Kadrajdaki Dünyalar | 24. Kare: Portredeki Notalar

Kadrajdaki Dünyalar'ın 24. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Mart 5, 2023 - 12:02
Mart 5, 2023 - 11:48
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 24. Kare: Portredeki Notalar

Bölüm Fotoğrafı: Pixabay

Kasımın üçüncü haftası

“Bugün burada bırakalım,” dedi masasında oturan öğretim görevlisi. “Yeni konuya geçmeyeceğim. Vizede anlattığım bu kısma kadar sorumlusunuz. Sorusu olan var mı?”

Akın elini kaldırdı.

“Söyle Akın,” dedi akademisyen.

“Ekim başından bu yana epey konu işledik,” dedi Akın. “Hepsinden soracak mısınız?”

“Üzerinde durduğum konuları takip ettiğini düşünüyorum, onlara iyi çalışın.”

“Peki kaç soru soracaksınız?” diye sordu Akın’ın yanında oturan Göksel.

“Sınav sorularını hazırlamayı henüz bitirmedim ama ya yirmi ya da yirmi beş soru soracağım, belki otuza çıkabilirim ama bu düşük bir ihtimal. Akın’ın da söylediği gibi epey konu işledik, müfredatımız kalabalık; dengeli bir konu dağılımı yapmaya çalışıyorum.”

“Çıkmış sorma ihtimaliniz yoktur değil mi hocam?” dedi Akın.

“Ben ne zaman çıkmış sordum Akın?” dedi kadın akademisyen gülümseyerek. “İyi çalışın. Sadece bu derse değil, tüm derslerinize. Son senenizde sıkıntı çıkmasın.”

“Ben de öyle düşünmüştüm,” diye mırıldandı Akın.

Onun söylediğini duyan Göksel güldü. Akın ona göz kırptı.

“Başka sorusu olan var mı?” diye sordu akademisyen. Sınıfa baktı ama kimseden ses çıkmadı. “O hâlde dersimiz bitmiştir. Vizelerinizde başarılar.”

“Sağ olun hocam,” dedi Akın. “İyi günler.”

“İyi günler gençler.”

“Nihayet bitti,” dedi Sinem. Eşyalarını çantasına koymaya başladı. “Berat gelmiş olmalı, umarım çok beklememiştir.”

“Gökhan ne yaptı acaba?” diyen Göksel telefonunu eline aldı. “Bir arayıp sorayım.”

“Hainler sizi,” dedi onlara bakan Akın. “Aynı dönemde sevgili yapıp beni sap bıraktınız. Sizin yaptığınızı düşman yapmaz.”

Kızlar gülüştü.

“Sen de bize bir yenge getir,” dedi Sinem. “Kızlarla biraz flört ettikten sonra iletişimi kesiyorsun, kimseyi beğenmiyorsun.”

“Biraz yüksek kriterlerim olduğunu kabul ediyorum,” dedi Akın. “Ama bir gün ben de kriterlerimi karşılayan bir kadın bulacağım, görürsünüz.”

“Umarım bulursun,” deyip onun koluna dokundu Göksel. “Seni çekiştirmek için yeni bir arkadaş çıkar bize de.”

“Demek öyle. Gökhan’la Berat gelince sizin hakkınızda atıp tutayım da görün siz.”

“Yapacağın son şey olur,” dedi Sinem sevimli bir gülümsemeyle. “Aklından bile geçirme.”

“Korkmadım desem de inanmayın. Size bulaşmam ben. Hem dalga geçiyordum, ikiniz de gayet tatlı kızlarsınız.”

“Ha şöyle.”

“Sen de çok tatlısın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bu arada ben de dalga geçiyordum.”

“Biliyorum,” diyen Akın da gülümsedi. “Sağ ol Gök.”

Eşyalarını toplayan gençler sıradan kalktılar. Sinem Berat’ı ararken Göksel de Gökhan’ı aradı. Genç adam birkaç saniye içinde telefonu açtı.

“Sevgilim?” dedi Göksel. “Ne yapıyorsun? Geldin mi?”

“Güvenlikler beni içeri almadı,” dedi Gökhan. “Dışarıda kaldım.”

“Nasıl almadılar? Kimliğini verdiğinde ziyaretçi kartı veriyorlar, sen de giriş yapabiliyorsun.”

“Ben de böyle söyledim ama tipimi beğenmediler sanırım, öğrenciler ve personel harici kimseyi almadıklarını söylediler.”

“Öyle bir şey yok. Neredesin şu an? Oraya geleceğim.”

“A girişinin oradayım. On dakikadır falan buradayım.”

“Tamam, birazdan orada olurum. Oraya geldiğimde yine ararım. Sen oradan ayrılma.”

“Tamam güzelim. Görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Göksel telefonu kapattı.

“Ne oldu?” diye sordu Akın.

“Gökhan’ı kampüse almamışlar,” dedi Göksel. “A girişinin orada kalmış.”

“Nasıl almamışlar? Ziyaretçi olarak giriş yapabiliyor. Üstelik başka üniversitede öğrenci, her türlü alırlardı.”

“Ben de anlamadım ki. Güvenliklere ağzının payını veririm birazdan.”

“Berat binadaymış,” dedi Sinem. “Gökhan nasıl girememiş? Şaka yapıyor olmasın.”

Bu sırada sınıftan çıkıyorlardı.

“Bilmem,” diyen Göksel koridorun az ilerisinde tanıdık bir sima görünce adımlarını durdurdu. Sinem haklıydı, Gökhan ona şaka yapmıştı. Genç adam güvenlikten sorunsuz geçmiş ve kampüse girmiş, Göksellerin fakültesine gelmiş ve derslerinin olduğu sınıfın önünde durarak onları beklemişti.

Göksel’le göz göze gelen Gökhan sırıtmaya ve aynı zamanda onlara doğru yürümeye başladı. Genç adam Akın’la Sinem’in de ilgisini çekti. Gökhan’ın fotoğraflarını gördükleri için onu hemen tanıdılar.

“Sürpriz,” dedi Gökhan, Göksel’in önünde durduğunda. Elindeki ziyaretçi kartını salladı. “Güvenlikler tipimi beğendiler hatta gitar çantamı görünce birkaç soru bile sordular. Konservatuvar öğrencisi olmam hoşlarına gitti sanırım.”

“Çok fenasın,” diyen Göksel gülüyordu. “Hoş geldin. Arkadaşlarımla tanıştırayım. Akın, Sinem; erkek arkadaşım Gökhan.”

“Merhaba,” dedi Gökhan. Önce Akın’la, sonra da Sinem’le tokalaştı. “Göksel sizden çok bahsetti. Tanıştığıma memnun oldum.”

“Biz de öyle,” dedi Akın. “Göksel senden de çok bahsetti.”

“Aynen,” diye onayladı Sinem. “Nihayet tanışabildik.”

Yan koridordan onların olduğu koridora dönen Berat ileride duran grubu fark etti. Berat bu üniversitenin öğrencisi olduğu için okul açıldıktan sonraki bir buçuk aylık süreçte buraya birkaç kez gelmiş, Sinem’in yakın arkadaşları Göksel ve Akın’la tanışmıştı hatta onlarla birlikte oturup bir şeyler yiyip içmişti.

“Berat da geldi,” dedi onu gören Sinem.

“Merhaba gençler,” dedi onların yanına giden Berat. “Umarım bekletmedim.”

“Biz de sınıftan şimdi çıktık,” dedi Sinem. Onunla yanaktan öpüştüler. “Nasılsın?”

“İyiyim güzelim, sen nasılsın?”

“Seni görünce daha iyi oldum. Ders fazlasıyla uzun ve sıkıcıydı. Seni Göksel’in erkek arkadaşı Gökhan’la tanıştıralım.”

Sinem’le Berat, Gökhan’a bakınca Gökhan da onlara döndü.

“Merhaba,” diyen Berat elini ona uzattı. “Ben Berat.”

“Merhaba,” deyip onunla tokalaştı Gökhan. “Ben de Gökhan. Tanıştığıma memnun oldum.”

“Ben de memnun oldum. Bahsin geçmişti. Gitar çantanı görünce konservatuvar okuduğunu anımsadım.”

“Doğru hatırlıyorsun,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında son sınıf öğrencisiyim. Sen ne okuyorsun?”

“Ne güzel. Ben de Mekatronik Mühendisliği okuyorum, benim de son senem. Yani öyle umuyorum.”

Gülüştüler.

“Bu üniversitedesin değil mi?” dedi Gökhan.

“Aynen,” diye onayladı Berat. “Yıldız Kampüsü’ndeyim ama buraya da sık geliyorum.”

Berat bunu derken Sinem’e kısa bir bakış attı, Sinem gülümsedi.

“Yıldız Kampüsü’nün büyük olduğunu biliyorum ama burası da çok büyükmüş. Bu fakülteyi bulana kadar epey zaman harcadım, fakülte benim girdiğim girişe çok uzakmış.”

“B girişi daha yakın,” dedi Göksel. “Ama metroyla geldin değil mi?”

“Evet, bu tarafları hiç bilmediğim için güvenli liman metroda kaldım. Kampüse girince biraz yürüdüm ama iyi geldi, açıldım.”

“İyi o zaman ama bir sonraki sefer B’den girersin, aklında bulunsun. Ben sana buraya gelen otobüsleri söylerim.”

“Çok iyi olur.” Gökhan diğerlerine baktı. “Kadıköy’de yaşadığım ve Maltepe’de okuduğum için Avrupa’yı pek bilmem, bu tarafları ise hiç bilmiyorum. İlk kez geldim.”

“Bilinecek yerler de sayılmaz,” dedi Akın. “Buraları burada oturanlar ve YTÜ öğrencileri hariç kimse bilmiyordur. Turistik bir yer değil sonuçta, dışarıdan en çok insan çeken şey Teknokent. O da YTÜ’nün zaten.”

Gülüştüler.

“Kampüsü niye burada yaptılarsa?” dedi Sinem. “Bir Yıldız Kampüsü’ne bak, bir de buraya bak. Adamların okulu deniz kenarında, Boğaz manzaralı. Biz de burada üvey evlat muamelesi görüyoruz.”

“Haklısın,” dedi Göksel. “Yıldız Kampüsü gerçekten çok güzel. Bu kampüs de hoş, büyük falan ama bir Yıldız da etmez.”

“Yıldız’ın da bir olayı yok demek isterdim,” dedi Berat. Herkes ona baktı. “Ama yalan söylemiş olurum. Gerçekten çok güzel bir kampüs. Vizelerden sonra bir gün gelin, takılırız. Sinem düzenli olarak geliyor zaten, siz de gelebilirsiniz.”

“Olur, vizelerden sonra bakalım.”

“Bana da uyar,” dedi Akın. “Biraz yeşilin tadını çıkaralım.”

“En azından kampüsünüz var,” dedi Gökhan. Bu sefer herkes ona baktı. “Bizim konservatuvar binası mahalle arasında tek başına duruyor. Önünde de güya bir bahçesi var, ilkokulların bahçeleri daha büyük.”

“Hadi ya,” dedi Sinem. “Koskoca İstanbul Üniversitesinin konservatuvarı lise gibi mi?”

“Ne yazık ki. Muhteşem bir eğitimi var ama bina konusunda çok sıkıntı yaşıyoruz.”

“Üniversitesinde hiç sorun yaşamayan kimse yoktur bence,” dedi Göksel. “İlla bir şeyler yolunda gitmiyor.”

“Orası öyle,” dedi Gökhan. “Biz de olumlu taraflarına odaklanıyoruz.”

“En iyisi. O zaman yavaştan dağılalım mı?”

“Olur,” dedi Sinem. “Biz daha Beşiktaş’a geçeceğiz, Gökhan’la sizin yolunuz da uzun.”

Sinem’le Berat Beşiktaş’ta zaman geçirecekti, Gökhan’la Göksel de Gökhan’ın müzisyen arkadaşlarıyla buluşacaktı, Akın’ın planıysa evine gitmekti.

Grup üyeleri vedalaştı.

“Sizlere iyi eğlenceler,” dedi Akın. “Kendinize dikkat edin. Yarın görüşürüz.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Göksel. “Sen de kendine dikkat et.”

Sinem, Berat ve Akın giderken Göksel’le Gökhan koridorda durmaya devam etti.

“Küçük bir okul turuna ne dersin?” dedi Gökhan. “Müzik bölümlerinin de olduğunu öğrendikten sonra bu fakülteyi merak ettim.”

“Olur,” dedi Göksel. “Hadi sana etrafı gezdireyim.”

“Öncesinde öpücüğümü alayım,” diyen Gökhan onu dudaklarından öptü. “İşte şimdi gezmeye hazırım.”

“Ben de gezdirmeye,” dedi Göksel gülümseyerek. Onun elini tuttu. “Hadi başlayalım.”

Göksel, Gökhan’ı fakültede gezdirmeye başladı, bir yandan da fakülte hakkında bilgiler veriyordu. Gökhan’sa onu dikkatle dinliyor, bir yandan da etrafı inceliyordu. Fakülte oldukça büyüktü, konservatuvardan sonra bu büyüklük Gökhan’ın resmen başını döndürdü.

“Şu grup Ses Sanatları Tasarımı okuyor,” dedi Göksel ileride duran birkaç kişilik grubu çenesiyle işaret ederek. “Derslerine denk gelmiştik.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan. “Sen deyince bölümü biraz araştırmıştım da güzel bir bölüme benziyordu. Biraz sohbet etsem mi?”

“İstersen et. Aynı dilden konuşacağınıza eminim.”

Çift gruba yaklaşırken grup da onları fark etti. Gökhan’ın sırtındaki gitar çantası grubun dikkatini çekti.

“Merhaba,” dedi Gökhan.

Neredeyse üç aydır sevgiliydiler ama Göksel, Gökhan’ın bu girişkenliğine henüz alışmış sayılmazdı. Göksel’in bu gençlerle bir kez konuşmuşluğu yoktu fakat onları ilk kez gören Gökhan hemen bir konuşma başlatabiliyordu.

“Merhaba,” dedi gençlerden biri. “Tanışıyor muyuz? Çıkaramadım.”

“Kendimi tanıtayım, ben Gökhan. Burada okumuyorum ama kız arkadaşım okuyor, sizin Ses Sanatları Tasarımı okuduğunuzu söyleyince biraz sohbet etmek istedim. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında son sınıf öğrencisiyim.”

“Öyle mi? Ne güzel, elbette sohbet edebiliriz. Ben Burak, arkadaşlarım da Latif ve Eda.”

Gökhan hepsiyle tokalaştı.

“Sen ne okuyorsun?” diye sordu Eda. Göksel’e bakıyordu. “Seni arada görüyorum.”

“Fotoğraf ve Video okuyorum,” diye cevapladı Göksel.

“Ben de öyle düşünmüştüm.”

“Gitar çalıyorsun demek,” dedi Burak. “Kaç sene oldu?”

“On bir oldu,” dedi Gökhan. “On yaşımdan beri çalıyorum.”

“Bayağı olmuş. Hobi olarak başlayıp en büyük tutkuna dönüşmüş olmalı.”

“Aynen öyle oldu. Dinlediğim müzisyenlerden çok etkilendim ve ben de çalmak istedim, biraz zaman geçince baktım ki içimde alev alev yanan bir ateş var.”

“Genelde böyle söylerler. Okul ne durumda?”

“Çok iyi. Vizelerimiz önceki hafta bitti, hepsi iyi geçti. Çocukluğumdan beri hedefim olduğu için büyük bir aşkla okuyorum, oldukça hevesli bir öğrenciyim.”

“Ne güzel. Başka neler çalıyorsun?”

“Piyano ve org, son zamanlarda bateri öğrenmeye de başladım. Ev arkadaşım yeni bir bateri aldı, onunla bol bol pratik yapma şansım oluyor.”

“Çok iyi. Şarkı da söylüyor musun?”

“Evet, söylüyorum. Her cumartesi Kadıköy’de bir kafede çıkıyorum hatta, iki sene oldu.”

“Hangisi?”

“Parça Kafe. Caferağa’da.”

“Hiç duymadım ama orada milyon tane kafe var zaten, hepsini bilmek mümkün değil.”

“Orası öyle. Siz neler yapıyorsunuz? Enstrüman çalıyor musunuz ya da şarkı söylüyor musunuz?”

“Evet,” diye onayladı Burak. “Ben de gitarla piyano çalıyorum, bir şeyler söylüyorum.”

“Öyle mi?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Çok iyi. Ne zamandır?”

“Dört beş sene kadar oldu. Ben şarkı söyleyerek başladım, gitarla piyano çalmayı sonradan öğrendim. Sadece şarkı söylemek değil, enstrüman çalmak istediğime de kanaat getirdim.”

Ortak noktaları çıkan Burak’la Gökhan koyu bir sohbete dalarken Eda da Göksel’le konuşmaya girişti.

“Kaçıncı sınıfsın?” diye sordu Eda.

“Son sınıfım,” dedi Göksel. “Sen?”

“Üçüncü sınıfım, hepimiz üçüncü sınıfız. Bölümle aran nasıl?”

“Çok iyi. Çok isteyerek yazmıştım, çok da severek okuyorum. Sen?”

“Bölüm çok zor, en azından beni çok zorluyor. Keyif alıyorum ama sürekli değil.”

“Sanat alanındaki her bölüm zor. Bir de sizin teknik bilgi kısmı aşırı ağır diye biliyorum, zorlaması çok normal.”

“Mühendisler kadar teknik bilgi görüyoruz resmen,” diyen Eda güldü. “YTÜ sanat bölümlerinde bile adının hakkını vererek teknik bilgiyi es geçmiyor.”

“Haklı bir bakış açısı,” dedi Göksel de gülerek. “Kolay gelsin.”

“Sağ ol, sana da,” dedi Eda. “Bu arada ismin neydi?”

“Göksel.”

“Gökhan’la Göksel, ha? Çok uyumluymuş. Memnun oldum Göksel. Ben de Eda. Burak söyledi ama ben de bir daha söyleyeyim.”

“Uyumluyuzdur. Ben de memnun oldum Eda.”

“Ne zamandır birliktesiniz?”

Onun bu sorusu Göksel’i şaşırttı. Bu kadar çabuk kişisel sorular sorulmasından hoşlanmazdı ama Eda kötü niyetli birine benzemediği için aldırış etmedi.

“Birkaç gün sonra üç ay olacak,” diye cevapladı Göksel.

“Çiçeği burnundaymışsınız.”

“Öyle.”

Göksel’le Eda sohbet ederken Gökhan’la Burak ayaküstü arkadaş oldular.

“Okul dışında etkinlik yapıyor musunuz?” diye sordu Gökhan. “Fırsat bulursam katılmayı çok isterim.”

“Arada yapıyoruz,” dedi Burak. “Sınıftan birkaç arkadaşımız oluyor, diğer yerlerden de birileri var. İstiyorsan katılabilirsin. Anladığım kadarıyla epey donanımlı birisin, seninle vakit geçirmekten hoşlanacaklardır.”

“O zaman bir yerden iletişim sağlayalım. Numaramı verebilirim ya da Instagram kullanıyorsan oradan takipleşiriz.”

“Numaranı verebilirsin,” diyen Burak cebinden telefonunu çıkardı. “Buradan daha kolay iletişim sağlarız.”

Gökhan ona cep numarasını söyleyince Burak numarayı yazdı ve Gökhan İÜDK diye rehberine kaydetti.

“Sana mesaj atayım,” dedi Burak. “Sen de beni kaydedersin. Bizimkilere söylerim, onlar da tamam deyince sonraki görüşme için yazarım.”

“Çok iyi olur, teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

“Biz ufaktan kaçalım,” dedi Gökhan. “Tanıştığıma çok memnun oldum gençler. Vizelerde şimdiden başarılar dilerim.”

“Biz de memnun olduk,” dedi Burak. “Teşekkür ederiz. Kendinize dikkat edin.”

“Siz de.”

Göksel’le Gökhan grubun yanından ayrılıp çıkışa doğru yürümeye başladı.

“Benim kaç senedir tanışmadığım insanlarla tanıştın,” dedi Göksel ona bakarak. “Girişkenliğine hayranım.”

“Müzikle iç içe olan yeni birilerini tanıdım, fena mı?” deyip ona göz kırptı Gökhan. “Şimdi de müzisyenlerin yanına gidiyoruz. Bu ne kadar güzel bir gün böyle.”

Fakülteden çıkan genç çift Göksellerin beyaz arabasına doğru ilerledi. İstanbul trafiğine iyiden iyiye alışan ve eviyle okulu arasındaki yolları iyice öğrenen genç kadın okul başladığından beri çoğu zaman arabayla gidip geliyordu.

“Bugün hava da serin,” dedi Gökhan. “Akşama iyice soğuyor. Neyse ki kalın giyinmişsin. Ayrıca sen bugün ne güzel olmuşsun böyle. Sarı mont çok yakışmış. Gerçek bir civcivsin.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Montu yeni aldım, beğendin mi?”

“Beğendim, çok hoş. Güzel günlerde giy balım.”

“Teşekkür ederim sevgilim,” diyen Göksel ona uzanıp yanağına bir öpücük kondurdu. “Sen de çok yakışıklı olmuşsun. Deri ceket çok yakışıyor, kazağını da çok beğendim. Açık renkler seni açıyor.”

“Evet, mesela bana en çok yakışan renk sarıdır.”

“Bak sen,” dedi Göksel ona anlamlı bir bakış atarak. “Kahverengi de bana çok yakışır.”

“Bilmez miyim canım?”

Arabanın yanına vardıklarında Gökhan onun saçlarına bir öpücük kondurup kokusunu içine çekti.

“Atla bakalım,” dedi anahtarla kapıları açan Göksel. “Şişli’ye kadar daha çok yolumuz var.”

Beraber arabaya bindiler. Göksel içeride terlememek için montunu çıkarıp arka koltuğa bırakırken Gökhan da içinde elektro gitarının olduğu gitar çantasını arka koltuğa koydu.

Gökhan, Göksel’e bakınca onu uzun uzadıya inceledi. Genç kadının üstünde beyaz triko bir kazak vardı, altın renkli iki kolyeyi kazağın üstüne takmıştı; altında da düz paça mavi bir kot vardı. Genç kadın son derece günlük giyinmişti ama Gökhan’ın gözlerinden olağanüstü görünüyordu.

Gökhan’ın kendisine yaklaştığını fark eden Göksel başını ona doğru çevirmişti ki Gökhan yüzünü onun boynuna gömünce kıkırdadı.

“Beyaz da ne kadar yakışıyor,” diye mırıldandı Gökhan. “Çok hoş olmuşsun.”

Gökhan onun boynunu öpünce Göksel gözlerini kapattı. Genç adamın, boynuna bıraktığı bu öpücükler huzur veren ama bir o kadar da tutkulu öpücüklerdi.

“Hâlâ kampüsteyiz,” dedi Göksel. “Üniversitedekilerin gözünde arabada yiyişen insanlardan biri olmak istemem.”

Gökhan onun tenine öpücükler bırakmaya devam ederek yavaşça yukarı çıktı ve yüzünü onun yüzüyle aynı hizaya getirdi.

“Nerede yiyişen insanlardan birisi olmak istersin?” diye sordu Gökhan. “Orada yiyişelim.”

“Deli.”

“Sadece sana deliyim. Hem araban duvara bakıyor kızım, bizi kim görecek? Kolonlar mı?”

Göksel karşıya kısa bir bakış attıktan sonra, “Olsun,” dedi. “Her an bir yerlerden insanlar çıkabilir. Öğrenciler umurumda değil de hocalara yakalanmak istemem.”

“Onların kendi otoparkı vardır, merak etme.”

“Niye bu kadar mantıklı konuşuyorsun sen?”

“Seni öpmeye zemin hazırlıyorum da ondan,” diyen Gökhan ona yaklaştı. “Vizelerden çıkmış bana moral öpücüğü vermeye ne dersin?”

Göksel onun dolgun pembe dudaklarına bakıp, “Lip balm mı sürdün sen?” diye sordu. “Evet evet, sürmüşsün.”

“Havalar soğudu, dudaklarım çatlamasın. Senin için de sürüyorum.”

“O niyeymiş?”

“Çatlamış dudakları öpmek zorunda kalmıyorsun, aksine dudaklarım pamuk gibi yumuşacık oluyor.”

“Öyle mi?” diyen Göksel de ona yaklaştı ve burnunu onun burnunun yanına bastırdı. “O hâlde bir kontrol etmem gerekir.”

Öpüşmeye başladılar. Gökhan onun bacağını okşamaya başladığında Göksel de onun ensesindeki saçları avuçladı. Elleri de dudakları kadar hareketli olan çift, uzun saniyeler boyunca öpüştükten sonra nefesleri biraz bozulmuş şekilde ayrıldılar.

“Haklıymışsın,” dedi Göksel. “Pamuk gibiler.”

“Sana söylemiştim,” dedi Gökhan. Onunla daha iyi öpüşebilmek için poposunu koltuktan biraz kaldırdığını o an fark etti. “İkinci bir kalite kontrolden önce yola çıksak iyi olacak. Makinen yanında mı? Biraz kurcalayayım.”

“Çantamın içinde,” dedi Göksel arabayı çalıştırırken. “Kurcala bakalım.”

Şişli’ye gidene kadar sohbet ettiler. Gökhan oradaki stüdyoların birinde Barışlarla buluşacaktı. Barış’ın bir arkadaşına ait olan stüdyoya Barışlar bir süredir gidiyordu. Stüdyo büyük bir yerdi, içeride pek çok enstrüman vardı ve delikanlılar yalnızca kayıt almak için değil, şarkıları üzerinde çalışmak için hatta bazen prova yapmak için bile oraya gidiyordu. Bugün de Barış, Elçin ve Kuzey oradaydı. Sarp hasta olduğu için evinde dinleniyordu, Lale de işteydi.

“Şu bina,” dedi Gökhan stüdyonun olduğu yere geldiklerinde. “Uygun bir yere park et de inelim.”

“Park yapılmaz tabelası görmüyorsun değil mi?” dedi etrafına bakan Göksel.

“Görünmüyor,” dedi onunla beraber dışarı bakan Gökhan. “Şu araçlar da park ettiğine göre sıkıntı çıkmaz herhâlde.”

Göksel yavaşça kırmızı arabanın arkasına ilerlerken etrafa bakmayı sürdürüyordu. “Bunlar da buraya bıraktığına göre park ediliyordur sanırım,” dedi. “Tabela da yok. Ben burada duruyorum.”

“Dur gitsin.”

Göksel arabayı park ettiğinde araçtan indiler. El ele tutuşan çift giriş katında bir müzik mağazasının olduğu, içinde de birkaç stüdyonun yer aldığı iş hanına ilerledi.

“Müzik mağazası da varmış,” dedi orayı fark eden Göksel. “Sanırım genelde müzik amacıyla kullanılan bir han.”

“İçinde birkaç stüdyonun olduğunu biliyorum,” dedi Gökhan. “Muhtemelen öyledir. Ben de ilk kez geliyorum.”

“Hayatımda ilk kez bir müzik stüdyosunda bulunacağım. Heyecanlandım.”

“Benim kız arkadaşım olduğuna göre bundan sonra sık sık bulunacaksın demektir. Siftahı bugünle yapıyoruz.”

Hanın içine giren çift, asansörle üçüncü kata çıktı. Sağdaki çelik kapıya ilerleyip zile bastıklarında saniyeler içinde kapı açıldı. Kapıyı açan kişi Elçin’di.

“Hoş geldiniz gençler,” dedi Elçin neşeli bir sesle. Onların iç içe geçmiş ellerine bakıp gülümsedi. “Buyurun gelin içeri.”

“Hoş bulduk,” dedi Gökhan, Göksel’in peşinden içeri girerken. “N’aber?”

İkisi de Elçin’le yanaktan öpüşüp ayaküstü birbirlerinin hâlini hatırını sordu.

“İkinizi sevgili olduktan sonra ilk kez görüyorum,” dedi Elçin. “Tebrik ederim. Çok tatlı bir çift oldunuz, Gökhan’ın hikayelerinden görüyorum.”

“Teşekkür ederiz,” dedi Göksel gülümseyerek.

“Aşk böcekleri de geldi,” diye seslendi Barış. Gitarını çıkarıp yere koyduktan sonra ikisine doğru yürümeye başladı. “Hoş geldiniz gençler.”

Gökhan onunla kafa tokuştururken Göksel de tokalaştı.

“Kadro tamamlandı,” dedi Kuzey. “Biraz geciktiniz.”

“Göksel bana fakülteyi gezdirdi,” diye açıkladı Gökhan. “Ses Sanatları Tasarımı okuyan birkaç kişiyle tanıştım, ayaküstü sohbet ettik.”

“Yine müzikle ilgilenen birilerini buldun demek,” diyen Barış güldü. “İyi yapmışsın.”

“Bulurum.”

“Göksel sen nasılsın?” diye sordu Barış. “Neler yapıyorsun?”

“İyiyim,” dedi Göksel. “Okul koşturması içindeyim. Haftaya vizelerim başlayacak, onlara çalışıyorum. Tabii bugün kısa bir mola verdim, burada olmanın eğlenceli olacağını düşündüm.”

“Kesinlikle olacak. Size stüdyoyu gezdirelim.”

Stüdyoda iki delikanlı daha vardı. Stüdyonun sahibinin yeğeni ve yeğeninin arkadaşı olan gençler elektro gitar çalıyordu. Barış onların kim olduğunu çifte söyleyip stüdyoyu gezdirmeye öyle başladı. Stüdyonun en sonunda küçük bir kayıt odası vardı, Barışlar bugün kayıt için değil de çalışmak için burada olduğu için şu an kullanılmıyordu. Stüdyonun içinde gitardan orga, kemandan piyanoya kadar pek çok enstrüman vardı. Gökhan köşedeki duvar piyanosunu görünce gülümsedi ve Göksel’e kısa bir bakış attı. Bugün beraber piyano çalabilirlerdi.

“Dolapta içecekler var,” diyen Barış köşedeki mini buzdolabını işaret etti. “Su, kola, bira vesaire. İstediğinizi içebilirsiniz. Acıkırsanız söyleyin, sipariş veririz. Keyfinize bakın gençler.”

“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan. “Burası epey güzel bir yermiş, sevdim.”

“Kapısı sana her zaman açık, sevdiysen istediğin her zaman gelebilirsin. Arkadaşım bugün burada değil ama bir gün sizi tanıştırırım.”

“Olur, çok iyi olur. O zaman ben şu çantayı çıkarayım.”

“Fender’ı getirdin değil mi?”

“Evet, canavar aramızda.”

“İşte buna çok sevindim.”

Gökhan önce gitar çantasını, sonra da deri ceketini çıkarırken Göksel de montunu çıkardı. Kıyafetlerini girişin yanındaki vestiyere astılar.

“Bugün bana güzel fotoğraf ve video malzemesi çıkacak,” dedi Göksel gülümseyerek. “Burası çekim yapmak için güzel bir yer.”

“Canın ne isterse onu yap balım,” diyen Gökhan onun yanağını öptü. “Canın sıkılırsa erkenden gidebilirsin, darılmam.”

“Sıkılacağımı hiç sanmıyorum. Zaten Elçin de burada, onunla takılırım.”

“Yine de aklında bulunsun.”

“Tamam bir tanem.”

Gökhan tanıdık bir melodi duyunca gitar çalan iki delikanlıya baktı. Esmer olan genç Metallica grubunun meşhur Enter Sandman şarkısını çalıyordu. En azından çalmaya çalışıyordu. Gitarın akordu iyi değildi, ses ayarlarında da Gökhan gibi donanımlı bir müzisyenin duyar duymaz fark ettiği terslikler vardı. Gökhan yanlarına gitmeye karar verdi.

“Şu çocuklara bakacağım,” dedi genç adam Göksel’e. “Sen bizimkilerin yanına gidebilirsin.”

“Tamam,” dedi Göksel ama Gökhan delikanlıların yanına ilerlerken onları izlemeyi tercih etti. Ne olacağını merak etmişti.

“Selam beyler,” dedi Gökhan.

“Selam,” dedi esmer olan. “Barış ağabeyin arkadaşı olmalısın.”

“Evet, sen de stüdyonun sahibinin yeğeni misin?”

“Aynen.”

Metallica ha,” dedi Gökhan sadede gelerek. “Enter Sandman efsane bir parçadır.”

Metallica sever misin?” diye sordu diğer genç.

“Tabii ki. Muhteşem bir gruptur.”

“Biz de çok seviyoruz. Çalması çok keyifli bir grup.”

“Bilirim.” Gökhan esmer olana döndü. “Ne zamandır çalıyorsun?”

“Bir buçuk sene kadar oldu,” dedi delikanlı. Gökhan onun yirmi yaşında bile olmadığını düşündü. “Senin de gitar çantan vardı, ne zamandır çalıyorsun?”

“Biraz oldu,” dedi Gökhan zaman belirtmekten kaçınarak. “Çal bakalım, dinleyelim.”

“Henüz öğrenme aşamasındayım, daha çok yolum var.”

“Hepimiz o yollardan geçiyoruz,” dedi Gökhan anlayışlı bir sesle. “İnsan zamanla gelişiyor.”

“Orası öyle.”

Delikanlı şarkının 55. Saniyesinde başlayan efsanevi girişi çalmaya başladığında Gökhan kaşlarını biraz kaldırdı. Bir şeyler kesinlikle yolunda değildi ve bunu uygun bir dille gence söyleyip işleri düzeltmesi gerektiğini düşünüyordu. Genç, gitarda çok yeniydi, yanlışının farkına ne kadar erken varırsa onun için o kadar iyiydi.

“Solosu üzerinde de çalışmaya başladım,” dedi şarkının başını çalmayı bitiren genç. “Adım adım ilerliyorum.”

“Bu akortla mı?” diye düşündü Gökhan.

“Bence soloya geçmeden önce üzerinde durman gereken başka noktalar var,” dedi Gökhan yumuşak bir sesle. “Gitarla amfinin ses ayarlarında güncelleme yapmak iyi bir fikir olabilir.”

“Ne gibi? Ses ayarları zaten yapılı.”

“Yapılı, evet ama geliştirilmeleri gerekiyor.”

“İnternetten de kontrol etmiştim aslında,” diyen gencin alındığı belli oluyordu. “Neyin ters olduğunu anlayamadım. Ne zamandır gitar çaldığını söylemiştin?”

Gökhan’ın yüzünde bir tebessüm oluştu. “Bir süredir,” diye tekrar etti Gökhan. “İstersen gitarla amfiye bir de ben bakayım.”

“Bak bakalım,” diyen genç gitarı çıkarıp ona uzattı. “Bir de senin ayarlarını görelim.”

Gökhan arkasını dönüp Göksel’e baktığında genç kadına göz kırptı. Az sonra olacakları tahmin eden Göksel’in yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Şov başlamak üzereydi.

Gökhan gitarı akort ederken Barışlar da ona bakıyordu. İçerideki herkes Gökhan’ın önce gitarı akort etmesini, sonra amfinin ses ayarlarını değiştirmesini izledi. Küçük bir ses kontrolü yapan genç müzisyen her şeyin yolunda olduğuna emin olduktan sonra pedalları da açtı. Gökhan’ın ne yaptığını çok iyi bilen hareketleri hızlıydı. Uğraştığı şey onun uzmanlık alanıydı.

“Sanıyorum ki her şey hazır,” dedi Gökhan. “Çalabilir miyim?”

“Tabii,” dedi delikanlı. “Seni dinliyoruz.”

Gitarı omzuna asan Gökhan şarkının girişini çalmaya başladı. Aceleci davranmayan genç müzisyen şarkının yumuşak girişini tıpkı orijinalindeki gibi sakin bir tempoda çaldı.

“Çocukların yüzüne iyi bakın,” dedi Barış. “Az sonra moraracaklar.”

“İsabet olur,” dedi Kuzey. “James Hetfield az önceki faciayı duysaydı kalp krizi geçirirdi. Tamam bilmiyor olabilirsin ama kulağın duyuyor sonuçta, sence şarkının orijinali öyle mi be kardeşim?”

Gökhan soloyu çalmaya başladığında stüdyo bir anda konser alanına dönüştü. Gökhan’ın zevki yüzünden okunurken onu izleyen delikanlılarsa neye uğradığını şaşırmıştı. Esmer olan irileşmiş gözlerle Gökhan’a bakarken diğeri de şaşkın bir şekilde gülüyordu. Böyle bir performansı ikisi de beklemiyordu.

Gökhan solonun can alıcı kısmına geldiğinde arka tarafta onu dinleyen Göksel’in gülümsemesi gülüşe dönüştü. Metal sevdiği bir tür değildi ama gitarı çalan kişi Gökhan olunca oldukça gürültülü bulduğu bu tür bile kulağına çok güzel geliyordu.

“İşte bu be!” dedi kafasını sallayan Barış. “Pas çözücü gibi adam mübarek.”

Gökhan soloyu müziğin sonunu uzatarak ve sesi oldukça kirleterek bitirdiğinde içeridekiler onu alkışladı.

“Böyle nasıl?” diye sordu Gökhan, esmer gence bakarak. “Daha iyi sanki.”

“Dürüst olmam gerekirse böyle bir performans beklemiyordum,” diye itiraf etti genç. “Bir süredir derken tam olarak kaç seneyi kastettin?”

“On bir senedir çalıyorum.”

Delikanlı bir ıslık çaldı. “Bu, durumu açıklıyor. Çok iyiydin, ellerine sağlık.”

“Teşekkür ederim.”

“Kaç yaşındasın?” diye sordu diğer genç.

“Yirmi bir yaşındayım.”

“Yirmi bir senenin on biri gitar çalarak geçti yani? Resmen ana karnında başlamışsın be ağabey.”

Gökhan gülerek, “Doğru sayılır,” dedi. “Bundan sonra ses ayarlarına dikkat edeceğinizi varsayıyorum?”

“Senin yaptığın şey bir profesyonelin sihirli dokunuşuydu,” dedi esmer delikanlı. “Bana da öğretir misin?”

“Bu hemen öğretilecek bir şey değil ama dikkat etmen gereken noktaları açıklayabilirim.”

Gökhan gençlere gitar hakkında bir şeyler anlatmaya başladığında Göksel de diğerlerinin yanına ilerledi.

“Seninki yine fırtına kopardı,” dedi Elçin.

“Esti gürledi,” diye ona katıldı Kuzey. “Önümüzden yürüsün kral.”

Gülüştüler.

“Söz konusu müzik olduğunda dahil olmadan duramıyor,” dedi Göksel. “Şimdi de çocuklara bir şeyler anlatıyor. Bir süre aranızda olmayacak gibi.”

“Sıkıntı değil,” dedi Barış. “Deminden beri onların şarkıyı katletmesini dinliyorduk, doğrusunu öğrensinler de bir daha kimsenin kulağını kanatmasınlar. Birisi onlara doğrusunu göstermeden yanlış olduğunu fark edemeyecek kadar toylar.”

“Siz neden uyarmadınız?”

“Onlara laf anlatmakla uğraşasımız gelmedi. Laf anlatmak Gökhan’ın işidir, şu anda da tam olarak onu yapıyor.”

“Gitar çalmayı öğretme konusunda çok hevesli.”

“Sana da öğretiyor mu?” diye sordu Elçin.

“Bazen çalıyoruz,” diye cevapladı Göksel. “Bir şeyler öğrendim. Gökhan öğretme konusunda çok hevesli, ben de öğrenmekten hoşlanıyorum. Gitar çok güzel bir enstrüman, öğrenirken eğlenceli vakit geçiriyorum.”

“Gökhan gibi olağanüstü bir gitaristten özel gitar dersi almak ha?” dedi Kuzey. “Üstelik bedava. İşte bu herkesin başına gelmez.”

“Farkındayım,” diyen Göksel erkek arkadaşına kısa bir bakış attı. “Bu konuda çok iyi.”

“Elçin de başlarda hevesliydi ama işin zorluğunu görünce tüm hevesi geçti,” dedi Barış sevgilisine bakarak. “Birkaç gün dayanabildi.”

“Hukuk okumak tek başına limitlerimi zorluyor,” dedi Elçin kaşlarını kaldırıp gözlerini de biraz açarak. “İkincisine gerek yok. Üstelik gitar fiyatlarını benden iyi biliyorsun, ne kadar zaman ayırabileceğimi bilmediğim ve öğrenme konusunda ciddi şüphelerim olan bir şeye o kadar para verecek hâlim yok. Şu üniversite bir bitsin, belki hobi olarak başlarım.”

“Heves ve tutku olmadan sanat olmaz,” dedi Barış. Kolunu onun omzuna atıp kız arkadaşını kendine çekti ve kumral saçlarına bir öpücük kondurdu. “Ama ne zaman istersen sana öğretmeye hazırım, aklında bulunsun.”

“Biliyorum bebeğim ama daha önce de dediğim gibi yazılım öğrenme konusunda daha hevesliyim. Devre ayak uydurmak lazım, bu devirde bunlar önem arz ediyor.”

“Daha önce de dediğim gibi yazılım benim sana anlatmamla öğrenebileceğin bir şey değil, hele de Hukuk okurken. Anayasayı yedin yuttun, yazılım kaldı.”

“Niye kalmasın? Belki şu an vakit ayıramam ama üniversiteden sonra öğrenebilirim. Ne o, yoksa senden iyi olmamdan mı korkuyorsun?”

Elçin dirseğiyle onu dürttüğünde Barış güldü.

“Benden iyi olman beni sadece gururlandırır,” dedi Barış. “Ama bu çok da mümkün değil. Dört sene bunun eğitimini aldım, iki buçuk senedir de bu alanda çalışıyorum. Övünmek gibi olmasın ama gerçek bir profesyonelim.”

“Böyle söyleyince kulağa çok havalı geliyor,” diyen Elçin ona sırnaştı. “Biraz da seksi. Hem mühendis hem de müzisyensin.”

“Etkileyici unvanlar değil mi?”

Kuzey öksürünce çiftle beraber Göksel de ona baktı.

“Yüzlerinizdeki bakışlardan hiç hoşlanmadım,” dedi Kuzey. “Hem olan var olmayan var kardeşim, biraz anlayış göstermenizi rica ediyorum.”

“Çalış senin de olur,” dedi Barış. “Kıskançlık yapma.”

“Sınıfta metre kare başına elli erkek düşüyor lan, ne anlatıyorsun sen? Fakülteye hiç girmiyorum bile. Okulun duvarları bile erkekten yapılmış, o derece.”

Gruptan kahkaha sesleri yükselince Gökhan onlara kısa bir bakış attı. Neye güldüklerini merak etmişti.

“Ben sana fakülteden bul demiyorum ki oğlum,” dedi Barış. “Kampüs kız kaynıyor, etrafına bak.”

“Tabii,” dedi Kuzey. “Kızlar da beni bekliyordu zaten. Olanları çok çabuk unutmuşsun.”

“Doğru ama reddedilmek herkesin başına bir kez de olsa geliyor. Eyvallah deyip önüne bakacaksın, dünyada başkaları da var.”

“Biraz içime oturdu. Lisede popüler bir çocuktum ben, üniversiteye başladıktan sonra her şey değişti. Mühendislik bana hiç yaramadı dostlarım, hem de hiç.”

Barış onun omzunu sıkarken, “Saçmalama be oğlum,” dedi. “Sevgili aramakla bulunan bir şey değil. Ha birini elbette bulursun ama sevgili kelimesinin karşılığı olmaz. Doğru kişinin ne zaman, nerede karşına çıkacağı hiç belli olmaz. Mesela ben Elçin’le üniversite bittikten sonra tanıştım. Bir baktım grubun içinde yeni bir sima var ve üstelik bizim üniversiteden.  Konuşmamız bu ortak noktayla başlamıştı, bak konu ta nerelere geldi? Bir buçuk senedir birlikteyiz.”

“Ne güzel zamanlardı,” dedi o günleri hatırlayan Elçin. “İlk kez baş başa oturup saatlerce sohbet ettiğimiz o günü dün gibi hatırlıyorum. O gün sana âşık olmuştum. Hukuk kazanınca fakülteden birini bulacağımı düşünmüştüm ama gönlümü bizim üniversiteden mezun bir mühendise kaptırdım. Barış haklı Kuzey, bu işlerin nasıl olacağı hiç belli olmuyor.”

“Aynı arkadaş grubunda mıydınız?” diye sordu sessizce onları dinleyen Göksel.

“Evet. Sınıftan bir arkadaşım Barış’ın müzisyen arkadaşlarıyla tanışıyormuş, bir gün onları dinlemeye gitmiştik ve orada tanışıp takılmaya başlamıştık. O zamanlar Barış’ın tam zamanlı bir işi vardı, sadece hafta sonları sahneye çıkabiliyordu ve biz de ancak zaman buldukça gidiyorduk. Bir gün sürekli gittiğimiz kafede denk geldik, ikimiz de yalnızdık ve oturup epey bir sohbet ettik. O gün aramızdaki ilişki için bir kilometre taşı oldu, sonrasında bir baktık ki sürekli buluşuyoruz ve beraber zaman geçiriyoruz. Çok geçmeden de sevgili olduk zaten.”

“En güzel zamanlar,” dedi Göksel. “İlk buluşmalar, ilk heyecanlar. İnsanın ayaklarını yerden kesiyor.”

“Kesinlikle öyle. Bir buçuk seneyi devirdik, ikinci yılımıza doğru ilerliyoruz.”

“Epey de olmuş. Birlikte nice güzel seneler geçirirsiniz umarım.”

İkisi de gülümseyerek Göksel’e teşekkür etti.

“Hadi çalışmaya geri dönelim,” dedi Kuzey. “Bu kadar mola yeter.”

“Dönelim,” diye onayladı Barış. Göksel’e baktı. “Bir şarkı üzerinde çalışıyoruz da onun bestesini yapıyoruz.”

“Ne güzel,” dedi Göksel gülümseyerek. Onların grup olarak kendi şarkıları olduğunu biliyordu. “Ben de piyanoya bakabilir miyim? Lisede kısa bir dönem çalmıştım, burada görünce yeniden bakmak istedim.”

“Elbette, istediğin her enstrümana bakabilirsin. Keyfine bak.”

“Teşekkür ederim.”

Göksel siyah piyanoya ilerleyip taburesine oturdu. Tuşların üzerindeki kapağı kaldırdı. Elini siyah beyaz tuşların üstünde yavaşça gezdirirken gülümsedi. Zihni onu birkaç sene öncesine, lise yıllarına götürmüştü. Genç kadın okulundaki müzik sınıfındaydı, Yamaha marka duvar piyanosunun taburesinde oturuyordu; önünde notaların yazdığı defter vardı ve yanlış yapmaktan korkarak fakat piyanonun sesine de hayran kalarak parmaklarını tuşlarda gezdiriyor, parçayı çalıyordu. Lisedeki piyanonun tuşlarının üzerine notaların adlarının yazdığı kâğıtlar yapıştırılmıştı, bu yüzden hangi tuşun hangi nota olduğunu biliyordu fakat bu piyanoda öyle bir durum söz konusu değildi. Ortadaki do notasını bulmak için notaları piyanonun en başından saymaya başladı.

Göksel parmaklarıyla tuşları sayarken arkasından ona yaklaşan Gökhan onu bileğinden kavradı ve genç kadının sol elinin orta parmağını do notasının üzerine getirdi.

“Do mu?” diye sordu başını çevirip ona bakan Göksel. Gökhan’ın kafası hemen onun kafasının yanındaydı.

“Do,” diye onayladı Gökhan. “Onu aradığını anladım.”

Göksel tuşa bastı, ardından sırasıyla diğer tuşlara da basıp bir oktavdaki tüm notaları çaldı.

“Şu an yeniden on altı yaşındayım,” dedi Göksel gülümseyerek. “Lisedeki müzik sınıfındayım. Çok gerginim ama içimde tatlı bir heyecan da var, piyanonun büyüsü altındayım.”

“Bugün beraber çalalım mı?” diye sordu Gökhan.

“Çalmayı bilmiyorum ki. Bildiğim birkaç şeyi de aradan geçen bunca senede unuttum.”

“Ben sana hatırlatırım. Bugün benimle birlikte piyano çal.”

“Çok isterim.”

Yüzlerini birbirine yaklaştıran çift dudaktan öpüştü.

“Biraz yana kaymanı rica edeceğim,” dedi Gökhan.

“Gel böyle,” diyen Göksel taburede yana kayıp ona yer açtı. “Neyse ki geniş bir tabure.”

Gökhan onun soluna oturdu. Parmaklarını tuşların üzerine koyan genç adam yanında oturan kız arkadaşına baktı.

“Açılışı güzel bir parçayla yapmak istiyorum,” dedi Gökhan.

“Seni dinliyorum,” dedi Göksel. “Bu işin ehli sensin.”

Gökhan, Ay Işığı Sonatı’nı çalmaya başladı. Genç müzisyenin ince uzun parmakları piyanonun tuşları üzerinde zarafetle hareket ediyor, bu ünlü eserin büyüsünü başarıyla yansıtıyordu. Gökhan yanında oturan kız arkadaşına baktığında gülümsedi. Bu eseri Maltepe Sahili’nde ona gitarla çaldığı günü hatırlıyordu. Bir gün piyanoda da çalmayı çok istemişti ve bugün o gündü.

Gökhan bir piyanoya doğru eğiliyor, bir arkaya çekiliyordu; bir tuşlara bakıyor, bir gözlerini kapatıyor, bir gülümsüyordu. Vücudu bu büyülü müziğin etkisiyle oturduğu yerde adeta dans ediyordu. Göksel’se yüzünde hayran bir gülümsemeyle onu seyrediyordu. Müzik muhteşem bir sanattı ve Gökhan da bu sanat dalını başarıyla icra eden muhteşem bir sanatçıydı. Genç kadının buna dair hiç şüphesi yoktu.

“Seninle beraber basit bir şeyler çalalım,” dedi Gökhan. Eserin kısa bir kısmını çalmakla yetindi.

“Olur,” dedi Göksel. “Ama bana başka eserler de çalmanı istiyorum. Seni dinlemeyi çok isterim.”

“Çalarım. Öncesinde seninle bir şeyler çalalım, ben de ısınmış olurum.”

Gökhan internetten Göksel’le birlikte çalmak için basit parçalar buldu. Genç kadın piyanonun sağında oturduğu için tiz notaları onun çalmasını istedi, kendisi de soldaki pes notaları çalacaktı.

“Birbirimizi tamamlarız,” dedi Gökhan. “Hata yapmaktan korkma, keyif almaya bak.”

“Çok keyif alacağımdan eminim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Başlayalım mı?”

“Başlayalım balım.”

Çift birlikte piyano çalmaya başladı. Göksel bazen yanlış notalara bassa da umursamadı, şu an o kadar iyi vakit geçiriyordu ki umursadığı tek şey buydu. Genç kadının eksiklerini yıllardır piyano çalan Gökhan kapattı, onu destekledi. İçeridekiler ikisini dinliyordu, onların birlikte piyano çalmasından ilham alan Barış’sa aklına gelen cümleleri telefonuna not ediyordu. Daha sonra bu sözler üzerinde çalışmak için sabırsızlanıyordu.

Göksel’le Gökhan dakikalar boyunca piyano çaldılar. Bir ara Gökhan piyanoyu sadece Göksel’in çalması için genç kadına bıraktı, Göksel de hangi nota olduklarını bile bilmediği tuşlara basarak ortaya hoş melodiler çıkardı. Bunu yaparken yüzünde o kadar içten bir gülümseme vardı ki Gökhan gözlerini onun gülümsemesinden ayıramadı. Onun yüzündeki bu çocuksu mutluluğu seyretmek genç adamın yapmayı en sevdiği şeylerden biriydi.

“Hadi şimdi sen çal,” dedi Göksel ikili bir parçayı çalmayı bitirdiğinde. “Ünlü eserleri çal. Mozart, Beethoven gibi isimleri.”

 “Nasıl istersen,” dedi Gökhan. “Für Elise ve Türk Marşı’nı çalayım. İkisi de çok sevdiğim eserlerdir, iyi de çalarım.”

 “Ben de çok severim,” dedi gözleri parlayan Göksel. “Can kulağıyla dinliyorum.”

 Gökhan ilk olarak Beethoven’a ait Für Elise adlı eseri çalmaya başladı. Genç adam bu eseri çocukluk yıllarından beri biliyor, severek dinliyordu. Eseri ilk nerede dinlediğini anımsamıyordu ama bilgisayardan açıp dinlediği anlar zihninde çok netti.

 Eseri çalarken adeta kendinden geçti, kendini dış dünyadan soyutlayıp müziğin büyülü dünyasında kayboldu. Onun için sadece notalar vardı, nota portresinin üzerinde dans eden ve attıkları her adımda büyüleyici sesler çıkaran notalar. Çizgilerin üzerine sıralanan notalar sanki vücudunu sarmalamış gibi hissediyordu, onların sıcaklığını ve verdikleri huzur duygusunu hissediyordu.

 Müzik onun için gerçekten de ruhun gıdasıydı.

 Gökhan eseri bitince Göksel onu alkışladı.

 “Yüzündeki adanmışlık ifadesi öyle güzel ki,” dedi çenesini onun omzuna yaslayan genç kadın. Onun şakağını öptü. “Hayatımın sonuna kadar senin enstrüman çalmanı seyredebilirim.”

 “Müzik benim için etkisinden asla çıkamayacağım bir sihir, bir büyü,” dedi Gökhan. Başını ona çevirdiğinde yanağı Göksel’in burnuna değdi. “Bana böyle sokulup müziği benim için daha da güzelleştiriyorsun.”

 “Ne güzel işte.”

 “Sen dikkatimi dağıtmadan Türk Marşı’nı da çalayım,” diyen Gökhan önüne döndü. Tuşlara şöyle bir dokundu. “Epey bir süredir çalmadım. Notalarını açıp önüme koyayım, yanlışlık olmasın.”

 Gökhan telefonundan parçanın notalarını açıp telefonu piyanonun nota sehpasına yerleştirdi. Genç müzisyen notalara göz gezdirdikten sonra parmaklarını tuşlara yerleştirdi ve eseri çalmaya başladı.

 Onun hızlıca hareket eden parmaklarına bakan Göksel gülümsüyordu. Bu yetenekli parmakların piyanonun üzerinde zarifçe hareket edişini izlemek, ortaya çıkardığı zarif sesleri dinlemek onun için büyüleyiciydi.

 Gökhan ona kısa bir bakış attığında genç kadın başparmağını havaya kaldırdı. Gülen Gökhan bakışlarını yeniden klavyeye çevirdi. Göksel’in tüm bu piyano çalma süreci boyunca sessizliğini koruyup onu saygıyla dinlemesi çok hoşuna gitmişti.

 “Adam canavar çıktı,” dedi esmer olan delikanlı. “Gitardan sonra piyanoyu da ağlatıyor, bakalım sonraki enstrüman hangisi olacak? Moralimi bozdu.”

 “Konservatuvar okuyormuş, bir zahmet,” dedi diğer genç. “Bizim çok ama çok üstümüzde.”

 “Yanında sevgilisi var ya şov yapıyor herif.”

 “Yine de etkileyici.”

Gökhan bu parçayı da çalmayı bitirdiğinde Göksel onu yine alkışladı.

“Ellerine, yüreğine sağlık,” dedi Göksel. “Söz konusu müzik olduğunda muhteşem olmadığın hiçbir şey yok.”

“Teşekkür ederim bal peteğim,” diyen Gökhan onun yanağını öptü. “Müzik ruhun gıdasıdır, ruhunu besleyebildiysem ne mutlu bana.”

“Beslemez olur musun? Hem besledin hem de şifa oldun. Hazır profesyonel kameram buradayken minik bir çekim yapalım mı? Seni piyano çalarken çekmeyi çok isterim.”

“Onur duyarım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Senin kadrajına girmek benim için her zaman büyük bir zevk ve ayrıcalık.”

“Seni yerim.”

Göksel bir koşu çantasından profesyonel fotoğraf makinesini aldı ve Gökhan’ın yanına geri döndü.

“Bileğindeki dövmenin görünmesini istiyorum,” dedi Göksel. “Kazağının kollarını biraz sıyırır mısın? Doğal fotoğraflar olmasını istiyorum, piyanoyu gerçekten çal.”

“Sen nasıl istersen,” diyen Gökhan kazağını dövmesini kapatmayacak kadar sıyırdı. Göksel onun saçlarını, yakasını düzeltirken Gökhan da parmağındaki yüzükleri düzeltti.

“Çekime hazırız,” dedi biraz geri çekilen Göksel. “Sen müziğine odaklan, gerisini bana bırak.”

Gökhan piyanoyu çalarken Göksel onu farklı açılardan çekmeye başladı. Genç adamın etrafında gezinen fotoğrafçı onu hem sağla soldan, arkadan ve iki çaprazdan çekti. Gökhan’ın klavye üzerinde gezinen uzun ince parmaklarını da çekti. Göksel, Gökhan’ın ellerini seviyordu. 

“Fotoğraflardan birini ya da birkaçını mutlaka hesabımda paylaşacağım,” dedi Göksel. “Ortaya enfes fotoğraflar çıktı. Birkaç ufak dokunuştan sonra daha da güzelleşecekler.”

“Bakabilir miyim?” diye sordu Gökhan. “Her zamanki gibi muhteşem bir iş çıkardığından eminim.”

“Elbette bakabilirsin,” diyen Göksel onun yanına oturup kamerayı ona verdi. “İncele bakalım.”

Gökhan kız arkadaşının çektiği fotoğraflara bakarken hem yüz ifadesiyle hem de verdiği sesli tepkilerle fotoğrafları ne kadar beğendiğini açıkça belli etti. Göksel onu çok farklı ama hepsi birbirinden iyi açılardan çekmişti.

“Gerçekte bu kadar iyi görünmüyorum,” dedi Gökhan. “Ama senin kadrajına girince bir anda her şey daha iyi bir hâle geliyor. Bunu nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama muhteşemsin.”

“Yılların getirdiği deneyim diyelim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Fotoğrafını çektiğim kişinin önemi de büyük tabii. Emin ol gerçekte de bu kadar iyi görünüyorsun.”

“Bence olay fotoğrafı çeken kişinin sen olmasından kaynaklanıyor ama teşekkür ederim. Düzenlemeden sonraki hâllerini dört gözle bekliyorum.”

“Gönderirim.”

Piyano başından kalkan çift diğerlerinin yanına ilerledi. Barış’la Kuzey gitar çalarken Elçin de onları dinliyordu.

“Yeni beste mi?” diye sordu diğer koltuğa oturan Gökhan.

“Evet,” diye onayladı Barış. “Birkaç gündür üzerinde çalışıyoruz.”

“Notaları varsa inceleyebilir miyim?”

“Tabii,” diyen Barış ona önündeki kâğıdı uzattı. “Taslak hâli bu şekilde. Son hâlini almasına henüz var.”

Kâğıdı alan Gökhan notaları incelemeye başladı. Fotoğraf makinesini çantasına koyan Göksel onun yanına oturduğunda bir kolunu genç kadının omzuna atıp onu kendine çekti. Gökhan dikkatle notalara bakıp, kafasında bir melodi oluştururken Göksel de kâğıda kısa bir bakış attı. Gördüğü şeyler genç kadın için en az bir matematik denklemi kadar karmaşıktı.

“Çalabilir miyim?” diye sordu Gökhan. “Duymak istedim.”

“Benim gitarı al,” diyen Barış ona siyah akustik gitarını verdi. “Yorumlarını duymak isterim.”

Gökhan notalara bakarak besteyi çalmaya başladı. Genç adam duyduğu şeyden hoşlanmıştı. Barış’ın müzisyenliğini, yaratıcılığını zaten seviyordu ve bu beste de güzel bir besteydi. Sakindi, yumuşaktı, dinlendiriciydi.

“Bir aşk şarkısı mı?” dedi başını kaldırıp Barış’a bakan Gökhan. “Bana o hissi verdi.”

“Doğru hissetmişsin,” dedi Barış gülümseyerek. “Bir aşk şarkısı. Sözlerini Sarp’la birlikte aylar önce yazdık, bestesi üzerinde de Kuzey’le beraber çalışıyoruz. Elektro gitar kullanmayı düşünmüyoruz, tamamen akustik gitardan oluşan yavaş, romantik bir aşk şarkısı olmasına karar verdik.”

“Aslında bir solo fena olmazdı. Sadece Senin Olmak’taki gibi. Siz şarkının sadece solosunda elektro gitar kullanabilirsiniz ama ritimde yine akustik gitar olur, bateriyle bas da şarkıyı besler.”

“İlginç bir fikir,” dedi Kuzey. “Hoşuma gitti. Denemeye değer. Sen ne dersin Barış?”

“Benim de hoşuma gitti,” diye onunla hemfikir oldu Barış. “Ben akustik gitarı çalarken sen de elektroyu çalmak ister misin Gök?”

“Çok isterim,” dedi Gökhan gülümseyerek. Onlarla beraber çalmayı seviyordu. “Aynı notaları mı çalacağız?”

“Evet, eğer duyduğumuz şey hoşumuza giderse solo için güzel bir beste yaparız.”

Gökhan elektro gitarını amfiye bağladı, Barış akustik gitarını aldı ve Kuzey de bas gitarını omzuna asınca şarkıyı çalmak için hepsi hazırdı.

“Hazırsanız başlıyoruz beyler,” dedi Barış. “Son iki üç dört.”

Hep beraber şarkının nakarat kısmındaki müziğini çalmaya başladılar. Bateri olmadığı için enstrümanın boşluğu çok net hissediliyordu fakat gitarların sesi de tek başına iyi iş çıkarıyordu.

“Bir daha,” dedi Barış nakarat bitince. “Devam.”

Grup nakaratı bir kere daha çaldı.

“Gök kesinlikle haklı,” dedi Barış. “Elektro gitarla bir solo yazmalıyız.”

“Bence de,” diye ona arka çıktı Kuzey. “Ortaya olağanüstü bir iş çıkar. Gök sen bu müzik işinin ustasısın be kardeşim.”

“Estağfurullah,” dedi Gökhan. “Ben yalnızca bir fikir verdim, beğenmeniz çok sevindirdi.”

“Sen de sevdin mi?”

“Sevdim. Bir şans vermeye kesinlikle değer.”

“Bunun üzerinde çalışacağız,” diyen Barış onun omzuna vurdu. “Eyvallah kardeşim.”

“Lafı bile olmaz.”

Barış kendi şarkılarından birini çalmak için Gökhan’ın elektro gitarını aldı. Barış şarkıyı çalıp söylerken diğerleri de onu dinledi.

“Sarp iyileşip aramıza döndüğünde bu şarkıyı kaydetmeye başlayacağız,” dedi Barış. “Ne düşünüyorsun?”

“Çok iyi,” dedi Gökhan samimiyetle. “Bestesi özgün, sözleri de sade ama vurucu olmuş.”

“Sen ne düşünüyorsun Göksel?”

Barış’ın kendisine fikrini sorması Göksel’i şaşırttı.

“Ben de beğendim,” dedi Göksel. “2000’ler rock havası var. O zamanlardan mı ilham aldınız?”

“Evet, 2000’lerin Türkçe rock müziğinden ilham aldık. Beğenmenize sevindim, sağ olun gençler.”

“Stüdyo versiyonunu dinlemek için sabırsızlanıyorum,” dedi Gökhan. “Kaydedince hemen bana gönderin.”

“Oldu bil,” dedi Barış. “Senin şarkı çalışmaları ne alemde?”

“İyi gidiyor. Konsept bir albüm üzerinde çalışıyorum, yedi şarkıdan oluşmasını düşünüyorum ve dört tanesinin tüm işleri bitti; kalan üçünün de sözleri ve bestesi üzerinde çalışmayı sürdürüyorum.”

“Konsept bir albüm mü?” diye sordu Kuzey şaşırarak. “Konusu ne?”

“Ev,” diye cevapladı Gökhan. “Aynı çatı altında yaşayan insanlar, yaşanmışlıklar.”

“Güzel düşünmüşsün,” dedi Barış. “İstesek de ayrıntı vermeyeceğini biliyoruz ama umarım çok kısa bir zamanda bir şeyler dinleriz.”

“İlginiz için teşekkür ederim. Hazır hissettiğimde sizlerle paylaşmayı ben de çok istiyorum.”

Barışlar Gökhan’ın ailesinin genç adamın konservatuvar okumasını istemediğini ama Gökhan’ın onları dinlemeyip hayallerinin peşinden gitmeyi tercih ettiğini, bu yüzden genç adamın ailesiyle görüşmediğini biliyorlardı. Gökhan onlara yaşananları anlatmamıştı ama gençler çok tatsız şeyler yaşandığını tahmin ediyordu ama ona saygı duyarak bu konuyu hiç sormamışlardı. Aile kavramının ne kadar özel ve ince bir mesele olduğunu biliyor, ona empatiyle yaklaşıyorlardı.

“Ortaya muhteşem işler çıkardığından eminim,” dedi Kuzey. “Dinlemek için sabırsızlanıyorum hatta sahnede seninle beraber çalmayı da çok isterim.”

“Ben de öyle,” dedi Barış. “Senin imzanı taşıyan şarkıları çalmak harika bir deneyim olur.”

“Seviyorum lan sizi,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sizlerle beraber şarkılarımı çalmayı ben de çok isterim. Sahnede ikincilik koltuğunda Yağız oturuyor ama kalan pozisyonlar için bir karar veririz.”

“Biz onu gerektiği takdirde saf dışı bırakırız, sen orasını düşünme. Sıra çok kalabalık, görevini yerine getirdikten sonra aradan çıkmayı bilmeli.”

“İşte bu konuda ciddi şüphelerim var ama bir şekilde hallederiz. Biraz laf eder ama anlayış da gösterir.”

“Ne lafı edecek daha?” dedi Kuzey. “Aynı evde yaşadığınız için senin şarkılarını duyuyordur zaten. Bu kadar ayrıcalık da fazla olmaya başladı. Onu ayağımın altına alırım bak.”

Gülüştüler.

“Yağız senden biraz kısa ama seni evire çevire dövecek potansiyeli var,” dedi Elçin yanında oturan Kuzey’e bakarak. “Hiç bulaşma derim.”

“Teessüf ederim,” dedi Kuzey elini gerdanına koyarak. “Bir baba ve ağabeyle büyüdüm ben. Dayak nedir, nasıl atılır konusunda tez yazacak donanıma sahibim, duymamış olayım.”

Bu sefer gruptan daha yüksek sesli kahkahalar yükseldi.

“Bak işte bu işlerin rengini değiştirir,” diye konuşmaya dahil oldu Göksel. “Benim de bir ağabeyim var, hiç dayak yemedim ama kavga ederken birbirimize vurmuşluğumuz çoktur; ağabey eli ne demektir ben de iyi bilirim.”

“Sadece dokunduğunu iddia eder ama beş parmağının izi çıkmıştır,” dedi Kuzey. “Benimki bir keresinde koluma öyle bir vurdu ki kolum bir hafta ağrıdı. Neyse ki babam onu dövmüştü de ödeşmiştik. Sen kız çocuğu olduğun için şanslıymışsın.”

“Evet, öyleydi. Babam beni çok korur kollardı, onun da etkisi çok.”

“Hem kız hem de küçük çocuk olunca normal tabii. Yüksek ihtimalle bir de uslu, sakin bir çocuktun.”

“Çoğunlukla öyleydim ama bazen ben de fena oluyordum, hâlâ oluyorum.”

“Ben çok yaramazdım işte,” dedi Kuzey. Arkasına yaslandı. “Yapma dedikleri her şeyi yapardım, her defasında da dayağı yiyip aşağı otururdum ama yapmaktan da asla vazgeçmezdim.”

“Sen de fena kaşınmışsın be oğlum,” dedi Gökhan gülerek. “Biraz akıllı dursaydın ya.”

“Yok, duramazdım. Çok yaramaz, iflah olmaz bir çocuktum. İleride çocuğum olursa umarım benim gibi olmaz diye dua ediyorum.”

“Paşama bak,” dedi Elçin. “Sen seninkileri bezdirmişsin ama kendine gelince uslu çocuk istiyorsun. Öyle bir dünya yok.”

“Niye olmasın? Belki annesine çeker. Ağırbaşlı bir kadınla evlenmem lazım yoksa işim iş.”

“Çocukluğunda uslu mu yaramaz mı olduğunu sorman farz oldu.”

“Tanışır tanışmaz sorarım diyorum.”

Elçin güldü.

“Ben de uslu bir çocuktum,” dedi kız arkadaşına dönen Gökhan. Göksel de ona baktı. “Bir şey ima etmiyorum ama aklında bulunsun diye söyleyeyim dedim.”

“Ne anlamam gerekiyor ki?” diye sordu Göksel anlamazlıktan gelerek. “Ne ima ediyormuşsun?”

“Ben de onu diyorum ya, bir şey ima etmiyorum. Sadece aklında bulunsun. Belki bir gün lazım olur.”

“Hafızam pek güçlü değildir,” diyen Göksel omzunu silkti. “Hatırlatman gerekecek.”

“Bak ya,” dedi Gökhan gülerek. “İstediğinde gerçekten de çok fena oluyorsun.”

“Bunu sen mi diyorsun Bay İma?”

“Evet Bayan Fena.”

“Öyleyimdir Bay İma.”

“Ben de öyleyimdir Bayan Fena.”

Onların konuşmasına kulak misafiri olan Barış kendi kendine gülümsedi. Gökhan değer verdiği arkadaşlarından biriydi ve Gökhan adına çok mutluydu. Göksel’le birbirlerini ne kadar sevdikleri ve birlikteyken ne kadar mutlu oldukları belli oluyordu.

Kuzey ve Barış şarkıları üzerinde çalışmaya devam ederken Gökhan da onlara katıldı. Üç genç müzisyen fikir alışverişinde bulunurken Göksel’le Elçin de sohbet etti.

“Okul nasıl gidiyor?” diye sordu Elçin.

“İyi,” diye cevapladı Göksel. “Önümüzdeki hafta vizelerimiz başlıyor, ben de sınavlara çalışıyordum fakat bugün çalışmaya kısa bir ara verip okul çıkışı buraya geldim.”

“İyi yapmışsın, arada kafa da dağıtmak lazım.”

“Kesinlikle. Senin okul ne alemde?”

“Fena değil. Bu sene iyice zorlamaya başladı ama düzenli olarak çalışmaya gayret ediyorum. Bizim vizelerimize henüz var, akademik takvimimiz biraz farklı ama son dakikaya bırakmadan dersleri güncel olarak takip ediyorum.”

“En mantıklısı. Hukuk zor bir bölüm, ipin ucu kaçtı mı toparlaması çok zahmetli olur.”

“Evet, birinci sınıfta bu hatayı yaptığım için dersimi aldım. İkinci sınıfta da çok düzenli çalıştığım söylenemez, çevresel faktörler izin vermemişti ama bu sene görmezden gelme konusunda kendimi geliştirdiğimi görüyorum. Umuyorum ki sınav sonuçlarım da iyi gelecek.”

“Başka hiçbir şeyi düşünmeden sadece ders çalışmak bence imkânsız, özellikle de günümüz şartlarında ama en azından bir kısmını göz ardı etmek gerekiyor. Umarım emeklerinin karşılığını alırsın.”

“Teşekkür ederim Gök. Sana böyle seslenebilirim değil mi?”

“Elbette seslenebilirsin. Arkadaşlarım hep böyle seslenir zaten, biz de arkadaşız.”

“Arkadaşız,” diye onayladı Elçin gülümseyerek. “Sana da vizelerinde başarılar dilerim. Gökhan’dan duyduğum ve hesabındaki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla çok başarılısın; önümüzdeki yaz başarıyla mezun olacağına inanıyorum.”

“Çok teşekkür ederim. Bu sene de elimden gelenin en iyisini yapacağım.”

Saatler 19.30’u gösterirken delikanlılar yaptıkları işe bir son verdi. Stüdyonun sahibinin yeğeni ve onun arkadaşı bir saat kadar önce gitmişti, stüdyoda yalnızca beşi kalmıştı.

“Ben çok acıktım,” dedi Barış. “Siz ne durumdasınız?”

Diğerleri de acıktığını söyleyince yakınlardaki bir dürümcüden beş tavuk dürüm ve içecek sipariş ettiler.

“Ben ısmarlamış olayım,” dedi Barış. “Gökhan’la Göksel siz zaten misafirsiniz, Kuzey bu sefer sen de bendensin hadi.”

“Lütfettin paşam ya,” dedi Kuzey. “Elçin’i niye saymadın?”

“Bilmem, sevgilim olduğu için olabilir mi acaba?”

“Vay arkadaş. Elçin sevgilin, Gökhan’la Göksel misafir diye ısmarlıyorsun; banaysa ayıp olmasın diye. Çok ayıp oldu ama haberin olsun.”

“Özel gününde misin diyeceğim ama biyolojik olarak böyle bir şey mümkün değil. Niye bu kadar alıngansın lan sen bu sıralar?”

“Bilmem, sadece günler önce reddedildiğim için olabilir mi acaba?” dedi Kuzey onu taklit ederek. “Bir süre kimse bana şaka falan yapmasın, valla kaldıracak hâlde değilim.”

“Reddedilmek cidden çok kötü bir şey,” dedi Elçin destek olurcasına onun omzuna dokunarak. “Ama şu da var ki sen çok iyi birisin, o kız neyi elinin tersiyle ittiğini bile hiç bilemeyecek.”

Onun bu cümlesi Barış’ı şaşırttı.

“Sen de mi reddedildin?” diye sordu genç adam.

“Evet,” diye onayladı Elçin. “Lisedeyken hoşlandığım çocuğa açılmıştım, o da beni reddetmişti. Bunu o dönemki arkadaşlarım hariç kimse bilmez, ilk kez dile getiriyorum ama o zamanlar cidden acıtmıştı.”

“Seni mi reddetti?” dedi kulaklarına inanamayan Barış. “Dünyanın en güzel, en tatlı, en eğlenceli, en hoşsohbet, en anlayışlı, en mükemmel kızını mı reddetti? Böyle bir aptallık dünya tarihinde görülmemiştir. Sığır.”

“Başınızı çevirin,” dedi Elçin diğerlerine dönerek. “Sakın bize bakmayın.”

Diğerleri bakışlarını kaçırdığında Elçin erkek arkadaşına uzandı. Onu saçlarını severek, yanaklarını okşayarak uzunca öptü. Hâlinden oldukça memnun olan Barış’sa ona büyük bir aşkla karşılık verdi.

“Eee daha daha nasılsın?” dedi Göksel’e bakan Gökhan. “Annenler babanlar nasıllar? Afiyettelerdir inşallah.”

Göksel kahkaha attığında Gökhan da güldü.

“İyiler çok şükür,” dedi Göksel. “Ne yapsınlar? İş güç uğraşıp duruyorlar.”

“Ne güzel. İkisinin de ellerinden öpüyorum.”

“Onlara yaşlı muamelesi mi yapıyorsun? Ağabeyimle bana henüz bir kere bile el öptürmediler.”

“Yok efendim, ne münasebet? Yanaklarından öpüyorum demek istedim de dilim sürçtü.”

“Tamam, şimdi oldu.”

“Artık bakabilirsiniz,” dedi Barış’tan ayrılan Elçin. Genç kadın fısıldayarak devam etti: “Sana çok âşığım biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum,” diye fısıldadı Barış da. “Ben de sana çok âşığım ve dediğim her şeyde son derece ciddiydim.”

“Dünyanın da dünyamın da en harika erkeğisin.”

“Seni seviyorum,” derken gülümsedi Barış. Genç adamın iri kahverengi gözleri kısıldı ama parıltısından hiçbir şey kaybetmedi. “Bugün bende kalsana.”

“Bu saatten sonra bizimkilere bir şeyler uyduramam.”

“Uydurursun. Kızların birinin evinde ders çalışmaya karar verdiniz, geceyi de orada geçireceksin.”

“Annemle konuşurum,” diyen Elçin ona çekici bir gülümseme gönderdi. “Duruma göre bakarız.”

“Lütfen bakalım.”

Siparişleri gelince hepsinin odak noktası karnını doyurmak oldu. Stüdyoda geçirdikleri uzun saatlerde hepsinin karnı çok acıkmıştı ve lezzetli tavuk dürümleri afiyetle yediler.

“Kesene bereket kardeşim,” dedi Gökhan. “Eyvallah.”

“Kesene bereket,” dedi Göksel de. “Teşekkür ederiz.”

“Afiyet olsun gençler,” dedi Barış. “Doydunuz mu?”

İkisi de doyduğunu söyledi. Kuzey ve Elçin de doymuştu.

“Güzel bir gün oldu,” dedi Kuzey. “Verimli vakit geçirdim ama yarın yine okul var. Evime gidip dinlenmek istiyorum.”

“Çok geçe kalmayız,” dedi Barış. “Yarın meslektaşlarımla görüşeceğim malum.”

“Biz birazdan kalkarız,” dedi Gökhan. “Yarın ikimizin de okulu var, yolumuz da uzun.”

“Olur. Bugün bize eşlik etmenize çok sevindik, mutlaka yine gelin.”

“Kesinlikle,” diye erkek arkadaşına arka çıktı Elçin. “Ortama renk kattınız.”

“Hepimizin programının uyuştuğu bir gün gelmeyi biz de isteriz,” dedi Göksel gülümseyerek. “Fotoğraf stüdyoları favorim fakat müzik stüdyolarını da çok sevdim.”

“Bundan sonra ikisi arasında mekik dokursun,” dedi Gökhan ona bakıp. “Özellikle ikimiz de mezun olduktan sonra.”

“Zaman geçirmek için harika iki yer.”

Eşyalarını toparlayan Göksel’le Gökhan gitmek için hazırlandı. Çift, arkadaşlarıyla vedalaştı. Elçin bu sefer Göksel’e sarıldı, bundan çok hoşlanan genç kadın da gülümseyerek ona sarıldı. Elçin iyi bir kızdı ve aralarında oluşan bu arkadaşlığı seviyordu.

“Kendine iyi bak Gök,” dedi Elçin. “Vizelerinde yeniden başarılar dilerim. Görüşmek üzere.”

“Teşekkür ederim,” dedi Göksel. “Görüşürüz. Sen de kendine iyi bak.”

Stüdyodan ayrılan çift el ele asansöre ilerleyip düğmesine bastı.

“Elçin’le gittikçe yakınlaşıyorsunuz,” diyen Gökhan bu durumdan çok memnundu. Elçin sevdiği bir arkadaşıydı. “Bugün epey sohbet ettiniz.”

“Evet,” dedi Göksel. “Çok tatlı ve iyi bir kız. Anlaşıyoruz da.”

“Çok sevindim. Elçin cidden iyi kızdır, iyi arkadaştır. Anlaştığınızı görmek güzel.”

“Ben de senin arkadaşlarınla anlaştığım için çok seviniyorum.”

Gökhan onun yanağını öperken asansör bulundukları kata geldi. Asansöre binen çift zemin katın düğmesine bastı.

“Stüdyoyu sevdin mi?” diye sordu Göksel.

“Çok güzel yermiş,” dedi Gökhan. “Özellikle piyanosuna vuruldum.”

“Piyanosu gerçekten çok güzeldi. Bize asla unutmayacağım eşsiz dakikalar yaşattı.”

“Ben de asla unutmayacağım. Bir müzisyen olarak kız arkadaşımla birlikte piyano çalmak benim için tahmin bile edemeyeceğin kadar muhteşem bir olaydı.”

“Müzisyen değilim ama benim için de öyleydi.”

Asansör zemin kata geldiğinde indiler. Güneşin batmasıyla beraber iyice kendini belli eden soğuk havayı daha koridordayken hissettiler. İkisi de üstündekinin fermuarını çekti.

“Seni iskeleye bırakayım değil mi?” diye sordu Göksel. “Bugün Eminönü’nden bin.”

“Olur,” dedi Gökhan. “Beşiktaş uzak kalıyor zaten, buradan direkt Fatih’e geçeriz. Hem biraz daha vakit geçirmiş oluruz.”

Kapıya ulaştıklarında sensörlü kapı iki yana açıldı. Soğuk hava ikisinin de yüzüne çarptı.

“Bayağı soğumuş,” dedi büzüşen Göksel. “Arabayla gideceğiz ama montumu giymekle akıllılık etmişim. Sen üşümüyorsun değil mi?”

“Hayır, kazağım kalın,” dedi Gökhan. “Ceketim de öyle.”

“İyi o zaman.”

Handan çıktıklarında birkaç saat uzak kaldıkları şehir karmaşasına geri döndüler. Arabalar caddeyi doldururken yayalar da kaldırımda ilerliyordu. İstanbul’un tipik bir akşamıydı.

Göksel’in arabayı nereye park ettiğini hatırlamayan Gökhan önce soluna baktı, ardından başını sağa çevirdi fakat yeniden soluna dönmesi bir saniye bile sürmedi. İleride tanıdık bir sima görür gibi olan Gökhan sol tarafa baktığında yayaların arasında bu tarafa doğru yürüyen gerçekten de tanıdık bir sima gördü.

Uzun boylu zayıf genç adamın sırtında gitar çantası takılıydı. Üzerinde dizlerine kadar uzanan krem rengi bir palto vardı, içine kahverengi boğazlı bir kazak giymişti ve siyah bir kot pantolon da uzun ince bacaklarını sarıyordu. Kumral saçlarının önleri biraz dağınıktı, zeytin yeşili gözleri kaldırıma sabitlenmişti. Adımları her zamanki gibi uzun ama sakindi. Düşünceli görünüyordu, ince seyrek kaşlarını biraz çatmıştı ama onu düşündüren şeyin kötü bir şey olmadığı da anlaşılıyordu.

Gökhan hareket etmeyince Göksel ona baktı, erkek arkadaşının bakışlarının bir yere sabitlendiğini görünce onun baktığı tarafa baktı. Kendilerine yaklaşan genç adamı fark etti. Aynı saniyelerde o genç adam da bakışlarını yerden kaldırdı ve yalnızca birkaç metre uzağında duran çifti fark etti. Genç adamın gözleri Gökhan’ın yüzünde durunca çatık kaşları havaya kalktı, hemen ardından bir gülümseme yüzünü süsledi.

“Merhaba ağabey,” dedi Gökhan.

“Merhaba Gökhan,” dedi genç adam onların yanında durduğunda. Bir anlığına arkadaki hana baktı. “Bu ne güzel bir tesadüf böyle.”

“Güzel ve şaşırtıcı bir tesadüf,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu. Sen stüdyodan ayrıldıktan sonra bir daha denk gelmedik.”

“Öyle oldu,” dedi genç adam başını sallayarak. “Yeni bir stüdyoya geçtim, şimdi de oradan geliyorum. Üçüncü albümün kayıtlarını burada yapıyorum, bir sene olacak.”

“Üçüncü albüm de yolda demek. Çok sevindim. İlk iki albümünü severek dinlemeye devam ediyorum.”

“Bunu duyduğuma çok sevindim,” dedi genç adam gülümseyerek. Sağ yanağında ona sevimli bir hava katan bir gamzesi vardı.

“Bu arada sizi tanıştırayım,” diyen Gökhan kız arkadaşına döndü. “Göksel kız arkadaşım, Poyraz ağabey de birinci sınıfta arkadaşlarımla gittiğim bir stüdyoda tanıştığım muhteşem bir müzisyen.”

“Merhaba,” dedi Göksel başıyla onu selamlayarak. “Tanıştığıma memnun oldum.”

“Merhaba,” diyen Poyraz isimli genç adam ona elini uzattı. “Ben de memnun oldum.”

Göksel’le tokalaştılar.

“Sanırım arkadaki handan çıktınız,” dedi Poyraz. “Stüdyodan mı? İçeride birkaç tane olduğunu biliyorum.”

“Evet, bir grup arkadaşımla stüdyodaydık,” diye onayladı Gökhan. “Bir şeyler çalıp söyledik, sohbet ettik. Senin geldiğin stüdyo nerede?”

“Birkaç bina geride,” diyen Poyraz başparmağıyla arkasını işaret etti. “Çok yakın.”

“Yakınmış sahiden. Benim arkadaşlarım da bir süredir buraya geliyor, onlar da stüdyo değiştirdiler.”

“Grup mu?”

“Evet, grup ama henüz çıkardıkları bir çalışma yok. Mekânlarda sahne alıyorlar, bir yandan da kendi şarkıları üzerinde çalışmaya devam ediyorlar.”

“Ne güzel. Sen neler yapıyorsun? Bu sene son senen değil mi?”

“Evet, son senem. Zamanım okul koşturmasıyla geçiyor; dersler, müzik kulübü, etkinlikler derken başımı kaşıyacak vakit bulamıyorum desem yeridir. Bir yandan da bildiğin gibi müzik mağazasında yarı zamanlı olarak çalışıyorum, onun dışında haftada bir gün Parça’da çıkmaya devam ediyorum. Bir tane de gitar öğrencim var, ona özel ders veriyorum.”

“İşte bu yeni bir şey.”

“Aslında bir sene olacak ama o kadar uzun zamandır görüşmüyoruz ki senin için yeni tabii. Sen neler yapıyorsun, nasıl gidiyor?”

“Zamanımın çoğu şu an çıktığım stüdyoda geçiyor,” diye cevapladı Poyraz. “Günlerim söz yazmakla, beste yapmakla, enstrüman çalmakla ve kayıt almakla geçiyor. Üçüncü albümüm için yeni bir prodüktörle beraber çalışıyorum. Bu albümde yönümü biraz daha alternatife döndüm, rock vazgeçilmezim ama yeni bir şeyler denemek de çok iyi geliyor.”

“Farklılık iyidir. Senin gibi çok yönlü birinden de bunu beklerim.”

“Teşekkür ederim Gök. Senin de kendi eserlerin olduğunu biliyorum, ne durumdasın?”

“Ben de yazıyorum, besteliyorum, çalıyorum, kaydediyorum. Yakın zamanda çıkacağından değil ama ilk albümüm üzerinde çalışmaya devam ediyorum.”

“O zaman daha çok işin var?”

“İş her zaman var. Yaşım henüz çok genç olduğu için bir şeyler paylaşma konusunda aceleci davranmıyorum. Sen de kendi şarkılarını yazdığın için biliyorsundur, deneyimlerinden yola çıkarak yazdığın şeyler özel oluyor ve ben henüz paylaşma taraftarı değilim. Şimdilik kendime saklıyorum ama zamanı geldiğinde ilgilisine elbette sunacağım.”

Onu dikkatle dinleyen Poyraz, Gökhan konuşmasını bitirdiğinde gülümseyerek başını salladı.

“Çok haklısın,” diye ona hak verdi. “Ben de ilk şarkılarımı paylaşırken çok gergindim, benim de uzun bir zamana ihtiyacım olmuştu ama şu an kariyerimin altıncı senesindeyim, üçüncü albümüm üzerinde çalışıyorum. İlk adımı attıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geliyor.”

“Öyledir tabii. Önemli olan ve zor olan da o ilk adımı atmak değil mi zaten?”

“Kesinlikle öyle. Albüm üzerinde çalıştığını duyunca meraklandım bak. Takipleşiyoruz, gelişmelerden haberim olur diye düşünüyorum ama sana geri dönüş yapmazsam anla ki görmedim, bana mutlaka ulaş.”

“Sağ ol ağabey, aklıma not ettim.”

“Ne demek Gök. O zaman ben sizi daha fazla tutmayayım, zaten arkadaşım da beni almaya gelecekti. Az sonra burada olur.”

“Beraber bekleyelim,” dedi Gökhan. “Kız arkadaşımın arabası da hemen ileride zaten, biz de senden sonra binip gideriz.”

“Kız arkadaşın için sorun olmayacaksa neden olmasın?”

“Beraber bekleyebiliriz,” dedi Göksel. “Bir acelemiz yok zaten.”

“Tamam o zaman. Bu arada ne zamandır birliktesiniz?”

“Birkaç gün sonra üç ay olacak,” dedi Gökhan. “Daha çiçeği burnunda bir çiftiz.”

“İlk ayların güzelliği bir başka. Göksel sen ne yapıyorsun?”

“Ben de öğrenciyim,” dedi Göksel. “Yıldız Teknik Üniversitesinde Fotoğraf ve Video bölümünde dördüncü sınıfım. Uzun senelerdir fotoğraf ve video çekimleri yapıyorum.”

“Ne güzel. Mesleğim gereği fotoğraflara, videolara çok aşinayım. Fotoğrafçılar ve video grafikerler olarak muhteşem işler yapıyorsunuz.”

“İşimi ben de çok seviyorum.”

Bu sırada beyaz bir BMW onların hemen yan tarafında durdu. Poyraz başını çevirip arabaya baktığında arabayı hemen tanıdı.

“Koray da geldi,” dedi genç adam. “Beni alacağını söylediğim arkadaşım.”

Arabanın şoför kapısı açıldığında içinden uzun boylu, gürbüz bir genç adam indi. Başını çevirip arabanın üstünden kaldırıma bakan sarışın genç adamın mavi gözleri üçünün üzerinde sabitlendi.

“Şimdi geliyorum,” dedi Poyraz ona. “Sen inme.”

“İndim bile,” dedi Koray. Gökhan’la Göksel’e baktı. Gökhan’ı bir kere daha görmüştü, genç adamın yüzü ona tanıdık geldi. “İyi akşamlar gençler. Poyraz’la işiniz bittiyse ben alabilir miyim?”

“İyi akşamlar,” dedi Gökhan. O da Koray’ı tanıdı. Yine bir gün stüdyo çıkışı Koray, Poyraz’ı almaya gelmişti. Poyraz’ın Koray’ın bilgisayar mühendisi olduğunu ve bir şirkette iyi bir pozisyonda çalıştığını söylediğini hatırlıyordu. “Biz de seni bekliyorduk zaten, alabilirsin.”

“Eyvallah,” dedi Koray gülerek. Genç adamın düzgün beyaz dişleri ve etkileyici bir gülüşü vardı. “Siz vedalaşın, ben bekliyorum.”

Poyraz yeniden çifte döndü.

“Bir gün görüşelim Gökhan,” dedi Poyraz. “Benim stüdyomu da ziyaret etmeni çok isterim.”

“Asıl ben çok isterim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İletişimde olalım ağabey.”

“Olalım. Kendine iyi bak, görüşmek üzere.”

“Sen de kendine iyi bak ağabey, görüşürüz.”

Gökhan’la Poyraz tokalaştıktan sonra Poyraz, Göksel’e baktı.

“Tanıştığıma çok memnun oldum Göksel,” dedi Poyraz. Ona elini uzattı. “Kendine iyi bak.”

“Ben de öyle,” diyen Göksel onunla tokalaştı. “Hoşça kal.”

Poyraz BMW’ye ilerlerken çift onun arkasından baktı.

“Görüşürüz gençler,” dedi Koray. “Kendinize dikkat edin.”

“İyi akşamlar ağabey,” dedi Gökhan elini kaldırarak.

Koray da arabaya bindi ve gaza bastı. Beyaz BMW caddede gözden kaybolurken Göksel’le Gökhan bir süre aracın arkasından baktı.

“Ne kibar bir adamdı,” dedi Göksel. Erkek arkadaşına baktı. “Kaç yaşında da ağabey diyorsun? Bizimle yaşıt gibi duruyor.”

“94 doğumlu diye hatırlıyorum,” dedi Gökhan. “Yirmi sekiz yaşında.”

“Yirmi sekiz mi? Taş çatlasa yirmi iki yirmi üç derim. Hiç göstermiyor.”

“Öyle. Çok çocuksu, şirin bir suratı var.”

“Arkadaşı da tam tersine çok olgun duruyor. Yaşıtlar mı?”

“Üniversiteden tanıştıklarını biliyorum, muhtemelen yaşıtlardır.”

“Çevrenin genişliği beni her defasında şaşkına uğratıyor. Şişli’de, ikimizin de ilk defa geldiği bir caddede bir arkadaşınla karşılaştık resmen.”

“Gökhan Uygur çevresi yavrum,” diyen Gökhan onun yanağından makas aldı. “Asla hafife alınmayacak bir çevre.”

“Yavrum mu?” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “Senin ağzından duyana kadar hoşlanmadığımı düşündüğüm bir hitap şekliydi ama şu an dibim düştü. Bir daha söylesene.”

“Söylerim yavrum. Hoşuna gittiyse her zaman söylerim.”

Göksel onu ceketinden tutup kendine çekti ve dudaklarına bir öpücük kondurdu.

“Gidelim mi yavrum?” dedi Göksel onu taklit ederek. “Daha yolumuz uzun.”

“Kampüste yaptığımız araba içi etkinliğe devam etmek istiyorsun anlaşılan,” dedi ona bir adım yaklaşan Gökhan.

“Etkinlik mi? Kelime seçimlerin bir anda ilginçleşmeye başladı.”

“Açık açık söylememi istiyorsan söyleyebilirim de.”

“Yok, kalsın. Biz uslu uslu oturup Fatih’e gidelim en iyisi, etkinlik için çok geç oldu.”

“Asıl etkinlikler gece geç saatlerde oluyor zaten.”

“Tabii sen de haklısın, rüyayı gece görüyoruz nasıl olsa.”

Gökhan’ın yüzü düşerken Göksel ona göz kırptı ve arabaya doğru yürümeye başladı. Gökhan onu baştan aşağı süzdükten sonra peşine takıldı.

“Bu gece rüyamda çok güzel şeyler göreceğim,” dedi genç adam. “Birbirinden eğlenceli etkinlikler olacak.”

“Anca rüyanda görürsün dedikleri bu olsa gerek,” diye karşılık verdi Göksel. Kendi kendine güldü. “Ben gece mışıl mışıl uyuyor olacağım, sana da tavsiye ederim. Yarın senin de dersin var.”

“Elbette uyuyacağım. Seni rüyamda göreceğimi falan düşünmedin herhâlde?”

“Çevir çevir yanmasın,” dedi Göksel arabanın kapısını açarken. “Atla hadi, yolumuz cidden uzun.”

“Yandı, bitti, kül oldu Göksel Hanım. Sana darıldım, bilesin.”

“Gönlünü alırım.”

“Etkinlik?”

“Tabii ki hayır,” dedi Göksel hemen. “Ama daha küçük çaplı bir şey olabilir.”

“İnan hiç fark etmez,” diyen Gökhan adımlarını hızlandırdı. “Bu dediğinden sonra yolumuz çok ama çok uzun olacak.”

Gökhan ona göz kırpıp, arabanın sağ tarafına ilerlerken Göksel de gülerek şoför koltuğuna oturdu. Araba hareket ederken genç çift atışmaya devam ediyordu.

***

Dipnot: Poyraz ve Koray karakterleri henüz yayımlamadığım ama arka planda yazımına devam ettiğim bir diğer kurgumda yer alan yardımcı karakterler. Gökhan gerek kişiliği gerekse müziğe olan ilgisiyle Poyraz'a benzeyen bir karakter olduğu için (Poyraz geçmişi çok daha eskiye dayanan, kurguladığım ilk romanların birinde yer alan bir karakter) ikisinin arkadaş olabileceğini düşündüm ve iki kurgunun evrenlerini bu noktada denk getirdim. Eserlerde bu tarz evren birleşmelerini seviyorum, umarım sizlerin de hoşuna gitmiştir. Tepki vermeyi lütfen unutmayın. Yeni bölümde görüşmek üzere! -EÖÖ

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil