Komplo Gerçeklikler 1. Yazı
Ölmemizi istiyorlar ama bizi öldüremeyecek kadar güçlüler

Bugün yine her vücut ısısının her mevsime uygun olamayacağını anladım. Soğuk ama kararsız bir kış günüydü. Sanki az sonra hava ısınabilecek gibiydi. Akşamüstü vakitleri hep hüzünlendirir beni. Yine de bugün o kadar hüzünlenmedim. Kalabalık bir caddeden geçiyordum. Bu kadar insan ne yapıyordu? Tabii ki bir yerlere yetişmeye çalışanlar vardı ama benim dikkatimi çeken sadece bir yerlere yetişmeye çalışmayanlar oldu. Sonra caddenin kalabalığı birden bire yerini bir yerlere yetişmeye çalışmayan bir avuç insana bıraktı. Yürümeye devam ediyordum. Ben yerimi neye bırakacaktım bilmiyordum. Aslında hâlâ bilmiyorum. Yürümeye devam ediyordum. Bir yandan da kafamda bir şeyler kuruyordum. Öyle, rastgele düşünüyordum. Hani tekli bir koltuğun vardır evinde eski kanepelere meydan okuyan ve sen ona oturur düşünürsün, düşünürsün, düşünürsün ya? Sonra kalkıp çay demlersin. Öyle işte. Tam da Nietzsche'nin bir ahmak olduğunu düşünecektim ki aniden omuzlarımı yerde gördüm. Elbette omuzlarım bir kafayı taşıdığı için yüzümü de görmüş bulundum, kazara yani. Ama gerçek şu ki kendimi daima omuzlarımdan tanıdım. Yüzüm bir erkek suretine de bürünse, çocuk suretine de bürünse, kadın suretine de bürünse omuzlarıma baktığımda gerçekte kim olduğumu görüyorum. Bir yansıma ya da beynimin oyunu... Ne fark eder ki? Aynada gördüklerinin garantisini veren nedir? Yine o tekli koltuğa oturdum. Sonra cama yansıyan bibloların ve prizin görüntüsüne bakakaldım. Işık gerçekten çok hayret verici bir şey. Bir kere çok güzel yansıyor. İnsanların kalpleri gibi de değil, çok güzel kırılıyor. Belki de diyorum; aynadaki yansımamız, ışığın yansıdığı, kırıldığı, bir nesnenin görüntüsünü kopyalayıp yapıştırdığı her an aslında yeni bir paralel evren oluşturuyordur. Omuzlarımın paralel evrendeki görüntüsünü çok merak ediyorum. Cadde boyunca yürürken aklımdan tek bir şey geçti: Omuzlarım neden yerdeydi? Bir şeyler söylenmeliydi ya da kafamdaki herkes tasını tarağını toplayıp defolmak suretiyle beynimin içini terk etmeliydi. Yoksa daha çok kitapçı onlardan biriyle konuşurken beni yakalayıp deli zannedecek, daha çok kıyafet dükkanında erkek kıyafetleri ve kadın kıyafetleriyle beraber deneme kabinine gittiğim için beni rahatsız edici bakışlarla süzen insanlar olacak. Biri benim bu soruma cevap vermeliydi. Kimse vermedi. Ben de caddedeki herkesi görmezden gelerek dans etmeye başladım. Evimdeki tekli koltuğa oturana kadar da dans ettim. Sonra çiğ brokoli yedim. Parmaklarımı ısırdım. Tırnak etlerimi soydum. Üşüyor oluşuma aldırmadan soyundum. Kombi yanmıyor. Biraz daha çiğ brokoli yedim.Tadını hiçbir zaman sevemeyeceğim şeyleri yemek konusunda kendimle inatlaşmaktan gururluyum. Sahi, kaç hakkım kaldı?
Tepkiniz nedir?






