Lojistik hizmetinizde,” diyen Kerem de direksiyon başında gülüyordu. “En fazla on dakikaya orada olurum. Geldiğimde de ararım.”

“Tamam kardeşim. Görüşürüz. Dikkatli sür.”

“Eyvallah Gök, görüşürüz.”

Gökhan aramayı sonlandırdı.

“Anladığım kadarıyla arabayla geliyor,” dedi Yağız. “Neredeymiş?”

“Evet,” diye onayladı Gökhan. “En fazla on dakikaya burada olacağını söyledi. Biraz daha vaktimiz var. Bu arada Göksel’i de bir arayayım, bugün hiç konuşmadık.”

“Tamam. Ben sohbet edecek birini bulurum, sen Göksel’le konuş. Selam söyle.”

“Söylerim.”

Yağız iki kızın yanına ilerlerken Gökhan da Göksel’i aradı. Bu sırada evde olan genç kadın dizi izliyordu. Gökhan’ın aradığını görünce, diziyi durdurup telefonu açtı.

“Selam,” dedi Göksel gülümseyerek.

“Selam,” diyen Gökhan da onun sesini duyar duymaz gülümsedi. Hiç şüphesi yoktu, bu kalın sesi duymak onu her zaman mutlu edecekti. “Ne yapıyorsun?”

“Dizi izliyordum, sen ne yapıyorsun? Anlaşılan dersin bitmiş.”

“Evet, bitti ama hâlâ okuldayım. Kerem geliyor, onunla buluşacağız.”

“Yağız, Kerem ve sen mi buluşacaksınız?”

“Aynen. Bu arada Yağız’ın selamı var.”

“Aleykümselam, sen de selam söyle.”

“Söylerim.”

“Ders nasıldı? Bu hafta artık herkes gelmiştir, okul canlanmıştır.”

“Çok doğru bir tespit,” diyen Gökhan sırtını duvara yasladı. “Herkes buradaydı, yoğun bir gündü ama yaz boyunca görüşmediğim arkadaşlarımla görüşmek, sohbet etmek çok iyi geldi.”

“Özlemişsindir tabii. Şimdi de Kerem’le buluşacaksınız demek.”

“Evet, onunla görüşmeyeli de biraz oldu. Fatih’ten geliyor, keşke sen de onunla gelseydin.”

Onun bu cümlesi Göksel’i güldürdü. “Daha dün görüştük, hemen özledin mi?”

“Tabii ki özledim,” dedi Gökhan gözlerini biraz açarak. “Yoksa sen beni özlemedin mi?”

“Bilmem.”

“Ne demek bilmem?”

“Basbayağı.”

“Ne demek basbayağı?”

“Ben mi Türkçe konuşmuyorum yoksa sen mi Türkçeyi unuttun?”

“Konuştuğun dil Türkçe ama benim konuştuğum Türkçe olduğunu hiç düşünmüyorum. Sen şimdi beni özlemedin mi gerçekten?”

“Dalga geçiyorum şapşal,” dedi Göksel gülerek. “Elbette özledim.”

“Dalga mı geçiyorsun?” diyen Gökhan’ın sesi bir anda tizleşti. “Şapşal mı?”

“Tamam en tenor sensin, ikna oldum.”

Gökhan bir kahkaha patlattığında koridorun diğer ucundaki Yağız bir anlığına ona baktı ve kendi kendine güldü.

“Bu en tiz sesim bile değil,” dedi Gökhan. “Eğer o şekilde konuşmaya devam etseydin duymak için çok beklemen gerekmezdi, orası ayrı.”

“O kadar tiz bir ses kulağımda çınlamadığı için şanslıyım o zaman,” dedi Göksel gülerek. “Ses tonun çok komikti, yüz ifadeni de görmek isterdim.”

“Hâlâ eğlenme derdindesin.”

“Biraz öyle ama sen de çok eğlencelisin.”

“Sus kız, ben burada beni özlemediğini düşünüp üzülüyordum.”

“Gerçekten şapşalsın. Seni özlememem mümkün mü?”

“Ha şöyle,” dedi Gökhan keyifli bir sesle. “Bana bunlarla gel, canımı ye.”

Göksel kıkırdadı. “Gönlünü almam iki saniye sürüyor.”

“Sana en fazla o kadar dargın kalabiliyorum.”

“Çok tatlısın. Bugün ne yapacaksınız? Bir planınız var mı?”

“Yok, muhtemelen bir yere oturup sohbet muhabbet ederiz.”

“Kadıköy’e mi geçeceksiniz?”

“Hayır, Maltepe’de takılırız. Burada da güzel mekânlar var, batı taraflarına göre daha sakin ve uygun fiyatlılar üstelik.”

“Doğrudur. Merkeze gittikçe her şey pahalanıyor, her yer kalabalıklaşıyor.”

“Aynen öyle. Kerem burada yaşıyor zaten, güzel yerler biliyor; biz de keşfetmiş oluyoruz.”

“Okuluna çok uzakmış,” dedi Göksel kaşlarını kaldırıp. “Haftada birkaç gün Maltepe’den Fatih’e gidip gelmek büyük sabır ister.”

“Kerem de bu durumdan hiç memnun değil ama yapacak bir şey yok, İstanbul’da yaşayan pek çok kişi bu durumdan muzdarip.”

“Orası öyle. YTÜ’yü tercih etmemdeki en büyük sebeplerden biri evime yakın olmasıydı, kolayca gidip geliyorum.”

“Biz de konservatuvar Kadıköy’de diye buradan ev tuttuk ama okulu Maltepe’ye taşıdılar. Konservatuvar okumamı o kadar istemediler ki o tarihî binada okuyamadım resmen.”

“Konuşma böyle,” dedi Göksel. “Önemli olan aldığın eğitimin kalitesi ve sen de ülkenin en iyi sanat okullarından birinde eğitim alıyor, muhteşem hocalar tarafından yetiştiriliyorsun.”

“Haklısın,” diyen Gökhan gülümsedi. “İşte bu konservatuvar okumamı istemeyenlerin ya da asla okuyamayacağımı söyleyenlerin hiçbir zaman başaramayacağı bir şey.”

“Kesinlikle.”

“Sen de beni iyi hissettirme konusunda çok başarılısın, eksik olma güzelim.”

“Her zaman. Seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum.”

Bu sırada Gökhan’a yeni bir çağrı geldi. Arayan kişi Kerem’di. Genç adam konservatuvara varmıştı.

“Kerem arıyor,” dedi Gökhan. “Gelmiş olmalı. Şimdi kapatayım, sonra yine konuşuruz.”

“Tamam,” diye cevapladı Göksel. “Görüşürüz sevgilim. Size iyi eğlenceler.”

“Teşekkür ederim bebeğim, görüşürüz.”

Gökhan, Göksel’le olan çağrısını sonlandırdıktan sonra Kerem’in çağrısına döndü.

“Geldin mi?” diye soran Gökhan aynı anda Yağız’a doğru yürümeye başladı.

“Geldim,” dedi Kerem. “Binanın önünde durdum.”

“Biz de şimdi geliyoruz.”

“Tamamdır, görüşürüz.”

Gökhan telefonu kapattıktan sonra Yağız’a Kerem’in geldiğini söyledi ve ikili, arkadaşlarıyla vedalaşıp binanın çıkışına ilerledi. Keremlerin beyaz arabası okul binasının hemen karşısında duruyordu.

“Selam gençler,” dedi Kerem onları gördüğünde.

“Selam,” diye karşılık verdiler.

“Atlayın hadi. Sizi güzel bir mekâna götüreceğim.”

Yağız öne otururken Gökhan da arka koltuğa geçti. Nasıl olduklarına, günlerinin nasıl geçtiğine dair sohbet ettiler. Kerem de okuldan dönüyordu. Babası iş nedeniyle şehir dışına çıktığı için araba birkaç gün ona kalmıştı ve genç adam bu durumdan son derece hoşnuttu.

“Bizi nereye götürüyorsun?” dedi etrafına bakan Yağız. “Bu taraflara geldiğimizi sanmıyorum.”

“Bu yaz keşfettiğim hoş bir kafe,” diye cevapladı Kerem ona kısa bir bakış atarak. “Yeni açılmış bir yer. Tatlıları da içecekleri de oldukça lezzetli ve kısmen uygun fiyatlı.”

“Kulağa hoş geliyor. Gidip görelim bakalım. Zaten biraz acıktım, boğazımdan bir şeyler geçsin.”

“Sıcak bir kahve ve tatlı çok iyi gider şimdi,” dedi Gökhan gövdesini iki koltuğun arasından uzatarak. “En sevdiğim iki dostumla birlikte midemi memnun etme zamanı.”

“Kaptan sağa çek,” dedi Yağız şoför koltuğunda oturan Kerem’e bakarak. “Yağcılar’da inecek var.”

“Sağa çekmene gerek yok, şunun kapısını aç da aşağı tekmeleyeyim lavuğu.”

“İkinizin de arabada kalmasını tercih ederim,” dedi Kerem gülerek. “Ama iki yetişkin erkekle değil de iki yaramaz oğlan çocuğuyla yolculuk ediyormuşum gibi hissettiğimi de söylemeliyim.”

“Şu an ben de bir babayla yolculuk ediyormuş gibi hissediyorum,” dedi Yağız. “Kerem ama babacık olan.”

Arabanın içinden kahkaha sesleri yükseldi.

“21 yaşında babacık da oldum,” dedi Kerem. “Bakalım bu kulaklar daha neler duyacak?”

“Emin ol çok şey duyacak,” dedi Yağız ona anlamlı bir bakış atarak. “Babacık Kerem.”

“Kuş gibi babacık deyip durma lan,” diyen Gökhan onun kafasına vurdu. “Muhabbet kuşu musun oğlum sen?”

“Olabilirim, çok tatlı canlılar. Aynı benim gibi.”

“Tabii efendim.”

“Siz atışırken kafeye geldik bile,” diyen Kerem yan sokağa döndü. “İnsan içinde beni rezil etmeyin sakın, düzgün durun.”

“Yoksa dilimize acı biber mi sürersin babacık?” diye sordu Yağız.

“Çükünü keserim.”

“Ay!” dedi Yağız ürpererek. “Çocukluğumun kâbusu olan o tehdit.”

“Yetişkinliğinin de kâbusu gibi duruyor,” dedi Gökhan gülerek. “Ucundan da olsa kestiler zaten, artık korkmana gerek yok.”

“Bu savunma büyüktür Sokrates’in savunması,” derken arabayı durdurdu Kerem. “Atışmalarınız bittiyse hadi inelim.”

Üç arkadaş arabadan inip kafeye ilerledi. Kafenin girişinde küçük, sevimli bir bahçe vardı, içeri girmek yerine dışarıda oturmayı tercih ettiler ve duvarın önündeki bir masaya oturdular.

“Gerçekten de güzel bir yere benziyor,” dedi içeriyi inceleyen Yağız. “Siparişlerimizi de seversek arada geleceğimiz yeni bir yer bulduk demektir.”

“Seversiniz,” dedi Kerem. “Dört kişi gelmiştik ve hepimiz siparişlerimizi sevmiştik, hepsi çok lezzetliydi.”

“O zaman menüye bakalım,” diyen Gökhan karekodu okuttu. “Yiyince biz de karar veririz.”

Menüyü inceleyen grup siparişlerini verdi. Hepsi birer kahve ve kahvenin yanında yemek için tatlı sipariş ettiler.

“Göksel’le ne konuştunuz?” diye sordu Yağız. “Kahkahan koridoru inletti. O kadar komik olan neydi?”

“Kendi aramızda şakalaşıyorduk,” dedi Gökhan. Konuşmayı hatırladığı için gülüyordu. “Söylediklerinde ciddi olduğunu düşündüğüm için sesim bir anda tizleşti, o da tenor olduğuma ikna olduğunu söyledi; ona güldüm.”

“Şaşırınca tizleşen sesin kulaklarımda çınladı şu an. Cam çatlatırsın.”

“Okulun camlarında bir hasar yoktur umarım.”

Gülüştüler.

“Seni aradığımda Göksel’le konuşuyordun demek,” dedi Kerem. “Ben de öyle düşünmüştüm.”

“Sürekli konuşuyorlar,” dedi Yağız memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle. “Her akşam konuşuyorlar, bazen sabahları da konuşuyorlar. Telefon faturan ne alemde sahi?”

“Sevgilimle tabii ki konuşacağım,” diyen Gökhan’ın sesi yine tizleşti. Genç adam boğazını temizledi. “Ne o, yoksa seninle eskisi kadar ilgilenmiyorum diye kıskandın mı?”

“Ya ne demezsin! Kıskançlıktan çatlıyorum.”

“Kıskanmışsın,” dedi Kerem gülerek. Onun omzuna dokundu. “Zamanla alışırsın.”

Gökhan’la Kerem beşlik çakarken Yağız onlara kaşlarını çatarak baktı.

“Tamam, biraz kıskanmış olabilirim,” diye mırıldandı Yağız. “Ama kim olsa kıskanırdı. 7/24 beraber takılırken bir anda Göksel ortaya çıktı ve Gökhan’ın ilgisi de hâliyle ona kaydı.”

“Saçmalama be oğlum,” diyen Gökhan kolunu onun omzuna atıp arkadaşını kendisine çekti. “Sen benim kardeşimsin, biricik dostumsun; duymamış olayım. Evet, Göksel sevgilim ve onu çok seviyor, onunla vakit geçirmekten büyük keyif alıyorum ama sen de benim kardeşimsin, en yakın arkadaşımsın. İkinizin yeri de çok farklı.”

“Bana bunlarla gel,” dedi Yağız gülümseyerek. Kerem’e baktı. “Gördüğün üzere bana karşı da çok romantik. Seviyorum lan seni.”

“Ben de seni seviyorum. O şekilde değil tabii.”

“Yok bir de o şekilde olsaydı.”

Gökhan onun ensesine yavaşça vurup ondan uzaklaşırken, “Bunun ciddi kalma süresi de işte bu kadar,” diye söylendi. “Sana uzun süre romantiklik yok.”

“Sen öyle san,” dedi Yağız sinsice ona bakarak. “Az önceki gibi bir duygusal konuşmama bakar. Hemen gönlümü almaya çalışırsın.”

“Haklı,” dedi Kerem gülerek. “Kimse sana dargın kalmasın istiyorsun.”

“Dargın kalmak nedir çok iyi bildiğim için,” diyen Gökhan iç çekti. “Karşımdaki kişinin şakalaştığını bilsem de her şakanın içinde biraz gerçeklik olduğuna inanırım ve bu yüzden hemen durumu toparlama ihtiyacı hissederim. Geçmişte çok kişiye dargın kaldım, artık kimseyle dargın kalmak istemiyorum.”

“Şimdi de sen duygusal konuştun,” dedi Yağız. Dostane bir tavırla onun omzuna vurdu. “Çok iyi düşünüyorsun. Seni dargın bırakan herkes de umarım yaşattığını yaşıyordur.”

“Kimse yaşattığını yaşamadan ölmez, ben buna inanıyorum. Karma gerçek.”

“Kesinlikle,” dedi onunla hemfikir olan Kerem. “Karma gerçek, adil ve acımasız.”

“Keşke kahvelerimiz gelmiş olsaydı,” dedi Yağız. “Bu lafın üstüne birer yudum içerdik, güzel olurdu.”

“Gelince içeriz,” dedi Gökhan gülerek. “Kerem senin okuldan ne haber? Özlemiş misin?”

“Özledim,” dedi Kerem. Sırtını sandalyenin arkasından ayırıp kollarını masanın üzerine dayadı. “En çok arkadaşlarımı özlemiştim, ortamımızı. Dersleri de özledim ama sınavlar şimdiden tadımı kaçırıyor. Sınavlar olmasa bölüm muhteşemliğe ulaşacak.”

“Sınavlar olmasa her bölüm çok iyi ama sınavlar olmadan da olmaz. Bir noktada neyi ne kadar öğrendiğimizi ölçmek zorundalar. Fakültelerin sınavları nasıl oluyor, pek hâkim değilim ama bizim sınavlar bu şekilde.”

“Fakültelerde çok değişiyor ya. Çıkmış soran da var, bilgi soran da var, yorum soran da var, anlatmadığı şeyleri soran da var, var oğlu var. Tek avantajım dördüncü sınıf olduğum için artık tüm hocaları tanıyorum ve soru sorma tarzlarını biliyorum; geçen sene buna göre çalışmıştım, bu sene de aynı taktiği uygulayacağım.”

“En mantıklısı.”

“Sizin okul ne alemde?”

“Yeni seneye hızlıca başladık. Programımız çok dolu zaten, bu sene de çok yoğun geçecek.”

“Bir sürü dersimiz var,” diyen Yağız yumruk yaptığı elini yanağına yasladı. “Dördüncü sınıf resmen bölüm sonu canavarıymış.”

“Siz halledersiniz,” dedi Kerem. “Müzik kulübünden ne haber? Ne zaman toplanıyoruz? Ne tür etkinlikler yapacağız?”

Kerem de üniversitenin müzik kulübüne üyeydi. Gökhan kulübün başkanıydı, Yağız yardımcısıydı. Gökhan, Kerem’e de yardımcılık teklif etmişti fakat Kerem böyle bir sorumluluk altına girmek istemediği için teklifi kabul etmemişti.

“Bu hafta içi toplanmayı düşünüyoruz,” diye yanıtladı Gökhan. “Cuma günü olabilir. İlk toplantı zaten yeni üyelerle tanışma, kulübü tanıtma üzerine oluyor; bir de sene içinde neler yapabileceğimize dair konuşuruz. Aslında Yağız’la beraber bir yılbaşı programı yapabileceğimizi konuşmuştuk ama hocalarımız konservatuvar son sınıf öğrencileri olarak bir program yapmayı düşündüklerini söyledi, yüksek ihtimalle sınıftakilerle beraber bir program yapacağız.”

“Nasıl bir program?”

“Hep beraber şarkı çalıp söyleyeceğimiz bir program. Herkesin yer alması için bir koro oluşturma fikirleri varmış, koroda yer almayanlar da enstrüman çalacak. Melek hoca benim organize etmemi istedi, ben de seve seve kabul edeceğimi söyledim. Derste bizimkilere açıklayacak, hep birlikte ortak bir karara varacağız ama bizimkiler net kabul eder.”

“Bu organizasyonda yer alamayacağım için üzüldüm ama en azından izlemeye gelebilirim değil mi?”

“Elbette, çok da mutlu oluruz.”

“Aynen,” diye ona arka çıktı Yağız. “İstersen provalara da gelirsin.”

“Fırsat bulursam çok isterim,” dedi Kerem gülümseyerek. “Bu tarz etkinliklerden çok hoşlanıyorum. Bir de hepiniz konservatuvar öğrencisisiniz, ortaya muhteşem bir sonuç çıkacağından eminim.”

“Orası kesin. Övünmek gibi olmasın ama en iyi konservatuvarlardan biriyiz, öğrenci kadrosu çok başarılı. Şimdi bir de üç senelik lisans eğitimi birikimimiz var, dünden bugüne hepimiz çok geliştik.”

“Tabii ki. Gösteriye kesin gelirim, provalar da müsait olduğum zamanlarda yapılırsa uğrarım.”

“Her zaman bekleriz,” dedi Gökhan. “Kesinleşirse sana da haber veririz.”

“Mutlaka verin. Vay be, şaka maka son senemizdeyiz. Gökhan’la tanıştığımız etkinliği dün gibi hatırlıyorum, sonra beni Yağız’la tanıştırman; ardından müzik kulübüne üye olmam… Hepsi çok net. Büyüdük lan.”

“Valla büyüdük.”

“Hayır büyümedik,” diye karşı çıktı Yağız. “Daha yirmi bir yaşındayız, çok genciz. Döneme yeni başladık, daha önümüzde kocaman bir sene var. Tadını çıkarmaya bakın oğlum, bırakın bu büyüdük edebiyatlarını.”

“Üç senedir düzenli olarak çalışan biriyim, ek iş olarak iki senedir kafede sahne alıyor ve yaklaşık bir senedir de özel ders veriyorum. Çok genç olabilirim ama yetişkinlik hayatının tüm yüzlerini gördüm. Bu edebiyat değil, hayatın ta kendisi.”

“Hayatın ta kendisinin edebiyatı. Ayrıca biz niye bir anda rakı masası muhabbeti yapmaya başladık? Her şey senin başının altından çıktı Köse.”

Yağız parmağıyla Kerem’i işaret ettiğinde Kerem vücudunu biraz geriye çekti ve ellerini yukarı kaldırdı.

“Zamanda geriye gittiğim için özür dilerim,” dedi Kerem. “Suç olduğunu bilmiyordum.”

“Bir daha duymayayım,” dedi Yağız tek kaşını kaldırarak. O sırada garson onların siparişlerinin olduğu tepsiyle bahçeye çıktı. “İşte güzel bir zamanlama, siparişlerimiz geldi.”

Garson onların tatlılarını masaya bıraktıktan sonra, “Kahvelerinizi de şimdi getiriyorum,” dedi. İçeri giren garson sadece saniyeler sonra kahvelerle geri döndü. “Afiyet olsun.”

“Teşekkür ederiz,” dediler.

Çatalını eline alan Gökhan tatlısının tadına baktı. “Hım,” dedi genç adam kelimenin sonunu uzatarak. “Başarılı.”

“Afiyet olsun,” dedi Kerem.

“Eyvallah kardeşim, size de.”

Kerem’le Yağız da siparişlerinin tadına bakarken Gökhan kahvesinden büyük bir yudum içti. Telefonunu eline alan genç adam sosyal medya hesabına girdiğinde Göksel’in iki saat önce yeni bir fotoğraf paylaştığını gördü. Boğaziçi Köprüsü’nün gün batımı zamanı çekilmiş güzel bir fotoğrafıydı. Gülümseyerek fotoğrafı beğenen genç adam açıklamada yazan cümleyi okuduğunda gülümsemesi yerini şaşkınlığa bıraktı.

Henüz batan güneşin özlemi.

Bu cümle Yavuz Çetin’in Sahil şarkısında geçiyordu. İlgi çekici noktaysa Çetin’in Boğaziçi Köprüsü’nden atlayarak intihar etmiş olmasıydı. Gökhan, kız arkadaşının yaptığı göndermeyi anladığında yüzüne bu sefer buruk bir gülümseme yayıldı ve yorum kısmını açarak cümlenin devamında gelen satırı yazdı:

Ve bu yalnızlık çekilmez gibi.” Cümlelerin geçtiği şarkı kadar muazzam bir fotoğraf.

Yorumunun sonuna bir de mavi kalp ekledikten sonra yorumu paylaştı. Gökhan, Göksel’in paylaştığı tüm fotoğrafları çok beğeniyordu ve ağustostan beri paylaştığı fotoğraflara kısa da olsa yorum yaparak ona hem destek oluyor hem de motive olmasını sağlıyordu.

“Pişt!” dedi Kerem. “Ne oluyor? Niye gülümsüyorsun?”

“Bu soruyu gerçekten sordun mu?” dedi Yağız ağzındaki lokma yüzünden boğuk çıkan sesiyle. “Ne olacak? Göksel mesaj falan atmıştır.”

“Fotoğraf atmış,” diyen Gökhan telefonunun ekranını arkadaşına doğru çevirdi. “Açıklamayı oku, tanıdık gelecektir.”

Yağız açıklamayı okuduğunda cümleyi hemen tanıdı.

Sahil,” dedi Gökhan’a bakarak. “Kıza Yavuz’un tüm diskografisini öğrettin, helal olsun.”

“Dinlemesini ben istemedim ama onu Yavuz’la ben tanıştırdım, orası doğru,” dedi Gökhan. “Benim çaldığım şarkıları beğenince geri kalanlara da şans vermişti, o zamanlar hâlâ flört ediyorduk.”

“Bana da göstersene,” dedi Kerem. Gökhan telefonu ona uzatınca telefonu eline alıp fotoğrafa baktı. “Vay,” deyip bir ıslık çaldı. “Çok güzel fotoğrafmış. Açı muhteşem, düzenlemesini de çok güzel yapmış.”

“Sevgilim olağanüstü bir fotoğrafçıdır,” dedi Gökhan göğsünü gererek. “Bütün fotoğrafları muhteşem.”

“İyi bir fotoğrafçı olduğu anlaşılıyor.”

“Gökhan haklı,” dedi Yağız. “Dün Göksel’le takipleştik, akşamına da oturup hesabında gezindim ve çektiği fotoğrafları inceledim. Bu işte gerçekten iyi, yetenekli ve eğitimli biri.”

“Takipleştiniz mi? O zaman birbirinizi sevdiniz.”

“Aynen, yengem diye demiyorum ama Göksel iyi bir kız, sohbeti de keyifliydi.”

“Göksel ona yenge dediğini duysa düşüp bayılır,” dedi Gökhan gülerek. “Yüzüne karşı asla söyleme.”

“Yok be oğlum, söylemem tabii. Dalga geçiyorum.”

“Aslında şaka da olsa söyleme ihtimalin var,” dedi Kerem ona kaşlarını kaldırıp bakarak. “Hatta aranız çok iyi olursa sinir etmek için bile söylersin.”

“O kadar haklısın ki,” dedi Gökhan. Ona elini uzattığında iki dost tokalaştı. “Bu deliden her şeyi beklerim ben.”

“Deli demek,” diyen Yağız başını anlamlı anlamlı salladı. “Bunu bir kenara not ettim Uygur.”

“Bu bir tehdit mi?”

“Nasıl adlandırmak istersen.”

“Evet sayın seyirciler ortalık karışıyor,” dedi Kerem bir spiker edasıyla. “Gökhan ve Yağız’ın ikisi de kalenin önünde, golü kimin atacağı belli olacak.”

Delikanlılar gülüştü.

“O kadar fotoğraf dedik, bir tane de biz çekelim,” dedi Kerem. Gökhan’ın telefonunu sahibine verdikten sonra kendi telefonunu eline aldı. “Hem hatıra kalır hem de paylaşırız.”

Gökhan’la Yağız da hemfikir olduğunu belirtince Kerem’in telefonundan iki tane fotoğraf çektiler. Çekilen iki fotoğrafı inceleyen delikanlılar fotoğrafları beğendi.

“Hikayemde paylaşacağım,” dedi Kerem. “Siz de eklemek isterseniz etiketleyebilirim.”

“Etiketle,” dedi Gökhan. “Ben paylaşırım.”

“Ben de,” dedi Yağız ona katılarak. “Kaç gündür bir şey paylaşmıyordum, ölüm döşeğindeki hesabı canlandırayım.”

Kerem fotoğrafı kendi hikayesinde Gökhan’la Yağız’ı etiketleyerek paylaştı. Kerem de sosyal medyada fazla paylaşım yapan biri sayılmazdı, genç adamın paylaşımlarının çoğu sanat eserlerinden oluşuyordu ve kalanlar da arkadaşlarıyla olan fotoğraflarıydı.

Kerem hikayeyi paylaştıktan sonra Gökhan da paylaşmak için kendi hesabına girdi. İki yeni bildirimi vardı. Göksel onun kendi fotoğrafına yaptığı yorumu beğenmiş ve cevap olarak sarı kalp atmıştı. Gökhan da gülümseyerek onun yorumunu beğendi.

“Sarı kalbini yesinler senin,” diye geçirdi içinden. “Civciv.”

“Gülümsemene bakılırsa Göksel yorumuna cevap vermiş,” dedi ona bakan Yağız. “Ne demiş?”

“Yine dalga geçeceksin ama bir şey dememiş,” dedi Gökhan bakışlarını telefon ekranından ayırıp ona bakarak. “Sarı kalp atmış.”

Dudaklarını birbirine bastıran Yağız yumruğunu da bir saniyeliğine ağzına bastırdı. “Yorum yapmayacağım,” dedi kendi kendine. “Yorum yapmayacağım, yo— Oğlum sen harbiden Leyla’sın lan. Söz konusu Göksel olunca en ufak şeyden bile mutlu oluyorsun, mutlu olman çok güzel ama benim de sevgili istememe neden oluyorsun. Sen benim başıma bela mı açacaksın lan?”

“Niye bela olsun? Doğru kişiyle beraber olduğunda hayatın daha da güzelleşiyor.”

“Şu an çevremde öyle biri yok.”

“Birkaç ay öncesine kadar benim de yoktu. Ne zaman karşına çıkacağı belli olmaz, bu yüzden ön yargılarından kurtul derim.”

“Ön yargı demeyelim de geçmiş kötü tecrübelerin tekrarlanması korkusu diyelim. Göksel’le karşılaştığın o an ne hissetmiştin mesela? O kişi olduğunu anlamış mıydın?”

“Onu ilk gördüğümde ondan etkilendim, benim için sadece o an ayaküstü konuştuğum sıradan biri olmayacağını hissettim ama onun doğru kişi olduğunu anladığım zaman ilk buluşmamızdı. Onunla konuştukça, onu tanıdıkça ondan daha çok etkilendim ve onunla güzel bir ilişki yaşayabileceğimi anladım. Yani kısacası evet, belki ilk görüşte değil ama ilk buluşmamızda o kişi olduğunu anladım.”

Gökhan konuşurken sadece Yağız değil, Kerem de onu pürdikkat dinledi.

“Vay be!” dedi Yağız dudaklarını aşağı kıvırıp. “Muhteşem bir his olmalı.”

“Kesinlikle öyle,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Özellikle günümüzdeki ilişkilerin hiç de azımsanmayacak bir kısmı çok toksik ama doğru insanla bir araya gelip muhteşem ilişkiler yaşayanlar da var. Bir gün senin de hayatına doğru kişinin gireceğini biliyorum. Çok şanslı bir kadın olacak.”

“Göksel gibi.”

“Aşktan daha güzel bir şey varsa o da dostluktur,” diye araya girdi onları dinleyen Kerem. “Sizin sahip olduğunuz gibi, bizim sahip olduğumuz gibi.”

“Kesinlikle,” dedi Yağız yükselerek. “Ha şöyle ya, bana bunlarla gelin. Kadınlar gelip geçer ama dostların her zaman yanında olur.”

“Aynen öyle.”

Yağız’la Kerem yumruklarını tokuşturdu.

“Saplar Dayanışma Derneği,” diyen Gökhan gülüyordu. “Dostluk elbette çok önemli, doğru kişiyle beraber olduğunda o da en yakın dostlarından biri oluyor zaten.”

“Nihayet mantıklı konuşmaya başladın,” diyen Yağız onun omzuna vurdu. “Böyle devam.”

Gülüştüler.

Bir saat daha kafede oturup sohbet eden delikanlılar vakit akşamüstüne yaklaştığında kalkmaya karar verdi. Gökhan’la Yağız’ın Merdivenköy’e kadar uzun bir yolu vardı, evde yemekleri olmadığı için yemek de yapmak zorundaydılar; Kerem de okulda yorulmuştu ve evine gidip dinlenmek istiyordu.

Hesabı ödedikten sonra kafeden ayrıldılar.

“Eve geçerken sizi de metro durağına bırakayım,” dedi Kerem. “Metroyla da geçebilirsiniz değil mi?”

“Olur,” dedi Gökhan. “Metrodan da otobüse binip eve geçeriz.”

“O zaman atlayın.”

Arabaya binip yola koyuldular. İş çıkış saatinin yaklaşmasıyla beraber yollar yavaştan dolmaya başlamıştı. Bir saat sonra buralar tıklım tıklım olacaktı.

“Kafe güzeldi,” dedi Yağız. “Arada gideriz.”

“Aynen, ben de sevdim,” diye ona katıldı Gökhan. “Ders çıkışlarında gidilecek yerlere yeni bir yer eklendi.”

“Maltepe benden sorulur,” dedi Kerem gülümseyerek. “Arada size yeni yerler keşfettirmeye devam edeyim.”

“Mutlaka et. Eyvallah kardeşim.”

“Her zaman.”

Kerem doğma büyüme Maltepeliydi, bu yüzden ilçede bilmediği yer yoktu. İlçe şehrin batı taraflarına göre kısmen daha sakin olduğu için çoğu zaman burada zaman geçiriyordu. Şehrin korkunç kalabalığına işi olmadıkça girmeyi tercih etmiyordu.

En yakındaki metro istasyonuna vardıklarında Kerem arabayı istasyonun altındaki yolda durdurdu.

“Kerem Köse Lojistik’le yaptığınız yolculuğun sonuna geldiniz,” dedi Kerem. “Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.”

“Bir Yağız Turizm etmez ama fena değildi,” dedi Yağız gülerek. “Eyvallah kardeşim.”

“İlk fırsatta yine görüşelim,” dedi arka koltuktaki Gökhan. “Yılbaşı programının durumunu da kesinleşince söyleriz.”

“Çok iyi olur,” dedi Kerem. “Kendinize dikkat edin beyler, görüşürüz.”

Kerem ikisiyle de tokalaştı.

“Dikkatli sür,” dedi Gökhan. “Yoğunluk başladı.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Kerem gülümseyerek. “Siz de kendinize dikkat edin.”

Gökhan’la Yağız arabadan indi. İki kafadar yan yana metro istasyonuna yürümeye başladığında Kerem bir süre onların arkasından baktı, ardından gaza basıp yola koyuldu. Gökhan’la Yağız’ın istasyona ulaştığı saniyelerde Kerem de alt sokaktan doğuya dönüp evine doğru yol aldı.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil