Kadrajdaki Dünyalar | 25. Kare: Prova Gösterisi

Kadrajdaki Dünyalar'ın 25. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Mart 19, 2023 - 11:35
Mart 19, 2023 - 11:35
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 25. Kare: Prova Gösterisi

Bölüm Fotoğrafı: Wendy Wei

Göksel ve Gökhan zihnime düştüğünde tarihler 14 Mart 2021'i gösteriyordu, kitabı yazmaya başladığım tarihse 19 Mart 2021'di. Bugün Kadrajdaki Dünyalar'ın ikinci yıl dönümü. Son senelerdeki en büyük iyi ki'lerimden biri Kadrajdaki Dünyalar'ı yazmak, yayımlamak ve kahramanlarının öyküsünü paylaşmaktı. İki sene önce bugün ilk satırlarını yazıyordum, bugünse son bölümlerini yazıyorum. Benim için muhteşem bir yolculuk oldu/oluyor, eşlik eden herkese teşekkürler. Tepki vermeyi lütfen unutmayın, keyifli okumalar! -EÖÖ

Göksel ve sınıf arkadaşları Akın’la Sinem yoğun bir vize haftası geçirdi. Günlerden cumaydı, bugün son vizelerine gireceklerdi ve ocak ayında olacak finallerine kadar bir daha sınav dertleri olmayacaktı.

Göksel öğlenki sınav için erkenden yola çıktı. Diğer dört gün gibi bugün de arabayla gidiyordu. Genç kadın Dervişali’deki evinden Davutpaşa’ya doğru yol alırken Akın da Halkalı’dan geliyordu. Akın’ın üniversitenin metro istasyonunda inmesinden birkaç dakika sonra Göksel de kampüse ulaştı ve arkadaşını metro istasyonundan aldı.

“Selam,” dedi arabaya binen Akın. “Zamanlamamız harika, aynı anda geldik.”

“Selam,” dedi Göksel. “İstanbul’da nereden nereye ne kadar sürede gidilir, çözmüşüz.”

“Kesinlikle. Nasılsın? İyi çalıştın mı diye sorardım ama cevabını zaten biliyorum.”

“Çalıştım,” dedi Göksel gülerek. Kampüsün girişine doğru sürdü. “Sen dün akşam dediğin son tekrarı yaptın mı?”

“Yaptım,” diye onayladı Akın. “Konuları yalayıp yuttum, 100 bile alabilirim.”

“Hadi bakalım.”

“Sinem’le konuştun mu? Gelmiş mi?”

“Yirmi dakika önce okula vardığını yazdı, fakültedeymiş.”

“Yola bayağı erken çıkmış desene. Ataşehir’den gelince normal.”

“Aynen. Geç kalma lüksü yok.”

Göksel girişten geçip kampüse girdi ve fakülteye doğru sürmeye devam etti. Kampüsün içinde tüm sınav haftalarında olan yoğunluk vardı. Her yer öğrencilerle doluydu.

“Ortalık yine ana baba günü,” dedi çevreye bakan Akın. “Neyse ki bugün bitiyor da rahatlıyoruz. Çıkışta ne yapıyoruz? Kutlamaya gidelim.”

“Olabilir,” dedi ona kısa bir bakış atan Göksel. “Bir şeyler içebiliriz.”

“Senin bir şeylerden kastın kahve falan ama biraya ne dersin? Bu vizelerin üstüne ilaç gibi gider.”

“Fena olmazdı. Sinem’e de soralım, öyle kararlaştırırız.”

“Umarım Berat’la bir program yapmamıştır.”

“Berat’ın sınavının öğleden sonra olduğunu söylemişti diye hatırlıyorum, buluşamazlar.”

“Çok iyi o zaman.”

Fakülteye varan Göksel arabayı boş bulduğu bir yere park etti. Genç kadın arka koltuktan çantasını aldıktan sonra aynı anda araçtan indiler. Soğuk hava Göksel’i ürpertti. Kasımın son günleri kışı aratmıyordu.

“Son güz dönemi vizemiz,” dedi Akın. Göksel ona döndü. “2022’ninse son sınavı. Vay be! Bugünler de gelecekmiş.”

“Gelecekti tabii ya,” dedi Göksel. “Şu vizeyi de halledelim de finallere kadar rahat bir nefes alalım.”

İkili birlikte fakülteye girdiler. Sinem kantindeydi, onun yanına gittiler.

“Selam gençler,” dedi onları fark edince önündeki notları okumayı bırakan Sinem. “Hoş geldiniz.”

Göksel’le Akın da masaya oturdu. Boş iki sandalyeyi almak isteyen birkaç kişi olmuştu fakat Sinem arkadaşları için o iki sandalyeyi tutmayı başarmıştı.

“Sınav sonrası bir planın var mı?” diye sordu Akın.

“Yok,” dedi Sinem. “Ama sanırım artık var.”

“Zeki kızsın, seviyorum seni. Bira içmeye gitmeye ne dersin?”

“Allah derim. Çıkışta bir şeyler yapmayı ben de istiyordum. Vizelerimizin bitişini kutlamalıyız.”

“Kutlayacağız.”

“Nereye gidelim?” diye sordu Göksel.

“Çok uzak olmasın,” dedi Sinem. “Cuma trafiğine minimum düzeyde maruz kalmak istiyorum.”

“Beyoğlu’na ne dersiniz?” diye bir öneride bulundu Akın. “Daha önce de gittiğimiz mekâna gideriz. Sessiz, sakin bir yer zaten.”

“Bana uyar,” dedi Göksel. “Beyoğlu’na gitmeyeli de biraz oldu, özledim.”

“Bana da uyar,” dedi arkasına yaslanan Sinem. “Birkaç şişe birayı devirir, birkaç lafın da belini kırarız.”

“O zaman anlaştık?” dedi Göksel arkadaşlarına bakarak

“Anlaştık,” dedi ikisi de. Böylece mekân seçilmiş oldu.

“Hangi notlar onlar?” dedi Akın çenesiyle Sinem’in önündeki kâğıtları işaret ederek. “Ne çalışıyorsun?”

“Al bak,” diyen Sinem ona notları uzattı. “Önemli şeyleri not ettim, iyice aklıma girsin diye de bol bol okudum.”

Akın, Sinem’in notlarına göz gezdirirken, Göksel de telefonunu çıkarıp internete bağlandı. Gökhan ona sekiz dakika önce okuldan bir fotoğraf atmıştı. Arkasında enstrümanlar olan genç adam gülümseyerek poz verdiği ve başparmağını da havaya kaldırdığı bir özçekimi kız arkadaşına göndermişti. Fotoğrafın altında da işimizin başındayız yazıyordu.

Kendi kendine gülen Göksel de kamerasını açtı ve bir özçekim de o yaptı. Arkada çıkan masalar genç kadının kantinde olduğunu belli ediyordu. Fotoğrafın altına ben de işimin başındayım, kantinde sınav saatini bekliyoruz yazdıktan sonra fotoğrafı Gökhan’a gönderdi.

“Güzel not çıkarmışsın,” dedi Akın. “Sınavı halledersin.”

“Umarım,” diyen Sinem karton bardaktaki çayından bir yudum aldı. “Bu sınavı da sağ salim atlatalım da başka bir şey istemiyorum.”

“Berat’ın sınavı kaçtaydı?” diye sordu Göksel, arkadaşına bakarak.

“15.00’te,” diye yanıtladı Sinem. “Onunla da yarın buluşup vizelerin bitişini kutlayacağız.”

“Ne yapacaksınız?”

“Noodle yemeye gideceğiz. Güzel bir Çin restoranı biliyormuş, beni oraya götürecek.”

“Seversen söyle, belki biz de Gökhan’la gideriz.”

“Tamam, haber veririm.”

“Benim takıldığım tek nokta fiyatı,” diye bir yorumda bulundu Akın. “Yabancı ülke restoranlarının fiyatları kol gibi.”

“Türk restoranları çok farklı sanki,” dedi Sinem göz devirerek. “Vizelerin bitişi şerefine biraz masraf edebiliriz, sıkıntı yok.”

“Ayda yılda bir yapılabilir tabii. Yemeklerin tadını ben de merak ederim, gruba yazarsın. Belki bir gün hep beraber gideriz.”

“Kendimi gurme gibi hissettim. Engin yemek bilgilerimle yaptığım restoran incelememi çok yakında WhatsApp grubumuzda okuyabilirsiniz.”

Gülüştüler.

Biraz daha sohbet eden üç arkadaş sınav saati yaklaşınca kantinden ayrılıp sınıfa gitti. Bu sırada Gökhan da dersteydi. Cuma, son sınıf müzik öğrencilerinin en yoğun günüydü, bir sürü dersleri vardı ve bir dersten öbürüne girmek Gökhan’ı gün sonunda yorgunluktan içi geçmiş bir hâle getiriyordu. Yine de bu yoğunluğu, kafasını okulla doldurmayı ve müzikle bu kadar iç içe olmayı seviyordu. İstanbul’a taşındığından beri günleri sürekli bir yoğunluk ve koşuşturmayla geçtiği için bu tempoya alışmıştı.

Ders bitince Gökhan telefonuna baktı. Göksel’in dakikalar önce gönderdiği fotoğrafı görünce gülümsedi. Kafa yorucu bir dersin ardından bu güzel yüzü görmek genç adama iyi gelmişti.

“Caz dersine girmeden önce bu yüzü gördüğüm iyi oldu,” dedi Gökhan, Yağız’a dönerek. “Enerji depoladım.”

“Bu gariban ne yapsın?” dedi Yağız kendini işaret ederek. “Neyden güç alsın, nasıl enerji depolasın?”

“Sana çikolata alayım mı?”

“Olur.”

İkili sıradan kalkarken Gökhan güldü.

“Şarkının türü caz değil ama ne zaman caz dense aklıma şu şarkı geliyor,” dedi Yağız ve George Micheal’in meşhur Careless Whisper’ının girişteki müziğini ağzıyla söylemeye başladı. Bir yandan da yumuşak hareketlerle dans ediyordu.

Gökhan bir kahkaha patlatırken sınıftaki birkaç kişi de Yağız’a güldü.

Yağız ağzıyla giriş müziğini çaldıktan sonra Gökhan da şarkıyı söylemeye başladı.

“Yerli George mübarek,” dedi Yağız. “Onların George’u varsa bizim de Gökhan’ımız var.”

“Yeni yıl programında bunu da mı söylesek?” diye sordu Gökhan şakayla karışık. “Saksafon işini birinin halletmesi gerekecek.”

“Bu şarkının müziğini duyduğumda ciddi kalamıyorum, tüm programı mahvederim.”

“Normalde çok ciddi kalıyorsun ya.”

“Doğru bir noktaya parmak bastın,” dedi Yağız başını sallayarak. “İşler daha da kötü olur işte, gerisini sen düşün.”

“Bence hiç kimse ciddi kalamaz,” dedi onların arkasında yürüyen ve konuştuklarına kulak misafiri olan İpek. İki delikanlı da ona döndü. “Bizi de seyircileri de bir gülme alır.”

“Kesinlikle,” dedi Yağız. “Ama Sevgililer Günü programı yapacak olsaydık bu şarkıyı düşünebilirdik. Gökhan’a beyaz bir takım elbise giydirip göğüs cebine de kırmızı gül koyarak şarkıyı söyletirdik.”

“Tabii efendim,” dedi Gökhan. “Hatta gülü dişlerimin arasında tutayım, şarkıyla uyumlu olur.”

Yağız ve İpek gülüştü.

“Hayali bile komik,” dedi Yağız. “Bir de gerçeğini görsem gülmekten kırılırdım herhâlde.”

“Gerçekten de komik olurdu,” diye ona katıldı İpek. “Ama şarkı listemizi çoktan hazırladık, provalara da tam gaz devam ediyoruz.”

“Bir ay kaldı,” dedi Gökhan. “Heyecanlıyım.”

“Ben de öyle. Provalar harika ilerliyor, sahnede muhteşem iş çıkaracağımıza eminim.”

“Kesinlikle çıkaracağız. Biz kantine ineceğiz, görüşürüz İpek.”

“Görüşürüz gençler.”

Gökhan’la Yağız kantine indi. Gökhan, Yağız’a söylediği gibi çikolata alırken kendisine de su aldı.

“Caz dersi öncesi buna ihtiyacım vardı,” dedi çikolatadan ilk ısırığını alan Yağız. “Eyvallah Gök.”

“Afiyet olsun,” dedi Gökhan ve suyundan büyük bir yudum içti. “Bu da bana iyi geldi.”

İki arkadaş dersin olacağı sınıfa çıktı. Onlar dersteyken Göksellerin de sınavı bitti ve üç arkadaş sınıftan ayrıldı.

“Nasıldı?” diye sordu Akın.

“Çok iyi geçti,” dedi Göksel. “Epey yüksek alırım.”

“Benim de iyi geçti,” dedi Sinem. “Senin nasıldı?”

“Evelallah hakkından geldim,” dedi Akın göğsünü kabartarak. “Ben de çok yüksek bekliyorum. Son vizeyi de verdiğimize göre artık rahatız. Hepimize geçmiş olsun.”

Akın ve Sinem önden yürürken arkadan ilerleyen Göksel de erkek arkadaşına mesaj attı.

Biz sınavdan çıktık. Çok iyi geçti, sonucumu epey yüksek bekliyorum. Şimdi bizimkilerle Beyoğlu’na geçiyoruz, minik bir kutlama yapacağız

Göksel mesajı sevgilisine gönderdikten sonra arkadaşlarına yetişti.

“Hemen Beyoğlu’na geçelim mi?” diye sordu Göksel. “İşiniz var mı?”

İkisi de olmadığını söyledi.

“O zaman istikamet Beyoğlu,” dedi Göksel. “Gündüz içmeyeli bayağı olmuştu.”

“Ne içeceğiz sanki?” dedi ona bakan Akın. “Bira ama biz ona su da diyebiliriz.”

“Rakı masasına oturacak hâlimiz yok ya,” dedi Sinem. “Efendi gibi birkaç şişe biramızı içeriz, sohbet muhabbet ederiz.”

Gülüştüler.

“Okulu bitirince rakı masasına oturalım mı?” dedi Akın. “Şöyle kalabalık bir masa ve bembeyaz rakıyla mezuniyetimizi kutlarız.”

“Oturalım,” dedi Göksel. “Ailem hariç kimseyle rakı masasına oturmadım, yakın arkadaşlarımla bunu tecrübe etmeyi isterim.”

“Ben de babam hariç kimseyle oturmadım,” dedi Sinem. “Çok güzel bir mekân biliyorum, oraya gidelim.”

“Asıl ben çok güzel bir mekân biliyorum,” dedi Akın. “Oraya gidelim.”

“Niye senin dediğin mekâna gidiyormuşuz?”

“Niye seninkine gidecekmişiz?”

“Çünkü güzel.”

“Benimki de güzel.”

“Hop hop!” diye araya girdi Göksel. “Sakin olun gençler. Gideceğimiz yere hep beraber karar vereceğiz. Hem daha yaza çok var, şimdiden mekân kavgasına tutuşursanız işimiz var.”

“Göksel hangisine gidelim?” diye sordu Sinem. “Akın’ın dediği yere mi yoksa benimkine mi?”

“Pardon da henüz dediğiniz mekânların adını, yerini bile söylemediniz. Bu şekilde sağlıklı bir iletişim kurmamız mümkün değil.”

“Ben sana benim mekânı anlatırım,” diyen Akın onun omzuna kolunu attı. “Mekân Bakırköy’de, nezih ve sakin bir işletme. Fiyatları biraz tuzlu ama mezuniyetimiz için değer. İnternetten fotoğraflarını gösteririm.”

“Gök’ün aklını çelmeye çalışma!” dedi Sinem ve Göksel’i kendine çekti. “Sen bunu bırak, biricik arkadaşına kulak ver. İkimiz beraber daha çok yere gittik, zevklerimiz uyuyor.”

“İkinizden de ellerinizi üstümden çekmenizi istiyorum,” deyip onlardan uzaklaştı Göksel. “Sizin hemfikir olamayacağınız ortada, bu yüzden mekânı ben seçeceğim.”

Akın ve Sinem aynı anda bağırdı: “Ne?”

“Duydunuz,” dedi Göksel. “Mekânı ben seçeceğim, itiraz kabul etmiyorum.”

“Senin yüzünden!” dedi Sinem, Akın’a bakarak. “Arıza çıkarmasan olmaz.”

“Ben mi arıza çıkardım?” dedi Akın. “Sen arızanın ta kendisisin be kızım.”

Onlar arkada atışmaya devam ederken önden yürüyen Göksel başını iki yana sallıyordu. Bazen iki çocukla uğraşıyormuş gibi hissediyordu.

“Gideceğimiz yerde de sakın kavga etmeye çalışmayın,” dedi Göksel, üç arkadaş arabanın yanına geldiğinde. “Bu olayı burada bırakın ve hep birlikte keyifli vakit geçirelim.”

Akın ve Sinem arasında bir bakışma yaşandı.

“Tamam,” dedi Akın.

“Kabul,” dedi Sinem de. “Hadi vizelerin bitişini kutlayalım.”

Göksel şoför koltuğuna otururken Sinem ön koltuğa, Akın da arka koltuğa oturdu. Kampüsten ayrılan gençler Beyoğlu’na doğru yola çıktı. Sinem de Akın da Göksel’in müzik zevkini beğeniyordu, bu yüzden Göksel bir çalma listesini fonda kısık seste çalması için gönül rahatlığıyla açtı.

“Sinem’inkinin sınavı var,” dedi üst gövdesini iki koltuğun arasından öne uzatan Akın. “Seninki ne yapıyor?”

“Okulda,” diye yanıtladı Göksel. “Bugün ders programı çok yoğun, dersten derse giriyor. Akşama kadar dersi var.”

“Yazık,” dedi Akın ikinci heceyi biraz uzatarak. “Konservatuvar dersleri de ne zordur var ya. Müzik terminolojisi tek başına aşırı zor.”

“Öyle,” diye onayladı Göksel. “Ama Gökhan’ın dersleri çok iyi, bölüm ikincisi.”

“Enişteme bak be,” diyen Akın bir ıslık çaldı. “Yakışır. Peki bölüm birinciliğini kime kaptırmış?”

“Bir kıza. Gökhan’ın anlattığına göre kız çok küçük yaşlardan beri dersler alıyormuş: Piyano, keman, gitar, şan vesaire. Kız resmen müzisyen olmak için yetiştirilmiş, ailesinin durumu iyiymiş ve bu uğurda hiçbir masraftan kaçınmamışlar. Kızın şanslı olduğu çok açık ama Gökhan aşırı çalışkan ve hırslı biri olduğunu da söyledi, birinci sınıftan beri yüksek onur öğrencisiymiş.”

“Vay anasını, ne hayatlar var. Ben ilk kameramı aldırana kadar akla karayı seçmiştim, üstelik ilk birkaç sene kendi öz ailem bile boş işlerle uğraştığımı düşünmüştü.”

“O kızın sıralamaya dahil edilmemesi gerekir,” dedi Sinem. “Kızın önüne tüm imkânlar serilmiş, pek çoğumuzun asla sahip olmadığı imkânlar. Biz Gökhan’ı bölüm birincisi olarak düşünebiliriz.”

“Aynı fikirdeyim,” dedi ona kısa bir bakış atan Göksel. “O kadar imkân Gökhan’a verilmiş olsaydı şu an bulunacağı konumu hayal bile edemiyorum. Erkek arkadaşım diye demiyorum fakat gerçek bir müzik dehası.”

“Bizzat izlemiş biri olarak hemfikirim, hem yetenekli hem de çok donanımlı biri.”

“Ben izlemedim,” dedi Akın. “Konuya Fransız kaldım.”

“Bir gün izlersin, illa denk gelirsin.”

“Çok merak ettim, denk gelmek farz oldu.”

Üç arkadaş Beyoğlu’na gidene kadar pek çok konu hakkında sohbet etti. Oturacakları mekâna ulaştıklarında Göksel arabayı işletmenin biraz ilerisine park etti.

Mekâna giren üçlü duvar kenarındaki bir masaya ilerledi. Vakit öğleden sonra olduğu için içerisi kalabalık değildi, sadece birkaç masa doluydu ve fonda yerli grupların şarkıları çalıyordu.

“Şansımıza sakin,” dedi yumuşak koltuğa oturan Akın. “Tam içip sohbet etmelik ortam.”

“Güzel bir zamanda geldik,” dedi onun yanında oturan Göksel. “Bu tarz yerlerin kalabalığı ruhumu daraltıyor, böyle iyi.”

“Hepimiz bira mı içiyoruz?” diye soran Sinem menüyü karıştırmaya başlamıştı bile. “Ortaya da bir şeyler isteyelim.”

“İsteyelim tabii,” dedi Akın. “Tek başına gitmez. Bu arada karnınız aç mı?”

İkisi de tok olduğunu söyleyince üç şişe bira, kuruyemiş ve patlamış mısır sipariş ettiler.

“Berat’tan ses seda yok,” dedi telefonunu kontrol eden Sinem. “Hâlâ sınavda olmalı.”

“Yüksek ihtimalle,” dedi Göksel. “Gökhan’dan da ses seda yok. Her cuma aynı olduğu için alıştım artık, ancak akşama konuşabiliriz.”

“Benim olmayan sevgilimden de ses seda yok,” diye onların konuşmasına katıldı Akın. “Ne kendisi var ne de sesi sedası. İdeal sevgili dediğin budur işte.”

Kızlar gülüştü.

“Sen birine âşık olduğun zaman göreceğim seni de,” dedi Sinem. “Bize dert yanacaksın.”

“Şubatta yirmi üç olacağım ama henüz hiç âşık olmadım,” dedi Akın. “Bu yaştan sonra birini sevsem de o aptal aşık rollerine gireceğimi hiç sanmıyorum çünkü artık olgunlaştım. Aşkın çocuksu heyecanları için fazla büyüğüm gibi geliyor.”

“Sen öyle san,” dedi Göksel mavi gözlerini biraz açarak. “Adı üstünde, aşkın çocuksu heyecanları. Kaç yaşında olursan ol sana bir çocuk gibi hissettirebiliyor, karnında kelebekler uçuşturuyor. Gökhan’la tanışmadan önce ben de seninkine benzer düşüncelere sahiptim ama ilişkimizin üçüncü ayında bile hâlâ o kelebekler karnımda dans etmeye devam ediyor ve sanırım çok uzun bir süre daha buna devam edecekler.”

“Aynen öyle,” diye ona arka çıktı Sinem. “Berat’ı düşünmek bile beni mutlu ediyor, içimi sıcacık yapıyor. Muhteşem bir his.”

“Ne güzel,” dedi Akın gülümseyerek. “Eğer ben de şanslıysam bana böyle hissettiren biriyle tanışabilirim. O kelebekleri merak ettim.”

“Karnının içinde durmadan uçarlar. Sevdiğin kişinin gülümsemesini görmek, dokunuşunu hissetmek, onu öpmek ve onun tarafından öpülmek kelebekleri daha da hareketlendiren şeylerden birkaçı.”

“İkinizin de bu kadar romantik olduğunu bilmezdim. Aşk insanı cidden çok değiştiriyor.”

“Ya da insanın içinde kendisinin bile bilmediği tarafları ortaya çıkarıyor,” dedi Göksel. “Kendini tanımak adına da çok faydalı.”

“O kadar övdünüz ki aşk bir ürün olsa parasını verip satın alacağım, o derece.”

Hep beraber gülüştüler. Sınavlardan sonra gündelik şeylerden konuşmak hepsine iyi geldi. Kafa dağıtmaya ihtiyaçları vardı ve bu ortam kafa dağıtmak için birebirdi.

Biraz sonra siparişleri geldi.

“Vizelerin bitişine,” dedi kendi şişesini kaldıran Akın.

Kızlar da kendi şişelerini kaldırınca hep birlikte şişeleri tokuşturdular, ardından biralarından içtiler.

“İşte bu iyi geldi,” dedi Akın büyük bir yudum içtikten sonra. “Keyiflendim.”

“Ben de öyle,” dedi Sinem. “Finallerden sonra da yine bir kutlama yaparız.”

“Kutlamalar bitmiyor,” diyen Akın yanında oturan Göksel’e baktı. “Sonraki hafta da Gök’ün doğum günü var. Ben yirmi üç olacağım ama sen daha yeni yirmi iki oluyorsun.”

“Aralıkta doğunca böyle oluyor işte,” dedi Göksel. “2000 doğumluyum ama 2001’li sayılırım, onlarla aramda daha az ay farkı var.”

“Mesela ikimiz de 2000 doğumluyuz ama senden 10 ay büyüğüm.”

“Demek istediğim şey tam olarak bu ama bu durumu seviyorum, kendimi bir yaş daha genç hissediyorum.”

“Öylesin de.”

Akın ve Sinem’in Gökhan’la birlikte hazırladıkları bir sürpriz kutlama partisi vardı. Gökhan günler öncesinden Sinem’e ulaşmış ve ona Göksel’in yakın arkadaşlarıyla beraber bir kutlama hazırlamak istediğinden bahsetmişti. Sinem plandan çok hoşlanmış, bunu Akın’a da söylemişti ve Akın da memnuniyetle kabul edince üçü beraber Göksel’in yakın arkadaşları ve Gökhan’ın olduğu küçük bir kutlama planlamaya başlamıştı.

“Yeni yıl için planlarınız var mı?” diye sordu Sinem. “Hiç konuşmadık.”

“Henüz kesinleşmedi ama arkadaşlarımla dışarıda kutlayacağız gibi duruyor,” dedi Akın. “Siz ne yapacaksınız? Sevgililerinizle olursunuz herhâlde.”

“Tabii canım, babam kesin izin verir. Yeni yıla Berat’la girmeyi çok istesem de evde babamla oturuyor olacağım. Gök sen ne yapacaksın?”

“Henüz bir planım yok,” diye cevapladı Göksel. “Gökhan’la hiç konuşmadık.”

“Siz beraber girersiniz,” deyip omzuyla onu dürttü Akın. “Seninkiler izin verir.”

“Ben dışarıda kutlamayı sevmiyorum ama Gökhan teklif ederse kabul ederim. Şu an sınıfça düzenledikleri yeni yıl programı nedeniyle çok yoğun ama ilerleyen günlerde bu konunun bahsi açılır, biz de konuşuruz.”

“Konuşun konuşun,” dedi Akın ona anlamlı bir bakış atarak. “İlk yılbaşınız sonuçta, plan yaparsınız.”

“Beraber kutlasak ya,” diye konuşmaya dahil oldu Sinem. “Berat, ben, sen ve Gökhan. Babama seninle olacağımı söylediğimde izin verir, yalan da söylememiş olurum.”

“Mantıklı,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bizimkilere soralım, eğer onlar da olur derse dördümüz birlikte kutlarız.”

“Anlaştık.”

Yılbaşına Berat’la beraber girme ihtimali olan Sinem’in neşesi arttı. Bu yılbaşı onların da ilk yılbaşı olacaktı ve genç kadın yeni yıla erkek arkadaşıyla beraber girmek, o gün onunla zaman geçirmek istiyordu.

Göksel’in telefonuna yeni bir bildirim gelince genç kadın mavi kılıf takılı sarı telefonunu eline aldı. Bu kılıfı geçenlerde almıştı ve renk tercihindeki en önemli faktör mavinin Gökhan’ın en sevdiği renk olmasıydı. Açık mavi renkli kılıfı gördükçe Gökhan aklına geliyordu ve bu onu mutlu ediyordu.

Ekranı açtığında Gökhan’ın mesaj attığını gördü.

Çok sevindim, hadi geçmiş olsun balım. Benim de dersim şimdi bitti, siz ne yapıyorsunuz? Beyoğlu’na gittiniz mi?

Onunla olan konuşmasını açıp genç adama cevap verdi.

Teşekkür ederim sevgilim *sarı kalp emojisi*

Evet, Beyoğlu’na geldik, bir mekânda oturuyoruz şimdi

Gökhan onun mesajını hemen gördü ve çabucak cevap yazdı.

İyi yapmışsınız, vizelerin bitişini mi kutluyorsunuz?

Yüzüne bir gülümseme yayılan Göksel parmaklarını hızlıca ekranda gezdirip mesaj yazdı.

Evet, bira içerek ve biraz da atıştırmalık yiyerek küçük bir kutlama yapıyoruz. Vize haftası ve öncesi çok yorucuydu, bunu hak ettik

Gökhan onun bu mesajlarını yürürken okudu. Bir sonraki ders için farklı bir sınıfa gidiyorlardı.

“Önüne bak önüne,” dedi onun yanında yürüyen Yağız. “Sınıfa geçince yazarsın.”

“Yazmıyorum ki, okuyorum,” dedi Gökhan. Başını telefondan kaldırdı. “Sınavı iyi geçmiş, çıkışta arkadaşlarıyla beraber Beyoğlu’na bira içmeye gitmişler.”

“Ne hayatlar var be! Biz burada dersten derse koşalım, millet bira içip keyfine baksın.”

“Vizeler bitince biz de kutlamaya gittik, unuttun sanırım.”

“Yo, unutmadım ama dram yaratmak hoşuma gidiyor. Şu an biz de bira içip keyfimize bakıyor olabilirdik ama okulda ders bombardımanı altındayız.”

“Bugün ders programı cidden çok yoğun. Bugünkü derslerin bir kısmını bir ders koydukları günlere dağıtsalar ne olurdu sanki?”

“Mesela canımız çıkmamış olurdu ya da, ‘Konservatuvarı kazandığım güne lanet olsun!’ dememiş olurduk. Yüksek dozda müziğe maruz kalmaktan hastaneye kaldırılmama şu kadarcık kaldı.”

Yağız işaret ve başparmağını iyice birbirine yaklaştırıp aralarında minicik bir boşluk bırakınca Gökhan güldü.

“Al benden de o kadar,” dedi Gökhan. “Ama daha gün devam ediyor, bu yüzden derin bir nefes alıp güç topluyoruz.”

“Dünyadaki tüm havayı ciğerlerime doldursam bile güç toplayamam şu an Gök.”

Sınıfa girdiklerinde bir sıraya oturdular. Telefonunun ekranını açan Gökhan, kız arkadaşına cevap verdi.

Kutlayın tabii, yarasın

Seninkilere selam söyle, hepinize geçmiş olsun

Bu sırada arkadaşlarıyla sohbet eden Göksel, yeni bildirim gelince telefonuna baktı. Gökhan’ın mesajlarını okudu.

“Gökhan’ın selamı var,” dedi. “Sınavlar için geçmiş olsun diyor.”

“Aleykümselam,” dedi Sinem. “Sen de selam söyle, teşekkür ediyoruz.”

“Aynen sen de selam söyle,” dedi Akın. Sinem’e anlamlı bir bakış attı. “Sağ olsun eniştemiz.”

Göksel erkek arkadaşına cevap yazdı.

Onların da selamı var, teşekkür ediyorlar

Sen ne yapıyorsun?

Gökhan onun mesajlarını hemen gördü. Sınıfta hareketlilik devam ediyordu ama genç adamın tek odak noktası Göksel’le olan konuşmasıydı.

Aleykümselam. Ben de Yağız’la beraber sonraki ders için başka sınıfa geçtim, dersin başlamasını bekliyorum

Sesini özledim, akşama konuşalım

Onun ikinci mesajını okuyan Göksel güldü. Genç kadın sevimli bir ifadeyle birkaç saniye ekrana baktıktan sonra ona cevap yazdı.

Konuşalım, ben de senin sesini özledim

Pazartesi günü kesin olarak Fatih’teki kampüse geliyorsunuz değil mi? Planda bir değişiklik yok diye umuyorum

Gökhan gülümseyerek onu yanıtladı.

Planda bir değişiklik yok, pazartesi öğleden sonra prova için ana kampüste olacağız. Geliyorsun değil mi?

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı son sınıf öğrencilerinin yeni yıl programı ana kampüste olacaktı, Gökhanlar da sahne alacakları yerdeki ilk provalarını önümüzdeki pazartesi yapacaklardı. Organizasyonun başı Melek hocayla görüşen Gökhan, Göksel’in gelmesi için izin almıştı ve Göksel pazartesi günü onları izlemeye gidecekti.

Planda değişiklik olmadığını öğrenen Göksel sevinerek ona cevap yazdı.

Elbette geliyorum, orada olacağım. Yine konuşuruz zaten

Gökhan sırıtarak ona cevap yazdı.

Güzel bir gün olacak, sabırsızlıkla bekliyorum. Sen arkadaşlarınla takıl, benim de daha derslerim var zaten. Akşama görüşürüz balım

Göksel ona çabucak mesaj attı.

Sana iyi dersler sevgilim, görüşürüz

Uygulamadan çıkıp ekranı kapatan Göksel arkadaşlarının arasına geri döndü.

“Yüzünde güller açıyordu,” dedi Akın. “Ne oldu?”

“Gökhanlar pazartesi günü ana kampüste yeni yıl programı için prova yapacak,” diye yanıtladı Göksel. “Gökhan hocasından benim için izin almıştı, onları izlemeye gideceğim. Henüz iki gün var ama şimdiden heyecanlandım, sabırsızlıkla bekliyorum.”

“İyiymiş. Sınıftan arkadaşlarıyla, hocalarıyla da tanışmış olursun.”

“Evet, bir de bu konu var. Gökhan’ın okul ortamını epeydir merak ediyordum, gidip görmeme çok az kaldı.”

“Ay çok heyecanlı,” dedi Sinem. “Ben de Berat’ın ders çıkışına gittiğimde epey arkadaşını görmüştüm, hâliyle çok gerilmiştim ama sıcak bir ortamla karşılaşınca hoşuma gitmişti.”

“Gökhan sınıf arkadaşlarını seviyor. Zaten az kişi oldukları için hepsinin birbirini yakından tanıdığından ve beraber takıldıklarından bahsetmişti. Sıcak bir ortamları var gibi görünüyor, umarım öyledir ve ben de hemen alışırım.”

“Alışırsın,” diyen Akın destek olmak adına onun koluna dokundu. “Bize de olanları anlatırsın.”

Üç arkadaş akşama kadar oturup sohbet ettiler, bol bol güldüler. Akın’ın fotoğraf makinesi yanındaydı, hem mekânın içinde hem de mekândan çıktıklarında sokakta fotoğraf çektiler. Akın poz verme konusunda en istekli olandı, Sinem’le Göksel onu bol bol çekti. Göksel fotoğrafının çekilmesi konusunda elbette ki en isteksiz olandı fakat arkadaşları ısrar edince o da birkaç poz verdi.

“Bana da hafta sonu üzerinde çalışacak fotoğraflar çıkmış oldu,” dedi makinesini Göksel’den alan Akın. Genç kadın sokağın birkaç fotoğrafını çekmişti. “Düzenledikten sonra fotoğrafları size de atarım. Beyoğlu âşığı olan Gök epey fotoğraf çekti, belki aralarında çok sevdiğin olur ve hesabına atarsın.”

“Çok iyi olur,” dedi Göksel gülümseyerek. “Uzun zamandır Beyoğlu’na gelmeyince biraz fazla fotoğraf çektim, mazur gör.”

“Yok canım, olur mu öyle şey? İstiyorsan çekmeye devam edebilirsin. Çektiğin fotoğrafların büyük hayranı olduğumu biliyorsun.”

“Çok tatlısın, teşekkür ederim.”

“Ben yalnızca gerçekleri söylüyorum Gök.”

Akın ona göz kırptı.

“Yavaştan arabaya gidelim mi artık?” dedi Sinem. “Yolum biraz uzun da.”

“Gidelim,” dedi ona bakan Göksel. “Akşam trafiği de var zaten, hepimizin yolu uzun.”

Üç arkadaş Göksellerin beyaz arabasına yürüdü ve arabaya bindi.

“Güneşin batmasıyla hava bir anda buz gibi soğuyor,” dedi ellerini ovuşturan Sinem. “Size de bir üşüme geldi mi?”

“Ben de biraz ürperdim,” dedi Akın. “Hava çok soğuk değil ama rüzgâr buz gibi esiyor.”

Göksel onları binecekleri toplu taşıma araçlarının duraklarında bıraktıktan sonra Dervişali’deki evine tek başına devam etti. Yoldayken Batuhan Mutlugil’in Yadigar isimli solo albümünü dinledi. Bu albümü Gökhan’dan duymuştu, dinlediği Sürgün ve Yor Beni parçalarını sevince tüm albüme bir şans vermişti ve o zamandan beri albümü severek dinliyordu. Genç kadın Gökhan’ın müzik zevkini beğeniyordu, erkek arkadaşı birlikte oldukları bu üç ayda onu pek çok sanatçı ve şarkıyla tanıştırmıştı.

Göksel evine girdiğinde saatler 19.17’ydi. Annesiyle babasını salonda otururken buldu.

“Hoş geldin güzelim,” dedi babası. “Seni daha erken bekliyorduk.”

“Hoş buldum,” diyen Göksel diğer koltuğa oturdu. “Bizimkilerle sohbete fena daldık, zaman nasıl geçmiş anlamadık bile. Üstüne akşam trafiği de eklenince ancak gelebildim. Yemek yediniz mi?”

“Hayır, seni bekledik,” dedi Güzin. “Şimdi hep beraber yeriz. Sınavın nasıl geçti?”

“Çok iyi geçti, yüksek bekliyorum.”

“Hiç şaşırmadım,” dedi Engin gülümseyerek. “Vizeleri bitirdin. Geçmiş olsun.”

“Teşekkür ederim.”

“Ne yaptınız?” diye sordu annesi.

“Beyoğlu’ndaydık,” dedi Göksel. “Bir yerde oturup ikişer şişe bira içtik, sohbet ettik. Kendi aramızda mini bir kutlama yaptık.”

“İyi yapmışsınız. Karnın aç değil mi?”

“Açım. Yemek yemedik zaten, bira yanında birkaç şey atıştırdık sadece.”

“İyi bakalım. Sen elini yüzünü yıka, istersen üstünü değiştir; biz de babanla sofrayı hazırlayalım.”

“Olur sultanım.”

Aile üyeleri dakikalar içinde mutfaktaki yemek masasında toplandı. Yemekte Göksel’in çok sevdiği brokoli yemeği vardı.

“Hafta sonu için planların var mı?” diye sordu Engin.

“Evde oturup sevdiğim şeyleri yapmak haricinde mi? Hayır yok,” dedi Göksel. “İzlemek için üç film seçtim, okumak için de bir şiir kitabım var.”

“Son dönemde şiir kitaplarına pek ilgilisin,” dedi Güzin kızına bakarak. “Kitapları okuduğunu görüyorum ama kitaplığında göremedim.”

“Çünkü kitapları ödünç alıyorum,” dedi Göksel lokmasını yuttuktan sonra. “Kitaplar Gökhan’ın, okuduktan sonra ona geri veriyorum.”

“Epey bir kitap gördüm. Anlaşılan Gökhan şiirleri çok seviyor.”

“Evet, şiir okumayı çok seviyor. Şiirler şarkı yazarken ona ilham da oluyormuş.”

“Kimleri okuyor mesela?” diye sordu Engin. “Ben pek odana girmediğim için kitaplara denk gelmedim.”

“Çoğu Türk şairi severek okuyor,” dedi Göksel. “Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Özdemir Asaf, Ahmed Arif, Ümit Yaşar vesaire.”

“Hepsi de aşk şiirleriyle ünlü isimler.”

“Evet, Gökhan aşk şiirleri okumaktan hoşlanıyor. Romantizmi seviyor.”

“Belli oluyor. Anlaşılan artık sen de seviyorsun.”

“Kurgu okumayı daha çok sevsem de arada şiir de okurdum ama Gökhan’dan sonra şiirlere olan ilgim ve sevgim arttı, bu bir gerçek. Beni çok güzel şairlerle, şiirlerle tanıştırdı.”

“Ne hoş,” dedi Güzin gülümseyerek. “Şiirler romantik eserler. Gökhan’ın sana kitaplarını ödünç vermesi de ayrıca çok hoş.”

“Romantik bir ilişkimiz olduğu doğru, bu durumdan çok da memnunum. Hafta sonu okumayı planladığım şiir kitabını kendim aldım. Gökhan’ın kütüphaneden ödünç aldığı bir kitap olduğu için kendisinde yokmuş ama önermişti, ben de ikimize birden aldım. Pazartesi günü vereceğim.”

“Çok iyi düşünmüşsün. Çok sevinecektir.”

“Pazartesi demişken,” dedi Engin. “Provaları kaçta başlıyor?”

“Ders çıkışı gelecekleri için vakitte biraz dalgalanma olabilir ama dört civarı başlayacaklar. Gökhan çok uzun sürmeyeceğini söyledi ama birkaç saat sürer tabii.”

“Tabii ki sürer, hemen olup bitecek bir şey değil. Akşam döndüğümüzde evde olmazsın o zaman?”

“Kesin bir şey diyemem ama muhtemelen olmam.”

“Fotoğraf çekmeyi düşünüyor musun?” diye sordu Güzin. “Kameranı götürecek misin?”

“Aslında çekmek isterim,” dedi Göksel annesine bakarak. “Kameramı yanımda götürürüm, eğer oradakiler de müsaade ederse çekerim. Hep beraber olacakları için Gökhan’ı çeksem bile kareye dahil olurlar, öncesinde sormam gerekir.”

“Haklısın ama dert edeceklerini sanmam, sen de ortaya muhteşem fotoğraflar çıkarırsın.”

“Umarım. Teşekkür ederim canım benim.”

Göksel ailesiyle beraber akşam yemeğini yedikten sonra onlarla salona geçti. Saat yeni sekiz olmuştu. Genç kadın, Gökhan’ın son dersinin sekize doğru bittiğini ve erkek arkadaşının dokuz gibi evine gittiğini bildiği için o evine dönene kadar ailesiyle birlikte oturmaya karar verdi.

“Sizin gününüz nasıldı?” diye sordu Göksel.

“Yıl sonu yaklaştığı için yoğunluğumuz arttı,” dedi Güzin. “Sene boyunca neler yaptığımıza bakıyor, önümüzdeki sene neler yapabileceğimizi düşünüyoruz. Günlerimiz koşuşturmacayla geçiyor.”

“Bizim de aynı,” dedi Engin. “Müdür olarak her şeye yetişmeye çalışıyorum, sağlam bir tempo içindeyim.”

“İkinize de kolay gelsin,” dedi Göksel.

“Teşekkür ederiz güzelim benim.”

Engin onun saçlarını öpünce Göksel bir anlığına gözlerini huzurla kapattı. Koltukta annesiyle babasının ortasında oturuyordu. Çocukluğundan beri onların arasında oturmayı çok seviyordu.

Aile üyeleri bir saat kadar oturup dizi izlediler. Saat 21.08’ken Göksel’in telefonu çalmaya başladı. Arayan Gökhan’dı.

“Bana ayrılan sürenin sonuna geldik,” diyen Göksel ayağa kalktı. “Görüşürüz.”

“Yüzünde gül tarlaları açtı yine,” dedi Engin. Güldü. “Görüşürüz küçük hanım.”

Salondan çıkan Göksel telefonu açtı.

“Alo?” dedi neşeli bir sesle. “Göksel Dinçer’in cep telefonu, size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Şu an yanımda olsaydın ve ben de seni rahatça kollarımın arasına alsaydım çok yardımcı olurdun aslında,” dedi Gökhan. Onun da sesi yorgun olmasına rağmen neşeliydi. “Nasılsın bal peteğim?”

“Sesini duydum çok daha iyi oldum,” derken odasına girdi Göksel ve kapısını kapattı. “Sen nasılsın?”

“Çok yorgunum ama sesini duymak ilaç gibi geldi. Ne yapıyorsun?”

“Bizimkilerle dizi izliyordum, şimdi odama geçtim. Sen ne yaptın? Eve varmışsındır muhtemelen.”

“Evet, eve döneli biraz oldu. Elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştirdikten sonra seni aradım. Kafam kazan gibi, biraz sesini duyup yatacağım.”

“Yemek yedin mi?”

“Yedim, merak etme. Çıkışta Yağız’la birlikte ayaküstü döner yedik. İkimiz de çok acıkmıştık.”

“Hâliyle. Dur tahmin edeyim, şu an yatakta iki seksen yatıyorsun.”

“Nokta atışı,” dedi Gökhan gülerek. “Üzerimde yorgan bile var. Tüm gün okulda olacağımız için evden çıkarken kaloriferi iyice kısmıştık, şu an ev çok soğuk ve ben de kendimi yorganın altına attım.”

“Kaloriferi biraz açsaydınız, valla donarsınız.”

“Açtık canım, açmaz olur muyuz? Ama evin ısınması biraz zaman alacak, ben de çareyi yorgan altında buldum.”

“İyi yapmışsın,” diyen Göksel güldü. “Zaten telefonu kapatınca yüksek ihtimalle uyuyakalırsın.”

“Aynen öyle. Yattıktan sonra ayağa kalkamam diye ışık bile kapalı, karanlıkta uzanıyor ve seninle konuşuyorum. Hâlim olsa ortam loş, içim bir hoş deyip konuyu ilgi çekici noktalara çekerdim ama hiç havamda değilim.”

Göksel kıkırdadığında Gökhan genişçe gülümsedi. Onun bu tatlı kıkırdamalarını duymaya âşıktı.

“Havanda değilken bile bunun hakkında düşünebiliyorsan gerçekten de için bir hoş olmalı,” dedi Göksel.

“Benim içim senin için her zaman hoş,” derken esnedi Gökhan. “Seni çok özledim. Pazartesiyi iple çekiyorum.”

“Pazartesi için ben de sabırsızım. Sana ufak bir sürprizim de var.”

“Hım?” dedi Gökhan kalın bir sesle. “Ne sürprizi? Gerçi söyleyecek olsan sürpriz demezsin, benimki de soru işte. Nasıl bir sürpriz peki? Biraz ipucu ver.”

“Gerçekten ufak bir sürpriz,” derken masasında duran kitaba baktı Göksel. “Pazartesi görürsün.”

“Meraklandım ama mecburen bekleyeceğim. Sinemlerle ne yaptınız?”

“İçtik, sohbet ettik, bol bol güldük. Her sınav haftasında olduğu gibi yorucu ve stresli günler geçirmiştik, kafa dağıttık.”

“İyi yapmışsınız. Finallere kadar rahatsınız artık. En azından sınav stresi olmayacak.”

“Aynen. Artık finalleri de ocak geldiğinde düşünürüz, daha vakit var.”

“Senin düşünmene gerek bile yok aslında. Notların muhteşem.”

“Düşündüğüm için muhteşem. İyi çalışıyorum.”

“Aferin benim güzel sevgilime,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Mezuniyetini dört gözle bekliyorum. Ne giyeceğimi şimdiden düşünmeye başladım. Gururlu bir erkek arkadaşa yaraşır bir kombin yapmalıyım.”

“O nasıl oluyormuş?”

“Ben de bilmiyorum ki, düşünüyorum dedim ya. O gün gelince göreceğiz.”

“Çok uzakların hayalini kuruyor, planını yapıyorsun.”

“Böyle bir huyum var hatta daha uzak zamanların bile hayalini kurduğum oluyor.”

“Mesela?”

“Seneler sonrası. Nasıl bir konumda olacağım, nasıl işler yapacağım diye sık sık düşünüyorum.”

“Kafanda canlanan sahneler var mı?”

“Var tabii,” diyen Gökhan gülümsüyordu. “Profesyonel olarak müzik yaptığımı, albümlerim olduğunu ve çoğu akşam sahnede olduğumu hayal ediyorum.”

“Başka? Özel hayatında neler düşünüyorsun mesela?”

“Daha çok gencim ama bundan yıllar sonra evlenmiş olurum diye düşünüyorum. Bir köpek ya da duruma göre iki köpek babasıyım, çok daha ilerisini düşündüğümde çocuk sahibi olduğumu da görür gibiyim. Mutlu bir ailede büyümemiş olsam da ileride kendi ailemi kurmayı istiyorum, hep hayalini kurduğum o mutlu aileye kavuşmayı istiyorum. Toparlamak gerekirse ailemle ve müzikle geçen bir hayatım olacağına inanıyorum.”

Göksel onu gülümseyerek dinledi. Gökhan’ın hayallerini zihninde canlandırabilmişti. Kendini o hayallere dahil etti, Gökhan’ın bahsettiği o mutlu ailenin bir ferdi olduğunu düşündü.

“Ne güzel hayaller,” dedi genç kadın. “Biraz sıradan ama huzurlu, mutluluk dolu.”

“Hayır, bu konuda sana katılmıyorum çünkü huzur ve mutluluk sıradan değildir, aksine onlara günümüz dünyasında pek nadir rastlanır.”

Onun bu cümlesi Göksel’i irkiltti. “Haklısın. Gerçekten haklısın. Huzurlu ve mutlu bir ailede büyüdüğüm için bu kavramlar bana çok tanıdık ama dünya geneline baktığımızda dediğin gibi onlara epey nadir rastlanıyor.”

“Mutsuz ailelerin çoğunlukta olduğu bir dünyada mutlu bir ailenin hayalini kurmak belki de çok aptalca, çocukça bir hareket ama insan neyden yoksun kalmışsa onu ister ya, benimki de o hesap işte. Neyse canım, bu derin konulara dalmak için fazla yorgunum.”

“Bence ne aptalca ne de çocukça bir istek. Mutlu olmayı istemek her insanın en doğal hakkı. Bir kere geldiğimiz ve ne zaman gideceğimizi bilmediğimiz bu dünyada mutlu olmayı hepimiz istiyoruz.”

“Bu arada yanlış anlaşılma olmasın, seninle olmaktan ve şu an bulunduğum konumdan mutluyum. Ben gelecek hakkında konuşuyorum, bir aileye sahip olmak ve beni mutlu eden müziği işim olarak yapmak hakkında.”

“Biliyorum sevgilim, biliyorum.”

“Göksel?”

“Efendim?”

“Bahsettiğim hayallerde yerin olduğunu da biliyorsun değil mi? Yani bunu dillendirip aceleci görünmek, seni korkutmak istemedim ama haberin olsun.”

“Biliyorum,” dedi Göksel sırıtarak. “Haberim var.”

“Tamam o zaman,” diyen Gökhan da sırıtıyordu. “Rahatladım.”

“Ben de öyle.”

Gülüştüler.

“Şu iki gün çabucak geçsin istiyorum,” diyen Gökhan konuyu değiştirdi. “Pazartesi bir an önce gelsin.”

“Sınıf arkadaşlarını, hocalarını merak ediyordum; hepsini görmek için sabırsızlanıyorum,” dedi Göksel. “Fotoğraf makinemi de yanımda getireyim diyorum, sınıftakiler sorun eder mi?”

“Bizimkiler mi? Fotoğraflarının çekilmesi hoşlarına bile gider hatta özel olarak fotoğrafının çekilmesini isteyenler bile olur. Uğraşmak istemezsen bence makineni hiç getirme. Gösterinin olacağı gün getirip çekersin.”

“Uğraşmak istemezsem mi? Fotoğraflar uğraşmayı en sevdiğim şeyler, arkadaşlarını da büyük bir keyifle çekerim.”

“Sen nasıl istersen balım. Bizim işimize gelir.”

“O zaman karar verildi. Makinemi pazartesiye hazırlarım, küçük bir bakım yapayım.”

“Heyt be! Göksel Usta’ma bak sen. Beni çırak olarak yanına almaya ne dersin ustam?”

Göksel gülerek, “Çırağım değil misin zaten?” diye sordu. “Fotoğraf makinesi kullanmayı epey epey öğrendikten sonra bakım kısmına da geçeriz.”

“İşte bu be! Yeni bir fotoğrafçı yetişiyor. Şu an çok yorgunum ama sonra buna sevinirim.”

“Yorgunluk sesinden akıyor zaten. İstersen kapatalım, sonra yine konuşuruz.”

“Olur,” diyen Gökhan esnedi. “Sesini duymak ninni gibi geldi zaten, bebek gibi uyurum.”

“Tamam sevgilim. O zaman sana iyi geceler.”

“Sen ne yapacaksın?”

“Muhtemelen bir şeyler izlerim. Ben o kadar yorgun sayılmam, biraz daha takılırım.”

“Tamam bal peteğim. Sana iyi akşamlar, öpüyorum.”

“Ben de öpüyorum. Tatlı rüyalar.”

Göksel telefonu kapattıktan sonra kendi kendine gülümsedi. Gökhan’sa ağzını kocaman açarak ve ses çıkararak esnedi. Göksel’in sesini duymak ona gerçekten de ninni gibi gelmiş, onu iyice mayıştırmıştı.

Odasının kapısı tıklatıldı.

“Gel,” diye seslendi Gökhan.

Kapıyı açıp başını içeri uzatan Yağız, “Konuşmanız bitti mi?” diye sordu.

“Bitti, ne oldu?”

“Ev epey ısındı,” dedi kapıyı biraz daha açan Yağız. Gökhan onun üst tarafının çıplak olduğunu gördü. “Duşa gireceğim. Sen ne yapacaksın, uyuyacak mısın?”

“Hem de horul horul. Dehşet yoruldum, başımı kaldıracak hâlim yok.”

“Ben de duş aldıktan sonra bayılırım gibime geliyor. Yarın da erken kalkacağız zaten, dinlenelim.”

“Aynen, akşama da sahnede olacağım için şöyle uzun ve deliksiz bir uykuya ihtiyacım var.”

“Tamam kardeşim. İyi geceler, sabah görüşürüz.”

“İyi geceler.”

“Kapıyı kapatıyorum?”

“Çok iyi olur.”

Yağız kapıyı kapatınca arkadaşını görmek için başını yastıktan kaldıran Gökhan, başını yeniden yastığa koydu. Oldukça yorgun olan genç adamın uykuya dalması çok kısa sürdü.

***

Hafta sonu çabuk geçti. Tüm hafta sonu evde olan Göksel cumartesi gününü bir şeyler izlemeye ve okumaya ayırdı, pazar günüyse çoğunlukla ebeveynleriyle vakit geçirdi ve akşam geç saatlerden sonrasını kendine ayırdı. Gökhan’a da bir tane aldığı Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Şiir Denizi 1 kitabını bitirdi. Kitabı oldukça beğenen genç kadın erkek arkadaşının şiir zevkine bir kez daha hayran kaldı.

Hafta sonu Gökhan içinse daha yoğundu. Genç adam cumartesi günü önce okula gitti, akşama da Parça’da sahne aldı. Parça’da ona Yağız eşlik etti. Gökhan’ın performansı bittikten sonra ikili Caferağa’da biraz daha vakit geçirdi ve eve biraz geç döndü. Pazarsa Gökhan işteydi. Sabah 10’dan öğleden sonra 15’e kadar çalışan genç adam çıkışta da öğrencisi Aras’ın evine geçip ona bir saat ders verdi.

Bugün günlerden pazartesiydi. Gökhan’la Yağız’ın derse gitmek için erkenden kalkıp yola çıktıkları haftanın ilk gününde Göksel 11’e kadar uyudu. Evde tek başına olan genç kadın kendisine güzel bir kahvaltı hazırladı ve video izleyerek kahvaltısını etti.

Gökhan’ın derste olduğu vakitlerde Göksel de hazırlandı. Genç kadın ne giyeceğine hafta sonu karar vermişti ve kararında değişiklik yapmadan boğazlı sarı kazağıyla düz paça açık mavi kotunu giydi. Dalgalı saçlarını salık bırakmayı tercih eden genç kadın makyajını da sade tuttu.

Göksel’in telefonu çaldığında saatler üçü geçiyordu. Arayan Gökhan’dı.

“Alo balım,” dedi Gökhan’ın enerjik sesi. “Ne yapıyorsun?”

“Hazırlanıyordum,” diye cevapladı Göksel. “Sen ne yapıyorsun? Anlaşılan dersiniz bitmiş.”

“Aynen öyle. Şimdi Fatih’e geçeceğiz, geliyoruz.”

“Çok iyi. Benim yolum daha kısa, yaklaştığınızda haber ver de ben de yola çıkayım.”

“Arabayla mı geleceksin?”

“Evet, araba bugün de bende.”

“Tamam balım, ben yaklaştığımızda sana söylerim.”

Dakikalar sonra Gökhan’dan haber geldi, Göksel de evinden ayrılıp İstanbul Üniversitesine doğru yola çıktı. Genç kadın lisedeyken İstanbul Üniversitesini gezmişti, bu yüzden kampüse çok yabancı değildi. Kampüse giren Göksel, Gökhan’ın söylediği binaya ilerledi. Gökhan onu dışarıda bekliyordu, dostunu yalnız bırakmayan Yağız da onun yanındaydı.

“İşte geldi,” dedi beyaz Hyundai’yi fark eden Gökhan. Araba yaklaşınca içindeki Göksel’i de gördü. “Yine sarı sarı giyinmiş. Boşuna bal peteği demiyorum.”

“Ve Romeo sahneye giriş yapar,” dedi Yağız yavaşça. “Biricik Juliet’i de sahneye girmek üzeredir.”

“Senin Juliet’in yok diye kıskanma.”

“Ne demezsin canım, kıskançlıktan yataklara düştüm.”

“Belli oluyor.”

İki dost atışırken Göksel arabayı binanın önüne park etti. Gökhan hemen arabaya doğru ilerledi. Çantasını alan Göksel’in kapı koluna uzandığı sırada Gökhan kapıyı dışarıdan açtı.

“Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz güzel bayan,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Gözüm yollarda kaldı.”

Göksel gülerek arabadan inerken, “Hoş buldum bayım,” dedi. “Çok bekletmedim değil mi?”

“Hayır, biz de az önce geldik.”

“İyi o zaman.”

Öpüştüler.

“N’aber?” diye fısıldadı alnını onun alnına yaslayan Gökhan.

“İyiyim,” dedi Göksel de fısıldayarak. “Senden n’aber?”

“Bu güzel yüzü görünce nasıl olunuyorsa öyleyim, yani çok iyiyim. Seni çok özledim.”

“Ben de seni özledim ama bir şeyi merak ediyorum.”

“Neyi?”

“Neden fısır fısır konuşuyoruz?”

Gökhan güldüğünde sıcak nefesi Göksel’in yüzüne çarptı.

“Seninle fısır fısır konuşmayı seviyorum,” dedi Gökhan. “Birbirimizi daha iyi duyabilmek için aramızdaki mesafeyi minimuma indiriyoruz. Bana sokulup bir şeyler anlatman hoşuma gidiyor.”

“Bak sen,” dedi Göksel gülümseyerek. “O zaman sana daha sık sokulayım.”

“Canıma minnet.”

Yeniden öpüştüler.

Gökhan’dan uzaklaşan Göksel, arkada duran Yağız’a döndü.

“Merhaba Yağız,” dedi genç kadın. Gülümsedi. “Nasılsın?”

“Merhaba, hoş geldin,” diye karşılık verdi Yağız. “İyiyim, sen nasılsın?”

“Hoş buldum. Ben de iyiyim, prova için heyecanlıyım.”

“O tatlı heyecan hepimizde var. Hadi içeri geçelim, bizimkiler hazırlığa başlamıştır bile.”

“Aynen,” diyen Gökhan kolunu Göksel’in omzuna attı. “Hadi gidelim.”

Üçü birlikte binanın içine girip performans sergileyecekleri salona ilerledi. Diğer öğrenciler sahneye çıkmış, hazırlıklara başlamıştı bile.

Gökhanları fark eden Melek hoca, “Hoş geldiniz gençler,” dedi. Göksel’e baktı. Genç kadın Gökhan’ın hesabında gördüğünden daha da güzeldi. “Sen de aramıza hoş geldin Göksel.”

“Hoş buldum,” dedi Göksel. “Aranıza seyirci olarak katılmama izin verdiğiniz için teşekkür ederim.”

“Ne demek, biz seyircileri çok severiz.”

“Doğru,” dedi hocasına arka çıkan Gökhan. “Bir müzisyenin sahip olduğu en kıymetli şeylerden biri seyircileridir.”

“Aynen öyle,” dedi Melek hoca gülümseyerek. Melek ellilerin başında, kırlaşmış saçları kumral boyalı, ela gözlü hoş bir kadındı. Uzun senelerdir konservatuvarda akademisyenlik yapan kadın sayısız müzisyen yetiştirmişti. Gökhan da en sevdiği öğrencilerinden biriydi. “Keyfine bak lütfen.”

“Teşekkür ederim. Bu kadar eğitimli bir grubu izlemek benim için eşsiz bir tecrübe olacak.”

“Öğrencilerim diye demiyorum ama hepsi gerçekten de çok eğitimli ve şahane sanatçılardır.”

“Göğsümüzü kabartıyorsunuz hocam,” dedi Yağız. “Siz hocalarımız sayesinde bu seviyeye ulaşabildik.”

“Günün yağcısı da belli olduğuna göre artık yavaştan provaya başlayabiliriz.”

“Aşk olsun hocam. Gerçekleri söylemek ne zamandan beri yağcılık oldu?”

Melek hoca gülerek onun koluna dokunduktan sonra sahneye ilerledi.

“Tatlı kadınmış,” dedi Göksel, erkek arkadaşına. “Bahsettiğin kadar var.”

“Melek hoca bir tanedir,” dedi Gökhan. “Hem müzik hem de hayat hakkında kendisinden sayısız şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Şimdiye kadar her konuda bana çok destek oldu.”

“İyi bir hoca gerçekten büyük şans.”

“Kesinlikle öyle. Hadi gel seni bizimkilerle tanıştırayım.”

“Olur.”

Üçü de sahneye çıktığında diğerlerinin bakışları onlara döndü. Ellerini önünde birleştiren Göksel onları inceledi. Kızların çoğunlukta olması ilgisini çekse de buna şaşırmadı.

“Millet sizi bugünkü izleyicimizle tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Göksel bugünkü provamızda bizi seyredecek.”

Gökhan önce yakın arkadaşlarını gösterip adlarını söyledi, ardından geri kalanları da tanıttı.

Gökhan, “İpek,” dediğinde Göksel bakışlarını ona çevirdi. İpek de iri kahverengi gözleriyle ona bakıyordu. Göz göze geldiklerinde İpek gülümsedi ve ona bir baş selamı verdi. Göksel de gülümsedi ve onu başıyla selamladı.

“Hoş geldin,” dedi İpek.

“Hoş buldum,” diye karşılık verdi Göksel. Onu hızlıca baştan aşağı süzdü. İpek güzel, alımlı bir kızdı ve tatlı birine benziyordu. Gökhan’ın onun hakkında iyi konuşmasının nedenini anlıyordu.

Gökhan herkesin adını saymayı bitirdiğinde kız arkadaşına döndü.

“Biz sahne hazırlıklarını yapacağız,” dedi. “Sen de oturup keyfine bakabilirsin. Bugün bize Kerem de eşlik edecek, az sonra gelir.”

“Kerem mi?” diyen Göksel şaşırmıştı. “Onun da geleceğinden hiç bahsetmemiştin.”

“Minik bir sürpriz yapmak istedim.”

“Benim de sana küçük bir sürprizim var,” dedi Göksel gülümseyerek. Çantasını eline aldı ve içinden şiir kitabını çıkardı. “Okuduğum en iyi şiir kitaplarından biri oldu. Bana bu güzel kitabı önerdiğin için küçük bir teşekkür olarak düşün.”

Kitabı gören Gökhan’ın gözlerine duygu dolu bir ifade yayılırken dudakları da yukarı kıvrıldı. “Kitabı beğendiğini duyduğuma çok sevindim,” dedi onun gök mavisi gözlerinin içine bakarak. “Çok ince düşüncelisin, asıl ben teşekkür ederim. Kütüphaneme eklemek istediğim kitaplardan biriydi ama temel ihtiyaçlardan kitap almaya sıra gelmemişti. Kitaplığımın ilk rafına koyacağım hatta öncesinde bir kere daha okuyacağım.”

“Tekrar tekrar okunmayı hak edecek şiirler. Al bakalım.”

Kitabı eline alan Gökhan kitabın ilk sayfasını açtığında Göksel’in el yazısıyla yazılmış bir şiir olduğunu gördü. Kitabın içinde yer alan şiirlerden bir tanesiydi, Adak adlı şiirin bir kıtasıydı.

Sana avuç avuç yıldız getireceğim

Güneşimden başka

Sana engin denizlerin maviliğini getireceğim

Köpük köpük, dalga dalga

“Şiiri hatırlayamadım ama ne güzel satırlarmış,” dedi Gökhan ona bakarak. “Kitabı yeniden okuyunca unuttuğum kaç güzel şiiri hatırlayacağım ve seni düşüneceğim kim bilir.”

“Tıpkı benim yaptığım gibi,” diyen Göksel ona yaklaştı ve onun yanağını öptü. “Kitabı bitirdiğinde şiirler üzerine konuşuruz.”

“Büyük bir memnuniyetle.”

Bu esnada salonun kapısı açıldı ve Kerem içeri girdi. Genç adam kahverengi gözlerini sahnede gezdirince kalabalığın içindeki Gökhan’la Yağız’ı gördü ve sırt çantasını düzelttikten sonra sahneye doğru yürümeye başladı.

“Gök,” diye seslendi Kerem’i fark eden Yağız. “Kerem geldi.”

Gökhan’la Göksel aynı anda salonun ortasındaki koridora baktı ve sahneye doğru yürüyen Kerem’i fark etti. Kerem onlara gülümsedi.

“Hoş geldin kardeşim,” dedi Gökhan.

“Hoş buldum,” diyen Kerem sahneye çıktı ve onların yanına ilerledi. “Merhaba gençler.”

Kerem, Gökhan ve Yağız’la tokalaştı.

“Tanıştırayım,” dedi Gökhan. “Göksel, Kerem; Kerem, Göksel.”

“Merhaba,” dedi Göksel kibar bir gülümsemeyle. Elini ona uzattı. “Tanıştığıma memnun oldum.”

“Merhaba,” diyen Kerem onunla tokalaştı. “Ben de tanıştığıma memnun oldum Göksel.”

“Biraz geciktin,” dedi Gökhan. “Dersin yeni bitti sanırım.”

“Evet, hoca bugün uzun tuttu,” dedi Kerem. “Sınıfın dikkatinin iyiden iyiye dağıldığını fark edince anca bıraktı. Çıkar çıkmaz buraya geldim, geciktiğimi düşünüyordum ama daha başlamamışsınız bile.”

“Biz de anca geldik. Birazdan başlayacağız.”

“Çok iyi. Upuzun bir dersin ardından müzik dinlemek ilaç gibi gelecek.”

“Arkana yaslan ve keyfine bak yavrum,” dedi Yağız. “Müziğin ruhunu beslemesine izin ver.’

“Planlarım o yönde yavrum.”

Gülüştüler.

“Göksel de bizi izleyecek,” dedi Gökhan kız arkadaşının beline dokunarak. “Biz sahnedeyken siz de beraber takılırsınız, sohbet muhabbet edip tanışırsınız.”

“Olur,” dedi Kerem gülümseyerek. Göksel’e baktı. “Gökhan senden çok bahsetti, aslında sana hiç de yabancı değilim ama seni bir de kendi ağzından duymak isterim tabii.”

“Gökhan senden de çok bahsetti,” diyen Göksel gülerek erkek arkadaşına baktı. Gökhan’ın çevresinden Gökhan’ın kendisi hakkında çok konuştuğunu duymayı seviyordu. “Tanışmak bugüne kısmetmiş.”

“Gençler,” diye seslendi Melek hoca. “Sohbetinizi bölüyorum ama yapmamız gereken bir prova var.”

“Geliyoruz hocam,” dedi Gökhan. “Hemen başlarız.” Göksel’le Kerem’e döndü. “Siz keyfinize bakın lütfen.”

“Tamam kardeşim,” dedi Kerem. “Size kolay gelsin.”

“Eyvallah kardeşim.”

“Kolay gelsin,” dedi Göksel. “İyi eğlenceler.”

“Teşekkür ederiz bal peteğim,” diyen Gökhan onun yanağına hızlı bir buse kondurdu. “Umarım keyifli vakit geçirirsin.”

“Bundan hiç şüphem yok.”

Kerem’le Göksel sahneden inerken Gökhan’la Yağız da arkadaşlarının yanına ilerledi.

“Bugün iyi günündesin,” dedi omzuyla Gökhan’ı dürten Yağız. “En yakın arkadaşların ve sevgilin burada.”

“Kesinlikle öyleyim,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Bugünden en büyük keyfi ben alacağım.”

“Hadi bakalım.”

Gökhanlar Melek hocayla konuşurken Göksel’le Kerem de en öndeki koltuklardan ikisine yan yana oturdu.

“Provalarına ilk kez mi geliyorsun?” diye sordu Kerem.

“Evet,” diye onayladı Göksel. “Fatih’te oturduğum için konservatuvar bana çok uzak kalıyor, okuldan fırsat da bulamamıştım ama bugün iyi denk geldi. Sen daha önce geldin mi?”

“Geldim. Ben de Maltepe’de oturuyorum, bundan önce bir kere izlemeye gittim.”

“Orası da sana yakınmış.”

“Aynen. Fatih’in neresinde oturuyorsun peki?”

“Dervişali’de. Buraya uzak kalıyor.”

“Balat’a yakın mı?”

“Evet, hemen yan mahallesi.”

“Anladım, o civarları biliyorum. Birkaç kere gittim.”

“Doğma büyüme İstanbullu musun?”

“Evet, ya sen?”

“Ben de öyleyim.”

“Aslen nerelisin peki? Biraz göçmenlik varmış gibi hissediyorum.”

“Haklısın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hem annemin hem de babamın ataları Balkan göçmeni. Bulgaristan’dan gelmişler, babamın dedesiyse Selanik’te doğup büyümüş.”

“Sarışın mavi gözlü olmandan göçmen olduğun anlaşılıyor. Bizde de biraz göçmenlik var.”

“Sen de biraz benziyorsun aslında.”

“Evet, andırıyorum.”

Sahneyi hazırlayan Gökhan sohbet eden Göksel’le Kerem’e baktığında gülümsedi.

“Seninkiler kaynaşıyor,” dedi Yağız. “Bugün itibarıyla Göksel’in tanışmadığı yakın arkadaşın kalmadı.”

“En yakın arkadaşlarımla tanıştı sahiden,” dedi Gökhan ona dönerek. “Ben de haftaya doğum günü kutlamasında onunkilerle tanışacağım.”

“Heyecan var mı?”

“Olmaz mı? Hepsini öyle ya da böyle tanıyorum ama hiç uzun süre aynı ortamda bulunmadık, doğum günü kutlaması bu anlamda bir ilk olacak ve çok heyecanlıyım.”

“Bunlar tatlı heyecanlar.”

“Öyle.”

Onlar sahneyi hazırlarken Göksel birkaç fotoğraf çekti.

“Ne zamandır fotoğrafçılıkla uğraşıyorsun?” diye sordu Kerem.

“Çocukluğumdan beri,” dedi Göksel. “Ortaokulda başladım.”

“Uzun bir geçmişin varmış.”

“Evet. Kendimi bildim bileli fotoğraf çekiyorum desem abartmış sayılmam, başlarda sadece hobiydi ama kısa sürede en büyük tutkuma dönüştü.”

“Fotoğrafçılık çok güzel bir sanat dalı, bir o kadar da zor çünkü hem teknik bilgi hem de anı yakalama becerisi istiyor.”

“Kesinlikle. Gelişmek için de çok sabır isteyen bir dal çünkü kimse eline bir kamera alır almaz kusursuz fotoğraflar çekmeye başlamıyor.”

“Tabii ki. Herkes seneler içinde gelişiyor, üzerine koyarak ilerliyor. Fotoğraf ve Video mu okuyordun? Gökhan bahsetmişti.”

“Evet. Fotoğraf kadar eski olmasa da bir video geçmişim de vardı ama tamamen amatör çekimler yapıyordum, üniversiteye başladıktan sonra bu alanda çok geliştim.”

“Ne güzel. Bu alanlarda ne kadar tutkulu olduğun konuşmandan belli, çok büyük bir hevesle konuşuyorsun.”

“Genelde böyle söylerler,” dedi Göksel gülümseyerek. “Senin de Sanat Tarihi öğrencisi olduğunu biliyorum, Gökhanlar fotoğraf alanında da bilgili olduğunu söylemişti hatta Yağız bana bir sürü fotoğrafçı sayabileceğini bile söylemişti.”

“Doğru,” dedi Kerem gülerek. “Sanat Tarihi öğrencisi olmamdan daha önemlisi çok büyük bir sanatseverim, sanatın bütün dallarına ilgiliyim ve bir şeyler öğrenmeye çok hevesliyim.”

“Gitar çaldığını da biliyorum. Başka enstrümanlar çalıyor musun ya da başka alanlarda kendin bir şeyler yapıyor musun?”

“Hayır, şu anlık sadece gitar çalıyorum ama ileride başka enstrümanlar çalmayı isterim. Bölümden arkadaşlarımın kurduğu bir site var, çok sık değil ama bazen site için sanat tarihi hakkında bilgilendirici içerik hazırlıyorum. Resimlerin ilgilisi çok, çoğunlukla meşhur resimler ama bazen de pek bilinmese de benim çok sevdiğim resimler hakkında yazılar yazıyorum. Sanatçının hayatı, sanatçı kişiliği, parçası olduğu akım ve eğer bunun hakkında bilgiler varsa resmin yapılış süreci hakkında şeyler yazıyorum. Güzel geri dönüşler alıyorum, hobi olarak yaptığım keyifli bir iş.”

“Çok iyiymiş,” dedi onu ilgiyle dinleyen Göksel. “Siteyi merak ettim, ismini söylersen bir girip bakmak isterim.”

“Tabii,” diyen Kerem ona sitenin adını söylediğinde Göksel telefonuna not aldı. “Fotoğraf sanatına çok ilgili bir arkadaşımız var, onun yazılarına da göz atabilirsin. Gerçekten güzel şeyler paylaşıyor.”

“Öyle mi? Mutlaka bakacağım. Teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

İkisi sohbet ederken konservatuvar öğrencileri de sahnedeki hazırlıklarını tamamladı. Sahnenin solunda kuyruklu bir siyah piyano vardı, koronun duracağı yer de piyanonun hemen yan tarafında ama biraz daha arkada kalıyordu; bateri ve mikrofon ayakları sahnenin tam ortasındaydı, enstrüman çalacakların oturacakları sandalyeler de sahnenin sağına yerleştirilmişti.

“Sahne hazır olduğuna göre Gökhan açılış konuşmasını yaptıktan sonra herkes yerine geçebilir,” dedi Melek hoca. “Unutmayın, sahne alacağınız yerde prova yapacaksınız. Sanki sahne alacağınız gündeymişsiniz gibi davranmanızı istiyorum. Aksaklıklar olabilir ama hepsini bu süreçte düzelteceğiz. Gökhan sen açılışı yapabilirsin.”

Gökhan açılış için kısa bir konuşma hazırlamıştı ve konuşmayı yazdığı kâğıdı elinde tutuyordu. Yazdığı satırlara bir kere daha göz gezdirdi.

“Hazırım hocam,” dedi genç adam. “Arkadaşlar siz de hazırsanız başlayalım mı?”

Diğerleri de hazır olduğunu söyleyince sahne boşaltıldı. Gökhan da dahil olmak üzere hepsi sahnenin arkasına geçti. Onların başladığını anlayan Göksel’le Kerem de dikkatini sahneye verdi.

“İşte başlıyorlar,” dedi Göksel. “Açılışı Gökhan yapacak.”

“Açılış konuşmasını ilk kez duyacağım,” dedi Kerem. “Gökhan kısacık bir konuşma olduğundan bahsetmişti ama merak ediyorum.”

Derin bir nefes alan Gökhan sahne arkasından çıktı ve ortadaki mikrofona doğru yürüdü. Bu esnada en ön koltukta oturan Göksel’le göz göze geldi. Göksel ona göz kırptığında Gökhan da gülümsedi. Kız arkadaşının bugün ve gösterinin yapılacağı gün tam karşısında olacağını bilmek ona çok iyi hissettiriyordu.

Mikrofonun önünde duran Gökhan, “Pek kıymetli iki konuğumuz da yerlerini aldığına göre provamıza başlayabiliriz,” dedi. Boğazını temizledi ve sırtını dikleştirdi. “Son iki üç dört.”

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil