EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Elifqunduz https://edebiyatblog.com/rss/author/elifqunduz EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Elifqunduz tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Büyüyenler ve büyümek zorunda kalanlar https://edebiyatblog.com/buyuyenler-ve-buyumek-zorunda-kalanlar https://edebiyatblog.com/buyuyenler-ve-buyumek-zorunda-kalanlar  Şey diyordu, "Büyüyen çocuklar ve büyümek zorunda kalan çocuklar." 

 İlk duyduğumda küçüktüm, çok küçük. Anlamamıştım tabii, ikisi de büyüyor sonuçta diye düşünmüştüm. Şimdi her gün binlerce kez geçiyor aklımdan bu söz. Yaşımı söyleyeyim mi, çok küçüğüm yine. 

 Büyümek zorunda kalan binlerce çocuktan biriydim belki de. Hâlâ öyleyim, çünkü hâlâ çocuk olduğuma inanıyorum. İnanmak istemezdim. Büyümek ve omzumdaki yükleri taşıyabilecek kadar güçlenmek isterdim. Ama büyümek de istemezdim, küçük kalmak ve daha fazlasını yaşamamak. Büyüyünce daha çok acı çekeceğime inanırdım, doğruymuş. 

 Evet, çocuktum ama olmadı işte, bir çocuk gibi mutlu olamadım. Kimi aşağılardı, kimi acır. Hayır, acımalarını istemezdim. Aşağılanmak, küçük düşürülmek de istemezdim. Ama aşağılanmak daha kolay gelirdi bana. Acıyan insanların bakışlarından nefret ederdim. Beni ezmeye çalışan ve başarılı da olan çocukluk arkadaşlarımın adını unuttum çoktan, birkaç yıl sonra yüzünü de unuturum. Ama bana acıyıp yardım etmeye çalışan insanları asla unutmam. 

 En basitinden, okulda düştüğümde ve dizim kanadığında yanıma gelip dizime bakan öğretmenlerden bile nefret ederdim. 

 Öyleydi işte, iyi olmamı isteyenlerden de nefret ederdim. Nefret ederek büyüdüm.

 Çok iyi bir hayatım olmadı, kendimi de hayatımı da hiç sevmedim. Yaşamı sevmedim ama hiç intiharı düşünmedim. Kendimi sevmedim ama arkadaşlarım oldu. Onların beni sevdiğini zannederdim, yanılmışım. 

 Acı ise acı, dostlarım. Fazla küçüktüm ve hâlâ öyleyim. 

 Özel hayatımda nasılsam sanalda tam tersi olmak istedim. Güçlü olan bir kız, insanlara kendilerini sevmelerini öğütleyen. Böyle başlamadı mı hikayemiz? Kendinizi sevin diyerek çıkmadım mı bu yola?

 Seviyor musunuz? Sevin, dostlarım. Benim için sevin, ama en çok kendiniz için.

 Bir gün çok üzüldüğümde gelip Yalnızlık adında bloğumu yazmıştım. Çok kırılmıştım, birinin beni toparlamasını istemiştim. Ve size şunu söyledim, "Önce kendinizi sevin, sonra yalnız olan birinin dostu olun." Çünkü bazen öyle günler gelir ki, ağlayacak bir omuz ararsınız. O gün aramıştım ve bunu yazmıştım. Omzunda ağlayacağım biri olmadı ama o gün birileri bana dertlerini anlattı. Tamam, dedim. Bunun için varsın, artık onlar için mutlu olmalısın.

 Ve o gün başladı size olan bu çok büyük ilgim. İlk defa acılarınızı gördüm, ve gülümseyin diye yaşamaya başladım. 

 Kendimi değersiz ve yetersiz gördüğüm ilk gündü. Yazdıklarımı okuyan birileri, bir yerlerde mutsuzdu hâlâ. Ve ben nefes alıyordum, aldığım nefesten nefret ettim.

 Kırılmak adında bir yazım var. Bardağın hem dolu yüzüne hem de dolu olmayan yüzüne dikkat eden insanlar kırılmış olanlardır dedim. Ben öyle miydim peki? Bilmem.

 Kırılan insanlara adadım her şeyimi. Kırılan çocukluğuma adadım. İyi olun, dedim. Gülümseyin, tebessümleriniz size armağan olsun.

 Yazdığım her blog, kendimeydi. Ben, bana ders olsun diye yazıyordum. Bir süre sonra size dost oldular işte. Her şey önce banaydı ama işe yaramadı, olsun. Sizin bir gülümseyişiniz için yaşarım ben, ölmem.

 Hep gülün, dostlarım. Ama ağlamasını da bilin. 

 Özel hayatımda gülen yüzümün ardında saklanan, sürekli ağlayan kız çocuğuna armağan olsun bu. Ama en çok size, dostlarım. Hep size.

 Çok konuştum, bu da benim günlüğüm oldu. 

 Kırılmış her bir yaşınıza, yaşımıza armağan olsun bu. En çok onlara, en çok kırılanlara…

 Hadi, aynanın karşısına geçip gülümseyin. Gülümsemek bizim gizli ilacımız, unutmayın. Ben şimdi sizler için gülümsüyorum. Çok ağladım ya, orası ayrı.

 Her bir ağlayışımız için olsun bu yazı. 

 Ve her bir kırılan parçamız için,

 Bizim için...

~Sizi sandığınızdan çok seviyorum. Özgür kalın, saygıyla nefes alın. Kendinize iyi bakın, dostlarım...

]]>
Sun, 12 Dec 2021 14:00:00 +0300 Elifqunduz
Küçük kız çocuğu https://edebiyatblog.com/kucuk-kiz-cocugu https://edebiyatblog.com/kucuk-kiz-cocugu  Ölüm ile yaşam arasındaki incecik çizgide; ölümü düşleyen ama yaşamaya zorlanan bir kız çocuğu, 5 yaşında.

 Adı yok, anne-babası yok. Onu koruyan bir abisi, ağlayınca gözyaşlarını silen bir ablası yok. Kimsesiz, tek başına. Bir "sadece"den ibaret. 

 Belki de çoktan ölmüş. Ölmeden önce; görebileceği en büyük felaketleri görmüş, yaşayabileceği en büyük acıları yaşamış, o 5 yaşında bir kız çocuğu. 

 Sonra büyümüş. Ağlamış, yaşadıklarına ve yaşayacaklarına. 

 Belki sevmiş, sevilmek istemiş. Belki korkmuş, korkusunu gizlemiş. Kim bilir? Belki en büyük düşmanını, geçmişindeki küçük kız çocuğu olarak görmüş. 

 Ama savaşmış. Ölümüne savaşmış. Ve yaşamına savaşmış.

 Kimsesizliğiyle en yakın dost olmuş. En çok bu sıfatını sevmiş, "kimsesiz" . Ve en çok bu sıfatından nefret etmiş, "kimsesiz". 

 Öğrenmiş. Susmayı öğrenmiş, konuşmayı da. Gülmeyi öğrenmiş, ağlamayı da. Rol yapmayı öğrenmiş, kendisi gibi davranmayı da. Büyümeyi öğretmişler, acıları öğretmişler, yalnızlığı öğretmişler. Zamanla tüm acı veren duyguları öğrenmiş. Ama zorla, zorla öğretmişler.

 Gülmek istemiş, ağlamasını istemişler. Görmek istemiş, kör olmasını istemişler. Yaşamak istemiş, ölmesini istemişler. İstediği her şeyi engellemek istemişler. 

 Dayak yemiş, belki de her gece. Bir hayvan gibi eğitilmiş. Sayısız kez ölmüş, öldürülmüş. Ama büyümüş.

 Her duyguyu hissetmiş; ölümü, yaşamı, sevgiyi, nefreti, şefkati, acımasızlığı, merhameti, kırılganlığı…

 Her gün bir başkası olmuş. Bir gün kendini yaşlı bir kadın olarak görmüş, yorgunluğundan. Bir gün 5 yaşındaki küçük kız çocuğu olarak görmüş, özleminden. Bir gün ayakta duramayan, güçsüz ve yaşlı bir kadın olmuş. Bir gün tek bir oyuncak için ağlayan temiz ve saf kız çocuğu.

 Saflığını almışlar, kirlenmiş. Ağlayışlarını almışlar, gözyaşları içine akmış. Hıçkırıklarını almışlar, sesini kesmişler. Konuşmak istemiş, susturmuşlar. 

 Bir gün gerçekten büyümüş. Tüm kirliliğiyle, tüm gözyaşlarıyla ve tüm çığlıklarıyla bir savaş başlatmış. Bu savaş; çocukluğunu alanların, sesini alanların, tebessümlerini alanların yıkımı olmuş. 

 Ve büyümüş, "umut" olmuş. Ve yaşamış, "hayat"ın kendisi olmuş. 

 Ve ağlamış doyasıya. Ve gülmüş, gülmek en çok ona yakışmış. 

 Ve savaşmış, ölümüne. Ve kimsesiz olmayı çok sevmiş. Çünkü kimsesizliği ona galibiyeti getirmiş. Ama en çok kimsesiz olmaktan nefret etmiş, çocukluğunu aldığı için. 

 Yıkım, kötülerin yıkımı olmuş. Küçük kız çocuğu büyümüş, ve binlercesi. 

 Ve bütün çocuklara, kendileri olmalarını öğütlemiş. Umutları olmuş, hayatları olmuş. 

 Kız, yeşermiş, atlatmış. Ve binlercesi...

]]>
Mon, 06 Dec 2021 09:30:00 +0300 Elifqunduz
Tebessümler, gözyaşları ve yabancılar https://edebiyatblog.com/tebessumler-gozyaslari-ve-yabancilar https://edebiyatblog.com/tebessumler-gozyaslari-ve-yabancilar  Yabancılar… Belki de gerçekten bir hiçten ibaret olan insanlar… 

 Toplumumuzda en çok duyulan ve söylenen sözlerden birini belirtmek istiyorum; "Elalem ne der?" Bunu söyleyen insanlara ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum;

 Ne dedikleri kimin umrunda? Aslında kendi cevabınızı kendiniz veriyorsunuz, "elalem" diyorsunuz. Onlar yabancı, ne düşünürlerse düşünsünler. Önemli olan, bizim içimizden geçenleri bilen kişilerin ne düşündükleri. 

 "Bacaklarını açamazsın, elalem ne der?", "Başını ört, elalem ne der?", "Çok konuşma, elalem ne der?", "Büyüklere karışma, elalem ne der?", "Makyaj yapma, elalem ne der?", "Yanında erkekle dolaşma, elalem ne der?"...

 Kalkıp "Bana ne elalemden?" demek gerekiyor aslında. Dostlarım, insanların ne düşündükleri önemsiz. Şimdi kesin "Gel bunu büyüklere anlat!" diyorsunuz, biliyorum. Biraz dişimizi sıkmak gerek, çünkü bir süre sonra gerçekten "birey" olacağız. 

 Belki de böyle gerici düşünen insanları karşımıza alıp konuşmak gerekiyordur. Belki de onlara "elalem" kelimesinin gerçek anlamını anlatmak gerekiyordur. Aslında biri bizim için bir şey söylediğinde, bunun kafaya takılmaması gerektiğini fark etmelerini sağlamak gerekiyordur. Bizim kafaya takmadığımızı ve onların da bizim yerimize sorun etmemeleri gerektiğini; çünkübizim, yaşımız kaç olursa olsun bir "birey" olduğumuzu belirtmek gerekiyordur. 

 Ama her şeyden önce, yaş fark etmez, herkesin kendi başına karar alması gereken durumlar olduğunu açıklamak gerekiyordur. Yanlış bir yola girdiğimizde uyarmanın ve doğrusunu anlatmanın başka bir şey; karar vermemizi engelleyip, bizim yerimize karar almanın ise bambaşka bir şey olduğunu göstermek gerekiyordur. Gerici olan insanlara gerçekleri anlatmak gerekiyordur.

 Ve kimseyi umursamadan, gizli tutarak bile olsa, istediğimiz yoldan ilerlemek gerekiyordur. 

 Ve gülümsemek gerekiyordur, insanları tebessümlerimizle yenmek gerekiyordur. 

 Çünkü gözlerimizden akan her damlanın, insanlara güç verdiğinin; her tebessümün ise onları susturduğunun farkına varmak gerekiyordur.

 Özgür kalın, saygıyla nefes alın. Kendinize iyi bakın, dostlarım...

]]>
Mon, 29 Nov 2021 10:00:00 +0300 Elifqunduz
37 Yıl Sonra Dönen Uçak https://edebiyatblog.com/37-yil-sonra-donen-ucak https://edebiyatblog.com/37-yil-sonra-donen-ucak  1955 Yılının Temmuz ayının 2'sinde Pan American Havayollarının 914 sefer sayılı uçuşu; New York ile Florida'nın Miami şehri arasında yoldayken.

 Uçak New York’tan sorunsuz bir şekilde havalanıyor ve yaklaşık 3 saat sonra, gideceği havaalanına inmiş olması gerekiyorken, uçak kayboluyor.

 Hava trafik kontrol, New York’taki kuleyle temasa geçtiğinde şaşırtıcı bir cevapla karşılaşıyor;

 91 sefer sayılı New York- Miami arası uçak, havadayken radarlardan kaybolmuştu.

 Her şey uçağın kaybolmuş olduğunu gösteriyordu; Radarlarda kaybolmanın haricinde aynı zamanda, hava trafik kontrolü telsiz bağlantısı ile de bir türlü pilotlar ile bağlantı kuramıyordu.

 Sonuç; Kör nokta vaka bir türlü çözüme kavuşamamış olmuş olsa da uçağın düşmüş olduğuna ve uçaktaki herkesin de hayatlarını kaybettiklerine dair, resmi bir açıklamada bulunuldu.

 Tarih işliyor, zaman geçiyor, süreç akıyor ve sahne değişiyor. Tarih 1992 nin Eylül 9'unu gösteriyor ve Venezüela’nın Karakas kentinde, Karakas havaalanında Juan de la Corte hava trafik kontrolörü ve onun için her zamanki rutin günlerden biri.

 Aniden Karakas havaalanı radarında yeni bir nokta beliriyor. Sanki aniden bir uçak peydah olmuş olarak görünüyor veya o ana kadar, radardan bir şekilde saklanmış gibi gözüküyor.

 Yaklaşık 10 dakikadan daha az bir zaman süresinde, uçak görüş alanında bu sefer yaklaşıp görünmeye başlıyor. Başlangıçta, hava trafik kontrolüne normal bir uçak gibi görünüyor, fakat uçak iyice yaklaşınca, uçağın modelinin çok eskide kaldığı belirgin bi şekilde gözlemlenebiliyor; Karşılarında, modern türbinlerinin yerine hala pervanelerinin olduğu bir DC-4 McDonnell Douglas uçağının olduğu görülüyor.

 Durun daha bitmedi; Asıl ilginçlikler ve kafa karışıklığı, bu garip uçağın pilotunun kuleyle iletişim kurup İngilizce olarak "Biz Neredeyiz? ” diye sormasıyla başlıyor.

 Garip uçağın Pilotu devamında “ Burası dört mürettebat ve 57 yolcusuyla New York-Miami arası uçuş seferini yapan Pan American 914 sefer sayılı uçuş ” diyor. Bu cevap karşısında kule şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor.

 Derhal uçağa ve uçağın yolcularına yardım etmesi için yer hizmetleri görevlendiriliyor ve uçak sorunsuz bir şekilde piste inmiş oluyor.

 Sürecin normalleşmesiyle biraz rahatlayan Juan kafasının takıldığı şeyi soruyor; “ Siz bu günün tarihinin 21 Mayıs 1992 olduğunu biliyor musunuz? ” diyor.

 Juan, bu sorudan sonra uçağın kaptanının panikleyerek “ durun, hayır! yaklaşmayın! Biz şimdi buradan ayrılıyoruz! ” dediğini duyuyor. Gerçekten de kaptan uçağın motorlarını tekrar çalıştırıyor ve kalkış iznini beklemeden uçağı piste doğru yönlendiriyor.

 Bu olayın gerçekliği hakkında süren bir çok tartışma mevcut. 1985 yılında, bu hikayeyi ilk kez haber yapmış olan, Weekly World News adlı bir tabloid gazetesiydi.

 Bununla birlikte, bu efsane hala geçerliliğini de koruyor ve birçok kaynak onu yeni aktarımlarda kendi tarzlarıyla yeniden anlatıyor. Hatta bazı aktarımlarda uçağın içindeki yolcuların sonunda evlerine geri döndüklerini söyleyecek kadar ileri gidenlerde olabiliyor.

 İnternette zaman zaman ortaya koyulan ve paranormal hadiselerin meraklılarını da çeken şeylerden birisi de ünlü uçağın havalandığında Karakas havalimanının pistinde bulunan küçük bir cep takvimi.

]]>
Thu, 11 Nov 2021 12:14:39 +0300 Elifqunduz
SS Ourang Medan Olayı Aslında Ne? https://edebiyatblog.com/ss-ourang-medan-olayi-aslinda-ne https://edebiyatblog.com/ss-ourang-medan-olayi-aslinda-ne 1947 Haziran’ında Endonezya’nın Sumatra açıklarında, Malakka boğazından bir S.O.S çağrısı büyük bir gizemin ilk adımı oldu. Hollanda bayraklı SS Ourang Medan gemisinden iki kısımlı bir mesaj gönderildi. Mesajın ilk kısmı şöyleydi: “Kaptan da dahil olmak üzere tüm subaylar harita odası ve köprüde yatarken öldü. Muhtemelen tüm ekip ölmüştür.”

SS Ourang Medan gemisinin mesajını alan Silver Star gemisi, mesaja bir anlam veremedi. Geminin son konumunu belirleyip yola koyuldular. Fakat yaklaşık olarak 19 saatlik uzaklıktaydılar.

Silver Star, SS Ourang Medan için yoldayken ikinci şifreli mesaj geldi. Mesaj kısa ama netti: “Ölüyorum.” 50 milden sonra Silver Star, SS Ourang Medan gemisine ulaştı. Gemi dışarıdan hiçbir hasar almamıştı. Bir yaşam belirtisi de görünmeyen gemiye çıkan Silver Star mürettebatı gördükleri karşısında şok oldu. Gemideki herkesin vücudu güneşe dönüktü. Yüzlerinde korku ifadesi vardı ve ölmüşlerdi. Sahil güvenlik raporlarına da “Donmuş yüzleri güneşe dönüktü, korkmuşlardı, ağızları açık ve gözleri bakıyordu” şeklinde yansıdı.

Silver Star mürettebatı gemide incelemeler yaptı; gemide hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Gemideki köpeğin bile çenesi kaskatı kesilmişti ve ölüydü. 22 mürettebattan yaşayan hiç kimse yoktu. Hepsi oldukları yerde ölmüştü.

Haziran ayı olmasına rağmen SS Ourang Medan gemisinde soğuk bir hava vardı. Silver Star gemisi mürettebatı gemiyi detaylı incelemek için limana çekmeye karar verdiler. Hazırlıklar başlamıştı ki ambardan gelen dumanlarla gemi alev aldı. Çok şiddetli bir patlama gerçekleşti.

Gemideki ölümde hiç kan ve yaralanma yoktu. Sadece korkudan kaskatı kesilmiş yüzler ve cesetler vardı. Ardından gerçekleşen büyük patlamayla da geriye birçok iddia bıraktı. Bu teorilerden birkaçına beraber göz atalım.

GEMİ ASLINDA HİÇ VAR OLMADI TEORİSİ

SS Ourang Medan gemisi resmi olarak Lloyds Nakliyat şirketine bağlıydı. Fakat yapılan araştırmalarda şirketle arasında bağ bulunamadı. Daha da ilginci geminin battığına dair bir kanıt bulunamadı. Tabii olay örtbas edilmiş olabilirdi veya gerçekten hiç var olmamış olabilirdi. Bu sebeple bulunamayan evraklar bu teori soru işaretleriyle kaldı.

UZAYLILAR TEORİSİ

Açıklanamayan her gizemli olayın vazgeçilmez teorisi olan uzaylılar teorisi tabii ki burada da var. Cesetlerin gözlerinin açık olması, yüzlerindeki korku dolu ifade ve bir ellerini havaya kaldırmış olmaları uzaylı saldırısına maruz kaldıklarını düşündürttü.

GEMİ KAÇAK KİMYASALLAR TAŞIYORDU TEORİSİ

Teoriler arasındaki en güçlü teori budur. Geminin yasadışı olarak siyanür ve nitrogliserin taşıdığı iddiası bulunuyordu. Bu sebeple mürettebatın zehirlendiği ve de patlamanın sızan gazlardan kaynaklandığı düşünülüyordu.

Patlamadan 3 hafta sonra geminin kayıp cankurtaran botunun karaya vurması ve geminin ikinci subayı Jerry Rabbit’in anlattıkları da bu teoriyi kanıtlar boyuttaydı. Jerry’nin anlattıklarına göre; Gemide bir sızıntı gerçekleşti. Birinci kaptan bu sızıntıyı rapor etmeden yolculuğa devam etti. İkinci subay Jerry, yanına 7 kişi ve gemi evraklarını alarak can kurtaran botu ile açıldı. Yolculuk esnasında 6 adam ölürken, Jerry de karaya çıktıktan 3 gün sonra öldü.

Açık havada güvertedekilerin nasıl zehirlendikleri çözülemeyince bu teori de soru işaretleriyle kaldı.

KONUMUN ŞEYTAN ÜÇGENİ OLDUĞU İDDİASI

2014 yılında Malezya Hava Yollarına ait bir uçak, Kuala Lumpur’dan Pekin’e giderken ortadan kayboldu. Uçağın kaybolduğu yer ve SS Ourang Medan gemisinin kaybolduğu yerin aynı olması sebebiyle burasının şeytan üçgeni olduğu iddia edildi. 3 yıl boyunca süren çalışmalar sonucu uçağın enkazına ve yolcularına ulaşılamadı.

SS Ourang Medan gemisine ve içindeki yolculara ne olduğu hala gizemini koruyor.

Kaynak:

https://nettetrend.com/dosya-101-gizemi-cozulememis-ss-ourang-medan-gemisi/

]]>
Fri, 24 Sep 2021 01:09:28 +0300 Elifqunduz
Yıldızlara https://edebiyatblog.com/yildizlara https://edebiyatblog.com/yildizlara "Denizler de ağlar mı?

Dalgalar kumsallardan

Hep korkmuştu zaten

Sesim bir intihardı

Peşimde güneşlerle

Hep koşmuştum sana

 

Şimdi bakmam ardıma

Yalvarmıştım tanrıya

Götür beni çok uzaklara

Bu şarkı tüm aşıklara

Alıştık hep yalnızlığa

Bul onu zorluklardan yıldızlara

Mevsimlerden bahardı

Kalbimde sümbüllerle

Çok uzak hayallere

Sonbaharmış anladım

Yağmurlarda ıslandım

Umut var yine de

Dönme sakın ardına

Bırak kendini rüzgarlara

Götürsün seni çok uzaklara

İnan hep kırlangıçlara

Sonsuz başlangıçlara

Hiç üzülme zorluklardan yıldızlara

Ruhumda hep bir yara

Kalbim o anılarla

Ulaşsam yanına

Asıl olan hep bir yana

Düşlerim omuzlarla

Buluşsak rüyada

Şimdi bakmam ardıma

Yalvarmıştım tanrıya

Götür beni çok uzaklara

Bu şarkı tüm aşıklara

Alıştık hep yalnızlığa

Bul onu zorluklardan yıldızlara"

* * * * *

 Ardınıza bakmayın dostlarım. Bakınca sizi geri çevirecek şeyleri görmeyin, sakın! Belki de uzaklara gitmek en doğrusudur, uzaklaşmak daha iyi gelir ruhumuza. Yalnızlığa alıştık, evet. Ancak, hep söylediğim gibi, hiç yalnız değiliz. Kendimizle baş başayız sadece. Yanımızda bizden başka kimse olmaması yalnız olduğumuzu göstermez.

 Her ne olursa olsun, asla umudunuzu kaybetmeyin. Beyza Alkoç'un da dediği gibi "Hayat her zaman bir yolunu bulup yeşerir." Yani umut her daim vardır. 

 Yeni başlangıçlara inanın ve onlara güvenin. Zor durumdaysanız ağlamak yerine zorlayın. Çünkü bir gün-hiç ummasanız bile-tüm zorluklardan sıyrılıp, göklere yükseleceksiniz. 

]]>
Fri, 24 Sep 2021 01:09:21 +0300 Elifqunduz
Hadi Gittik https://edebiyatblog.com/hadi-gittik https://edebiyatblog.com/hadi-gittik "Hadi diyelim "Yolu bilmem, sonu bilmem"

Hadi diyelim "Ki ben hiç bi' şeyim"

Hadi diyelim "Güzü bilmem, sözü bilmem"

N'olur yaşasak, ne çıkar?

Hadi diyelim "Seni bilmem, beni bilmem"

Hadi diyelim "Ki biz hiç bi' şeyiz"

Hadi diyelim "Gidelim buralardan"

Hadi diyelim "Gittik" oh-oh

Onlar seni sevemiyorlar

Günler geri dönemiyorlar

Gitmişler gelemiyorlar

Sınırları yıktım ben

Aşk neymiş bilemiyorlar

Yanlış diye geveliyorlar

Gerçekleri göremiyorlar

Bunlardan bıktım ben

Onlar seni sevemiyorlar

Günler geri dönemiyorlar

Gitmişler gelemiyorlar

Sınırları yıktım ben

Aşk neymiş bilemiyorlar

Yanlış diye geveliyorlar

Gerçekleri göremiyorlar

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım, bıktım

Bıktım, bıktım, bıktım ben

Bunlardan bıktık leyn

Bunlardan bıktık leyn

Bunlardan bıktık, bıktık

Bıktık leyn

Konuştum, konuştum

Niyetlendim buluştum (Kendimle)

Uzun bi' yokuştu hayat

Sonunda yoruldum

Geçmiş, boyumu geçmiş

Çokça içmiş sarhoşum ben

Düşmüş sonra düşünmüş

Kaç kere öldüm ki ben?

Susmayan seslerim var

Canım yalnızlığa ne hacet

Gün dönüyo' mu? Gece sövüyo' mu?

Yine ediyo' mu ihanet?

Gönül istiyo' hoş olsun halim

"Kalıp es" diyo' dallarında

Yol bana fısıldadı çoktan

Duramam artık buralarda

Onlar seni sevemiyorlar

Günler geri dönemiyorlar

Gitmişler gelemiyorlar

Sınırları yıktım ben

Aşk neymiş bilemiyorlar

Yanlış diye geveliyorlar

Gerçekleri göremiyorlar

Bunlardan bıktım ben

Onlar seni sevemiyorlar

Günler geri dönemiyorlar

Gitmişler gelemiyorlar

Sınırları yıktım ben

Aşk neymiş bilemiyorlar

Yanlış diye geveliyorlar

Gerçekleri göremiyorlar

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım ben

Bunlardan bıktım, bıktım

Bıktım, bıktım, bıktım ben

Bunlardan bıktık leyn

Bunlardan bıktık leyn

Bunlardan bıktık, bıktık

Bıktık leyn"

* * * * * 

 Şarkıda geçen bir soruyla başlamak istiyorum: "N'olur yaşasak, ne çıkar?"

 İnsanlar sizi sevmesin, bunu çok önemli bir yere koymayın. Kimsenin sizi sevmesi önemli değil. Eğer sizden giden biri varsa onu geri getirmek için çabalamayın, aksine gelmemesi için çabalayın. Pek çok insan gerçeği göremez, dostlarım. Belki biz de göremiyoruz. Eminim ki bir sürü şeyden bıktık. Herkes başka şeylerden bıktı. Herkesin ayrı bir sıkıntısı var. Aslında bu sıkıntılar olmalı. Çünkü, eğer sıkıntılar olmazsa biz rahat bir yaşam sürdüğümüzde onun kıymetini bilemeyiz. 

 En çok kendinizle konuşun, en çok kendinize zaman ayırın. Hayatın upuzun bir yol olduğunu unutmayalım, lütfen. Yol size fısıldadıysa çekip gitmenin tam sırası demektir. Orada durmayın, gitme zamanı…

 Bir kez daha; kimse sizi, sizden çok sevemez. Bir insanı en çok kendi ruhu sevebilir. Dostlarım, ruhunuzu da en çok siz seversiniz. İstisnalar dışında, kimse sizin için kendini feda edecek kadar merhametli değil. 

 Yıldızlar… Çok parlaklar. Ben insanları hep yıldızlara benzettim ve benzetmeye devam edeceğim. Parlayacaksınız, dostlarım. Belki şuan parlamıyor olabilirsiniz. Bu ileride ışığınızı gösteremeyeceğiniz anlamına gelmiyor. Eğer şuan parlamıyorsanız önünüzde bulutlar var demektir. Elbet o bulutlar bir gün çekilecek. O gün parlayacaksınız, o gün başarmış olacaksınız. 

 Gülümseyin, tanımadığım ve tanıdığım tüm dostlarım. Aynanın karşısına geçip gülümseyin ve gülümsemenin size ne kadar yakıştığını görün. En çok size yakışıyor gülümsemek, çünkü sizler birer yıldızsınız. Gülümsediğiniz zaman

 "Gülümsemek bizim gizli ilacımızdı." diyebilirseniz çok mutlu olurum. Çünkü gülümsemek bizim gizli ilacımız. Bundan yıllar sonra aynanın karşısına geçip gülümsediğiniz zaman aklınıza ben geleyim, "Benim tanımadığım ama bir o kadar tanıdığım güçlü bir dostluğum vardı." diyebilin. Bizler dostuz, kendinize iyi bakın…




]]>
Sat, 07 Aug 2021 15:28:13 +0300 Elifqunduz
Çernobil Faciası Aslında Ne? https://edebiyatblog.com/cernobil-faciasi-aslinda-ne https://edebiyatblog.com/cernobil-faciasi-aslinda-ne  Dünyanın en büyük nükleer faciasına sahne olan Çernobil Nükleer Santrali'ndeki patlamanın üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen etkileri hala devam ediyor.

Dönemin Sovyetler Birliği üyesi Ukrayna'nın başkenti Kiev'e 110 kilometre uzaklıktaki santralde 26 Nisan 1986’da meydana gelen kazanın sonuçları günümüzde de hissediliyor.

Santraldeki rutin 20 saniyelik güvenlik testi için sistem kapatılmış ancak güvenlik testinin kontrolden çıkması üzerine 4. reaktörde patlama meydana gelmişti.

Patlamada 2 bin tonluk çatı havaya uçmuş ve 8 tonluk radyoaktif yakıt atmosfere karışırken, reaktörü söndüren itfaiyecilerden 31’i yüksek radyasyona maruz kalarak olay yerinde hayatını kaybetmişti.

Uluslararası Atom Enerji Ajansına (UAEA) göre, patlama nedeniyle Hiroşima'ya atılan atom bombasının 400 katı radyoaktif madde atmosfere karıştı.



PRİPYAT HAYALET ŞEHRE DÖNDÜ;

Sovyet yetkilileri, olayı gizlemeye çalışırken, santralde çalışan işçilerle ailelerinin yaşadığı Pripyat şehrinin tahliyesi için gizli hazırlık yaptı. Ancak tahliyeye ertesi gün öğleden sonra başlanabildi.

Üç saat içinde Pripyat hayalet şehre dönerken, helikopterlerle patlayan reaktörün üstüne binlerce ton kimyasal atıldı.

Patlamadan çıkan zehirli bulut, başta Ukrayna ve Belarus olmak üzere Rusya ve Avrupa’nın bir kısmını etkiledi. Zehirli bulutlar, 10 gün sonra da ABD, Kanada ve hatta Japonya’ya bile ulaştı.



4 BİN KİŞİNİN ÖLDÜĞÜ TAHMİN EDİLİYOR;

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, felaketin meydana geldiği 30 kilometrelik bölgede yaşayan, çalışan, güvenlik hizmetleri yapan, tasfiye ve temizleme işlemlerine katılan 600 bin kişi yüksek oranda radyasyona maruz kaldı. Belarus, Ukrayna ve Rusya'da da yaklaşık 8 milyondan fazla kişi radyasyona maruz kaldı. Bu üç ülkede halen yaklaşık 5 milyon kişi radyasyon riski olan bölgelerde yaşamaya devam ediyor.

Patlamadan, 155 bin kilometrekare bölge etkilenirken, 52 bin kilometrekare tarım bölgesi 30 seneliğine kullanılamaz hale geldi. Yaklaşık 404 bin kişi yer değiştirmek zorunda kaldı.

Felaket sonrasında bölgedeki ülkelerde tiroit kanseri, lösemi, diğer kanser türleri, katarakt ve bebeklerde doğuştan patolojik rahatsızlık oranlarında artışlar yaşandı.

BM ajanslarından oluşan Çernobil Forum'a göre, radyasyon sebebiyle 4 bin kişinin hayatını kaybettiği öngörülüyor. Belarus Dışişleri Bakanlığına göre, facianın toplam ekonomik maliyeti 235 milyar dolar olarak tahmin ediliyor.



SANTRALİN 2065'e KADAR ORTADAN KALDIRILMASI PLANLANIYOR;

Patlamanın meydana geldiği 4'üncü reaktör binasının radyasyon yayma riski hala devam ediyor. Santralin 2065 yılına kadar devam eden çalışmalarla tamamen ortadan kaldırılması bekleniyor.

2010-2013 yıllarında ilk etapta nükleer yakıt, santrallerden depolara taşındı. 2013 yılında başlayan ikinci etap, 2022 yılına kadar devam edecek.

Bu süreçte reaktörler muhafaza altına alınacak ve kazanın meydana geldiği reaktör izole edilecek. 2022-2045 yılları arasındaki üçüncü etapta uzmanlar, izolasyon sonrası radyasyonun azalmasını gözlemleyecek. 2045-2065 yıllarındaki son etapta ise santralin sökülme işlemi ve temizlik işlemi gerçekleştirilecek.

Kazadan birkaç ay sonra Kasım 1986'da, radyasyon yaymasını önlemek için 4'üncü reaktör çelik ve beton alaşımdan bir yapıyla kapatıldı ancak yapının zamanla zarar görmesi üzerine, binanın üzeri özel çelik çadırla 2016'da tamamen kapatıldı.

Kenar uzunlukları 164 ve 257 metre olan, 110 metre yüksekliğinde ve 36 bin 200 ton ağırlığındaki özel çelik çadır, reaktör blokunun üzerini kapattı.

İnsanların Çernobil çevresindeki bölgenin sadece yüzde 60’ına 30 ila 60 yıl sonra dönebileceği tahmin ediliyor.



YAKITLARIN DEPOLANMASINDA KURU TİPE GEÇİLDİ;

Çernobil'deki kullanılmış yakıtlar ıslak tip tesiste depolanıyordu ancak kullanım ömrünün kısa olması nedeniyle ilk kez 2020'de projeyle kuru tip depolama tesisine aktarılmaya başlandı.

21 bin yakıt grubu 8 sene sürecek çalışmayla dünyanın en büyük kuru tip depolama tesisine aktarılacak.

Belçika, Kanada, Danimarka, AB, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, Rusya, İsveç, İsviçre, Ukrayna, İngiltere ve ABD tarafından finanse edilen proje 400 milyon avroya mal olacak.

]]>
Sun, 01 Aug 2021 14:53:57 +0300 Elifqunduz
Bodrum'da Yaşamak Aslında Ne? https://edebiyatblog.com/bodrumda-yasamak-aslinda-ne https://edebiyatblog.com/bodrumda-yasamak-aslinda-ne  Ülkede pek çok kişinin Bodrum gibi bir tatil bölgesinde yaşamak istediğini fark ettim. “Keşke ben de tatil bölgesinde yaşasam.”, “Keşke ben de kışın bile Bodrum gibi bir yerde yaşayıp istediğim zaman denize ya da havuza girsem.” , “Bodrumda yaşıyorsun ne zaman istesen tatil yapabilirsin” gibi pek çok cümle… Aslında herkesin özel hayatına göre değişebilen bir şey ancak ben yine de Bodrumda yaşamanın nasıl bir şey olduğundan bahsedeyim. 

 Öncelikle aileniz benim ailem gibi yaz turizmi sezonunda yoğun olarak çalışıyorsa tatil işi çok zor. Özellikle her mevsimi Bodrumda geçiren insanların çoğu, zaten yaz turizminden kazanç sağlıyordur. Yazın kışa göre daha çok çalışan ve kışın tatil yapan insanlardan bahsediyorum. Mesela yaz tatili yapmak yerine yazın daha çok çalışan turizmciler… Genellikle herkesin deli gibi denize girip eğlendiği zamanlarda çalışıyorlardır. 

 Ben, çoğu tatilcilerin bilmediği bir kasabada yaşıyorum. Son zamanlarda burada bile adım atacak yer kalmadı. Kışın kimsenin olmadığı sokaklarda insandan nefes alınmıyor. Tabii burası yaz turizmi bölgesi, böyle yoğunluk olması normal. Ancak gelin yazın yoğunluğunun getirdiği dertleri bir de bize sorun! 

 Bir dert daha, ev internetleri çalışmıyor. Zaten küçük bir kasaba hatta köy bile denebilir. Yaz turizmi köyü olarak düşünebilirsiniz. Küçük bir yer olduğu için altyapı gerçekten iğrenç durumda. Yazlığı olanlar gelip internetlerini kullanmaya başladıkları gibi çoğu ev interneti kasıyor ya da hiç çalışmıyor. Bunun nedeninin yoğunluk olduğu bariz çünkü kışın kesinlikle böyle sorunlar yaşamıyoruz. 

 Özellikle son zamanlarda başımızın en büyük belası ise virüs. İnsanlar son zamanlarda yazlık bölgelerde maske takmamayı alışkanlık haline getirdiler. Aslında bir noktada haklılar çünkü gerçekten çok sıcak. Ancak yine de insanların tatile gelmiş olmalarından dolayı maske takmama inatları yüzünden bulunduğumuz bölgelerdeki vaka ve virüs yoğunluğu artışı bizi tedirgin ediyor. Hatta tedirgin etmekle kalmıyor, virüse yakalanmamıza neden oluyor. 

 Benim gibi yazlıkların bulunduğu bir sitede yaşıyorsanız ise hayat gerçekten çok daha zor. Bazı evlerin sahipleri özellikle pandemi döneminde tatile gelmeyi reddediyor ve evlerini kiraya veriyor. Böylece site kiracılar ile doluyor. Genellikle böyle durumlarda kiracılar, ev sahiplerine tek aile olarak geleceklerini söyleyip daha kalabalık geliyor. Ayrıca “Parasını verdim istediğim gibi ses yapabilirim.” havalarına girip sitede yaşayan diğer insanları yani bizleri hayattan bezdiriyorlar. 

 Geceler ise oldukça uykusuz geçiyor. Her gece olmasa bile çoğu gece bütün kasaba uyumak yerine müzik dinlemek zorunda kalıyor. Gerek oteller gerek kulüpler bütün gece yüksek sesle müzik ile başımızı şişiriyor. Bu çok sinir bozucu bir hal alabiliyor. 

 Tatil yerlerinde yaşamayan insanlara göre tatil yerlerinde yaşamak muhteşem bir şey. Ancak kışın muhteşem olsa bile yazın bizi hayattan bezdiriyorlar. Bu kadar isyan ettiğime bakmayın Bodrum harika bir yer. İnsanların düşünceleri sürekli değişebilir. Ben küçükken, buraya ilk taşındığım zamanlarda, yazın bile hiçbir kusur görmüyordum burada. Şimdi 14 yaşındayım ve şuan pek çok dezavantaj sayabilirim. Belki ilerleyen zamanlarda şuan söylediğim şeylere katılmayacağım. İnsan büyüdükçe fikirleri de değişiyor. 

 Bütün dezavantajlarına rağmen ben hala Bodrum’u çok seviyorum. Sizlerin de yaşadığınız yerleri sevebilmeniz dileğiyle... 

]]>
Fri, 23 Jul 2021 02:16:38 +0300 Elifqunduz
•Yıkılmam Asla https://edebiyatblog.com/yikilmam-asla https://edebiyatblog.com/yikilmam-asla Sokağımda tek başımayım

19 yaşındayım

Hayatın başındayım

Bu yolun sonundayım

Derdim çoktu kimsem yoktu

Sustum kalbim boştu

Yoruldum sorunlar doğdu

Tekrar tekrar ayağa kalkıp

Baştan yola koyuldum

Hep başa dönüp durdu

Anlat'cak kimsem yoktu

Şarkılarla konuştum

Onlar sırdaşım oldu

Yıkılmam asla

Güçlüyüm değilsin farkında

Kırılmam asla

Toparlarım dağılsa da

Üzülmem asla

Canım yansa daima

Hep sendin aklımda

Gözlerimin haline bir bak

Gölgemde gizli bir korkak

Yolun sonunu belki de göremem

Kurtar hadi kendini benden

Ayağa kalk düzeni yak

Müziğe dal hadi yoluna bak

Yanına al beni de yanalım

Gerekirse sabaha kadar

Aklımda başkasının benliği (benliği)

Bulamaz aramak istese bile kendini (kendini)

Hissettim melodinin rengini (rengini)

Gelirdin görebilseydin gerçeği

Yıkılmam asla

Güçlüyüm değilsin farkında

Kırılmam asla

Toparlarım dağılsa da

Üzülmem asla

Canım yansa daima

Hep sendin aklımda

Yıkılmam asla

Güçlüyüm değilsin farkında

Kırılmam asla

Toparlarım dağılsa da

Üzülmem asla

Canım yansa daima

Ki hep sendin aklımda"

* * * * * 

 Biz bugün ve sonsuza dek hep yalnız olacağız. Yanımızda sandığımız herkes her an gidebilir. Umarım etrafınızdaki kişiler sizi bir anda bırakıp gitmeyecek kişilerdir. Derdimizi anlatacak kimsemiz yok, susmak zorundayız. Başımızda o kadar çok sorun var ki sürekli yorgunuz, her saniye daha da yoruluyoruz. Çok düşüyoruz fakat tekrar tekrar ayağa kalkıp yolumuza baştan başlıyoruz. Hep cansız bir şeylere anlam yükleyip onları arkadaş, sırdaş belliyoruz. Kimse gücümüzün farkında değil. 

 Yıkılmam, kırılmam, üzülmem demeyin. Yıkılınca gücünüzü kullanıp kalkın ayağa. Kırılınca dağılan her parçayı tek tek siz toplayın. Üzüldüğünüz her an gülümsemeyi düşleyin, gülümseyin ve gülümsemek size güç versin. 

 Dostlarım, belki yalnızsınız. Yanınızda kimse yok. Dediğim gibi ben her zaman buradayım, bir mesaj uzağınızda. Yalnız olduğunuzu düşünmeyin. Kendinizle başbaşa olduğunuzu düşünün. Sizi dinleyecek bir ruhunuz olduğunu düşünün. Gerçek ilacın ruhunuz olduğunu düşünün. 

 Bolca gülümseyin, gülümsemek sizin güç kaynağınız olsun. Gülümsemek bizim gizli ilacımız olsun. Her gülümseyişte aklınıza ben geleyim ve "Gülümsemek bizim gizli ilacımızdı." deyin. Daima yanınızda olduğumu bir kez daha hatırlatmak isterim. 

 Aynanın karşısına geçip gülümseyin, tanımadığım ve tanıdığım tüm dostlarım. Siz kendinizi çok sevin, ben de sizi çok seviyorum. Kendinize iyi bakın, gülümsemeyi unutmayın...

]]>
Sun, 18 Jul 2021 18:24:17 +0300 Elifqunduz
•Dünya Tek Biz İkimiz https://edebiyatblog.com/dunya-tek-biz-ikimiz https://edebiyatblog.com/dunya-tek-biz-ikimiz "Hayat hiç korkutmaz yanımda sen varsan
Ağlasam duyar beni korur kollarsın
Bazen bir omuz oluruz, bazen biz omuz omuza
Birlikte güler geçeriz yaşanan ne varsa
Yumuşacık sarılır beni sarmalar
Sanki bir melek ve iki kanadı var
Gün olur eğlenir ve de saçmalar
Bazen iki deli ve de bol macera
Arada sırada sıkılırız
Boyayıp dünyayı renklerine ayırırız
Gökyüzünün yenilenişine alışırız
Hayata aşığız
Dünya tek biz ikimiz başarırız

İki kalp atışı iki kahkaha
Seninle hayat koca bir şaka
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz

Sen sırdaşım sen her yaşım
Sen en iyi arkadaşım
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz

Şarkımız rengarenk dinleriz hep son ses
Söyleriz birlikte dans ederiz çoğu kez
Bazı günler çok sert birlikteysek yok dert
Sıkılırsan koş gel hayat mı zor boşver
(İki kalp atışı)
Bi' sen varsın yani iyi ki varsın
(İki kahkaha)
Düşersem olsun gelir kaldırırsın
(İki kalp atışı)
Sırdaşım en iyi arkadaşım
Sen varsan en güzel her yaşım
Kimi gün yenilenip deli gibi sevinir ikimiz
Kimi gün dağılır evimiz birlikte güleriz
Kimi gün güzeliz kimi gün dikeniz
Daha da güzel olan ise yine hayallerimiz

İki kalp atışı iki kahkaha
Seninle hayat koca bir şaka
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz

Sen sırdaşım sen her yaşım
Sen en iyi arkadaşım
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz

İki kalp atışı iki kahkaha
Seninle hayat koca bir şaka
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz

Sen sırdaşım sen her yaşım
Sen en iyi arkadaşım
En zor günde güler geçeriz
Dünya tek biz ikimiz"

* * * * *

 Bir insanın sırrımızı ölene dek tutacağından emin olabilir miyiz? Hayır. Asla bir insanın ölene dek bizim sırdaşlığımızı yapacağından emin olamayız. Bu yüzden de bir insanın en büyük sırdaşı kendisidir. Bir insanın en iyi dostu kendi ruhudur. Bir insanı en iyi anlayacak olan kendisidir. Bu yüzden ruhumuzu korumalıyız. İnsanların zehrinden saklamalıyız ruhumuzu. 

 Her insan en zor günde yanında olacak birine ihtiyaç duyar. Ama hayatın en acı gerçeklerinden biri de en zor günde yalnız olabileceğimizdir. Yalnız olma olayı kesinlik değil fakat büyük bir ihtimaldir. 

 Hayata beraber aşık olacağımız bir dosta ihtiyacımız var, farkındayım. Yenilenip deli gibi sevineceğiniz, her zorluğa karşı gülebileceğiniz, her anda yan yana olabileceğiniz ve en güzel hayalleri birlikte kuracağınız bir dostunuz olması dileğiyle… 

 Evet tanımadığım dostlarım. Eminim ki bu yazıyı okuyan çoğu kişi çoktan aynanın karşısına geçip gülümsedi ve gülümsemenin kendisine ne kadar yakıştığını gördü. Yapmayanlar varsa eğer, eminim ki onlar da aynanın karşısına doğru adımlıyor. Unutmayın dostlarım, gülümsemek bizim gizli ilacımız. Her gülümseyişte birbirimizi anımsayacak ve "Gülümsemek bizim gizli ilacımızdı." diyeceğiz. 

 Biliyorum, sizler artık kendinizi seviyorsunuz. Bende sizi çok seviyorum. Kendinize iyi bakın ve gülümsemeyi unutmayın.

]]>
Sun, 18 Jul 2021 18:24:12 +0300 Elifqunduz
•Başa Sar https://edebiyatblog.com/basa-sar https://edebiyatblog.com/basa-sar Başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

Başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

Çok zor, bi' de bana sor
Başladığı gibi bak yaklaşıyo' son
Rüyalarını bi' kenara koy
Uyandığında çünkü hiç dönüşü yok

Kapıldım olur olmaz düşüncelere
Belki zaman zaman bahanelere
Teker teker, çareler tükendi birer birer
Durdum dedim, "Daha nereye?"

Ama başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

Başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

Dönüp bakmam inan artık geriye
Ama sanki silinmez kazınır deriye
Bu yaşadıklarımın izi tenimde gelir benimle

Kapıldım olur olmaz düşüncelere
Belki zaman zaman bahanelere
Teker teker, çareler tükendi birer birer
Durdum dedim, "Daha nereye?"

Ama başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

Başa sar çünkü
Elimdekiler kalmadı düştü
Bir anda tersine döndü
Gerçeği gördüm, hayalime küstüm

* * * * *

Elimizde hiçbir şey kalmadığında, gerçeği görüp gerçeğe uymayan hayallerimize küstüğümüzde ve her şeyin tersine dönüşüne şahit olduğumuzda başa sarmak isteyeceğiz. Hayatın gerçekliğine ve acı gerçeklerine şahit olduğumuzda her şeyin baştan başlamasını isteyeceğiz.

 Son, belki çok yakın belki çok uzak. Ama başladığı gibi yaklaşıyor, bir anda geliyor. Artık rüyalarımızı bir kenara atma zamanı geldi. Çünkü uyandığımızda hiçbir şeyin dönüşü olmayacak. Pişman olmamak için rüyalardan uyanmalıyız, dostlarım. Evet, arkamıza bakmayacağız. Acılar daima bizimle olacak, peşimizden gelecek. En kötüsü ise ne olursa olsun acılar silinmeyecek. 

 Bahaneler bizi kurtarmaz, dostlarım. Bahanelere güvenemeyiz. Bizi yarı yolda bırakırlar. Çareler ise bir gün tamamen bitecek. Yeni çareler üretme zamanı çoktan geldi. 

 Evet, dostlarım. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi eminim ki çoktan aynanın karşısına geçip gülümsedi ve gülümsemenin kendisine ne kadar yakıştığını gördü. Eğer yapmayanlar varsa onlar da eminim ki şu an aynanın karşısına doğru adımlıyor. Gülümsemek bizim ilacımız olsun, dostlarım. Aynanın karşısına geçip gülümsediğiniz her an "Gülümsemek bizim gizli ilacımızdı." diyebilin. Gülümsemek bizim en gizli sığınağımız olsun. Dertleşmek isterseniz, ben buradayım.

 Biliyorum, siz artık kendinizi seviyorsunuz. Ben de sizi çok seviyorum. Kendinize iyi bakın ve gülümsemeyi unutmayın.

]]>
Sun, 18 Jul 2021 18:24:06 +0300 Elifqunduz
•Rengarenk Acılar https://edebiyatblog.com/rengarenk-acilar https://edebiyatblog.com/rengarenk-acilar "Biliyorum herkes tektir
Hayat gibi bazen o rengareng-i ayaz
Önce yağmur sonra güneş
Sonra bize de gökkuşakları

Saydım ben
Kaç günün o batımı bana yara gelir
Ay gibi geceye ben sana deli
Herşeyi silemedim

Üstü tek renkten bi' gökkuşağı gibi
Bi' anda gülmemiş
Biraz benim gibi
Dışarda tüm bütün evren
Gerekse biraz direnmen
İçinde gökyüzü var bense yarından beter

Sen bırak tutunmayı
Dünya bizi sarmalar
Deyim yerinde, en içinde
Rengarenk acılar

Sen bırak tutunmayı
Dünya bizi sarmalar
Deyim yerinde, en içinde
Rengarenk acılar

Biliyorum herkes tektir
Hayat gibi bazen o rengareng-i ayaz
Önce yağmur sonra güneş
Sonra bize de gökkuşakları

Saydım ben
Kaç günün o batımı bana yara gelir
Ay gibi geceye ben sana deli
Herşeyi silemedim

Üstü tek renkten bi' gökkuşağı gibi
Bi' anda gülmemiş
Biraz benim gibi
Dışarda tüm bütün evren
Gerekse biraz direnmen
İçinde gökyüzü var bense yarından beter

Sen bırak tutunmayı
Dünya bizi sarmalar
Deyim yerinde, en içinde
Rengarenk acılar

Sen bırak tutunmayı
Dünya bizi sarmalar
Deyim yerinde, en içinde
Rengarenk acılar "

* * * * *

 Tutunmayı bırakın, dostlarım. Artık dünya sizin için bir şeyler yapsın ve sizi sarmalasın. Yorulduğunuz her an sırtınızı dünyaya yaslayın. Bir gökkuşağı düşünün şarkıda dediği gibi. Üstü tek renk, içi rengârenk... Bu bizim içimiz, dostlarım. Üstünden bakıldığında tek renk görünen ruhlarımız var. Yaralarımızı sarmaya ihtiyacımız var. Bir anda gülemeyeceğiz. Direnmemiz gerekecek. İçimizde bir gökkuşağı, bir gökyüzü var. Dışarıda ise koca bir evren...Bu yüzden direnmeliyiz. Ve her şey adım adım... Önce yağmur, sonra güneş, sonra gökkuşağı... Her adım atılmalı, atılmadığı takdirde sonuç beklenildiği gibi olmaz. 

 Bugün, bu yazıyı okuduğumuz ilk andan başlayarak beraber adımlar atacağız dostlarım. İçimizde bulunan ve bizi kıran, gece gibi karanlık acıları renklerine kavuşturacağız. Elimize bir fırça alıp o siyah acıları renk renk boyayacağız. Bu kadar üzüntü yeter. Artık gülümseme zamanı... 

 Kimse bizim için acılarımızı renklendirmeyecek. Biz yapacağız. Kimse bizim için eline o fırçayı almayacak. Biz alacağız. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, kimse bizim elimizden tutmayacak. Biz bir duvara tutunacağız. Biz buyuz dostlarım. Acılarıyla savaşmaya çalışan bir grubuz. Ve artık o acıların gözümüzün önünü karartmasını izlemeyeceğiz. Artık o acıların gözümüzün önünde bir gökkuşağına dönüşmesini izleyeceğiz. 

 Ve siz dostlarım… Benimle beraber, acılarınızı renklendirmeye var mısınız? Sizce de artık mutlu olma zamanı gelmedi mi? Kimse bizim elimizi tutmuyor, birbirimizin elini tutabilir miyiz? Gecenin alacakaranlığını gökkuşağına dönüştürebilecek miyiz? Son olarak ise, bu yolda beraber miyiz? 

 Aynaya bakıp gülümseme zamanımız geldi, geçiyor. Bu yazıyı okuyan pek çok kişi çoktan aynanın karşısına geçip gülümsedi ve gülümsemenin kendilerine ne kadar yakıştığını gördü. Yapmayan varsa, eminim onlar da şu an aynanın karşısına doğru ilerliyor. 

 Sizler artık kendinizi seviyorsunuz, biliyorum. Unutmayın! Ben de sizi çok seviyorum. Kendinize iyi bakın dostlarım. Bu yazıda son defa, beraber miyiz ?

]]>
Thu, 15 Jul 2021 16:57:35 +0300 Elifqunduz
2749'a giden adam https://edebiyatblog.com/2749a-giden-adam https://edebiyatblog.com/2749a-giden-adam  Al Bielek, 1927 yılında doğmuş bir insan. Onu ilginç yapan şey ise zaman yolculuğu yaptığını iddia etmesi.

 The Montauk Deneyleri sırasında alıkonulan ve psikolojik savaş tekniklerinden zaman yolculuğuna kadar pek çok deneyde kullanılan Bielek, ünlü Philadelphia Deneyi'nde de yer aldığını söylüyor.

 Bielek, deneyde kullanılan gemi olan 1240 tonluk USS Eldridge gemisinden atladıktan sonra başından ilginç şeyler geçtiğini, kardeşiyle birlikte zamanda yolculuk yaptığını belirtiyor.

Gelelim gelecekle ilgili söylediklerine;

 Kardeşiyle birlikte, gelecekteki bir hastanede, 6 hafta boyunca radyasyon nedenli yaralanmalardan yattığını söylüyor Bielek ilk olarak.

 Geleceğin tıp sisteminin titreşim ve ışık tabanlı tedaviler üzerine yoğunlaştığını, televizyon programlarının tamamının eğitici veya haber niteliği taşıdığını da söylüyor.

 Bunlar dışında 2025 yılından itibaren Dünya'nın coğrafi yapısında pek çok değişiklikler gerçekleştiğini de ekliyor. Bu bilgiyi o programlardan öğrendiğini, ABD ve Avrupa kıtalarının kıyılarının ve iç kesimlerinin günümüzden çok farklılaştığını belirtiyor.

 O tarihlerde ABD ve Kanada hükümetlerinin tamamen çöktüğünü de iddia ediyor.

 Bölgesel askeri kuralların olduğunu, merkezi bir devlet anlayışının kalmadığını da söylüyor. Bir diğer iddiası ise dünya nüfusunun 300 milyona düştüğü. ABD nüfusu ise 50 milyon imiş o tarihlerde.

 Gezegenin manyetik kutuplarının değiştiğini de belirtiyor. Zaman içerisinde bunu geri almak amacıyla yapay kutup bölgeleri oluşturulmuş ve değişim geri çevirilmiş.

Çarpıcı iddialarından bazıları ise günümüzü kapsıyor;

 2003-2005 yılları arasında bazı problemlerin baş gösterdiğini, yeni dünya düzeninin dünyayı kontrol altına almaya başladığını, fakat bu durumun yavaş yavaş gelişen bir savaş nedeniyle yerle bir olduğunu belirtiyor. Savaşın bir tarafının Ruslar ile Çinliler olduğunu, diğer tarafının ise ABD ile Avrupa olduğunu ekliyor.

 Savaş sonucunda bazı ABD şehirlerinin yerle bir olduğunu, yeni dünya düzeninin tamamen çöktüğünü de söylemiş kendisi. Bu iddiaları 2000'li yıllardan önce yaptığını belirtelim kendisinin.

 Devletin o dönemlerde 3. Dünya Savaşı'ndan kalma radyasyon hasarını ve nükleer atıkları birkaç gün içerisinde tamamen temizleyecek teknolojiye sahip olduğunu da ekliyor.

 Şehirlerin yapısının da değiştiğini belirtiyor kendisi. Bazı şehirler hala yerdeyken, artık uçan şehirler de bulunuyormuş. Bu uçan şehirler, dünyanın herhangi bir noktasına taşınabiliyormuş.

 Yüzen bir kristal yapı bulunduğunu, bütün işlemleri bu sistemin yürüttüğünü de söylüyor. Dünya genelinde herhangi bir devletin kalmadığını da ekliyor.

 Ayrıca toplum yapısı tamamen sosyalist hale dönmüş ve tüm insanların temel yaşam ihtiyaçları karşılanıyormuş.

 Bielek, tüm bu 2 yıllık seyahatinden sonra kardeşiyle birlikte günümüze geri döndürülmüş.

 Dediklerine inanmak elbette güç, ancak komplo teorisyenlerinin iştahını açtığı da bir gerçek. 

]]>
Sun, 11 Jul 2021 17:52:25 +0300 Elifqunduz
Philadelphia Deneyi https://edebiyatblog.com/philadelphia-deneyi https://edebiyatblog.com/philadelphia-deneyi  Bugün normalde hiç yazmadığım bir konu üzerinde yazacağım: Philadelphia Deneyi.

Oldukça esrarengiz bir deney olan ve bazı kısımları korkutucu dereceye gelebilen Philadelphia Deneyi oldukça fazla adını duyduğumuz bilim insanlarının içinde bulunduğu iddia edilen bir deney. 

 Philadelphia Deneyi, 28 Ekim 1943 tarihinde Amerikan donanmasının Pensilvanya eyaletine bağlı Philadelphia şehri limanında yaptığı iddia edilen deneydir. İddiaya göre donanmaya ait bir koruma destroyeri olan DE 173 sınıfı 1240 tonluk USS Eldridge birkaç dakika içerisinde 600 km'den fazla bir uzaklığa gidip tekrar gelmiştir. Deneyin varlığı konusunda hiçbir delil bulunmamaktadır. Amerikan donanması da böyle bir deneyin kayıtlarda var olmadığını belirtmiştir. Al Bielek hariç deneye katıldığı iddia edilen tüm askerler bunu yalanlamış, hikâyenin bir aldatmaca olduğunu söylemişlerdir. Bielek'in hikâyesi de daha sonra yalanlanmıştır.

 Gökkuşağı Projesi (Rainbow Project) adıyla da bilinen bu deney, 1984 yılında beyaz perdeye aktarılana kadar ciddiye alınmamıştı. Ancak o tarihten bu güne kadar resmî makamlarca defalarca yalanlanmasına rağmen en çok merak edilen konulardan biri olmuştur.

 Deneyin İddia Edilen Hikâyesi;

 Deneyin yapılmış olma ihtimalinden ilk söz eden kişi Morris K. Jessup'dur. Jessup amatör bir gök bilimciydi ve UFO'lar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyordu. Deney ile olan ilgisi ise 1955 yılında eline geçen bir mektupla başlar. Mektup, Carlos Miguel Allende adında birinden geliyordu ve deneyden detaylı olarak bahsediyordu. İddiasına göre Allende, deneye gözlem gemisi olarak katılan SS Andrew Furuseth adlı şilepte görevli bir denizciydi. Deneye baştan sona şahit olmuştu.

Deneyin Hazırlık Aşaması;

 Deneyin temelinde Einstein'ın Birleşik Alan Teorisi vardı. Teori basitçe, nesneler arası çekim esası ve elektromanyetizma üzerine kurulmuştur. Einstein, 1920'lerden itibaren bu teorisi üzerine yoğunlaşmış, 1925-1927 yılları arasında Almanya'da bir fizik dergisinde yaptığı çalışmaları yayımlamış, ancak bu çalışmalarını hiçbir zaman tamamlayamamıştır.

İddiaya göre deneyin çalışmaları 1930 yılında Chicago Üniversitesinde başlamış, bir yıl sonra da Princeton Üniversitesinde devam ettirilmişti. Hatta Albert Einstein Dr. John von Neumann ve Dr. Nikola Tesla'nın da zaman zaman proje dâhilinde çalıştıkları iddia edilmiştir.

Birleşik Alan Teorisi'nin deneye uygulanışı ise "çok güçlü bir elektromanyetik alan oluşturup gemi üzerine gelen ışığı (ve radar sinyallerini) kırarak ya da bükerek optik görünmezlik sağlamak" şeklinde düşünülmüştü. Bu doğrultuda 75 VA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi (her biri iki megavat CW gücündeydi ve onlar da güverteye monte edilmişti). 3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp, iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel eşleme ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman, oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı. 

 Amaç görünmezlikti fakat iddiaya göre donanma bu deneyde tesadüfen de olsa maddenin ışınlanmasını gerçekleştirdi.

Deneyin Gerçekleştirilişi;

 Allende, deneyin 22 Temmuz 1943'te sabah 09.00'da jeneratörlere güç verilerek başlatıldığını söylüyordu. Bu aşamadan sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başlamış ve USS Eldridge ortadan kaybolmuştu. Devamını şöyle anlatıyordu Allende:

"Bir an sadece geminin çapasını görebildim, sonra o da kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı. Gemi ve mürettebatı hem radarda hem de gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiçbir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu? Sis azalırken, bir şeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk. Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük, diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiçbirinin bilinci yerinde değildi. Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerini hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi. Gemi istenen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı. Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı. Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgi de yok oldu. Şimdi gemi tamamen yok olmuştu. Birkaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı. Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmedi. Bu olayın en korkunç bölümü ise beş denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı. Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski hâline dönemedi. Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu. Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hâle geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "Donma" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donduktan sonra kurtarılabildi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup, çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi?"

 Bu hikâyeye göre USS Eldridge, 28 Ekim sabahı Philedalphia limanından 640 km ötedeki (375 mil) Norfolk askerî deniz üssüne gidip tekrar gelmiş ve bu olay birkaç dakika içerisinde olmuştu. Jessup bu inanılması güç hikâyeye temkinli yaklaştı. Allende'ye gönderdiği cevapta daha fazla ayrıntı ve varsa olayın gerçekliğiyle ilgili kanıtlar istedi. Allende'nin cevabı ise aylar sonra geldi fakat bu sefer gelen mektupta Carl M. Allen imzası vardı. Allen kanıtı olmadığını yazıyordu ancak hipnoz seansına katılabileceğini ya da pentotal (bilinci uyuşturarak iradeyi kıran doğruyu söyleten bir ilaç) alarak gördüklerini anlatabileceğini savunuyordu. Jessup bu mektuptan sonra yazışmamaya karar verdi.

Morris Jessup'un İntiharı;

 1957 ilkbaharında Jessup, Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu'ndan bir davet aldı. Büroya ulaştığında kendisine yine kendisinin yazdığı (ve çoğunlukla ününü borçlu olduğu) The Case for the UFO isimli kitap gösterildi. Bu kitap bir yıl kadar önce büroya postalanmıştı. Kitabın dikkat çekici yanı ise sayfalarda alınmış olan notlardı. Notlarda üç farklı yazıyla yazılmıştı ve binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu. Sonunda ise güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup nasıl ortaya çıkarılabileceğinden ve 1943'te yapılan deneyden söz ediliyordu. Jessup yazılardan birinin Allen'a ait olduğunu fark edip durumu bildirdi. Sonrasında diğer yazıların da aynı kişiye ait olduğu, farklı renk ve özelliklerdeki kalemlerle yazıldığı anlaşıldı.

 Bu olaydan sonra Deniz Kuvvetleri Jessup ile yeniden bağlantı kurup Allende'nin mektuplarında belirttiği adresin terk edilmiş bir çiftlik evine ait olduğunu, ayrıca Jessup'un kitabının üzerindeki notlarla ve Allende'nin mektuplarıyla birlikte yeniden düzenlenerek Deniz Kuvvetleri bünyesinde dağıtılacağını bildirdi. Rakam tam olarak bilinmemekle beraber bu şekilde 100 kadar kopyanın Deniz Kuvvetlerinde dağıtıldığı sanılmaktadır. Bu baskıdan üç kopya da Jessup'a gönderilmiştir.

 Bu olaydan iki yıl kadar sonra, 20 Nisan 1959'da Morris Jessup, Miami'de Hammock Parkı'nda, kendi aracı içerisinde ölü bulundu. Polis raporlarına göre egzoz gazıyla intihar etmişti. Carlos Allende ise bir daha ortaya çıkmadı ve olay bu şekilde kapandı.

Alfred Bielek'in İfadesi;

 Bugün bilinen, hikâyenin çoğunun 1984 yapımı Stewart Rafill'in yönettiği "Philadelphia Experiment" (Philadelphia Deneyi) isimli filmden uyarlandığıdır. 1990'larda Eldridge gemisinin mürettebatından Alfred Bielek deneyin içinde yer aldığını ifade etmiş, bu ifade internet aracılığıyla yayılmıştır. Ancak 2003 yılında Bielek'in hikâyesi küçük bir araştırmacı grup tarafından yalanlanmış, deney sırasında geminin yakınında bir yerde olmadığı gösterilmiştir.

Hikâyedeki Tutarsızlıklar;

 USS Eldridge gemisi 27 Ağustos 1943'e kadar hizmete girmedi, Eylül ayına kadar da New York limanından ayrılmadı. 1943'ün Ekim ayında gemi Bahamalar'a doğru ilk deneme seferine çıkmıştı. Eldridge gemisinde görev yapanların da üyesi olduğu bir savaş gazileri birliği, Nisan 1999'da yayımladığı bildiride geminin asla Philadelphia limanına uğramadığını belirtmiştir.

Alternatif Açıklamalar;

 Araştırmacı Jacques Vallee, USS Eldridge yanında demirli bulunan USS Engstrom gemisinde amacı gemileri manyetik algılayıcılı mayınlara karşı görünmez yapmak olan ve benzer şekilde elektromıknatıslarla yapılan bir deneyi tanımlamıştır. Gemi elektromıknatıslarla degauss edilerek manyetik görünmezliğe ulaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu deneyin internette gezen hikâyeyle hiçbir alakası olmadığını söylemektedir.

Kaynakça;

^ "Resmi ABD Donanması Tarihi". 20 Şubat 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2006.

^ "Arşivlenmiş kopya". 9 Ekim 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2006.

^ "USS Eldridge'in 1943 yılı seyir defteri mikrofilmlerini de içeren 2. Dünya Savaşı tam raporu, item # NRS-1978-26, ABD Donanma Tarih Merkezi, Washington Navy Yard, DC 20374-5060.". 22 Haziran 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Mayıs 2007.

Berlitz, Charles (1977) Without A Trace. (Türkçe çevirisi: Gönül Suveren, İz Bırakmadan, Eylül 1977, 317 s., Altın Kitaplar)

]]>
Sat, 10 Jul 2021 18:06:31 +0300 Elifqunduz
Anılar https://edebiyatblog.com/anilar https://edebiyatblog.com/anilar  İnsanın hem güzel hem kötü anıları olur. Bazen en güzel anıların olduğu yerlerde kötü bir olay yaşarsınız ve bütün güzel anıları çöpe atıp o yerleri gözünüzde kötü, acı verici yerler olarak canlandırırsınız. 

   Aslında doğru olan yaşadığınız acı verici olayları bir kenara bırakıp, güzel anılarınızı yaşadığınız yerleri benimsemektir. Çünkü her ne kadar acı verici şeyler yaşanmış olsada o acıları unutup mutlu hissettiren şeyleri düşünmek gerek. Gülümseten hatıraların yaşandığı yerler daima huzur ve güven verir. 

   Daha önce bir blogumda söylediğim gibi acı verici olaylar unutulur. Ancak mutlu hissetmenizi sağlayan olaylar aklınıza kazınır. Bunun için biraz acı verse bile size güzel hatıralar canlandıran yerleri, mekanları sevin. 

   İnsan her zaman doğru olanı yapmaz. Bazen yanlışlar insana doğru gibi gelir. Bir acıyı unutmak için o acının yaşandığı yeri, her ne kadar orada güzel hatıralar olsa bile, silmek gerektiğini düşünür insanlar. Fakat asıl yapmanız gereken acıyı yaşadığınız yeri eskisinden bile daha çok sevmektir. 

  Söylediğim gibi, yaşadığımız acılar, üzüntüler bize tecrübe katar. Bu yüzden acıyı silmek değil zamanla unutmak gerekir. Çünkü unutulan acı içimizde bir yerlerde yaşar. Ama silinen acı yok olur. Yok olursa bize yardımcı olamaz. 

  Son olarak tanımadığım dostum, önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Acılarına rağmen gülümse. Çünkü acıların yanında insanın ruhunu iyileştiren güzel hatıralar da var. Üzülme... Ağlama... Sadece gülümse ve dik dur. 

 Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak.

]]>
Tue, 06 Jul 2021 13:28:42 +0300 Elifqunduz
Acı https://edebiyatblog.com/aci https://edebiyatblog.com/aci   Acı… Herkesin farklı bir acısı var. Çok kolay ve düz bir kelime: "acı". Kiminin rengarenk, kiminin kapkara. Kimse kimsenin acısını anlayamaz. Kimine az yara veren; kimine, onu paramparça edecek kadar çok yara verir. 

  Acıları rengarenk olan birinin; bir gün saçma veya değil, herhangi bir nedenle siyaha dönüşmesi ise… Bu duyguyu kelimeler tam anlatamaz, hiçbir beyin, akıl bu duyguyu tam olarak algılayamaz. Sadece hisseden bilir. Rengarenk bir acıdan tecrübe kazanırken, bir anda acısı siyaha dönüşüverir. İnsan elinde olmadan afallar. Üzülür ama üzüntüsünü kelimeler anlatamaz. Yıkılır… Acısını renkli görmeye alışmış birinin gözünün önündeki renklerin bir anda yok olması, ister istemez afallamasına sebep olur.

Beyza Alkoç ; "Artık o acıların hiçbiri rengarenk değil, bugün hepsi siyaha boyandı" diyor. 'Rengarenk Acılar'... Çok büyük acı çeken insanlara saçma gelen iki kelime… Her acı bir gün siyaha boyanır mı? Bilmiyorum. Her acı bir gün mutlaka rengarenk görünür mü? Bilmiyorum. Bildiğim şey, bir gün mutlaka yürüdüğümüz yolda taşlara basacağız ve canımız yanacak; ama hiçbir yol tamamen taşlı olmadığı gibi, yürüdüğümüz yolda da pürüzsüz bir kısımla karşılaşacağız. 

  'Acı' kelimesini anlatmak için kullanılabilecek kelimeler yetersiz kalıyor. Çünkü 'acı' bir tane değil. Çeşit çeşit 'acı' var. Rengarenk bir acı tatmak daha zordur. Çünkü, o acı siyaha boyandığında; kişi uzun bir süre karanlığa alışamayacak, afallayacak, zorlanacak ve daha fazla yorulacaktır. Ancak acıyı başından siyah tanıyanlar, acısı arttığında sadece biraz daha yorulacaktır. Ama alışmakta zorluk çekmeyecektir. 

  Hiçbir acı tamamiyle renkli değildir. Bize görünen kısmı renkli olabilir ama göremediğimiz kısım bizi karanlığa düşürür. Hiçbir acı tamamiyle siyah mıdır? Bilmiyorum. Aslında bu konu hakkında pek bir açıklama bulamıyorum. Dediğim gibi kelimelerim 'acı' kelimesini açıklamaya yetmiyor. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Acılarını sev. Ama daha fazla acı yüklenme. Renkli ya da siyah, farketmez. Acı asla tamamen tarif edilemez. Acıyı yaşayan acının ne demek olduğunu bilir ama acıyı yaşayan biri bile onu açıklayamaz. Sen her şeye rağmen yüklendiğin acılarını sev.

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak ve gülümsemeyi unutma…

]]>
Tue, 06 Jul 2021 13:28:37 +0300 Elifqunduz
Kapat Gözlerini https://edebiyatblog.com/kapat-gozlerini https://edebiyatblog.com/kapat-gozlerini Sus.

Sık yumruklarını.

Kapat gözlerini.

Orada her şey çok güzel.

Açma her şey çok kötü,

Hayal dünyanda her şey güzeldi kız çocuğu,

Burası gözlerini açtığın nokta.

Dikkat et çok kırarlar seni,

Kırmasınlar.

Şşşh ağlama.

Ağlasan geçecek mi?

Sevme.

Sevsen karşılık alacak mısın?

Bakma. 

Bakarken iç çekme.

Çektiğin nefesi bırakır içinde,

Sevmez seni.

Kırar,

Parçalar,

Üzer.

Kapat gözlerini,

Orada her şey çok güzel.

]]>
Mon, 05 Jul 2021 17:11:18 +0300 Elifqunduz
Yol https://edebiyatblog.com/yol https://edebiyatblog.com/yol   Hayat çok zor. Her insan kendi yolunda yürüyor. Kiminin yolu kısacık bir yolken kiminin ki yürürken uzunca zamanını alıyor. Daha önce söylediğim gibi, ömür adında bir yolculuğun içerisindeyiz. Bir yolda yürüyoruz. Bu yol pürüzsüz değil, mutlaka taşlara basacak ayaklarımız. Ancak tamamen taşlı değil, bir gün yolun pürüzsüz kısmına ulaşacağız. 

   Taşlara geldiğimizde düşeceğiz. Yara alacağız. Ama bir süre sonra kalkıp yürümeye devam edeceğiz. Tecrübe kazanacağız. Taşlara geldiğimizde daha dikkatli yürüyeceğiz. Belki de koşacağız. Hayat bize izin verirse koşmayı da başarırız. Ama koşmak önemli değil. Her adım sağlam olmalı. Sağlam olmazsa düşeriz ve yara alırız. 

  Doğru yolu bulmalıyız dostlarım. Yanlış bir yolda yürümemeliyiz. Zaman kaybedemeyiz. Çünkü ömrümüz kısalmış olur. Dediğim gibi çok zor biliyorum. Ama tadını çıkarın hayatın. Çünkü tadını çıkarmazsanız daha da zor gelir. Her zaman en iyisini hedeflemeyin. Her zaman yapabileceğinizin en iyisini hedefleyin. Bu çok zor olan hayatın sizi kırmasına izin vermeyin. 

   Uzun zaman oldu. Çok uzun zamandır evlere kapanmış durumdayız. Her şey daha da sıkıcı oldu. Ama sıkılmanıza izin vermeyin, lütfen. Her saniye çok değerli. Nefes aldığımız her saniye çok değerli. Belki de bazılarınızın sorunu ruhuyla, mental anlamda. Buradan yapabileceğim bir şey yok ama, lütfen kendinizi üzmeyin dostlarım. 

   Pek çok duygu var içimizde, farkındayım. Yalnızlık, çaresizlik, üzüntü, sıkıntı, yorgunluk... Daha da fazlası. Ama her şey bitecek. Üzülme ihtimalimiz var ama üzülmeden aldığımız nefesin bile değerini anlayamayız. Her insan üzülür. Bazıları minik bir üzüntüyle tecrübe kazanırken kimisi hayattan soğuyacak kadar üzülerek tecrübe kazanır. 

  Bir söz bırakacağım beyinlerinize, Beyza Alkoç Aydın '3391 Kilometre' adlı kitabında;
"Yürüdüğün yol doğru olsaydı kaybolmazdın." demiş. Kaybolmanıza izin vermeyin dostlarım. Doğru yolu bulun ve kaybolmayın. Düşün, yara alın, ayağa kalkın, yürüyün. Kendinizi harika hissettiğinizde koşun. Ama koştuğunuz yol doğru yol olsun.

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Doğru yolu bul. Kaybolarak ömrünü kısaltma. Her zaman söylediğim gibi kendini sev.

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak...

]]>
Fri, 25 Jun 2021 22:19:03 +0300 Elifqunduz
Özgürlük https://edebiyatblog.com/ozgurluk https://edebiyatblog.com/ozgurluk   Daha önce de söylediğim gibi insan özgür bir varlık. Bazı insanlar birilerinin esareti altında kalsa da her insan hürdür. Herkesin bireysel hakları var ve bu haklar her insanın hürriyetini koruma altına alıyor. 

   Ancak bu özgürlük sadece insanlar için geçerli değil. Aynı zamanda bizimle Dünya'yı paylaşan canlılar da özgürdür. Bir hayvanı zorla hapsedemeyiz ya da bir bitkiyi olduğu yerden koparak yaşamına son veremeyiz. 

  Kendimizi sevmeliyiz, insanları sevmeliyiz,canlıları sevmeliyiz. Az da olsa Dünya'yı sevmeliyiz. Özgür canlıların haklarını korumalıyız. Ancak öncelikle kendi özgürlüğümüzü korumalıyız.

   Bir insan kendine karşı gösteremediği duyguları karşısındaki insanlara ya da canlılara gösteremez. Bundan dolayı özgür olun tanımadığım dostlarım. Önce kendiniz özgür olun, sonra da diğer canlıların hürriyetini koruyun. 

  Bir insan nasıl istediği gibi sokakta dolaşma hakkına sahip olabiliyorsa, bir hayvan da sokakta dolaşabilmeli. Bir hayvan, canının derdine düşmeden yaşayabilme hakkına sahip olmalı. 

  Canlıları sevin dostlarım. Onları koruyun. Özgür olmayı öğrenin. Özgür olmak bir ihtiyaç aslında. Yaşayan, canı olan, her varlık için bir ihtiyaç. Bundan dolayı hürriyetinizi doyasıya yaşayın. 

   Son olarak tanımadığım dostum, aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Özgür ol. Kendi özgür iradenle, kendisini insanlardan koruyamayan canlıların özgürlüğünü koru. Özgür olmak bir ihtiyaç bunu sakın unutma. Anlayışlı olmalısın dostum. Dünya'ya karşı az da olsa anlayışlı olmalısın. Canlılara karşı anlayışlı olmasın...

  Artık kendini sevebildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak...

]]>
Thu, 24 Jun 2021 19:26:27 +0300 Elifqunduz
Hayat https://edebiyatblog.com/hayat https://edebiyatblog.com/hayat  Çünkü hayat; üzülmeye,ağlamaya,kahrolmaya değmeyecek kadar acımasızdı. Ama hayat bir o kadar yaşam doluydu. Ömrümüzden daha fazla nefes azalmadan önce yaşamanın, nefes almanın önemini anlamamız gerekliydi ancak insanların gözü körleşmiş, hiçbir şey göremez olmuştu. Ve insanlar sanki sağır olmuş, duyamayacak kadar acımasızlaşmıştı.

  Hayat çok acımasız ve zordu. Dünya bir cehennemdi. İçinde yaşayan canlılar anlayıştan yoksun kalmış, masum canlılar yorulmuştu artık. Kalbinin temiz olduğunu söyleyen herkesin kalbinde bir miktar kir vardı.

  Anlayışlı insanlar azalıyordu ve Dünya anlayışsız insanlarla dolduğunda canlıların sonu gelecekti. Kalpler durmayacak, nefessiz kalınmayacak, ölüm olmayacaktı. Ama 'son' gelecekti ve bu 'son' Dünya da yaşayan canlıların başına gelebilecek en kötü şeydi.

  Kalbinizde olan kir bırakın dursun, dostlarım. Ama lütfen sağır olmayın. Etrafınızdaki felaketi görün ve biraz anlayış bekleyen masumları dinleyin. Hayat çok zor ve yanınızda biri olmayınca, sizi dinleyen biri olmayınca, daha da zorlaşıyor. Bu yüzden başkalarının yapmasını istediğiniz her şeyi yapın. Çünkü son gelmeden önce az da olsa, kısa da olsa yaşamın tadını çıkarmalıyız. Ve ümidi kesmemeliyiz. 

  Çünkü Beyza Alkoç Aydın'ın da dediği gibi;
"Hayat her zaman bir yolunu bulup yeşerir". Bu yüzden hep bir umut vardır. Hep devam etmek, pes etmemek için bir neden vardır. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Unutma! Her zaman bir umut vardır. Hayat acımasız olduğu gibi bir yaşamla karşılar bizi. Ve ömür aslında bir yolculuktur. Her nefes alışımızda biraz daha ilerleriz ve bu yol ölüme gider. Nefeslerimiz tükenene kadar nasıl istiyorsak öyle yaşamalıyız. 

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak ve gülümsemeyi unutma…

]]>
Tue, 22 Jun 2021 17:33:46 +0300 Elifqunduz
Yolculuk https://edebiyatblog.com/yolculuk https://edebiyatblog.com/yolculuk   Bir insanın ömrü aslında bir yolculuktan ibarettir. Ömür yolculuğumuz doğum ile başlar ve ölüm ile son bulur. Uzun bir yolculuktur bu. Mola vermek, dinlenmek gerekir. Bu molalar yolumuzu uzatır. Kimine göre kötü kimine göre iyi birşey olan yolun uzaması düşüncesini ben kendime göre yorumlayarak her zaman olduğu gibi sizi motive etmek istiyorum. 

  Normal bir yolculukta olsak ve yolumuz uzasa hepimizin sinirleri bozulur. Ama bu yolun sonunda ölüm olursa eminim ki bir çok kişi yolun uzamasını, yaşamın devam etmesini ister. Ama bu düşünceme ters olan bir nokta var. Bazı insanlar yaşamının bitmesini ve 'hayat' adlı cehennemin son bulmasını ister. Buna da yaşamdan zevk almama denir. 

   Daha önceki bloglarımdan birinde de söylediğim gibi hayatın tadını çıkarmak için kısa bir zaman var. Aslında çok uzun olan bu süre, hayatın tadını çıkarmadan yaşayınca kısacık olabiliyor. Sona geldiğini hissedince anlıyor insan ne kadar fazla zaman kaybettiğini. Kısa zaman kalınca da hiçbir şeyin tadı çıkmadığı gibi, hayatın da tadı çıkmıyor. 

  Bundan dolayı hayatın tadını çıkararak 'ömür' adlı yolculuğumuzu uzatabileceğimizin altını çizmek isterim. Eğer yaşamın süresini uzatmak isterseniz, hayatın tadını çıkarmayı deneyebilirsiniz. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Bunu başkaları için değil kendin için yap. Yolculuğunu uzatmak istersen yazdıklarım yanında olacak. Hayatın tadını çıkar. Çünkü çok az zamanın kalmış olabilir. 

Kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum...

]]>
Tue, 15 Jun 2021 14:07:39 +0300 Elifqunduz
Son https://edebiyatblog.com/son https://edebiyatblog.com/son  Beyza Alkoç Aydın 'Karantina' adlı kitabında diyor ya 'mutlu son diye bir şey yoktu, son varsa mutluluk yoktu' diye. Aslında bir bakınca son olan yerde mutluluk olduğu bir olay yok. 

   Birinin yaşamı sona erince müzik açıp dans edilmiyor, tam tersine insanların içinde bir hüzün oluyor. Ya da biri sizin işinizse son verirse mutlu olmazsınız. Çok sevdiğiniz bir kitap bittiğinde üzülürsünüz. Çok sevdiğiniz bir dizi final yapınca içinizde yine bir hüzün oluşur.

   Ama olaya başka bir pencereden bakınca bütün bu hüzünlerin bir gün sona erdiğini görüyoruz. Unutuyoruz çünkü bu olaylar geçiyor. Üzüntümüz azalıyor. Biri öldüğünde bile bir kaç yıl sonra onu unutmuş oluyoruz. Her şey bir gün biter. Her güzel şey bir gün biter. 

   Bir bakımdan önemli olan o güzel şeyi yaşarken tadını çıkarmak. Her şey çok kısa. Hayat bile bu kadar kısayken, onun içinde yaşanan bir takım olaylar daha da kısa oluyor. Bize düşen ise bu güzel olayları mutlu bir şekilde ve gülümseyerek yaşamaktır. 

   Son olarak tanımadığım dostum, önceki yazılarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ama acele et. Çünkü hayatın tadını çıkarmak için çok az zamanın var. Bize verilen süre dolmadan, hayat sona ermeden önce tadını çıkar...

]]>
Mon, 14 Jun 2021 12:49:49 +0300 Elifqunduz
Beklenti https://edebiyatblog.com/beklenti https://edebiyatblog.com/beklenti   William Shakespeare " Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musun? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar" diyor. Diyorum ya; herkes bir gün giderse senin yanında kalacak tek kişi sensin, diye. Anlatmak istediğim tam olarak bu. 

  Mutlu hissetmek için kendinizi mutlu etmeyi öğrenmeniz gerekir; ancak bu 'öğrenme' işini zorunluluk haline getirerek değil, gerçekten öğrenmek için, içinizden geldiği için gerçekleştirmeniz gerekli. 
 
  Shakespeare'in de dediği gibi başkalarından bir şey ummayın. Çünkü başkalarından beklediğiniz, umduğunuz bir olay size daima bir acı ya da yara getirir. 

  Dediğim gibi, bir gün herkes herhangi bir nedenle ya da nedensizce giderse yanında kalan tek şey ve tek kişi kendin olacaksın. Bunun için kendini mutlu etmeyi ve kendinden bir şey ummayı öğrenmelisin. İnsan bazen kendinden olan beklentisinin karşılığını alamazken, başkalarından bir şey umması saçma geliyor. 

  İlk iş olarak kendinize verdiğiniz sözü tutun. Sonra karşınızdaki insana bir söz verin. Ya da kendisine verdiği sözü bile tutamayan birinden bir beklentiniz olmasın. 

  Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorum farkındayım ama mutlu olmak bir ihtiyaç. Şimdi tüm dünyayı boşverin ve mutlu olun. Kendinizi mutlu ettiğinizde ise karşınızdaki insanları mutlu edin. Sevdiğiniz insanları gülümsetin. Çünkü bazen öyle zamanlar geliyor ki yanınızda olduğunu hissedebileceğiniz, sizi gülümsetecek birine ihtiyacınız olabiliyor. 

  Son olarak tanımadığım dostum. Aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ama acele et. Mutlu olmak bir zorunluluk haline gelmeden bunu yap. Kendini mutlu et ve sevdiğin insanları gülümsetmek için çabalamaya başla. Ancak şunu sakın unutma, öncelik sensin. Önce kendini sonra diğer insanları mutlu et. Seni sevdiğimi söylemek isterdim ama, kendini sevmeyen birini bir başkası sevemez !

~ KENDİNİ SEV ~
  

]]>
Sat, 12 Jun 2021 16:54:26 +0300 Elifqunduz
Her Şeye Rağmen Mutluluk https://edebiyatblog.com/her-seye-ragmen-mutluluk https://edebiyatblog.com/her-seye-ragmen-mutluluk   Hayatta önceliğimiz her zaman kendimiz olmalı. Çünkü bir gün eğer yalnız kalırsak, yanımızda bizi mutlu edecek kimse kalmazsa kendi kendimizi mutlu etmeyi öğrenmek zorunda kalırız. Zorunlu olmak çok kötü bir şeydir. Herhangi bir şeye zorunlu olabiliriz. En kötüsü ise ihtiyacımız olan bir şeye zorunlu olmaktır. 
  
   Mutluluk ihtiyacımız olan bir şeydir. Ama biz hayatımızda kendimizi değilde başkalarını mutlu etmeyi öncelik haline getirirsek ihtiyacımız olan 'mutluluk', zorunluluk olan 'mutluluk' halini alır. Zorunlu olmak insanlar için itici bir şeydir. Bir şeyi zorunlu olduğumuz için yaparsak o iş bizim yararımıza da olsa itici gelir. 

   Aslında baktığımızda mutluluğa, mutlu olmaya zorunlu olmamalıyız. Bunun için de söylediğim gibi herkesten önce kendimizi mutlu etmeyi, zorunluluk haline gelmeden öğrenmeliyiz ve en kısa zamanda mutlu olmalıyız. 

   Mutlu olmayı öğrenmek bir bakımdan bir işi öğrenmek gibidir. Şimdi düşünün, biri size bir şeyi yapmaya zorlasa ve siz bu işi yapmak istememenize rağmen yaşama tutunmak için yapmak zorunda bırakılsanız... Hoşunuza gitmezdi. Kimsenin gitmez. İnsan özgür bir varlık. Ancak mutlu olmak yaşama tutunmak için bir ihtiyaç. Bundan dolayı bunu zorunluluk haline gelmeden öğrenmeliyiz. Çünkü insan zorunda olduğu için yaptığı şeyleri unutur. İsteyerek yaptığı şeyler ise beynine kazınır. 

   Şimdi kendinize sorun "mutlu muyum?" diye. Ama kendinize yalan söylemeyin. Gerçekten nasıl hissediyorsunuz. Cevabınız evet ise gülümseyin. Eğer ki hayır ise mutlu olmayı öğrenin. Ama isteyerek öğrenin. Zorunlu olduğunuz için değil. Kendinize yalan söylemeyi bırakın. Daha önce de söylediğim gibi, sizi gerçekten mutlu edecek olan kişi sizsiniz.

   Son olarak tanımadığım dostum, önceki yazılarımın sonunda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ve acele et. Çünkü zorunluluk haline gelirse çekilemez olur. Gülümse ve mutlu ol. Bunu ben istediğim için değil, kendini düşünerek yap...
 

]]>
Tue, 08 Jun 2021 21:15:12 +0300 Elifqunduz
Kendin https://edebiyatblog.com/kendin https://edebiyatblog.com/kendin   Herkesin kırıkları var. Kiminin büyük kiminin küçük, kimi kolay, kimi zor atlatıyor. Ama bu kırıklar insana güç veriyor. Düşünsenize herkes istediğini istediği zaman elde edebiliyor. Sıkıcı olurdu. Çünkü insanlar hayatta acı ya da başarısızlık gibi duygularla tecrübe edinirler. Öğrenmek için önce herhangi bir konuda başarısız olmak gerekir. 

 Şimdi kendinize sorun "Herkes giderse beni mutlu edebilecek biri var mı?" diye. Eğer kendinizi mutlu edemediyseniz cevap 'kimse'. Eğer kendinizi mutlu etmeyi başardıysanız cevap 'kendiniz'. 
  Şimdi bir dönüp bakın etrafınıza. Yanınızda olan ya da olamayan  herkes herhangi bir nedenle ya da nedensizce gitse size ne kalır ? Elde tutulur bir şeyden bahsetmiyorum. Mutluluk, sevgi, özgüven, huzur, tecrübe...

   Yanınızda kimse olmasa bile yüzünüzde saçma fakat anlam veremediğiniz bir gülümseme olsun, her daim içinizde ufak bir mutluluk olsun. Başkalarının size verdiği mutlulukla tatmin olmayın ve kendinizi mutlu etmeyi öğrenin. Ne olursa olsun yüzünüzde bir tebessüm olsun. Ne olursa olsun !

   Evet tanımadığım dostum. Şimdi benim için aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Artık kendini mutlu et. Çünkü bir gün herkes giderse yanında kalacak tek kişi kendin olacaksın...

]]>
Mon, 07 Jun 2021 18:58:33 +0300 Elifqunduz