EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Dinleyiyici https://edebiyatblog.com/rss/author/aksu-ünal EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Dinleyiyici tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. SESLENDİRME SANATÇILIĞI https://edebiyatblog.com/seslendirme-sanatciligi https://edebiyatblog.com/seslendirme-sanatciligi Seslendirme sanatçılığı dublajlı filmlerle hayatımıza girdi. Ama ne girme! Aksiyon filmlerinden belgesellere kadar her türü seslendiren sanatçılarımız var. Yaptıkları işler sadece filmle de sınırlı kalmıyor; reklamlar, diziler ve radyo tiyatroculuğu da işin bir parçası olunca bu sanatçılara büyük bir sorumluluk biniyor. Peki, bu seslendirme sanatçılığı nasıl başladı ben çok merak ettim o yüzden kısa kısa araştırdım; Türkiye’de seslendirme stüdyosu ilk 1932 yılında Nişantaşı’nda kuruluyor ve bu işi ilk yapanlardan biri Nazım Hikmet oluyor! İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularının yardımıyla Yeşilçam filmleri seslendiriliyor.1968 yılında TRT seslendirme stüdyosunun açılması sayesinde geleceğin sanatçıları yetişiyor. İlk kadın seslendirme yönetmeni Sacide Keskin, ilk seslendirme yapılan film Muhsin Ertuğrul’un “ Bir Millet Uyanıyor” filmidir. Bu dönemde Ferdi Tayfur aynı anda iki karakteri sadece şive farkıyla seslendirerek ilki gerçekleştiriyor.

1-BU İŞTE OYUNCULUK DA ÇOK ÖNEMLİ

“Bizim yaptığımız her ne kadar halk arasında “Dublaj Sanatçısı, Seslendirme Sanatçısı” olarak adlandırılsa da biz “Mikrofon Oyuncusu”yuz.“ Diyor seslendirme sanatçısı Kaan Kıran. Çeşitli sesler çıkaran insanların seslendirme yapabileceğini söyleriz ama asıl önemli olan şey seslendirdiğiniz karakterle bütünleşmek. Karakteri hakkıyla seslendirebilmek için de güzel bir diksiyon ve vurgulamaya sahip olmak gerekiyor. İşte burada işin içine oyunculuk giriyor. Karakteri hissederek çalışanlar “Mikrofon Oyuncusu” oluyor. Zaten çoğu sanatçı hem tiyatrocu hem dublaj sanatçısı. Seslendirmede tek fark, görülmüyor olmaları. Oysa çoğu kişi biliyor ki bir ses bir karaktere gerçekten hayat verebiliyor. Tiyatroda oyunculuk nasıl devleşiyorsa seslendirmede de aynı şeyi söylemek mümkün.

2-BİZ NASIL SESLENDİRME YAPACAĞIZ?

Türkiye’de birçok seslendirme okulu bulunuyor:  İzmir, Bursa ve İstanbul’da Federal Film Akademi,  yine İzmir, İstanbul ve Ankara’da Başkent İletişim Akademisi ve sadece İstanbul’da Müjdat Gezen Sanat Merkezi bunlardan sadece birkaçı. Seslendirme yapmak istiyorsanız diksiyonunuzun ve oyunculuğunuzun iyi olma şartı aranıyor. Bunun için kurslara gidebilirsiniz. Bu işe gönül veren biriyseniz okulda tiyatro bölümü okumanız oldukça yararlı olacaktır. Kendinizi geliştirdikten sonra kaliteli bir ajansa kaydolmalı ve küçük büyük demeden her işi almalısınız. Geleceğin seslendirme sanatçısı siz olabilirsiniz!

 

3- İŞİNDE ÇOK İYİ BAZI SESLENDİRME SANATÇILARI:

Yekta Kopan- Jim Carrey’in sesi

Metin Şen – Johnny Depp’in sesi( Karayip Korsanları)

Uğur Taşdemir- Nicholas Cage’in sesi

Sercan Gidişoğlu- Mickey Mouse’un sesi

Birtanem Candener- Kate Winslet’in sesi ( Titanik)

Berna Başer- Sandra Bullock’ un sesi

Mazlum Kiper- Morgan Freeman’nın sesi

]]>
Wed, 16 Aug 2023 16:22:43 +0300 Dinleyiyici
TARIK TUFAN & GEÇ KALAN https://edebiyatblog.com/tarik-tufan-gec-kalan https://edebiyatblog.com/tarik-tufan-gec-kalan 29 Parçadan Oluşan Hayatlar

Tarık Tufan’ın kaleminden çıkan Geç Kalan, 2021 yılının Ekim ayında okurlarıyla buluştu.

“Kimsin sen? Kimsin? Kendin olabilmek için en çok kendinle kavga etmen gerektiğini fark ettiğin günden bu yana hiç usanmadan aynı soruyu sorup duruyorsun”

İşte Tarık Tufan bu sorulara yanıt verirmiş gibi bir kitap çıkarmış karşımıza. Kitap, 29 bölümden oluşuyor, birbirinden apayrı düşünceler ve hayat felsefeleri barındırıyor. Gerek fikirleriyle gerekse ıslak yaşamlardan sıkıp kendi sayfalarına akıttığı hikâyeleri ustalıkla kaleme alıyor.

“ Yola çıktığınız andan itibaren kaybolacağından endişe ediyordun. Kaybolarak yaşama alışkanlığına sahip biri için yersiz bir duyguydu.”

Benim Tarık Tufan’la ilk karşılaşmam 2018 yılında ‘Tuhaf’ dergisindeki ‘Yol’ yazısıyla oldu. Hikâye beni o kadar içine geçmişti ki kendisinin başka yazılarını, kitaplarını araştırmaktan geri duramadım. Kendine has betimlemeleri ve kurgusunun sürükleyiciliği sayesinde benim favorilerimden biri oldu.

]]>
Mon, 31 Jul 2023 16:17:56 +0300 Dinleyiyici
ORUÇ ARUOBA & UZAK https://edebiyatblog.com/oruc-aruoba-uzak https://edebiyatblog.com/oruc-aruoba-uzak “Uzak” bir kitap

‘Tavşan Besleyene Kılavuz’ ve ‘Özlem Çekene Kılavuz’ olmak üzere iki kitabı tek kitapta birleştiren Aruoba, özlemi her yönüyle ele alıyor ve düşündürüyor.

Bir dönem Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı Oruç Aruoba. Almanya’da Tubingen Üniversitesi’nde felsefe semineri üyeliğini de elinde bulunduran başarılı yazar, aynı zamanda çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın danışmanlığı ve yayın kurulu üyeliği de yaparak adını gittikçe duyurdu.

Aruoba, şair ve yazar olduğu kadar aynı zamanda felsefeci. Zaten kendi bölümünün yanında çalışmalar yaparak felsefe bilimi uzmanı oluyor kendisi. Bunu Kant, Hume, Nietczhe, Wittgenstein gibi felseficilerin eserlerini Türkçeye çevirerek taçlandırıyor. Hatta Wittgenstein’nin eserlerini Türkçeye ilk defa çeviren de o oluyor. Heidegger’ın şiire yaklaşımını şu sözlerle yorumluyor: "Ona göre insanın temel sözü şiirdir. Çünkü insan yaşayan, dünyanın içinde olan, diğer insanlarla ilişkisini dil aracılığıyla kuran varlıktır.”   Tüm bunlar yetmiyor bir de ‘Haiku’ denilen Japon edebiyatı temelli bir şiir türünün Türk edebiyatındaki temsilcisi oluyor. Hayran olunası çalışmalara imza atan ve değerli bir çok eseri bize kazandıran yazara ayna tutmak harika.

 

‘Uzak’, şiir kitabından ziyade bir felsefe kitabı. Tabii şiirselleştirilmiş hali. Zaten Oruç Aruoba dedik mi bu ikisini ayrı düşünemeyiz.  Kitapta birçok edebi sanat kullanılmış. Özlem; hem yalın hem de insan kafasını allak bullak eden siluetlere bürünüp karşımıza çıkıyor. ‘Bunu ben de hissettim’ ‘Evet işte bu!’ diyeceğinize o kadar eminim ki. Her insanın kalbine dokunup kaçan satırlara sahip bu kitap. Mesela “ Sevdiğinden dolayı mı özlersin; yoksa özlediğin için mi seversin” diyor yazar. Kendine has düşünme tarzı, insanları o kadar etkiliyor ki akademik çevrelerce üslübu ve  kullandığı noktalama işaretleri kuralların dışında olmasına rağmen ‘Sanatçının kendi üslubu’  olarak kabul ediliyor.

 

De ki İşte, Yürüme, Hani, Ol/an, Yakın ve sayısız bir çok kitabın da sahibi olan Oruç Aruoba, ‘Uzak’ı  1995 yılında Metis Yayınevinden çıkarıyor. İçinde değerli filozoflarımızın alıntılarının da bulunduğu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum. 

O zaman bu incelemeyi şairin güzel bir yazısıyla noktalamak isterim;

"Özlem, kendi kendisini çoğaltan bir duyumsama biçimidir: özlenenin eksikliğinin duyulması, özlemin hep daha güçlü bir biçimde duyumsanmasına yol açar

özleyen, özleneni yanında bulamadıkça, onu hep daha güçlü bir biçimde yanına çağırır-- özlenenin eksikliği arttıkça, özleyen için 'mevcudiyet' i de artar"

]]>
Tue, 25 Jul 2023 19:59:49 +0300 Dinleyiyici
ÇORAP https://edebiyatblog.com/corap https://edebiyatblog.com/corap Dükkanın içerisinde o kadar renkli şeyler vardı ki!  Kolyeler, bileklikler, fular ve bardaklar. Hep çok severek gezdim böyle yerleri. Zaten arkadaşlarıma da 'Hadi bi buraya uğrayalım sonra gidelim' derim ne zaman buluşsak. Bir şey alacağımdan değil ama olmak istediğim ama olamadığım tarzın ürünleriydi bu dükkanın sattıkları. Hep hippi olup bol şalvarlar, retro gözlükler, uyumsuz bluzlar giymek istedim. Uzun uzun küpeler ve saç aksesuarları…

Olmak istediğim ama olamadığım yerin tam ortasında durmak, bana az da olsa ümit vadediyordu çünkü. Oraya girmek elimin altındaydı ve ne zaman istersem o dükkana girebilir o ruh halinin sarmallarında dolanabilirdim. Uzun uzun küpeler takıyorum şu anda. toz pembe bir gözlüğüm, uzun renkli kumaşlarım var ister bileğime ister saçıma bağlıyorum. Öyle giyindim mi tam ben gibi oluyorum. İnsanın istediği zaman ben olabilmesinden büyük bir benlik olabilir mi? İnsanın kendini özgürce ve neşeyle dışına vurması ne kadar harika bir şey. Öyle giyindiğim zamanlar kendime daha çok yaklaşıyorum, o beni seviyorum. 

Arkadaşım üniversiteye yeni başladı ve yaşadığı deneyimleri, heyecanları konuşuyoruz bira eşliğinde bir gece. Ben üniversitenin sonundayım. Onun üniversiteye yeni başlamış olması aslında hayata yeni başlamış olması anlamına geliyor benim için. Çünkü bu 4 yıllık süre içinde neler neler sığdırılır o dünyaya. Bir sürü tecrübe, eğlence, kendini bulma, saçma sapan olaylar, anı olarak ileride anlatacağı yaşanmaması gereken ama yaşanan olaylar…

Aklıma, artık o dünyanın benim için kapandığı geldi. Komiktir, son günlerde bu düşünceden bağımsız aslında üniversitede anlatılacak öyle büyük bir anımın olmadığı gelmişti aklıma. Diğer öğrencilere kıyasla 2-3 topluluğa üyeydim ve hayatım onlar sayesinde renklenmişti. Fakat artık öğrenci olmayacaktım. Tek bildiğim şeyden sıyrılıyordum. Hiç öğrenci olmamak ne demek bilmiyordum. İşte bu koskoca bir boşluktu. Geride bıraktığımsa daha büyük bir boşluk. Çünkü o boşluğu güzel değerlendirdiğimden kuşku duymaya başlamıştım. O güzel boş temiz kağıda her türden rengi koymuş muydum? Bana kalırsa hayır. Konuşurken az da olsa bu düşüncelerimden bahsettim arkadaşıma. “Benden geçmiş yaa”  diyerek espriye vurduk. Onun yanında yaptığım esprilerin birden yaşlı işi ve annevari  olduğunu farkettim ve o da bunu söyledi zaten. Sanki farklı bir radyo kanalında tek başımaydım. Herkes farklı bir kanalda hayatlarına devam ederken ben bambaşka bir kanalın şarkısını anlamaya çalışıyordum geriden.

 Mekandan kalkıp o dediğim dükkanlardan birinde dolaşmaya başladık. Birden her zaman gördüğüm hoşuma giden ama alıcı gözle incelemediğim çorapları gördüm. Bilirsiniz belki, her ne tarzda ararsanız bulacağınız renkte, desende, eğlenceli çoraplar. O zamanların geçtiği dank etti. Olmak istediğim tarzdan benlikten ve bunu elverişli kılan zamandan  gün be gün kopuyordum.  O çoraplardan bende de vardı. Ne zaman giysem kendimi ifade edebilmiş gibi hissediyordum. O çoraplar benim yaşıma uygun çoraplar değildi. Kim 22 yaşında üniversiteyi bitirmiş biri olarak o çorapları giyerdi ki? Geç kalmıştım. O çorapları doya doya giymeye, kendim olmayı doyasıya yaşamaya, geçmişimin ayak izini izlemek yerine yeni yollara çıkmaya geç kalmıştım.

Çoraplar geç kaldığımın en renkli ifadesiydi. Hatta gülerek anlatıyordu, hatta kızgın ifadelerle anlatıyordu. Zamanı durdurmayı çok istedim. çünkü akıyordu. Eve gelir gelmez sanki hayata inat etmişim gibi hemen o çoraplarımı giydim. Ben yine ben olmaya devam edecektim. O çoraplar bana beni hatırlatıyordu. Birçok şeye gecikmiştim. Yeniden başlayamazdım. Önümde koca bir bilinmezlik vardı. Hayatın koşuşturması, stresi, kaygısı vardı ama benim de çoraplarım vardı . o çorapları giydiğimde zamanı durdurmak istedim çünkü akıyordu ve akışa bırakmak canımı hiç bu kadar yakmamıştı.

]]>
Fri, 16 Jun 2023 14:40:07 +0300 Dinleyiyici