Ölüm Döşeğindeki Ruhlar
Sonbahar, ölüm döşeğinde olan ruhları en iyi anlatan kelimeydi.
Bir romanımın girişinde yer alan bu deneme 2018 yılında yazılmış, 2021 yılında revize edilmiştir. Roman hâlâ yazım aşamasında olup henüz herhangi bir platformda yayımlanmamıştır ve aşağıdaki deneme romanın başkahramanının ağzından yazılmıştır. Deneme kurguyla ilgili bir spoiler içermemektedir.
***
Sonbahar, ölüm döşeğinde olan ruhları en iyi anlatan kelimeydi.
Bir arazinin ortasında duran, dallarındaki yeşil yapraklar rüzgârla beraber dans eden bir ağaçtım. Arazinin ortasında tek başımaydım ama neticede buradaydım, köklerim toprağın metrelerce altına uzanarak ait olduğu yere sıkıca tutunuyordu. Güneşli günleri gördüm; mavi gökyüzünü, cıvıldayarak kanat çırpan kuşları, çimenlerin arasında açan rengarenk çiçekleri de gördüm. Sonra bulutlar geldi, gri renkli devasa bulutlar; kuşlar göç etti, çiçekler soldu ve güneş beni terk etti. Bir zamanlar arazinin ortasında tek başına manzarayı seyreden bir ağaçtım, sonraysa o arazinin ortasında hayat mücadelesi veren ağaca dönüştüm.
Kapıya dayanan sonbaharın benden aldığı ilk şey dallarımı süsleyen yemyeşil yapraklar oldu. Hazana kurban verdiğim tüm yapraklarıma acıyla bakarken gök de benimle beraber ağlamaya başladı. Gökten düşen yağmur damlaları gövdemi döverken yağmurun kadim arkadaşı rüzgâr da ona katıldı ve sertçe eserek bütün dallarımı kırdı, beni köklerimden ayırıp yere devirdi. Kanayamadım, sadece eksik olan parçalarımın acısını dibine kadar hissettim. Bir zamanlar çok güzel bir ağaçken sonbaharın gelmesiyle beraber bir odun parçasına dönüştüm.
En kötüsüyse kışın gelmesiydi. Kar taneleri gökyüzünden düşmeye başladığında artık üşüdüğümü hissedemeyecek kadar cansızdım. Beyaz her yeri kaplarken ben baştan sona siyahtım, karanlığın içindeydim. Kar yağdı, yağdı ve yağdı; yavaşça birikti, yükseldi ve tüm gövdemin üzerini kaplayarak beni içine aldı. Bir zamanlar yaşadığım yer mezarıma dönüştü, cesedim de bana can veren toprakla değil de karla kapatıldı.
İnsanlar geçti üzerimden, ayak izlerini önceden gövdemin şimdiyse cesedimin olduğu yerin üzerine bıraktılar ve öylece çekip gittiler. Hiç kimse burada bir mezar olduğunu bilmedi. Bu mezarın içinde bir beden yatmıyordu, bir ruh yatıyordu, benim ruhum. Bir beden öldüğünde bunu kabullenmesi gerekenler diğer insanlar oluyordu ama bir ruh öldüğünde onun ölümünden kimsenin o kadar haberi olmuyordu ki ortada kabullenecek bir şey de kalmıyordu. O ruhun içinde yaşadığı bedenin sahibi, ruh öldüğünde onun ölümünü bile fark edemeyecek kadar cansızlaşıyor ve hissizleşiyordu. Oysa ben ruhumun öldüğünü biliyordum, bunun farkındaydım ve bu taze yaraya basılan tuz kadar acıtıyordu.
İnsanlar bir beden öldüğünde ağlıyor, onu bir mezara gömüp ardından yas tutuyordu ama bir ruh öldüğünde öldüğü yerde çürümeye bırakılıyordu ve hiç kimsenin umurunda olmuyordu. Oysaki etrafta gezen, içinde ruh olmayan o kadar beden vardı ki bir ruhun varlığı ve yokluğu en az bir bedeninki kadar önemsenmeliydi fakat insanlar bunu fark etmiyor, fark etse de görmezden geliyor ve nefes almayı yaşamak sanmaya devam ediyordu.
Sonbahar, ölüm döşeğinde olan ruhları en iyi anlatan kelimeydi ve ruhu o döşekte can veren ben, artık sonbaharın ta kendisiydim. Bedenim o arazinin ortasında, ruhumun mezarının üstünde dikiliyordu; sonbahar çevremdeydi ve beni ondan ayırt etmek artık imkânsızdı.
Tepkiniz nedir?