EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Aydın Yıldız https://edebiyatblog.com/rss/author/aydin-yildiz EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Aydın Yıldız tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. BİZİM MAHALLENİN ÇOCUKLARI https://edebiyatblog.com/bizim-mahallenin-cocuklari https://edebiyatblog.com/bizim-mahallenin-cocuklari Bizim mahallenin çocukları vardı. Kimi uysal, kimi hırçın, kimi de meraklı  ama hepsinin değişmez bir güzel huyu vardı. Mahalle sevgisi, memleket sevgisi, Ama bir gün biri çıkageldi. Siz farklısınız ortak bir yanınız olamaz deyip ayrıştırdı ve o bizim mahallenin çocukları sevgilerine yabancı oldu.

]]>
Thu, 02 Sep 2021 11:07:27 +0300 Aydın Yıldız
DUYGUNUN DİLİ https://edebiyatblog.com/duygunun-dili https://edebiyatblog.com/duygunun-dili Gözlerinden düşen güneşin damlaları,
Kalbimin uçurumlarında çiçekler açıyor, 
Omuzlarına dökülen uzun siyah saçların, 
Yürüdükçe arnavut kaldırımlı taş sokaklarda Ruhuma ateş düşürüyor.

]]>
Mon, 30 Aug 2021 02:34:18 +0300 Aydın Yıldız
BENLİĞİMDESİN https://edebiyatblog.com/benligimdesin https://edebiyatblog.com/benligimdesin Ne fayda kaybolmak, yüreğimi mekan tuttuktan sonra,
Ne fayda ağlamak, gözüm yaşı sen diye çağladıkça,
Şarkılardan öte rüzgarların fısıltısında dahi sen var oldukça,
Ne fayda pişmanlık,gecenin örtüsü serildikçe benliğime.

]]>
Thu, 26 Aug 2021 10:37:40 +0300 Aydın Yıldız
İSMAİL https://edebiyatblog.com/ismail https://edebiyatblog.com/ismail İSMAİL

Gökyüzünü saran koyu gri yağmur bulutlarının varlığı, şehrin sokaklarını kurşuni bir hava ile dolduruyordu. Vaktin bir hayli geç olduğu akşamın geceye yakın anlarında, İstanbul'un sahil semtlerinden olan Bostancı’da otuzlu yaşlarda genç bir kadın, kocasından ayrıldıktan sonra beraber olmaya başladığı sevgilisi Tankut ile yaşadığı kıskançlık sonrası yaşadığı sinir harbi neticesinde girdiği bir barda, epey bir müddet kafa karışıklığını gidermek, daha çok da sinirlerini yatıştırmak adına kadehleri birbiri ardına yudumladıktan sonra hesabı ödeyip bardan çıktı. Orta boylu, açık mavi gözlü, beline kadar uzun kızıl saçlı, düzgün bir vücut yapısına sahip bir kadın olan Nesli, alkolün etkisiyle ağır ağır dans eder gibi, hafiften yalpalayan adımlarıyla oldukça hoş görünüyordu.

Bardan epeyce uzaklaşıp neredeyse evinin bulunduğu sokağa girmek üzere olan Nesli, üç kişi tarafından izlendiğinden habersizdir. Mevsim kış olduğundan herkes evine çekilmiş, sokaklar ıssızlığa terk edilmiş gibiydi. Yaşları yirmi ile otuz arası değişen takipçilerden büyük olanı adımlarını hızlandırarak yürümeye başladı. Sokak lambasının loş ışığı altında ağır adımlarla yürüyen Nesli'ye arkadan yaklaştığında sertçe kolundan tutup, "dur bakalım hele, ne bu acele güzellik," deyip öpmeye yeltendi. Adam kolunu tutunca korkuyla irkilen Nesli daha ne olduğunu anlayamadan, öpmeye yeltenen adamın yüzüne anı bir refleksle sert bir tokat attı. Bu sert cevap adamı iyice hiddetlendirdi. Karşılığında Nesli'nin saçlarından tutup yüzüne acımasızca yumruk savurdu. Aldığı darbenin şiddetiyle bir anda kendini sokağın ıslak asfaltında bulan Nesli, can havliyle imdat diye bağırmaya başladı. Bu arada diğerleri de çoktan gelmişti. Hemen atılıp Nesli'nin yardım dileyen ağzını kapamaya çalıştılar. Yumruğu savuran adam, cebinden çakıyı çıkarıp Nesli'nin yüzüne doğru sallayarak, "eğer sesini çıkarırsan seni aynaya hasret bırakırım," diyerek etkili bir tehdit salladı. Bir anda can korkusuna düşen Nesli, korku dolu bir ses tonuyla kendisini bırakmaları için yalvarmaya başladı. Yaşça küçük olanı alaycı bir tavırla, "bırakırız elbet, bırakırız ama önce sen bizi bir neşelendir, bir uçur dimi ama," diyerek yavaşça uzanıp Nesli'nin boynunu öptü. Elleri ayakları adeta çözülmüş gibiydi Nesli'nin. Korkunun soğuk varlığı adeta tüm benliğini esir almıştı. Evine giden sokaktan bir önceki sokak olan bu sokağın, ömrünün son durağı olacağı inancı, benliğini saran korkuyu iyice derinleştiriyordu. Çaresizce, "lütfen, lütfen bırakın beni," diyerek gözü dönmüş benliksiz yaratıklardan umutsuzca af diliyordu.

Taksim-Bostancı dolmuşundan inen İsmail, Kayışdağı'ndaki evine gitmek için sokaklardan geçerek Dudullu-Bostancı seferini yapan minibüslerin kalktığı durağa hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ellili yaşlarda bir adam olan İsmail, işinin ehli bir duvar ustasıydı. Gün içinde Şişli'de devam etmekte olan bir inşaatta çalıştıktan sonra iki arkadaşı ile Beyoğlu'nda salaş bir birahanede demlenmiş ve evine gitmek için oradan ayrılmıştı. Uzun süren bir evliliğinden sahip olduğu üç çocuktan sonra, iki yıl önce eşinden ayrılmıştı. Bu ayrılığı kendisinden ziyade eşi istemişti. Günün yorgunluğunu ayaklarında iyice hissediyordu. Eve gidip yatağa uzanıp deliksiz bir uyku çekme arzusu, ayaklarının düşen gücünü tazeliyordu. Bu düşüncelerle yürürken, geçmekte olduğu sokağa paralel olan sokağın hemen biraz ilerisinde birtakım adamın, bir kadını itip kaktığını fark etti. Ne olduğunu net olarak anlamak için sessizce dikkat kesildi. Evet hiç kuşku yoktu, zamanın unutulmuş bu anında birileri genç bir kadını taciz ediyordu. Onlara doğru yürürken, "ne yapıyorsunuz siz orada?" diye keskin ve kalın bir ses tonu ile yüksekçe seslendi. İsmail'in seslenişi Nesli'ye umut ışığı olurken, adamları bir an için şaşkınlığa sürükledi. İlk şaşkınlıklarını atan adamlar, İsmail'in tek olduğunu görünce cesaretlerini toplayarak, "defol git! Sen işine bak. Canını seviyorsan burnunu sokmazsın," diyerek İsmail'i uzaklaştırmaya çalıştılar ama nafileydi. Oldukça duyarlı ve sağlam karakterli bir adam olan İsmail karşılık olarak, "delikanlı adamlara yakışıyor mu savunmasız bir kadının başına üşüşmek, onu isteği dışında zorlamak?" diyerek kararlılığını ortaya koyarken adamları da delikanlılık söylemleri üzerinden etkilemeye çalışıyordu. Karşılıklı atışmaların sonrasında İsmail'in tehdide boyun eğmeyeceğini anlayan adamlar, biraz da uzayan mevzunun neticesinde sokağa bakan evlerden polisin aranmış olacağını da düşüp homurdanarak ağır adımlarla uzaklaşmaya başladılar.

Umutsuzluğun içinde korkuyu yaşarken, kurtarıcı misali ortaya çıkan İsmail'e minnetle yaklaştı Nesli ve "çok sağ olun, çok teşekkür ederim," dedi. İsmail "korkmayın, geçti artık tehlike," diyerek Nesli'ye moral verdi. Nesli evine kadar götürmesi için İsmail'e ricada bulununca İsmail de kabul etti. Kısa bir yürüyüşten sonra apartmanın önüne geldiklerinde İsmail, Nesli'ye artık güvende olduğunu söyledikten sonra iyi geceler deyip gitmek için arkasını döndüğünde, Nesli "lütfen hemen gitmeyin. Benim için çok şey yaptınız. Size bir kahve ikram etmeme izin verin," dedi içten bir sesle. İsmail hayır demenin anlamsız olacağını düşünerek peki dedi. Oldukça muhteşem döşenmiş büyük bir evdi. Evin ihtişamı karşısında İsmail şaşkınlığını gizleme gereği duymadan övgü dolu sözlerle düşüncelerini Nesli'ye söyledi. Karşılığında teşekkür etti Nesli ve kahvenin etrafında dönen keyifli bir muhabbetin ardından İsmail gitmek için ayağa kalktı. Kahve için teşekkür edip kapıya yöneldiğinde, Nesli narin eliyle İsmail'in elini tutarak "lütfen gitme. Benimle kal bu gece," derken, aynı anda harika dudakları ile İsmail'in şaşkın bakışları altında kurtarıcısını öpmeye başladı. Şaşkınlığını bir an için üstünden atan İsmail sakin bir tavırla "lütfen bunu yapmayın nesli hanım," diyerek kendini geri çekti. Şaşkınlık sırası Nesli'deydi. "Neden, yanlış olan ne?" deyince, karşılık olarak "belki yanlış değil ama zaman doğru zaman değil," dedi İsmail. "Bence şu an zaman da, duygularım da en doğru anında" deyince Nesli, İsmail güven veren bakışlarıyla Nesli'yi şöyle bir süzdükten sonra "ikimiz birbirimizden oldukça uzak insanlarız. Bizi burada bir araya getiren koşullar insani yardımlaşmanın bir gereği oldu ve oldukça alkollüsünüz. Bu anlamda baktığınızda benim sizinle bir şeyleri paylaşmam en başta kendi değerlerime ve devamında size haksızlık olur. Lütfen beni anlayın," dedi. Güzel gözlerinden yükselen sıcak gülüşler şüphesiz İsmail'i oldukça etkiledi. Buna rağmen tekrar Nesli'ye teşekkür edip kapıya yöneldi. Nesli ardından seslendi, "peki ama o halde gitmeden bana telefonunu ver lütfen," dedi.

İsmail apartmandan çıktıktan sonra, artık son minibüsü de kaçırdığının farkında olarak uzun bir yürüyüşün kendisini beklediğini kabullendi. 20-30 metre yürümüştü ki genç biri yavaşça yanına sokuldu. İsmail kim olduğunu anlamak için dikkatlice bakındığında Nesli'ye saldıranlardan biri olduğunu fark etti. Oradan ayrılırken arkadaşları ile tartışmıştı genç olanı, kabullenememişti kadını ellerinden kaçırmayı. Arkadaşları fazla zorlamanın anlamsız olduğunu söyleseler de o bunu zayıflık olarak düşünmüş ve onlardan ayrılıp hızlı adımlarla geri dönmüş, İsmail ve Nesliyi takip etmişti. İçinde oluşan küçük öfke İsmail'in Nesli’yle beraber eve girmesiyle büyümüştü. Nesli'yi bir av, İsmail'i de avı ellerinden kendi için çalan biri olarak düşünüyordu. Nesli yorucu ve kabus dolu bir günün ardından yatağına huzur içinde uzanırken aynı anda İsmail aldığı bıçak darbeleriyle Neslinin sokağında, yağmurun ıslattığı soğuk yere yüzü koyun kapanıyordu. Eli bıçaklı saldırganın ağzından mütemadiyen aynı küfürler dökülüyordu. "Ulan benim elimden karıyı alıp yemek ne demek şerefsiz," diyerek haksız öfkesini kusuyordu.

O gece Nesli uykuya daldı. İsmail hayatını kaybetti ama insanlık onuru "ben ölmedim, varım ve daima var olacağım," dedi.

]]>
Mon, 23 Aug 2021 21:10:33 +0300 Aydın Yıldız
Uyan Türkiyem https://edebiyatblog.com/uyan-turkiyem https://edebiyatblog.com/uyan-turkiyem Uyan Türkiyem

Güneşini kaybeden ay çiçekleri gibi başı önde, gün yüzü görmeyi kendine zül sayarcasına geceye yüzünü çeviren akşam sefaları gibi, mahzun pınarlarından kan akan güzel ülkemin şerefli halkı, uyan ki üzerinde oynanan oyuna bir son gelsin. Düşün dün dağda bugün şehirlerimizde kaybettiğimiz şehitlerimizi, toprağa düştüğü anda acısı yüreğimize düşen vatan evlatlarını. Mayın tarlasına çevrilen doğunun sokakları, mahallelerinde ölümün habercisi olan hendekler, yerlerinden olan insanlarımız, evlerinde ölümün soğuk terler döktürdüğü, aç biilaç hayata tutunmaya çalışan insanlarımız... Düşün bunca tahkimat yapılırken seyirci kalanları, düşün "bakın terörle nasıl mücadele ediyoruz," derken anket yaptırmaları, düşün Türklüğü anayasadan çıkarma çabalarını, düşün ki üzerinde oynanan oyunu görebilesin.

]]>
Sun, 22 Aug 2021 19:43:13 +0300 Aydın Yıldız
İZMARİT https://edebiyatblog.com/izmarit https://edebiyatblog.com/izmarit İZMARİT

Çok uzun yıllar önce, 1976 yılında, Malatya'ya bağlı Hekimhan ilçesinde, henüz çocukluğun saflığının en yalın haliyle, arkadaşım Zaza Alevisi Mustafa, bizden dört yaş büyük ağabeyi Sadık ve her zaman olmasa da arada Sadık'tan iki yaş büyük ablası Satı ile sokaklarda, bazen de ilçenin dışına kadar çıkar kayısı bağlarına kadar uzanırdık. Bugün geriye dönüp baktığımda "ne çocuklukmuş," diye içimden geçirim. Sağ sol çatışmasının en şiddetli yaşandığı Hekimhan'ın pek de tekin olmayan dağlarını gezerdik. Mustafa'nın ailesi aynen bizim gibi çok çocuklu, yoksulluğu dibine kadar yaşayan bir güzel aileyi. Babası Halo dayı bazı günler yük taşır, bazı günler de inşaatlarda çalışırdı, iş buldukça tabi. Oldukça iyi yürekli bir insandı, daima gözlerinin içi gülen, sıcacık, insana güven aşılayan, şefkatli bir yanı vardı. Keza hanımı Sultan hala da yoksulluğun açmazında yedi çocuğuna aile sıcaklığını aşılayan tipik Anadolu kadınıydı. Babam Hekimhan'ın uzak arazilerinde işi gereği maden arama uğraşındaydı. O tarihlerde İstanbul'da olan ağabeyim Fikret dışında ailece Hekimhan'daydık. Siyaset, Hekimhan'ın üzerinde kara bulutlar misali dolaşır, ilçeye huzuru adeti yasak ederdi. Halbuki kayısı bağları, dut bağları ve tarım arazileri ile insana yetecek refahı sağlayacak derecede, azımsanmayacak kadar bereketliydi. Sıcak yaz günlerinde ilçenin sokaklarında amaçsızca dolaştığımız zamanlarda genellikle Sadık'la az tüketilmiş izmarit bulmaya çalışırdık. Hele şöyle yarısından az içilmiş bir izmarit bulduğumuzda değmeyin Sadık'a. Babası gibi gözlerinin içi güler, daha bir keyiflenirdi. Arada Mustafa ve ben de izmaritin tadına bakmıyor değildik. Elbette keyif aldığımdan değil, çocukça bir özentiden ibaretti. Çoğu zaman akşama kadar eve uğramaz kimi zaman ilçenin sokaklarında, kimi zaman bağlarında, dağlarında dolaşır, kimi zaman da istasyonun altında akan derede yakıcı güneşin altında bıkmaz usanmaz halde yüzer dururduk. Açlığın başımızı döndermesine aldırış etmeden, aç susuz akşam ettiğimde annemin beni haklı olarak haşlaması unutulacak gibi değil. Lakin dışarıda özgürlük var, çocukça bir özgürlük.

Yine günlerden bir gün, Mustafa ağabey, Sadık, ablası Satı ve ben öğleyi devirmek üzere olan ilçenin sokaklarında, aç susuz ve amaçsızca geziniyorduk. İzmarit avı için çıktığımız günleri saymazsak, gün içinde pek çok izmarit bulduk. Şanslı günündeydi Sadık. Dördümüz hayaller içinde sohbetin en keyiflisini yaşarken Sadık birden "aha!" diye öne fırladı,  sevinçle karışık bir telaşla yerde bulduğu cüzdanla doğruldu. Tabi biz de hemen merakla etrafına üşüştük. Bir yandan ağzında izmariti tüttürürken diğer yandan cüzdanı açtı. İçinde oldukça yüklü para vardı. Bir köşeye çekildik, Sadık paraları saymaya koyuldu, en nihayetinde on beş bin var dedi. O zamanlarda oldukça büyük bir paraydı. Mustafa ağabey "açız. Ekmek arası bir şeyler alalım. Kola da alırız," deyince Sadık kardeşine ters ters baktı ve hayatta unutamayacağım şu cümleleri sarf etti: "Biz bu paranın sahibi değiliz. Biz sadece bulmanız. Paranın sahibi kaybedendir." Bizi de ardına takarak doğruca karakola gitti. Kapıda nöbetçi memurla konuştuktan sonra biz dışarıda kaldık. Onu içeri aldılar, çok sonra sahibini bulup getirdiler. İşin garibi, sonradan öğrendiğimiz üzere, polis adama gittiğinde kendisi cüzdanının kayıp olduğundan bir habermiş. Altmışlı yaşlarda bir adamdı. Sattığı hayvanların bedeliymiş o paralar. Bize çok sıcak davrandı. Özellikle Sadık'a bir miktar para vermek istedi ama sokaklarda açlığı son demine kadar yaşayan o güzel insan almam diye diretti. Adam güç bela Sadık'ı ikna ederek bizi bir lokantaya götürdü. Adamdan ayrıldığımızda, bunun üzerine sigara iyi gider diyerek sokaklarda yarısı atılmış izmaritleri aramaya koyulduk.

Unutulmamalı ki insanların yaşadığı şartlar asla yanlışlarına mazeret değildir. Arkadaşım Mustafa ve ağabeyi Sadık'ta olduğu gibi. Kumaşı sağlam insanlar daima çamura düşse bile onu üstünde taşımaz, bedeli ne olursa olsun doğrularından vazgeçmez.

]]>
Sun, 22 Aug 2021 15:16:06 +0300 Aydın Yıldız
Mutluluklar Şehri https://edebiyatblog.com/mutluluklar-sehri https://edebiyatblog.com/mutluluklar-sehri Sisler arasında gel bana, ardından ne deniz ne gökyüzü görünsün,
Yürüyelim beraberce ayak basılmamış topraklarda, ağaçların sevgi türküleri söylediği aşıklar ormanında, 
Rüzgarların tozuna merhaba dediği kayalıklara çıkalım, oradan nehirlerin coşkunca aktığı vadilere bırakalım kendimizi,
Sonsuzluğun penceresinden mutluluklar şehrine girelim, Yanımızda biraz aşk, biraz mutluluk çokça da tadında muhabbet olsun.

]]>
Fri, 20 Aug 2021 13:39:18 +0300 Aydın Yıldız
Gülendam https://edebiyatblog.com/gulendam https://edebiyatblog.com/gulendam Başını göğe kaldırdığında doru taylar
Döver tozlu yolları kuvvetli toynaklar
Gün batımına düşen hasret memleketinde
Yoksul yoksul tüter fakirin bacalar

Duman yayılır çorak dağlar üzerine
Gezinen alıcı kuşlar bir de kavruk otlar
Gelen atlının düşen yanık yüreğine 
Neşesi kaybolmuş zayıf umutlar.

Yollar bitti, izler silindi, taylarda güç tükendi
Memlekete varan da hercai İdris'in yanık Ahmet'i
Dünyayı terki diyar eyledi
Yosma Emine'nin kızı, yanık Ahmet'in hasreti,
Gülendam, ah o Gülendam.

]]>
Fri, 20 Aug 2021 13:30:28 +0300 Aydın Yıldız
Ege’de Aşk https://edebiyatblog.com/egede-ask https://edebiyatblog.com/egede-ask Egede Aşk

Gün sonuna doğru rüzgara dönüşen meltemin esişleri, sevgiliye susamışçasına içten içe kabaran arzularını zorlukla bastırmaya çalışan mavi denizi okşamaya başladığında, direnç yavaşça kırılıp yerini sevgilisinin kollarına her şeyiyle teslim ruhunu, kalbini ve asil mavi tenini  doyurmaya bırakırcasına, aşkın ve cinselliğin tutkulu cehennemine gözü kapalı dalan hırçın bir sevgili aldı. Ege'nin güzel kızını öpüp okşadıkça daha bir güçlenen eşsiz sevgili rüzgar, kıyıları yalnızlığa bırakırken ateşli öpücüklere boğduğu sevgilisi mavi deniz iniltileri ile adeta aşk fısıldıyordu boşalan sahillere. Sevgilisinin ipeksi saçlarından ayak tırnaklarına değin keşfe çıkan kaşif misali, büyülü okşayışların insafsızca çıldırttığı mavi denizin göğsü, önü alınamaz heyecan yüklü cinsel dürtüler ile patlamaya hazırcasına inip kalkıyordu. İki sevgilinin aşk ve tutkuyla sevişmesi, akşamın karanlığı bütün Ege’yi sardığında dahi olanca şiddetiyle devam etti. Yarım ay ve onu saran milyonlarca yıldız, cinselliğin hat safhaya çıktığı ateşli aşk dansını izlerken adeta büyülenmişçesine seyir içindeydiler. Adeta kimi yıldızlar seyrine dayanamayıp tahtından düşen krallar gibi kayıp gökyüzünden kayboluyor gibiydi. Ateşli birleşmenin ortaya koyduğu muazzam aşk dansı gece yarısına doğru bittiğinde rüzgar, heyecanı dindiğinde küçük öpücüklerle sevgilisine veda edip gözden kaybolan sevgili,  mavi deniz ise hala heyecan içerisinde göğsü inip inip kalkan ama yatağında yalnız kalmış sevgili edasıyla gözlerini kapatıp uyumaya çalışsa da uyuyamayan sevgili gibiydi.

]]>
Fri, 20 Aug 2021 13:08:37 +0300 Aydın Yıldız
Beyaz Yasemin Apartmanı https://edebiyatblog.com/beyaz-yasemin-apartmani https://edebiyatblog.com/beyaz-yasemin-apartmani
Gecenin kör karanlığında sessizlik, olanca korkutuculuğuyla sokaklarda, tüyler ürperten rüzgarın vahşi çığlıkları arasında kol geziyordu. Evlerde ışıklar sönmüş, sokak lambaları kimi köşe başında ya oldukça cılız ya da hiç yanmıyordu. Gökyüzünde ne bir ay ne de tek bir yıldızın dahi olmadığı gecenin  sokaklarında, bir insan silueti dahi görünmüyordu.Tanrının unuttuğu bu gece ve şehrin tekinsiz sokakları, asla iyi bir misafirperver gibi durmuyordu. Rüzgarın çığlıkları ile dövdüğü sokaklara bakan, beyaz yasemin apartmanın kapısı açıldı. Orta yaşlarda bir adam, açılan kapıdan çıkıp, uğursuz gecenin sokaklarında yürümeye başladı. Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal alıp dudakları arasına götürdü, ardından paketi tekrar cebine koydu.Bu kez kibriti çıkarıp rüzgara ardını dönerek, bir iki denemeden sonra güçlükle yaktı sigarasını. Ardından kibrit kutusunu cebine titreyen parmakları ile koyduktan sonra amaçsız adımlarla yeniden yürümeye başladı. Kafasında bin bir düşünce vardı, daha çok bu zamana kadar yaptığı hatalara öfke kusuyor ama daha çok da yine her zaman ki gibi sular durulduğunda tekrar aynı hatalara düşmekten vazgeçmeyecek kendisine. Gözlerinde hüznün derin izleri, çaresizliğinin çırpınışlarını aksettiriyordu. Geçtiği sokaklarda, attığı her adımda, bir mucizenin kendisini ve ailesini içine düşülen bu çıkmazdan çekip kurtarmasını şuursuzca bekler gibiydi ya da sokakların yalnızlığında her şeyi geride bırakıp, sonsuzluğa kaybolmak. Düşünceler birbirini kovalarken, aşağı mahallenin sokaklarına çoktan gelmişti bile.Uzunca bir sokak olan eskici sokağının sonu sahile kadar uzanıyordu. Küçük yaşta denecek kadar erken başladığı kumar illetinden her yıkımın ardından ettiği onca tövbeye rağmen,yeniden başlamıştı. Önceleri pek küçük miktarlarda oynadığı insanlığın felaketi olan kumarı, gittikçe  daha büyük oynamaya başlamıştı.Hanımefendi bir karısı ve ikisi kız biri erkek üç evladı vardı.Çocuklarından büyük olanı 24 yaşındaki kızı Selda idi,ortancası 21 yaşındaki Meryem,en küçük çocuğu oğlu Kerem ise,henüz 14 yaşındaydı.Karısının adı Gülnihal İdi. Gülnihal, yıllarca önce temizlik işlerinde çalışıp ardından evinin bir odasını terzi dükkanına çevirerek, kocası Sefer’in hatalarını göz ardı edip, adeta aileyi bir arada tutma uğraşı içinde tüm benliğiyle, halen olduğu gibi çalışıp didiniyordu.Çocuklarının yaşlarının getirdiği sorunlarla o ilgileniyordu. Sefer’in tek yapabildiği iş duvarcı ustalığı idi lakin onu da kumarın yanısıra aldığı alkolle, eline yüzüne bulaştırmaktan geri kalmıyordu. Seferin bir çok kardeşi vardı ama hepsi kendi dünyasında güç bela yaşam mücadelesi veriyordu, bir tek ortanca bacısı Hülya’nın durumu, kocası nedeniyle ve biraz da kendi çalışkanlığı  nedeniyle iyiydi. Hülya aynı Gülnihal gibi aile bağlarına bağlı biri olduğundan yıllarca ağabeyi Sefer’e,bazen kocasından haberli bazen habersiz çokça destek çıkmıştı lakin Hülya’nın  hayatı hak etmediği bir cezaya dönüşünce, bir hafta kadar önce ağabeyi Seferin evine gelmişti.İki çocuğu vardı Hülya’nın biri 16 yaşındaki Betül diğeri 12 yaşındaki Cemşitti.Kocasının başka bir kadınla muhabbetini öğrendiğinde adeta dünyası başına yıkılmıştı, biraz nefes almak biraz da ne yapacağını iyice düşünmek için ağabeyinin evine gelmişti ama ağabeyinin yaşadıkları ona neredeyse kendi acısını unutturur duruma gelmişti. Nihayetinde sahile indi Sefer,orada kayalıkların üzerine çıkıp, yüksek dalgalarla kıyıya vuran denize boş gözlerle bakmaya başladı, boş ve zavallılık içerisinde. Daha önce kaç gez gelmişti buraya, madem bir işe yaramıyorum, aileme yük olmayayım deyip gecenin karanlığında denizin soğuk sularında kaybolmak için ama her defasında vazgeçti ve her defasında ailesini büyük borçların içine soktu, şimdi olduğu gibi.Yarın eve haciz gelecek,bütün eşyalar gideceği gibi artık ev sahibi de açmış olduğu davayı kazanıp, Sefer’e ve ailesine başka ev bulmak kalacaktı. Ama hangi parayla hangi birikimle. Sabaya kadar kayalıklarda oturdu ve belki de ilk defa doyasıya ağladı.Kendi yüzünden ailesinin ekonomik olarak yaşadıklarından başka genç kız çağında ki kızlarının hayal ve duygu dünyalarını düşündü. Onlara çok uzak olduğunu ve onların çevrelerinde kendinden utanabileceğini ve oğlunu düşündü.Evine sığınan kız kardeşi Hülya’yı düşündü ve hayat arkadaşı Gülnihal'in onca yaşananlara rağmen asla kendisine yükselmeyen sesini ve sahiplenen vefakar çabalarını.Tan yeri ağardığında deniz de dalgalar da nispeten durulmaya başlamıştı, rüzgarların hız kesmesi gibi.Yavaşça yerinden doğruldu, son bir kez denize baktıktan sonra tam ardını dönerken, cebinden sigara paketini ve kibriti çıkarıp, denize doğru fırlattı.Eğer bir şeye başlayacaksam şimdi başlamalıyım diyerek, sigara paketini ve kibriti attı.Bu ilk kez oluyordu.Evin sokağına geldiğinde gün iyice ışımaya başlamıştı.Anahtarı ile Beyaz Yasemin Apartmanı’nın kapısını açıp içeri girdi.Şimdiye kadar Gülnihal'in sırtladığı aileye, artık en büyük omuzu ben vereceğim diye içinden geçiriyordu. Sefer merdivenlerden çıkarken Beyaz Yasemin Apartmanı’nın kapısı yavaşça kapanıyordu...

]]>
Wed, 18 Aug 2021 21:38:31 +0300 Aydın Yıldız