Kadrajdaki Dünyalar | 28. Kare: Gökhane Sakinleri

Kadrajdaki Dünyalar'ın 28. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Mayıs 12, 2023 - 12:00
Mayıs 12, 2023 - 12:00
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 28. Kare: Gökhane Sakinleri

“Kimisi askercilik oynar

Kimisi evcilik oyunu oynar

Ben de müzisyeni oynarım şimdi.”

Oyuncak Dünya, Yavuz Çetin

29 Aralık, Perşembe

Filmin son sahnesini çeken kamera yavaşça yükselmeye başladı ve kadraja gökyüzü girdi. Masmavi gökyüzü bembeyaz bulutlarla kaplıydı. Kamera birkaç saniye daha yükseldikten sonra filmin müziği çalmaya ve oyuncu listesi ekranın sağ alt köşesinden yukarı doğru akmaya başladı.

Gökhan, Göksel’in belinde sabit duran elini sağa sola hareket ettirip genç kadının belini okşamaya başladığında Göksel de onun göğsüne yasladığı başını kaldırıp erkek arkadaşının yüzüne baktı.

“Nasıldı?” diye sordu Gökhan. “Sevdin mi?”

“Güzeldi, beğendim,” diye cevapladı Göksel. “Sen?”

“Ben de beğendim ama seninle sarmaş dolaş yatmazken izleseydim muhtemelen çok da beğenmezdim.”

“Ortam da önemli tabii.”

“En önemlisi.”

Göksel başını yeniden onun göğsüne yaslayıp gözlerini huzurla kapattı. Gökhan’ın evindeydiler, salondaki büyük kanepenin üstünde yan yana uzanıyorlardı ve üzerlerine kırmızı battaniyeyi örtmüşlerdi. Dışarıda buz gibi bir hava vardı ama aynı battaniyenin altında dip dibe olan genç çift hiç üşümüyordu.

“Hayatımın geri kalan her gününü bu şekilde geçirebilirim,” dedi Gökhan. “Bunun yaşanmasını da çok istiyorum.”

“Bu bir evlenme teklifi mi?” diye sordu Göksel gözlerini açmadan. “Daha çok genciz, aklından bile geçirme.”

“Zamanı geldiğinde geçirebilirim yani?”

“Benimle sadece eğlenmek amacında değilsen geçirirsin tabii ki.”

“Seninle ilgili çok hayalim var ama bahsedip seni korkutmak istemem şimdi.”

“Neymiş?” diyen Göksel gözlerini açtı, başını onun göğsünden kaldırdı ve yüzüne baktı. “Dinliyorum.”

“Bakıyorum da konu bir anda ilgini çekti,” dedi Gökhan gülerek. “Az önce uyukluyordun, şimdi gözlerin fal taşı gibi açık.”

“Uyuklamıyordum, sadece huzur doluydum.”

“Bak ya,” diyen Gökhan’ın gülüşü genişledi. “Beni fena düşürdün.”

“Düşürürüm, şimdi benimle ilgili hayallerini söyle.”

“Hayatta olmaz.”

“Ölümü gör.”

“Manyak manyak konuşmasana kızım,” dedi Gökhan kaşlarını çatarak. “Ağzından yel alsın.”

“O zaman hayallerini söyle.”

“Klişe hayaller, söyleyince hiçbir özelliği olmaz hatta kulağa garip bile gelir.”

“Evli, mutlu, çocuklu?”

“Hı hı. Normalde çok itici bulurum ama seninle düşününce çok güzel geliyor.”

“Çünkü bana âşıksın.”

“Çok âşığım.”

“Ben de sana.”

Öpüştüler.

“Atıştırmalık bir şeyler ister misin?” diye sordu Gökhan. “Acıktın mı?”

“Eve geldim geleli beni besliyorsun,” diyen Göksel göbeğine dokundu. “Akşam yemeği, tatlı, kuruyemiş, meyve… Tıka basa doluyum.”

“İçecek?”

“Sadece seninle böyle kalmak istiyorum.”

“Kalalım o zaman.”

Göksel işaret parmağıyla Gökhan’ın göğsüne görünmez daireler çizmeye başladığında Gökhan’ın bakışları onun parmağına sabitlendi. Genç kadının uzattığı ince tırnaklarında simli gri ojeler vardı ve Gökhan onun ojelerini görür görmez çok beğenmişti.

“Huylanıyorum,” dedi Gökhan. “Yapmaya devam edersen sabit durmamız çok zorlaşacak.”

“Rahat dur,” dedi Göksel ona bakmadan. “Aklın başka yerlere gitmesin.”

“Yalnız rahat durmayan sensin.”

“O zaman ikimiz de rahat durmuyoruz.”

“Durmayalım,” dedi Gökhan elini biraz aşağı indirerek. “Ben durmamaya dünden razıyım.”

“Ona ne şüphe,” diyen Göksel başını onun göğsünden kaldırdı. “Aslında sıcak bir kahve iyi olurdu.”

“Aklımdan geçenlerle gerçekte olanlar hiç bu kadar zıt olmamıştı,” dedi Gökhan. Elini onun sırtına çıkardı. “Nescafe yapayım mı?”

“Film falan izleriz cümlesindeki falan için burada değiliz, biliyorsun.”

“Ama olabiliriz.”

“Uslu bir çocuk ol Uygur.”

“Şu an bu cümlen bile bana seksi geliyor, biliyor musun?”

“Film bitince senin aklın çok başka yerlere gitti, biliyor musun?”

“Belki başından beri oradaydı?”

“Ben sana seksi geliyorum ama şu an sen bana çok tatlı geliyorsun. İstediğini elde etmek için her yolu deneyen küçük bir çocuk gibisin.”

“Çocuk mu?” dedi Gökhan gülerek. Onu belinden kavrayıp kendisine yaklaştırdı. “Gel seni bir öpeyim de bir daha düşün.”

Gökhan onu yavaşça, nazikçe ve büyük bir tutkuyla öptü. Göksel onun dudaklarıyla dans eden dudaklarından başlayan bir yangının tüm vücudunu ele geçirdiğini hissediyordu. Gökhan’ın vücudundaki yangın, onun vücuduna sıçramıştı adeta.

“Ya şimdi?” diye sordu Gökhan. “Hâlâ çocuk gibi sevimli mi geliyorum?”

“Fikrim biraz değişmiş olabilir,” diye itiraf etti Göksel. “Sen beni ne güzel öpüyorsun böyle.”

“Öperim. Devam edeyim mi?”

“Kahve?”

“Kahve,” dedi Gökhan onun dediğini hatırlayarak. “Yapayım. Türk kahvesi mi yoksa Nescafe mi istersin?”

“Nescafe olsun.”

“Hayhay. Kalkmak için seni rahatsız edeceğim.”

“Hiç önemli değil.”

Göksel koltukta oturma pozisyonuna geçip yer açınca Gökhan da ayağa kalktı. Genç adam siyah eşofmanının belini düzelttikten sonra mutfağa ilerledi, Göksel’se onun arkasından bakıp gülümsedi.

Gökhan mutfakta suyu kaynatırken, Göksel de koltuktan kalkıp onun peşinden mutfağa ilerledi. Genç kadın çok sessiz hareket ettiği için Gökhan onu duymadı. Göksel tezgâhın başındaki erkek arkadaşına yaklaştı ve ona arkadan sarıldı.

“Selam,” diye fısıldayan Göksel onu ensesinden öptü. “N’aber?”

“Selam,” dedi Gökhan gülümseyerek. Göğsünde duran Göksel’in eline dokundu. “İyidir, senden n’aber? Görüşmeyeli epey oldu.”

“Aylar, yıllar geçti,” dedi Göksel kıkırdayarak. “Ben de iyiyim.”

Gökhan öpmesi için başını sola çevirip yanağını Göksel’e uzatınca Göksel onun tıraşlı yanağını da öptü.

“Yarın için heyecan var mı?” diye sordu Göksel. “Büyük gün gelip çattı.”

“Olmaz olur mu?” dedi Gökhan. “Çok heyecanlıyım, bir o kadar da sabırsızım. Bir an önce sahneye çıkmak istiyorum.”

“Ben de seni izlemeyi, fotoğraflarını çekmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Harika zaman geçireceğiz.”

“Hiç şüphem yok.”

Göksel yanağını onun omzuna yaslayıp gözlerini kapattı ve genç çift hiç konuşmadan bir süre öylece durdu. Göksel sağ elinin altındaki Gökhan’ın kalbinin atışını avcunda hissediyordu. Genç adam huzurla dolu olduğu için sakin ve normal bir ritimle atan kalbi onu gülümsetiyordu. Gökhan’ın canı onun avcunun içindeydi ve bunu hissetmek Göksel için çok güzel ve eşsiz bir duyguydu.

“Su kaynadı,” dedi Gökhan. “Üçü bir arada mı fındıklı mı?”

“Fındıklı olsun,” diye cevap verdi Göksel. Yanağını onun omzundan ayırıp erkek arkadaşının boynunu öptü. “Aromasını seviyorum.”

“Hayhay, nasıl istersen.”

Gökhan kahve ambalajlarını yırtıp tozu kupalara dökerken ve kupaları suyla doldururken Göksel ondan ayrılmadı. İkisi de hâlinden son derece memnundu.

“Kahveler hazır,” dedi Gökhan. “Sanırım artık ayrılmamız gerekecek.”

“Öyle görünüyor,” dedi Göksel. Ondan yavaşça ayrıldı. “Hadi salona geçelim.”

Gökhan kendi mavi kupasını alırken Göksel’e de Göksel için aldığı papatyalı sarı kupayı verdi. Kupaya bakıp gülümseyen Göksel, Gökhan’ın peşinden salona ilerledi.

“Yine bir şeyler izleyelim mi?” diye sordu Gökhan. “Ne yapmak istersin?”

“Müzik dinleyelim,” diye cevapladı Göksel. “Fonda kısık seste çalsın.”

“Olur. Ne açayım?”

“Ne istersen.”

Kupasını orta sehpaya bırakan Gökhan, bilgisayarından şarkı açtı. Tanıdık gitar melodisini duyan Göksel gülümsedi. Gökhan’ın açtığı şarkı Acil Servis grubunun Bebek adlı parçasıydı.

“Güzel bir seçim,” dedi genç kadın gülümsemeye devam ederken. “Tercihlerine güvenmek hiç hayal kırıklığına uğratmıyor.”

“Şarkı zevkimin güzel olduğunu kabul ediyorum,” diyen Gökhan koltuğa oturdu. “Sen de otursana.”

Göksel kupasını sehpaya koyduktan sonra koltuğa ilerledi ve Gökhan’ın kucağına oturdu.

“Bugün çok tehlikeli sularda yüzüyorsun,” dedi Gökhan derin bakışlarla ona bakarak. “Ama deniz çok hırçın, uyarımı yapayım.”

“İyi bir yüzücüyümdür,” dedi Göksel. Sağ kolunu onun başının arkasından geçirip sol omzuna dokundu. “Bir şey olmaz.”

Gökhan onun sol omzundaki eline kısa bir bakış attıktan sonra genç kadını bacağından kavradı ve iyice kendisine çekti.

“Bunu sarılmamızdan daha çok sevdim,” dedi Gökhan dürüstçe. “Daha yakınız, çok daha yakınız.”

“Ben de seviyorum,” dedi Göksel parmak uçlarıyla onun boynuna dokunarak. “Rahat mısın? Çok ağır mıyım?”

“Kuş kadar bir şeysin, ne ağırı? Ayrıca hayatımda hiç bu kadar rahat olmamıştım.”

“İyi o zaman,” diyen Göksel gövdesini ona yasladı. “Biraz böyle durabiliriz.”

“Sonsuza kadar durabiliriz.”

“Duralım.”

Gökhan, genç kadının yüzüne gelen birkaç tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırarak onun yüzünü tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkardı. Bu masmavi iri gözlere, ince sarı kaşlara, küçük burna ve dolgun pembe dudaklara baktı; ezbere bildiği bu yüzü bir kere daha inceledi. Eğer Gökhan bir ressam olsaydı bu yüzün her bir zerresini atlamadan resmedebilirdi.

“Kahvemi içeyim,” dedi Göksel. “Saatler sekizi geçiyor, çok geçe kalmadan eve dönmem lazım.”

“Gidecek olmanı hatırlatmaz mısın lütfen?” dedi Gökhan. “Daha vaktimiz var.”

“Evet, bir süre daha beraberiz.”

Göksel sehpanın üzerindeki kupasını aldıktan sonra kahvesinden bir yudum içti, Gökhan’sa dikkatle onu izlemekle meşguldü.

“Nasıl olmuş?” diye sordu Gökhan.

“Güzel olmuş,” dedi Göksel ona bakarak. “Ellerine sağlık.”

“Afiyet bal şeker olsun bebeğim.”

“Seninkini de vereyim mi?”

“Sonra içerim, acelesi yok. İki elimi de senden ayırmak istemiyorum.”

Gökhan bir eliyle onun baseninden tutarken diğer eliyle de belini okşuyordu. Genç adam onu sarıp sarmalamıştı.

“Benimkinden içer misin peki?” diye sordu Göksel kupayı ona uzatarak. “Ben içiririm.”

“İşte bu olur,” dedi Gökhan. “Bir tadına bakayım.”

Gökhan, Göksel’in kahvesinden bir yudum içti.

“Şu an kucağımda oturman kadar güzel olmasa da fena olmamış,” dedi Gökhan dudaklarını yalayarak. “Beğendim.”

“Sen bu gece nasıl uyuyacaksın acaba?” diye sordu Göksel. “Yarınki önemli konserden önce evine gelmem pek de iyi bir fikir değildi sanırım.”

“Saçmalama,” dedi Gökhan hemen. “Bebekler gibi mışıl mışıl uyurum ben, sen dert etme.”

“Emin misin?”

“Hı hı, oldukça eminim.”

“İyi bakalım,” dedi Göksel. “Öyle olsun.”

Çalan şarkı bitti ve yenisi çalmaya başladı: Gözlerinden Gökyüzüne.

Göksel’le Gökhan birbirine bakıp gülümsedi ve vokalist şarkıya girince onlar da şarkıyı söylemeye başladı.

“Hem kucağımdasın hem de benimle beraber şarkı söylüyorsun,” dedi Gökhan. “Bugün sana daha ne kadar düşebilirim bilmiyorum.”

“Ah yangınım sana, beni anlasana,” diye nakarata girdi Göksel. “Gözlerinden gökyüzüne / Açılan bir kapının eşiğinden / Durmuşum bakmışım / Seni görünce bir an şaşırmışım / Kalbinin surlarında / Esir düşüp kalmışım burada.”

Göksel kupasını sehpaya bıraktıktan sonra Gökhan’ın kucağından kalktı ve erkek arkadaşının elinden tutup onu da kaldırdı.

“Dans edelim,” dedi Göksel. “Benimle dans eder misin?”

“Büyük bir memnuniyetle,” dedi Gökhan. “Kendimizi müziğe bırakalım ve başka hiçbir şeyi düşünmeden dans edelim.”

İkili salonun ortasında dans etmeye başladı. Onları izleyen hiç kimse yoktu ve onlar da bunun farkında olarak içlerinden geldiği gibi dans ettiler. Göksel kendi etrafında birkaç kez döndüğünde bir an dengesini koruyamadı ama sendelediğinde Gökhan’ın güçlü kolları onu belinden kavrayıp kendisine çekti.

“Dikkat et,” dedi Gökhan gülerek. “Düşüp bir yerlerini incitmeni istemem.”

“Düşmem ki,” dedi Göksel. “Sen tutarsın.”

“Tutarım, her zaman tutarım ama sen yine de dikkat et.”

Sweater Weather’ı açalım. Onunla dans etmek istiyorum.”

“Güzel bir seçim. Açalım.”

Gökhan bilgisayarından Göksel’in dediği şarkıyı açtığında Göksel hemen dans etmeye başladı. Şarkının sahibi grup Göksel’in favorilerinden biriydi, genç kadın her şarkılarını biliyor ve en meşhur şarkıları olan bu parçayı da severek dinliyordu.

“Dünya ellerimin arasında,” dedi kollarını ona saran Gökhan. “Bugün ayrı bir hoşsun.”

“Sen öyle diyorsan,” diyen Göksel onun dudaklarını öptü ve ondan uzaklaşıp dans etmeye devam etti. “Hadi sen de kımılda.”

Genç çift bir yandan şarkıyı söylerken —bazen de söylemeye çalışırken— bir yandan da dans etti. İkisi de oldukça eğleniyor ve bu, yüzlerindeki gülüşlerden açıkça anlaşılıyordu.

Göksel kendi etrafında bir kez döndükten sonra kollarını kaldırıp Gökhan’ın omuzlarına yerleştirdi ve erkek arkadaşına yaklaştı; Gökhan da kollarını onun beline sardı ve genç çift bu şekilde dans etmeye başladı.

“Ritim de yavaşladı,” dedi Gökhan onun gözlerinin içine bakarak. “Bu romantik dansımızla güzel denk geldi. Bilerek mi yaptın?”

“Kendimi bir anda kollarına atasım geldi ama şarkının yavaşlayacağını da biliyordum,” diye yanıtladı Göksel. “Dediğin gibi güzel denk geldi.”

“Seninle evimde, salonumun ortasında dans etmek çok güzel,” dedi Gökhan gülümseyerek. Yüzünü ona yaklaştırıp burnunu Göksel’in küçük burnuna yasladı. “Şu an huzurla dolup taşmış durumdayım.”

“Ben de öyle,” diye fısıldadı Göksel. “Bugün muhteşem zaman geçirdim.”

“Ben de.”

Dudakları birleşti ve sakin ama yoğun bir şekilde öpüşmeye başladılar. Göksel, Gökhan’ın dolgun ve yumuşacık dudaklarını büyük bir sevgiyle öperken Gökhan’sa minik hareketlerle dudaklarını oynatıp daha çok anın tadını çıkarmaya odaklanmış durumdaydı. Âşık olduğu kadın tarafından böylesine güzel ve sevgi dolu öpüldüğü için anın büyüsüne kapılmıştı.

Anahtar sesiyle ikisi de bu büyüden sıyrıldı ve gerçekliğe geri döndü.

“Bakmıyorum,” diye bağırdı Yağız’ın sesi. “Hemen odama geçeceğim, siz hiç rahatsız olmayın.”

Ayakkabılarını ayakkabılığa bırakan Yağız hole yürürken elini yüzüne siper etti ama ufak gözleri parmaklarının arasından etrafı tarıyordu.

“Bakmıyorum,” diye yeniledi genç adam. “Odama geçiyorum.”

Gökhan’la Göksel peş peşe salondan çıktığında Yağız onlara döndü.

“Hoş geldin,” dedi önde duran Gökhan.

“Hoş buldum,” dedi Yağız. “Arkadaşlarımla biraz erken ayrıldık, hava da çok soğuk olunca hemen eve geri döndüm. Daha geç dönerim demiştim ama biraz bölmüş oldum, kusura bakmayın.”

“Ne kusuru? Olur mu öyle şey? Burası senin evin,” dedi Göksel. Başını Gökhan’ın omzuna yaslayıp gülümsedi. “Hoş geldin. Nasılsın?”

“Gökhan bana ölüm bakışları atıyor ama senden bunları duymak iyi oldu. Hoş buldum Gök, iyiyim, senden n’aber?”

“Yok canım, sana öyle gelmiştir,” diyen Göksel, Gökhan’ın omzunu sıktı. “Değil mi hayatım?”

“Tabii tabii,” diye mırıldandı Gökhan. Yağız’a gözlerini kısarak baktı. “Göksel de birazdan gidecekti zaten.”

“Evet, saat de geç oluyor. Sizin de yarın için dinlenmeye ihtiyacınız var.”

“Büyük gün geldi çattı,” dedi Yağız. “Çok heyecanlıyım.”

“Ben de en az sizin kadar heyecanlıyım. Hepimiz için unutulmaz ve güzel bir anı olacak.”

“Çoğu karesi senin gibi muhteşem bir fotoğrafçı tarafından ölümsüzleştirileceği için ayrıca güzel olacak,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. Onun alnına küçük bir buse kondurdu. “İple çekiyorum.”

“Ben de,” dedi Yağız. “Ben bir ellerimi yıkayayım.”

Yağız banyoya ilerlediğinde Gökhan’la Göksel birbirine döndü.

“Basıldık,” diye fısıldadı Göksel ve kıkırdadı. “Anahtar sesini duyunca yüzünde oluşan ifade çok komikti. Yağız hakkında hiç iyi şeyler düşünmediğini anladım.”

“Geç dönerim demişti lavuk,” diye homurdandı Gökhan. “En güzel anımızı böldü. Bir dakika önce gelseydi bu kadar sinir olmazdım ama öpüşmemizin içine etti.”

“Arkadaşlarıyla ayrılınca evine dönmüş çocuk, ne yapsın? Bir şey olmaz.”

“Sen gittikten sonra ben ona gösteririm evi.”

“Sakın,” dedi Göksel uyarı dolu bir sesle. “Sakın çocuğa kızma bak, Yağız’a sorarım.”

“Tamam be. Gidecek misin?”

“Gideyim,” dedi Göksel başını sallayarak. “Saat geç oluyor. Yarın için benim de yapmam gereken hazırlıklar var.”

“Ne gibi?”

“Ekipmanları hazırlayacağım, kendimi hazırlayacağım falan. İş çok.”

“Çok süslenme bak, sahnedeyken dikkatimi dağıtma. Gözlerimi senden alabileyim.”

“Senin gözlerini benden alabilmek gibi bir yeteneğin mi var ki?”

“Bak sen,” diyen Gökhan kollarını onun beline sardı. “İşimi zorlaştırma işte.”

“Söz veremem. Erkek arkadaşımın yeni yıl konseri için incelikle hazırlanacağım.”

“Konserin en güzel kızı olacaksın.”

Öpüştüler. Gökhan devam etmek istedi ama Göksel kendini geri çekti.

“Yağız,” diye hatırlattı genç kadın. “Banyo kapısını açar açmaz bizi dudak dudağa görmesini istemem.”

“Şu an kulağını kapıya yaslamış bizi dinlediğine eminim,” dedi Gökhan. Banyo kapısına kısa bir bakış attı. “Bir rahat vermedi lavuk.”

Yağız kulağını banyo kapısından ayırdıktan sonra kaşlarını çatarak kapıya baktı.

“Şerefsizin gözlerinde lazer var herhâlde,” diye düşündü. “Ama lavuk demek ha, gösteririm ben sana.”

Biraz sonra Yağız banyodan çıktı. Göksel’i montunu giymiş bir şekilde buldu.

“Yarın görüşürüz Yağız,” dedi Göksel. “Sana veda etmeden çıkmak istemedim.”

“İyi yaptın, sağ olasın Gök,” dedi Yağız gülümseyerek. “Görüşmek üzere. Arabanı aşağıda gördüm, dikkatli sür lütfen.”

“Sürerim, düşündüğün için teşekkürler.”

Göksel ayakkabılarını giyerken Gökhan’la Yağız da kapının iç tarafında bekledi.

“İnmemi istemediğine emin misin?” diye sordu Gökhan. “Yolcu edebilirim.”

“Hiç zahmet etme sevgilim,” dedi Göksel doğrulduktan sonra. “Hava çok soğuk zaten, ben de hemen arabaya binip giderim.”

“Peki o zaman.”

Göksel’le Gökhan yanaktan öpüşüp vedalaştılar.

“Varınca haber ver,” dedi Gökhan. “Yarın görüşürüz balım.”

“Veririm,” diye onayladı Göksel. İkisine birden baktı. “Görüşürüz beyler. Kendinize iyi bakın.”

“Görüşürüz Gök,” dedi Yağız. “İyi akşamlar.”

“Size de iyi akşamlar.”

Göksel merdivenlerden inmeye başladığında iki delikanlı da onun arkasından baktı, genç kadının adım sesleri iyice uzaklaştığında birbirlerine dönüp atışmaya başladılar.

“Hani geç dönüyordun lan pezevenk?” dedi Gökhan. “Niye erkenden geldin?”

“Ne erkeni lan?” dedi Yağız. “Saat dokuz oldu, neresi erken? Hem evime gelirken sana mı soracağım?”

“Saat daha sekiz buçuk bile olmadı ve evet, bana soracaksın.”

“Çok fark var,” diye söylendi Yağız. “Ve nah sorarım. Ayrıca salonda olmanız dikkatimden kaçmadı. Aşna fişnenizi senin kişisel alanında yapın, benim de olduğum yerlerden uzak durun.”

“Tamam, bir dahakine sana sorarız.”

“İsabet olur.”

Yağız arkasını dönüp odasına doğru yürümeye başladı. “Bu arada,” dedi olduğu yerde durup. “Kulağımı kapıya yasladığım konusunda haklıydın ve lavuk babandır.”

Gökhan bir kahkaha patlattığında Yağız da güldü.

“Ciğerini biliyorum oğlum ben senin,” dedi Gökhan. “Meraklı Melahat seni.”

“Dedikodumu yapıp yapmadığınızdan emin olmam gerekiyordu,” dedi Yağız. “Ama yapmadınız, aferin.”

“Niye dedikodunu yapalım oğlum? Her şeyi yüzüne söylüyorum zaten.”

“Aferin, böyle devam.”

“Sen ne yaptın?”

“Bizimkilerle goygoyun dibine vurduk. Sana da selamları var.”

“Aleykümselam. Yarın kaçta kalkalım?”

“Çok erken kalkmamıza gerek yok. Bir duş alayım da konuşuruz.”

“Tamam, ben de salonu toplayayım.”

Merdivenköy’le Dervişali arasındaki uzun yolu tamamlayan Göksel nihayet evine ulaştı. Apartman kapısını ve daire kapısını anahtarıyla açtı. Kapıyı açtığında salondan yükselen konuşma seslerini duydu. Akşam yemeğine gelen üst komşuları Aslı ve Hakkı hâlâ evdeydi.

“Göksel?” diye seslendi kapının sesini duyan Güzin. “Sen misin kızım?”

“Ben geldim,” diye onayladı Göksel. Genç kadın salona ilerlediğinde herkesi burada buldu ama hiç beklemediği bir simayı görünce şaşırdı. Emrah da buradaydı. Annesi onun bu akşam burada olmayacağını söylemişti fakat anlaşılan Emrah kararını değiştirmişti. “Herkese iyi akşamlar.”

“İyi akşamlar,” dedi hepsi birden. “Hoş geldin.”

“Asıl siz hoş geldiniz,” dedi Göksel, Demirkan ailesine. “Nasılsınız? Emrah senin gelmeyeceğini duymuştum.”

“Yorulunca eve erken döndüm,” diye cevapladı Emrah. “Yukarı çıkmak yerine de buraya geldim, çok olmadı.”

“İyi yapmışsın,” dedi Göksel gülümseyerek. “Nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Seni gördüğüme sevindim.”

“Ben de öyle. Okul yüzünden pek görüşemiyoruz.”

“Aynen. Bahsi açılmışken okul nasıl gidiyor?”

“Güzel. Derslerim iyi, sosyal hayatım da çok iyi ilerliyor. Sende durumlar nasıl?”

“Sevindim. Bende de iyi, günlerim yoğun geçiyor ama âşık olduğum bölümde okuduğum için yoğunluğu bile güzel geliyor.”

“Son senenin koşturmacası ayrıdır tabii.”

“Öyle denebilir.”

Göksel, Emrah’tan sonra Aslı ve Hakkı ile de sohbet etti. İki taraf birbirinin hâlini hatırını sorup son zamanlarda neler yaptıklarından, hayatın nasıl gittiğinden bahsetti.

“Erkek arkadaşınla berabermişsin,” dedi Aslı. “Gökhan mıydı? Onunla nasıl gidiyor?”

“Evet, Gökhan’ın yanından geliyorum,” diye onayladı Göksel. “İyi gidiyor, çok iyi gidiyor. Çok şükür her şey yolunda.”

“Yarın sınıfça bir yeni yıl programları varmış, annen bahsetti. Sen de gidecekmişsin.”

“Evet, orada olacağım. Hem Gökhan’a eşlik etmiş olacağım hem muhteşem vakit geçireceğim hem de fotoğraf ve video çekeceğim. Dolu dolu bir gün olacak.”

“Ne güzel. Herkes için çok eğlenceli bir etkinlik olacak.”

“Öyle umuyoruz.”

Büyükler yine kendi aralarında sohbet etmeye dalarken Emrah’la Göksel de kendi arasında sohbet etti.

“Kadıköy’de miydiniz?” diye sordu Emrah.

“Evet,” dedi Göksel. “Gökhan oraya beni de alıştırdı.”

Bu doğruydu. Göksel, Gökhan’la tanışmadan önce Kadıköy’e sık gitmezdi fakat Gökhan’la tanıştıktan sonra sık sık gitmeye, orada vakit geçirmeye başlamıştı. Artık sadece Gökhan’la değil, arkadaşlarıyla da gidiyordu ve sahip olduğu mekân bilgisi kendisini de şaşırtıyordu. Genç kadın Kadıköy’ü oldum olası severdi ama kalabalığını çok yorucu bulurdu, bu yüzden sık gitmezdi; şimdiyse orayı kalabalıktan ziyade canlı buluyordu ve o canlılığı seviyordu.

“Kadıköy candır,” dedi Emrah gülümseyerek. “Hele de kalabalık arkadaş grubunla gidiyorsan tadı bir ayrı çıkar.”

“Kesinlikle. İkiniz de biraz sosyalleşmek istediğiniz zaman sevgilinle de keyifli oluyor.”

“Sevgiliyle her şey keyifli oluyor.”

Gülüştüler.

“Haklısın,” dedi Göksel. “Aşk güzel bir şey.”

“Öyle diyorlar,” dedi Emrah kaşlarını biraz kaldırarak. “Henüz aşk diyebileceğim kadar güçlü bir duyguyu kimseye karşı hissetmedim.”

“Bana hissedeceğimi söyleseler de inanmazdım ama yaşıyorum. Neyse bak kendi kendime nazar değdireceğim, en iyisi maşallah deyip susayım.”

“Maşallah,” dedi Emrah gülerek. “Böyle şeyleri gerçekten de dillendirmemek lazım. İnsan kendine nazar değdiriyor.”

“Allah korusun. Neyse, senin günün nasıldı? Sınıf arkadaşlarınla mı beraberdin?”

“Hayır, okul çıkışında spor salonundakilerle buluştuk. Biz de Kadıköy’deydik, bir yerde oturup sohbet muhabbet ettik.”

“Sohbetiniz ağırlıklı olarak spor üzerineydi değil mi?”

“Sayılır,” dedi Emrah gülerek. “Hâliyle en çok spordan konuşuyoruz ama tek konumuz o olmuyor, kafa yapılarımız benzediği için her konudan rahatça konuşabiliyoruz.”

“Bu güzel bir şey.”

“Kesinlikle. Hepsi iyi çocuklar, hepsini seviyorum. Gökhan ne yapıyor?”

“İyi, okul ve iş maratonu arasında yuvarlanıp gidiyor. Son birkaç haftası bu yeni yıl programını hazırlamakla geçti, nihayet yarın sınıf arkadaşlarıyla sahne alacak ve sınıfça hem kendilerine hem de biz izleyicilere muhteşem vakit geçirtecekler.”

“Programın başında o mu vardı?”

“Evet, organizasyondan o sorumluydu. Bu yüzden çok yoğundu, çok da yoruldu fakat bu konser fikrini o kadar sevdi ki programın tüm adımlarını büyük bir heves ve tutkuyla yaptı. Söz konusu müzik olunca yorulsa bile dinlenmeden yola devam ediyor, istediğini elde edene kadar durmuyor.”

“Aşırı tutkulu birine benziyor.”

“Öyle de. Mesela benim tutkum fotoğraf, senin spor; onun da müzik.”

“Onu çok iyi anlıyorum.”

“Ben de öyle. Yarın onu en büyük tutkusunu başarıyla icra ederken izleyeceğim için çok mutluyum.”

“Ben de merak ettim bak, çekeceğin videoları izlemek isterim.”

“Elbette, izletirim.”

“Vakit geç oldu,” dedi Hakkı. “Artık kalkalım. Yarın bizim işimiz, Emrah’ın okulu var; siz de işe gideceksiniz, Göksel’in de programı varmış.”

“Hakkı doğru söylüyor,” diye eşine arka çıktı Aslı. “Bize artık müsaade.”

“Nasıl isterseniz,” dedi Engin. “Yine gelin.”

“Sonraki sefere siz bize gelirsiniz artık.”

“Yılbaşından sonra bir gün ayarlayalım,” dedi Güzin gülümseyerek. “Konuşuruz.”

Hepsi birden ayaklandı ve Dinçerler misafirlerine kapıya kadar eşlik etti.

“İyi ki geldiniz,” dedi Güzin. “Çok güzel bir akşamdı. En kısa zamanda mutlaka tekrarlayalım.”

“Tekrarlayalım,” dedi Aslı gülümseyerek. “Bizim için de çok keyifli bir akşamdı, her şey için teşekkür ederiz.”

“Ne demek,” dedi Engin. “Hepinize iyi akşamlar, görüşmek üzere. Emrah aramıza katılmakla sen de çok iyi ettin.”

“Büyüklerle takılmak bazen keyifli oluyor,” diyen Emrah güldü. Genç adamın kahverengi gözleri kısılırken büyük dişleri de inci gibi parladı. “Size de iyi akşamlar. Görüşürüz Gök.”

“Görüşürüz,” dedi Göksel. “Kendine iyi bak.”

“Sen de.”

Demirkanları uğurlayan Dinçerler salona geri döndü.

“Siz ne yaptınız?” diye sordu Engin.

“Takıldık öyle,” dedi Göksel. “Biraz zaman geçirdik, yarın Gökhanlar sahne alacağı için fazla geçe kalmadan döndüm. Gökhan’ın yapacak işleri var.”

“Çok heyecanlıdır,” dedi Güzin anlayışlı bir sesle. “Yarın büyük gün. Sen de hazırlık yapmayacak mısın?”

“Elbette yapacağım hatta şimdi kalkıyorum, işler beni bekler.”

“Kolay gelsin kuzum.”

“Teşekkür ederim.”

Odasına geçen Göksel, erkek arkadaşına eve geleli biraz olduğuna ama Emrahlar burada olduğu için ona ancak şimdi haber verebildiğine dair bir mesaj attıktan sonra yarın için ekipmanlarını hazırlamaya başladı.

***

Ertesi gün Gökhan’la Yağız sabah 10’da uyandı. Konser akşam 20.00’de başlayacaktı ama gün onlar için çok daha erkenden başladı. Hazırlanıp evden çıktıklarında saatler 11’e geliyordu. İkili yürüyerek Marmaray istasyonuna gitti. Göksel onları Sirkeci istasyonundan alacaktı ve üçlü hep beraber kampüse geçecekti.

“Denizin altındaki bir tünelde olduğumuzu düşünmek beni çok geriyor,” dedi Yağız tren denizin altından karşı yakaya geçerken. “Otobüs ve vapur yapalım, demiştim sana.”

“Otobüs çok dolanıyor,” diye yanıtladı Gökhan. “Vardık sayılır, birazdan ineceğiz. Düşünmemeye çalış.”

“Söylemesi kolay,” diye söylendi Yağız. “Dönüşte hayatta buna binmem.”

“Tamam, o zaman vapura bineriz.”

“Ben zaten bineceğim, sen de istersen benimle gelirsin.”

“Ödlek.”

“Korkmuyorum, sadece geriliyorum.”

“Tabii canım, kesin öyledir.”

“Seni inandırmak gibi bir gayem olduğunu da nereden çıkardın?”

“Sürpriz yumurtadan.”

“Hahaha, çok komik.”

“Korkak tavuğun tekisin ya, yumurtandan çıkardım işte.”

“Şimdi sana bir şey çıkaracağım, göreceksin.”

“Lütfen göster.”

“Ortam müsait değil.”

“Doğru, denizin altındaki bir tüneldeyiz.”

“Yüzeye çıkınca hatırlat da seni Boğaz’ın serin sularına atayım.”

“Bu havada mı? Kasten ve planlayarak adam öldürmekten müebbet yersin valla.”

“Bakıyorum da bir anda hukukçuya dönüştün.”

“Gökhan Uygur; müzisyen, satış danışmanı, gitar öğretmeni ve hukukçu.”

Gülüştüler.

“Tanımasam ne havalı adammış derdim,” dedi Yağız. “Ama işte tanıyorum.”

“Bunu Marmaray’dan korkan sen mi söylüyorsun?” dedi Gökhan gülerek. “Soyadınızı almak için zamanında nüfusa giden dedenin kemikleri sızlıyordur.”

Yağız gür sesiyle kahkaha attığında birkaç göz ona döndü.

“Senin gibi torunun ben diye başlayıp anama bacıma sövüyordur,” dedi Yağız sırıtmaya devam ederken. “Ama ciddi soruyorum: Denizin altına tünel yapmak kimin fikriydi? Hadi yaptınız, camdan yapsaydınız da akvaryum gibi etrafı izleseydik. Böyle kapkaranlık bir tünelin içinde hiçliğe gidiyoruz resmen.”

“Yo, biricik sevgilime ve onun doğup büyüdüğü ilçeye gidiyoruz. Sonra da okula geçip konser vereceğiz.”

“Konser. Bunu hatırlamak iyi geldi.”

“Teşekkür etmene gerek yok.”

Birkaç dakika sonra trenden inmiş ve istasyonun çıkışına doğru yürümeye başlamışlardı. Gökhan telefonu çeker çekmez Göksel’i aradı.

“Efendim?” diye açtı Göksel telefonu. “İndiniz mi?”

“İndik balım,” dedi Gökhan. “Çıkışa doğru yürüyoruz şimdi. Sen neredesin, geldin mi?”

“Varmak üzereyim,” dedi Göksel. “Galata Köprüsü’nün oradayım, biraz trafik var ama birkaç dakikaya orada olurum.”

“Biz de buradan anca çıkarız. İstersen parka yürüyelim, sen bizi caddeden alırsın.”

“Siz oraya yürüyene kadar ben gara varırım, hiç zahmet etmeyin. Tramvayın olduğu caddede bekleyin, sizi aldıktan hemen sonra kampüse doğru devam ederiz.”

“Tamam o zaman bir tanem, biz karşıya geçeriz. Geldiğinde yine ara.”

“Tamam sevgilim, görüşürüz.”

“Görüşürüz.”

Gökhan telefonu kapattıktan sonra yanında yürüyen Yağız’a döndü.

“Galata Köprüsü’nün oradaymış,” diye bilgi verdi. “O trafiği atlatıp gelene kadar biz de caddeye çıkarız, bizi oradan alacak.”

“Olur,” dedi Yağız. “Gidelim.”

İstasyondan çıkan iki delikanlı caddeye ilerledi ve ortasından tramvay yolu geçen caddenin karşısına ilerledi. Fatih her zaman olduğu gibi bugün de çok kalabalıktı ve bu kalabalığın büyük çoğunluğu yabancı turistlerden oluşuyordu.

“Yabancı olan turistler ama buraya her geldiğimde ben yabancı hissediyorum,” dedi Yağız etrafına bakarken. “İpini koparan gelmiş.”

“Şehrin bu kısımları çok güzel,” dedi Gökhan. “Gezip görülecek asıl yerler de burada, normaldir.”

“Çoğunda da fotoğraf makinesi var. Bana bir yerden tanıdık geliyor.”

“Aynı zamanda Fatih’in fotoğrafçı işletmeleri de meşhur,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Göksel’in doğup büyüdüğü ilçeden daha azını beklemezdim.”

“Doğru, bu civarda aşırı fotoğrafçı var. Göksel hepsini biliyordur.”

“Bilmez olur mu? Birkaç kez film yıkatmaya geldik, her seferinde başka fotoğrafçıya götürüp orasıyla ilgili şeyler anlattı. Fotoğrafçılar da onu tanıyor, ayaküstü bayağı sohbet ettiler.”

“Yengeme bak sen, Kadıköy senden soruluyorsa Fatih de ondan soruluyor.”

“Sen benim sevgilimi ne sandın? Genelde sessizdir ama ortak paydada buluştuğu insanların olduğu ortamlarda çok sosyal.”

“Pek çok insan gibi. Kendimizi rahat hissettiğimizde içimizdeki asıl kişiliğimiz de ortaya çıkıyor.”

“Yağız Korkmaz’dan psikolojik tespitler,” dedi Gökhan gülerek. “Çok haklı bir tespit.”

“Bizim de birkaç numaramız var.”

Gökhan’ın telefonu çalmaya başladı. Arayan Göksel’di.

“Efendim?” diye açtı telefonu Gökhan.

“Neredesiniz?” diye sordu Göksel. “Dediğim caddeye döndüm.”

Caddenin ilerisine bakan Gökhan beyaz Hyundai’yi fark etti ve elini havaya kaldırdı. “El sallıyorum,” dedi. “Biraz ilerindeyiz.”

Göksel yolun sağına bakınca el sallayan Gökhan’ı fark etti. “Tamam, gördüm. Geliyorum.”

“Gel bakalım.”

Göksel onların önüne geldiğinde sağa çekti ve kapıların kilidini açtı. Trafik akışı devam ettiği için Gökhan’la Yağız hızlı davrandı ve Gökhan öne, Yağız da arkaya çabucak oturdu.

“Merhaba beyler,” dedi Göksel beklemeden gaza basarken. “Hoş geldiniz.”

“Selam,” dedi Gökhan ona bakarak. Göksel makyajsızdı, üzerinde de dizlerine kadar uzanan siyah bir kaban vardı. Ona uzanıp yanağına küçük bir öpücük kondurdu. “N’aber?”

“İyiyim, senden n’aber?”

“Seni gördüm daha iyi oldum. Makyajını henüz yapmamışsın.”

“Daha çok erken, akşam yaparım. Malzemelerim yanımda.”

“Bu saf güzelliği akşama kadar göreceğim yani? Harika.”

Göksel ona öpücük attı.

“Yağız sen nasılsın?” diye sordu az sonra. “Nasıl gidiyor?”

“Varlığımın farkındaymışsınız, duygulandım,” dedi Yağız.

“Aşk olsun, elbette farkındayız. İki dakika hâl hatır sorduk, sen de hemen alınıyorsun.”

“Hâl hatır sorma ve peşinden hemen aşka gelme desek daha doğru olur ama her neyse. İyiyim, konser için oldukça heyecanlı ve sabırsızım; sen nasılsın Gök?”

“Bende de durumlar aynı. En az sizler kadar heyecanlı olduğumdan emin olabilirsiniz.”

“Bugün herkes için büyük gün.”

“Arkadaşlarınızdan kimler geliyor? Okuldakilerin hepsi gelecek mi?”

“Evet, geliyorlar,” diye onayladı Gökhan. “Kerem, Kuzey, Sarp ve Elçin geliyor; mezunlarımızdan Barış ve Lale de aramızda olacak.”

“Tüm yakın çevren orada olacak yani?” dedi Göksel gülümseyerek. “Çok güzel.”

“Çevremiz,” dedi gövdesini öne uzatan Yağız. “Hepsi benim de yakın arkadaşım.”

“Çevreniz,” diye düzeltti Göksel de. “Sizin için çok özel bir akşam olacak.”

“Kıymetlimiz gibi oldu,” dedi Gökhan, Yağız’a bakarak. Güldü. “Her şeyden kendine pay çıkardığını da fark etmedim sanma.”

Yağız’la Göksel de güldü.

“Yalnız bu kendime pay çıkarabileceğim bir konu,” dedi Yağız. “Hepsi benim de arkadaşım.”

“Tamam be, anladık,” dedi Gökhan. “Bin kere söylemene gerek yok.”

“Söylerim lan, bir milyon kere de söylerim.”

“Balım sağa çeksene, şunu arabadan atalım.”

“Aynen Göksel, sağa çek de bakalım kim kimi atıyor arabadan?”

“Rica etsem ikiniz de susar mısınız?” dedi Göksel. “Çocuk gibi atışıp durmayın yoksa ikinizi birden atarım, okula da nasıl geliyorsanız gelirsiniz.”

“Hep senin yüzünden,” dedi Gökhan, Yağız’a dönerek. “Arıza çıkarıp duruyorsun.”

“Pardon?” dedi Yağız elini gerdanına koyarak. “Beni tersleyen sendin.”

“İlk argoyu kullanan sendin.”

“Rica ettim,” diye yine araya girdi Göksel. “Bu saniyeden sonra tek kelime eden kendini kaldırımda bulur.”

“Öyle olsun,” dedi Gökhan. Başını cama doğru çevirdi. “Sustum.”

“Çok şükür,” dedi Yağız. “Sağ ol yenge. Pardon, Göksel. Dilim sürçtü.”

“Yenge mi?” dedi Göksel sesini şaşkınlıkla biraz yükselterek. “Ne yengesi be?”

Gökhan bir kahkaha patlattı.

“Ya teknik olarak yengemsin işte,” dedi Yağız. “Dalgasına Gökhan’a diyordum da yanlışlıkla sana da demiş oldum.”

“Böyle şeylerin hiç senlik olmadığını söyledim,” dedi Gökhan hemen. “O da tahmin ediyordu zaten ve dalgasına diyordu. Ortada kesinlikle ciddi bir kullanım yok, tamamen geyik.”

“Siz ikiniz arkamdan başka neler konuşuyorsunuz acaba?” dedi Göksel gözlerini kısarak. “Şu an ciddi ciddi ikinizi de arabadan atmayı düşünüyorum. Yenge mi? Nesiniz siz, koğuş ağası mı?”

“Evelallah,” dedi Yağız hemen havaya girerek. Elinde hayali bir tespih çevirmeye başladı. “Bizde yengeye yenge denir.”

“Sağa çekiyorum.”

“Sen de şakadan hiç anlamıyorsun canım.”

“Şakası bile korkunç. Tüylerim ürperdi.”

“Yüz ifadelerin çok komikti, çok eğlendim.”

“Demek öyle. Ben de seni sağda bırakınca oluşacak yüz ifadeni görünce çok eğleneceğim.”

“Tamam, lafımı geri alıyorum ve susuyorum.”

“İsabet olur.”

“Bakıyorum da kendi aranızda da atışmaya başladınız,” dedi gülümseyerek onları izleyen Gökhan.

“Harbiden,” dedi Yağız şaşırarak. “Biz de atışmaya başladık.”

“Öyle oldu,” dedi Göksel. Gülümsedi. “Hemen şımarma. Yenge meselesini daha unutmadım.”

“Ne zaman unutursun?”

“Muhtemelen hiçbir zaman.”

“Sen de mezara mı götüreceksin canım? Alt tarafı kendi aramızda bir geyik yapıyorduk, ciddi bile değildik. Hem bende sana ciddi ciddi yenge diyecek bir karakter mi var? Asıl ben buna alınırım bak.”

“Umuyorum ki yoktur.”

“Elbette yok. Duymamış olayım.”

“İyi o zaman.”

Grup, kampüse sohbete devam ederek vardı. Kampüse giren Göksel arabayı Gökhanların sahne alacağı salonun olduğu binaya doğru sürdü.

“Etraf sakin,” dedi camdan dışarı bakan Gökhan. “Konser saati yaklaşınca buralar insanla dolup taşar.”

“Hayranlarımız gelecek,” dedi Yağız sırıtarak. “Konservatuvar öğrencisi olmanın verdiği havanın haklı gururunu yaşıyorum.”

“Haklısın. Havalı olduğu bir gerçek.”

“Kesinlikle öyle,” diye onlara arka çıktı Göksel. “Genel olarak sanatla ilgili bölümlerde okumak çok havalı bir şey.”

“Sanatın gücü adına!”

Göksel aracı binanın önüne park ettiğinde araçtan indiler. Göksel arka koltuktan kol çantasını ve fotoğraf makinesinin çantasını aldı.

“Hadi gidelim,” dedi Göksel. Gökhan’ın elini tuttu. “Eşyalarımı aldım.”

Hep beraber binanın içine girip konserin yapılacağı salonun bulunduğu ikinci kata çıktılar. Başta binanın girişi olmak üzere birkaç noktasına insanları bilgilendirmek için konserin saati ve salonun bulunduğu katla numarasının yazdığı afişler asılmıştı.

Göksel, Gökhan ve Yağız salona girdiğinde içeride Melek Hoca’yla birkaç kişiyi buldular. Büşra, İpek ve üç öğrenci daha erkenden gelmişti.

“Hoş geldiniz gençler,” dedi sahnedeki Melek Hoca.

“Herkese merhaba,” dedi Gökhan. “Hoş bulduk hocam. Nasılsınız?”

“İyiyim, sizler nasılsınız?”

“Çok heyecanlı ve sabırsızız hocam,” diye yanıtladı Yağız. “Biz erkenciyiz ama siz bizden de erkencisiniz.”

“Erkenden gelip her şeyin yolunda olduğundan emin olmam gerekiyordu. Siz de burada olduğunuza göre her şeyin üzerinden bir kez daha geçebiliriz. Diğerleri gelince de artık son provaya başlarız.”

“Olur hocam,” dedi Gökhan. “Son birkaç saatimiz, her şeyi tamamlayalım.” Göksel’e döndü. “Sen de keyfine bak güzelim. Koltuklardan birine otur, ayakta kalma.”

“Tamam,” dedi Göksel. “Ben de oturmayı düşünüyordum zaten, ayak altında dolaşmak istemem.”

“O ne biçim laf öyle? Duymamış olayım.”

“İyi o zaman. Size kolay gelsin.”

“Sağ ol güzelim.”

Gökhan onun yanağını öptükten sonra Yağız’la beraber sahneye çıktı. Melek’le öğrencileri performansla ilgili konuşmaya girişirken Göksel de fotoğraf makinesini çıkardı ve onu karıştırmaya başladı. Bugün belki de yüzlerce fotoğraf çekecekti fakat fotoğrafların yanında videolar çekmeyi de istiyordu; bu yüzden yedek bataryasını da şarj ederek yanında getirmişti, kameraya da depolama alanı en büyük hafıza kartını takmış ve eğer bunun hafızası dolarsa diye yedek hafıza kartını bile getirmişti. Genç fotoğrafçı bugün için çok hazırlanmış, her ihtimali düşünmüştü.

Göksel başını kaldırdığında Gökhan’la İpek’in konuştuğunu gördü.

“Heyecanın yüzünden okunuyor,” dedi İpek. “Ayrıca kıpır kıpırsın, yerinde duramıyorsun.”

“O kadar belli ediyorum demek,” dedi Gökhan gülerek. “Gerçekten de çok heyecanlıyım. Bugün benim için anlamı büyük bir gün olacak.”

“Konserden başka özel bir nedeni mi var?”

“Bir yorum yapmayayım, akşama görürsün.”

“Yine gizemli takılıyorsun ha? Öyle olsun.”

“Her zaman.”

Gökhan, Göksel’e baktığında onunla göz göze geldi. Göksel gözlerini hafifçe kıstıktan sonra yeniden makinesinin ekranına baktı.

“Bana hiçbir şey söylemedi,” diye düşündü genç kadın. “İlginç. İlk fırsatta sorayım.”

“Pişt,” dedi Gökhan. Sahnede Göksel’in oturduğu yerin önüne ilerlemişti.

Göksel başını kaldırınca erkek arkadaşını tam karşısında buldu.

“Bakışların pek hayra alamet değildi,” dedi Gökhan. “Her şey yolunda mı?”

“Bana bahsetmediğin bir şey mi var?” diye sordu Göksel açıkça. “Bugünün anlamı ne?”

Dizlerini kırarak yere eğilen Gökhan sahneden atladı ve kız arkadaşının yanına ilerledi.

“Bakıyorum da kedi kulakların her şeyi duyuyor,” dedi Gökhan onun yanına oturduktan sonra. “Bir planım var ama kesin bir şey değil, bu yüzden kimseye söylemedim.”

“Ne planı?” diye sordu Göksel kaşlarını kaldırarak. “Konserden bağımsız mı?”

“Pek sayılmaz. Kesin kararımı vermek için akşama kadar vaktim var, o zamana kadar sabırla beklemeni rica edeceğim. Plan gerçekleşirse görürsün zaten, gerçekleşmezse de ne olduğunu söylerim.”

“Kötü bir şey mi? Benimle her şeyi paylaşabilirsin, biliyorsun. Böyle şifreli konuşma lütfen.”

“Biliyorum, elbette biliyorum bal peteğim,” diyen Gökhan onun elini tuttu. “Kötü bir şey değil ama dediğim gibi birkaç saat müsaade et, akşama öğrenirsin.”

“Çok merak ettim ama dediğin gibi olsun,” dedi Göksel zorlamadan. “Ama planın gerçekleşmezse ne olduğunu söyleyeceğine söz ver.”

“Söz veriyorum.”

“Tamam o zaman Bay Gizemli Takılan.”

“Kıskandın mı?” diyen Gökhan’ın yüzüne anında keyifli bir sırıtış yayıldı. “Biraz ters bakıyordun zaten.”

“Bir dönem sevgili olduğunuzu düşününce garip hissettim ama kıskançlık denemez,” dedi Göksel dürüstçe. “Belki biraz rahatsız oldum ama çok az. Gizemli takılıyorsun evet, bunu bilecek kadar seni iyi tanıdığının da farkındayım; sonuçta kaç yıldır tanışıyorsunuz ve bir dönem sevgiliydiniz ama yine de dillendirmesi garip hissettirdi. Gizemliysen bana gizemlisin yani, sadece beni ilgilendirir.”

“Tabii ki sana gizemliyim,” dedi Gökhan ona iyice yaklaşarak. “Bazen gizemli takıldığımı beni tanıyan herkes bilir, devlet sırrı değil. Beni kıskanman biraz hoşuma gitti ama eğer bu sana kötü hissettiriyorsa bu durumu hemen çözmem gerekir.”

“Sizi konuşurken görünce belki biraz hissettim ama bu dediklerinden sonra çok iyi hissediyorum. Çok tatlısın, seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum.”

Gökhan onun dudaklarına hızlı bir buse kondurdu.

“Anlaştıysak sahneye geri dönüyorum?” dedi Gökhan. “Yapacak işlerim var.”

“Anlaştık,” dedi Göksel gülümseyerek. “Kolay gelsin.”

“Sağ ol balım.”

Gökhan sahneye dönerken Göksel onun arkasından gülümseyerek baktı. Erkek arkadaşının sahneye çıkıp diğerlerinin yanına ilerlemesini ve onlarla konuşmasını izledi. Dakikalar ilerledikçe diğer öğrenciler de geldi ve ekip kısa süre içinde tamamlandı. Melek Hoca hepsiyle tek tek konuşup sohbet ettikten sonra genel bir konuşma da yaptı. Onu en ön sıradaki koltukların birinde oturan Göksel de dinledi. Genç kadın burada olmayı kesinlikle sevmişti.

“Eğer hepiniz hazırsanız son provamıza başlayabiliriz,” dedi Melek. “Bu provadan sonra bu şarkıları bir kez daha söylediğinizde karşınızda yüzlerce izleyiciniz olacak.”

“Yüzlerce izleyici,” diye düşündü Gökhan. Gözlerini salonda gezdirdi. “Burası insanla dolup taşacak.”

Genç adam derin bir nefes aldı.

“Hazırız hocam,” dedi az sonra. “Seslerimizi açtıktan ve vücutlarımızı ısıttıktan sonra başlayabiliriz.”

“Aferin, önce ısınma,” dedi Melek. “Hadi bakalım işe koyulma vakti.”

Hepsi ses açma ve enstrümanlarını çalmaya başlamadan önce kullanacakları uzuvlarını ısıtma egzersizlerini yaptıktan sonra provaya geçtiler. Sahne boşaltıldı ve Gökhan perde arkasından çıkıp açılış konuşmasını yapmak üzere ortada duran mikrofona ilerledi. Genç adam başıyla Göksel’i selamladığında Göksel de ona bir gülümseme gönderdi ve kamerasını çıkarıp, Gökhan konuşmasını yaparken onun birkaç fotoğrafını çekti.

“İyi eğlenceler,” diye konuşmasını bitiren Gökhan başıyla tek seyircilerini selamladı, gülümsedi ve hemen ardından perde arkasından öğrenciler çıkarak yerlerine geçti.

Sınıfın son provası da oldukça başarılı ve sorunsuz geçti. Akşamki konser için artık tam olarak hazır durumdaydılar.

Saatler yaklaşınca sahne arkasında bir hazırlık telaşı başladı. Gökhan’la Yağız üzerini değiştirmek için içerideydi, Göksel de onları bekliyordu.

Perdenin arkasında mavi kotunu giyen Gökhan üzerine de yarım kollu beyaz gömleğini giydi fakat düğmelerini bağlamaya başlamadan Yağız seslendi:

“Gökhan yaşıyor musun lan? İki saat oldu, ne yapıyorsun bunca zamandır?”

“Abart,” diye cevap verdi Gökhan. “Sen ışık hızıyla giyinmişsin.”

“Yo, gayet normal bir sürede giyindim; yavaş olan sensin.”

Gökhan perdeyi açtığında Yağız’ı karşısında, Göksel’i de çaprazdaki sandalyede otururken buldu. Gökhan’ı üstü çıplak gören Göksel erkek arkadaşını aceleci olmayan bakışlarla süzdü. Gökhan bu konser için birkaç haftadır yediklerine dikkat ediyor ve vücudunu biraz da olsa şekle sokmak için spor yapıyordu. Genç adamın uğraşları sonuç da vermişti; Gökhan’ın ufak göbeği yerini düz ve sıkı bir karna bırakmış, hâlihazırda yapılı ve kaslı olan omuzlarıyla kolları da daha gelişmiş bir görüntüye kavuşmuştu.

Göksel yutkundu.

“Niye taciz ediyorsun oğlum beni?” dedi Gökhan. “Giyiniyorum işte.”

“Daha gömleğinin düğmelerini bile bağlamamışsın,” dedi Yağız onun üstüne şöyle bir bakarak. “Şovunu yaptıysan düğmelerini bağlayabilirsin. Bu kadar erkek vücudu gördüğüm yeter.”

“Görmek istemiyorsan bakma,” diyen Gökhan, Göksel’e doğru ilerledi. “N’aber?”

“İyiyim,” diye yanıtladı Göksel. Sen karşımda böyle dururken nasıl iyi olmam ki? İyiyim, çok iyiyim, harikayım. “Senden n’aber?”

“Seni gördüm daha iyi oldum. İçeride gerçekten çok uzun süredir mi duruyorum?”

“Yo, Yağız’ın aceleciliği.”

“Duydun mu?” dedi Gökhan sesini yükselterek. “Sen aceleci davranıyorsun.”

“Davranırım,” diye karşılık verdi Yağız. “Daha saçını şekillendireceksin. Bzimkiler gelmek üzeredir, onları da görmemiz lazım.”

“Sen bana laf yetiştirene kadar kendin hazırlan.”

“Ben çabuk hazırlanırım.”

“Ben de.”

“Tabii canım, çok belli.”

“Uğraşma benimle.”

“Uğraşırım.”

Yağız saçlarını yapmak için masaların olduğu tarafa ilerlediğinde Göksel’le Gökhan yalnız kaldı.

“Sonunda rahat verdi manyak herif,” dedi Gökhan onun arkasından bakarak. Önüne dönüp Göksel’e baktı. “Bırakmadı ki düğmelerimi bağlayayım.”

“Alacaklı gibi kapıya dayandı,” dedi Göksel. Kıkırdadı. “Düğmelerini bağla hadi, daha işin çok.”

“Bağlayayım bakalım. Son kararın mı?”

“Başka bir kararım yok ki.”

“Bakışların öyle demiyor ama yemiş gibi yapayım.”

Göksel kızardığında Gökhan sırıttı ve sırıtmaya devam ederek düğmelerini bağladı. Bu durumun ne kadar hoşuna gittiğini açıkça belli ediyordu.

Gökhan giyinme faslını bitirince Göksel onu baştan aşağı süzdü. Genç adam vücuduna tam oturan beyaz gömleği, uzun ince bacaklarını saran mavi kotu ve ince belini iyice ortaya çıkaran gümüş tokalı siyah deri kemerinin içinde baş döndürücü görünüyordu.

“Nasılım?” diye sordu Gökhan.

“Harika görünüyorsun,” dedi Göksel. Ayağa kalkıp onun karşısında dikildi. “Hadi saçlarını hallet, ben de sana mini bir bakım yapayım.”

“Ne bakımı?”

“Nemlendirici sürerim.”

“Evden çıkmadan sürmüştüm.”

“Evden çıkalı kaç saat oldu?”

“Doğru, haklısın. Sür bakalım.”

“O zaman geçelim mi?”

“Geçelim,” diyen Gökhan ona iyice yaklaştı. “Ama önce öpeyim mi?”

“Bazen öpmeden önce sorman çok hoşuma gidiyor, biliyor musun? Gözüme çok masum görünüyorsun.”

“Seni öperken aklımdan geçenleri bilseydin kesinlikle böyle düşünmezdin.”

“Orasını karıştırma.”

Gökhan güldüğünde nane kokan nefesi Göksel’in dudaklarına çarptı.

“Gökhan!” diye bağırdı Yağız içeriden. “Gömleğin düğmelerini bağlayacaksın, en baştan gömlek dikmeyeceksin. Gel buraya.”

“Hay ben senin!” diye homurdandı Gökhan. Devamını o da bağırarak söyledi: “Geliyorum, patlama.”

“Çok emin değilim ama Yağız biraz gergin sanırım,” dedi Göksel. “Nedense öyle hissettim.”

Gökhan yüksek sesle kahkaha atarken Göksel de güldü.

“Özel gününde olabilir,” dedi Gökhan sırıtarak. “Bu yüzden hemencecik öpüşelim ve içeri geçelim.”

Genç çift öpüşürken Göksel ellerini onun göğüslerine yasladı ve parmaklarıyla ellerinin altındaki sert kas kütlesini okşadı.

“Son kararını gözden geçireceksin sanırım?” dedi alnını onun alnına yaslayan Gökhan. “Öyle anladım.”

“Eğer hemen şimdi içeri geçmezsek Yağız’ın senin hakkında vereceği karar senin sonun olacak,” dedi Göksel. “Hadi gidelim.”

“Adama bak ya, kara kedi gibi aramıza girdi lavuk.”

“Bizim aramıza kimse giremez.”

“Lafın gelişi canım, elbette kimse giremez. Neyse Yağız beni mezara sokmadan gidelim.”

Gökhan saçlarını şekillendirmeden önce Göksel ona kendi nemlendiricisi ve dudak kreminden sürdü. Genç adamın yüzü bir anda canlandı.

“Güzel kremmiş,” dedi aynadan kendine bakan Gökhan. “Ben de alayım bundan.”

“Birkaç saatlik durumuna bak da beğenirsen ben sana hediye ederim,” dedi Göksel. “Sen saçlarını şekillendirirken ben de makyajımı yapayım.”

“Tamam balım.”

Göksel kimseyi rahatsız etmemek için bir köşede hazırlanmaya başladı. Genç kadın makyajına devam ederken Yağız’la Gökhan’ın işi bitti ve iki arkadaş gelenlere bakmak için dışarı çıktı. Onlar içeri girerken de insanlar vardı fakat içeride oldukları sürede salondaki insan sayısı birkaç kat artmıştı. Henüz konserin başlamasına bir saat kadar olsa da salon şimdiden dolmuş sayılırdı.

“Meşhur olduk,” dedi Yağız omzuyla Gökhan’ı dürterek. “Şu kalabalığa bak.”

“Duyan gelmiş,” dedi Gökhan. “Hadi bizimkileri bulalım.”

Gökhanlar arkadaşlarını orta sıralarda otururken buldu. Kerem, Barış, Sarp, Kuzey, Elçin ve Lale buradaydı. Tek tek görüştüler ve birbirlerinin hâlini hatırını sordular.

“İkiniz de jilet gibi olmuşsunuz,” dedi Elçin. “Anlaşılan perde arkasında hummalı bir hazırlık yapılmış.”

“Öyle oldu,” dedi Yağız gülerek. O da siyah bir gömlekle lacivert kot giymiş, çene hizasını geçen saçlarını özenle şekillendirmişti. “Teşekkür ederiz.”

“Göksel nerede?” diye sordu Lale.

“Sahne arkasında makyajını yapıyor,” diye yanıtladı Gökhan. “Birazdan gelir.”

“Beraber mi geldiniz?”

“Evet, bizi Sirkeci’den aldı.”

“Bugün onun için de yoğun bir gün olmuş desene.”

“Öyle oldu ama kendisi istedi, bize eşlik etmeyi seviyor.”

“Tabii sen de onun sana eşlik etmesini seviyorsun,” dedi Kerem gülümseyerek. “Özellikle de böyle özel bir günde.”

“Aynen öyle,” diye ona katıldı Gökhan. “Bu arada iki kişi için yer rezerve etme hakkım vardı, senin için en önde yer ayırttım. Göksel’le yan yana oturacaksınız.”

“Harbi mi?” dedi Kerem sevinçle. “Adamsın be.”

“Bizim başımız kel mi lan?” dedi Kuzey. “Bize niye yer ayırtmadın? En ön olmasına gerek yok, ikinci ya da üçüncü sıra da olabilirdi.”

“Konserin tadını çıkarmaya bak be oğlum,” dedi Gökhan. “Yerin o kadar da önemi yok. Kerem provalarımıza bile geldi, bu konseri en önde izlemeyi hak etti.”

“Bir tanesin Gök,” dedi Kerem onun omzunu sıkarak. “Teşekkür ederim. Zaten çok güzel bir akşam olacaktı, şimdi muhteşem bir akşam olacak. Kendimi VIP seyirci gibi hissettim.”

“Bu akşam öylesin,” dedi Gökhan gülümseyerek. “İmza da ister misin?”

Gülüştüler.

Makyajını bitirip saçlarını da şöyle bir düzelten Göksel boy aynasında kendine baktı. Dizlerinin bir karış üstünde biten askılı siyah elbisesinin eteklerini düzeltti. Genç kadın askılı siyah elbise ve siyah deri botlarla sade bir şıklık yakalamıştı.

Sahne arkasından çıkan Göksel kalabalığı görünce ağzı açık kaldı. Her yer insanlarla doluydu ve yeni simalar salonun kapısından içeri girmeye devam ediyordu. Biraz sonra kimsenin ayakta durmaya bile yer bulamayacağını düşündü.

Mavi gözlerini salonda gezdiren Göksel, orta tarafta duran Gökhanları fark etti ve onların yanına gitti. Onların yanına vardığında grup gülüşüyordu.

“Selam Gök,” dedi onu fark eden Elçin. “Çok güzel olmuşsun.”

Gökhan omzunun üstünden arkasına baktığında birkaç adım gerideki Göksel’i gördü. Genç kadını süzerken vücudunu yavaşça ona çevirdi. Onun ne giydiğini biliyordu, genç kadın tüm gün bu kıyafetlerin içindeydi fakat şimdi makyaj eklenince kombini tamamlanmıştı ve genç kadın büyüleyici görünüyordu.

“Merhaba,” dedi Göksel gülümseyerek. “Teşekkür ederim. Hepiniz hoş geldiniz.”

Göksel hepsiyle tek tek tokalaştı, kızlarla da yanaktan öpüştü.

“Nasılsın?” diye sordu Lale.

“İyiyim, teşekkür ederim,” dedi Göksel. “Sen nasılsın? Nasıl gidiyor?”

“Ben de iyiyim. İş çıkışı hemen buraya geldim, zaten cuma olduğu için haftaya ve elbette seneye güzel bir kapanış olur diye düşündüm.”

“İyi düşünmüşsün, ayaklarına sağlık. Hepinizin ayaklarına sağlık.”

“Konser var dediler geldik,” dedi Kuzey. “Konservatuvar öğrencilerini izleme fırsatı kaçmaz. Zaten gördüğünüz üzere duyan gelmiş.”

“Bu konser elbette kaçmaz,” dedi Barış. “Bu kadar eğitimli kişiler nadiren bir arada bulunuyor.”

“Utandırıyorsunuz beyler,” dedi Yağız. “Şımarırız bak.”

“Gayet de haklılar,” dedi Sarp. “Canavar gibisiniz.”

“Eyvallah biraderlerim. Sizinle sohbete doyum olmaz ama biz sahne arkasına dönsek iyi olacak.”

“Dönün tabii,” diyen Barış saatini kontrol etti. “Saat çok yaklaşmış, son bir kez her şeyi kontrol edersiniz.”

“Aynen öyle,” dedi Gökhan. “Hepinize iyi eğlenceler. Konser bitişinde görüşürüz.”

“Görüşürüz kardeşim. Bol şans.”

“Eyvallah.”

Gökhan onlara veda ettikten sonra Göksel’le beraber birkaç adım ilerlediler.

“Sen geç,” dedi Gökhan, Yağız’a. “Ben de geliyorum.”

“Tamam,” dedi Yağız. “Görüşürüz.”

Yağız sahneye ilerlerken Gökhan’la Göksel yalnız kaldı.

“Ne zamandır beklediğimiz o an gelip çattı,” dedi Göksel erkek arkadaşının yüzüne bakarak. Gülümsedi. “Bol şans hayatım.”

“Teşekkür ederim bal peteğim,” diyen Gökhan onun ellerini tuttu. “Hemen karşımda olacağını bilmek çok güzel. Bu geceyi daha da özel kılacaksın.”

“Çok tatlısın.”

Göksel onun yanağına bir öpücük kondurdu.

“Şans öpücüğümü de aldığıma göre gidebilirim,” dedi Gökhan. “Seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum.”

Gökhan da onun yanağını öptükten sonra sahneye ilerledi. Olduğu yerde duran Göksel onun arkasından baktıktan sonra gülümsedi.

“Sahneye çıkmayı özledim,” dedi Sarp.

“Daha geçen hafta sonu sahnedeydik,” dedi Barış. “Ama haklısın, ben de özledim. Sahneye çıkmak insanda bağımlılık yapıyor.”

“Bağımlılık mı?” dedi Lale şaşırarak. “Düşüncesi bile anksiyetemi artırıyor. Hiç benlik bir şey değil.”

“Ben senin yerine de çıkarım bebeğim,” dedi Sarp kolunu onun beline sarıp kız arkadaşını kendine çekerek. “Sen de sahnenin karşısında beni izliyor ve büyülüyor olursun.”

“Üstüme iyilik sağlık, böyle romantik konuşmak bir anda nereden esti? Pek konuşmazsın.”

“Aşk olsun, gayet romantik bir erkek arkadaşım.”

“Tabii canım, ne demezsin. Bazen romantik olduğun doğru ama bazen.”

“Yapım böyle, ne yapayım? Bence az olması bunu daha da değerli kılıyor.”

“Öyle mi dersin?”

“Dedim bile.”

Öpüştüler.

“Aşka gelmeyen bir siz kaldınız,” dedi Kuzey, Barış ve Elçin’e bakarak. “Siz de sakın gelmeyin. Saplığımı yüzüme daha çok vurmayın.”

“Tamam tamam, ağlama,” dedi Barış gülerek. “Aşka gelmeyiz.”

“Bunda ne buluyorsun ya? Hödüğün teki valla, görüyorsun.”

“Hiç de bile,” dedi Elçin hemen. “Dünyanın en tatlı, en ince, en kibar, en hoş erkeği olur kendisi.”

“Ben de en sap, en yalnız erkeğiyim.”

“Bence olayı fazla dramatize ediyorsun,” diye bir yorumda bulundu Göksel. “Bak, Kerem’in de hayatında kimse yok ama hiçbir şey demiyor.”

“Ben mi?” dedi Kerem. “Böyle şeylere hiç takılmam. Hayatımdan gayet memnun olduğum bir dönemdeyim zaten.”

“Ben de yakın zamanda reddedilene kadar hayatımdan memnundum,” dedi Kuzey. “Ama reddedildikten sonra travmatize oldum resmen.”

“İki ay oldu lan,” dedi Barış. “Daha ne kadar üzüleceksin? İlla üzüleceksen kıza üzül, senin gibisini hayatta bulamaz diye.”

“Adamsın lan, eyvallah. Elçin sen az önce dediğimi boş ver, bunu nikâh masasına götür. Sakın kaçırma bak.”

“Kaçırmak gibi bir niyetim hiç yok zaten,” dedi Elçin gülümseyerek. Barış’ın koluna girdi. “Buldum, bırakmam.”

“Bak sen,” dedi Barış gülümseyerek ona bakarken. Kız arkadaşının kumral saçlarını öptü. “Ben hiç bırakmam.”

Onları izleyen Göksel’in yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Onların ilişkisini seviyordu.

“Göksel istersen yerlerimize geçelim,” dedi Kerem. “Saat yaklaşıyor, başlamasını yerimizde bekleriz.”

“Olur, geçelim,” dedi Göksel. “Size iyi eğlenceler gençler. Çıkışta görüşürüz.”

“Size de iyi eğlenceler,” dedi Elçin. “Görüşürüz.”

Kerem koltukların arasından koridora, Göksel’in yanına çıktı ve ikili yan yana sahneye doğru yürümeye başladı.

“Nasılsın?” diye sordu Kerem, Göksel’e bakarak. “Nasıl gidiyor?”

“İyiyim, teşekkür ederim,” dedi Göksel de ona dönerek. “Her şey yolunda çok şükür, iyi gidiyor. Sen nasılsın?”

“Bunu duyduğuma sevindim. Ben de iyiyim, okul koşuşturmacası içindeyim ama okulda da özel hayatımda da her şey tıkırında ilerliyor.”

“Ne güzel, ben de senin adına sevindim. Dersten çıkıp geldin değil mi?”

“Aynen, ders çıkışı arkadaşlarla bir kahve içtikten sonra buraya geçtim. Onlar da gelebileceklerini söylediler ama henüz sesleri çıkmadı.”

“Artık gelseler de yer bulamazlar gibi duruyor.”

“Evet, öyle görünüyor. Artık ancak ayakta izleyebilirler.”

“Okullardaki böyle etkinlikler aşırı kalabalık oluyor, bizim okulda da durumlar çok benzer.”

“Hâliyle. Bir de konservatuvar öğrencileri olunca ilgi daha çok oldu, herkes ne kadar iyi olduklarını biliyor.”

“Hepsi olağanüstü müzisyenler.”

“Kesinlikle öyleler.”

Gösterinin başlamasına birkaç dakika kala sahne arkasındaki müzik öğrencileri bir çember oluşturacak şekilde toplandı.

“Beklediğimiz o an gelip çattı,” dedi Gökhan. “Çok çalıştık, tüm provalarda muhteşem iş çıkardık ve bu akşam daha da iyisini yapacağımızı biliyoruz. Hadi sahneye çıkıp en sevdiğimiz ve en iyi yaptığımız şeyi yapalım arkadaşlar.”

Ellerini ortada birleştiren grup bir tezahürat yaptı.

Saatler 20.00’yi gösterdiğinde salonun içindeki ışıklar kapandı, yalnızca merdivenlerin kenarındaki aydınlatmalar açık bırakıldı ve sahne ön plana çıkarıldı. Sahnede koronun duracağı basamaklar, mikrofon ayakları, öğrencilerin oturacakları sandalyelerle önlerindeki nota sehpaları ve enstrümanları duruyordu.

Sahnenin ortasındaki ışık yandığında salondaki sesler büyük oranda sustu ve herkesin dikkati sahneye çevrildi. Sadece saniyeler sonra Gökhan ortaya çıkarak ortadaki mikrofon ayağına ilerledi. Bakışlarını tıka basa dolu salonda gezdiren genç adam gülümsedi.

“Müzik bölümü son sınıf öğrencileri olarak hazırladığımız gösterimize hoş geldiniz,” diye konuşmaya başladı Gökhan. Haftalar önce hazırladığı bu konuşmayı seyircileri önünde nihayet yapabildiği için mutluydu. “Başlamadan önce gösteri fikrini öne süren ve tüm bu süreçte bizimle beraber canla başla çalışan bölümümüz öğretim görevlisi Melek Hoca'mıza tüm arkadaşlarım adına teşekkür etmek istiyorum. Okulun ilk gününden itibaren engin bilgileriyle bize çok şey katan tüm hocalarımıza da teşekkürü bir borç bilirim. Yeni bir yıla giriyoruz, ben ve arkadaşlarım içinse yepyeni bir yıl olacak çünkü umuyorum ki bir terslik çıkmadığı takdirde hepimiz mezun olacağız ve öğrencilik hayatımızı bitirip hayatlarımızın yeni dönemine başlayacağız. Konservatuvarı kazanmak hepimiz için zorlu bir süreçti; sizlerin de tahmin edeceği üzere bunun için yıllarımızı verdik ve şu an kazanmak için canla başla, gecemizi gündüzümüze katarak çalıştığımız bölümde son senemizde olmak, hep beraber gireceğimiz son yıl için bir program organize etmek hepimiz için hem oldukça eğlenceli hem de anlamlı ve duygusal oldu. Şu an geriye dönüp baktığımda yalnızca güzel anılar görüyorum, gülümsemeler ve kahkahalar görüyorum ve bu dört seneyi, bu dört senede hayatıma giren güzel insanları ömrümün sonuna kadar sevgiyle hatırlayacağım. Bugüne dönecek olursam müzik bölümü olarak hep beraber böyle bir organizasyon içinde yer almak, muhteşem hocalar tarafından eğitilen genç müzisyenler olarak birlikte çalışmak bizim için eşsiz bir deneyimdi; umarım siz değerli seyircilerimiz için de oldukça keyifli bir gösteri olur. Bizi izlemek için zaman ayırdığınız, buraya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. İyi eğlenceler.”

Genç müzisyen konuşmasını bitirince akşamın ilk alkış tufanı yaşandı. Gökhan konuşurken onun birkaç fotoğrafını çeken Göksel de kamerasını kucağına koyup erkek arkadaşını gururla alkışladı.

Sınıfın kalanı da perde arkasından çıkıp seyircileri selamladıktan sonra yerlerine geçti. Boş olan sahne bir anda canlanırken Göksel bir fotoğraf daha çekti.

Herkes hazır olduğunda İpek kemanıyla akşamın ilk şarkısı Bu Son Olsun’un açılışını yaptı.

“Bugün sen çok gençsin yavrum,” diye şarkıya giren Gökhan’ın sesi tertemiz ve kusursuz çıkıyordu. “Hayat ümit, neşe dolu / Mutlu günler vadediyor / Sana yıllar ömür boyu.”

Gökhan yerinde yavaşça dans etmeye başladığında salonun içi de hareketlendi ve seyirciler ona eşlik etmeye başladı. Yüzlerce kişinin kendisine eşlik ettiğini gören Gökhan’ın yüzü gülüyordu.

“Ne yalnızlık ne de yalan / Üzmesin seni / Doğarken ağladı insan / Bu son olsun, bu son.”

En önde, Gökhan’ın hemen karşısında oturan Göksel’le Kerem de Gökhan’a eşlik edenler arasındaydı. İkisi de yüzlerindeki gururlu gülümsemeyle ona eşlik ederken oldukça keyifli görünüyordu.

Şarkının son kısmında Gökhan, Karaca gibi olağanüstü bir performans sergileyip hacimli ve bıçak gibi keskin bir sesle şarkıyı söylerken arkasındaki koroyla önündeki seyirciler ona eşlik ediyordu. Salondakiler şarkının kapanışını hep birlikte yaptıktan sonra içeride yine bir alkış tufanı koptu.

“Teşekkür ederiz,” dedi Gökhan gülerek. “Sağ olun.”

Sıradaki şarkı Şanıma İnanma için bir kız öğrenci ortadaki mikrofonun başına geçerken Gökhan da akustik gitarını alarak soldaki mikrofon ayağına ilerledi. Gökhan’la Yağız şarkının gitar girişini yaptıktan sonra kız öğrenci de şarkıya girdi. Salondakiler yine gür bir sesle onlara eşlik ediyordu.

“Buradan çıktığımızda bir süre hiçbir şey duyamayacağız,” dedi Kerem, Göksel’in kulağına yaklaşıp. “Benden söylemesi.”

“Bir şey olmaz,” dedi Göksel biraz bağırarak. “O kadar eğleniyorum ki hiç önemi yok.”

Şarkının geçiş kısmı geldiğinde sahnedekiler yine muhteşem bir performans sergiliyordu. Enstrümanların birbirine karışan sesleri dinleyenlere bir müzik ziyafeti yaşatıyordu. Öğrenciler bu şarkıyı da kusursuz bir şekilde çalıp söylediğinde içeride tekrardan bir alkış tufanı koptu.

Akustik gitarların yerini elektro gitarlar aldıktan hemen sonra sahnedekiler hiç beklemeden akşamın üçüncü şarkısı Ben Şarkımı Söylerken’e girdiler. Onlar üçüncü şarkıyı çalarken hâlâ daha salona girenler vardı. Bu yeni yıl konserine olan ilgi çok fazlaydı.

“Ben şarkımı söylerken istersen sesi açarsın,” diye başlayan nakaratta Gökhan, vokalist kıza eşlik ediyordu. Sesi yine duygu doluydu. “İstersen kısıp bunu da yok sayarsın / Kim bilir belki gülümser belki ağlarsın / Yüreğimdeki sesleri susturamazsın.”

“Her seferinde tüylerim diken diken oluyor,” dedi Kerem. “Kızın sesi çok iyi, Gökhan da çok duygulu söylüyor.”

“Böyle bir şarkıyı duygulu söylememesi mümkün mü?” dedi Göksel buruk bir yüz ifadesiyle. “Onun için yazılmış sanki.”

Sahnedekiler performansıyla sahneyi yıkıp geçti, seyirciler de alkışlarıyla salonu inletti.

“Teşekkür ederiz,” dedi kız öğrenci gülümseyerek. “Alkışlayan elleriniz dert görmesin.”

Konser hız kesmeden devam etti. Sonraki dört şarkıda hep beraber performans sergileyen müzik öğrencileri Büşra ve İpek’in iki parçalık küçük performansları için sahneyi boşalttı. Büşra piyano başındaydı, İpek de sandalyede çellosuyla oturuyordu; iki başarılı ve yetenekli kız öğrenci önce Reflections, sonra da Field parçalarını çalarak dinleyicilerine bir müzik ziyafeti yaşattı. Onlar kendilerini çaldıkları müziğe adamış performans sergilerken Göksel fotoğraflarını çekti, performanslarının bir kısmını da videoya aldı.

Bu iki parça boyunca salonun içi oldukça sessizdi. İçerideki herkes insanın ruhunu besleyen bu iki eseri sessizce dinledi ve kendilerini yatıştırmasına izin verdi. Seyircileri onları iki parçanın sonunda da coşkuyla alkışladı, ikinci parçadan sonra ayağa kalkan Büşra’yla İpek yan yana durarak onlara reverans yaptı.

“Bulutların üstüne çıkıp geldim,” dedi Kerem. “Kutsanmış hissediyorum.”

“Ben de öyle,” dedi Göksel. “Çok iyi geldi. İkisinin de eline, yüreğine sağlık.”

Büşra’yla İpek sahnedeyken Gökhan sahne arkasında Melek hocayla konuştu.

“Son kararımı verdim,” dedi Gökhan. “Şarkıyı söyleyeceğim.”

“Gerçekten mi?” dedi Melek ince kaşlarını kaldırarak. “Şu ana kadar sesin sedan çıkmayınca vazgeçtiğini düşünmüştüm, bu yüzden de bir şey dememiştim.”

“Düşünüyordum, kafamda tartıyordum.”

“Ve kararını verdin.”

“Verdim. Kendi şarkılarımdan birini söyleyeceğim.”

“Sabırsızlıkla bekliyorum. Senin gibi muhteşem bir müzisyen ortaya harika bir parça çıkartmış olmalı.”

“Sağ olun hocam, inancınız çok kıymetli. Bohemian Rhapsody’den sonra söyleyebilirim değil mi?”

“Elbette, ne zaman istersen. Sahneyle ilgili yardımcı olabileceğim bir konu var mı?”

“Akustik gitarımla mikrofon yeterli olacak, teşekkür ederim.”

“Tamam. Yapabileceğim başka bir şey var mı?”

“Aslında arkadaşlara ufak bir bilgilendirme yaparsanız çok iyi olurdu.”

“Olmuş bil.”

Kızların performansından sonra sahne yeniden kalabalıklaştı. Gökhan, Yağız ve performans sergileyecek diğer öğrenciler tekrardan sahneye çıktı. Bundan sonraki iki şarkı Yağız’ın söyleyeceği Mavi Duvar ve En Güzel Günüm Gecem parçalarıydı. Herkes yerini aldığında ve hazır olduğunda şarkıya girdiler. Büşra piyanoyla girişi yaptıktan sonra Yağız şarkıyı söylemeye başladı. Genç müzisyenin sesi pırıl pırıl parlıyordu, sesinde tek bir pürüz bile yoktu ve bu duygusal şarkıyı söylerken takındığı hüzünlü yüz ifadesi performansını bir üst noktaya taşıyordu.

“Birden çıktım viraneden, koşa koşa indim kumsala,” kısmında şarkı hareketleniyordu. Yağız ve Gökhan bir yandan şarkıyı söylerken bir yandan da elektro gitarlarını çalıyordu. İkisi de usta şarkıcılar, usta gitaristlerdi ve onları birlikte dinlemek seyirciler için güzel bir deneyimdi. “Acı acı sövdüm sonra, yüzümü kırbaçlayan rüzgâra.”

Aynı kısmı bir kez daha söylediler ve sonraki kısımda Gökhan o meşhur gitar girişini yaptı. Mikrofon ayağından biraz uzaklaşan genç müzisyen sahnede fırtına estirirken salonun içinden de bağırış ve ıslık sesleri yükselmeye başladı. Bu anı kaçırmayan Göksel’se çoktan video çekmeye ve erkek arkadaşının bu olağanüstü performansını kaydetmeye başlamıştı.

Bu şarkı bittikten sonra hiç beklemeden sıradaki şarkıya geçtiler. Grup, temposu yüksek bu şarkıyı büyük bir enerjiyle çalıp söyledi. En az onlar kadar enerjik olan seyircileri de dans etti ve bağırarak onlara eşlik etti.

“Ağzınıza sağlık,” dedi Yağız şarkı bitince. “Hoplayıp zıplayan bacaklarınıza da sağlık. Seyircisini bu kadar enerjik görmek müzisyeni çok olumlu etkiliyor. Sağ olun, teşekkür ederiz. Hiç hız kesmeden devam ediyoruz baylar ve bayanlar.”

Onları bir kez daha alkışladılar. Bu sırada Gökhan’la Yağız da yer değiştirdi. Artık Gökhan vokalist ve ritim gitarist, Yağız da arka vokal ve solo gitaristti. Gökhan’ın söyleyeceği üç şarkı vardı, ilki olan Y.O.K.’a girdiler.

“İlk değil son olmaz,” diye şarkıyı söylemeye başlayan Gökhan’ın sesi de yüz ifadesi de yine hüzün doluydu. “Hayat yalnız yaşanmaz / Gidenin ardından bakıp ağlanmaz.”

Genç müzisyen bakışlarını kısaca salonun içinde, karşısındaki yabancı yüzlerde gezdirdi. Şarkının kıta kısmında içerisi sessizdi fakat nakarata girdiğinde şarkıyı bilenler ona eşlik etmeye başladı. Şarkı eski bir şarkıydı, popüler de sayılmazdı; bu yüzden şarkıyı bilenlerin çıkmasına ve kendisine eşlik etmelerine çok sevindi.

“Elimden hiçbir şey gelmez, hiçbir çarem yok,” derken gözlerini sımsıkı yummuştu Gökhan. “Karanlık bu sokaklarda sesimi duyan yok / Elimden hiçbir şey gelmez, hiçbir çarem yok / Karanlık bu sokaklarda elimi tutan yok.”

Genç müzisyen gözlerini açtığında Göksel’in kendisini çektiğini gördü. Yüzündeki hüzünlü ifade bulutlar gibi dağıldı ve gülümsemesi güneş gibi ortaya çıktı. Ne hissederse hissetsin, nasıl bir ruh hâlinde olursa olsun, bu yüzü görünce her zaman ama her zaman iyi hissedecekti.

İkinci nakarattan sonra muhteşem bir kapanış kısmı vardı. Gökhan bir süre önceye kadar bu kısmı söylememeye karar vermiş ve provaları da bu şekilde gerçekleştirmişlerdi fakat bu ayın başında fikrini değiştirerek şarkının tamamını söylemek istemişti. Arkadaşları da kendisiyle hemfikir olunca kalan provalarda şarkının tamamını çalıp söylemişlerdi.

Şarkı ikinci nakarattan sonra biraz yavaşlıyordu, bu kısım fırtına öncesi sessizlikten başka bir şey değildi.

Gökhan, “Hiç kimse yok,” dedikten sonra müzik yeniden ivme kazandı fakat bu sefer öncekinden çok daha sertti. “Hiç kimse,” diyen Gökhan sonraki kelimeyi boğazını sıkıp sesini kirleterek ve bağırarak söyledi: “Yok!”

“İşte bunu bilmiyordum,” dedi şaşkına dönen Kerem. “Şarkının tamamını söylemeye karar vermişler.”

“Benim de haberim yoktu,” dedi Göksel. “Ama çok iyi bir karar olmuş. Şarkının asıl esprisi bu son kısmındaydı bence.”

“Kesinlikle.”

“Hiç kimse yok,” derken yok kelimesinin sonunu uzatan Gökhan gözlerini kapattı ve sesini saniyeler boyunca bu şekilde tuttu. Şarkının sonunu sesini yumuşatarak bitiren genç müzisyen yavaşça gözlerini açtı, onu alkışlamaya başlayan seyircilerine gülümsedi.

Bazı şarkıları söylerken ona acı veren şey şarkılar değil de hatıralardı, yaşanmışlıklardı. Şarkı söylemek ona her daim iyi hissettirmişti, şimdi de öyle hissettiriyordu ve her zaman böyle hissettirecekti.

Sıradaki şarkı Athena’dan Ben Böyleyim’di. Adaşının yazıp söylediği bu şarkıyı Gökhan oldum olası çok sevmişti. Şarkının sözlerinde kendisinden büyük parçalar buluyordu ve bu ortak noktalara ek olarak şarkının yazarıyla adaş olması gerçeği de onu ayrı olarak etkiliyordu.

“Hayat benim,” diye başlayan nakaratta pek çok kişi Gökhan’a eşlik ediyordu. Onlarla birlikte bu şarkıyı söyleme şansı yakalayan Gökhan’ın yüzü gülüyordu. “Her anımı yaşadıkça sevesim var / Aldırmam hiç yağmurlara / Benim güzel hatalarım var / Bir an bile vazgeçmedim / Kendi yolumdan.”

Kendi yolu buydu, tam burasıydı ve bu yoldan vazgeçmediği için çok mutluydu. Biliyordu, başka bir yolda yürümeye çalışsaydı asla mutlu olmazdı ve bu yola gelmek için çok şeyi geride bırakmış olsa da pişmanlık duymuyordu. Mutlu etmesi gereken tek bir kişi vardı, o da kendisiydi ve şu an çok mutluydu.

“Yüreğinize sağlık,” dedi Gökhan şarkı bitince. “Enerjiniz çok güzel. Çok sağ olun, var olun. Sıradaki şarkı en sevdiğim müzisyen ve en büyük idolüm Yavuz Çetin’den Her Şey Biter. Bilenleriniz vardır diye düşünüyorum, yine hep beraber söyleyelim.”

Bağırış ve ıslık sesleri yükseldi.

Yeniden akustik gitarını alan Gökhan şarkıya girdi. Şarkının girişini çalarken bakışları karşısında oturan kız arkadaşındaydı. Göksel gülümseyerek kendisini izliyordu.

“Harikasın,” dedi Göksel dudaklarını oynatarak. “Seni seviyorum.”

“Seni seviyorum,” dedi o da dudaklarını oynatarak. “Çok.”

Keyfi iyiden iyiye artan genç müzisyen şarkıya oldukça enerjik bir sesle girdi. Şarkının kıtasını söylerken bakışları yine salonun içinde geziniyordu. Karşısında birbirinden farklı yüzlerce yüz vardı fakat tüm bu yüzlerin bir ortak noktası vardı: Hepsi gülümsüyordu. Herkesin iyi vakit geçirdiğini görmek ve buna kendisinin sebep olduğunu bilmek çok iyi hissettiriyordu.

“Bir gün gelir herkes kendi yoluna girer,” dedi Gökhan gür bir sesle. Kollarını bir anlığına iki yana açan genç müzisyen başını onaylarcasına salladı. “Her şey nasıl başladıysa öyle biter.”

Şarkının solosu geldiğinde Gökhan kenara çekildi ve Yağız’ı ön plana çıkardı. Ona bir gülümseme gönderen Yağız elektro gitarıyla sahnede fırtınalar estirirken salonun içinde de müthiş bir hareketlilik, enerji vardı. Başlar ve vücutlar ritimle uyumlu olarak dans ediyordu ve sahneden yayılan enerji tüm salonun içini turluyordu.

Gökhan son kez nakaratı söylerken Yağız ona eşlik etti. İki arkadaş şarkının sonunu beraber getirdiğinde salonun içinden yine alkış sesleri yükseldi.

“Teşekkür ederiz,” dedi Gökhan bir reverans yaparak. “Artık bugünün son şarkısına geldik. Kapanış şarkısını seçmek uzun ve zorlu bir süreçti, hangi şarkıyı söyleyeceğimizi uzun uzun düşündük ve nihayetinde bir klasikte karar kıldık. Yılbaşı programımızın kapanış şarkısı Queen grubunun başyapıtı Bohemian Rhapsody. Sınıf arkadaşlarımı alkışlarınızla yerlerine almak istiyorum.”

Kalan öğrenciler salondakilerin alkışlarıyla sahneye çıktılar ve yeniden yerlerine geçtiler. Sahne ışıkları loşlaştı, salon sessizliğe gömüldü ve koro şarkıya girdi.

Sınıfın üzerinde en çok durduğu, prova yaparken en çok mesai harcadığı parça bu şarkıydı. Şarkı gerek vokalleri gerek müzikleriyle söylemesi ve çalması zor bir parçaydı; bu yüzden ortaya kusursuz bir iş çıkarmak için çok çalışmışlardı ve emekleri sonuç vermişti. Parçada olağanüstü bir grup çalışması sergileyen sınıf öğrencileri şarkının ilk saniyesinden son saniyesine varana kadar muhteşem bir başarı göstermişti.

Şarkının efsanevi orta kısmında Gökhan piyano başından kalktı ve piyanoyu Büşra’ya devretti. Sahnenin ortasına geçen genç müzisyen ayaktaydı, çok açılmayarak hareket ediyor ve koroyla beraber şarkıyı söylüyordu. Performansın bu kısımları bir müzikal havasındaydı. Gökhan kendi kısımlarını söylerken sırtını dikleştirip özgüvenli bir tavır sergiliyor fakat koro şarkıya girince eğiliyor, utanıyor, içine kapanıyordu. Bu hareketleri şarkının sözlerine yaptığı bir göndermeydi.

Şarkının meşhur yüksek notasının olduğu kısım geldiğinde Gökhan sahnenin en ön kısmındaydı. Derin bir nefes alan genç müzisyen eliyle diyaframını kontrol ettikten sonra yüksek notaya çıktı ve provalarda gösterdiği muhteşem performansı şimdi de gösterdi.

“İşte bu be!” dedi Göksel. “İşte benim sevgilim.”

Sahnenin tüm ışıkları yandı, karanlıkta kalan gitaristlerle baterist ortaya çıktı ve onların önüne ilerleyen Gökhan şarkının rock kısmını bütün enerjisiyle söylemeye başladı:

“So you think you can stop me and spit in my eye,” derken gözünü işaret etti ve ardından yumruğunu öne doğru savurdu. Genç müzisyen şarkının neresinde ne yapacağını önceden belirlemişti. “So you think you can love me and leave me to die.” Cümlenin başında elini kalbine koydu, sonraki kısımdaysa giden birine uzanır gibi elini öne uzattı. “Oh, baby, can't do this to me, baby,” derken başını iki yana salladı ve kolunu kaldırıp ileride bir yeri işaret etti. “Just gotta get out, just gotta get right outta here.”

Başını birkaç kez sallayan Gökhan arkasını döndü, olduğu yerde durdu ve başını kaldırdı. Müzik yavaşlarken sahnenin ışıklarının çoğu da sönerek sahneyi yine loş bıraktı. Genç müzisyen şarkının kapanışını yapana kadar yerinde yavaşça sallandı, kapanış geldiğinde önüne dönüp mikrofon ayağına ilerledi.

“Nothing really matters, anyone can see / Nothing really matters / Nothing really matters to me / Any way the wind blows…”

Alkışlar, bağırışlar ve ıslıklardan oluşan büyük bir gürültü başladı. Kerem ve Göksel’le beraber ayağa kalkmış onları alkışlayan bir sürü kişi vardı. Bir tanesi de perde arkasındaki Melek Hoca'larıydı.

“Çok teşekkür ederiz,” dedi Gökhan. “Sağ olun, var olun ama sakın eksik olmayın. Teşekkürler.”

Tüm öğrenciler yan yana dizildi, el ele tutuştu ve onları alkışlayan seyircilerini eğilerek selamladı.

“Ne konserdi be!” dedi Barış onları ayakta alkışlarken. “İyi ki gelmişiz. Böyle bir konseri kaçırsaydım gözüm açık giderdim.”

“Al benden de o kadar,” dedi Sarp. “Muhteşemdi. Sahneyi yıkıp geçtiler.”

Öğrencilerle konuşan Melek onlara Gökhan’ın solo bir performans sergileyeceğinin haberini vermişti. Öğrenciler yavaşça sahneyi boşaltmaya başladı.

“İyi misin?” diye sordu İpek. Gökhan’ın yanına gelmişti. “Gergin görünüyorsun.”

“Biraz gerginim,” diye cevapladı Gökhan. “Ama iyiyim, sağ ol. İdare ederim.”

“Kendi şarkılarından birini mi söyleyeceksin?”

“Evet.”

“Dinliyor olacağım. Bol şans.”

“Teşekkür ederim.”

İpek iki öğrenciyle beraber gittiğinde Gökhan’ın diğer tarafında duran Yağız onun omzuna dokundu.

“Sanırım o şarkıyı dinleme zamanımız geldi,” diyen Yağız gülümsedi. “Yapacağın şey çok cesurca ve takdir edilesi. Hemen yan tarafta olduğumu unutma.”

“Teşekkür ederim kardeşim,” diyen Gökhan da gülümsedi. “Eksik olma.”

“Sen de Gök.”

Yağız da gidince Gökhan sahnede tek kaldı. Onun gitmemesi Göksel’in dikkatini çekti. Aynı şekilde Kerem’in ve Barışların da dikkatini çekmişti. Onların hiçbir şeyden haberi yoktu.

“Ne oluyor?” diye sordu Kerem. “Gökhan niye gitmedi?”

“Sanırım performans sergileyecek,” dedi Göksel bakışlarını erkek arkadaşından ayırmadan. “Bahsettiği şey bu muydu?”

“Neyden bahsetti?”

Göksel ona cevap veremeden Gökhan akustik gitarını omzuna taktı, mikrofona yaklaştı ve konuşmaya başladı:

Bohemian Rhapsody hep beraber çalıp söylediğimiz son şarkıydı ama eğer dinlemek isterseniz bu akşamın son şarkısını şimdi çalıp söyleyeceğim. Çok uzun senelerdir kendi çapında şarkı yazıp beste yapan biriyim, bu akşam da size uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir şarkımı çalacağım. Ben Gökhan, şarkımın adıysa Gökhane Sakinleri.”*

(Gökhane kelimesi Gökhan'ın adından yola çıkarak uydurduğum bir kelime olup hem bu kelime hem de Gökhane Sakinleri şarkısının sözleri tarafıma aittir.)

Bakışlarını gitar klavyesine çeviren Gökhan şarkısının girişini çalmaya başladı. Hüzünlü bir girişti. Hüzünlü bir şarkının hüzünlü girişiydi. Geçmişin gölgelerinin karanlığının hüznünü taşıyan bir şarkının girişiydi.

Göksel tüm uzuvlarının buz tuttuğunu hissediyordu. Genç kadın donup kalmıştı, hareket edemeden ve hiçbir şey yapamadan hemen karşısındaki Gökhan’ı izliyordu. Onun yanında oturan Kerem de farklı sayılmazdı. Genç adam çok şaşkındı. Aynı şekilde biraz daha arkada oturan Barış, Sarp, Kuzey, Lale ve Elçin de çok şaşkındı. Bu zamana kadar şarkıları hakkında çok ketum olan Gökhan yüzlerce kişinin olduğu bir salonda şarkısını çalıp söylüyordu. Üstelik adından bile ne kadar kişisel olduğu anlaşılan şarkısını.

Gökhan kısa gitar girişini çaldıktan sonra şarkıyı söylemeye başladı. Şarkı şöyle başlıyordu:

O gece Ay bile siyahtı

Güneş bir daha hiç açmadı

Yıldızlar karardı

Bulutlar hep ağladı

Göksel’in bakışları onun ellerine indi, parmaklarına, parmaklarındaki dövmelere. Genç kadın Ay’a, Güneş’e, yıldıza ve buluta baktı. O an titrediğini fark etti.

Gökhan girişten sonra yine kısa bir gitar kısmı çaldı ve şarkının birinci kıtasına girdi:

Evimin duvarlarını geceye boyadın

Müzik gecenin ortasında bir Ay gibi parlıyor

Karanlığı sen getirdin

Ama tek aydınlığımı suçladın

Bulutlar evimdi, bulutlara kaçardım

Artık evime uzansam bile dokunamam

Betondan yapılan dört duvarın arasında

Betondan bile soğuktu varlığın

Gözleri sımsıkı kapalı olan Gökhan nakarata girdiğinde gözlerini açtı ama kimseye bakmadı, bakışlarını insanların ayaklarına odakladı ve nakaratı öyle söyledi.

Başımıza yıkıldı Gökhane’nin çatısı

Sakinleri sağ çıkamadı enkazından

Bu acı hatıralar evinden geriye

Ne Gök kaldı ne de Han

Biraz geri çıkan Gökhan birinci kıtadan sonraki müzikli kısmı çaldı. Genç adamın bakışları gitarın klavyesine sabitlenmişti, usta parmaklarıyla yine harikalar yaratıyordu ama onu dinleyen çoğu kişi eğlenmek yerine hüzünlenmekle meşguldü.

Genç müzisyen şarkının ikinci kıtasını söylemeye başladı. Hissettikleri o kadar yoğundu ki gözleri dolu doluydu, bu yüzden gözlerini yine kapattı.

Güneş gibi parlamalıydı bana inancın

Oysaki izliyorum yarattığın karanlığı

Güneş gibi ısıtmalıydı beni varlığın

Hissettiğim tek şey soğuk ısırığı

Şimdi yalnız izliyorum yıldızları

Artık hiçbiri bana göz kırpmıyor

Parlayan şey gözyaşları olmalı

Hepsi hüzünle karanlığa karışıyor (Gökhane sakinleri gibi)

Gökhan nakarata bu sefer daha güçlü bir sesle ve açık gözlerle girdi. Gözleri doluydu ama bu sefer başını kaldırıp salonun içine baktı, pürdikkat kendisini izleyen yüzlere baktı. Birçoğu hüzünlü olan bu yüzler kendi yüzünün bir yansıması gibiydi.

Başımıza yıkıldı Gökhane’nin çatısı

Sakinleri sağ çıkamadı enkazından

Bu acı hatıralar evinden geriye

Ne Gök kaldı ne de Han

Ne Gök ne de Han

“Gök” ve “Han” kelimelerini uzatarak söyleyen Gökhan, “ne de” kısmını çabucak söyledi ve araya kaynayan bu iki kelime genç adam sanki kendi adını söylüyormuş gibi bir illüzyon oluşturdu.

Senin için…

Senin için…

Geçiş kısmında diyaframına yüklenen Gökhan çok tiz bir notaya çıktı ve sesini saniyelerce bu notada tuttu. Şarkının orijinal versiyonunda burada bir elektro gitar solosu başlıyor ve upuzun saniyeler boyunca devam ediyordu. Şu an akustik gitarla performans sergileyen genç müzisyen soloyu pas geçmek yerine bu gitarla çalmayı tercih etti.

Bakışları onun ellerinde sabitlenen Göksel, Gökhan’ın klavyeyle tellerde gezinen usta parmaklarını izledi. Şarkının bu kısmında bir elektro gitar solosu olduğunu anlamıştı ve Gökhan her ne kadar akustik gitar çalsa da elektro gitarın sesi kafasında canlanabiliyordu. Gökhan’ın müzik dehasını kullanarak soloya eklediği ses efektlerini duyabiliyordu.

Solodan sonra şarkı durgunlaştı. Gökhan tellere hafifçe dokunurken girişteki cümlelerin birkaç kelimesinin çıkarılmış hâlini burada ön nakarat olarak kullandı:

Yıldızlar karardı

Ay bile siyahtı (Gökhane’de)

Güneş hiç açmadı

Bulutlar hep ağladı (Gökhane’de)

Gökhan yeniden ve son kez nakaratı söylemeye başladığında Göksel’le göz göze geldi. Tam karşısında oturan kız arkadaşı duygu dolu bir yüz ifadesiyle ve biraz da dolmuş gözlerle pürdikkat kendisini izliyordu. Göksel’in titrediğini fark ettiğinde aslında kendi içinin de titrediğini fark etti. Vücudu hareket ettiği için dışarıdan belli olmuyordu fakat içi tir tir titriyordu.

Başımıza yıkıldı Gökhane’nin çatısı

Sakinleri sağ çıkamadı enkazından

Bu acı hatıralar evinden geriye

Ne Gök kaldı ne de Han

Ne Gök ne de Han

Gökhan bir anlığına sustuktan sonra parmakları usulca klavyede gezinmeye devam etti. Artık şarkının sonu gelmişti, Gökhan kapanış kısmını çalıyordu; çoğu kişi bunun farkındaydı.

Mikrofona iyice yaklaşan genç müzisyen gözlerini sımsıkı yumdu ve şarkının kapanışındaki dört dizeyi kafa sesiyle söyledi:

Şimdi geçmiş çok buğulu

Kaldı geride tek bir soru

Senin için bir gurur kaynağı mıyım

Yoksa hissettirdiğim tek duygu hicap mı

Gökhan’ın sesi son satırda iyice kısıldı ve şarkının sonunda azalarak kayboldu. Mikrofondan biraz uzaklaşan genç adam kendine gelmek için derin bir nefes alma ihtiyacı duydu. Bu sırada salonun içinden alkış, ıslık ve bağırış sesleri yükselmeye başladı. Gökhan’ın sahne önündeki ve sahne arkasındaki arkadaşlarının hepsi ayaktaydı, yüzlerindeki duygu dolu ifadeyle onu alkışlıyorlardı.

En önde ayakta onu alkışlayan Göksel ıslak gözlerini çabucak sildi. Son iki satırı biliyordu, Gökhan ona bu satırları ve ardında yatan anlamı söylediğinde de kalbi kırılmıştı fakat genç kadın şu an paramparçaydı. Bu iki satırın bu kadar kişisel bir şarkının kapanış satırı olacağını hiç düşünmezdi, insanı bu kadar dağıtacaklarını hiç düşünmezdi.

Gökhan gözlerini yavaşça açtı. Kirpikleri nemliydi. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra başını kaldırdı. Gözleri önce Göksel’i buldu, sonra Kerem’i. Onların yüzlerindeki hüzünlü gülümsemelere baktıktan sonra salonun içine de şöyle bir baktı, yine aynı hüzünlü yüz ifadesiyle kendisini alkışlayan insanlara baktı. Orta tarafta kendisini ayakta alkışlayan Kuzey, Elçin, Barış, Sarp ve Lale’yi gördü, onların da duygu dolu yüzlerine baktı.

Gülümsedi.

Sağ tarafta bir hareketlilik dikkatini çekince başını o tarafa çevirdi. İki kişi sahneye, ona doğru yürüyordu. Gökhan onların yüzünü görünce gülümsemesi yüzünde asılı kaldı, genç adam adeta taş kesildi. Ondaki bu değişimi fark eden Göksel’le Kerem de onun baktığı yöne baktı.

Orta yaşlı bir çift. Takım elbise giymiş uzun boylu, kalıplı bir adamla ikisinin boyu da diz hizasında olan elbiseyle palto giymiş orta boylu bir kadın.

Kerem’le Göksel çiftin yüzlerini gördüğünde Gökhan gibi onlar da donup kaldı. Birkaç saniye çifte baktıktan sonra aynı anda birbirlerine döndüler, ardından Gökhan’a baktılar. Gökhan aynı şok ifadesiyle çifte bakmaya devam ediyordu.

Bu çift Gökhan’ın annesi Hande Uygur ve babası Göktuğ Uygur’dan başkası değildi.

Kimisi askercilik oynar — Yarbay Göktuğ Uygur

Kimisi evcilik oyunu oynar — Ev Hanımı Hande Uygur

Ben de müzisyeni oynarım şimdi — Müzisyen Gökhan Uygur

Oyuncak Dünya bir şarkıdan çok daha fazlası. En başından beri gerçekte yaşamayan ve yalnızca kitap satırlarında var olan bu üç kahramanın öyküsünü anlatıyordu. Gökhane Sakinleri'nin öyküsünü.

Sonraki bölümde görüşmek üzere. Yeni bölümde onların öyküsünün tüm satırlarını okuyor olacağız. -EÖÖ

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil