Kadrajdaki Dünyalar | 26. Kare: Sol Anahtarı
Kadrajdaki Dünyalar'ın 26. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.
Kıymetli okurlarıma,
Bölümü, bölümde bahsi geçen şarkıları dinleyerek okursanız bölümü ve şarkıların verdiği hissi daha iyi, daha derinden hissedebileceğinizi düşünüyorum. Hiçbir şarkıyı öylesine seçmedim, hepsinin bir anlamı var ve şarkıların özellikle sözlerine odaklanırsanız bölümden alacağınız verim artacaktır. Gökhan’ın dövmesinde de yazdığı gibi ‘müzik ruhun gıdasıdır’ ve bu bölümdeki şarkılarda kurgunun ruhunu besleyen çok şey var. Keyifli okumalar!
✷
“Müzik bölümü son sınıf öğrencileri olarak hazırladığımız gösterimize hoş geldiniz,” diye konuşmasına başladı Gökhan. “Başlamadan önce gösteri fikrini öne süren ve tüm bu süreçte bizimle beraber canla başla çalışan bölümümüz öğretim görevlisi Melek hocamıza tüm arkadaşlarım adına teşekkür etmek istiyorum. Okulun ilk gününden itibaren engin bilgileriyle bize çok şey katan tüm hocalarımıza da teşekkürü bir borç bilirim. Yeni bir yıla giriyoruz, ben ve arkadaşlarım içinse yepyeni bir yıl olacak çünkü umuyorum ki bir terslik çıkmadığı takdirde hepimiz mezun olacağız ve öğrencilik hayatımızı bitirip hayatlarımızın yeni dönemine başlayacağız. Konservatuvarı kazanmak hepimiz için zorlu bir süreçti; sizlerin de tahmin edeceği üzere bunun için yıllarımızı verdik ve şu an kazanmak için canla başla, gecemizi gündüzümüze katarak çalıştığımız bölümde son senemizde olmak, hep beraber gireceğimiz son yıl için bir program organize etmek hepimiz için hem oldukça eğlenceli hem de anlamlı ve duygusal oldu. Şu an geriye dönüp baktığımda yalnızca güzel anılar görüyorum, gülümsemeler ve kahkahalar görüyorum ve bu dört seneyi, bu dört senede hayatıma giren güzel insanları ömrümün sonuna kadar sevgiyle hatırlayacağım. Bugüne dönecek olursam müzik bölümü olarak hep beraber böyle bir organizasyon içinde yer almak, muhteşem hocalar tarafından eğitilen genç müzisyenler olarak birlikte çalışmak bizim için eşsiz bir deneyimdi; umarım siz değerli seyircilerimiz için de oldukça keyifli bir gösteri olur. Bizi izlemek için zaman ayırdığınız, buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. İyi eğlenceler.”
Gökhan konuşmasını bitirince Göksel’le Kerem onu alkışladı. Gökhan onlara reverans yaptı. Bu esnada sahne arkasındaki diğer öğrenciler de sahneye çıktı ve yerlerine ilerledi.
Programın ilk şarkısı Cem Karaca’nın meşhur şarkısı Bu Son Olsun’du. Şarkıyı Gökhan söyleyecekti; gitarda Yağız vardı, İpek de kemanı çalacaktı; öğrencilerin bir kısmı da diğer enstrümanları çalacak ve kalan kısmı da Gökhan’a eşlik edecekti.
İpek keman girişini çaldıktan sonra Gökhan şarkıya girdi. Genç müzisyenin eğitimli sesi pırıl pırıl parlıyordu. Göksel duygu dolu bir gülümsemeyle erkek arkadaşını izlerken yüzünde gururlu bir ifade vardı.
Gökhan şarkıyı söylerken Göksel dudaklarını oynatarak ona eşlik etti, sık sık ona bakan Gökhan’sa gülümsüyordu. Bu güzel yüzü görmeyi çok seviyordu ama özellikle sahnedeyken bu güzel yüzü görmeyi daha çok seviyordu. Gökhan bir sanatçıydı ve Göksel de onun ilham perisiydi; genç sanatçı, ilham perisinin gök mavisi gözlerine bakarak sanatını icra etmeye bayılıyordu.
“Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni,” dedi Gökhan güçlü bir sesle. “Doğarken ağladı insan / Bu son olsun, bu son.”
Bu kısımdan sonra Yağız, Gökhan’ın beyaz Fender’ını ustalıkla çalmaya başladı. Gitarı çalarken başını kaldıran ve yerinde yavaşça dans eden genç adamın yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. Gitar çalarken Yağız’ın tavırlarının da en az Gökhan kadar rahat ve özgüvenli olması Göksel’in dikkatini çekti. İki yakın dost bu büyülü enstrümanda ustalaşmıştı ve ustalıklarını açıkça belli ediyordu.
Gökhan ve arkasındaki koro şarkının sonunu güçlü bir sesle, hep beraber söyledi. Şarkı bittiğinde Göksel’le Kerem onları alkışladı.
Sıradaki şarkı Sezen Aksu’nun Şanıma İnanma şarkısıydı. Şarkıyı söyleyecek kız öğrenci mikrofonun başına geçerken Gökhan da akustik gitarıyla sahnedeki yerini aldı. Genç adam Yağız’la beraber gitar çalarken bir yandan da vokaliste arka vokallik yapacaktı.
“Şarkı listesini şimdiden beğendim,” dedi Göksel, Kerem’e. “Gökhan sürpriz olması için şarkılardan hiç bahsetmemişti ama seveceğimi söylemişti.”
“Seni tanıyor,” dedi Kerem gülümseyerek. “Şarkı listesi gerçekten çok güzel, devamını bekle.”
“Sabırsızlıkla bekliyorum.”
Şarkının müzikli kısmı geldiğinde sahnedeki konservatuvar öğrencilerinin uyumu en üst seviyeye taşındı. Bu zamana kadar yaptıkları provaların meyvesinin ne kadar tatlı olduğu ortadaydı.
“Görünüşüme bakıp da sen beni sakın ha / Cin fikirli sanma,” kısmını söylerken Gökhan’ın gözleri Göksel’in gözlerindeydi. “Hani yağmasan da gürle benim durumum / Çalımıma aldanma / Okurum, yazarım, konuşurum / Kelimelerin efendisiyim ama / Aşka gelince enikonu safım / Sen şanıma inanma.”
Göksel güldüğünde Gökhan başını omzuna doğru eğip omzunu yavaşça indirip kaldırdı. Sınıf arkadaşları bu şarkıyı şarkı listesine eklemek hakkında konuşmaya başladıklarından beri şarkının sözlerinde Göksel’le olan ilişkilerine atıflar olduğunu fark etmişti ve şarkıyı listeye eklemeyi memnuniyetle kabul etmişti. Prova yaparak geçen haftaların ardından bu şarkıyı Göksel’in gözlerinin içine bakarak söylediği ve bu atıfları ona da belli ettiği için mutluydu.
Gösterinin üçüncü şarkısı için Gökhan’la Yağız elektro gitarlarına geçti, bir arkadaşları da bas gitarı aldı. Şarkıyı yine aynı kız öğrenci söyleyecekti.
“Elektroları aldılar,” dedi Göksel. “Sanırım bir rock şarkısı geliyor.”
“Hem de ne rock şarkısı,” dedi Kerem gülerek. “Burası az sonra alev alacak.”
Yağız gitarıyla şarkıya girdiğinde Göksel şarkıyı hemen tanıdı. Şebnem Ferah’ın Ben Şarkımı Söylerken adlı parçasını çalacaklardı.
Şarkının kıta kısmı sakindi ama ön nakarat kısmıyla beraber şarkı hareketlenmeye başladı. Bu sırada Göksel şarkının sözlerinde tanıdık şeyler buldu.
Merak etmeden duramıyorum
Geceleri nasıl uyuyorsun
Beni boş ver kendine cevap ver
Lütfen bu kez dürüst olur musun?
Genç kadın Gökhan’a baktığında onun klavyeye bakarak gitar çaldığını gördü. Genç adamın kaşları biraz çatılmıştı ve yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Vokalist nakarata girdiğinde Gökhan da başını kaldırdı ve başını sallayarak gitar çalmaya devam etti.
Ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın
İstersen kısıp bunu da yok sayarsın
Kim bilir belki gülümser belki ağlarsın
Yüreğimdeki sesleri susturamazsın
Gökhan onu dikkatle izleyen iki yüze ancak ilk nakaratın sonunda baktı. Gökhan onlara bakınca Kerem de Göksel de gülümsedi, şarkının hissettirdiklerine ve hatırlattıklarına rağmen Gökhan da içten bir şekilde gülümsedi.
Genç adam şarkısını söylerken gülümseyen birileri vardı. Çok değer verdiği birileri.
Bir yanım seni hâlâ düşünüyor
Bir yanım sana fena kızgın
Yalnız sen ve ben biliyoruz olanları
Unutturamazsın
Sakın nefret ettiğimi düşünme
Bende böyle duygular barındıramazsın
Geçmiş hiç yaşanmamış gibi davransan da
Baştan yazamazsın
Bu satırlar Gökhan ve ailesi için yazılmıştı sanki. Genç adam her bir cümlede aynaya bakıyormuş gibi hissediyordu. Vokalist kız bu parçayı çalabileceklerini söylediğinde Yağız, Gökhan’a eğer şarkı ona kötü hissettirecekse çalmamanın daha iyi olacağını söylemişti fakat Gökhan kabul etmişti hatta solo gitarı da kendisinin çalacağını söylemişti. Genç müzisyen ne olursa olsun şarkısını söylemeye devam edecekti, acıtsa bile çünkü biliyordu ki söyleyememek daha çok acıtırdı.
Vokalist ikinci kez ön nakaratı söylemeye başladığında Gökhan da ona eşlik etmeye başladı. Genç müzisyenin sesi tiz, keskin ve son derece net çıkıyordu. Her bir satırı kalbinin en derinlerinde hissederek söylüyordu, hissetmenin getirdiği güçse sesinde net olarak duyuluyordu.
Şebnem Ferah haklıydı, kimse onun yüreğindeki sesleri susturamazdı.
Şarkı bittiğinde Göksel’le Kerem onları yine alkışladı ama bu alkış diğer ikisinden daha güçlü oldu. Gökhan onlara bir reverans yaptı. Açıklama yapmasa bile anlaşılmak çok iyi hissettiriyordu.
“Harikaydınız,” dedi Melek onları alkışlayarak. “Kusursuz ilerliyoruz, hiç bozmadan devam.”
“Sağ olun hocam,” dedi Gökhan. “Bunun için çok çalıştık.”
“Ve sonuçları da muhteşem oluyor. Güzel bir tempo da yakaladık, devam edelim.”
Onlar dördüncü şarkı için hazırlanırken Göksel’le Kerem de sohbet etti.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Kerem. “Eğleniyor musun?”
“Tabii ki,” dedi Göksel ona bakarak. “Harika zaman geçiriyorum. Şarkılar muhteşem, performanslar muhteşem, atmosfer muhteşem. Bu provayı yakalayabildiğim için çok şanslı hissediyorum.”
“Müzik zaten büyülü bir sanat dalı fakat böylesine yetenekli ve donanımlı müzisyenlerin elinden çıktığında daha da büyüleyici oluyor,” diyen Kerem gülümsedi. Genç adamın gözleri kısılırken etrafı kırıştı, yukarı kıvrılan dudakları da elmacık kemiklerini belirginleştirdi ve ona sevimli bir hava kattı. Göksel onun bu hâliyle liseli gibi durduğunu düşündü. “Derslerimin yoğun olduğu bir gündü, böyle bir günün ardından iyi müzik şifa gibi geldi.”
“Zor bir bölüm mü? Kolay bölüm yok tabii de ortalamaya göre daha mı zor?”
“Bence evet. Tarih başlı başına zor bir alan, üzerine bir de sanat eklenince ve bu sanat tüm dalları kapsayınca bölüm iyice zorlaşıyor. Benim ilgimi çektiği için severek okuyorum fakat sevmeyen birinin dayanabileceğini düşünmüyorum, zaten bölümü bırakan ya da başka bölümlere geçen epey kişi oldu.”
“Çok normal. Sanat Tarihi dersi aldım, ilgimi çektiği için eğlenceli gelmişti.”
“Doğru, almışsındır. Sanatla ilgili bölümlerde çoğunlukla oluyor. Tabii ki çok üstünkörü bir sanat tarihi anlatımı yapılıyor ama genel kültür konusunda çok kıymetli.”
“Aynen, epey şey kattı.”
“Sanatla ilgilenmen çok hoş. Gökhan da ilgilenir, müzik dışında şiirlerle de çok yakındır.”
“Evet, biliyorum,” derken gülümseyerek sahnedeki Gökhan’a baktı Göksel. “Bir sürü şiir kitabı var, çoğunu okudum hatta bugün ona bir şiir kitabı hediye ettim.”
“Öyle mi? Hangisi?”
“Ümit Yaşar’ın Şiir Denizi 1 kitabı.”
“O adamın muhteşem şiirleri var.”
“Evet, en sevdiklerimden biri oldu. Bu okuduğum ilk kitabı oldu, diğerlerine de mutlaka göz atacağım.”
“Senin de şiirle ilgilenmenin Gökhan’ın çok hoşuna gittiğine eminim.”
“Ben de öyle.”
Müzik öğrencileri gösteriye devam ederken Göksel’le Kerem de onları izlemeye devam etti. Gökhan iki şarkıda koro kısmında yer alırken Yağız gitar çaldı; sonraki iki şarkıda da yer değiştirdiler ve bu sefer Yağız koroda yer aldı, Gökhan da gitar çaldı. Programı yürüten Gökhan, sesi güzel olan ve şarkı söylemek isteyen tüm arkadaşlarına programda yer vermişti. Genç adam takım ruhuna çok önem veriyordu ve herkesin bu programdan keyif aldığından emin olmuştu. Onlar sahne alırken Göksel de onların pek çok fotoğrafını ve birkaç videosunu çekti.
Yedinci şarkıdan sonra sahneyi boşalttılar, sahnede yalnızca İpek’le bölüm birincisi olan Büşra kaldı. İpek çello, Büşra da piyano çalacaktı. Büşra piyanonun başına geçtiğinde, İpek de kahverengi çellosunu bacaklarının arasına alıp vücuduna yasladığında parçaya girdiler. Çaldıkları parça Toshifumi Hinata’nın Reflections adlı ünlü eseriydi.
Büşra piyanoyla açılışı yaptıktan sadece saniyeler sonra İpek de parçaya girdi. İki genç kadın da oldukça iyi, eğitimli ve yetenekli müzisyenlerdi. Bu parça üzerinde onlarca kez çalışmış, senkronize olmak ve ortaya kusursuz bir iş çıkarmak için çok çabalamışlardı. Emekleri sonuç da vermişti, ikili muazzam iş çıkarıyordu. Kendi sınıf arkadaşları da dahil olmak üzere salondaki herkes onları hayranlıkla dinledi.
“Bu güzel eseri canlı dinlemek apayrı bir tecrübeymiş,” dedi Göksel kısık sesle. “Müzik ruhun sahiden de gıdası.”
“Gökhan bu cümleyi boşuna sağ bileğine kazımadı ya,” dedi ona bakan Kerem. “Büyük bir anlamı var.”
Kızlar parçayı bitirince Göksel onları alkışladı. Göksel’e bakan İpek başını eğip, onu selamlarken gülümsedi; Göksel de ona gülümsedi. İpek’ten hoşlanmıştı. Genç kadının çok pozitif ve tatlı bir enerjisi vardı, kibar kişiliğini de belli ediyordu. Göksel onun kısa süreli de olsa Gökhan’ın hayatına girmesine hiç şaşırmamıştı.
İki genç kadın yeni bir eseri çalmaya başladı: Evgeny Grinko, Field. Bu eseri çok seven Göksel müziği duyar duymaz tanıdı ve gülümsemesi genişledi. Grinko, son dönem sanatçılarından çok sevdiği bir isimdi; müzisyenin işlerini yakından takip ediyordu.
“Bu çello bambaşka bir enstrüman ya,” dedi Kerem. “Verdiği hissi başka hiçbir enstrüman vermiyor. Sence de insanı alıp götürmüyor mu?”
“Çok ama çok uzak diyarlara götürüyor hatta bulutların üzerine çıkarıyor,” dedi Göksel ona dönerek. “Benim de en sevdiğim enstrümanlardan biridir. Bir gün çalmayı öğrenmeyi çok isterim.”
“Bunu Gökhan’a söyledin mi?”
“Hayır.”
“Söylesen sana öğretmek için çello çalmayı öğrenir. Çalmayı biraz biliyor zaten, öğrenmesi çok sürmezdi.”
“Önce gitarı öğreneyim de çelloya da sıra gelir. Bana gitar çalmayı öğretiyor, belki söylemiştir.”
“Evet, haberim var. Çalışmalar nasıl gidiyor?”
“Güzel. Çok sağlam bir temel oluşturdum, bundan sonraki süreçte üzerine koyarak ilerleyeceğim. Yakın zamanda gitar almayı düşünüyorum.”
“Öyle mi? Ne güzel. Gökhan çok mutlu olacaktır. Aramızda kalsın ama sen hayatına girdiğinden beri çok mutlu zaten, ilk günden beri onu çok mutlu ediyorsun. Bunun için sana teşekkür borcum var. Gökhan en sevdiğim dostlarımdan biridir, çok zor şeyler yaşadı ama nihayetinde sevdiği işi yaptığını ve çok mutlu olduğu bir ilişkide olduğunu görmek beni çok sevindiriyor.”
Onun bu sözleri Göksel’i çok duygulandırdı. “Gökhan da sana çok değer veriyor, senden her zaman büyük bir sevgiyle bahsediyor. Onu mutlu ettiğin ve her daim yanında olduğun için benim de sana bir teşekkür borcum var.”
“O hâlde ödeştik demektir.”
Kızlar bu parçayı bitirdiğinde Gökhanlar sahneye geri çıktı. Sıradaki şarkı Haramiler grubundan Mavi Duvar’dı, parçayı Yağız söyleyecek ve ritim gitarı da o çalacaktı; Gökhan solo gitarı çalıp arka vokallik yapacaktı, bas ve baterinin başına da iki öğrenci geçti. Büşra da piyanonun başında oturmaya devam ediyordu, piyanoyu yine o çalacaktı.
Herkes hazır olduğunda Büşra şarkıya girdi. Genç kadının usta parmakları piyanonun siyah beyaz tuşları üzerinde gezinirken insana rengârenk şeyler hissettiriyordu. Saniyeler sonra Yağız şarkıya girdi ve genç adamın tok sesi duyuldu. Şarkıyı alt perdeden okuyan Yağız’ın sesi pes ve hışırtılı çıkıyordu ama pırıl pırıl parlayan sesi ne kadar güçlü bir ses olduğunu da belli ediyordu.
Gökhan’la Göksel göz göze geldiğinde ikisinin de yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Şarkının sözlerinde ikisi için de anlamı büyük satırlar vardı.
Yağız ikinci kez, “Duvarları maviye boyadım,” diye başlayan kısmı söylerken grup da şarkıya girdi. “Maviyi çok seversin / Penceremde menekşeler dizili / Sularken şarkı söylersin / Gramofonda eski alaturka / Hoşuna gider bilirim.”
“O yaz evinin içinde,” diye başlayan kısımda Gökhan da Yağız’a eşlik etmeye başladı ve iç içe geçen bu iki eğitimli ses performanstan alınan keyfi bir anda arttırdı. “Denize nazır / Sabaha kadar bekledim seni / Birden dalgalar dedi ki, gelmeyeceksin / Dalgalar dedi ki, gelmeyeceksin.”
Gökhan’la Göksel yeniden göz göze geldi. Gökhan ona göz kırptığında Göksel sadece üst dişlerini göstererek güldü.
Biliyordu, sabaha kadar beklemesine gerek yoktu; şarkının sözlerinin aksine Gökhan o yaz evinin içinde zaten onunla beraber oturuyor olurdu. Mavi boyalı duvarların olduğu odada menekşeleri sularken şarkı söylerdi.
“Birden çıktım viraneden,” diye şarkıyı söyleyen Yağız’ın sesi gür ve tertemiz çıkıyordu. Genç müzisyenin yüzünde şarkının getirdiği bir hüzün vardı. Yağız şarkıyı sadece söylemiyor, şarkının öyküsünü de mimiklerini kullanarak başarıyla anlatıyordu. “Koşa koşa indim kumsala / Acı acı sövdüm sonra / Yüzümü kırbaçlayan rüzgâra.”
Gökhan solo gitarla şarkıya girdiğinde sahneyi yıkıp geçeceğini daha ilk saniyeden belli etti. Beyaz Stratocaster’in klavyesinde ve tellerinde gezinen usta parmakları harikalar yaratıyor, şarkının muazzam solosunu bir üst seviyeye taşıyordu. Yüzünde zevk dolu bir ifade olan genç gitaristin vücudu da müzikle uyumlu olarak hareket ediyordu.
“Ve karşınızda Gökhan Uygur,” dedi gururla onu izleyen Kerem. “İsminin anlamı gök Tanrısıdır ama biz ona gitarın Tanrısı da diyebiliriz. Gitarıyla fırtınalar estirmesiyle ünlüdür.”
“Kesinlikle diyebiliriz,” dedi Göksel gülümseyerek. “Gelecekte ülkenin en iyi gitaristlerinden biri olarak adlandırılacağından hiç şüphem yok.”
“İdolü Yavuz Çetin’in mirasını layıkıyla sürdürecek.”
Şarkıyı bitirdiklerinde Göksel’le Kerem onları alkışladı.
“Yüreğinize sağlık,” dedi Kerem. “Buraları yıkıp geçtiniz.”
“Daha yeni başladık,” diyen Yağız göz kırptı. “Arkanıza yaslanın gençler.”
Büşra piyanodan kalkınca dört delikanlı sahnede yalnız kaldı. Grup hiç beklemeden ikinci şarkılarını çalmaya başladı. Yağız’ın söyleyeceği ikinci parça Duman’dan En Güzel Günüm Gecem’di. Göksel şarkıyı hemen tanıdı. Gökhan’dan duyduğu parçalardan biriydi, geçen günlerde onunla birlikte dinlemişti.
Şarkının girişini çalarken Gökhan’la Yağız sırt sırta verdi. Şarkı oldukça hareketli bir şarkıydı ve çalması eğlenceliydi. Gökhan’la Yağız da sahne alırken hareket hâlinde olmayı seviyordu.
“Kafadan attım salladım,” diye şarkıya giren Yağız’ın sesi çok gür çıkıyordu. “Türkülerden de çaldım / Sahnelere çıkıp içtim oynadım / Ben gönülden inandım.”
“Şarkını seç gel benimle,” diyen Yağız mikrofondan biraz uzaklaştı ve devamını arka vokal olan Gökhan’la basçı genç bağırarak söyledi: “Beraber bağıralım.”
Göksel, Gökhan’la bu şarkıyı dinlerken tam bu kısımda erkek arkadaşının onu belinden tutup kendisine çekmesini, bu kısmı onun gözlerinin içine bakarak söylemesini ve sonrasında onu öpmesini hatırladı. O zaman bu şarkının sıradan bir seçim olduğunu düşünüyordu, bu anın güzelliğiyle fazlasını da düşünmemişti ama şimdi anlıyordu ki Gökhan ona bu şarkıyı çalacaklarına dair bir mesaj vermişti.
Oldukça etkileyici bir mesaj.
Göksel’le beraber bu anıyı hatırlayan Gökhan ona göz kırptı. Onu yeniden kollarının arasına alıp öpmek istiyordu. Sahneden indikten sonra bulduğu ilk fırsatta bunu yapacaktı.
Bu şarkı da bittikten sonra Gökhan’la Yağız yer değiştirdi; şimdi Gökhan vokalist ve ritim gitarist, Yağız’sa arka vokal ve solo gitaristti. Kısa bir hazırlıktan sonra sıradaki şarkılarına girdiler. Gökhan’ın bugün için seçtiği şarkılardan bir diğeri Çilekeş grubunun Y.O.K. adlı parçasıydı. Bu şarkı onun için oldukça anlamlı olan ve sözlerinde kendinden büyük parçalar bulduğu şarkılardan biriydi.
Grup şarkının sakin girişini çaldıktan sonra Gökhan şarkıyı söylemeye başladı. “İlk değil, son olmaz,” derken yüzünde bariz bir hüzün vardı. Şarkının ona hissettirdiklerini hiçbir filtreden geçirmeden, en çıplak hâliyle yüz ifadesine taşıyordu. “Hayat yalnız yaşanmaz / Gidenin ardından bakıp ağlanmaz.”
Onun bu yüz ifadesini görmek Göksel’in kalbinde bir ağrı hissetmesine neden oldu. Bu şarkı gülerek söylenecek parçalardan biri değildi, iyi bir sahne eğitimi alan her müzisyen bu parçayı üzgün bir yüz ifadesiyle söylerdi fakat Gökhan’ın yüzündeki hüznün tamamen gerçek olduğunu bilmek genç kadını etkileyen şeydi. Bu şarkıyı biliyordu, daha önce bu şarkıyı dinlerken Gökhan’ın yüzünde beliren durgun ifadeyi de biliyordu. Şarkının ona hissettirdiklerine rağmen bu şarkıyı bugünkü şarkı listesine koyduğu ve cesurca söylediği için onu takdir etti. Bu herkesin yapabileceği bir şey değildi. Gökhan da uzun bir süre geçmişten ve geçmişin hissettirdiklerinden kaçmıştı ama artık o geçmişin üzerine gidiyor, yüzleştiği geçmişin karşısına çıkmaktan korkmuyordu.
“Elimden hiçbir şey gelmez, hiçbir çarem yok,” diye başlayan nakarata giren Gökhan’ın sesi bir anda güçlendi ve tizleşti. “Karanlık bu sokaklarda sesimi duyan yok / Elimden hiçbir şey gelmez, hiçbir çarem yok / Karanlık bu sokaklarda elimi tutan yok.”
İstanbul’a ilk geldiğinde karanlık sokaklarda sesini duyan da elini tutan da yoktu, yapayalnızdı ve paramparça olmuş bir hâldeydi. İstanbul’a gelmesinin üzerinden geçen yaklaşık üç buçuk senenin ardından ise sokaklar hâlâ karanlıktı ama artık sesini duyan ve elini tutan insanlar vardı. En yakın arkadaşları Yağız’la Kerem vardı, sevgilisi Göksel vardı, diğer yakın arkadaşları vardı.
Gökhan İstanbul’a ilk geldiğinde değil evi, bir odası bile yoktu ama şimdi bir yuvaya sahipti.
Göksel yaşaran gözlerini çabucak sildi. Şarkıyı söylemeye odaklanan ve gözleri genelde kapalı olan Gökhan bunu görmediği için sevindi.
Gökhan şarkının sonundaki bağırış kısımlarını söylemedi ve şarkıyı nakaratın sonunu uzatarak bitirdi. Müzik yavaşça dururken Gökhan’ın sesi de gücünü gittikçe kaybetti ve genç adam şarkıyı hoş bir kafa sesiyle sonlandırdı. Göksel’le Kerem onları alkışlamaya başlayınca Gökhan gözlerini açtı ve onlara gülümseyerek baktı.
Göksel ona dudaklarını oynatarak, “Seni seviyorum,” dediğinde Gökhan onun ne dediğini anladı ve yüzündeki gülümseme bir gülüşe dönüştü. “Seni seviyorum,” dedi o da sadece dudaklarını oynatarak. “Çok.”
Grup hiç beklemeden bir sonraki şarkılarını çalmaya başladı. Gitarının tellerine zarifçe dokunan Gökhan usulca şarkıya girdi.
“Hayat bu kadar mı?” derken Göksel’e baktı. “Bence değil / Birkaç sözüm var.”
Göksel genişçe gülümsedi. Bu şarkıyı uzun zamandır severek dinliyordu. Athena’nın Ben Böyleyim şarkısı. Bir diğer müzisyen Gökhan’ın imzasını taşıyan güzel bir parça.
“Bırak tutma beni,” kısmında grubun kalanı da şarkıya girdi ve şarkı bir anda hareketlendi. “Kaybetsem de üzülmem asla / Ne boş kaygıların / Korkma bana hiçbir şey olmaz.”
Gökhan, Göksel’in kendisine eşlik ettiğini görünce güldü.
“Ve ben, ben böyleyim / Kendi yolumda.”
“Hayat benim,” diye başlayan nakaratta Yağız, Gökhan’a eşlik etmeye başladı. “Her anımı yaşadıkça sevesim var / Aldırmam hiç yağmurlara / Benim güzel hatalarım var / Bir an bile vazgeçmedim / Kendi yolumdan.”
Kendi yolundan vazgeçmemişti. Bir an bile.
Gökhan’la Yağız şarkıyı mikrofon başında söyledi, Göksel’le Kerem de oturdukları yerden söyledi. Gökhan gözlerini kız arkadaşından neredeyse hiç ayırmadı. Pürdikkat ve gülümseyerek kendisine bakan bu güzel yüzü izledi, şarkının sözleriyle ona çok şey anlattı ve Göksel de onun söylediği her şeyi anladı.
Şarkı bittiğinde izleyicileri onları yine alkışladı. Gökhan karnına kadar eğilip onlara bir reverans yaptı, Göksel de ona öpücük gönderdi. Keyfi tavan yapan genç müzisyen elektro gitarını çıkarıp bej renkli akustik gitarını omzuna taktı ve yeniden mikrofon ayağına yaklaştı.
“İçimden bir ses Yavuz Çetin çalacaklarını söylüyor,” dedi Göksel yanında oturan Kerem’e bakarak. “Haksız mıyım?”
“Değilsin,” dedi Kerem. “Yavuz Çetin çalacaklar. Sondan bir önceki şarkıları.”
“Bitiyor mu?” diyen Göksel şaşırdı. “Çok kısa sürdü.”
“Aslında kısa sürmedi ama o kadar keyifli vakit geçirdik ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.”
“Büyük ihtimalle. O hâlde son iki şarkının tadını çıkaralım.”
Gökhan akustik gitarı çalmaya başladığında Göksel şarkıyı hemen tanıdı: Her Şey Biter. Son sınıf müzik öğrencileri olarak sergiledikleri son yılbaşı programı için anlamlı bir şarkıydı. Göksel, Gökhan’ın bu şarkıyı çalıp söyleyeceğini ilk kez görüyordu, bu yüzden ona iyice dikkat kesildi.
Gökhan girişi kusursuz bir şekilde çaldıktan sonra yumuşacık bir sesle şarkıya girdi. “Benimle yaşamak seni hasta ediyor / Her gün söylüyorsun,” derken bakışları salonun içinde, boş koltuklardaydı. “Her şey eskisi gibi pırıl pırıl olsun istiyorsun / Yorgun aşkımızın ayakta duracak hiç hâli yok / Neler oluyor anlamıyorum / Ama bittiğine hiç şüphe yok.”
Gökhan’ın tek başına şarkı söylediği ve akustik gitarın fondaki sakin müziği bastırdığı kıta kısmından sonra grup nakarata girdi ve Yağız’ın çaldığı elektro gitar bir anda sahneyi esir aldı.
Gökhan, “Bir gün gelir herkes kendi yoluna gider,” dedikten sonra başını onaylarcasına salladı. “Her şey nasıl başladıysa öyle biter.”
Bu şarkının sözleri Yavuz Çetin’in mezar taşında yazıyordu ve Gökhan ne zaman bu şarkıyı dinlese bu bilgi yüzünden çok durgun hissediyordu. Bir gün geliyordu ve herkes gerçekten de kendi yoluna gidiyordu, her şey nasıl başladıysa öyle bitiyordu.
Gökhan şarkıyı söylerken arkasındaki yetenekli ve donanımlı grup da onu besledi ve grup ikinci nakarat da dahil olmak üzere şarkının soloya kadar olan kısmını muhteşem bir şekilde çaldı. Solo geldiğinde sahne Yağız’ındı, genç müzisyen uzun yıllardır çaldığı elektro gitarda harikalar yaratıyor ve Çetin’in müzik dehasıyla bestelediği bu güzel soloyu en az onun kadar iyi çalıyordu. Yağız sahnede bir fırtına gibi esip gürlerken Gökhan da biraz kenara çekildi ve sahneyi arkadaşına bıraktı. Onlar soloyu çalarken, Göksel de ayağa kalkıp onların videosunu çekti.
“Herkes kendi işini yapıyor,” dedi koltukta oturan Kerem. “Bana da sizin sanatlarınız hakkında yorum yapmak düşüyor sanırım.”
“Bir Sanat Tarihi öğrencisi olarak bunu yapmak en çok senin hakkın,” dedi koltuğuna geri oturan Göksel. “Kendi adıma konuşmam gerekirse çektiğim fotoğraf ve videolar hakkında geri dönüşler almayı, insanların yorumlarını dinlemeyi çok severim.”
“İyi yorumlar alıyor olmalısın.”
“Güzel şeyler duymak elbette mutlu ediyor ama ben daha çok kendimi geliştirmemi sağlayacak kısmına odaklanıyorum.”
“Bu kısımda sana sınıftan arkadaşların ya da bu alanda bilgili kişiler yardımcı oluyor olmalı. Neticede herkes fotoğraflara bakabilir, kendisi de fotoğraflar çekebilir ama işin içine teknik girdiğinde bu ancak fotoğrafçılık hakkında bilgi sahibi kişilerin anlayacağı bir mesele.”
“Aynen, bu alandaki arkadaşlarım sağ olsun gelişmeme çok yardımcı oluyorlar.”
“Ne güzel.”
Grup şarkıyı bitirdiğinde onları yine alkışladılar.
“Teşekkür ederiz,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Artık bugünün son şarkısına geldik. Kapanış şarkısını seçmek uzun ve zorlu bir süreçti, hangi şarkıyı söyleyeceğimizi uzun uzun düşündük ve nihayetinde bir klasikte karar kıldık. Yılbaşı programımızın kapanış şarkısı Queen grubunun başyapıtı Bohemian Rhapsody. Sınıf arkadaşlarımı alkışlarınızla yerlerine almak istiyorum.”
Kerem’le Göksel onları alkışladığında bölümün diğer öğrencileri sahne arkasından çıktı ve yerlerine geçti. Bu şarkı için büyük bir koro oluşturmuş, güzel bir prodüksiyon hazırlamışlardı. Gökhan vokalistti, piyanoyu da o çalacaktı; Yağız gitaristti, diğer öğrenciler de enstrüman çalanlar ve koroda yer alanlar olarak ikiye ayrılmıştı.
Gökhan piyanonun başına geçerken diğerleri de yerlerini aldı ve perde arkasındaki Melek hocanın işaretiyle koro şarkıya girdi. Biraz sonra Gökhan piyanoyu çalmaya ve bazı yerlerde onlara eşlik etmeye başladı.
“Tüylerim diken diken oldu,” dedi Göksel kolunu ovuşturarak. “Bu parçayı hiç beklemiyordum.”
“Olağanüstü bir performans izlemek üzeresin,” dedi Kerem. “Programdaki açık ara en sevdiğim performans.”
Koro susunca Gökhan şarkının o meşhur piyano girişini yaptı ve bir süreliğine duyulan tek şey piyanonun sesi oldu. Sadece saniyeler sonra şarkıyı söylemeye de başladı. Tıpkı şarkının canlı performanslarında grubun vokalisti ve şarkının yazarı olan Freddie Mercury’nin yaptığı gibi.
Gökhan şarkıyı kusursuz bir şekilde söylüyordu. Sesinde tek bir pürüz bile yoktu. Çoğunlukla piyanoya bakmıyordu bile, zaman zaman gözlerini kapatıyor ve arada da başını çevirip salonun içine bakıyordu. Şu an salonun içinde iki seyirci vardı ama sahne alacakları gün bu salonun insanla dolup taşacağını biliyordu.
“Mama,” derken gözlerini kapattı Gökhan. “I don’t want to die / I sometimes wish I’d never been born at all.”
(Anne / Ölmek istemiyorum / Bazen hiç doğmamış olmayı diliyorum.)
Gökhan kelimenin sonunu uzatırken Yağız da gitarla şarkıya giriş yaptı. Genç müzisyen şarkının hüzünlü gitar kısmını çalarken Gökhan da piyanonun başından kalktı. Büşra Gökhan’ın yerini alırken Gökhan da sahnenin ortasına geçti.
Performansın asıl etkileyici noktası da bundan sonra başlıyordu.
Gökhan’ın muhteşem bir şarkıcı olduğuna dair hiç şüphe yoktu fakat şu an arkasında olan koro da muhteşem şarkıcılarla doluydu. Birbirinden güzel ve eğitimli sesler şarkının koro kısmında harikalar yaratırken Göksel onların videosunu çekti. Böylesine iyi bir performans kaydedilmeyi kesinlikle hak ediyordu. Genç fotoğrafçı onların birkaç fotoğrafını da çekti.
Ritim gittikçe hızlanırken şarkının meşhur yüksek notasının olduğu kısım da geldi. Bir tenor olan Gökhan için bu yüksek notaya çıkmak hiç de zor olmadı. Genç müzisyen yüksek notaya kolaylıkla çıktı ve sesini birkaç saniye bu notada başarıyla tutup olağanüstü bir performans sergiledi.
Kerem bir ıslık çalarken Yağız, basçı ve bateristten oluşan grup da şarkıya girdi. Sahnenin en ön tarafına gelen Gökhan kafasını biraz salladıktan sonra saçlarını mikrofonu tutmayan sağ eliyle arkaya doğru attı. Yüksek notayı kusursuz bir şekilde söyleyen genç müzisyenin yüzünde keyifli bir gülüş vardı.
“So you think you can stop me and spit in my eye,” derken gözünü işaret etti Gökhan. Yumruğunu öne doğru savurdu. “So you think you can love me and leave me to die.” Başını iki yana sallayan genç müzisyen arkasını dönüp sahnenin ortasına ilerledi. “Oh, baby, can’t do this to me, baby,” kısmında sağ kolunu yana doğru açtı, ardından eliyle göğsüne vurdu. “Just gotta get out, just gotta get right outta here.”
(Demek beni durdurabileceğini ve gözüme yumruğu çakabileceğini sandın / Demek beni sevebileceğini ve sonra beni ölüme terk edebileceğini sandın / Ah bebeğim, bunu bana yapamazsın bebeğim / Buradan gitmeliyim, sadece buradan gitmeliyim)
Bu satırlar da Gökhan için anlam ifade eden satırlardı. Şarkı, listelerinde olduğu ve şarkıyı vokalist olarak söyleme şansı bulduğu için mutlu hissediyordu.
Şarkının hareketli kısmı bitince şarkı yeniden durgunlaştı ve grup kapanış kısmına geçti. Büşra piyanoda, Yağız da gitarda harikalar yaratırken koro da şarkının kapanışını söylüyordu; Gökhan da mikrofonunu mikrofon ayağına taktı ve ellerini önünde birleştirdi.
“Nothing really matters,” diyen Gökhan’ın sesi tiz ve duygu dolu çıkıyordu. Yüzünde yine o hüzün ifadesi vardı. “Anyone can see / Nothing really matters / Nothing really matters to me.”
Gökhan da susunca sahne tamamen Büşra’ya kaldı. Genç kadının piyano tuşlarında gezinen usta parmakları şarkının hüzün dolu kapanışını çaldı ve saniyeler sonra Gökhan şarkının son satırını söyleyip arkadaşıyla eş zamanlı olarak şarkıyı bitirdi:
“Any way the wind blows...”
Salonun içinden alkış ve ıslık sesleri yükselmeye başladı. Bu sefer sadece Kerem’le Göksel değil, Melek hoca ve öğrenciler de alkışlıyordu. Onlara Büşra ve Gökhan da katıldı.
“Muhteşemsiniz, muhteşem!” diye bağırdı Melek hoca. “İnanılmaz bir performanstı. Hepinizin eline, ağzına ve en çok da yüreğine sağlık. Harikasınız gençler.”
“Melek hocam haklı,” dedi Gökhan. “Hepimiz muhteşem bir iş çıkardık. Yüreğinize sağlık arkadaşlar. Siz de isterseniz ve Göksel de kabul ederse hep birlikte bir hatıra fotoğrafı çekelim.”
“Lafı ağzımdan aldın,” dedi sahnenin aşağısında duran Göksel. “Bu olağanüstü müzisyenlerin fotoğrafını çekmeyi çok isterim.”
Herkes kabul etti ve birbirine yaklaştı. Sahneden biraz uzaklaşan Göksel de açı ayarlarını yaptı.
“Gülümseyin,” dedi genç fotoğrafçı. “Garanti olsun diye birkaç tane çekeceğim, hiç bozmayın.”
Hepsi gülümsediğinde Göksel onların fotoğraflarını çekti.
“Tamamdır,” dedi Göksel. “Fotoğrafı akşama Gökhan’a gönderirim, o da sizlere ulaştırır. Bu arada hepinizin yüreğine sağlık, muhteşemdiniz.”
Birkaç tane öğrenci gülümseyerek ona teşekkür etti.
“Fotoğraflara bakabilir miyim?” diye sordu dizlerini kırarak yere çöken Gökhan. “Sevgilin olduğuma göre benim önceden görme hakkım vardır diye düşünüyorum.”
“Hım, düşünmem lazım,” dedi sahnenin aşağısında duran Göksel. “Önce görmek arkadaşlarına haksızlık olmaz mı?”
“Bence olmaz.”
“Ya bence olursa?”
“Bence sence de olmaz, olmasın yani.”
“Beni öpersen fikrim değişebilir.”
“Dudaktan mı? Burada mı? Bana göre hiç sıkıntı yok ama sen utanmaz mısın?”
“Öpersen görürsün.”
“Bak sen,” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “Benim küçük civcivime cesaret gelmiş.”
“Çok iyi performans sergiledin ve beni çok etkiledin. Seni bayağı bir öpesim var.”
“Bu dediklerinden sonra seni öpersem senden ayrılmam çok zor olur, bence bunu erteleyelim.”
Göksel ona uzanıp erkek arkadaşının dudaklarına hızlı bir öpücük kondurdu. Onun bu hareketinden sonra onlara bakan İpek bakışlarını kaçırdı.
“O zamana kadar bununla idare edebiliriz,” dedi onun gözlerinin içine bakan Göksel. “Seni seviyorum. Performansın harikaydı.”
“Teşekkür ederim bal peteğim,” diyen Gökhan gülümsüyordu. Genç adam dudaklarını yaladı. “İlk fırsatta devamını getireceğimden şüphen olmasın.”
“Hiç yok.”
Sahnenin kenarından ayrılan Gökhan arkadaşlarının yanına gitti.
“Sahne hâkimiyetin çok iyi Gökhan,” dedi Melek hoca. “Birkaç provadan sonra buralarda fırtına estireceğine eminim.”
“Sağ olun hocam,” dedi Gökhan. “Burada yapacağımız provalardan sonra hepimiz tam anlamıyla kusursuz bir iş çıkaracağız.”
Melek hoca başka öğrencilerin yanına gidince Yağız, Gökhan’a yaklaştı.
“Ne şov yaptın be!” dedi Yağız omzuyla onu dürterek. “Artist. Amacına da ulaşmış gibisin, Göksel’in gözleri parlıyor.”
“Ne şovu be oğlum?” dedi Gökhan gülerek. “Ben sadece en sevdiğim işi her zamanki tutkumla yaptım. Göksel yokken iyi iş çıkarmadığımı mı söylüyorsun yoksa?”
“Aslında demek istemezdim ama madem konusunu açtın, Göksel varken de pek iyi iş çıkardığın söylenemez.”
“Hassiktir oradan.”
Yağız bir kahkaha patlattığında Göksel ve Kerem de dahil olmak üzere birkaç kişi ona baktı. Genç adamın o kadar gür ve içten bir kahkahası vardı ki çevresinde olan çoğu kişinin dikkatini çekiyordu.
“Bu küfre çok hazırlıksız yakalandım,” dedi Yağız sırıtmaya devam ederken. “Ne güzel sövdün öyle.”
“Tadı damağında kaldı galiba?” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. “İstersen daha yaratıcı şeyler bulabilirim.”
“Aa çok ayıp, kız arkadaşının önünde küfretmeyeceksin herhâlde? Göksel, ‘Ben nasıl biriyle birlikteyim?’ demesin sonra.”
“Doğru, Göksel,” diyen Gökhan Göksel’e baktı. Genç kadının fotoğraf makinesiyle uğraştığını görünce rahat bir nefes aldı. “Oh, makinesiyle uğraşıyor. Sen bana bir daha küfrettirmeden toz ol.”
“Seni uyuz etmeye bayılıyorum ya. Valla terapi gibi.”
“Si— Hayır hayır, sövmeyeceğim. Bu sefer değil.”
Yağız gülerken Gökhan başını iki yana salladı.
“Fotoğraflara bakabilir miyim?” diye sordu Kerem.
“Tabii,” diyen Göksel başını makineden kaldırdı. “Ben de onlara bakıyordum. İlk fotoğrafı açayım da sen de bakarsın.”
Göksel kamerayı ona uzattığında Kerem aldı ve fotoğrafları incelemeye başladı. Kerem’in fotoğraf makinelerini biraz bildiği belliydi, Göksel bu yüzden hiç karışmadı.
Gökhan birkaç dakika boyunca arkadaşlarıyla konuştu, ardından sahneden inip Göksellerin yanına ilerledi.
“Büşra’yla İpek yine prova yapacak,” dedi genç adam. “Biz de grupla yine prova yapacağız ama öncesinde yanınıza uğrayayım dedim. Nasıl gidiyor? Keyif alıyor musunuz?”
“Harika vakit geçiriyoruz,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bir sürü fotoğraf ve video çektim, hepsini atarım.”
“Sabırsızlıkla bekliyorum. Kerem senden ne haber?”
“Göksel haklı,” dedi Kerem ona hak vererek. “Çok iyi vakit geçiriyoruz.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Diyorum ki Kerem ikimizi çeksin, ne dersin balım?”
“Nerede?” diye sordu Göksel. “Sahne dolu, burada mı çekileceğiz?”
“Sahnenin ucuna oturabiliriz,” dedi Gökhan arkasını dönüp sahneye bakarak. “Güzel bir arka plan olabilir.”
“Bana uyar. Kerem bizi çeker misin?”
“Memnuniyetle,” dedi Kerem gülümseyerek. “Göksel’in çektiği fotoğrafların yanından geçemem ama elimden gelenin en iyisini yaparım.”
“Estağfurullah. Önemli olan hatıra biriktirmek, gündelik hayatta gerisinin pek de bir önemi yok.”
“Yine konuştu benim mütevazı sevgilim,” diyen Gökhan onun yanağını öptü. “Hadi birkaç poz verelim.”
Göksel’le Gökhan sahnenin ucuna oturunca Kerem de onların karşısına geçti ve birkaç tatlı poz veren çiftin fotoğraflarını çekti. Bir fotoğrafta Gökhan kolunu Göksel’in omzuna attı, diğerinde beline sardı; birinde Göksel başını onun omzuna yasladı, sonuncusunda da yanaklarını birbirine yasladılar.
“Çok tatlı çıktınız,” dedi kamerayı indiren Kerem. “Siz de bir bakın bakalım.”
Göksel’le Gökhan da fotoğrafları beğendi.
“Teşekkür ederiz,” dedi Göksel. “Çok iyi çekmişsin.”
“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan da. “Çevremde iyi fotoğraf çeken ne çok kişi varmış böyle.”
“Ne sandın?” dedi Kerem gülerek. “Rica ederim gençler.”
Gökhanlar bir buçuk saat daha prova yaptıktan sonra günü bitirdiler. Okul çıkışı direkt buraya geldikleri için dinlenmeye fırsat bulamamışlardı ve provayla beraber iyiden iyiye yorulmuşlardı; Melek hoca da onları çok zorlamadan provayı bitirdi.
Gitarlarını alan Gökhan’la Yağız sahneden inip Kerem’le Göksel’in yanına ilerledi.
“Merhabalar,” diyen Gökhan, Göksel’in yanağını öptü. “Zamanınız nasıl geçti? Umarım sıkılmadınız.”
“Sıkılmak mı?” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. “Hayatımda geçirdiğim en keyifli birkaç saatten biriydi.”
“Göksel’e katılıyorum,” dedi Kerem ona hak vererek. “Çok iyi vakit geçirdik, çok da keyifli sohbet ettik.”
“Bunu duyduğuma sevindim,” deyip gülümsedi Gökhan. “Şimdi ne yapalım? Biz açız, siz de açsanız yemek yemeye gidebiliriz.”
“Ben de acıktım.”
“Ya sen hayatım?” dedi Gökhan, Göksel’e bakarak. “Aç mısın?”
“Çok değil ama açım,” dedi Göksel. “Nereye gidelim?”
“Doğma büyüme Fatihli olan sensin, sen seç.”
“Hım,” dedi Göksel kelimenin sonunu uzatarak. “Güzel bir yer biliyorum, buraya da çok yakın. Arabamla geçeriz, ne dersiniz beyler?”
“Anlaşılan bugün de Göksel Turizm’i deneyeceğiz,” dedi Yağız. “Yağız Turizm’i denedik, Kerem Turizm’i denedik, sıra Göksel Turizm’de. Bir tek Gökhan Turizm kaldı. Şu ehliyeti ne zaman alacaksın be oğlum?”
“Sen onu daha çok beklersin,” diyen Gökhan arkadaşının omzuna dokundu. “Okul bitecek de, ben iyi para kazanmaya başlayacağım da, kursa yazılacağım da, sınava gireceğim de, ehliyeti alacağım da sürecek arabayı bulacağım da ohoo! Ölme eşeğim ölme. Tüm bunlar gerçekleşene kadar sen müstakbel eşinle tanışır, evlenir, iki de çocuk yaparsın; benden söylemesi.”
Gruptan kahkaha sesleri yükseldi.
“Deli ya,” diyen Göksel başını onun omzuna yasladı. “Ama haklılık payın var, özellikle de sürecek araba bulma konusunda. Malum araba fiyatları öyle bir hâle gelmiş durumda ki araba mı yoksa özel jet mi alıyoruz belli değil.”
“Yarama tuz basma,” dedi Gökhan iç çekerek. “Çocukken büyüdüğümde ev, araba sahibi olacağımı düşünüyordum; şu an istediğim müzik ekipmanlarını bile alamıyorum. Neyse canım, moral bozmaya gerek yok. Bizi nereye götüreceksin?”
“Sürpriz olsun,” dedi Göksel. “İşiniz bittiyse çıkalım.”
Gökhan’la Yağız arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra dörtlü salondan ayrıldı. Yağız’la Kerem önde sohbet ederek yürürken Göksel’le Gökhan da onların arkasında el ele yürüyordu.
“Çok güzel fotoğraflarını çektim,” dedi Göksel ona bakarak. “Aralarında hesabına atmak isteyeceklerin olabilir.”
“Hesabımdaki son fotoğrafların hepsi senin çektiklerin,” diyen Gökhan gülümsüyordu. “Sayende amatör fotoğraflardan profesyonel fotoğraflara çok hızlı ve keskin bir geçiş yaptım. Hesabımda imzan olmasını seviyorum.”
“Sen ne güzel konuşuyorsun böyle,” dedi Göksel gülerek. Onun yanağını öpmek için ona uzandı fakat Gökhan yüzünü dönünce dudaktan öpüştüler. “Açıkçası ben de hesabındaki son fotoğrafların benim çektiklerim olmasını çok seviyorum.”
“Bugün Kerem’in çektiği fotoğrafları çok beğendim, bir tanesini gönderi olarak atacağım.”
“Cidden mi?”
“Cidden.”
“Hikayene attın ama ilk defa gönderi olarak paylaşacaksın.”
“Her şeyin bir ilki vardır.”
“Açıklamaya ne yazacaksın? Dur tahmin edeyim: Bal peteği?”
“Peteğim,” diye düzeltti Gökhan. “Sondaki m önemli.”
“Düştüm,” dedi Göksel. “Hem de çok fena düştüm.”
“Tuttum,” diyen Gökhan onu kendine çekti ve kolunu beline sardı. “Hep tutarım.”
“Ben de seni hep severim.”
“Sever misin sahiden?”
“Severim.”
“Bunu bilmek de beni hep mutlu eder. Ben de seni hep severim.”
Öpüştüler.
“Havada aşk kokusu var,” dedi Yağız başını kaldırıp derin bir nefes alırken. “Atmosferi sarmış durumda, öyle ki azottan bile daha fazla miktarda.”
Onun biraz arkasından yürüyen Gökhan’la Göksel gülüştü, bir adım öne çıkan Gökhan yavaşça onun omzuna vurdu.
“Senin yok diye kıskanma,” dedi Gökhan. “Çalış senin de olur.”
“Yok, kalsın. Siz çok tatlı bir çiftsiniz ama aşk genelde sizin aranızdaki kadar tatlı bir olay değil, özellikle bu devirde. Yalnızlık kafa rahatlığı demek.”
“Bu konuda haklısın,” dedi Göksel. Gökhan’a baktı. “Ama doğru insanın ne zaman, nerede, ne şekilde karşına çıkacağı hiç belli olmuyor.”
Gökhan gülümseyerek ona uzandı ve onun yanağını öptü.
“Neyse ki beraberiz,” dedi Kerem, Yağız’a. “Çiftimiz birbiriyle çok meşgul, biz de ikimiz sohbet ederiz.”
“Sen bunların yanında hiç yalnız kalmadın tabii,” diyen Yağız, onun omzuna kolunu attı. “Tanışma buluşmamızda yalnızdım, PES atmaya gittiğimizde yalnızdım ama fena biri olduğum için ikisi ne zaman birbirine odaklansa hemen dikkatlerini dağıtıp benimle de ilgilenmelerini sağladım. Eğer susup oturursan bunlar yüzüne bile bakmaz. Benden sana bir dost tavsiyesi.”
“Aşk olsun,” dedi Göksel. “Ne zaman yüzüne bakmadık? Hep beraber sohbet ettik, eğlendik.”
“Arada dalıp gittiniz ama ben duruma hemen el attım. Sizin gözleriniz aşktan kör olduğu için fark edemiyorsunuz ama bazen ortamdan tamamen soyutlanıp birbirinize odaklanıyorsunuz.”
“O zaman bundan sonra daha dikkatli oluruz, değil mi hayatım?”
“Olalım bakalım,” dedi Gökhan. “Bebeler ağlamasın.”
Yağız onun kafasına bir tane yapıştırdı.
“Yağız!” dedi Göksel uyarı dolu bir sesle. Onun vurduğu yere dokundu. “Düşmana vurur gibi vurdun resmen. Çok acıdı mı bir tanem?”
“Çok acıyor,” dedi Gökhan dudaklarını büzerek. “Öp de geçsin.”
Göksel onun şakağını öptü.
“İşte tam olarak bundan bahsediyorum,” dedi Yağız, Kerem’e dönerek. “Şimdi biz ses edene kadar tamamen birbirlerine odaklı kalacaklar.”
“Sen de sağlam vurdun,” dedi Kerem. “Canı harbiden yanmıştır.”
“Lan,” dedi Yağız, Gökhan’a bakıp. “İç kanama geçirme ihtimalin var mı?”
“Sanmam,” dedi Gökhan. “Ama beyin travması geçiriyor olabilirim.”
“İyi, ölmeyeceksin. Sıkıntı yok.”
“Kalleş pezevenk seni. Göksel kusura bakma hayatım ama bu herife sövmem gerekiyordu.”
“Herif mi? Yok şahsiyet deseydin bir de.”
“Sende olmayan bir şeyi sana söyleyemem.”
Kerem bir ıslık çalarken Göksel de gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Ben direkt varoluş travması geçiriyorum şu an,” dedi Yağız. “Hiç acımadın şerefsiz.”
“Hak ettin,” dedi Gökhan. Ona elini uzattı. “Ödeştik sayalım mı?”
“Sen 2-1 öne geçtin gibi ama sayalım hadi,” diyen Yağız onun elini sıktı. “Ödeştik.”
“Sizin maksimum atışma süreniz de bu kadar işte,” dedi Göksel. Gökhan’ın koluna girdi. “Anlaştığınızı duyduğuma sevindim.”
Göksel’in arabasına binen dörtlü yemek yiyecekleri yere geçti.
“Burayı biliyorum,” dedi Kerem. “Güzel bir yer, birkaç kez geldim.”
“Doğma büyüme Fatihli biri olarak buralar benden sorulur,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hadi içeri geçelim.”
Masada Gökhan’la Göksel yan yana, Kerem’le de Yağız yan yana oturdu. En sevdiği üç insanla bir arada olan Gökhan grubun en neşeli üyesiydi. Biricik dostlarını ve kız arkadaşını bir arada görmekten çok hoşlanmıştı.
Biraz fikir alışverişinde bulunduktan sonra hepsi ne yiyeceğinde karar kıldı ve siparişlerini verdi.
“Karnım kazınıyor,” dedi Gökhan. “Sahne almak insanı inanılmaz acıktırıyor.”
“Al benden de o kadar,” diye ona katıldı Yağız. “Hem acıktım hem de yoruldum. Yemeği yiyelim de ufaktan kaçalım. Tabii siz çifte kumrular ayrılmak istemeyebilirsiniz, olmadı biz Kerem’le döneriz.”
“Biz hiçbir zaman ayrılmak istemiyoruz ama mecburen ayrılıyoruz.”
“Doğru,” diyen Göksel gülümsüyordu. “Sizin için yorucu bir gündü, dinlenmek ikinizin de hakkı. Sık sık görüşüyoruz zaten, bir şey olmaz.”
“İşte benim anlayışlı sevgilim,” deyip onun yanağını öptü Gökhan. “Tatlıyı yemekten önce yemiş oldum ama yapacak bir şey yok.”
“Asıl tatlı olan şey sensin.”
Göksel’le Gökhan birbirine iyice yaklaşıp konuşurken Kerem de Yağız’a döndü.
“Haklıymışsın,” dedi başını sallayarak. “İkisi de birbiriyle çok meşgul.”
“Bir bildiğim var da konuşuyorum,” dedi Yağız da ona bakarak. “Şimdi yemek gelene kadar cilveleşip dururlar. Birkaç gündür görüşmüyorlardı, hasret gidersinler.”
“Gençlere saygı duyalım.”
“Ah şu zamane gençleri,” diyen Yağız başını iki yana salladı. “Gençlik bitmiş, yazıklar olsun.”
Gülüştüler.
“Valla ben hiç yadırgamıyorum,” dedi Kerem. “Çünkü sevince benim içimden de bir Gökhan çıkıyor. Ben de romantik ve ince ruhlu biriyim.”
“Zamanında benim de içimden çıktı,” deyip iç çekti Yağız. “Sonra verdiğim fazla değer bana fazla nankörlük olarak geri döndü ve son.”
Yağız’ın son ilişkisi lise son sınıfın başında başlamıştı. Başlarda her şey çok güzeldi, kız arkadaşıyla birbirlerini çok seviyorlardı ve beraber harika vakit geçiriyorlardı. Sınav senelerinde olmalarına rağmen sınavlarına çalışacak vakti de birbirlerine ayıracak vakti de buluyorlardı ve bu zorlu süreçte birbirlerine destek oluyorlardı. Yağız konservatuvarı, kız da başka bir şehirde istediği bölümü kazanınca ayrı düşmüşlerdi ve ilişkilerindeki kırılma noktası da bundan sonra başlamıştı. Üniversitenin ilk zamanları bir şekilde yürütmüşlerdi ama sonrasında tartışmalar, kavgalar başlamış ve zamanla bir çığ gibi büyümüştü. En nihayetinde ilk senenin ikinci döneminde çift ayrılmış ve bir daha herhangi bir şekilde iletişime geçmemişti. Bundan sonra Yağız ikinci sınıfın güz dönemi bir kızla tanışmış, bir süre de flört etmişti ama hâlâ ayrılığı tam olarak atlatamadığını fark edip o kızla iletişimi kesmişti ve o zamandan beri hayatında hiç kimse yoktu. Genç adam bu ayrılığı atlatalı, önüne bakalı çok oluyordu ama yeni birileriyle tanışmayı istemiyordu. Şu an önceliği okuluydu, en büyük hedefi bu seneyi de başarıyla bitirip yazın mezun olmaktı.
“Nankörlük insanın hamurunda var,” dedi Kerem. “Doğru kişiyle tanışmak gerçekten zor, bunu doğru zamanda yapmak daha da zor. Göksel’le Gökhan bu ikisini birden başaran çiftlerden biri.”
“Çok tatlılar,” dedi Yağız gülümseyerek onlara bakıp. “Gökhan’ın Göksel’i ne kadar sevdiğini en iyi bilen kişiyim, Göksel de Gökhan’ı çok seviyor ve ona her anlamda çok iyi geliyor. Gökhan onunla tanıştıktan sonra daha neşeli, daha mutlu birine dönüştü.”
“Dostunu mutlu görmekten iyisi yok.”
“Kesinlikle öyle. Dostum mutluysa ben daha mutluyum.”
“Aynen öyle.”
Yumruklarını tokuşturdular.
Dakikalar sonra siparişleri peş peşe geldi ve masa bir anda yemeklerle, içeceklerle doldu.
“Kolamı en yakın dostlarımla ve biricik sevgilimle yiyeceğim ilk akşam yemeğine kaldıracağım,” dedi Gökhan bardağını kaldırarak. “En sevdiğim üç insanla bir arada olmak çok güzel. Bugün hep beraber burada olduğumuz için çok mutluyum. Var olun.”
“Bak bak, ortamı nasıl da duygusallaştırıyor,” dedi Yağız. Gülümsedi. “Adamsın lan. Sen de var ol.”
Dördü birden bardaklarını tokuşturdu ve yemeklerini yemeye başladı. Yemek bol sohbetli geçti. Fotoğraftan, müzikten, sanattan konuştular; okuldan, İstanbul’dan, sosyal hayatlarından bahsettiler. Ortamda Gökhan’dan sonra en mutlu olan kişi Göksel’di, genç kadın sevgilisinin en yakın arkadaşlarıyla aynı masada oturmaktan ve onlarla sohbet etmekten son derece memnundu. Yağız’ı zaten tanıyor ve seviyordu, bugün tanıştığı Kerem’i de sevdi. Genç adam akıllı, kültürlü ve pek çok konuda bilgili biriydi; Göksel onunla sohbet etmekten büyük keyif aldı.
Bir insanın sahip olduğu arkadaşlar insanın kendisi hakkında çok şey söylerdi, Gökhan’ın arkadaşları da onun bir yansımasıydı. Genç müzisyenin tıpkı kendisi gibi eğitimli, belli bir bilgi ve kültür birikimine sahip, aklı başında arkadaşları vardı.
“Karnım doyduğu için çok mutluyum,” dedi Yağız arkasına yaslanıp karnını ovalayarak. “Yemek de çok lezzetliydi. Bizi buraya getirdiğiniz için teşekkürler Göksel Hanım.”
“Rica ederim Yağız Bey,” dedi Göksel gülümseyerek. “Afiyet olsun. Lafı bile olmaz.”
“Yemek yemek muhteşem bir şey değil mi ya? Bayılıyorum. Beni bu kadar mutlu eden diğer şeyler müzik ve oyun oynamak, yemek de üçüncü sırada geliyor.”
“Obur,” dedi Gökhan ona bakarak. “Dünyaları yiyorsun ama o kadar hareketlisin ki yediğini de yakıyorsun.”
“Bu yaz yüzerek de iyi kas yaptım, vücudumu güzel şekle soktum.”
“İyisin iyi.”
“Eyvallah. Kalkalım mı? Yemekten sonra bana fena bir ağırlık çöker, o çökmeden eve gitsek iyi olacak.”
“Tamam, kalkalım. Kerem de okuldaydı zaten, yorulmuştur.”
“Yoruldum gerçekten,” dedi Kerem. “Üstelik benim yolum sizden daha da uzun.”
“Karşıya hep beraber geçeriz, metrodan sonra dağılırız.”
“İyi fikir.”
Ayaklandılar.
“Bugün bendensin,” dedi Göksel, erkek arkadaşına dönüp.
“İyi bakalım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Kesene bereket, teşekkür ederim.”
“Afiyet bal şeker olsun.”
Hesabı ödedikten sonra işletmeden ayrıldılar. Göksel, Kerem ve Yağız’la işletmenin önünde vedalaştı.
“Tanıştığıma çok memnun oldum Kerem,” dedi Göksel. “Asıl gösteride de olursun diye düşünüyorum, o zaman tekrardan görüşürüz.”
“Orada olacağım,” dedi Kerem onaylayarak. “Ben de tanıştığıma çok memnun oldum. Kendine çok iyi bak, görüşmek üzere.”
“Sen de kendine iyi bak.”
Birbirlerine gülümseyen ikili tokalaştı. Ardından Göksel, Yağız’a döndü.
“Sen de kendine ve Gökhan’a iyi bak,” dedi Göksel. “Görüşürüz.”
“Sen o kısmı hiç merak etme,” diyen Yağız gülümsediğinde ufak gözleri iyice kısıldı. “Görüşürüz Gök, sen de kendine iyi bak.”
Göksel onunla da tokalaştı.
“O zaman biz ileride bekliyoruz,” dedi Yağız, Gökhan’a bakarak. “Sen de gelirsin.”
“Tamam kardeşim,” dedi Gökhan. “Hemen geliyorum.”
Yağız’la Kerem birkaç metre ilerlediler.
“Bugün yanımda olman benim için çok kıymetliydi,” dedi Gökhan kız arkadaşına dönüp. “Sahnedeyken hemen karşımda seni görmek, en sevdiğim şeyi en sevdiğim insanın gözlerinin içine bakarak yapmak çok güzel.”
“Asıl gösteriyi sabırsızlıkla bekliyorum,” dedi Göksel ona iyice yaklaşarak. “O gün de bugün olduğu gibi en sevdiğim şeyi yapacak ve buna en sevdiğim insanı dahil edeceğim: Senin fotoğraflarını çekeceğim.”
Öpüştüler ve birbirlerinin dudaklarına hızlı bir buse kondurmak yerine öpüşmeye birkaç saniye devam ettiler.
“Söylediğim şarkıların çoğu benim için hatırası olan ama eskisi gibi acıtmayan şarkılardı,” dedi Gökhan. Onun ellerini tutuyordu. “Bugün onları sana bakarak söylerken ise mutlu hissettim. Geçmişimin sayfalarını yırtıp atmadın, sen bana yepyeni bir defter verdin Göksel. Tüm sayfaları bembeyaz olan ve her sayfasında birbirinden güzel satırlar yazan bir defter.”
“O hâlde hak ettiğin defteri vermişim demektir,” dedi Göksel. Başını eğip alnını onun dudaklarına yasladığında Gökhan onun alnını öptü. “Bu arada haftaya doğum günümde beraberiz değil mi?”
“Doğum günün haftaya mı?” dedi Gökhan büyük bir şaşkınlıkla. “Doğru ya, tamamen unutmuşum. O gün işte olacağım, ancak akşama görüşebiliriz.”
“Hiç iyi yalan söyleyemiyorsun,” dedi Göksel gülerek. “Kafanda bir kutlama planı olduğundan ve hediyemi de çoktan hazırladığından eminim.”
“Çok da beklentiye girme derim.”
“Tamam o zaman; ben de gündüz arkadaşlarımla, akşam da ailemle kutlarım. Sen de çalışırsın.”
“Tüh tüh,” dedi Gökhan sahte bir üzüntüyle. “Başka sefere artık, seneye bakarız.”
“Aynen, şansımıza küselim.”
İkisi de gülmemek için kendini zorladı.
“O zaman ben kaçtım,” dedi Gökhan. “Arabayı dikkatli kullan ve eve geçince de haber ver lütfen.”
“Tamam, sen de yazarsın.”
“Yazarım. Seni seviyorum, görüşmek üzere bal peteğim.”
“Ben de seni seviyorum, görüşürüz sevgilim benim.”
Yeniden öpüştüler ama bu küçük bir buseden ibaret kaldı. Gökhan arkadaşlarının yanına yürürken Göksel de araca ilerledi.
“Romeo’muz da aramıza katıldığına göre gidebiliriz,” dedi Yağız. “Juliet’inden ayrılman yine çok zor oldu.”
“Ayrılmak falan demezsek sevinirim,” dedi Gökhan. “Doğum gününden konu açıldı, ben de unutmuşum gibi davrandım. Tabii ki yemedi ama salağa yatmak konusunda ısrarlı davrandım.”
“Yemez tabii, kız seni tanımıyor mu sanki? Kaç gündür plan program yapıyorsun, her şeyi günler öncesinden hallettin.”
“Hallederim. Sürpriz kutlama hazır, hediyelerim de hazır. Sabırsızlıkla 6 Aralık’ı bekliyorum.”
“Her şeyi hallettin mi?” diye sordu Kerem. Onun da bu sürprizden haberi vardı. “Valla helal olsun.”
“Evelallah,” dedi Gökhan göğsünü kabartarak. “Her şey tamam, şimdi mahkûm gibi gün sayıyorum.”
Gülüştüler.
“Birlikte kutlayacağınız ilk doğum günü,” dedi Kerem. “Bu o günü daha da özel yapıyor. Senin doğum gününde de tanışıyordunuz ama o gün bizimleydin.”
“Mesaj atıp kutlamıştı,” diyen Gökhan o günü hatırladı ve gülümsedi. “Doğum günlerinden çok kısa bahsetmiştik ama unutmamıştı. Her hareketiyle beni etkilediği dönemlerdi.”
“Sonra Romeo’ya dönüştün zaten,” dedi Yağız. Ona anlamlı bir gülümseme gönderdi. “Bir hayali karakter olsaydın kesinlikle Romeo olurdun.”
“Hiç de bile,” diye karşı çıktı Gökhan. “Bir hayali karakter olsaydım yine Gökhan Uygur olurdum. En büyük tutkusu müzik olan, müzik için ailesini bile arkasında bırakan ve İstanbul’a gelip kendisine yepyeni ve güzel insanlarla dolu bir hayat kuran Gökhan Uygur olurdum. Okuyunca bazı kısımlarında insanın yüreğini burksa da çoğunlukla gülümseten bir öyküm olurdu.”
“Vay!” diyen Yağız kelimeyi uzatarak söyledi. “Severek okuyacağım bir öykü olurdu.”
“Benim de,” dedi Kerem. “Acı tatlı bir öykü olurdu, tıpkı hayat gibi.”
“Acımazsızsın, isyankârsın,” diye şarkı söylemeye başladı Yağız. Gökhan’la Kerem gülüştü. “Vefasızsın riyakârsın / Hem günahsız hem günahkârsın hayat gibi.”
Gökhan gülerek arkadaşının omzuna kolunu atarken, “Senin ciddi kalman süren de işte bu kadar,” dedi. “Ama konuşmaya cuk oturan bir şarkı olduğunu kabul etmeliyim.”
“Her konuya uygun şarkı bulabilirim,” diyen Yağız da güldü. “Kerem hayat gibi deyince hemen şarkıya girdim.”
“Aklımın ucundan bile geçmemişti,” dedi Kerem başını eğip Gökhan’ın önünden ona bakarak. “Sen şarkıya girince çok hazırlıksız yakalandım.”
“Adamı işte böyle hazırlıksız yakalarım.”
Gülerek sohbet eden üçlü arkadaş grubu Marmaray istasyonuna doğru yürümeye devam etti.
***
Günlerden 4 Aralık’tı. Yeni yaşına girmeden önce uzun zamandır aklında olan bir şeyi gerçekleştirmek isteyen Göksel, bir süredir Gökhan’ın dövme sanatçısı arkadaşı Çağlar’la iletişim hâlindeydi. Çağlar, söylediği fotoğraf makinesi tasarımını yazın Göksel’e göndermişti fakat Göksel o dönem cesaret edemeyip yaptıramamıştı fakat aradan geçen birkaç ayın ardından dövme yaptırmayı kafasına koymuş ve Çağlar’la iletişime geçmişti. İkili beraber dövmenin üzerinde çalışmış ve dövmeye son hâlini beraber vermişti. Göksel etrafından film şeridi geçen fotoğraf makinesini kolunun iç kısmına yaptırmak üzereydi.
Göksel akşamüzeri Gökhan’ı aradı.
“Bal peteğim,” dedi Gökhan’ın neşeli sesi. “Nasılsın?”
“İyiyim, sen nasılsın?” diye sordu Göksel. “Bu ne enerji böyle? Sesinden fışkırıyor.”
“Söz konusu sen olunca enerjik olmamam mümkün mü? Yüzünü görünce, sesini duyunca hatta seni düşününce bile enerjiyle dolup taşıyorum.”
“Bak sen,” dedi Göksel keyifli bir sesle. “Ben de öyleyim. O zaman yarın görüşeceğimizi söyleyeyim de enerjin iyice yükselsin.”
“Yarın mı?” diyen Gökhan şaşırdı. “Bir planımız vardı da ben mi unuttum?”
“Artık var. Yarın okul çıkışında Caferağa’da buluşuyoruz.”
“Canıma minnet ama neden?”
“Birbirimizi görmemiz için bir neden mi olması gerek?”
“Elbette hayır ama daha önce hiç böyle bir şey yapmadığın için hâliyle şaşırdım.”
“Her şeyin bir ilki vardır, derler. Yarın Kadıköy’de görüşelim.”
“Kafamda aşırı soru işareti var ama dediğin gibi olsun, görüşelim. Bir dakika, yoksa salı günü çalışıyorum diye kendine erken doğum günü kutlaması mı hazırladın?”
Göksel kahkaha attı. “Tabii ki hayır,” dedi. “Bu işi sen hallettin. Yine inkâr edeceksin, et ama ben senin ciğerini biliyorum.”
“Nasılmış ciğerim?” diye sordu Gökhan sırıtarak.
“Sigara, alkol gibi zararlı alışkanlıkların olmadığına ve ideal kilo aralığında olduğuna göre epey sağlıklı olmalı.”
Gökhan bir kahkaha patlattığında Göksel de kıkırdadı.
“Haklısın,” dedi Gökhan az sonra. “Taş gibiyim, maşallahım var. Peki kalbimi de bilir misin? Hani senin ev sahibi olduğun kalbimi?”
“Bilmez miyim?” dedi Göksel genişçe gülümseyerek. “Onu ciğerinden de iyi biliyorum. Ne kadar sevgi dolu, nazik, kocaman ve bir o kadar da hassas olduğunu en iyi ben biliyorum.”
“Ve ona çok iyi bakıyorsun.”
“Bakarım.”
“Kızım var ya ben sana çok fena âşığım. Bak, öyle böyle değil. Aşkından ölürüm kafasında falan değilim, aksine sana o kadar âşığım ki seni her zaman sevmek için bu korkunç dünyada sonsuza kadar yaşayabilirim. Şu an o kadar yükseldim ki yanımda olsaydın seni dakikalarca öperdim.”
“Sen ne güzel şeyler söylüyorsun böyle,” diyen Göksel hem duygulanmış hem de çok sevinmişti. “Ben de sana çok âşığım, bu korkunç dünyayı varlığınla güzelleştirmene ve izini bıraktığın her şeyi değerli kılmana çok âşığım. Seni çok seviyorum.”
“Ben de seni çok seviyorum. Yarın olsun da seni doya doya öpeyim.”
“Ben de seni doya doya öpeceğim.”
“Yarını artık iple değil, çekiciyle falan çekiyorum.”
Gülüştüler.
“Kaçta buluşalım?” diye sordu Gökhan.
“Ben okuldan çıkar çıkmaz karşıya geçerim,” dedi Göksel. “Sen de okuldan çıkıp Kadıköy’e gelirsin. Akşamüzerine denk gelir, beş falan.”
“Aynen, o zaman yarın akşam beraberiz?”
“Yarın akşam beraberiz.”
“Bugün nasıldı? Neler yaptın?”
“Tüm gün evde fotoğraflarla uğraştım, eski fotoğraflara baktım falan. Senin günün nasıldı?”
“Ben de üçe kadar işteydim, sonra eve geçtim. Hafta sonu Araslar ailecek şehir dışındaydı, bu yüzden bu hafta ders yapamadık.”
“Anladım. Aslında senin için iyi olmuş, biraz dinlenirsin.”
“Aynen, hemen eve geçip yatağıma uzandım. Bu akşam yemeği de Yağız yapıyor, keyfime diyecek yok.”
“Ne güzel, pazar modunu sonundan da olsa yakalamışsın.”
“Öyle oldu. Haftaya biraz da olsa dinlenerek başlayacağım, yarın da seni görüp enerji depolaması yapacağım.”
“Ben de öyle. Yeni yaşımın yeni haftasına seninle girmek çok güzel olacak.”
“Yeni yaşının yeni haftası cidden,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Yeni yaşının her anına şahitlik edeceğim için çok mutluyum.”
“Her anında olacaksın.”
“Olacağım en güzel yer senin hayatın.”
“Sen bugün ne kadar romantiksin böyle.”
“Ben her zaman romantiğim ama bugün daha bir romantiğim, rica ederim.”
“Sen anladın işte.”
“Anlarım, hep anlarım.”
“Bir tek sen anlarsın.”
“Güzel şarkı,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Ve doğru, bir tek ben anlarım.”
“Bana şarkı söylesene. Ne istersen.”
Birkaç saniye düşünen Gökhan’ın aklına hemen bir şarkı geldi: Yaşlı Amca grubunun Yakamoz Güzeli şarkısı. Bu şarkıyı keşfedeli biraz oluyordu ve ilk andan beri Göksel’i düşünüyordu.
“Sıcak bir aralık gecesi,” diye şarkıyı söylemeye başladı Gökhan. Şarkıyı hemen tanıyan Göksel gülümsedi. “Islatır yanmış tenimi / Yaklaşır o güzel bedeni / Kendisi yakamoz güzeli.”
“Yaşlı Amca demek,” dedi Göksel anlamlı bir sesle. “Ağzına sağlık. Kulaklarımın pası silindi.”
“Senin için şarkı söylemek benim için büyük bir zevk,” dedi Gökhan. “Ne zaman istersen söylerim.”
“Seni dinlemek de benim için büyük bir zevk. Böylesine güçlü, kadife gibi yumuşak ama aynı zamanda bıçak gibi keskin ve eğitimli bir sesi dinlemek çok güzel. Gerçek anlamda bülbülümsün.”
“Böyle tatlı tatlı konuşmaya devam ettiğin sürece ömrün boyunca bu sesi duyacaksın.”
“Canıma minnet.”
“Şu an fazlasıyla sıcak bir aralık gecesi oluyor,” dedi Gökhan. “Tenime dokunsan yanarsın.”
“Sen yanmaya dünden meraklı olmayasın sakın?”
“Sen de yakmaya dünden meraklısın.”
“Olabilir ama şu an annemler evde, daha fazla bu kelimeyi kullanamam.”
“Aman aman,” dedi Gökhan gözlerini büyütüp. “Engin amca duyarsa asıl yanmayı o zaman görürüm, hiç gerek yok. Hazır bana ısınmışken kendimi kara listeye aldırmayayım.”
“Bence de,” dedi Göksel gülerek. “Kara listeye alırsa sıkıntı büyük.”
“Almasın. Onlar nasıl sahi, ne yapıyorlar?”
“İyiler, çok şükür keyifleri yerinde. İş güç uğraşıp duruyorlar.”
“Sevindim. Selamımı söylersin.”
“Aleykümselam. O zaman kapatalım mı? Ben bir bizimkilere bakayım.”
“Olur, kapatalım. Ben de Yağız’a bakayım.”
“Tamam sevgilim. Sen de Yağız’a selam söyle.”
“Aleykümselam. Çok öpüyorum, yarın görüşürüz.”
“Görüşürüz bebeğim, ben de çok öptüm.”
Göksel telefonu kapattıktan sonra güldü. Gökhan’ın hiçbir şeyden haberinin olmamasını sevmişti. Göksel’in dövme yaptıracağı aklının ucundan bile geçmeyen bir ihtimaldi ve bunu bilmek Göksel’i keyiflendirmişti.
Odasından çıkan genç kadın mutfağa ilerledi. Bugün yemeği babası yapıyordu, annesi de köşede salatayı hazırlıyordu.
“Selamlar,” diye içeri girdi Göksel. İkisinin de yanağını öptü. “Gökhan’ın selamı var.”
“Aleykümselam,” dedi Güzin gülümseyerek. “Nasılmış, ne yapıyormuş?”
“İşten gelmiş, yatıp dinlendiğini söyledi. Sesi biraz yorgun ama iyi geliyordu.”
“Pazar günü işe gitmek korkunç bir şey,” dedi Engin. “Çalışma hayatımın ilk senelerinde bazen ben de gidiyordum ama terfi aldıktan sonra bu durumdan kurtuldum.”
“Gökhan’ın da son ayları. Umuyorum ki önümüzdeki yaz o da kurtuluyor.”
“Gençliğinin tadını çıkarabileceği ve severek yapabileceği bir işi olur umarım. Kafasında neler var?”
“Gökhan’ın yapmayı en sevdiği şey sahne almak, gitar çalıp şarkı söylemek. Bir yandan profesyonel olarak müzik yaparken bir yandan da mekânlarda sahne almak, konser vermek istiyor.”
“Bana kalırsa çok düzensiz, garantisiz bir iş ama sektöre tutunabilen müzisyenlerin ne kadar kazandığı da ortada. Umarım her şey gönlüne göre olur.”
“Sen ne güzel dileklerde bulunuyorsun böyle,” dedi Göksel gülümseyerek. Onun yanağını yine öptü. “Bu güzel dileklerini ona da iletebilir miyim?”
“İlet ama çok havalanmasın dediğimi de ilet. Gözüm hâlâ üstünde, ayağını denk alsın.”
“Hadi hadi, ona çok alıştın ve ısındın.”
“Seni çok mutlu ediyor, gördüğüm kadarıyla sana çok iyi davranıyor ve seni el üstünde tutuyor; tüm bunlar ona alışmam ve ısınmam konusunda çok etkili oldu ama ondan ölesiye nefret etmem de tek bir hareketine bakar, bu yüzden ayağını denk alsın diyorum.”
“Bana bir kraliçeymişim gibi davranıyor.”
“Çünkü öylesin ve elbette öyle davranacak. Benim biricik kızım daha azını hak etmiyor.”
“Sen var ya babaların en iyisi, en tatlısısın.”
“Biliyorum, teşekkür ederim.”
“Ama en mütevazısı olmadığın ortada,” diye konuşmaya dahil oldu Güzin.
“Her şeyin en’i ben olamam,” dedi Engin eşine bakarak. “Bazı noktalarda diğerlerine de yer bırakmam gerekir.”
“Tabii ki.”
Aile üyeleri gülüştü. Göksel de onlara katıldı ve ailesiyle beraber akşam yemeğini hazırlamaya girişti.
***
Ertesi gün Göksel okuldan çıktıktan sonra arabasıyla karşıya geçti, Gökhan da metroyla Kadıköy’e geçti. Göksel onu metro istasyonunun çıkışında bekliyordu, istasyondan çıkan Gökhan beyaz Hyundai’yi görünce ona ilerledi.
“Selam,” dedi camı açan Göksel. Yüzüne vuran soğuk hava genç kadını ürpertti. “Atla hadi.”
“Selam,” dedi Gökhan da. “Atlayayım bakalım.”
Gökhan arabanın önünden yürürken Göksel onu inceledi. Gökhan üstüne dizlerinin bir karış üstünde biten siyah bir kaban giymişti, içinde krem renkli boğazlı bir kazak vardı ve mavi kotu da uzun, ince bacaklarını sarıyordu. Gördüklerinden son derece memnun kalan Göksel’in dudakları yukarı kıvrıldı.
“Yeniden selamlar,” dedi ön koltuğa oturan Gökhan. O da Göksel’i süzdü. Göksel’in üstünde siyah şişme mont vardı, siyah bir kot giymişti ve içinde de mavi bir tişört vardı. Mavi tişört onun gözlerinin rengini ortaya çıkarmıştı. Genç adam da gülümsedi. “Her zamanki gibi çok güzelsin, gözlerimi kamaştırdın.”
“Ben de senin için aynı şeyleri düşünüyorum,” dedi Göksel. “Kaban çok yakışıyor.”
İkisi de birbirine uzandı ve dudakları ortada birleşti. Göksel sağ eliyle onun boynunun sol tarafına dokundu ve parmaklarını genç adamın boynundaki sol anahtarı dövmesinin üzerinde gezdirdi. Elini onun omzuna doğru indirip omzunu kavradığında Gökhan da onun belini kavradı ve onu kendine çekti. Göksel’in poposu koltuktan ayrılınca genç kadın güldü, hemen sonra Gökhan’ın dudaklarını dişlerinde hissetti.
“Gülüşümden öpmek ha?” dedi biraz geri çekilen Göksel.
“Hızımı alamadım diyelim,” dedi Gökhan. Gözleri beklentiyle parlıyordu. “Devam edelim mi?”
Göksel başını sallayınca dudakları yeniden birleşti. Gökhan onu öylesine nazik ama öylesine tutkulu öpüyordu ki genç kadın başının döndüğünü hissediyordu. Genç adamın elleri her yerdeydi; saçlarında, belinde, basenlerinde. Gökhan kolunu onun beline sardığında Göksel de ellerini onun omuzlarına atıp saçlarına dokundu. Dudakları ayrılırken gürültülü bir ses çıktı. Gökhan’ın dudaklarının sonraki durağı kız arkadaşının yanağı oldu, sonra boynunu öptü.
“Bal gibi kokuyorsun,” dedi Gökhan. “Sana boşuna bal peteği demiyorum ben.”
Gökhan başını onun boynundan kaldırdığında Göksel onu yine öptü.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadı. “Gidelim mi?”
“Ben de seni seviyorum,” dedi Gökhan. “Gidelim ama nereye?”
“Beraber olduktan sonra fark eder mi?”
“Etmez, tabii ki etmez.”
Göksel gülümseyerek, “Seni gerçekten çok seviyorum,” dedi. Ondan uzaklaşıp bir elini direksiyona, diğerini de vites topuzuna yerleştirdi. “Hadi gidelim.”
Göksel aracı Caferağa’ya sürerken durdurduğu şarkıyı baştan başlattı. Ekrana bakan Gökhan orada yazanı okudu: Zaaf, Gözlerinden Gökyüzüne.
“Şarkının adını sevdim,” dedi Gökhan. “Girişi de hoşuma gitti. Dinleyelim bakalım.”
“Çok güzel şarkıdır,” dedi Göksel ona kısa bir bakış atarak. “Sözlerinde tanıdık şeyler var.”
Vokalist şarkıya girdiğinde ikisi de sessizce şarkıyı dinlemeye başladı. Gökhan şarkıyı ilk kez dinlediğinden emindi, şarkıyı bir süredir dinleyen Göksel’se gülümsüyordu. Bu şarkıyı seviyordu.
“Ah yangınım sana, beni anlasana,” diye başlayan nakarat kısmı geldiğinde Gökhan, yanında oturan kız arkadaşına baktı. “Gözlerinden gökyüzüne / Açılan bir kapının eşiğinden / Durmuşum, bakmışım / Seni görünce bir an şaşırmışım / Kalbinin surlarında / Esir düşüp kalmışım burada.”
Göksel’i ilk kez gördüğü anı düşündü. Kafenin kapısından çıktığında Göksel’i kapının önünde fotoğraf çekerken bulmuştu, bir an durup ona bakmıştı ve az kala tüm hayatının yanından geçip gidecekken Ahsen’in “Gök!” diye bağırmasıyla geriye dönmüştü. Kendisine seslenildiğini düşünmüştü ama yanılmıştı, o an henüz tanımadığı ama hayatının merkezine yerleşecek olan Göksel’e seslenilmişti. Göksel’le göz göze gelmişti, onun gök mavisi gözlerine ilk kez bakmıştı ve o an en yoğun hissettiği duygu şaşkınlıktı.
“Tanışma anımız,” dedi Gökhan. Genç adamın yüzünde şaşkın bir gülümseme vardı. “Bir kapı eşiğinde, gökyüzü rengindeki mavi gözlerine ilk kez bakarken ve şaşkınlık tüm bedenimde hâkimiyet kuran duyguyken. Ben kalbinin surlarında esir düşüp kalmadan hemen öncesi.”
“Sözlerinde tanıdık şeyler olduğunu söylemiştim,” dedi Göksel gülerek. “Çok güzel değil mi? Sanki bizim için yazılmış gibi.”
“Çok güzel,” diye onayladı Gökhan. “Ve çok özel. Şimdi ben günlerce sadece bu şarkıyı dinlerim.”
“İlk keşfettiğim zaman ben de sadece bu şarkıyı dinledim.”
“Ne zaman keşfettin? Neden hemen bana atmadın?”
“Biraz oldu. Bu güzel şarkıyı beraber dinleyelim ve tepkilerini canlı bir şekilde göreyim istedim.”
“Bizimle uyumlu bir şarkı olduğunu anlamıştım ama bu kadar uyumlu olacağını asla tahmin etmezdim. Adamlar resmen tanışma anımızı yazmış, çok da güzel bir beste oluşturup ortaya çok güzel bir şarkı çıkarmış.”
“Değil mi? Sözlerinden bağımsız cidden güzel bir şarkı. Fena sarıyor.”
“Kesinlikle. Bugün tüm gün bunu dinleriz artık.”
“Aynen.”
Göksel’le Gökhan Caferağa’ya geçene kadar bu şarkıyı dinledi. Çağlar’ın stüdyosuna yaklaştıklarında Gökhan etrafa şüpheli gözlerle bakmaya başladı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Göksel’e dönüp. “Aklıma bir yer geliyor ama orası değildir herhâlde?”
“Neresiymiş orası?” diye sordu Göksel gülümseyerek.
“Bu gülümsemeyi biliyorum. Çağlar’a mı gidiyoruz?”
“Olabilir.”
“Dövme mi yaptırıyorsun?” dedi Gökhan neredeyse bağırarak. “Fotoğraf makinesini yaptıracaksın değil mi?”
“Sakin ol,” diyen Göksel gülümsüyordu. “Evet, fotoğraf makinesi yaptıracağım.”
“Nereye? Koluna mı?”
“Ayrıntı vermem. Gidince görürsün.”
“Çok heyecanlandım. Bas gaza, daha hızlı gidelim.”
“Önümüzdeki araçları görmüyorsun herhâlde?”
“Kornaya bas o zaman.”
“Ya da sen sakinleşmeyi deneyebilirsin. Bu daha kontrol edilebilir bir şey.”
“Hiç de bile. O kadar heyecanlandım ki bunu kontrol falan edemem. Resmen dövme yaptırmaya gidiyorsun ve benim sana önerdiğim, yakın arkadaşım olan dövme sanatçısına gidiyorsun. Vay be!”
“Çağlar’la bu süreçte bayağı konuştuk, tatlı ve işinin ehli biri.”
“Öyledir. Epeydir görüşmemiştik, sayende görüşeceğiz.”
“Hayırsız arkadaş seni.”
“Başını kaşımaya vaktin var mı diye bir sor bakalım.”
“Başını kaşımaya vaktin var mı?”
“Yok. Okul ve işten biraz zamanım kalınca onu da seninle görüşmeye ayırıyorum.”
“Çok tatlısın.”
“Öyleyimdir.”
Birkaç dakika içinde Çağlar’ın stüdyosuna vardılar. Göksel aracı yan binanın önüne park ettiğinde araçtan indiler ve el ele tutuşup stüdyonun olduğu binaya yürüdüler.
“Hazır gelmişken bir dövme de ben mi yaptırsam?” dedi Gökhan. “Canım çeker.”
“Yemek mi de canın çeksin?” diye sordu Göksel. “Dövme bu, boru değil. Yoksa aklında bir dövme mi var?”
“Son zamanlarda nota simgesiyle ilgili bir dövme yaptırmayı düşünüyorum. Bileğime boydan boya bir nota portresi yaptırmayı ve üzerine benim için anlamlı bir şarkının notalarının bir kısmını çizdirmeyi düşünüyorum ama kötü mü durur diye şüpheliyim.”
“Güzel bir fikirmiş, iyi durabilir.”
“Evet ama kaba da görünebilir, belki ileride geçici bir şey yaptırıp denerim.”
“Çok mantıklı. Peki hangi şarkının notalarını çizdirmek istiyorsun? Oyuncak Dünya mı?”
“Eğer başka bir müzisyenin şarkısını yaptıracak olsaydım kesinlikle Oyuncak Dünya’yı yaptırırdım ama kendi şarkılarımdan birini düşünüyorum. Hangisi olabileceğine karar vermedim ama düşünüyorum.”
“Vay! Bu fikri daha çok beğendim. Geçici bir dövme yaptırıp birkaç gün denemelisin mutlaka.”
“Diyorsun? Bunun üzerine düşüneceğim.”
“Düşün bakalım.”
Çağlar’ın ikinci kattaki stüdyosuna çıkıp zile bastılar. Zaten onları bekleyen Çağlar kapıyı saniyeler içinde açtı.
“Hoş geldiniz gençler,” dedi Çağlar gülümseyerek. “Buyurun içeri girin.”
“Hoş bulduk,” dedi Göksel. Gökhan’la beraber içeri girdi. “Nasılsın?”
“İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim, biraz heyecan da var.”
“İlk dövmenin heyecanıdır, iyi bilirim.” Gökhan’a döndü. “N’aber Gök?”
“İyiyim ama çok da meraklıyım. Buraya geldiğimizi az önce öğrendim. Benim için epey şaşırtıcı oldu.”
“Göksel sana sürpriz yapacağını söylemişti. Şanslısın ki son ana kadar hiçbir şey söylemedi yoksa daha da meraklanırdın.”
“O bana kıyamaz.”
“Doğru, kıyamam,” dedi Göksel gülümseyerek. “Başlayalım mı?”
“Hayhay,” dedi Çağlar başını biraz eğip. “Ben her şeyi hazırladım, koltuğa geçebilirsin.”
Göksel hayatında ilk kez dövme koltuğuna oturdu. Montunu çıkardığında içine giydiği mavi tişörtün kısa kollu olduğu anlaşıldı. Genç kadın montunu Gökhan’a uzattığında Gökhan montu aldı ve vestiyere astı.
“Tasarımı çıkartıyorum,” dedi Çağlar. “Koluna yapıştırdıktan sonra dövmeye başlayabiliriz.”
“Sen buraya gel,” dedi Göksel eliyle Gökhan’ı çağırarak. “Dövmeyi kolumdayken göreceksin.”
“Bu gidişle yapıldıktan sonra ancak göreceğim,” diyen Gökhan sandalyeyi çekip Göksel’in ayak ucuna oturdu. “Ben ne dövmesi yaptıracağımı sana söylemedim diye intikam alıyorsun değil mi?”
“Olabilir. Hep sen mi gizemli takılacaksın? Biraz da ben gizemli takılayım.”
“Bunu Instagram hesabında adı bile yazmayan, kendisiyle ilgili en ufak bir ipucu bile olmayan sen mi söylüyorsun? Cinsiyetin hakkında bile hiçbir fikrim yoktu.”
“Ne diyebilirim ki? İkimiz de gizemli takılmayı seviyoruz.”
“Evet.”
Çağlar onların yanına geldiğinde elinde Göksel’in koluna yapacağı fotoğraf makinesi dövmesinin çıktısı vardı.
“Bakmıyorum,” dedi Gökhan bakışlarını tavana çevirip. “İstediğin gibi kolundayken göreceğim.”
“Aferin,” dedi Göksel gülerek. “Çağlar başlayabiliriz.”
Çağlar dövmeyi yapacağı yeri temizledikten sonra özel bir malzemeden yapılan kâğıdı onun koluna yapıştırdı ve dövmenin baskısını Göksel’in koluna çıkardı. Makinenin rengi çok yoğun olmaması adına koyu gri tonlarında seçilmişti, makinenin etrafından geçen film şeritlerinde ise pembe, mavi ve sarı kullanılmıştı. Çağlar makinenin çevresine birkaç mavi bulut ve yıldızları temsil eden birkaç sarı ışıltı katmayı teklif ettiğinde Göksel fikri çok beğenerek kabul etmişti ve bu iki simge dövmeye hoş bir hareketlilik daha katmıştı.
“Bakabilirsin,” dedi Göksel. “Dövme hazır.”
Gökhan bakışlarını tavandan ayırıp Göksel’in koluna indirdiğinde yüzüne önce bir şaşkınlık ifadesi yayıldı. Genç adam uzun saniyeler boyunca dikkatle dövmeyi inceledikten sonra yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı ve aralanan dudaklarından dişleri göründü.
“Gördüğüm en güzel dövmelerden biri,” dedi samimiyetle. “Muazzam olmuş. Beraber şahane bir iş çıkarmışsınız.”
“Ölene kadar mutlulukla bedenimde taşıyacağım bir dövme olacak,” dedi Göksel. “Ben istediklerimi Çağlar’a söyledim, o söylediklerimin üstüne çok güzel şeyler katıp ortaya muhteşem bir tasarım çıkardı.”
“Fikrin çok güzeldi,” dedi Çağlar. “Oldukça yaratıcı birisin, ilhamımı uyandırdın ve seni temin ederim ki bu pek de sık başıma gelmez. Hazırsan dövmeye başlayalım mı?”
“Hazırım, başlayalım.”
Çağlar dövmeyi yapmaya başladığında Göksel’in gözleri dövmenin üzerindeydi. Genç kadın iğnenin vücuduna girişini gözlerini kısarak izliyordu. Canı çok yanmıyordu, iğne kolunda sinek ısırığı gibi bir acı bırakıyordu sadece.
“Ne durumdasın?” diye sordu Gökhan. “Canın yanıyor mu?”
“Hayır,” dedi Göksel ona bakarak. “Sinek ısırığı gibi.”
“Çok acımadığını söylemiştim.”
“Epilasyon ve ağda acısından sonra vız geldi.”
Gülüştüler.
“Kadınların acı eşiği biz erkeklere göre daha yüksek,” dedi Çağlar. “Kadın müşterilerimle daha rahat çalışıyorum. Dediğin gibi ağda ve epilasyon sayesinde deri üstü acılara çok alışkınsınız.”
“Bir süre sonra vücut alışıyor ve acıya bağışıklık kazanıyor adeta,” dedi Göksel. Bakışlarını Çağlar’dan alıp dövmeye indirdi. “Ben çok rahatım, sen de rahatına bak lütfen.”
“Bu durumda fotoğraf çekme işi de bana düşüyor,” dedi Gökhan. “Benim telefonum tost makinesi gibi çektiği için seninkini rica edeceğim balım.”
“Çantamda.”
Gökhan kucağında duran Göksel’in çantasını açtı ve içinden telefonu çıkardı. Kamerayı açıp Göksel’i kadraja aldı.
“Hep kameranın arkasında olacak hâlin yok ya,” dedi Gökhan. Göksel ona baktığında deklanşöre bastı. “Biraz da kameranın önünde ol, fotoğrafları güzelleştir.”
“Stüdyoda romantik anlar,” diyen Çağlar gülüyordu. “Burada olduğunuz sürece burayı bir aşk yuvasına çevireceksiniz, anlaşıldı.”
“Biz bulunduğumuz her yeri aşk yuvasına çeviriyoruz.”
“Doğru,” dedi Göksel ona katılarak. “Rahatsız olmazsın umarım?”
“Elbette olmam,” dedi Çağlar. “Aşk güzel bir duygu, keyfinize bakın.”
“Bizim hâlimizden anlarsın tabii,” dedi Gökhan ona anlamlı bir bakış atarak. “Seninkiyle nasıl gidiyor?”
“Çok iyi. Maşallah deyin, nazar değmesin.”
“Maşallah maşallah. Bayağıdır berabersiniz, ne kadar olacak?”
“Bir buçuk seneyi ardımızda bıraktık, yazın ikinci senemiz olacak.”
“Ne güzel.”
“Kız arkadaşın ne yapıyor?” diye sordu Göksel. Çağlar’la hep dövme hakkında konuştuğu için onun özel hayatına dair hiçbir şey bilmiyordu, sevgilisi olduğunu da şu an öğrenmişti.
“Grafik tasarımcı,” diye cevapladı Çağlar. “Bir yayınevinde çalışıyor. Sanırım bahsetmedim, ben de üniversitede Grafik Tasarımı okudum ama üniversiteden tanışmıyoruz; arkadaş ortamında tanıştık.”
“Bahsettiğini hatırlamıyorum ama şu an işinde nasıl bu kadar iyi olduğunu anladım.”
“Teşekkür ederim. Eğitimini almak elbette çok şey kattı ama her alanda olduğu gibi bu alanda da iş insanın kendisinde bitiyor. Kaç gece uykusuz kalıp çizim yaptığımı, kalem tutmaktan uyuşan parmaklarımı en iyi ben bilirim.”
“Çaba sarf etmeden hiçbir şey başarılmaz.”
“Kesinlikle.”
Dakikalar geçtikçe Göksel’in dövmesinde tamamlanan kısımlar arttı. Çağlar makinenin gövdesini bitirdikten sonra etrafındaki film şeridini çizmeye geçti. Genç dövme sanatçısı çalışırken sessizdi ve yüzünde büyük bir ciddiyet vardı. Pürdikkat yaptığı işe odaklanmıştı. Onun yüzündeki bu dikkatli ve odaklanmış ifadeyi izlemek Göksel’in hoşuna gitti. Eğer şu an dövme yaptıran kişi olmasaydı Çağlar’ın fotoğraflarını çekerdi.
“Ne durumdasın?” diye sordu Çağlar, başını kaldırıp Göksel’e bakarak. “Canın yanıyor mu?”
“Hayır,” dedi Göksel başını iki yana sallayarak. “Ben gayet iyiyim ama sen yorulduysan biraz mola verebiliriz.”
“Aslında bir sigara içsem fena olmaz. Beş dakika sonra devam edelim mi?”
“Olur.”
Ayağa kalkan Çağlar pencereye ilerledi ve camın önüne koyduğu sigara paketinden bir dal çıkarıp yine aynı yerdeki çakmağıyla sigarasını tutuşturdu.
Çağlar gittikten sonra Gökhan sandalyeden kalkıp Çağlar’ın yerine oturdu ve Göksel’in dövmesine yakından baktı.
“Muhteşem oluyor,” dedi genç adam saf bir hayranlıkla. Başparmağını ve işaret parmağını dövmenin altıyla üstüne bastırıp dövmeyi inceledi. “Bembeyaz olduğun için renkler de çok daha canlı görünüyor. Çok yakıştı.”
“Daha dur, bitmedi,” dedi Göksel gülümseyerek. “Bitsin, iyileşsin de ondan sonra yorum yap.”
“Dövme kendini baştan belli eder ve seninki de muhteşem olduğunu şimdiden belli ediyor.”
“Benim de çok hoşuma gitti. Mutlulukla taşıyacağım.”
Gökhan ona uzanıp dudaklarını kız arkadaşının dudaklarına bastırdı. Öpüştüklerinde öpüşme sesi stüdyoda yankılandı.
“Aile var, ayıp ayıp,” diye seslendi Çağlar. “Burası düzgün ve temiz bir müessese.”
“Aileler nasıl oluşuyor sanıyorsun?” diye cevap verdi Gökhan. “İlk adımı böyle başlıyor.”
“Uygulamalı eğitim diyorsun. O da iyiymiş.”
“Konu öpüşmeden nasıl aile oluşumuna geldi?” diye sordu Göksel. “Siz erkeklerin konuyu cinselliğe çekme hızı takdire şayan.”
“Al işte,” dedi Çağlar elini kaldırarak. “Konu yine döndü dolaştı ve biz erkeklere geldi. Ulan Gökhan hep senin yüzünden.”
“Ben ne yaptım lan?” dedi Gökhan. “Ben sevgilimi öptüm, lafı sen attın.”
“Lafı aile oluşumuna da sen getirdin.”
“Ama sonuç olarak konuyu sen başlattın.”
“Ve ben de tam şu an sonlandırıyorum,” diye araya girdi Göksel. “Yeter.”
“Hım, dominant kadın ayakları ha?” dedi Gökhan ona dönerek. “Bir daha yeter desene.”
“Sen tek kelime bile etme,” dedi Göksel gözlerini kısarak. “Hepsi senin başının altından çıktı.”
“Pardon?” diyen Gökhan’ın sesi biraz yükseldi ve inceldi. “Duvarla öpüşmedim ya, seninle öpüştüm. Bu işte beraberiz, yani suç ortağıyız.”
“Tamam öpüştük ama konuyu aile oluşumuna sen getirdin. Senin aklından neler geçiyor böyle?”
“Çok güzel şeyler geçiyor,” dedi Gökhan ona iyice yaklaşarak. Burunları birbirine değmek üzereydi. “Biraz bahsetmemi ister misin?”
“Hayır,” dedi Göksel net bir sesle ve ondan uzaklaştı. “Hadi yerine geç, Çağlar da şimdi döner.”
“Ah, kalbim,” diyen Gökhan acı dolu bir yüz ifadesiyle sol göğsüne dokundu. “Yerinden söküldü, ayaklar altına alındı, binlerce parçaya bölündü ve ateşe verildi.”
“Şapşal,” dedi Göksel gülerek. “Beni utandırdığın için biraz burnunu sürtmek istedim.”
“Benim utangaç sevgilim,” dedi Gökhan gülümseyerek. Hemen ardından onun yüzünü ellerinin arasına aldı. “Baş başa kaldığımızda bu konuyu yeniden ele alabilir miyiz peki?”
“Aslında sen alabilirsin.”
“Harbi mi?”
“Evet, mesela gece. Uyumadan önce düşünürsen rüyanda görebilirsin.”
“Of!” deyip ondan uzaklaştı Gökhan. “Bunun geleceğini tahmin ediyordum.”
“Aferin, beni tanıyorsun.”
“Tanımaz mıyım canım?”
Sigarasını içen Çağlar onların yanına döndü.
“Gökhan Bey dövmeye siz devam edeceksiniz anlaşılan?” dedi Çağlar. “Sizin de dövme yaptığınızı bilmiyordum, yeni mi başladınız?”
“Zor bir iş olduğuna karar verdim,” diyen Gökhan sandalyeden kalktı. “Bu yüzden işi ustasına bırakıyorum.”
“Teşekkürler efendim.”
Çağlar dövmenin kalanını da yine aynı sessizlik ve ciddiyet içinde yaptı. Dövmenin sonlarına doğru ince işler kaldığı için genç dövme sanatçısı ekstra dikkatliydi. Kameranın çevresindeki mavi bulutları ve yıldızı temsil eden sarı parıltıları Göksel’in koluna incelikle işledi. Aradan geçen uzun dakikaların ardından dövme bitti ve Çağlar dövmenin üzerini son bir kez sildi.
“İşte bu kadar,” dedi Çağlar gülümseyerek. “Hadi geçmiş olsun.”
“Ellerine, emeğine sağlık,” diyen Göksel kolunu kaldırıp dövmesine baktı. “Harika oldu.”
“Sana da çok yakıştı. Güle güle kullan.”
“Çok teşekkür ederim. Ömrüm boyunca mutlulukla taşıyacağım bir dövme olacak.”
“Ben de bakayım,” deyip ayağa kalktı Gökhan ve Göksel’in yanına ilerleyip dövmeye baktı. Genç adam bir ıslık çaldı. “Efsane olmuş, efsane. Kadrajdaki Dünyalar isminde bir hesabı olan harika bir fotoğrafçıya yaraşır bir dövme oldu.”
“Teşekkür ederim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Çocukluğumdan beri en büyük tutkum olan fotoğrafçılığın hakkını verdim.”
“Hem de muazzam bir şekilde.”
Onun kolunu tutan Gökhan genç kadını bileğinden öptü.
“İkinciye de birazdan başlayalım,” dedi Çağlar. “Olur mu?”
“Ne ikincisi?” dedi Gökhan şaşırarak. “Dövme mi?”
“Evet,” diyen Göksel sırıtıyordu. “İkinci bir dövme de yaptıracağım ama minicik bir şey olacak.”
“Ne dövmesi? Ben daha ilkinin şokunu atlatamamışken ikincisi geliyor.”
“Onu yapılınca görürsün. Küçük bir dövme olduğu için kısa sürecektir zaten, biraz beklemeni rica edeceğim.”
“Arkamdan çevirdiğin işleri hayretle izliyorum.”
“Bazen fena olduğumu söylemiştim.”
“Şu an uygulamalı olarak görüyorum.”
Biraz sonra Çağlar geri döndü. İşlemin daha kolay olması için Göksel başını dövme koltuğuna yaslayıp boynunu iyice açtı.
“Bir de boynuna mı yaptırıyorsun?” dedi Gökhan şaşkınlıkla. “Bombaları peş peşe patlatıyorsun, artık yetişemiyorum.”
“Yirmi ikinci yaş günüme girerken çok radikal kararlar aldım,” diye yanıtladı Göksel. “Yirmi ikinci yaşıma iki dövmeyle girmek güzel olur diye düşündüm.”
“Ne yaptırdığını çok merak ediyorum ama bitene kadar mecburen burada oturup kafamda türlü türlü senaryolar kuracağım. Ne yaptırıyor olabilirsin ki? Hem de boynuna? Kalp, yıldız gibi bir şey mi?”
“Alakası bile yok,” dedi Göksel gülümseyerek. “Fotoğraf gibi çok sevdiğim bir şeyin simgesini yaptırıyorum, çok kıymetli bir ikinci anlamı da var.”
“Allah Allah,” dedi Gökhan düşünceli bir sesle. “Biraz daha ipucu versene.”
“Veremem.”
“Ama ben sana dövmelerimle ilgili ipucu vermiştim.”
“Vermeseydin, dermişim. Senin dövmelerin gökle ilgiliydi, benimki de ruhla ilgili.”
“Ruh mu?” dedi Gökhan şaşkına dönerek. “Ne ruhu be?”
Göksel güldüğünde Çağlar da gülümsedi.
“Hayalet,” diye şaka yaptı Göksel. “Beyaz perde giyenlerden.”
“Ha ha, çok komik,” dedi Gökhan. “Şaka yapma, ciddi soruyorum.”
“Ben de ciddi söylüyorum: Ruhla ilgili bir dövme yaptırıyorum ama asla ayrıntı vermem. Çok bile söyledim.”
“Ruh dediğin şey benlik olabilir, yani senin için çok kişisel bir anlamı olan bir şey olabilir. Fotoğraf makinesi gibi.”
“Olabilir,” dedi Göksel kaçamak bir cevap vererek. “Bu kadar sabırsız olduğunu bilmezdim. Bekle de gör işte.”
“Söylemesi kolay.”
“Yapması da çok zor olmasa gerek.”
“Tabii canım, ne demezsin?”
Çağlar kalemle dövmeyi Göksel’in boynuna çizdikten sonra dövme makinesini eline aldı ve çizdiği şekli Göksel’in kulak arkasına işlemeye başladı.
“Bu ortalamanın üstünde acıtıyor,” dedi Göksel yüzünü buruşturup. “Neyse ki küçük bir dövme olacak, dayanırım.”
“Dayanamazsan söyle,” dedi Çağlar. “Mola veririz.”
“Tamamdır.”
İkili sadece bir kez mola verdi, o da üç dakika kadar sürdü. Çağlar yerinden bile kalkmadan kız arkadaşına mesaj attı, Göksel de biraz soluklandı. Hemen ardından kaldıkları yerden devam ettiler ve dakikalar içinde Çağlar bu ikinci dövmeyi de bitirdi.
“İşte bu kadar,” dedi makinesini sehpaya koyan Çağlar. “Geçmiş olsun.”
“Ellerine sağlık,” dedi Göksel. “Fotoğrafını çeker misin? Bakmak istiyorum.”
“Elbette.”
Çağlar kendi telefonundan onun dövmesini çekti ve Göksel’e gösterdi.
“Çok güzel olmuş,” dedi duygulanan Göksel. “Minimal ve hoş, tam da istediğim gibi. Ellerine, yüreğine, emeğine sağlık. Çok teşekkür ederim.”
“Asıl ben teşekkür ederim,” dedi Çağlar gülümseyerek. “Güzel günlerde kullan.”
“Ben de bakmak istiyorum,” dedi sandalyede oturan Gökhan. “Artık bakabilir miyim?”
“Bakabilirsin,” diyen Göksel doğruldu. “Gel de incele.”
Sandalyeden kalkan Gökhan, Göksel’in yanına oturdu. Genç kadın saçlarını boynundan çekince sağ kulağının arkasına yaptırdığı dövme ortaya çıktı. Dövmeyi gören Gökhan’ın gözleri irileşti, dudakları aralandı.
Göksel boynuna bir sol anahtarı dövmesi yaptırmıştı.
“Dövme tasarımını ve yerini çalmış oldum ama sorun etmezsin bence,” dedi Göksel gülümseyerek. “En sevdiğim dövmen olduğunu biliyorsun, büyük bir müziksever de olunca neden kendi vücudumda da bir sol anahtarı dövmesi olmasın diye düşündüm.”
Gökhan’ın gözleri dolduğunda genç adam gözlerini aceleyle sildi ama kahverengi gözleri hemen yine parladı.
“Kızım var ya,” dedi Gökhan yukarı bakarak. “Biraz kendime geleyim, konuşacağım.”
Sandalyesinden kalkan Çağlar onları yalnız bırakıp pencere kenarına ilerledi.
“Çok tatlısın,” diyen Göksel gülüyordu. Ona uzanıp onun yanağını öptü. “Sakın ağlayayım deme, ben de ağlarım. Bak zaten canım yandı, ağlamaya çok yatkın bir durumdayım.”
“Hayır hayır, sen ağlama. Çok duygulandım ama hemen kendime geleceğim, söz.”
Gökhan yeniden onun dövmesine baktığında geniş bir gülümseme yüzünü süsledi. Sol anahtarının tasarımı kendi dövmesiyle birebir aynıydı, tek fark Göksel’in dövmesi daha yukarıda kalıyordu ve boyutu da daha küçüktü.
“Senin solunda, benimki de sağda olsun istedim,” dedi Göksel. “Karşı karşıya durduğumuzda da aynı tarafta olacaklar.”
“Neleri düşünmüşsün,” dedi Gökhan gülerek. “Solundaydım, artık sağında da ben varım ha?”
“Aynen öyle.”
“Ruh meselesini de şimdi anlıyorum: Müzik ruhun gıdasıdır.”
“Aslında anlayacağını düşünmüştüm ama beni şaşırttın.”
“Aklıma bile gelmedi. Direkt seninle ilgili şeyleri düşündüm, müzik aklımın ucundan bile geçmedi. Oysaki ne kadar büyük bir müziksever olduğunu da biliyorum.”
“Fotoğraf makinesinden sonra yine onun gibi bir şey yaptıracağımı düşündün, sen de haklısın.”
“Nasıl da yakıştı ama,” diyen Gökhan parmağının ucuyla onun dövmesine belli belirsiz dokundu. “Seni artık hep burandan öpeceğim biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum,” dedi Göksel başını sallayarak. Ona yaklaşıp dudaklarını Gökhan’ın boynundaki sol anahtarı dövmesine bastırdı. “Benim seni burandan öpmem gibi.”
Gökhan ona uzanıp onu öpmeye başladığında Göksel yan gözle Çağlar’a bakma ihtiyacı hissetti. Camın önünde duran Çağlar sırtı onlara dönük bir şekilde sigara içiyordu. Rahatlayan Göksel erkek arkadaşına karşılık verdi ve genç çift yoğun bir öpüşme yaşadı.
“Ruhumu müzik kadar besliyorsun,” dedi Gökhan. Onun yanağını öptü. “Benim için müzik kadar şifalısın.” Burnunu öptü. “Müziğimin en büyük ilham kaynağısın. Seni çok seviyorum.”
“Ben de seni çok seviyorum,” diye fısıldadı Göksel. “Müzik seni tanıdıktan sonra daha anlamlı oldu. Müzik bizi bir araya getiren şeydi, şimdiyse ikimizin vücudunda da izi var.”
“Kulağa abartılı gelecek olabilir ama seni evrendeki son müzik bitene kadar seveceğimden eminim.”
Göksel bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.
“Ben de,” diye fısıldadı genç kadın. “Son müzik bitene kadar.”
Öpüştüler.
“Borcumu ödeyeyim de gidelim,” dedi Göksel. “Sana yemek ısmarlayacağım.”
“Ne ısmarlayacaksın?” diye sordu Gökhan.
“Ne istersen.”
“Hım, o zaman hamburger yiyelim mi?”
“Olur, yiyelim.”
İkisi de ayaklandığında Çağlar dönüp onlara baktı.
“Biz ufaktan kaçalım,” dedi Göksel. “Ödemeyi yapacağım.”
“Hayhay,” diyen Çağlar sigarasını söndürdü ve onların yanına ilerledi. “Nasıl ödeyeceksin?”
“Karttan geçelim.”
“Tamamdır.”
Çağlar pos cihazına dövmenin ücretini girdi.
“Bu fotoğraf makinesi için söylediğin fiyat,” dedi Göksel. “Sol anahtarı?”
“Benden sana küçük bir doğum günü hediyesi olsun,” dedi Çağlar gülümseyerek. “Güle güle kullan.”
“Çok düşüncelisin, çok teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Umarım sevdiklerinle geçireceğin nice güzel senelerin olur. Mutlu yıllar.”
“Çok teşekkür ederim.”
Göksel çok mutlu olmuştu. Çağlar büyük bir centilmenlik yapmıştı.
Göksel dövmenin ücretini ödedi.
“Dövme yaptırmak bir tür bağımlılıktır,” dedi Çağlar. “Aklında başka şeyler olursa numaram sende var.”
“Tamam,” dedi Göksel gülerek. “İyileşme sürecinde de gerekirse iletişime geçebilirim değil mi?”
“Elbette. Herhangi bir konuda yazabilirsin, arayabilirsin.”
“Çok teşekkür ederim. Yeniden ellerine, emeğine sağlık.”
“Asıl ben teşekkür ederim.”
Çağlar’la Göksel tokalaştıktan sonra Gökhan da arkadaşıyla tokalaştı.
“Eyvallah kardeşim,” dedi Gökhan. “Kendine çok iyi bak, görüşmek üzere.”
“Görüşürüz gençler, siz de kendinize iyi bakın.”
Gökhan’la Göksel, Çağlar’ın stüdyosundan ayrıldı ve arabaya binip yakınlardaki meşhur bir hamburgerciye gitti. İçerisi yine kalabalıktı ama genç çift duvar kenarında iki kişilik boş bir masa buldu ve masaya kuruldu.
“Kolun ne durumda?” diye sordu Gökhan. “Araba sürerken sıkıntı çıkardı mı?”
“Hayır, iyiyim,” dedi Göksel. “Ufaktan bir sızı var ama dayanılmayacak bir şey değil, hallediyorum.”
“Öpeyim de geçsin.”
Montunu çıkarıp sandalyenin arkasına asan Göksel ona kolunu uzattığında Gökhan onun dövmesinin üstüne pamuk gibi yumuşacık ve narin bir buse kondurdu.
“Geçti mi?” diye sordu Gökhan küçük bir oğlan çocuğu gibi.
“Geçti,” dedi Göksel gülümseyerek. “Geçmemesi mümkün mü?”
“Değil.”
Hangi hamburgeri yiyeceklerini kararlaştıran ikili siparişlerini verdi.
“Karnım kazınıyor resmen,” dedi Göksel. “Öğle yemeğinde sadece bir kase çorba içtim, bunca saattir onunla duruyorum.”
“Neden başka şey yemedin?” diye sordu Gökhan. “Karnını güzelce doyursaydın ya bal peteğim.”
“Canım istemedi. Dövmenin heyecanı iştahımı kapattı.”
“Sen de haklısın. Birazdan karnını güzelce doyurursun.”
“Aynen, beraber yeriz.”
“Yemekten önce fotoğraf çekelim,” dedi Gökhan. “Bugünden mutlaka hatıra kalmalı.”
“Çekelim,” diyen Göksel telefonunu çıkardı. “Ben mi çekeyim yoksa sen mi çekersin?”
“Ben çekeyim.”
Gökhan telefonu eline aldı ve uzun kolunu ileri uzatıp ikisini birden kadraja aldı. İkili birkaç fotoğraf çekildi.
“Buranın ışığı da güzel bak,” dedi Gökhan. Fotoğrafları açınca gülümsedi. “Çok iyi çıkmışız.”
Genç çift fotoğrafları inceledi.
“Ben de çok beğendim,” dedi Göksel. “Bugünden güzel hatıralar olarak kalacaklar.”
“Kesinlikle. Peki boynundaki dövmeyi yakından çekebilir miyim?”
“Çek bakalım, maharetlerini göster.”
Göksel saçlarını çekip dövmesini açıkta bıraktığında Gökhan dövmenin birkaç fotoğrafını çekti. Genç adam kız arkadaşından fotoğraf çekmeye dair çok şey öğrenmişti ve şu an aylar öncesine göre çok daha iyi fotoğraflar çekiyordu.
“Belki hesabıma atarım,” dedi Gökhan. “Atmamdan rahatsız olur musun?”
“Aksine çok mutlu olurum,” dedi Göksel gülümseyerek. “Fotoğraflara bakabilir miyim?”
“Tabii ki.”
Göksel fotoğraflara bakınca memnun bir ifadeyle başını salladı.
“Birkaç minik dokunuş bırakayım,” dedi genç kadın. “Ondan sonra çok daha iyi olurlar, sen de istediğini hikayene atarsın.”
“Olur,” dedi Gökhan. “İşi ustasına bırakıyorum.”
Dakikalar sonra hamburgerleri geldi ve karnı aç olan ikili tüm dikkatini hamburger yemeye verdi. İkisi de buranın hamburgerlerini seviyordu. Gökhan buraya düzenli aralıklarla geliyordu, Göksel de birkaç kez gelmişti.
“Doydun mu?” diye sordu Gökhan, ikisi de yemeğini bitirdiğinde.
“Hem de tıka basa,” dedi Göksel peçeteyle ağzını sildikten sonra. “Peki ya sen?”
“Ben de doydum. Her zamanki gibi çok lezzetliydi, buraya bayılıyorum.”
“Gerçekten çok lezzetli. Arada gelelim yine.”
“Gelelim güzelim, sen yeter ki iste.”
“İstemem yeter mi?”
“Yeter, her şeye yeter.”
Göksel onun elini tutup hafifçe sıktığında ikisi de gülümsedi.
“21’inci yaşımın son gününü seninle geçirdiğim için çok mutluyum,” dedi Göksel. “Asla unutamayacağım bir gün oldu.”
“Benim de öyle,” dedi Gökhan. “Bana yaşattığın bu şoku hiç unutmayacağım. Ailen biliyor değil mi?”
“Biliyorlar. Dövmeleri pek sevmezler ama fotoğraf makinesinin benim için ne anlama geldiğini biliyorlar, tasarımı gösterdiğimde de çok beğendiler.”
“Sol anahtarı?”
“Onu da söyledim. Müzikle ilgili bir işareti kulağımın arkasına yaptırma fikrini yaratıcı buldular.”
“Ne aileler var be!” dedi Gökhan. “Çok anlayışlılar. Benimkiler şu anki tarzımı görse annem fenalık, babam da kalp krizi geçirirdi.”
Göksel kıkırdadı. “Bu konuda çok şanslı olduğumu biliyorum ve bunun için şükrediyorum.”
“Gerçekten şanslısın ama şeyi merak ediyorum: Dövme yaptıracağını duyunca Engin amca biraz da olsa fenalaşmadı mı?”
Göksel bir kahkaha attıktan sonra, “Deli,” dedi. “Dövme yaptırmayı düşündüğümü söylediğimde, ‘Ne dövmesi?’ diye yükseldi, neye uğradığını şaşırdı ama fotoğraf makinesi yaptırmak istediğimden bahsedince ve tasarımı da gösterince daha ılımlı yaklaştı. Annem de çok onaylamadı, bir ömür vücudumda taşıyacağımı ve kararımı iyi vermem gerektiğini söyledi. Ben de bunun üzerinde uzun zamandır düşündüğümü ve bunu gerçekten istediğimi söylediğimde ikisi de kararıma saygı duydu.”
“Keşke dövmeleri gördüklerinde verecekleri tepkiyi görebilseydim. Bunu kaçıracağım için çok üzgünüm.”
“İstiyorsan benimle eve gel, hem tepkilerini görürsün hem de onlara tanışmış olursun.”
“Yok canım, ben almayayım,” dedi Gökhan gözlerini büyüterek. Göksel’in ebeveynleriyle tanışmaya hâlâ hazır değildi. “Sen anlatırsın.”
“Nasıl istersen.”
Gökhan ona uzanıp onun yanağını öptü.
“Yarın işte misin şimdi?” diye sordu Göksel gözlerini biraz açarak. “Sabahtan akşama kadar?”
“Bilmem, işte miyim?” dedi Gökhan gülerek.
“Bir de bana fena dersin.”
“İki fena birbirimizi bulmuşuz.”
“Gerçekten işte olacaksan Ahsen’le beraber yemek yemeye gideceğim.”
“Gidin.”
“Aklımda bir şeyler var ama yarın olunca göreceğim artık.”
“Ne var?”
“Söylemem.”
“İyi bakalım.”
“Kalkalım mı?” diye sordu Göksel. “Çok geçe kalmadan eve gitsem iyi olacak. Yarın için biraz hazırlık yapacağım. Duş, bakım, kıyafet seçimi vesaire.”
“Ne giyeceksin?”
“Söylemem, gelirsen görürsün.”
“İpucu?”
“Elbise giyeceğim.”
“Şık bir elbise mi?”
“Evet.”
“Kırmızı ruj?”
“Hayır,” dedi Göksel gülerek. “Pembe sürmeyi düşünüyorum.”
“Bence kırmızı sür. Canlı bir kırmızı.”
“Öyle mi dersin?”
“Evet. Elbisen hangi renk?”
“Siyah.”
“Çok güzel olur.”
“Ama göremeyeceksin.”
“Belki de görürüm, belli olmaz.”
“Bu konuyu sabaha kadar konuşabiliriz, bu yüzden daha da uzatmadan kalkalım bence.”
İkili masadan kalktı. Göksel hesabı ödedikten sonra işletmeden ayrıldılar.
“Beni durağa bıraksan yeter,” dedi Gökhan arabaya bindiklerinde. “Ben oradan geçerim, sen de evine devam edersin.”
“Olur,” diyen Göksel arabayı çalıştırdı ve gaza bastı. “Seni bıraktıktan sonra köprüye sürerim.”
“Sana o trafikte şimdiden bolca sabır dilerim.”
“Teşekkür ederim.”
Göksel caddeye çıkıp durağa doğru sürdü ve durağın biraz ilerisinde durdu.
“Yirmi bir yaşındaki sana şöyle son bir kez bakayım,” diyen Gökhan ona yaklaştı. Genç kadının omuzlarına düşen saçlarını eliyle geriye attı ve Göksel’in dakikalar önce yaptırdığı dövmeyi ortaya çıkardı. “Müzik ruhun gıdasıdır ve ruh da göğsümüzün solundaki kalbin içinde saklıdır. Sen de artık benim gibi müziğin sembolü olan sol anahtarını solunda, ruhuna giden ana yolun üzerinde taşıyorsun. O yolun sonundaysa ben varım, tıpkı benimkinin sonunda senin olduğun gibi.”
“Sen ne güzel konuşuyorsun böyle,” dedi Göksel gülümseyerek. “Dövmeyi daha da anlamlı kıldın.”
“Bir sürü anlam çıkarılacak bir dövme.”
Gökhan onun boynuna doğru eğildi ve dudaklarını Göksel’in dövmesinin üzerine bastırdı. Dövmenin üstüne tüy gibi yumuşacık bir öpücük kondurduktan sonra onun çene kemiğini, yanağını ve son olarak da dudaklarını öptü. Saniyelerce süren öpüşmeleri yavaş ve tutkuluydu.
“Bu da yirmi birin son öpüşmesiydi,” dedi Göksel, birbirlerinden uzaklaştıklarında. “Çok güzeldi.”
“Son olduğunu düşünerek öpmemiştim,” dedi Gökhan. “Bu yüzden bir daha öpüşmemiz gerekecek. Gel buraya.”
“Böyle giderse sen bu arabadan hiç inemezsin.”
“Aslında inmeyi de istemiyorum hatta bana sür dememek için kendimi zor tutuyorum. Zaten Yağız evde.”
“Bu bir teklif mi?”
“Eğer öyleyse kabul edecek misin?”
“Ne münasebet.”
“Ben de öyle düşünmüştüm. Gel buraya.”
Yeniden öpüştüklerinde bu bir öncekinden daha uzun sürdü. Gökhan, Göksel’i hemen bırakmak istemedi; Göksel de ondan ayrılmadı.
“Seni çok seviyorum,” diye fısıldadı Gökhan, ayrıldıklarında. “Dönüş yolunda arabayı dikkatli kullan, olur mu? Varınca da yazarsın. Hep söylediğim şeyler zaten.”
“Tamam bir tanem,” dedi Göksel gülümseyerek. “Ben de seni çok seviyorum.”
“Görüşürüz bal peteğim.”
“Görüşürüz sevgilim.”
Gökhan arabadan indi ve hemen arkadaki otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Bir süre dikiz aynasından onu izleyen Göksel, erkek arkadaşı durağa vardığında gaza bastı ve yola koyuldu.
Bu bir düşünce ya da his değildi, Gökhan’ın yarın için bir şeyler karıştırdığını ve erkek arkadaşının yarın ortaya çıkacağını biliyordu.
Onu çok iyi tanıyordu ve yarın için çok heyecanlıydı.
Tepkiniz nedir?