Kadrajdaki Dünyalar | 29. Kare: Bir Aile Portresi

Kadrajdaki Dünyalar'ın 29. Bölümü | Çocukluğundan beri fotoğrafçılıkla uğraşan ve bu alanda lisans eğitimi alan Göksel'in çektiği fotoğrafları paylaştığı "kadrajdakidunyalar" isimli bir sosyal medya hesabı vardır. Genç fotoğrafçı bir gün fotoğraf çekimi için gittiği Kadıköy'de eve dönmeden önce bir kafeye oturur, bu kafede sahne alan gencin fotoğraflarını çeker ve sonrasında bir tanesini hesabında paylaşmaya karar verir. Fotoğrafı paylaştığı günün akşamında mesaj kutusuna düşen bir mesaj her şeyi değiştirmek üzeredir.

Haziran 18, 2023 - 10:30
Haziran 18, 2023 - 10:30
 0
Kadrajdaki Dünyalar | 29. Kare: Bir Aile Portresi

Bölüm fotoğrafı: Rakicevic Nenad

Önceki akşam

Ankara’da havanın kasvet koktuğu günlerden biriydi. Gökyüzü öylesine bulutluydu ki değil yıldızları görmek, Ay’ı görmek bile mümkün değildi. Pencerenin önündeki sandalyede oturan Göktuğ Uygur kahverengi gözlerini karanlık gökyüzünde gezdirdikten sonra bakışlarını evlerinin önündeki caddeye çevirdi. Cadde her zamanki gibi hareketliydi, araçlarla yayaların nabzı bu akşam da yüksekti.

Göktuğ’un telefonu çalmaya başlayınca orta yaşlı adam düşüncelere dalmış olduğu için bir an irkildi. Telefonunun seslide olduğunu bile bilmiyordu. Sesin nereden geldiğini anlamak için bakışlarını salonun içinde gezdirdi ve telefonunun koltuğun üstünde olduğunu gördü. Sandalyeden kalkıp koltuğa yürüdü. Ekranı aşağıda kalan telefonunu eline aldığında arayanın yeğeni Aykut olduğunu gördü.

“Efendim Aykut?” diye açtı telefonu.

“Yarın akşam Gökhan sınıf arkadaşlarıyla beraber sahne alacak,” diye hemen konuya girdi Aykut. “Aslında bunu o gün mesajlaştığımızda söylemişti ama sana söylemedim çünkü bilmeye hakkın olmadığını düşündüm. Ona yaşattığınız bunca şeyden sonra, aradan geçen bunca zamandan sonra; siz de o da kendi yolunda ilerlerken ve hayatını bir şekilde rayına oturtmuşken her şeyin bu şekilde kalması gerektiğini düşündüm ama çok geçmeden buna karar verecek kişinin ben olmadığını anladım. Ona yaşattığınız hiçbir şeyi hak etmiyordu. Eğer ondan özür dileyecek ve sil baştan bir başlangıç yapmak için şans isteyecekseniz Gökhan yarın Fatih’teki ana kampüste sahne alacak, onu orada bulabilirsiniz. Sizin nefret ettiğiniz, onunsa âşık olduğu şeyi yaparken onu izleyebilirsiniz, cesaret ederseniz onun karşısına da çıkabilirsiniz.”

Göktuğ duydukları karşısında şoke oldu. Aykut’la iletişime geçip ondan Gökhan’a mesaj atmasını, hayatının nasıl gittiğini öğrenmesini o istemişti. Gökhan’ın hayatında her şeyin yolunda gittiğini öğrenen Aykut’sa bunu bozmak istememiş, Göktuğ’a yalan söyleyerek Gökhan’ın kendisiyle pek konuşmadığını, kişisel hiçbir şey paylaşmadığını ve konuşmayı çok kısa tuttuğunu belirtmişti. Bu bilgi Göktuğ’un cesaretini kırmış ve onun yine kabuğuna çekilmesine neden olmuştu.

“Yarın mı?” diye sordu Göktuğ. “Yarın akşam?”

“Yarın akşam,” diye onayladı Aykut. “Ana kampüste olacaklar. Etkinliğin ayrıntılarını bilmiyorum ama onu da siz öğrenirsiniz artık. Muhtemelen kültür merkezinde olacaktır, Gökhan salonda olacağını söyledi.”

“Orasını ben öğrenirim.”

“Gökhan’ın hayatında şu an her şey yolunda gidiyor. Onunla yakın değilim ama onunla beraber büyüdük sayılır, altın gibi bir kalbi olduğunu biliyorum ve bunlara dayanarak birkaç çift laf etmek istiyorum. Eğer işleri iyice sarpa sardıracaksanız, üç buçuk sene sonra ona ikinci bir travma yaşatacaksanız ve onun olduğu kişiye saygı duymayıp onu yine bir ağaç gibi yontmaya çalışacaksanız sakın karşısına çıkmayın. Şu an Gökhan’ın çok iyi arkadaşları var, hayalindeki bölümde okuyan oldukça başarılı bir müzisyen ve hayatı beraber paylaştığı, çok da sevdiği bir kız arkadaşı var. Eğer beceremeyeceğinize dair en ufak bir şüpheniz varsa sakın oraya gitmeyin. Şu an sana saygısızlık yaptığımı düşünme, sana akıl da vermeye çalışmıyorum; sadece bir evlat olarak kendimi Gökhan’ın yerine koyuyor ve onun yerinde olsaydım ne isterdim diye düşünerek konuşuyorum. Bana tüm bu şeyleri yaşatan ailem yıllar sonra karşıma çıkacak olsaydı onlarla sil baştan güzel bir başlangıç yapmak isterdim, aynı şeyleri tekrardan yaşamak değil.”

“Oğlumu çok özledim Aykut. Ona çok korkunç şeyler yaşattığımı biliyorum ama kendime de çok korkunç şeyler yaşattım. Artık korkunç şeyler yaşamak istemiyorum, özlemin beni yiyip bitirmesini istemiyorum, sessiz ve ruhsuz bir evde yaşamak istemiyorum. Yarın akşam Fatih’teki ana kampüste dedin. Orada olacağız.”

“Umarım hiçbir şey için çok geç kalmamışsınızdır. Bunu yürekten diliyorum dayı. Hepiniz için ama en çok da Gökhan için her zaman en iyisini dilerim.”

“Sağ ol Aykut, teşekkür ederim.”

“Teşekkür etmene gerek yok, sadece söylediğime pişman etme yeter.”

“Etmeyeceğimden emin olabilirsin.”

“Emin olmayı isterim. İyi akşamlar dayı.”

“İyi akşamlar.”

Göktuğ telefonu kapatınca bir adım sesi duydu. Başını çevirdiğinde salonun kapısında duran eşini gördü. Hande Uygur’un yüzündeki şaşkın ifadeden onun konuşulanları duyduğunu anladı.

“Aykut’la konuştum,” dedi Göktuğ. “Gökhan yarın akşam sınıf arkadaşlarıyla bir konser verecekmiş, Fatih’teki ana kampüste olacaklar—”

Hande onun boynuna sarıldığında Göktuğ’un cümlesi yarıda kesildi. Hande hüngür hüngür ağlamaya başladığında Göktuğ da kollarını yavaşça onun ince beline sardı.

“Göktuğ,” dedi Hande hıçkırıklarının arasından. “Onu çok özledim.”

“Ben de çok özledim,” diye cevapladı Göktuğ. Kendini daha fazla tutamamış, o da ağlamaya başlamıştı. “Gidip oğlumuza kavuşalım.”

“Kavuşalım. Yarın işten erken çıkarsın, biz de hemen gideriz. Konser tam olarak neredeymiş?”

“Bilmiyorum, Aykut da bilmiyor ama öğrenirim. Gökhan ona bir salonda olacağını söylemiş, muhtemelen kampüsün içindeki bir kültür merkezindedir. Duyurusu yapılmıştır.”

“Hemen öğren.” Hande geri çekilip onun yüzüne baktı. “Aykut Gökhan’la ne zaman konuşmuş? Neden haber vermedin?”

“Eğer bir sonuç çıkmazsa diye boşuna umutlanmanı istemedim. Aykut aslında Gökhan’a 6 Aralık’ta yazdı, Gökhan da ona bunları o gün söylemiş fakat Aykut bana söylemedi; bilmeye hakkımız olmadığını düşünmüş ama az önce arayıp söyledi işte. Buna karar verecek kişi olmadığını anlamış.”

“Ona gidelim Göktuğ, Gökhan’a gidelim.”

“Gideceğiz.”

“Bizi affeder mi? Ya yüzümüze bile bakmazsa? Ya bizden nefret ediyorsa? O zaman ne olacak?”

“Bilmiyorum,” dedi Göktuğ dürüstçe. “Ama şansımı denemek istiyorum. Eğer onun bizi istememesine dayanamayacağını düşünüyorsan gitmeyebiliriz.”

“Hayır hayır,” dedi Hande hemen. “Onun yokluğunu zaten yeterince yaşadık, bizi affetmesi ihtimaline tutunup oraya gideceğim. Üç buçuk sene oldu Göktuğ, koskoca üç buçuk sene.”

“Biliyorum,” diyen Göktuğ yutkundu. “Sen yarın bize birkaç eşya hazırlarsın, ben gelince yola çıkarız.”

“Konserin tam yerini, saatini öğren.”

“Merak etme, bu işin en kolay kısmı.”

Hande yeniden ona sarıldığında Göktuğ da kollarını yeniden onun beline sardı. Gökhan’ın gidişinden sonra araları her geçen gün açılan ve paylaştıkları şeyler gün geçtikçe azalan karı koca birbirine sarılmayalı aylar olmuştu. Uzun zamandır günleri sessiz kahvaltılarla, ruhsuz akşam yemekleriyle ve hafta sonları bile birlikte hiçbir şey yapmadan geçiyordu. Göktuğ’un zamanının çoğu askeriyede geçiyordu, Hande’yse çoğu zaman evde ev işleriyle uğraşıyordu. Aralarındaki iletişim o kadar zayıftı ki ikisi de Gökhan’ı çok özlemesine rağmen bunu birbirlerine söylememişti, ta ki bu önemli gelişmeye kadar.

“Onu tamamen unuttuğunu düşünüyordum,” diye itiraf etti Hande. “Sanki hiç var olmamış gibi hafızandan sildiğini düşünüyordum.”

“İnsan evladını nasıl unutabilir?” dedi Göktuğ onun saçlarını okşarken. “Gitmesinden sonra ona aylarca çok kızgın kaldım, ne hâli varsa görsün dedim, İstanbul’da beceremeyip bize geri döner sandım ama yanıldım, çok yanıldım. Hatalıydım Hande, ikimiz de hatalıydık; ona korkunç şeyler yaşattık, kendimize korkunç şeyler yaşattık, ailemize korkunç şeyler yaşattık. Biricik oğlumuzu elimizin tersiyle ittik resmen, ona gitmekten başka çare bırakmadık. Gökhan’a kızgınlığım geçince bize kızmaya başladım, sana ve bana. Birkaç ay da bu kızgınlıkla geçti. Sonra ne oldu biliyor musun? Kızgınlığın hiçbir işe yaramadığını öğrendim. Olan olmuştu, yaşananları geri alma şansımız yoktu. Sonra korkunç bir özlem duygusu hissettim, beni içten içe yemeye başladı ve zamanla da tüketmeye başladı. Gökhan’ı görmeliydim, onunla konuşup ondan özür dilemeli ve baştan başlamak için bir şans istemeliydim; bunu biliyordum. Aklıma Aykut gelince onu aradım, geçmişte Gökhan’la konuştuklarını biliyordum. Aykut, Gökhan’la iletişime geçmeyi kabul etti ve ona mesaj attı. O gün Gökhan’ın konuşmayı kısa kestiğini, onunla mesafeli konuştuğunu ve pek bir şey anlatmadığını söyledi; ben de inandım ve eğer Aykut’a bile mesafeli davranıyorsa bizim yüzümüze bile bakmaz diye düşündüm. Aykut az önce arayıp bana gerçeği söyledi, bu haberi verdi. Kendince Gökhan’ı korumak istemişti, haklıydı da. Ben artık oğlumu görmek istiyorum, eğer o da isterse yeniden bir aile olalım istiyorum Hande.”

Hande yeniden ağlamaya başladı. Eşinin boynunda birkaç dakika boyunca ağlayan Hande, teselliyi yirmi üç senedir evli olduğu Göktuğ’un kollarında buldu. Göktuğ’sa sessizce birkaç damla gözyaşı döküp şefkatle onun saçlarını okşadı, yanında olduğunu hissettirdi. Yirmi üç senede sayısız şey paylaşmışlardı ama şu an paylaştıkları acı, pişmanlık, hüzün; aynı zamanda sevinç ve umut duyguları paylaştıkları en özel şeylerdendi.

“Aslında onu hiçbir zaman anlamadık,” dedi Hande yanağı Göktuğ’un omzuna yaslıyken. “Dinlemedik, düşüncelerini önemsemedik, görmezden geldik. Onun için her şeyin en iyisini bizim bildiğimizi düşündük ama yanıldık. Bu kadar şeyden sonra bizi affedebilecek mi Göktuğ?”

“Cevabını bilmiyorum ama affetmesini istediğimi çok iyi biliyorum,” dedi Göktuğ. “Cevabını yarın öğreneceğiz. Hadi ağlama artık, güzel şeyler düşün ki güzel şeyler olsun.”

Hande geri çekildiğinde Göktuğ onun ıslak yanaklarını nazikçe sildi ve karşısında duran bu yüze baktı. 47 yaşındaki Hande’nin yüzü kırışıklıklara ev sahipliği yapmaya başlayalı çok olmuştu, biraz dibi gelen saçlarındaki beyazların sayısı da çok fazlaydı. Hande artık genç bir kadın değildi ama hâlâ güzeldi, hâlâ Göktuğ’un görür görmez etkilendiği o kadındı, hâlâ daha sevdiği o kadındı.

“Güzel şeylerin olmasına çok ihtiyacım var,” dedi Hande de onun yüzüne bakarak. Ellerini yanaklarındaki Göktuğ’un ellerinin üzerine koydu. “Oğluma kavuşmaya çok ihtiyacım var.”

“Umuyorum ki kavuşacağız. İyi düşünelim.”

Yıllardır birbirinden uzak yatan çift, o gece birbirine sarılarak ve huzurla uyudu. Ertesi gün Göktuğ yine erkenden işe gitti. İşteyken İstanbul Üniversitesinin internet sitesinden konserin yerini ve saatini öğrenen Göktuğ, okulla da iletişime geçip bilgileri teyit etti. Konser saat 20.00’de, Aykut’un da tahmin ettiği gibi bir kültür merkezinde olacaktı. Bu işi de halleden Göktuğ öğleden sonra binbaşıyla konuştu.

“Bugün erken çıkacağım,” dedi Göktuğ. “Önümüzdeki hafta için izin alma durumum olabilir, sana haber veririm. Ben yokken burası sana emanet.”

“Tamam komutanım,” dedi binbaşı. Göktuğ’la yıllardır çalışmanın getirdiği samimiyetle sordu: “Her şey yolundadır umarım?”

“Yolunda. İstanbul’a gideceğim, duruma göre birkaç gün kalabilirim. Akşam orada olmam gerek, bu yüzden erken çıkacağım.”

“Son dakikada gelişen bir olay sanırım. Hiç bahsetmediniz.”

“Evet, dün gece kesinleşti. Ben şimdi çıkıyorum, gerisi sende.”

“Emredersiniz komutanım.”

Binbaşı ona asker selamı verdiğinde Göktuğ da ayağa kalkarak onu aynı şekilde selamladı. Binbaşı odadan çıktıktan sonra Göktuğ da şapkasını alarak odasından çıktı ve kapısını kilitledi. Şapkasını takan yarbay, uzun koridorun sonundaki çıkış kapısına doğru yürümeye başladığında adım sesleri koridorda yankılanmaya başladı. Kapıya yakın olan astları onu fark ettiğinde saygı duruşuna geçti.

“İyi günler asker,” dedi Göktuğ onların önünden geçerken.

“Sağ olun komutanım,” dedi ikisi de asker selamı vererek.

Göktuğ binadan çıktığında gökyüzüne baktı. Hava çok soğuktu fakat güneş yüzünü gösteriyordu. Gökte gördüğü güneş, Göktuğ’u umutlandırdı. Hava ne kadar soğuk olursa olsun güneş buradaydı, belki ısıtmıyordu ama aydınlatmaya devam ediyordu.

Kendi kendine gülümseyen yarbay bahçeye park ettiği arabasına ilerledi ve yakınlardaki bir müzik mağazasına sürdü. İçeri girdiğinde onu otuzlu yaşlarının sonundaki bir erkek satış danışmanı karşıladı.

“Hoş geldiniz,” dedi satış danışmanı gülümseyerek.

“Hoş buldum,” dedi Göktuğ. Etrafına şöyle bir baktı. Renk renk, marka marka gitarlar, kemanlar, çellolar ve daha nice enstrüman mağazanın içine yerleştirilmişti. “Klasik gitar almak istiyorum.”

“Elbette, aklınızda bir marka var mı?”

“Dürüst olmam gerekirse hiçbir fikrimin olmadığı bir alan ama kaliteli bir şeyler bakıyorum. Oğluma hediye alacağım.”

“Ne güzel,” dedi satış danışmanı gülümseyerek. “Oğlunuz kaç yaşında?”

“Yirmi bir. Konservatuvarda okuyor, son senesi.”

“Çok güzel, çok güzel,” dedi duyduklarından çok memnun kalan satış danışmanı. “Çok kaliteli modellerimiz var, isterseniz göstereyim. Oğlunuzun çok seveceğinden eminim.”

“Çok sevinirim.”

Göktuğ satış danışmanının tavsiyesiyle Fender marka bir klasik gitarda karar kıldı. Fender, Gökhan’ın en sevdiği markaydı ve elektro gitarı da Fender markaydı; Göktuğ bunları bilmiyordu ama bilmemesi bu durumu güzel bir tesadüf hâline dönüştürüyordu.

“Piyanoların fiyatları ne kadar?” diye sordu Göktuğ. “Oğlum piyano da çalıyor.”

“Milyon liralık kuyruklu piyanolar da var, birkaç bin liralık dijital piyanolar da var,” dedi satış danışmanı. “Tamamen bütçeye, istenilen sese göre değişiyor. Sizin oğlunuz konservatuvar öğrencisi olduğuna göre akustik piyano çalıyordur, bunun için de duvar piyanolarını önerebilirim ama fiyatları yüksektir.”

Göktuğ siyah bir duvar piyanosuna yaklaştı. Gökhan’ın piyano da çaldığını biliyordu fakat onu daha önce hiç dinlememişti. Gökhan lisedeyken de arkadaşlarıyla bir gösteri sergilemişti ama Göktuğ yoğun iş programını öne sürerek izlemeye gitmemişti, Hande de gitmemişti. Gökhan’ın müzik tutkusu onlara hep çocukça ve geçici bir heves gibi gelmişti, anlamsız gelmişti ama karı koca ne kadar yanıldıklarını artık çok iyi biliyordu.

“Piyano kısmını oğluma bırakacağım,” dedi Göktuğ. Başını çevirip yanında duran satış danışmanına baktı. “Kendisi ne isterse onu alırım. Şimdi gitarı alıp gideyim. Gitar için sağlam bir çanta da istiyorum.”

“Elbette,” dedi satış danışmanı gülümseyerek. “Oğlunuz sizin gibi bir ebeveyni olduğu için çok şanslı. Çocuklarının müziğe olan ilgisini görmezden gelen ve onlara asla destek olmayan o kadar ebeveyn var ki şaşırırsınız.”

Göktuğ bir yumrunun boğazına oturduğunu hissetti ve boğazını temizleme ihtiyacı duydu. Satış danışmanı onun da o ebeveynlerden biri olduğunu nereden bilebilirdi ki? Gökhan’a hiçbir zaman destek olmadığını, onun müziğe olan tutkusunu hep hor gördüğünü, ona hiç inancı olmadığını nereden bilebilirdi? Gökhan konservatuvar sınavlarına gireceğini söylediğinde gitarını parçaladığını, onu evi terk etmek ve kendi hayallerinin peşinden gitmek zorunda bıraktığını, üç buçuk senedir de görüşmediklerini nereden bilebilirdi? Söylediği bu iki cümlenin şu an onu paramparça ettiğini bilmediği gibi bunları da bilemezdi.

“Ödeme kısmına geçebiliriz,” dedi Göktuğ sadece. “Biraz acelem var.”

“Tabii ki, buyurun.”

Göktuğ gitarın ve çantanın fiyatını ödedi.

“Oğlunuzun güzel günlerde çalması dileklerimle,” dedi satış danışmanı. Gülümsedi. “Hayırlı olsun.”

“Her şey için çok teşekkür ederim,” dedi Göktuğ. Onunla tokalaştı. “İyi günler.”

“Asıl ben teşekkür ederim. Size de iyi günler.”

Satış danışmanı onu kapıya kadar geçirdi. Hemen mağazanın önüne bıraktığı arabasının arka kapısını açan Göktuğ, gitar çantasını arka koltuğa uzunlamasına koyduktan sonra şoför koltuğuna oturdu.

Üç buçuk sene önce bir gitarı paramparça etmişti, şimdiyse yepyeni bir tanesiyle Gökhan’ın yanına gidiyordu. Parçalanan gitarın yenisi alınabilirdi ama parçalanan bir kalbi yeniden kazanmak mümkün olacak mıydı? Bunun cevabını da öğrenmek üzereydi.

Göktuğ eve vardığında Hande’yi her şeyi hazırlamış bir şekilde kendisini beklerken buldu.

“Hoş geldin,” dedi Hande gülümseyerek. “Ben de seni bekliyordum.”

“Hoş buldum,” dedi Göktuğ. “Her şeyi hazırladın mı?”

“Hazırladım. Kıyafetten iç çamaşırına, bakım ürünlerine kadar her şeyi hallettim.”

“Ellerine sağlık. Bir elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştireyim, çıkalım. Sen böyle mi geleceksin?”

Hande, boyu dizlerinde biten ekose desenli bir elbise giymişti.

“Evet,” dedi Hande üzerine bakarak. “Olmamış mı?”

“Aksine, çok güzel olmuş,” diyen Göktuğ gülümsedi. “Çok şıksın.”

“Üç buçuk sene sonra oğlumuzun karşısına çıkacağımızı düşününce şık olmam gerektiğine karar verdim ve teşekkür ederim.”

“İyi düşünmüşsün. Ben de takım elbise giyeceğim.”

“Bunu tahmin ettiğim için beyaz gömleğinle lacivert takımını ütüledim, odada duruyor.”

“Her şeyi de düşünmüşsün. Teşekkür ederim, ellerine sağlık.”

“Rica ederim.”

Göktuğ da üstünü değiştirip hazırlanınca evden ayrıldılar. Göktuğ valizi bagaja koyarken Hande de ön koltuğa oturdu. Emniyet kemerini takarken arka koltuktaki gitar çantasını fark etti. Kemeri takmaktan vazgeçen Hande arka koltuğa uzandı ve elini çantanın sert yüzeyinde gezdirdi.

Göktuğ kapıyı açıp şoför koltuğuna oturdu. Hande’nin gitarı fark ettiğini gördü.

“Dünyanın en mantıklı fikri olmadığını biliyorum ama ona yeni bir gitar almak istedim,” dedi Göktuğ. “Yüzümüze bile bakmama, bu gitarın varlığından da asla haberdar olmama ihtimali var ama aldım işte. Paramparça ettiğim ve yenisini alabileceğim tek şey gitarıydı, ben de aldım.”

“Çok iyi düşünmüşsün,” dedi Hande duygu dolu bir gülümsemeyle. “Markası ne?”

“Fender. Satış danışmanı çok popüler ve kaliteli bir marka olduğunu söyledi, zaten fiyatından da belli oluyordu.”

Fender mı? Gerçekten mi?”

“Evet, niye?”

“Gökhan’ın çok sevdiği bir markaydı. Elektro gitarlarının çok iyi olduğunu söylediğini hatırlıyorum, almayı çok istiyordu. Bir gün odasına girdiğimde onu markanın gitarlarına bakarken görmüştüm, o zaman söylemişti.”

“Gerçekten mi?” dedi Göktuğ şaşırarak.

“Gerçekten,” dedi Hande başını sallayıp. “Bilmiyor muydun?”

“Hayır. Onunla müzik hakkında hiç konuşmadık ki.”

“Benim de pek konuştuğum söylenemez zaten ama çok güzel bir tesadüf olmuş. Umutlu hissettim.”

“Şu an ben de öyle hissettim. Hadi gidip oğlumuza kavuşalım.”

Ankara’dan İstanbul’a yola çıkan Göktuğ ve Hande Uygur, İstanbul’a akşam yediyi geçe girdiler. Onları korkunç bir şehir içi trafiği karşıladı. Göktuğ köprüden gitmeyi düşünüyordu ama trafik bu hâldeyken ve vakitleri de oldukça azalmışken Avrasya Tüneli’ni kullanmak en mantıklısıydı.

“Trafik çok kötü,” dedi Hande telaşlı gözlerle etrafına bakarken. “Yetişebilecek miyiz?”

“Elbette yetişeceğiz,” dedi Göktuğ. “Tünelden geçeceğim, zaten navigasyon da oraya yönlendiriyor. Köprü tıkalı.”

“En kısa yol neresiyse oradan gidelim. Saat çok yaklaştı. Onu kaçırmak istemiyorum.”

“Kaçırmayacağız, rahatla lütfen.”

Tünelden karşıya geçen çift Fatih’e ulaştı, buradaki trafiği de atlatıp kampüse ulaştıklarında saatler sekizi birkaç dakika geçiyordu. Kültür merkezini bulan Göktuğ arabayı bulduğu ilk boş yere park etti.

“Hadi inelim,” dedi Hande emniyet kemerini açıp. “Gösteri başlamıştır zaten.”

Hande kapı koluna uzandı ama çok heyecanlı olmasına rağmen kapıyı hemen açamadı.

“Yüzümüze bile bakmama ihtimali olduğunu biliyorum,” dedi Hande. “Buna hakkı da var. Göktuğ ya yüzümüze bile bakmazsa ne olacak, ne yapacağız? Öylece geri mi döneceğiz?”

“Kötü düşünme,” dedi Göktuğ. Onun elini tuttu. “İnanıyorum ki her şey çok güzel olacak. Çok kötü şeyler yaşadık ama bundan sonra güzel şeyler yaşayacağız, bir aile olacağız.”

“Bunu çok istiyorum.”

“Ben de.”

Birbirlerine sarıldılar ve bir süre böyle kaldılar. Hande korkularını ve endişelerini belli etme konusunda daha açıktı fakat Göktuğ da onunla aynı endişelere ve korkulara sahipti. Birbirlerine sarılmak ikisini de yatıştırıp sakinleştirdi.

“Hazırım,” dedi Hande. Derin bir nefes aldı. “Hadi gidelim.”

“Gidelim,” dedi Göktuğ. “Gidelim ve oğlumuzu görelim.”

Arabadan inen çift binaya ilerledi. Binanın girişinde onları konserle ilgili bir afiş karşıladı. Afişe bakan çift afişte yazan salona çıktı. Bu esnada Şanıma İnanma’yı çalıp söylemeyi bitiren konservatuvar öğrencileri sıradaki şarkılarına girmeye hazırlanıyordu. Göktuğ ve Hande içeri girerken Ben Şarkımı Söylerken’i çalmaya başladılar.

Salonun içi tıklım tıklım doluydu, Hande’yle Göktuğ oturacak bir yer bulamayacaklarını hemen anlayıp dikkatlerini sahneye verdiler. Şarkıyı söyleyen kız öğrenci ortadaki mikrofonun başında duruyordu; gitar çalan Gökhan, Yağız ve basçıysa kızın biraz arkasında sağ ve sol taraflarda duruyordu. Göktuğ ve Hande sahnenin solundaki Gökhan’ı gördüler.

Mikrofon ayağından bir adım geride olan Gökhan beyaz Fender’ını çalmakla meşguldü. Genç adam klavyeye bakmak için biraz öne eğdiği başını kaldırdığında Hande ve Göktuğ oğullarının yüzünü net olarak görebildi. Aradan geçen bu üç buçuk senede Gökhan büyümüştü, çok büyümüştü. Genç adamın yüzündeki çocuksu ifade yerini erkeksi hatlara bırakmıştı ve Gökhan bu hâliyle babasına biraz daha benziyordu. Onun burnundaki piercing’i ve kulaklarındaki küpeleri fark etmeleri de uzun sürmedi; aynı şekilde dövmelerini de. Sahnedeki bu genç adam hatırladıklarından daha farklı biriydi ama ikisi de onu yabancılamadı, Gökhan’ın içinde böyle biri yattığı gerçeğini kabul etmek istemeseler de biliyorlardı.

“Göktuğ,” diyen Hande eşinin kolundan tutunup ondan destek aldı. “Ne kadar büyümüş. Kocaman adam olmuş resmen.”

“Gerçekten de çok büyümüş,” diyen Göktuğ’un gözleri doluydu. Canından bir parçadan, kendine bu kadar benzeyen oğlundan bunca zaman nasıl ayrı kalabilmişti? Ona tüm bunları nasıl yaşatabilmişti? “Dediğin gibi kocaman adam olmuş. O küçük Gökhan yok artık.”

“Her şey çok değişti Göktuğ, şu an daha iyi anlıyorum. Çok uzun zaman oldu, bunca zaman sonra onun karşısına çıkabilecek miyiz?”

“Bunca yolu boşuna gelmedik ya, tabii ki çıkacağız.”

“Baksana,” diye mırıldandı Hande. Gülümsedi. “Daha da yakışıklı olmuş. Önceden onu bu tarzda görseydim fenalık geçirirdim ama kendisine öyle yakıştırmış ki çok beğendim. Sana çok benziyor.”

“Huyu benzemesin,” dedi Göktuğ içten bir şekilde. “Ki benzemiyor da. Gökhan çok sakin, çok uysal, çok sıcakkanlı biri. Bu konuda bana hiç benzemiyor.”

“Bana da benzemiyor. İyi ki de benzememiş.”

Göktuğ ve Hande üç buçuk sene sonra ilk defa gördükleri oğullarının ve sınıf arkadaşlarının konserini en arkada kol kola izledi. Uzun yıllar boyunca hor gördükleri Gökhan’ın müzisyenliğine hayran kaldılar, onu büyük bir beğeniyle dinlediler.

Bohemian Rhapsody de bittikten sonra Göktuğ ve Hande sahneye doğru ilerlemek, Gökhan’ın yanına gitmek istedi fakat Gökhan sahnede tek başına kalınca bundan vazgeçtiler.

Bohemian Rhapsody hep beraber çalıp söylediğimiz son şarkıydı ama eğer dinlemek isterseniz bu akşamın son şarkısını şimdi çalıp söyleyeceğim,” diye konuştu Gökhan. “Çok uzun senelerdir kendi çapında şarkı yazıp beste yapan biriyim, bu akşam da size uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir şarkımı çalacağım. Ben Gökhan, şarkımın adıysa Gökhane Sakinleri.”

Onun kendi şarkısını çalacağını duyan Göktuğ ve Hande birbirine baktı. Şarkının ismi ikisinin de ilgisini çekmişti.

Gökhan şarkıyı söylemeye başladığında “o gece” derken neyi kastettiğini annesi de babası da anladı. Şarkı kendileri hakkındaydı.

Evimin duvarlarını geceye boyadın

Müzik gecenin ortasında bir Ay gibi parlıyor

Karanlığı sen getirdin

Ama tek aydınlığımı suçladın

Bu dizeleri duyan Göktuğ, paramparça olduğunu hissetti. Gökhan’ın siyah gitarına da gönderme yaparak müziğin ona karanlıktan başka hiçbir şey getirmeyeceğini söylediği anı hatırladı, sonra Gökhan’ın az önce çaldığı beyaz gitarını anımsadı.

Gökhan haklıydı, karanlığı getiren Göktuğ’du ve müzik, duvarları geceye boyalı o evde Gökhan’ın tek aydınlığıydı.

Bulutlar evimdi, bulutlara kaçardım

Artık evime uzansam bile dokunamam

Betondan yapılan dört duvarın arasında

Betondan bile soğuktu varlığın

Bir damla gözyaşı Göktuğ’un sağ gözünden düştü. Gökhan’a yaşattığı ve hissettirdiği her şeyi oğlunun ağzından dinliyor olmak onu binlerce parçaya ayırmıştı. Tıpkı zamanında Gökhan’ın ayrıldığı gibi.

Göktuğ’un varlığı betondan bile soğuktu, Gökhan’ın gidişinden sonraysa o beton duvarlar en çok Göktuğ’u üşütmüştü.

Başımıza yıkıldı Gökhane’nin çatısı

Sakinleri sağ çıkamadı enkazından

Bu acı hatıralar evinden geriye

Ne Gök kaldı ne de Han

Nakaratı dinleyen karı koca fiziksel olarak da dayanağa ihtiyaç duydular ve kol kola girdiler. Gökhane onların beraber yaşadığı evdi ama hiçbir zaman yuva olmamıştı. Gökhane’nin kimse için bir yuva olmasına izin vermemişlerdi. Bu gerçek ikisinin de yüzüne tokat gibi çarptı. Tıpkı Gökhan’ın “ne Gök kaldı ne de Han” derken ikisinin isimlerine gönderme yapması gibi. Gökhan, Göktuğ ve Hande’nin adlarının ilk hecelerinin birleşimiydi ve o acı hatıralar evinden geriye ne Göktuğ ne Hande ne de Gökhan kalmıştı.

Gökhane’nin çatısı gerçekten de başlarına yıkılmıştı.

Gökhan nakarattan sonraki kısa gitar kısmından sonra ikinci kıtayı söylemeye başladı. Birinci kıta babasına seslenişiydi, ikinci kıtaysa annesine.

Güneş gibi parlamalıydı bana inancın

Oysaki izliyorum yarattığın karanlığı

Güneş gibi ısıtmalıydı beni varlığın

Hissettiğim tek şey soğuk ısırığı

Şu an Gökhan’ı dinleyen Hande de o soğuk ısırığını vücudunun her noktasında hissediyordu. Salon sıcaktı ama Hande üşüyordu, tir tir titriyordu. Hande’nin yarattığı karanlık Gökhan kadar onu da içinde kaybetmiş, onu yutmuştu.

Şimdi yalnız izliyorum yıldızları

Artık hiçbiri bana göz kırpmıyor

Parlayan şey gözyaşları olmalı

Hepsi hüzünle karanlığa karışıyor (Gökhane Sakinleri gibi)

Hande, Bayburt’ta yaşadıkları dönemde Gökhan henüz küçük bir çocukken onunla balkonda oturduğu akşamı hatırlıyordu. Gökhan’la beraber yıldızları izliyordu, Gökhan ona bir yıldızın yanıp söndüğünü söylemişti ve Hande de o yıldızın Gökhan’a göz kırptığını söylemişti. Gökhan’ın tatlı sesiyle sorduğu o masum soruyu çok net hatırlıyordu: “Yıldızların gözleri mi var?”

Hande eliyle ağzını kapattı. Parlayan şey sadece yıldızların gözyaşları değildi, Hande’nin gözyaşları da parlıyordu. Orta yaşlı kadının hiç sesi çıkmıyordu ama gözyaşları sicim gibi akıyordu.

Göktuğ ve Hande, Gökhan’ı şarkının kapanış kısmına kadar gözyaşları içinde izledi. Sahnedeki Gökhan da paramparça olmuş bir hâldeydi, gözleri dolmuştu ve ağlamamak için verdiği çaba en arkadan bile belli oluyordu.

Şimdi geçmiş çok buğulu

Kaldı geride tek bir soru

Senin için bir gurur kaynağı mıyım

Yoksa hissettirdiğim tek duygu hicap mı

Gökhan’ın titrek bir sesle söylediği bu kısımdan sonra şarkı bitti ve salonun içinden alkış sesleri yükselmeye başladı. Göktuğ ve Hande de onu alkışlayanlar arasındaydı. Göktuğ’un kolundan çıkan Hande sahneye doğru yürümeye başladığında Göktuğ da peşinden ilerledi ve çift biraz sonra yine yan yana geldi. Hande’yle Göktuğ, Gökhan’ı ayakta alkışlayan Barışların yanından geçip sahneye ilerlemeye devam etti. Elçin ve Barış onları fark etti. Onların kim olduğunu bilmeyen çift birbirine sorgulayıcı bakışlarla baktı.

Gökhan sahneye yaklaşan bu orta yaşlı çifti gördüğünde şaşkınlıktan donup kaldı. Annesiyle babası karşısında duruyordu; yüzlerindeki ifadeler duygu doluydu, ikisinin kirpikleri de ıslaktı ve onu alkışlıyorlardı.

Bu alkışlar Gökhan’ın müzisyenliğine verdikleri ilk olumlu tepkiydi.

Gökhan’ın bakışları ikisinin yüzü arasında mekik dokuyordu, Gökhan’ın bakışlarının odak noktası Hande’yle Göktuğ ise onu alkışlamayı bırakıp gergin bir şekilde durmaya devam ettiler.

Gözlerini kapatan Gökhan gözlerini birkaç saniye kapalı tuttu, ardından yeniden açtı ve annesiyle babasını yine karşısında buldu.

Bu an gerçekti.

Rüya görmüyordu.

“Hassiktir,” diye fısıldadı sahne arkasından çıkan Yağız. Hande’yle Göktuğ’u görmüş ve onları görür görmez tanımıştı. “Daha neler.”

“Ne oluyor?” diye sordu İpek. “Onlar kim?”

“Gökhan’ın ebeveynleri.”

“Ne?” dedi İpek biraz yüksek sesle. Gökhan’ın ailesiyle arasında geçenleri bilmiyordu fakat görüşmediklerinden haberi vardı. “Gerçekten mi? Görüşmüyorlardı.”

“Görünüşe göre bu durumu değiştirmek istemişler.”

Gökhan bir dakika kadar sahnede öylece dikildikten sonra yavaşça kendine geldi. Boğazını temizledi, yutkundu, derin bir nefes aldı ama sanki bir iple dikilmişçesine kapalı duran dudakları aralanmadı. Konuşmaktan ziyade bağırmak, çığlık atmak istedi fakat ufacık bir ses bile çıkaramadı.

“Gökhan,” dedi Hande sahneye bir adım daha yaklaşıp. Konuşmaya devam etmek istedi ama ne diyeceğini bilemedi, sustu. Oysaki konuşsa söyleyeceği ne çok şey vardı ama söyleyeceklerinin bir anlam ifade etmemesinden korktu.

“Gökhan,” diyen Göktuğ, Hande’den daha cesaretliydi. “Konuşmak için zamanın var mı?”

Konuşmak.

Ayrı geçirdikleri üç buçuk seneden sonra konuşacak çok şeyleri vardı.

Bir damla gözyaşı Gökhan’ın sol gözünden düştü. Gözyaşını silmek için herhangi bir girişimde bulunmadı, yenisi düşerken eliyle sahne arkasını gösterdi.

“Var,” dedi güçsüz bir sesle. Boğazını temizledi. “Sahne arkası müsait.”

Göktuğ ve Hande sağ taraftaki merdivenlere yöneldiğinde Gökhan’la birlikte Göksel’in, Kerem’in, Yağız’ın, Melek’in, sınıftaki diğer öğrencilerin ve Gökhan’ın arkadaşları Barışların gözleri de onların üzerindeydi. Onların Gökhan’ın ebeveynleri olduğunu anlamışlardı.

Göktuğ ve Hande sahneye çıkıp Gökhan’ın karşısında durduğunda Gökhan onları, onlar da Gökhan’ı süzdü. Aradan geçen üç buçuk senede Gökhan çok büyümüş, biraz uzamış ve bir delikanlıdan genç bir adama dönüşmeye başlamıştı; Göktuğ ve Hande’yse yaşlanmıştı, ikisinin de saçlarındaki beyazlar ve yüzlerindeki kırışıklıklar çoğalmıştı. Birbirlerinin hatıralarındaki hâllerinden farklılardı. Hatıralar acı vericiydi zaten, bu farklılık üçü için de iyiydi.

“Gökhan, oğlum,” diyen Hande öne çıktı. “Çok uzun zaman oldu.”

“Orada dur,” dedi Gökhan bir adım geri gidip. Şu an Hande onu kucaklamaya kalksaydı bunca kişinin önünde hüngür hüngür ağlamaya başlayacağını biliyordu. “Arkaya geçelim.”

Gökhan’ın titrediğini fark eden Melek Hoca duruma el atıp onların yanına ilerledi.

“Hoş geldiniz,” diye selamladı Göktuğ ve Hande’yi. “Ben Melek. Gökhanların hocasıyım, bu programı Gökhan’la birlikte yürüttük.”

“Merhaba,” dedi Göktuğ. “Ben Göktuğ, eşim de Hande. Çok güzel bir programdı, hepinizin emeğine sağlık.”

“Teşekkür ederiz. Keyifli vakit geçirdiyseniz amacımıza ulaştık demektir.”

“Geçirdik, sağ olun.”

“Dilerseniz size arkaya kadar eşlik edeyim, Gökhan da gelir.”

“Çok naziksiniz, teşekkür ederiz.”

Melek, Göktuğ ve Hande’yle beraber sahne arkasına ilerlerken Göksel de hemen sahneye çıktı ve Gökhan’a yaklaştı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu, bir şey söylemesine gerek de yoktu. Gökhan’ın eline uzandığı sırada Gökhan da elini ona uzattı ve onun elini sıkı sıkıya tuttu. Şu an Gökhan’a sarılmak onun hüngür hüngür ağlamasına neden olabilirdi, Göksel bunun farkındaydı ama Göksel’in varlığını fiziksel olarak hissetmek genç adama bir dayanak oldu.

Gökhan’ın diğer yanında duran Yağız da onun omzuna dokundu. O da bir şey söylemedi, desteğini fiziksel olarak hissettirdi. Kerem de Göksel’in peşinden sahneye çıktı, Gökhan’la göz göze geldi ve gözlerini yavaşça açıp kapayarak ona bakışlarıyla destek oldu.

Gökhan’ın en yakını olan ve böyle bir anda en çok ihtiyaç duyacağı üç kişi de yanındaydı.

“Ben de gideyim,” dedi Gökhan. Boğazını temizledi. “Teşekkür ederim.”

“İstemiyorsan ya da hazır hissetmiyorsan gitmek zorunda değilsin,” dedi Göksel.  Başparmağıyla onun elinin üstünü okşadı. “Kimseye bir şey borçlu değilsin.”

“Neler söyleyeceklerini duymak istiyorum.”

“Biz buradayız,” dedi Yağız. “Ne olursa olsun yanındayız.”

“İçerideyken bunu unutma,” diye ona arka çıktı Kerem. Gökhan’ın koluna dokundu. “Ne olursa olursun.”

“Var olun,” dedi Gökhan samimiyetle. “Artık gideyim.”

Gökhan sahne arkasına ilerlerken Göksel, Yağız ve Kerem onun arkasından baktı. Derin bir nefes alan Gökhan sırtını dikleştirdi, başını da dik tuttu. Bir yanı arkasına bakmadan kaçmak istese de bu isteği görmezden gelip yürümeye devam etti. Yüzleşmek en zoruydu, zor olanı tercih etti.

Gökhan giyinme odasına ulaştığı sırada Melek Hoca da içeriden çıktı ve ikili karşı karşıya geldi.

“İstemiyorsan içeri girmek zorunda değilsin,” dedi Melek Hoca. “Ben onlara uygun bir dille durumu anlatırım.”

“İstiyorum,” dedi Gökhan. “Çok korkuyorum ama istiyorum. Yaşayacağımız en kötü şeyleri yaşadık zaten, en fazla içlerine yeni bir tanesi eklenir.”

“Tek bir kötü olay daha yaşamanı hiç istemem Gökhan. İçeri girmek istediğinden emin misin? Paramparça görünüyorsun.”

“Çünkü paramparçayım. Gökhane Sakinleri’ni yüzlerce kişinin önünde çalıp söylemek beni çatlaklarla dolu bir cama dönüştürdü, şarkıyı söyledikten sonra onları karşımda görmekse o çatlaklarla dolu camı paramparça etti. Bunca zaman sonra ne söyleyeceklerini merak ediyorum.”

“Şunu da belirtmem gerekir ki muhteşem bir şarkı yapmışsın. Senden daha azını beklemezdim. Diğerlerini bilemem ama benim için gerçek bir gurur kaynağısın. Bu akşam da göğsümü kabarttın.”

Gökhan’ın gözleri dolduğunda genç adam eliyle gözlerini kapattı. Melek onun kolunu sıvazladı.

“Sanırım sorunun cevabını bir de onlardan duyma vaktin geldi,” dedi Melek Hoca. “Biz hemen dışarıda olacağız. Bol şans Gökhan.”

“Olası her cevabı acı veren bir soru,” dedi Gökhan. “En başından beri öyleydi. Teşekkür ederim hocam, her şey için.”

“Rica ederim.”

Melek Hoca yürümeye başladığında Gökhan da giyinme odasının kapısına ilerledi. İçeri girdiğinde Hande’yi sandalyede otururken, Göktuğ’u da ayakta dururken buldu. Gökhan’ı fark eden çift ona baktı. Göktuğ vücudunu ona dönerken Hande de sandalyeden kalktı.

Gökhan kapıyı kapattığında bir odanın içinde yine yalnız kaldılar. Son kez bir odada beraber kaldıklarında Göktuğ, Gökhan’ın gitarını parçalamıştı, Gökhan ağlayarak evi terk etmişti ve aile üyeleri bir daha bir araya hiç gelmemişti.

O akşam Ay’ın bile siyah olduğu, yıldızların karardığı akşamdı. Gökhan’ın kendi adından çıkarak uydurduğu ve ailesiyle beraber yaşadığı eve gönderme yaptığı Gökhane’nin başlarına yıkıldığı akşamdı. O akşamdan sonra Gökhane Sakinleri için Güneş hiç açmamış, bulutlar hep ağlamıştı.

“Konser çok güzeldi,” diye ilk konuşan Göktuğ Uygur oldu. “Sen de arkadaşların da muhteşem performans sergilediniz, yüreğinize sağlık.”

“Başından beri içeride miydiniz?” diye sordu Gökhan.

“Bir kısmını kaçırdık sanırım,” dedi Hande. “Biz girdiğimizde bir kız şarkı söylüyordu, sen de beyaz bir gitar çalıyordun.”

Ben Şarkımı Söylerken,” dedi Gökhan düşünceli bir sesle. Bu şarkı onun için çok anlamlıydı ve ebeveynlerinin onlar bu şarkıyı çalarken içeri girmesi de manidardı. “Üçüncü şarkımızdı, çok bir şey kaçırmamışsınız. Bu geceki şarkılar için konuşuyorum tabii ki.”

Yoksa kaçırdığımız çok şey var.

Onun yaptığı göndermeyi Göktuğ da Hande de anladı.

“Bu akşamı Aykut’tan öğrendiniz değil mi?” diye sordu Gökhan onların konuşmasını beklemeden. “Onca zaman sonra bana yazmasını, hayatım hakkında son gelişmeleri öğrenmek istemesini garipsemiştim zaten ama altından sizin çıkacağınıza hiç ihtimal vermezdim.”

“Sana yazmasını ben istedim,” dedi Göktuğ. “Aslında en başında bana senin konuşmayı çok kısa tuttuğunu, kişisel hiçbir şey paylaşmadığını söyledi. Bugünkü konseri bilmeye hakkımız olmadığına inanmış, seni yine üzmemizi istememiş ama sonrasında fikrini değiştirmiş. Dün akşam arayıp haber verdi, biz de bugün apar topar geldik.”

“Gerçekten böyle mi söyledi?”

“Evet. Şu an güzel bir hayatın olduğundan bahsedip eğer seni yine üzeceksek asla karşına çıkmamamızı söyledi ama biz buraya yeni bir başlangıç yapmak için geldik. Tabii sen de istersen.”

“Aykut,” diyen Gökhan gülümsedi. “Hakkımda her zaman iyisini istediğini biliyordum ama arkamı kolladığından hiç haberim yoktu.” Gökhan onunla mutlaka iletişime geçecekti ama bu işi sonraya erteleyip şu ana odaklandı. “Bunca zaman sonra bunu istemenize neden olan ne?”

“Bunu çok uzun zamandır istiyoruz,” diye konuştu Hande. “Sen gittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı oğlum. Kendimizle yüzleşmek, yaptıklarımızın ne kadar korkunç şeyler olduğunu anlamak için çok vaktimiz oldu. Babanın dün Aykut’la konuştuğunu duyunca o kadar sevindim ki anlatamam. Hemen sana geldik, özür dilemeye ve af dilemeye geldik. Şu hâline bak, kocaman adam olmuşsun ama biz bu sürecin hiçbir anına tanıklık edemedik. Bundan sonraki hiçbir anını kaçırmak istemiyoruz. Gökhan, çok kötü ebeveynler olduğumuzu, sana korkunç şeyler yaşattığımızı biliyoruz. Geçmişi değiştiremeyiz ama kendimizi değiştirdik, sen de istersen hep beraber geleceğimizi de değiştirebiliriz. Bizi affedebilecek misin oğlum?”

Birkaç damla gözyaşı Gökhan’ın gözlerinden aktı. Genç adam burnunu çekip, gözlerini silerken başını yere eğdi. Onların yaşattıkları için özür dileyeceğini, kendisinden af dileyeceğini hiç düşünmezdi. Onları bir daha göreceğine dair bile ciddi şüpheleri vardı ama aradan geçen yaklaşık üç buçuk senenin ardından annesiyle babası karşısındaydı ve kendisinden özür diliyor, bağışlanmak istiyorlardı.

“Sebep olduğum her şey için özür dilerim,” dedi Göktuğ, Gökhan konuşmayınca. “Söylediğim, yaptığım, hissettirdiğim her şey için özür dilerim oğlum. Bu özür geçmişte yaşanan hiçbir şeyi değiştirmeyecek biliyorum ama eğer bu özrü kabul edersen gelecekte daha iyi anlar yaşayabiliriz.”

“Buna yürekten inanıyor musun?” diye sordu Gökhan onun yüzüne bakarak. Annesine döndü. “İnanıyor musunuz?”

“İnanıyorum. Şarkında da dediğin gibi karanlığı getiren şey bendim ama ben artık karanlıkta yaşamak istemiyorum. Orada çok uzun süre bulundum.”

Gökhan’ın gözlerinden birkaç damla yaş daha düştü.

“Ağlama lütfen,” dedi Hande. Onun gözleri de dolu doluydu. “Gelecekte daha iyi anlar yaşayacağımıza ben de inanıyorum.”

Gökhan burnunu çekti ama bu sefer ıslak gözlerini silmek için herhangi bir girişimde bulunmadı.

“Senin için bir gurur kaynağı mıyım yoksa hissettirdiğim tek duygu hicap mı?” diye dile getirdi şarkısının kapanış sözlerini. “Cevabı ne olursa olsun acıtan bir soruydu. Gurur kaynağıysam tüm bunların yaşanmasına gerek var mıydı? Hissettirdiğim tek duygu hicapsa hak ettiğim şey bu muydu? İki ihtimal de acı veriyor, sorunun cevapları sorunun kendisinden daha çok acıtıyor. Bu söylemlerim hissettiklerim hakkında size biraz da olsa ipucu veriyor mu? Neler yaşadığım hakkında azıcık da olsa bir fikriniz oluştu mu? Beni un ufak ettiğinizi anlayabildiniz mi? Baba, gitarımı kırdığın o gece ölmek istemedim; hiç doğmamış olmayı diledim. Anne, bana o sınavı nasıl kazanacağımı sorduğun an bedeninde hiç can bulmamış olmayı diledim. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Biraz bile?”

Göktuğ ve Hande başını yere eğdi. Göktuğ gözlerini kapatırken Hande de sessizce ağlamaya başladı. Gökhan’ın ne demek istediğini anlıyorlardı, onlara acı veren şey de buydu. Sebep oldukları felaketin, yarattıkları enkazın farkındaydılar. O enkazın altında onlar da kalmıştı. Tıpkı Gökhan’ın şarkısında dediği gibi.

“Hiçbir zaman yuvam olmadı ama ben o gece tek evimi de kaybettim,” diye konuşmaya devam etti Gökhan. “İstanbul’a geldiğimde gidecek hiçbir yerim yoktu, tanıdığım hiç kimse yoktu. Yapayalnızdım, öyle yalnızdım ki yalnızlığın vücut bulmuş hâliydim. Ben sizin tek evladınızdım ama benim de birden fazla annemle babam yoktu, sonra hiç kalmadı. Üç buçuk sene lan, koskoca üç buçuk sene. Aklım almıyor. Bir kere bile iletişime geçmeye çalışmadınız, tamamen umudumu kestiğim andaysa ortaya çıktınız. Karşıma geçmiş ağlıyor, benden özür diliyor ve af bekliyorsunuz.”

“Bizden nefret ettiğini, yüzümüzü bile görmek istemediğini düşündük,” dedi Hande ağlamaya devam ederken. “Öyle ki bunun hakkında kendi aramızda bile konuşmadık, ta ki dün akşama kadar. Babanın Aykut aracılığıyla senin hakkında bilgi aldığını duyunca ne kadar sevindiğimi tahmin edemezsin. Bizden nefret ediyor olabilirdin, yüzümüzü bile görmek istemiyor olabilirdin ama her şeyi göze alıp buraya geldik. Ne yapsan, ne söylesen haklısın; sana sadece saygı duyabiliriz çünkü biz en kötü muameleyi bile hak ettik oğlum.”

Gökhan omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Onu bu hâlde gören Hande’nin ağlaması şiddetlenirken Göktuğ da gözyaşı dökmeye başladı. Bir ailenin yaşayabileceği en büyük kırılma noktalarından birini yaşıyorlardı. Hepsi üzgün, paramparça ve hissettikleri her şeye karşı çok savunmasızdı.

“Size çok kızgındım, çok kırgındım,” dedi Gökhan kendini biraz da olsa toparladığında. “Ama sizden hiçbir zaman nefret etmedim, etmem. Keşke hiçbir şey böyle olmasaydı, keşke bunları hiç yaşamamış olsaydık ama olan oldu; geçmişi değiştirmenin bir yolu yok.” Burnunu çekti. “Ben daha fazla böyle yaşamak istemiyorum. Özrünüzü kabul ediyorum. Anne, baba sizi affediyorum.”

Sevinç duygusu Göktuğ ve Hande’nin yaşlı gözlerine yayılırken Hande, oğluna doğru atıldı ve onu kollarının arasına aldı. Hande yanağını onun boynuna yaslayıp, ona sımsıkı sarılırken Gökhan da kollarını onun beline sardı. Onlara yaklaşan Göktuğ da uzun ve güçlü kollarıyla ikisine birden sarıldı, ailesini kollarının arasına aldı.

Gözyaşları hepsinin gözlerinden akmaya devam ediyordu fakat artık mutluluk gözyaşları döküyorlardı. Üç buçuk senenin ardından yeniden bir arada olmanın, kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorlardı.

“Yavrum, oğlum,” dedi Hande, Gökhan’ın saçlarını okşarken. “Bizi şu an dünyanın en mutlu insanları yaptın. Seni çok seviyoruz, hep sevdik. Aksini hissettirmiş olsak da hep sevdik.”

“Ben de sizi hep sevdim,” dedi Gökhan. “Sizi çok özledim.”

“Biz de seni yavrum, biz de seni.”

Hande zor da olsa Gökhan’dan ayrıldığında bu sefer Gökhan ve Göktuğ sarıldı. Göktuğ onu güçlü kollarıyla sarıp sarmaladı ve Gökhan’a daha önce hiç sarılmadığı kadar sıkı sarıldı. Bu sarılmada saf bir sevgi, yılların özlemi ve bir babanın şefkati vardı.

“Bu kadar uzun değildin,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Uzadığını fark etmiştik ama şimdi daha iyi anladım. Kaç oldun?”

“En son ölçüldüğümde 1,81 metreydim,” dedi Gökhan da gülümseyerek. “Sana çok yaklaştım ama geçemeyeceğim gibi duruyor.”

“Sen beni çoktan geçtin oğlum.”

Göktuğ biraz geri çekilip Gökhan’ın yüzüne baktı. Bu yakışıklı ve genç yüz kendisinin yıllar önceki yüzüne çok benziyordu. Gülümsemesi genişleyen Göktuğ onun yanağını okşadı ve onu iki yanağından birden öptü.

“Seni seviyorum oğlum,” dedi Göktuğ onun gözlerinin içine bakarak. “Ve seni çok özledim. Ayrı kaldığımız ve yan yana olsak bile aslında birbirimizden çok uzakta olduğumuz geçmiş yıllarımızın acısını çıkarmak istiyorum.”

“Bunu ben de çok istiyorum baba,” dedi Gökhan duygulu bir sesle. “Ve ben de seni seviyorum.”

Göktuğ ve Gökhan yeniden sarıldığında Hande de onlara katıldı. Uygurlar birbirine ilk kez bu kadar yakınlardı, ilk kez bu kadar bir aradaydılar. Aynı evin içinde geçirdikleri uzun yıllarda bir aile olmanın önemini anlayamamışlardı fakat ayrı ve kırgın geçirdikleri bu üç buçuk senelik zaman diliminde aile olmanın ne demek olduğunu gayet iyi anlamışlardı.

“Ne yapıyorlar acaba?” diye sordu koltukta oturan Göksel. Gökhanların konuştuğu odanın kapısını gören bir koltuktaydı. “Hiç ses seda yok.”

“Konuşuyorlardır,” diye cevapladı onun yanında oturan Kerem. “Bu kadar uzun bir süreden sonra konuşacak çok şeyleri olmalı.”

“Her şey yolunda gidiyor mu acaba? Gökhan’ın üzülmesi istediğim son şey.”

“Bence şu an yol diye bir şey yok,” dedi ayakta dikilen Yağız. “Bir şeyler yolunda gidiyor ya da gitmiyor diyemeyiz. Çok karmaşık, çok da hassas bir an ama Gökhan’ın üzülmemesi konusunda sana katılıyorum.”

Bir süre birbirine sarılı hâlde duran aile üyeleri yavaşça ayrıldı. Gökhan’ın yüzünü elleri arasına alan Hande onun ıslak gözlerini şefkatle sildi.

“Ezelden beri hep çok duygusal bir çocuk oldun,” dedi Hande gülümseyerek. “Bu özelliğinden hiçbir şey kaybetmemişsin.”

“Bilakis hayatımın bu dönemi beni daha da duygusal birine çevirdi,” dedi Gökhan buruk bir yüz ifadesiyle. “Daha duygusal ve daha hassas oldum ama tüm bunlara rağmen daha güçlü durmayı da yine bu dönemde öğrendim.”

“Büyümüşsün, kocaman adam olmuşsun.”

“Öyle oldu.”

“Konuşacak ne çok şey var ama zamanımız da çok artık. Her şeyi konuşuruz değil mi?”

“Konuşuruz,” diye onayladı Gökhan. “Şimdi arkadaşlarıma bir bakayım, merak etmişlerdir.”

“Onlarla tanışabilir miyiz?” diye sordu Göktuğ. “Onları çok merak ediyoruz.”

“Olur, tanıştırayım.”

Üçü de kendine biraz çekidüzen verip az önce yaşadıkları duygu patlamalarının izlerini biraz da olsa sildikten sonra giyinme odasından çıktı. Göksel ve Kerem odanın karşısındaki koltukta oturuyordu, Yağız da ayakta bekliyordu. Onlar odadan çıkınca üçünün dikkati de onlara yöneldi. Göksel ve Kerem de ayaklandı. Onların bir arada olduklarını gören üç genç kendi arasında bakıştı.

“Buradaymışsınız,” dedi Gökhan tebessüm ederek. “Yakınlarda olduğunuzu tahmin etmiştim ama bu kadar yakında olduğunuzu düşünmezdim.”

“Her zaman çok yakınındayız,” diye cevapladı Yağız.

“Eksik olmayın,” dedikten sonra annesiyle babasına döndü Gökhan. “Sizleri tanıştırayım. Annem Hande ve babam Göktuğ; Yağız ve Kerem çok yakın iki dostum, Göksel de kız arkadaşım.”

Hande ve Göktuğ, Yağız’la Kerem’e baktı ama ikisinin de asıl odak noktası Göksel oldu. Çift, ellerini önünde birleştirmiş Göksel’i inceledi.

“Merhaba gençler,” dedi Göktuğ onlara küçük bir baş selamı vererek. “Tanıştığıma memnun oldum.”

“Tanıştığımıza memnun olduk,” dedi Hande onu düzelterek. “Merhabalar.”

Tek tek tokalaştılar. Bu sırada hepsi birbirini dikkatle inceledi. Gökhan babasına gerçekten çok benziyordu, üçü de baba oğulun fotoğraflarını görmüştü fakat gerçekte görünce ne kadar benzediklerine yakından şahit oldular.

“Hoş geldiniz,” dedi Yağız onlara.

“Hoş bulduk,” dedi Hande. Gökhan’a bakıp gülümsedi. “Çok hoş bulduk. Anladığım kadarıyla Gökhan’ın sınıf arkadaşısın, konserde sen de diğer herkes gibi harikaydın.”

“Evet, sınıf arkadaşıyım ve çok teşekkür ederim.”

“Aynı zamanda ev arkadaşım,” diye ekledi Gökhan. “Sınavların olduğu gün tanıştık, sonuçlar açıklanınca aynı eve çıktık ve kısa sürede etle tırnak gibi olduk. Kerem de bir müzik etkinliğinde tanıştığım ve benim için çok değerli olan bir diğer dostum. O da gitar çalıyor.”

“Muhteşem arkadaşlarının olduğunu duymuştuk,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Yeğenim Aykut söyledi.”

“Aykut mu?” dedi Yağız şaşırarak. Gökhan’a döndü. “O mu söylemiş?”

“Aynen öyle,” diye onayladı Gökhan. “Hayatımdaki güncel olaylardan bahsederken bu konserin gününü, yerini ve zamanını öğrenmişti; sonrasında babama söylemiş.”

“İletişime geçmesini de ben istemiştim,” dedi Göktuğ. “İyi ki de geçmişim.”

“Aykut’a bak sen,” dedi Yağız dudaklarını aşağı kıvırıp. “Şaşırdım.”

“Aykut’u tanıyor musun?” diye sordu Hande.

“Gökhan’la iletişime geçtiğinde Gökhan bahsetmişti yoksa bizzat tanımıyorum.”

“Yağız her şeyimi bilir,” dedi Gökhan ebeveynlerine bakarak. “Aslına bakarsanız üçü de her şeyimi bilir.”

Göktuğ ve Hande yeniden üçüne birden baktı ve bakışları yine Göksel’in yüzünde daha uzun süre durdu.

“Merhaba,” diye mırıldandı Göksel. “Sizi burada görmek beni şoke etti, henüz kendime gelmiş sayılmam; şaşkınlığımı mazur görün lütfen.”

“Hiç önemli değil,” dedi Hande gülümseyerek. “Hepiniz şaşkına dönmekte haklısınız.”

Gökhan, Göksel’e yaklaştı ve onu belinden kavradı. Genç adam ona gülümsediğinde Göksel’in dudakları da yukarı kıvrıldı.

“Göksel de bizler gibi öğrenci,” diye anlatmaya başladı Gökhan. “Yıldız Teknik Üniversitesinde Fotoğraf ve Video bölümünde son senesi. Muhteşem bir fotoğrafçı ve olağanüstü bir video grafiker. Her cumartesi günü sahne aldığım bir kafe var, bir gün o kafeye geldiğinde benim fotoğrafımı çekip fotoğraflarını paylaştığı Instagram hesabına atması sayesinde tanıştık. Dört aydır birlikteyiz.”

Göktuğ ve Hande onu dikkatle dinledi.

“Daha çiçeği burnunda bir çiftmişsiniz,” dedi Hande. Duygu dolu bir gülümseme dudaklarında can buldu. “Çok güzel ve çok mutlu görünüyorsunuz. Yine duygulandım. Çok şey kaçırdığımız ortada ama bundan sonrasındaki her ana şahitlik edeceğimizi bilmek sevindiriyor.”

“Yaz başından beri tanışıyoruz ve bu kısa zamana çok şey sığdırdık,” dedi Göksel, Gökhan’a bakarak. “Teşekkür ederiz.”

“İstanbul’da mı yaşıyorsun?” diye sordu Göktuğ. “Aslen nerelisin?”

“Doğma büyüme İstanbulluyum. Büyük atalarım Cumhuriyet kurulduktan sonra Balkanlardan buraya göç eden Türklerden.”

“Sarışın ve mavi gözlü olduğunu görünce anladım, ondan sordum.”

“Genelde yeni tanıştığım herkes sorar zaten, alışkınım.”

“Böyle bir güzelliğin memleketini merak ediyorlar tabii,” dedi Gökhan onun belini okşayarak. “Benim sevgilim Avrupalı. Zaten herkes turist sanıyor.”

Göksel başını yere eğip güldü. “Genelde Rus sanılıyorum ama olsun,” dedi. “Avrupalı sananlar da çok oluyor. Bu arada böyle ayakta kaldık.”

“Ayakta kaldık ve Barışlar da buradaydı,” dedi arkadaşlarını hatırlayan Gökhan. “Onları gördünüz mü?”

“Salonda bekleyeceklerini söylediler,” dedi Yağız. “İstersen arayayım.”

“Çok iyi olur. Onları da göreyim.”

Yağız, Barış’ı aradı ve onların hâlâ salonda olduğunu öğrendi.

“En ön koltuklarda oturuyorlarmış,” dedi telefonu kapatan Yağız. “Gidelim mi?”

“Gidelim,” diye onayladı Gökhan. Ebeveynlerine döndü. “Arkadaşlarım izlemeye gelmişti, onların yanına gideceğiz. Eşlik etmek ister misiniz? İsterseniz burada da bekleyebilirsiniz.”

“Çok isteriz,” dedi Hande. “Onlarla da tanışmış oluruz.”

“Peki o zaman, hadi gidelim.”

Sahne arkasından çıkan grup, Barışları söyledikleri gibi en ön koltuklarda otururken buldular. Gökhanların geldiğini gören grup ayaklandı.

“Yeniden merhaba gençler,” dedi Gökhan. “Beklemişsiniz.”

“Tabii ki bekledik,” dedi Barış gülümseyerek. “Sizi son bir kez görmeden gitmek istemedik.”

“İyi yaptınız, eyvallah kardeşim.”

İki grup karşı karşıya geldi. Gençlerin bakışları normal olarak Göktuğ ve Hande’nin üzerindeydi, çift de onları inceledi.

“Tanıştırayım,” diye başladı Gökhan. “Barış bizim üniversiteden mezun bir bilgisayar mühendisi, Sarp ve Kuzey Elektrik Elektronik Mühendisliği öğrencisi. Üçünün bir grubu var, birlikte müzik yapıyorlar. Elçin, Hukuk öğrencisi; Lale de yine bizim üniversiteden mezun bir iç mimar. Elçin’le Barış, Sarp’la da Lale sevgililer. Gençler bunlar da annem Hande ve babam Göktuğ.”

Çift ve grup birbirini selamladı.

“Tanıştığımıza memnun olduk gençler,” dedi Göktuğ. “Bu akşam bu kadar kalabalık bir grupla tanışacağımızı hiç düşünmezdik ama Gökhan’ın arkadaşlarıyla tanışmak çok hoşumuza gitti.”

“O memnuniyet bize ait,” dedi Barış gülümseyerek. “Hoş geldiniz. Nereden geldiniz?”

“Hoş bulduk,” diye cevap veren Hande oldu. “Ankara’dan geldik, orada yaşıyoruz.”

“Kısa bir yoldan da gelmemişsiniz aslında. Yol yorgunusunuzdur.”

“Gayet iyiyiz, sıkıntı yok.”

“Askersiniz değil mi?” diye sordu Kuzey, Göktuğ’a bakarak. “Gökhan bahsetmişti. Şehir şehir gezerek büyüdüğünü söylemişti.”

“Evet, askerim,” diye onayladı Göktuğ. “Ailecek konargöçer bir yaşamımız oldu. Güzel yanları da kötü yanları da vardı.”

“Asker olduğunuz çok belli. Duruşunuzdan anlaşılıyor zaten, konuşmanız da cabası.”

“Genelde öyle söylerler,” dedi Göktuğ gülerek. “Harp Okulu’yla beraber otuz senelik bir askerlik geçmişim olunca normal.”

“Harp Okulu mezunu musunuz?” dedi Kuzey şaşırarak. “Çok zor bir meslek olduğunu biliyorum ama bana göre aynı zamanda çok havalı. Rütbeniz ne? Çok soru soruyorum ama merakımı mazur görün. Gökhan ayrıntılardan bahsetmemişti.”

Göktuğ yanında duran oğluna kısa bir bakış attıktan sonra, “Mazur görülecek bir durum yok,” dedi. “Yarbayım. Üç senedir Ankara’da görev yapıyorum. Vaktimizin bol olduğu bir günde bu konuda sohbet edebiliriz.”

“Çok sevinirim, teşekkür ederim.”

“Şimdi planınız ne?” diye sordu Sarp. “Ne yapacaksınız?”

“Bilmem,” dedi Gökhan ebeveynlerine bakarak. “Kalacak yer ayarladınız mı?”

“Ayarlamadık,” dedi Göktuğ. “Ama orduevinde kalırız diye düşündük.”

“Bize gelebilirsiniz,” diyen Gökhan, Yağız’a baktığında Yağız başını onaylarcasına salladı. “Küçük bir evimiz var, salonda yatabilirsiniz ama rahat etmek isterseniz orduevi veya otelde kalabilirsiniz.”

“Sizde çok rahat edeceğimizden emin olabilirsiniz,” dedi Hande hemen. “Eğer Yağız için sorun olmayacaksa sizde kalabiliriz.”

“Başımızın üstünde yeriniz var,” dedi Yağız da çabucak. “Dilediğiniz kadar kalabilirsiniz. Sizi ağırlamaktan mutluluk duyarız.”

“Çok naziksin, teşekkür ederiz.”

“O zaman eve geçebiliriz,” dedi Gökhan. “Biz de dinleniriz, siz de dinlenirsiniz. Ne dersiniz?”

“Olur,” dedi Göktuğ. “Nerede oturuyorsunuz?”

“Karşıda Kadıköy’de oturuyoruz.”

“Tamam, arabayla geçeriz.”

“Biz Yağız’la Melek Hoca’yla ve sınıftakilerle konuşup vedalaşalım, sonra ufaktan kaçarız. Gençler siz de gidiyorsunuz değil mi?”

“Aynen, biz de kaçarız,” diye onayladı Barış. “Bir şeyler içip dağılırız. Kerem istersen sen de bize katılabilirsin, Fatih’te olacağız yine.”

Kerem saati kontrol ettikten sonra, “Olur,” dedi. “Vakit daha erken, biraz oturabilirim.”

“Biz de çok durmayız zaten, 1-2 saat oturup kalkarız.”

“Tamamdır.”

Gökhan, Yağız ve Göksel onlarla vedalaştı.

“İyisin değil mi?” diye sordu Barış. O ve Gökhan diğerlerinden biraz uzaklaşmıştı. “Şu an duygularını tahmin bile edemem ama kötü hissetmiyorsun değil mi?”

“İyiyim,” diye onayladı Gökhan. “Aramız düzeldiği için mutluyum. Geçmişi ardımızda bırakıp yeni bir başlangıç yapacağız.”

“Hepinizin hakkında en iyisi, en hayırlısı olsun kardeşim benim. Bu arada şarkın muazzamdı, ayrıntılar hakkında mutlaka konuşalım.”

“Teşekkür ederim kardeşim, eyvallah. Bir gün buluşup her şey hakkında konuşuruz.”

“Konuşalım Gök. Seni seviyorum ve adına çok sevindim kardeşim.”

“Eyvallah kardeşim, ben de seni seviyorum.”

İki dost sarıldı. Biraz geriden onları izleyen Göksel gülümsüyordu.

“Dostlukları çok güzel,” dedi Göksel’le beraber onlara bakan Elçin.

“Kesinlikle,” diye onayladı Göksel. “Barış, Gökhan için çok kıymetli.”

“Gökhan da Barış için öyle. Hepimiz için öyle. Tabii sen de öylesin.”

“Siz de benim için öylesiniz. Bu akşam yanımızda olmanız çok değerliydi, eksik olmayın.”

“Dostluk bunu gerektirir.”

Elçin ve Göksel de sarıldı.

“Gök,” diye seslendi Kerem. “Gel bakalım buraya.”

Barış’ın yanından ayrılan Gökhan, Kerem’in yanına ilerledi ve kollarını açan arkadaşına sıkı sıkıya sarıldı.

“Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın her zaman yanındayım,” dedi Kerem onun kulağına. “Hüznünü de sevincini de, acını da mutluluğunu da benimle paylaşabilirsin. Tüm bunları zaten biliyorsun ama ben bir kez daha söyleyeyim. Ailenin yanına gelmesine, aranızı düzeltmenize çok sevindim.”

“İyi ki varsın kardeşim benim,” dedi Gökhan onun sırtına vurarak. “Sağ ol, var ol ama sakın eksik olma. Seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum. Gökhane Sakinleri de çok güzel bir şarkıydı. Arkasındaki öyküyü bilmiyor olsam bile yine hissederek dinlerdim, duyguyu dinleyicisine çok iyi geçiren çok dürüst bir parça olmuş. Yüreğine sağlık.”

“Teşekkür ederim, sağ ol. Bu kadar özel bir şarkıyı yüzlerce kişinin önünde söylemeye karar vermek çok zor oldu ama iyi ki söylemişim. Bugün bu şarkıyı söylemem gerekiyormuş, bunu anladım.”

“İyi ki söyledin. İçimizi burktu ama bu da çok başarılı bir parça olmasından kaynaklanıyor. Bize hüzünlü bir öykü anlattın ve biz her bir satırını yüreğimizde hissettik. Sanatın sihrini en büyülü şekilde gerçekleştirdin.”

“Eyvallah kardeşim, tüm bunları duymak çok kıymetli.”

“Gerçekleri söylüyorum.”

Gökhan onun kolunu sıvazladıktan sonra hâlâ burada olan sınıf arkadaşları ve Melek Hoca’yla da vedalaştı.

“Bugün harika bir iş çıkardık,” dedi Gökhan. “Hepinizin emeğine, yüreğine, ellerine, ağzına sağlık. Hepinize kendi adıma çok teşekkür ederim.”

Melek Hoca, Gökhan’ı kenara çekti.

“Ne oldu?” diye sordu. “Birlikte olduğunuzu gördüm, barıştınız mı?”

“Barıştık hocam,” diye onayladı Gökhan. “Benden özür dileyip af istediler, ben de özürlerini kabul edip onları affettim. Artık yarım hissetmek, bu şekilde yaşamak istemiyorum. Hep beraber yeni bir başlangıç yapacağız.”

“Senin adına çok sevindim Gökhan, hepinizin adına çok sevindim. Onları ilk gördüğünde paramparça görünüyordun, keza onlar da öyleydi ama şu an hepiniz mutlu görünüyorsunuz.”

“Rahatlamanın getirdiği mutluluk. Teşekkür ederiz hocam.”

Melek ve Gökhan da sarıldı. Melek onların arasında geçen olayların ayrıntılarını bilmiyordu fakat ebeveynlerinin Gökhan’ın konservatuvar okumasını istemediğinden, ona asla destek çıkmadıklarından ve aralarında bir daha görüşmeyeceklerini sağlayacak kadar büyük şeyler yaşandığından haberdardı. Gökhan ayrıntıları söylememişti, o da saygı duyarak sormamıştı fakat artık merak bile etmiyordu. Önemli olan şu andı ve şu an da hepsi yeniden bir aradaydı. Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun.

Birkaç dakika içinde o kalabalık gruptan geriye sadece Gökhan, Yağız, Göksel, Göktuğ ve Hande kaldı.

“Arabamız dışarıda,” dedi Göktuğ. “Binanın önüne park ettim.”

“Benim arabam da orada,” dedi Göksel. “Hep beraber gidebiliriz.”

Göksel’in yaşadığı şaşkınlık onu sessizleştirmişti. Gökhan kalabalıktan fırsat bulamamıştı ama şimdi o kalabalık gidince kız arkadaşıyla ilgilenme fırsatı buldu ve onun yanına yaklaşıp elini tuttu.

“İyi misin?” diye sordu Gökhan kısık bir sesle. Genç çift biraz önde yürüyordu. “Çok sessizsin.”

“Şaşkınlığın getirdiği bir sessizlik,” dedi Göksel onun yüzüne bakarak. “Gökhane Sakinleri’ni dinlemek beni paramparça etti, sonrasında aileni burada görünce hissettiğim her şey zirve noktasına ulaştı. Gökhan, neler yaşadığını, neler hissettiğini en iyi bilen insanlardan biri olarak bu akşam yaşanan her şey beni de çok etkiledi. Erkek arkadaşımın asla görmeyeceğimi düşündüğüm ebeveynlerini gördüm, onlarla tanıştım. Bunu yaşamış olmaktan çok mutluyum ama mutluluğun yanında başka duygular da hissediyorum, çok yoğun duygular.”

“O duyguları ben de hissediyorum,” dedi Gökhan yatıştırıcı bir sesle. Adımlarını durdurup arkasına döndü. “Siz çıkın, biz de geliyoruz.”

“Tamam oğlum,” dedi Hande.

Yağız, Gökhan’ın ebeveynleriyle beraber yürümeye devam ederken Göksel ve Gökhan koridorda durup onların arkasından baktı. Onlar biraz uzaklaşınca tüm akşam bu anı bekleyen Göksel, Gökhan’ın boynuna sarıldı. Parmak uçlarında biraz yükselen genç kadın, erkek arkadaşına sımsıkı sarıldı. Kollarını onun ince beline saran Gökhan’sa onu bir anlığına havaya kaldırdı.

“Gerçekte nasıl hissediyorsun?” diye sordu onun yüzünü ellerinin arasına alan Göksel. “Mutlu musun? Sevindin mi? İçin rahatladı mı?”

“Çok mutluyum,” dedi Gökhan içtenlikle. “Geçmişte yaşadığımız şeyler beni paramparça yaptı, un ufak etti ama onları karşımda benden özür dilerken ve af isterken bulunca, pişmanlıklarına ve beni gerçekten özlediklerine şahit olunca o kırık parçalar birleşti. Onların özrünü kabul ettim, onları affettim. Hiçbir zaman çok iyi bir aile olmadık ama bu üç buçuk senelik ayrılık hepimize çok şey öğretti; elimizden gelenin en iyisini yapmak için çabalayacağız. Buna yürekten inanıyorum. Annemle babam en ufak hatalarını bile kabul edecek, benden özür dileyecek insanlar asla değillerdi; bu raddeye geldiklerine göre çok değişmişler demektir.”

“Sil baştan bir başlangıç yapacaksınız.”

“Sil baştan bir başlangıç yapacağız.”

“Bu başlangıçta da yanında olduğumu, yolun her bir adımında yanında olacağımı sakın unutma. Seni çok seviyorum ve senin adına, sizin adınıza çok seviniyorum.”

“Biliyorum bal peteğim. Ben de seni çok seviyorum ve yanımda olmandan büyük mutluluk duyuyorum.”

Göksel onu öpmeye başladığında Gökhan hemen karşılık verdi ve kollarını onun beline sarıp kız arkadaşının bedenini kendi bedenine yapıştırdı. Nerede olduklarını umursamadan büyük bir sevgiyle ve tutkuyla öpüştüler. Bu akşam yaşadıkları duygu karmaşalarından sonra birbirlerinin kollarının arasında sakinleşmek, teselli bulmak ikisinin de ihtiyacı olan şeydi.

“Tüm yaralarımı saran bir öpüşme oldu,” dedi nefesi düzensizleşen Gökhan. “Nefesimi kestiği de bir gerçek.”

“Şu an seni bırakmak benim için çok zor,” dedi Göksel. “En azından Yağız yanınızda olacak, bu gerçek içimi biraz rahatlatıyor.”

“Her şey yolunda balım, endişe etmene hiç gerek yok. Konuşacak çok şeyimiz var, oturup uzun uzun konuşuruz.”

“En kısa sürede görüşelim olur mu? Seni görmem gerek.”

“Olur tabii ki bir tanem, görüşürüz. Sen beni merak etme, ben gerçekten iyiyim. Her şey güzel olacak.”

“Olacak değil mi?”

“Olacak. Yoksa sen bana inanmıyor musun?”

“İnanıyorum elbette, özellikle bu konuda inanmayı çok istiyorum.”

“İnan. En çok buna inan.”

Göksel başını salladıktan sonra ona sarıldı. Birkaç saniye boyunca birbirlerine sarılı hâlde durdular.

“Sizi yolcu edeyim,” dedi Göksel geri çekildiğinde. “Sonra ben de eve geçerim. Benim yolum kısa zaten.”

“O zaman gidelim,” diyen Gökhan onun elini tuttu. “Onları da çok bekletmeyelim.”

Gökhan ve Göksel binadan el ele ayrıldılar. Yağız, Göktuğ ve Hande’yi gri bir Volkswagen Tiguan’ın önünde beklerken gördüler. Bu üç buçuk senede değişen şeylerden biri de arabalarıydı. Gökhan bu büyük arabayı şöyle bir inceledi.

“İki sene önce değiştik,” dedi onun arabayı incelediğini gören Göktuğ. “Diğerinin sorunları çıkmaya başlamıştı.”

“Güzel araba ama biraz büyük,” dedi Gökhan. “Kalabalık aile arabası gibi.”

“Biraz öyle ama çok kullanışlı. Sen ilkokula giderken de bunun gibi büyük bir arabamız vardı, hatırlıyor musun?”

“Hatırlıyorum,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Arka koltuğunda yanımda valizlerle ya da kolilerle az yolculuk yapmadım.”

“Güzel zamanlardı,” dedi Göktuğ da gülümseyerek. “Hâlinden hiç şikâyetçi olmazdın, aksine yolculuk yapmayı ve radyodan çalan şarkıları dinlemeyi çok severdin. Bir süre sonraysa yorgun düşüp uyuyakalırdın, küçücük gövdenle koltuğun bir ucunda uyurdun.”

“Yolculukların en sevdiğim yanı şarkılardı zaten. Gerçekten de güzel zamanlardı.”

Göktuğ onun omzunu sıvazladığında baba oğul birbirine gülümseyerek baktı.

“Göksel sen nerede oturuyorsun?” diye sordu Hande. “Karşıda mısın sen de?”

“Hayır, burada Fatih’te oturuyorum,” diye yanıtladı Göksel. “Benim yolum çok kısa. Arabayla dakikalar içinde varırım.”

“Bu şehrin trafiği çok korkunç. Alışkınsındır zaten ama dikkatli kullan lütfen.”

“Düşündüğünüz için teşekkür ederim.”

“Sen diye hitap et lütfen. Oğlumun kız arkadaşıyla resmî konuşmak istemem, zaten bundan sonra sık görüşeceğimizi umuyorum.”

“Peki, sen derim. O hâlde hepinize iyi akşamlar.”

Hepsi birden, “İyi akşamlar,” dedi.

“Görüşürüz Gök,” diye ekledi Yağız. “Bugün bize eşlik ettiğin için teşekkür ederiz. Umarım keyifli vakit geçirmişsindir.”

“Harika vakit geçirdim,” dedi Göksel gülümseyerek. “Hepinizin yeniden yüreğine sağlık. Görüşürüz.”

“Teşekkür ederiz. Görüşürüz.”

Gökhan ve Göksel, Göksellerin beyaz arabasına ilerledi.

“Bu akşamki şaşkınlığımı mazur gör lütfen,” dedi Göksel. “Biraz kafamı topladığımızda ve vaktimizin olduğu bir günde ailenle yakından tanışmayı çok isterim.”

“Mazur görülecek bir durum yok,” diyen Gökhan onun ellerini tuttu. “Böyle davranmakta çok haklısın, seni çok iyi anlıyorum; onlar da anlıyordur. Dediğin gibi buluşup yakından tanışırsınız, onlara söylerim.”

“Çok memnun olurum. Teşekkür ederim sevgilim.”

“Asıl ben çok memnun olurum. Seni onlarla tanıştıracağıma pek ihtimal vermezdim ama bu yaşandığı için çok mutluyum. Sana bayılacaklar.”

“Ben seninkilerle tanıştım sayılır, sıra sana geldi. Kaçarak dört ayı devirdin ama vaktin çok daraldı hayatım.”

“Bir erkek için kız arkadaşının babasıyla tanışmak ne kadar korkunç bir şey, bilemezsin,” dedi Gökhan gözlerini biraz büyüterek. “Çok aceleye getirmek istemedim ama biz de yakın bir gelecekte tanışabiliriz.”

“Babam insan yemiyor, korkma. Dünya tatlısı bir adamdır.”

“Ailesine karşı elbette öyledir.”

“Sen de aileden sayılırsın.”

“Ne?” dedi Gökhan yüksek bir sesle. Gülerek Göksel’e yaklaştı. “Aileden mi sayılırım?”

“Hı hı,” dedi Göksel başını sallayarak. “Bakıyorum da çok hoşuna gitti.”

“Sana nikâhı basayım da gör sen.”

“Gaza gelme canım.”

“Olacakları söylüyorum.”

“Çok iddialısın.”

“Öyleyim. Öpeyim mi?”

“Ailen burada.”

“Hayatlarında şahit olacakları ilk öpüşme olmaz, güven bana.”

Göksel güldüğünde Gökhan ona uzanıp onu öptü. Onlara bakan Göktuğ ve Hande bakışlarını kaçırdı. Göz göze gelen karı koca birbirine gülümsedi.

“Ailemle film izlerken öpüşme sahnesine denk gelmiş gibi hissediyorum,” diye düşündü Yağız. “Ulan Gökhan bunun hesabını sana sorarım.”

“Seni seviyorum,” diye fısıldadı Gökhan. Göksel’in burnunu öptü. “Arabayı dikkatli sür ve eve varınca haber ver, tamam mı?”

“Tamam,” diye onayladı Göksel. “Sen de yaz ve ben de seni seviyorum.”

Arabaya binen Göksel arabayı çalıştırıp uzaklaşmaya başladığında Gökhan da diğerlerinin yanına döndü.

“Artık biz de gidebiliriz,” dedi genç adam. “Bizim yolumuz uzun.”

“Gidelim,” dedi Göktuğ. “Arka koltukta seni bekleyen bir şey var.”

“Beni mi?” dedi Gökhan şaşırarak. “Nedir?”

“Kendin baksana.”

Göktuğ kapıların kilidini açtığında Gökhan arka kapıların birine ilerledi ve kapıyı açtı. Genç adam arka koltuğa uzunlamasına koyulan gitar çantasını fark edince ifadesi durgunlaştı.

“Bir klasik gitar,” dedi onun arkasında duran Göktuğ. “Fender marka. Girdiğim mağazadaki satış danışmanı çok iyi bir marka ve model olduğunu söyleyince bunu almaya karar verdim, sonra annenden öğrendim ki zaten çok sevdiğin bir markaymış.”

“En sevdiğim markadır,” diye mırıldandı Gökhan. Çantayı koltuktan kaldırdı. “Beyaz elektro gitarım da aynı markadan.”

Gökhan çantanın fermuarını açıp, gitarı içinden çıkarırken Yağız da ona yaklaştı ve gitara baktı. Genç adam bir ıslık çaldı.

“Bunu müzik mağazasında mı buldun?” dedi Gökhan şaşırarak. “Orası nasıl bir müzik mağazasıymış öyle? Ayrıca kim bilir kaç lira para verdin buna? Bir servet yatırmış olmalısın.”

“Duymamış olayım,” dedi Göktuğ hemen. “Hem hediyenin fiyatı mı olurmuş? Satın aldığım yer büyük bir müzik mağazasıydı, çok çeşit vardı.”

“Yurt dışıyla sağlam iş yapıyor olmalılar, bu modeli Türkiye’de bulmak çok zordur. Ben de üç seneyi aşkındır bir müzik mağazasında satış danışmanı olarak çalışıyorum, sektöre hâkimim ve adamların bu işi hakkını vererek yaptığı kesin.”

“Kesinlikle,” diye ona arka çıktı Yağız. “Çok klas gitardır.”

Gökhan parmaklarını yavaşça kasanın üzerinde gezdirdiğinde yüzüne duygusal bir gülümseme yayıldı. Bundan üç sene önce babası klasik gitarını parçalamıştı, şimdiyse ona yeni bir klasik gitar almıştı. Göktuğ’un ona yeni bir gitar almayı düşünmesi ve gerçeğe dönüştürmesi Gökhan’ın çok hoşuna gitti.

“Teşekkür ederim,” dedi Gökhan babasına dönerek. “Bunun yaşanacağına asla inanmazdım ama yaşandığı için mutluyum. Çok düşüncelisin, yeniden teşekkür ederim.”

“Rica ederim,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Bize bolca çalarsın değil mi?”

“Çalarım,” dedi Gökhan da gülümseyerek. Babası ondan ilk kez gitar çalmasını istiyordu. “İstek parçalarınızı alırım.”

“Sen ne istersen onu çalarsın,” dedi Hande onun koluna dokunarak. “Ne çalarsan çal seni memnuniyetle dinleriz.”

Gökhan’ın gülümsemesi genişlerken genç adam Yağız’la göz göze geldi. Yağız da gülümsüyordu ve en az Gökhan kadar mutlu görünüyordu. Bu akşam yaşananlar onu da çok sevindirmişti.

Gökhan gitarı çantasına koyduktan sonra, “O zaman hadi gidelim,” dedi. “Adresi söylerim, navigasyondan takip edersin baba.”

“Aynen,” diye onayladı Göktuğ. “Siz de tarif edersiniz zaten. Biz İstanbul’un yabancısıyız ama siz artık buralı olmuşsunuz.”

Göktuğ şoför koltuğuna, Hande ön koltuğa ve Gökhan’la Yağız da arka koltuğa oturdu. Gökhan gitarı bacaklarının arasına alıp klavyesini de gövdesine yasladı. Bu gitarı çalmak için sabırsızlanıyordu.

“Adresi söyleyeyim,” dedi Gökhan. “Bize rota oluştursun.”

Göktuğ uygulamayı açınca Gökhan ona oturdukları sokağın adını söyledi.

“Rotamız hazır,” dedi Göktuğ telefonu tutacağa sabitleyip. “Kadıköy’de oturuyorsunuz demek. Neden Kadıköy?”

“Okulun eski binası oradaydı,” diye yanıtladı Gökhan. “Biz de yakın diye Kadıköy’den ev tuttuk. Okul şimdi Maltepe’ye taşındı ama hem kiralar uçup gittiği için hem de Kadıköy’ü çok sevdiğimiz ve evimizden de memnun olduğumuz için taşınmadık. Gidince görürsünüz, güzel bir yerde oturuyoruz.”

“Daha içte oturuyormuşsunuz, buralar daha sakindir.”

“Kadıköy’ün merkezine göre evet, öyle.”

Yolculuk boyunca genelde sessizlerdi. Konuşmak için bolca vakitlerinin olduğunu bilmek onları arabada sessiz kalmaya itti. Göktuğ ve Hande’de yol yorgunluğu vardı, Gökhan ve Yağız’daysa bugünkü konserin yorgunluğu vardı.

“Şu apartman,” dedi Gökhan oturdukları sokağa vardıklarında. “Geldik. Park edebilirsin.”

Göktuğ arabayı apartmanın hemen yanına park edince araçtan indiler. Gökhan’la Yağız gitarlarını taşırken Göktuğ da bagajdaki valizi aldı.

“Gerçekten güzel bir yermiş,” dedi etrafa bakan Hande. “Vaktin biraz geç olmasının da etkisi vardır tabii ama sessiz sakin bir yere benziyor.”

“Gündüz de böyle,” dedi Yağız. “Herkes kendi hâlinde yaşayıp gidiyor. Hava iyice soğumuş, üşümeden içeri girelim hadi.”

Apartmana giren grup asansöre ilerledi. Asansörle delikanlıların üçüncü kattaki dairesine çıktılar ve eve girdiler.

“Valizi alayım,” dedi Yağız. “İsterseniz elinizi yüzünüzü yıkayın, sonra da üstünüzü değiştirin.”

“Rahatınıza bakın lütfen,” diye arkadaşına destek çıktı Gökhan. “Aç mısınız? Bir şeyler hazırlayabiliriz.”

“Çok teşekkür ederiz,” dedi Hande gülümseyerek. “Karnımız tok, üstümüzü değiştirsek yeter.”

Dakikalar sonra salonda toplanmışlardı. Hepsi üzerini değiştirip rahat bir şeyler giymişti.

“Bugün çok yorucu ve uzun bir gündü,” dedi Yağız. “Odama çekilip dinleneceğim, siz de hasret giderirsiniz. Yarın sabah görüşürüz.”

Gökhan ona minnet dolu bir gülümsemeyle baktıktan sonra, “İyi geceler kardeşim,” dedi. “Sabah görüşürüz.”

“Bir şey olursa seslenirsin.”

“Eyvallah.”

“İyi geceler Yağız,” dedi Hande. “Teşekkür ederiz.”

Yağız onlara gülümseyip bir baş selamı verdikten sonra salondan çıktı ve kendi odasına ilerledi. Komodinin üzerinde duran telefonunu eline alan genç adam Göksel’in kendisine mesaj attığını gördü.

Selam

Gökhan’ı rahatsız etmek istemediğim için sana yazayım dedim. Gökhanlar ne yapıyor? Her şey yolunda mı?

Yatağına oturan Yağız ona cevap yazdı.

Selamlar. Rahatça konuşsunlar diye onları salonda yalnız bırakıp odama çekildim şimdi. Sanıyorum ki uzunca sohbet edecekler, konuşacakları çok şeyleri var

Göksel saniyeler içinde çevrim içi oldu, onun mesajını okudu ve cevap verdi.

Keyifleri nasıl? Her şey yolunda değil mi?

Göksel’in Gökhan’a verdiği değer, ona gösterdiği tüm bu ilgi ve alaka Yağız’ı gülümsetti.

Her şey yolunda, endişe etmene gerek yok. Hepsinin yüzü gülüyor, keyifleri yerinde. Aksi bir durum olsa ben hemen müdahale ederim zaten. Ben buradayım, aklın kalmasın

Onun bu mesajını okuyan Göksel’in içi rahatladı.

Çok sevindim. Hepsi sana emanet Yağız

Göksel’in mesajını okuyan Yağız gülümsemeye devam ederek ona cevap verdi.

O iş bende, gözün arkada kalmasın Gök. Bugün sen de yoruldun, dinlenmene bak lütfen. Görüşürüz

Göksel ona çabucak cevap yazdı.

Teşekkür ederim. Görüşmek üzere

Yatağa uzanan Yağız kollarını başının altında çapraz bir şekilde birleştirdi. Bu esnada salondakiler de konuşmaya başlamıştı.

“Eviniz çok tatlıymış,” dedi Hande etrafa bakarak. “Hiç öğrenci evi gibi değil, aksine aile evi gibi.”

“Yağız’la ben bir aileyiz zaten,” dedi Gökhan hiç düşünmeden. “O benim kardeşim gibi. Bana bir yuva verdi.”

“Hayatında böyle değerli insanların olması çok güzel. Bu üç buçuk senede hiç yalnız kalmamışsın gibi görünüyor.”

“Hayatıma çok güzel insanların girdiği bir gerçek.”

“Neler yapıyorsun?” diye sordu Göktuğ. “Maddi olarak geçimini nasıl sağlıyorsun, okul nasıl gidiyor, hayatın ne durumda?”

“Çalışıyorum,” diye cevapladı Gökhan. “İstanbul’a geldikten sonra ilk iş olarak bir kafede garsonluğa başladım ama çok kötü çalışma şartları olduğu için ancak bir ay dayanabildim ve sonrasında bir müzik mağazasında satış danışmanı olarak çalışmaya başladım. Hâlâ aynı yerde okul dönemlerinde yarı zamanlı, kış ve yaz tatillerinde tam zamanlı çalışıyorum. İkinci sınıftan beri Kadıköy’de bir kafede cumartesi akşamları sahne alıyorum —iş yerim de Kadıköy’de bu arada, kafeye yakın sayılır— ve bir senedir de bir çocuğa gitar dersi veriyorum. Günlerim çok yoğun ve yorucu geçiyor ama en nihayetinde kendi paramı kazanıp kendimi okutabildim, önümüzdeki yaz mezun olacağım. Üstelik bölüm ikincisiyim ve bu dönem notlarımı yükseltip yüksek onur öğrencisi oldum.”

Göktuğ ve Hande onu ilgiyle dinlediler.

“Tek başına tüm bunlara nasıl yetişebildin?” dedi Hande kaşlarını büzerek. “Hadi zamanı buldun, enerjiyi nasıl buldun?”

“İstediğim bölümde okumanın getirdiği motivasyonla ve hırsla her şeye yetiştim. Konservatuvar okumak için sizi bile ardımda bırakmıştım, kazandıktan sonra okulu bırakmam söz konusu bile olamazdı. Evet, yorucu bir süreçti fakat bu dönemde hayatıma giren insanlar, arkadaşlarım, hocalarım ve Göksel hayatıma renk kattı. Bu dört seneyle ilgili değiştirmek isteyeceğim tek şey siz olurdunuz.”

“İstanbul gibi pahalı bir şehirde çok zor olmuş olmalı,” dedi Göktuğ. “Bu kadar zor şartlar altında tüm bunları başarman gerçekten takdir edilesi. Dürüst olmam gerekirse evi terk ettiğinde başaramayacağını, bize geri döneceğini düşünmüştüm ama ne kadar yanıldığımı anlamak için uzun yıllarım oldu.”

“Başaramayacağımı ben de düşünmüştüm,” dedi Gökhan hüzünlü bir tebessümle. “İlk zamanlar en zoruydu ama okul başladıktan sonra uğruna her şeyi ve herkesi ardımda bıraktığım müziğin hepsine değdiğini görerek motive oldum. O dönem müzik mağazasında çalışmaya başlamıştım, hayatıma da güzel insanlar girmeye başlamıştı.”

“Seninle gurur duyuyorum. Buğulu geçmişten geriye kalan tek sorunun cevabı benim için, bizim için bir gurur kaynağı olduğun.”

“Baban haklı,” dedi Hande eşinin dizine dokunarak. “Seninle gurur duyuyoruz. Bize rağmen müziğe dört kolla sarıldığın ve bu alanda muhteşem işler ortaya çıkardığın için ekstra gurur duyuyoruz. Bugün seni göğsümüz kabararak izledik. Çok şey kaçırdık ama bundan sonra hiçbir şey kaçırmayacağız.”

Oturduğu koltuktan kalkan Gökhan onlara ilerlediğinde Göktuğ ve Hande iki yana çekilip ortalarını açtı ve Gökhan da onların ortasına oturdu.

“Siz neler yaptınız?” diye sordu Gökhan bir eliyle babasının, bir eliyle de annesinin bacağına dokunurken. “Ankara’ya taşındınız, babam yarbaylığa terfi etti ama öncesi, sonrası, devamı?”

“Bu üç buçuk sene bizim için de çok zordu,” dedi Hande. Onun saçlarını okşadı. “Sen evden gidince ev çok boşaldı, sessizleşti, ruhsuzlaştı; geriye hiçbir şey kalmadı. Babanla aramız açıldı ve ikimizin arasına giren bu mesafe gün geçtikçe büyüdü. Bu konu hakkında konuşmasak da birbirimizi suçluyorduk, karşı tarafın seni hiç özlemediğini ve olanlar yüzünden hiç pişman olmadığını düşünüyorduk. Belki Aykut bahsetmiştir çünkü eve başkaları geldiğinde bile hiçbir sorun yokmuş gibi davranamıyorduk, ruhsuz iki insan olarak yaşamaya devam ediyorduk. Dün akşam babanın telefonda senden bahsettiğini ve İstanbul’a gitmek hakkında konuştuğunu duyunca dünyanın en mutlu insanı oldum. Aslında ikimiz de çok pişmanmışız, ikimiz de seni çok özlüyormuşuz ve seni görmeyi çok istiyormuşuz. Soluğu burada, senin yanında aldık.”

“Benim günlerim çalışmakla geçiyordu,” diye devam etti Göktuğ. “Taburun komutanlığını yaptığım için oldukça yoğun bir çalışma programım var, açıkçası bu yoğunluk bana iyi geliyordu çünkü işten başka şeyler düşünmek için çok az vaktim oluyordu. Gece olunca düşünceler karabasan gibi çöküyordu.”

“Ben de kendimi ev işleriyle meşgul ediyordum,” dedi Hande. “Onun dışında komşularla, babanın işten arkadaşlarının eşleriyle zaman geçirip ev dışında da kendimi meşgul tutmaya devam ediyordum.”

“Meşguliyet hepimizin sığınacağı yegâne şey olmuş,” dedi Gökhan anlayışlı bir sesle. “Yokluğumun sizi bu kadar ayrı düşüreceğini düşünmezdim. Bazı geceler varlığımı bile unuttuğunuz düşünürdüm.”

“Saçmalama,” dedi Hande hemen. “Sen bizim biricik evladımızsın, seni unutmamız mümkün mü?”

“Neden böyle düşündüğünü çok iyi anlıyorum,” dedi Göktuğ. Bacağında duran Gökhan’ın eline dokundu. “Kötü birer anne ve babaydık. Seni hiç dinlemedik, anlamadık, anlamayı da istemedik; tek yaptığımız sana şekil vermeye, istediğimiz şeye dönüştürmeye çalışmaktı ve bunun sonucunda seni bizden uzaklaşmak zorunda bırakmaktı. Başlarda çok uzun zaman sana kızgın kaldım, sonra uzun bir süre de kendime ve Hande’ye kızgın kaldım fakat en nihayetinde kızgınlığın hiç kimseye ve hiçbir şeye faydası olmadığını anladım. Sana iyi babalık edemedim, bu dünyada annenle beraber desteğine ve sevgisine en çok ihtiyaç duyduğun kişiydim ama ben ikisini de uzun yıllar boyunca senden sakındım. Özür dilerim oğlum, büyük hata ettim. Yokluğun bana başka hiçbir deneyimin öğretemeyeceği şeyleri öğretti, gözlerimi açtı ve dünyaya bambaşka gözlerle bakmamı sağladı. Annenin de dediği gibi sen bizim biricik evladımızsın. Gittiğin gün eve döndüğümde seni evde bulamayınca, boşalan odanı görünce yüzüme okkalı bir tokat yemişim gibi hissettim. Sürekli gözümün önündeyken varlığının ne kadar büyük olduğunu fark edememişim, gittiğinde ardında bıraktığın yokluğunun devasalığı altında ezilince anladım. Bir daha yokluğunu yaşamak istemiyorum, ikimiz de istemiyoruz.”

“Gerçekten de çok değişmişsiniz,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Değişmenizin sebebi kötü olsa da sonucunu beğendim. Yeniden bir araya gelmek için bir şansımız olduğu için şükran doluyum. İyi ki geldiniz, iyi ki karşıma çıktınız. O şarkıdan sonra sizleri karşımda görmek o şarkıyı daha da anlamlı kıldı.”

Gökhane Sakinleri,” diyen Hande gülümsedi. “Gökhane. Güzel bir kelime, sen uydurdun değil mi? İsminden yola çıkarak?”

“Evet. Ev temalı bir albüm üzerinde çalışıyorum, bu albüm için çok kişisel şarkılar yazınca da albümün isminin beni yansıtmasını istedim ve albümün ismini Gökhane yapmaya karar verdim. Gökhane Sakinleri albümün ilk parçası, öykünün ilk satırı. Aylardır üzerinde çalıştığım bir parçaydı, bugün ilk kez insanların önünde söyledim ve o da sizin de geldiğiniz konsere denk geldi. Şarkıyı söylemek için en doğru zamanı beklemişim resmen, bugünün anlamı çok büyük.”

“Çok güzel bir şarkıydı,” dedi Göktuğ. “Bahsettiğin her şeyin başrol oyuncusu olmamızdan bağımsız gerçekten güzel bir şarkıydı. Çok hüzünlüydü, çok da dürüsttü.”

“Sizden bu şarkı hakkında böyle yorumlar almak çok garip hissettiriyor ama teşekkür ederim.”

“Üzerinde çalıştığın diğer şarkıları dinlemeyi de çok isteriz,” dedi Hande. “Zamanı geldiğinde onları da dinleriz değil mi?”

“Elbette,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Güzel geri dönüşler almak hem cesaretlendirdi hem de motive etti, sanırım bundan sonra eserlerim hakkında eskisi kadar ketum olmayacağım.”

“Şu dövmende,” dedi Göktuğ onun sağ bileğini kavrayıp Gökhan’ın dövmesinin olduğu tarafı çevirerek. “Musica diye bir kelime yazıyor, çevirisi ne?”

Müzik ruhun gıdasıdır,” diye yanıtladı Gökhan da dövmesine bakarak. “Yaptırdığım ikinci dövme. Anlamı büyüktür.”

“Parmaklarında da var,” dedi Hande. Onun parmaklarına dokundu. “Bunları ne zaman yaptırdın?”

“Bu dördünü yazın yaptırdım. Sol kolumdaki gitar dövmem ilk dövmem, bileğimdeki ikinci ve boynumdaki sol anahtarı da üçüncüsü. Tarzım sizi şoke etmiş olmalı.”

“Bu tarzda takılacak karakterde biri olduğunu kabul etmek istemesek de hep biliyorduk,” dedi Göktuğ. “Bunu benden duymak asıl seni şoke edecektir ama dövmelerini, tarzını beğendim; kendine yakıştırmışsın.”

“İşte bu çok beklenmedik oldu,” dedi Gökhan gülerek. “Vay be.”

“Göktuğ haklı,” dedi Hande oğluna yaklaşarak. “Hiç bizlik değil ama sen kendine yakıştırmışsın. Sana ayrı bir hava katmış.”

“İkinize de teşekkür ederim. Geçenlerde Göksel’le tarzlar hakkında konuşuyorduk. Bu ay Göksel de bir fotoğraf makinesi dövmesi ve boynuna benim gibi bir sol anahtarı dövmesi yaptırdı. Göksel’in ebeveynleri dövmeleri bayağı beğenmişler. Ben de ona eğer siz benim tarzımı görseydiniz babamın kalp krizi, senin de fenalık geçireceğini söylemiştim.”

Göktuğ ve Hande gülüştü.

“Bundan üç sene önce olsaydı kesin yaşanırdı,” dedi Göktuğ. “Hiç şüphem yok.”

“Benim de,” dedi Gökhan gülerek. “Gerçekten çok değişmişsiniz ama dürüst olacağım, bu hâlinizi daha çok sevdim. Bundan birkaç sene önce en çok istediğim şey sizinle ortak paydada buluşmaktı, küçük Gökhan şu anı görseydi çok sevinirdi ama ben onun yerine de seviniyorum.”

“Bu durumdan biz de çok memnunuz,” diyen Hande başını Gökhan’ın omzuna yasladı. “Göksel demişken ondan biraz daha bahsetmek ister misin? Bu akşam yaşadığı şok yüzünden pek konuşamadı.”

“Göksel,” derken Gökhan’ın yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. “Olanlar hâliyle onu da aşırı etkiledi. Kıyamam. Göksel bir tanedir, en değer verdiğim insanlardan biridir, başıma gelen en güzel şeydir. Ben onun hakkında konuşmaya başlarsam hep sevgi ve övgü dolu konuşurum, bu yüzden Göksel’i Göksel’den dinlemeniz en iyisi olacak. Bir gün buluşuruz, onu yakından tanırsınız.”

“Âşık olmuşsun,” dedi Hande duygu dolu bir gülümsemeyle. “Büyümüş koca adam olmuşsun da âşık olmuşsun. Göksel çok güzel bir kız, çok da tatlı birine benziyor. Tanışmak için sabırsızlanıyorum.”

“Müsaitse hemen yarın akşam yemek yiyelim,” dedi Göktuğ. “Sorarsın değil mi?”

“Çok heveslisiniz,” dedi Gökhan kaşlarını kaldırarak. Gülümsedi. “Tabii ki sorarım. Saat geç oldu, hepimiz yatıp dinlensek iyi olacak. Ne kadar buradasınız?”

“Daha buradayız. İzin alırım.”

“Tamam o zaman. Yataklarınızı yapayım da yatın.”

“Biz hallederiz, sen hiç uğraşma,” dedi Hande. “Şu büyük koltuğu açıp yan yana yatarız.”

“Siz misafirsiniz, ben hallederim.”

“Misafir mi? Oğlumuzun evinde? Duymamış olayım.”

“Lafın gelişi canım yoksa artık burası da sizin bir eviniz.”

“Büyümüş de kendi evi olmuş,” dedi Göktuğ şefkatle oğluna bakarken. “O zaman beraber hazırlayalım.”

“Büyümek doğanın gereği,” dedi Gökhan bir omzunu yukarı kaldırıp. “Çarşafın altına şu battaniyeyi sereceğim, üzerinize de yorgan yeterli olur diye düşünüyorum ama üşürseniz diye kırmızı battaniyeyi de getirdim.”

“Ankara’dan sonra İstanbul bize hiç etki etmez. Yorgan yeterli olacaktır.”

“Siz de haklısınız.”

El birliğiyle yatağı hazırladılar.

“Koltuğumuzun çok rahat olduğuna dair hiç şüpheniz olmasın,” dedi Gökhan. “Defalarca kez üzerinde yatmış olan ben, Yağız ve misafirlerimiz tarafından rahatlığı tescil edilmiştir. Yatıp dinlenmenize bakın. Bir ihtiyacınız olursa beni uyandırmaktan da çekinmeyin.”

“Seninle yeniden aynı evde uyuyacak olmak bizi zaten bebekler gibi uyutur,” dedi Hande onun yanağını okşayarak. “Sen de yatıp dinlenmene bak yavrum. Her şey için teşekkür ederiz.”

“Bu gerçek beni de bebekler gibi uyutacak. İyi geceler, sabah görüşürüz.”

“İyi geceler oğlum,” dedi Göktuğ. “Tatlı rüyalar.”

“Size de.”

Salondan çıkan Gökhan kendi odasına ilerledi ve kapıyı biraz aralık bırakarak yatağına yürüdü. Normalde kapısını kapatıp uyuyordu ama ebeveynleri olduğu için bugün aralık bırakmayı tercih etti. Saatler gece 11’i geçiyordu, geç olmuştu ama Göksel’in uyumadığını bilerek onu aradı. Genç kadın telefonu ikinci saniyede açtı.

“Aramanı bekliyordum,” dedi Göksel. “Beklediğimden erken aradın ama anlaşılan hepiniz yorgun olunca çok geçe kalmadan uyumaya çekildiniz.”

“Aynen öyle oldu,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Şimdi odama geçtim ve hemen seni aradım.”

“İyi yaptın. Nasılsın? Neler yaptınız?”

“İyiyim, çok iyiyim. Bize geldik, salonda biraz sohbet ettik. Bu üç senede neler yaptığımızdan bahsettik, biraz içimizi döktük. Yarın akşam yılbaşı, Sinem ve Berat’la bir program da yapmıştık ama annemler akşam yemeği yemeyi teklif etti. Ne dersin? Restoranlarda yer bulabileceğimizi sanmıyorum ama şansımızı bir deneriz, bulamazsak da bizim evde toplanabiliriz.”

“Dördümüz mü?”

“Yağız da olur.”

“Sinem’e haber vermem gerekecek, zaten anlayışla karşılayacağından eminim. Sizinle vakit geçirmeyi çok isterim.”

“O zaman onlarla başka bir akşam çıkarız.”

“Öyle yaparız. Yarın için restoranlarda yer bulabileceğimize ben de pek ihtimal vermiyorum fakat aklımda birkaç yer var, yarın onları arayıp sorarım.”

“Ben de birkaç yeri ararım. Bulamazsak da sıkıntı değil. Size çok daha lezzetli yemekler pişiririm.”

“Baksana, sizde olalım. Restoranı boş ver, evde vakit geçirelim.”

“İşte bu be! Bir an hiç söylemeyeceksin sandım. Yarın seni evimde, ailemle aynı masada görmek için sabırsızlanıyorum.”

“Ben de hep beraber masada olmak için. Bu akşam eve döndüğümde bizimkilere olanları anlattım, sizin adınıza çok sevindiler.”

“Müjdeyi hemen vermişsin.”

“Yüz ifademi görünce hemen ne olduğunu sordular zaten.”

“Kıyamam sana bal peteğim. Şimdi daha iyisin değil mi?”

“Çok iyiyim. Sen iyiyken benim iyi olmamam mümkün mü? Sen iyiysen ben çok daha iyiyim.”

“Seni çok seviyorum, biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum,” diyen Göksel gülümsedi. “Ben de seni çok seviyorum. Hadi uyuyup dinlen sen. Hem fiziksel hem de duygusal olarak çok yoruldun.”

“Sen de öyle. İkimiz de güzelce uyuyup dinlenelim, yarın yine haberleşiriz.”

“Tamam sevgilim. İyi geceler, çok öpüyorum.”

“Ben de çok öpüyorum, kiraz dudaklarından yani.”

“Saat geç oldu ya, içindeki azman hemen ortaya çıktı. Yat uyu hadi, dinlenmene bak.”

“İçimdeki azman senin için her zaman ortada bebeğim.”

“Ona ne şüphe. Kapatıyorum şimdi bak, babam bu konuşmaya yanlışlıkla kulak misafiri falan olursa asıl azmanı o zaman görürsün. Senin canının sağlığı için telefonu kapatalım.”

“Bölüm sonu canavarı da çıktığına göre bana müsaade. İyi geceler balım, yarın görüşürüz.”

“Kaçıp canını kurtar,” dedi Göksel kıkırdayarak. “İyi geceler sevgilim, görüşürüz.”

Göksel telefonu kapattığında kendi kendine güldü. Gökhan’la konuşup onun iyi gelen sesini duyduğu için rahatlayarak odasından çıktı ve salona ilerledi. Annesiyle babası dakikalar önce bıraktığı gibi koltukta oturup dizi izlemeye devam ediyordu. Göksel içeri girince ikisi de ona döndü.

“Gökhan’la konuştun mu?” diye sordu Güzin. “Yüzün gülüyor.”

“Konuştum,” derken diğer koltuğa oturdu Göksel. “Her şeyin yolunda olduğunu söyledi, sesi de çok iyi geliyordu. Ebeveynleri yarın akşam hep beraber yemek yemeyi teklif etmiş, biz de akşamki planımızı iptal ettik. Yarın Gökhanlarda olacağım.”

“Bak sen,” dedi Güzin gülümseyerek. “Seninle tanışmak için çok hevesli oldukları ortada. Çok güzel bir plan, evde hep beraber sakince vakit geçirirsiniz. Peki biz ne zaman akşam yemeği yiyebileceğiz? Gökhan’la tanışma vaktimiz geldi de geçiyor küçük hanım.”

“Bence de,” diye eşine arka çıktı Engin. “Şu Gökhan Bey’le tanışalım artık. Şimdi ailesiyle yeni barıştı, gündemi çok farklı ama sular durulunca ilk fırsatta biz de bir yemek yiyelim. Adam konu kendi ailesi olunca ilk günden akşam yemeğini ayarladı ama söz konusu bizimle tanışmak olunca aylardır kaçıyor.”

“Aceleci davranmak istemedik,” dedi Göksel. “Ailesi gelmeseydi de yılbaşından sonra sizi onunla tanıştırmayı planlıyordum zaten, bunu Gökhan da istiyor. Gündem biraz durulunca sizinle tanışmasını çok istiyorum.”

“Artık vakti geldi,” dedi Güzin. “İlk zamanlardan tanışmaya biz de sıcak bakmıyorduk zaten ama artık dört ay oldu, ilişkiniz çok ilerledi ve biz de Gökhan’la tanışmayı istiyoruz.”

“Bence de zamanı geldi,” diyen Göksel gülümsedi. “Gökhan’ın ailesinin kalıp gitme durumu kesinleştikten sonra bir gün hep beraber bir akşam yemeği ayarlarız.”

***

Ertesi sabah Gökhan erkenden uyandı. Normalde işe gitmesi gerekiyordu fakat müdürüne mesaj atıp ailesinin geldiğini, bu yüzden bugün işe gelemeyeceğini söyledi. Odasından çıktığında mutfaktan sesler geldiğini duydu. İçeri girdiğinde Göktuğ’u masada otururken buldu.

Bir asker olan Göktuğ elbette erkenden uyanmıştı.

“Günaydın,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Her zamanki gibi erkencisin.”

“Günaydın,” dedi Göktuğ da ona bakarak. Gülümsediğinde kaz ayakları derinleşti. “Mesleki deformasyon diyelim. İyi uyuyabildin mi?”

“Asıl sen iyi uyuyabildin mi?” derken onun karşısına oturdu Gökhan. “Rahat ettin mi?”

“Çok rahattım, bebek gibi uyudum.”

“İyi, sevindim. Annem hâlâ uyuyor sanırım.”

“O da birazdan kalkar. Üç buçuk sene sonra aynı evde yattık, aynı evde uyandık. Çok özlemişim.”

“Ben de,” dedi Gökhan duygulu bir sesle. “Yeniden aynı evdeyiz ama bu sefer tartışmalar, kavgalar, aramızda esen soğuk rüzgârlar yok.”

“Birbirimizi çok yıprattık değil mi? Seni de kendimizi de çok yıprattık, tükettik.”

“Bu yüzden sıfırdan bir başlangıç yaptığımızı söylüyorum ya, sil baştan.”

“Geçmişin silinmesi gerekiyordu da.”

“Kesinlikle. Kahvaltıda ne istersiniz, size ne hazırlayayım?”

“Kahvaltılık ne varsa ondan yeriz, hiç zahmet etme.”

“Duymamış olayım. Belki de ailecek edeceğimiz en huzurlu kahvaltı olacak, mükellef bir kahvaltı olması lazım.”

“O zaman biz de bir işin ucundan tutarız.”

“Anlaştık.”

Bu esnada Yağız da mutfağa girdi. “Günaydın,” dedi canlı bir sesle. O da erkenden uyanmıştı fakat Gökhan kalkmadığı için odasından çıkmamıştı. Göktuğ ya da Hande veya her ikisiyle birden yalnız kalmak istememişti. “Siz de erkencisiniz.”

“Günaydın kardeşim,” dedi ona bakan Gökhan. “Anlaşılan hepimiz erkenciyiz.”

Hande de Yağız’dan sonra mutfağa girdiğinde üçünün bakışları da ona döndü. Hande uyurken dağılan saçlarını elleriyle şöyle bir düzeltip gülümsedi.

“Günaydın beyler,” dedi. “Bakıyorum da hepiniz benden erkencisiniz. O kadar rahat ve huzur dolu bir uyku uyudum ki ancak şimdi kalkabildim.”

“Günaydın,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Rahat uyumana sevindim ve vakit hâlâ erken. Siz elinizi yüzünüzü yıkayın, dilerseniz üstünüzü değiştirin; ben de kahvaltıyı hazırlayayım.”

“Hep beraber hazırlarız.”

Öyle de yaptılar. Kahvaltıyı hep beraber hazırlayıp masaya da hep beraber oturdular.

“Göksel’le konuştun mu?” diye sordu Hande.

“Konuştum,” diye onayladı Gökhan. “Bugün yılbaşı gecesi olduğu için her yer dolu olur; yine de birkaç restorana sorabilirdik ama evde vakit geçirmek istedik ve bu akşam hep beraber evde yemek yemeye karar verdik. Size de uyar mı?”

“Bunca telaşın arasında bugünün yılın son günü olduğunu unutmuşuz,” dedi Göktuğ günün farkına vararak. “Haklısın, dışarıda yer bulmak mümkün olmaz. Evi iyi düşünmüşsünüz. Hep beraber sessizlik ve huzur içinde akşam yemeği yemekten büyük memnuniyet duyarız.”

“Bence de iyi düşünmüşsünüz,” dedi Hande gülümseyerek. “Akşam yemeği için hep beraber bir şeyler hazırlarız.”

“Sen de bize eşlik eder misin?” diye sordu Gökhan, Yağız’a bakarak. “Barışlara gitmek istersen gidebilirsin ama kalmak istersen de anlayışla karşılarlar.”

“Burada olmayı çok isterim,” diyen Yağız onun omzuna dokundu. “Hep beraber güzel bir akşam geçiririz.”

“Dün tanışmak için fırsatımız olmadı,” dedi Göktuğ. “Biraz kendinden, neler yaptığından bahsetmek ister misin?”

“Bahsedeyim,” diyen Yağız konuşmadan önce bir yudum çay içti. “Aslen Balıkesirliyim, ailem hâlâ orada yaşıyor ama ben bu vakitten sonra oraya temelli döneceğimi düşünmüyorum. Gökhan gibi ben de çocukluğumdan beri gitar çalan, şarkı söyleyen biriyim; gitarın yanında bateri ve piyano da çalıyorum. Burada Gökhan’la birlikte güzel ve geniş bir çevre edindik, bir sürü müzisyen arkadaşımız var ve mezun olduktan sonra profesyonel olarak müzik yapmak istiyoruz. Konservatuvar okumak en büyük hayalimdi, lise dönemim konservatuvarların sınavlarına hazırlanmakla geçti. Müzikten sonraki en büyük tutkum ise bilgisayar oyunlarıdır. Beni tanıyan herkes çok iyi bilir ki hiç sıkılmadan saatlerce oyun oynayabilirim.”

“Dün senin performanslarını da çok beğendik,” dedi Hande. “Çok güzel bir sesin var, gitarı da çok iyi çalıyorsun.”

“Teşekkür ederim,” dedi Yağız gülümseyerek. “Dün güzel bir gündü.”

“Kesinlikle öyleydi. Gitar çok popüler bir enstrüman ama bateri çalmak nereden esti? Sen de Gökhan gibi rock müzik mi seviyorsun?”

“Hem de çok severim. Rock dinleyerek büyüdüm, müziğe başlamamda çok büyük etkisi vardır. Bu konularda Gökhan’la çok ortak noktamız var.”

“Ona ne şüphe,” dedi Göktuğ. “Bu kadar yakın olmanıza şaşırmamalı.”

“Tabii ki,” dedi Gökhan gülümseyerek Yağız’a bakarken. “Bu yüzden en yakın arkadaşlarız.”

Yağız onun omzunu dostane bir tavırla sıktığında Gökhan da onun bacağına dokundu.

“Bu süreçte Gökhan’ı yalnız bırakmadığın için çok teşekkür ederiz,” dedi Hande gülümseyerek onlara bakarken. “Görüyoruz ki Gökhan’ın burada da bir ailesi olmuş. Önceki ailesinin aksine huzur dolu bir aile. Bunu görmek çok güzel.”

Gökhan’ın yüzüne duygu dolu bir ifade yayıldı. Annesi haklıydı, Gökhan’ın İstanbul’da huzur dolu bir evi ve ailesi olmuştu. Yağız, Kerem ve diğer yakın arkadaşları onun ailesiydi; Göksel onun ailesiydi. Tüm bu isimler ona Gökhan’ın yıllardır istediği sevgi ve huzur dolu aile ortamını yaşatmıştı, yaşatmaya da devam edecekti.

“Gerçek dostlardan ve gerçek aşktan oluşan bir aile,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sizin de yeniden o aileye dahil olmanıza çok sevindim. Artık eksik yok.”

“Hiç de olmayacak,” dedi Göktuğ inançlı bir sesle. “Yeniden ve bir daha asla ayrılmamak üzere bir aradayız.”

Gökhan günü ailesiyle birlikte geçirirken Göksel de kendi evinde akşama hazırlanarak geçirdi. Duş aldıktan sonra uzun dakikalarını dolabını karıştırarak geçiren genç kadın kahverengi bir taytla krem rengi uzun bir sweatshirt giymeye karar verdi. Tüm akşam evde olacakları için tercihini rahat olmaktan yana kullandı. Saçlarını doğal şeklinde bırakırken yüzüne de hafif bir makyaj yaptı.

Göksel, Gökhanlara gitmek için evden çıktığında saatler akşam 7’ye geliyordu. Avrasya Tüneli’ni kullanan genç kadın köprü trafiğine girmeden daha kısa sürede Merdivenköy’e vardı. Hava kararalı çok olmuştu. Altı katlı apartmanın üçüncü katındaki dairenin salonu ve mutfağının ışıkları yanıyordu.

Apartman kapısına yürüyen Göksel beşinci dairenin ziline bastıktan sadece saniyeler sonra kapı açıldı. Apartmanın içine giren genç kadın montunun fermuarını açtı, asansöre ilerledi ve üçüncü kata çıktı. Asansörden indiğinde Gökhan’ın onu evin kapısında beklediğini gördü. Gökhan’ın kendisi gibi krem rengini tercih ettiğini görünce gülümsedi. Genç adam krem renkli boğazlı bir kazakla düz paça siyah kot pantolon giymişti, saçlarını da özenle şekillendirmişti. Gökhan da Göksel’in krem sweatshirt’ünü görünce hâlihazırda yüzünde olan gülümsemesi genişledi.

“Hoş geldin balım,” dedi Gökhan. “Biriyle pişti olduğuma bu kadar sevineceğimi düşünmezdim.”

“Ne tesadüf ben de,” dedi Göksel gülerek. Kapının önünde durdu. “Hoş buldum sevgilim.”

Dudaktan öpüştüler.

“Elbette elin boş gelmemişsin,” dedi onun elindeki poşeti fark eden Gökhan. “Biz bir sürü şey hazırladık, zahmet etmene hiç gerek yoktu.”

“Annemle beraber yılbaşına özel tarçınlı kurabiye yaptık, onlardan getirdim,” dedi Göksel içeri girerken. Poşeti Gökhan’a uzattı. “Hep beraber yeriz.”

“Bir de kendi yaptığın tatlıdan getirdin yani? Tadına bakmak için sabırsızlanıyorum.”

Bu sırada Hande ve Göktuğ salondan çıkıp holdeki Gökhan’la Göksel’e yaklaştı.

“Hoş geldin Göksel,” dedi Hande gülümseyerek.

“Hoş buldum,” diye karşılık verdi Göksel.

Hande, Göksel’e yaklaştı ve onunla yanaktan öpüştü.

“Çok hoş görünüyorsun,” dedi Hande onun yüzüne bakarken. “Zaten çok güzel bir kızsın da bugün ayrı bir hoş olmuşsun. Gökhan gibi sen de yılbaşı gecesi için özenle hazırlanmışsın.”

“Teşekkür ederim, çok naziksin.” Az kala teklifli konuşacaktı ki kendini durdurdu. “Bugün özel bir akşam, hazırlanmamak olmazdı.”

“Haklısın, özel bir akşam,” dedi Göktuğ. Göksel ona baktı. Göktuğ Uygur dağ gibi bir adamdı. 1,84 metre boyundaki ve yaklaşık 90 kilo ağırlığındaki vücudu oldukça iriydi. Onun bu iri yapısı Göksel’in ondan çekinmesinde büyük etkiye sahipti. “Hoş geldin. Bu akşam aramızda olduğun için çok mutluyuz, davetimizi kabul ettiğin için teşekkür ederiz.”

“Asıl ben davetiniz için teşekkür ederim.”

Lavaboda olan Yağız da içeriden çıktı ve diğerlerinin yanına ilerledi.

“Hoş geldin Gök,” dedi Yağız canlı bir sesle. “N’aber? Gözlerimiz yollarda kaldı, nerelerdeydin?”

“Hoş buldum,” dedi Göksel gülümseyerek. Bu evde onu germeyen ikinci bir insan olması işine gelmişti. “İyiyim, senden n’aber? İstanbul’un yılbaşı trafiğini atlatıp ancak geldim. Tadın kaçsın istersen o trafiği düşünebilirsin.”

“Yok canım, ben hiç almayayım. Evimdeki bu sakin akşamın tadını çıkarmayı tercih ederim.”

“İsterseniz hemen yemeğe geçelim,” dedi Gökhan. “Bence hepimizin karnı oldukça aç.”

“Açım,” diye onayladı Göksel. “Siz geçin, ben de ellerimi yıkayıp geliyorum.”

“Tamam balım.”

Göksel banyoya yürürken, Gökhan onun arkasından bakıp gülümsedi. Genç kadının kombinini beğenmişti.

“İkiniz de krem giymişsiniz,” dedi Hande. “Sözleştiniz mi?”

“Birbirimizin ne giyeceği hakkında en ufak bir fikrimiz bile yoktu,” dedi Gökhan ona dönerek. “Çok güzel bir tesadüf oldu. Ne derler bilirsiniz, kalp kalbe karşıdır. Hadi mutfağa geçelim.”

“Sırıtışa bak,” dedi Göktuğ gülümseyerek. “Sen bu kıza gerçekten de âşıksın.”

“Çok âşığım ama konumuz bu değil, utandırmayın lütfen.”

Diğerleri gülüşürken Gökhan mutfağa ilerledi, sonrasında diğerleri de onu takip etti. Banyoda ellerini yıkayan Göksel’se kısa süre sonra onlara katıldı. Bu akşam için zengin bir akşam yemeği menüsü yapmışlardı. Mercimek çorbası, iç pilavlı tavuk dolması, Akdeniz salata, mozaik pasta ve havuçlu kek bu akşamın menüsünü oluşturuyordu.

“İstediğin yere otur balım,” dedi Gökhan kız arkadaşına bakarak. “Servisi ben hallederim, siz keyfinize bakın.”

“Ben de yardım ederim,” dedi Yağız hemen. “Aslında hepiniz misafir olamayacak kadar Gökhan’a yakınsınız ama ev sahipleri biz olduğumuza göre sizi bir noktada misafir olarak görüyoruz.”

Göksel, Hande ve Göktuğ’un karşısına oturdu. Gökhan’la Yağız da kâselere çorba doldurduktan sonra Yağız masanın başına, Gökhan da Göksel’in yanına oturdu.

“Sen mi yaptın?” diye sordu Göksel çenesiyle çorbayı işaret ederek.

“Her şeyi ben yaptım,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Sizler için yılbaşı yemeği hazırlamak çok keyifliydi.”

“Ellerine sağlık. Her şey leziz görünüyor.”

“Afiyet olsun balım.”

Gökhan, Göksel’in yanağını öptüğünde genç kadın bir anlığına karşısında oturan Gökhan’ın ebeveynlerine baktı. Utandı ama belli etmedi.

Çorbadan bir kaşık içen Göksel memnun bir ifadeyle başını sallayarak, “Leziz olmuş,” dedi. Dudaklarını yaladı. “Ellerine sağlık sevgilim.”

“Afiyet bal şeker olsun,” dedi Gökhan.

Çorbalar bittikten sonra Gökhan’la Yağız tabaklara ana yemeği koymaya başladı. Bu sırada Göksel, Göktuğ ve Hande masada yalnız kaldı.

“Yıldız Teknik’te okuyordun değil mi?” diye sordu Göktuğ.

“Evet,” diye onayladı Göksel. “Fotoğraf ve Video bölümünde son senem.”

“Fotoğrafçılığa ne zamandır ilgilisin?”

“Çocukluğumdan beri. Ortaokula giderken ilk kameralı telefonuma sahip olmuştum ve o günden beri gördüğüm her şeyi çekmeye karşı büyük bir ilgim var. Ailem bu ilgimi fark edince bana bir fotoğraf makinesi hediye ettiler, benim de ilgim zamanla en büyük tutkuma dönüştü ve beni şu an olduğum noktaya getirdi.”

“Çok güzel,” dedi Hande gülümseyerek. “Videolar da çekiyorsundur.”

“Çekiyorum,” dedi Göksel başını sallayıp. Bu esnada Gökhan onun önüne tabağını koydu. Gökhan’a teşekkür eden Göksel yeniden Hande’ye baktı. “Video çekmeye lise döneminde başladım, açıkçası üniversiteye başlayana kadar çok da amatördüm fakat teknik eğitimini almaya başlayınca gelişmeye de başladım. Video çekmeyi de çok seviyorum ama fotoğraf çekmek hâlâ daha favorim, en büyük tutkum.”

“Çektiğin fotoğraf ve videoları görmeyi çok isteriz,” dedi Göktuğ. “Bir gün gösterir misin?”

“Elbette,” dedi Göksel gülümseyerek. “Ne zaman isterseniz.”

Yemek servisini bitiren Gökhan’la Yağız da masaya oturdu. Gökhan yanında oturan Göksel’e göz kırpınca Göksel de ona göz kırptı.

“Ailen ne iş yapıyor?” diye sordu Göktuğ. “Kardeşin var mı?”

“Bir ağabeyim var,” dedi Göksel ona dönerek. “Öğretmen, eşiyle beraber Ankara’da yaşıyor. Bu arada siz Ankara’nın neresinde oturuyorsunuz?”

“Ankara demek,” diyen Göktuğ bu ortak noktadan hoşlanmıştı. “Çankaya’da, merkezde oturuyoruz. Ağabeyin ve eşi nerede oturuyor?”

“Çankaya güzel bir yer. Ağabeyimler de Keçiören’de oturuyor. Tam emin değilim ama size yakın değil sanırım.”

“Keçiören daha kuzeyde kalıyor,” diye onayladı Göktuğ. “İlçe merkezine yakınlar mı?”

“Evet evet, merkezi bir yerinde oturuyorlar. İkisinin okulları da orada olunca evi de yakınından tuttular.”

“Çok güzel,” dedi Hande. “Ağabeyin ne öğretmeni?”

“Coğrafya. Adı Giray, 27 yaşında.”

“Ondan bahsederken gözlerin ışıldıyor,” dedi Göktuğ. “Çok sevdiğin belli.”

“Ağabeyim dünyanın en eğlenceli, en sevecen, en tatlı insanlarından biridir. Yaşlarımız çok yakın değil ama ben çocukken benimle çocuklaşmayı bilirdi. Aslına bakarsanız hâlâ daha çocuk ruhlu biri. Yirmi yedi yaşında bir öğretmen olduğuna inanmak çok zor. İşte bambaşka birine dönüşüyor tabii ama onun dışında deli doludur.”

“Merak ettim. Onlar da Ankara’daymış, bakarsın bir gün tanışırız. Ziyarete gidiyor musunuz?”

“Geçen yaz evlendiler, henüz düğün haricinde gitme fırsatımız olmadı ama önümüzdeki sene gitmeyi düşünüyoruz. Ağabeyim Ankara’nın kışın çok soğuk olduğunu söyleyip gelmemizi istemedi, yazın gidebiliriz.”

“Ankara soğuğu hiçbir şeye benzemez,” dedi üç senedir orada yaşayan Hande. “Ağabeyin haklı. Yaz sonuna doğru giderseniz en güzel zamanlarına denk gelirsiniz. Ağustos sonu, eylül başı güzeldir.”

“Aklıma not ettim.”

Kız arkadaşının ve ebeveynlerinin keyifli sohbetini dinleyen Gökhan’ın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Bu anın yaşanacağını hiç düşünmezdi ama şu an bu ana şahitlik ettiği, bu anın bir parçası olduğu için çok mutluydu. Böyle bir manzara görmeyi hep istiyordu, şu an bu manzarayı izlemekten büyük keyif alıyordu.

“Peki ya annenle baban?” dedi Göktuğ. “Onlar ne yapıyor?”

“İkisi de çalışıyor. Annem bir şirketin pazarlama departmanında müdür yardımcısı, babam da büyük bir giyim mağazasında müdür olarak çalışıyor. İkisi de İşletme mezunu, tanışmaları da üniversite zamanlarına dayanıyor zaten. Onlar da benim gibi doğma büyüme İstanbullu, doğduklarından beri bu şehirdeler. Bir ağabeyim hem üniversiteyi başka bir şehirde okuyarak hem de başka bir şehre taşınarak bizden ayrıldı işte.”

“İkisi de yönetici olarak çalışıyormuş, çok güzel. Kim bilir kaç yıllık mesleki deneyimleri vardır zaten. Kaç yaşındalar?”

“İkisi de elli dört yaşında. Çok uzun senelerdir çalışıyorlar, emeklilikleri gelmesine rağmen çalışmaya devam etmek ikisinin de ortak kararıydı ama öyle görünüyor ki önümüzdeki sene emekli olacaklar. Artık çok yoruldular.”

“Tabii ki yorulmuşlardır,” dedi Göktuğ anlayışlı bir sesle. Gökhan’a döndü. “Hazır bahsi açılmışken ben de seneye emekli olmayı düşünüyorum. Çok yoruldum, ben de artık dinlenmek istiyorum.”

“Gerçekten mi?” dedi şaşıran Gökhan. “İşine o kadar âşık bir adamsın ki hep askerlik yapacağını düşünüyordum.”

“İşimi, vatanıma hizmet etmeyi hâlâ daha çok seviyorum ama çok da yoruldum. Artık aileme vakit ayırmak, annen ve seninle güzel anılar biriktirmek istiyorum.”

“Çok mantıklı bir karar,” dedi gülümseyen Göksel. “Askerlik çok zor ve çok yıpratıcı bir meslek, artık dinlenmeyi ve ailenle vakit geçirmeyi hak ediyorsun. Benim anneannemle dedem emekli olduktan sonra Fethiye’ye taşındılar, belki siz de bir sahil kasabasına kaçarsınız.”

“Deniz kenarına gitmeyi düşünmüştük,” dedi Göktuğ, eşine bakarak. “Bahçeli bir evde sessiz ve sakin günler geçirmeyi ikimiz de istiyoruz. Hem siz de gelirsiniz. Ne zaman şehirden kaçmak ve denize girmek isterseniz gelir, istediğiniz kadar kalırsınız.”

“Düşüncesi bile güzel,” dedi Gökhan. Gülümsedi. “Ama Fethiye’den farklı bir yer olsun, bize değişiklik olur.”

Gülüştüler.

“Aslında İzmir’i düşünmüştük,” dedi Hande. Eşine döndü. “Bunun hakkında uzun zamandır konuşmadık ama birkaç sene önce İzmir’i istiyorduk.”

“Hâlâ İzmir’i istiyorum,” dedi Göktuğ. “Urla’yı. Şortum ve terliklerimle evimin bahçesinde zaman geçirmek, bahçeye ektiğimiz meyve ve sebzelerle ilgilenmek istiyorum. Gökhan da gelir, özellikle sıcak yaz akşamlarında bize gitar çalıp şarkı söyler. Göksel de isterse kapımız her zaman açık, o da fotoğraflar çekerek anıları ölümsüzleştirir. Yağız sen de elbette gelebilirsin, kapımız sana da her daim açık.”

“Oh be,” dedi rahat bir nefes alan Yağız. “Bir an benden hiç bahsetmeyeceksin sandım.”

Masadan kahkaha sesleri yükseldi.

“Bu gelmesin,” dedi Gökhan ona gözlerini kısarak bakarken. “Bari aile evinde yanımda olmasın. Bir rahat ver be kardeşim!”

“Yazıklar olsun,” dedi Yağız. “Hemen yarın evi ayırıyoruz. İstenmediğim yerde bir dakika durmam.”

“Prensip meselesi olarak mı?”

“Aynen.”

Gökhan gülerek onun omzuna dokunduğunda Yağız da sırıttı.

“Hep böyle atışır mısınız?” diye sordu Hande.

“Sürekli,” diye onayladı Yağız. “Birbirimizle uğraşmayı çok seviyoruz.”

“Belli oluyor,” dedi Göktuğ. “Atışmalarınız bittiyse ana yemeğe geçelim mi? Şarabı da açalım.”

“Kadehleri doldurayım,” dedi Gökhan. “Bu arada yemeği ilk kez yaptım. Güzel olmamış olabilir, beğenmediyseniz asla yemek zorunda değilsiniz.”

“Senin yaptığın bir şeyin kötü olma ihtimali yok ki,” dedi ona bakan Göksel. “Leziz olduğuna eminim.”

Onun kulağına eğilen Gökhan, “Yalnız böyle güzel şeyler söylersen annemle babamın karşısında olmamıza aldırmadan seni çok fena öperim,” diye fısıldadı. “Benim için hiç sorun olmaz ama senin domatese döneceğini biliyorum.”

Gökhan onun yanağına yumuşacık bir öpücük kondurduğunda Göksel yan gözle ona baktı. Gökhan ona göz kırptıktan sonra şarap şişesine uzandı. Şişeyi tirbuşonla açtıktan sonra beş kadehi yarısına kadar kırmızı şarapla doldurdu.

“Küçük bir konuşma yapmak istiyorum,” diyen Gökhan kadehini kaldırdı. “Söz konusu hayat olduğunda hepimiz hesaplamalar yaparız ama hiçbir zaman beklediğimiz sonuca ulaşamayız. Fikrimiz sorulmadan geldiğimiz bu dünyada pek çok konuda yine fikrimiz sorulmaz, öyle anlar yaşarız ki kendimizi asla tahmin etmediğimiz veya daha kötü bir ihtimalle asla istemediğimiz bir şeyin ortasında buluruz. Mesela dün yaşananlar asla tahmin etmeyeceğim türdendi fakat yaşandığı için, bugün sizlerle beraber bu masada oturduğum için çok mutluyum. Birbirimizden ayrı üç sene geçirdik, umuyorum ki beraber girdiğimiz bu yeni senede hep yan yana olur ve sayısız güzel anı biriktiririz. Varlığınıza teşekkür ederim, var olun. Sağlığımıza, mutluluğumuza ve elbette şerefe!”

“Ne güzel konuştun,” dedi Göktuğ gülümseyerek. O da kadehini kaldırdı. “Sağlığımıza, mutluluğumuza, beraberliğimize ve elbette şerefe!”

Beşi birden kadehlerini tokuşturdu ve içkilerinden birer yudum içtiler. Şarap fikrini ortaya atan Göktuğ masraftan kaçınmamış, iyi bir markanın eski bir şarabını almıştı.

“Çok güzelmiş,” dedi dudaklarını yalayan Göksel. “Kim aldı bilmiyorum ama kesesine bereket.”

“Ben aldım,” dedi Göktuğ. “Gökhan’a senin içip içmeyeceğini sorduğumda şarabı sevdiğini söyledi, senin de içeceğini duyunca aldım. Beğenmene sevindim, afiyet olsun. Yarasın.”

“Teşekkür ederim. Kesene bereket.”

Gökhan’ın yılbaşı için yaptığı iç pilavlı tavuk dolmasının da tadına bakan Göksel yemeği beğendi.

“Leziz,” dedi Göksel. “Çok iyi olmuş. Ellerine sağlık.”

“Afiyet bal şeker olsun,” dedi Gökhan keyifle sırıtırken. “Salatayla da güzel olur bak, salatadan da ye.”

“Her şeyi yiyeceğim, hiç merak etme.”

Bir süre sessizce yemek yediler. Hepsinin karnı aç olunca ve Gökhan’ın yaptığı ana yemek de çok lezzetli olunca bir süre yemeğin tadını çıkarmayı tercih ettiler.

“Finalleriniz ne zaman?” diye sordu Göktuğ. “Yılbaşından sonra mı başlayacak?”

“Bizim başladı bile,” diye yanıtladı Gökhan. “Yılbaşını bile beklemediler.”

“Hadi ya, kötü olmuş. Göksel senin ne durumda?”

“Benimkiler ocakta,” dedi Göksel. “Bizimkiler bu konuda daha insaflı davrandı.”

“İşte çalışırken sınavlara hazırlanabiliyor musun?” diye sordu Hande oğluna bakarak. “Zor olmuyor mu?”

“Oldu, oluyor ama hallediyorum,” diyen Gökhan omzunu silkti. “Yüksek onur öğrencisi ve bölüm ikincisi olduğumu tekrardan hatırlatırım. Söz konusu müzik olduğunda ben çalışacak vakti yaratıyorum.”

“Yine de çok zor oluyordur,” dedi Göktuğ. “Bu konu hakkında müsait bir vakit konuşalım, olur mu?”

“Olur, konuşalım,” dedi Gökhan başını sallayarak. “Neyse canım, sınavları boş verin. Akşamın tadını çıkaralım.”

Yemekleri bitirdikten sonra tatlıları salonda yemeye karar verdiler. Gökhan masayı kaldırma işini tek başına yapmak istese de Göksel müsaade etmedi ve bu işte ona yardım etmeye başladı. Yağız, Göktuğ ve Hande’yse Gökhan’ın zorlamalarıyla salona geçti.

“İnat edince daha bir çekici oluyorsun,” dedi tezgâha yaslanan Gökhan. Göksel onun yanında durup elindeki tabakları lavabonun içine bıraktı. “Benimle hep inatlaşsana sen.”

“Keçi inadımla baş etmeye hazır mısın gerçekten?” dedi Göksel kaşlarını kaldırarak. Yan durup kalçasını tezgâha yasladı. “Sonra ağlama.”

“Söz konusu sen olduğunda baş edemeyeceğim tek şey yokluğun olur.”

“Vay! Etkileyici, biraz kamyon arkası havası var ama etkilendim.”

“Kamyon şoförü olsam da sever miydin beni?”

“Gökhan diye kamyon şoförü mü olur be? İsminin doğasına aykırı.”

“Haklısın. Pilot olabilirdim bak, Gökhan adının hakkını sonuna kadar verirdim. ‘Gökhan yine göklerde!’ Sloganım bile hazır. Bugün nereye uçmak istersiniz hanımefendi?”

“Birlikte olduktan sonra neresi olduğu fark eder mi ki? Her yer olur.”

“Ağzından bal damlıyor,” diyen Gökhan ona doğru eğildi. “Ama çok yanlış bir zamanda damlıyor. Böyle şeyleri evde yalnız olduğumuz zaman söylemen lazım ki konunun sonuna varalım. Böyle yarı yolda kalıyoruz, olmuyor bak.”

“Biri duyacak,” diyen Göksel yavaşça onun ağzına vurdu. Bu sırada mutfak kapısından dışarı baktı. “Bu konu an itibarıyla burada kapanmıştır.”

“Ne zaman geri açıyoruz?”

Göksel gülerek başını iki yana sallarken masaya ilerledi. “Keçi inatlı ben kendime çok uygun bir erkek arkadaş bularak bir tekeyle sevgili olmuşum,” dedi genç kadın. İç çekti. “Azgın bir tekeyle.”

Gökhan bir kahkaha patlattığında Göksel de kıkırdadı.

“Bu iyiydi,” diyen Gökhan onun yanına ilerledi. “Üzerinde düşünülmüş, kaliteli. Sevdim.”

“Teşekkür ederim canım.”

“Canını severim senin.”

Gökhan onun yanağını öptüğünde Göksel yüzünü ona çevirdi ve erkek arkadaşının dudaklarına büyük bir öpücük kondurdu.

“İlk yılbaşımız,” diyen Göksel omzuyla onu dürttü. “Ve ailenle kutluyoruz.”

“Hayatıma uğur getirdiğinin en büyük kanıtı işte,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Kendinle beraber hayatıma sayısız güzellik getirdin.”

“İşte bunda hiç kamyon arkası havası yok, tamamen romantik. Çok tatlısın.”

“Ne sandın? İşte böyle düşürürüm.”

Mutfağı toparlayan çift tatlılarla çayları alarak salona ilerledi. Göktuğ’la Hande iki kişilik kanepede otururken Yağız da tekli koltuğa oturmuştu.

“Televizyon olmadığı için ev size fazla sessiz gelmiş olabilir,” dedi Gökhan elindeki tepsiyi sehpaya bırakırken. “İkimizin de hiç izlemediği bir şey olunca ve pahalı da olunca almayı hiç düşünmedik.”

“Televizyonla bir işimiz yok ki,” dedi Hande. “Hatta olmaması daha iyi. Beraber güzelce sohbet ederiz işte.”

“Hande haklı,” dedi Göktuğ. “Komşular rahatsız olmayacak olsa gitar çalıp şarkı söylemeni isterdim.”

“En altta yaşayan aile hariç binada kimse yoktur,” dedi Gökhan. Bu fikir çok hoşuna gitmişti. “Herkes dışarıdadır. Apartmanda olan varsa da bu akşamlık mazur görsün.”

Akustik gitarını alan Gökhan üçlü koltukta Göksel’in yanına oturdu. “Böyle güzel akşamlar için çalıp söylemeyi çok sevdiğim bir parça var,” dedi gülümseyerek. Boğazını temizledi. “İzninizle başlıyorum.”

Ses kontrollerini yapan Gökhan, mor ve ötesi grubunun Daha Mutlu Olamam şarkısına girdi. Bu şarkı bu akşam çok daha anlamlıydı.

“Küçük şeyler sevindirir ruhumu / Hayal bile edemezdim ben bunu / Daha mutlu olamam / Daha mutlu olamam.”

Gökhan büyük bir enerjiyle şarkıyı söylerken diğerleri de onu can kulağıyla ve gülümseyerek dinliyordu. Genç adamın yumuşacık sesi, usta yorumu bu akşamı daha da güzelleştirmişti.

Gökhan ikinci nakaratı da söyleyip şarkıyı bitirdiğinde onu alkışladılar. Genç müzisyen hiç hız kesmeden ikinci bir şarkıyı söylemeye geçti: Madrigal, Bambaşka.

“Yoldayım sonunda / Kaçmadım ama zordu yaşamak / Gülmeden nereye kadar / Belki başka yerlerde hayat var / Başka insanlar var.”

Gökhan’ı ilk kez bu şarkıyı çalarken dinleyen Göksel o günü hatırlıyordu. Fethiye’den İstanbul’a döndüğü zamandı, Gökhan’a sürpriz yaparak Parça’ya gittiği gündü. Sevgili oldukları gündü. O özel günün her anını çok net bir şekilde hatırlıyordu.

Gökhan bu şarkıyı da bitirince onu yine alkışladılar.

“Teşekkür ederim, eksik olmayın,” dedi Gökhan gülümseyerek. “Mini bir konser de verdiğime göre artık tatlıları yemeye geçebiliriz diye düşünüyorum. Biricik sevgilimin yaptığı tarçınlı kurabiyeleri yemek için sabırsızlanıyorum.”

“Ağzına, ellerine, yüreğine sağlık,” dedi gözleri gururla parlayan Göktuğ. “Çok güzel çalıp söylüyorsun. Oğlumuzun içinde nasıl bir cevher yatıyormuş da farkında bile değilmişiz, üstelik o cevheri yok etmeye çalıştık ama neyse ki sen bizi dinlemedin.”

“Senden bunları duymak çok kıymetli baba, teşekkür ederim. Çok şey ifade ediyor.”

“Biliyorum. Dediğim her şeyde çok samimiyim, sakın unutma.”

“Biliyorum, hissediyorum, görüyorum.”

“Seni göğsümüzü kabartarak dinleyebiliriz değil mi?” diye sordu Hande. “Belki pek hakkımız yok ama seninle çok gurur duyuyoruz.”

“Hakkınız var, böyle düşünmeyin lütfen. Her şeyin başlangıç noktasına döndüğümüzde araba yolculuklarında o radyoyu açan sizlerdiniz, bana ilk gitarımı alan sizdiniz.”

“Onu parçalayan da yine bendim,” dedi Göktuğ üzgün bir sesle. “Hayatımdaki en büyük pişmanlık olarak kalacak.”

“Kalmasın,” dedi Gökhan hemen. “Geçmişte kaldı, geçip gitti, artık bir önemi yok. Evimin duvarında senin aldığın bir klasik Fender asılı, odaklandığım tek şey bu. Senin de, sizin de bu olsun lütfen.”

“Haklısın,” diyen Hande duvarda asan Fender’a baktı. Bu müzik köşesini çok sevmişti. “Evimizin duvarları artık geceye boyalı değil.”

“Ezberlemişsin.”

“Her bir satırını.”

Gökhan gülümsediğinde Hande de gülümsedi.

“O zaman hadi tatlıları yiyelim,” dedi Yağız. “Hepsi çok lezzetli görünüyor. Mideme indirmem için bana yalvarıyorlar resmen, onları kırmayayım.”

“Aç ya,” dedi Gökhan gülerek. “Ancak mideni düşün.”

“Düşünecek daha önemli bir şey göremiyorum. Siz görüyor musunuz?”

“Haklısın, mide önemli,” diyen Göksel, mozaik pastadan bir çatal yedi. “Muhteşem olmuş.”

Mozaik pastadan büyük bir parça koparan Yağız tatlıyı beğendiğini belli eden bir ses çıkardı. “Sen bu işi yapıyorsun Gök,” dedi dolu ağzıyla. “Efsane olmuş. Ellerine sağlık.”

“Hepinize afiyet olsun,” diyen Gökhan da Göksel’in annesiyle beraber yaptığı tarçınlı kurabiyeye uzandı. “Ben de biricik sevgilimin kurabiyesiyle başlayacağım.”

“Ve annemin,” diye ekledi Göksel. “Beraber yaptığımızı hatırlatırım.”

“Biricik sevgilimin ve onun biricik annesinin yaptığı kurabiye,” diye düzeltti Gökhan. Kurabiyeyi ağzına atıp yavaşça çiğnedi ve yuttu. “Maharetlerinin kaynağı belli oldu. Kurabiye leziz olmuş, ikinizin de ellerine sağlık.”

“Afiyet bal şeker olsun.”

Bir yandan tatlılarını yiyen bir yandan da sıcak çaylarını içen beşli koyu bir sohbete daldı. Gökhan onlara okulu hakkında ayrıntılı bilgiler verdi; derslerinden ve hocalarından bahsetti, neler yaptıklarını anlattı. Hande ve Göktuğ, Göksel’in okul serüvenlerini de merak edince Göksel de onlara okulu hakkında şeyler anlattı. Konservatuvar öğrencisi olan Gökhan’la Yağız da fotoğrafçılık ve video üzerine eğitim alan Göksel de diğer bölümlere nazaran farklı bir süreçten geçiyordu; bu süreç orta yaşlı çiftin dikkatini çekince onları can kulağıyla dinlediler.

Saatler gece yarısı olmak üzereydi. Kapıya dayanan yeni yılın heyecanı tüm şehri sarmış durumdaydı. Oturdukları koltuklardan kalkan ev sakinleri de balkona çıktılar.

“Havai fişekler birazdan atılmaya başlar,” dedi Gökhan. “Her sene yakınlardan bir yerden atıyorlar, buradan net olarak görülüyor.”

Üşüyen Göksel, Gökhan’a sokulurken Hande de Göktuğ’un koluna girdi. Yağız’sa bir adım geriden onları izliyordu. Yılın son gününü bu iki çiftle geçirmekten çok hoşlanmıştı, onlarla beraber oldukça keyifli vakit geçirmişti.

“Son on saniye,” dedi Gökhan heyecanlı bir sesle. “Havai fişeklere bakmayı unutmayın.”

Çünkü ben Göksel’i öpüyor olacağım.

“Üç, iki, bir,” diye geriye saydıkları anda havai fişekler patlamaya başladı. Etraf bir anda aydınlanırken Göksel’le Gökhan’ın dudakları birleşti. Çift ilk yeni yıllarına öpüşerek girdi.

Onların öpüştüğünü bilen Göktuğ ve Hande bakışlarını havai fişeklerden ayırmadılar. Yağız’sa onlara sadece bir saniye bakmış, ardından gülümseyerek bakışlarını havai fişeklere çevirmişti.

“Yeni yılımız kutlu olsun sevgilim,” diye fısıldadı Göksel. Soğuktan üşüyen burnunu Gökhan’ın da soğuk olan burnuna yasladı. “Seni çok seviyorum.”

“Ben de seni çok seviyorum,” diye fısıldadı Gökhan. “Birlikte girdiğimiz bu ilk yeni yılımızda seninle birbirinden güzel anlar yaşamak, birbirinden kıymetli hatıralar biriktirmek için sabırsızlanıyorum.”

“Ben de öyle.”

Göksel başını onun omzuna yaslayıp kollarını da onun gövdesine sararken Gökhan da sağ onun ince beline doladı.

“Hepimizin yeni yılı kutlu olsun canım ailem,” dedi Gökhan biraz yüksek bir sesle. “Hep beraber nice güzel senelere.”

Gökhane’nin duvarları uzun süredir geceye boyalıydı ama bu gece havai fişeklerin parlak ışıkları karanlığı delip geçmişti. Gökhane artık Ay’ın bile siyah olduğu, Güneş’in hiç açmadığı; yıldızların karardığı ve bulutların hep ağladığı bir yer değildi.

Gökhane’de ışıklar artık hep parlıyordu.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

eylemoykuozdemir 24 • Kendi çapında edebiyatçı • Bibliyofil