EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & ex aliis mundi https://edebiyatblog.com/rss/author/ex-aliis-mundi EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & ex aliis mundi tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Denizkızının Aşkı https://edebiyatblog.com/denizkizinin-aski https://edebiyatblog.com/denizkizinin-aski

NOT: Şarkıyla birlikte dinlerseniz daha iyi bir okuma deneyimi yaşayabileceğinizi düşünüyorum. Bazı bölümleri ortalama okuma hızını göz önünde bulundurarak şarkıyla uyumlu yazmaya çalıştım. İyi okumalar dilerim.

Deniz Kızının Aşkı

Sular serin olsa da güneş tam tepede ve çok sıcak. Omuzlarım alışık olmadığım sıcaklıklarla kavruluyor. Hemen derinlere kaçmak istiyorum. Ama ondan uzaklaşamam artık. Keşke onu bir kayıkta taşısaydım. Ama bir anda oldu. Planlamamıştım. Bir baktım ki onu kolumun altına almış huzura yüzüyorum. Ahh, yakıcı ama su gibi akışkan bir heves var içimde. Suları hızlıca yararak ilerliyorum. Ancak bir süre sonra tepedeki güneş fazlasıyla canımı acıtıyor. Sanırım omuzlarımdaki deri soyuluyor. Telaşla omuzlarımı ıslatıyorum. Gözlerimden birer birer yaşlar süzülüyor. Ancak her ne kadar canım acısa da bunların aksine mutluyum hiç olmadığım kadar. Yolumdaki küçük pürüzler bunlar. Gözyaşlarımın arasından kıkırdıyorum ben bundan sonra hiç üzülmem ki. Kendi mutluluğum kollarımın altında, dünyadan uzaklaşıyorum.

O esmer bir adam. Nadir bir kuşu takip edip yuvamdan çok uzaklaşmıştım. Sonra, onu gördüm. Biriyle neşeyle konuşuyordu. Ve ah, gülüyordu. Gülüşünü yeniden gördüm açık denizde, yanımda o, gülüşü ise her yerde. Ona takılıp kaldım. Başka hiçbir şeyi görmedim ve bu yüzden az daha yakalanıyordum. Aşık olduğumu hemen anladım. Sonra o da bana baktı. Gözleri büyüdü. Beni yanındakine işaret etti ve yanıma doğru atladı. O kulaç atarken anlamıştım, bizim kaderimiz birleşti o an. Şu ana kadar olanlarda tek sinir bozucu yan ise yanındaki adamın bana nefretle bakıp onu almaya çalışmasıydı. Ama tabii ki bir sorun çıkmadı. Onu boğup kenara fırlattım bizi korumak için. Sonra da sevdiğimi alıp yollara düştüm işte.

O bir denizci. Güçlü, cesur biri ve çok güzel gülüyor. Arkadaşını gömmek istiyordu sanırım benimle gelmeden önce. Bu yüzden benimle inatlaştı ben de onu en güzel şarkılarımı söyleyerek uyuttum. Hala uyuyor. Onu gideceğimiz yere ben taşıyorum. Bir masalı yaşayacağız onunla. Ariel ve Eric olacağız ikimiz de köpüğe dönüşünceye kadar. bir süre durup geleceği hayalimde canlandırmak için sırt üstü yattım. Onu da kollarıma aldım. Sakin dalgalar beraberinde bizim bedenlerimizi de dalgalandırırken huzurla doldum. Güneş bu sefer tüm vücudumu yaksa da kollarımda sevdiğim adam varken bunu hiç hissetmiyordum.

Yeniden ilerledim. Sonunda ulaşmayı umduğum ada gözüktü. Güneş bu sırada sonunda ufukta yerini almıştı ve artık yanıklarıma iyi gelen meltemler vardı etrafta. Okyanus gün batımına boyanmıştı. Denizcimi kumsala bırakıp onu inceledim. Saçları çok yumuşak görünüyordu. Onları okşarken gözlerini açtı. Simsiyah, kömürden kara gözleri benim gözlerimle buluştu.

Hemen elini tuttum. Başımı göğsüne yasladım. Nefes almayı bıraktı bir süre. Gülümsedim. Sonra neden bilmiyorum beni itti. Ayağa kalkıp benden uzaklaştı. Şok olmuş olmalı. Ama bana bağırmaya başladı. Kaşlarımı çattım. Bana neden kızıyordu ki.

Onu kısa bir şarkıyla sakinleştirip yanıma çağırdım. Benden uzaklaşamaması için de kıyıdan uzağa açıldık. Sonra yeniden bana kızacak gibi oldu. “Ssh, bağırmana gerek yok. Az önce sanırım uyku mahmurluğuyla şaşırdın ama ben sana aşığım ve böyle ufak şeyleri affedebilirim.” Neşeyle kıkırdadım. “Burayı bizim için seçtim. Sizin türünüz daha önce bu adaya hiç ayak basmadı. Burası bundan sonra bizim yuvamız. Sen artık hep, sonsuza dek benim yanımda olacaksın. Hep güleceksin. Eh, çünkü çok güzel gülüyorsun. Seni incitmem, hiçbir zaman… Az önce ya sana zarar verecektim ya da sakinleştirecektim. Bu yüzden kullandım şarkımı.” Ona sıkıca sarıldım.

Sanırım ciddi bir insan çünkü benden uzaklaşmaya çalıştı. “Sen neden bahsediyorsun, kimsin? Ne kadar uzaktayız karadan?” Arkasını işaret ettim. “ Çok değil?” gülümsedim. “Hayır, onu sorma- Kuyruk? Denizkızı mısın sen?” Sesini yükseltip uzaklaşmaya çalıştı. Sıkıca tuttum. “ Tabii ki.” Kuyruğumla sırtını okşadım. Bir gözü seğirdi. Bense hülyalı hülyalı “Biz Eric ve Ariel olacağız. Onun başka versiyonları elbette. Sahi senin adını bilmiyorum ama.” dedim.

Kıskacımdan kurtulmaya çalışıp “Yaratık! Bırak beni. Ne aşkı? Seni şimdi köpüğe dönüştürmemi istemiyorsan geldiğin çukura geri dön.” Ve elimden kurtuldu. Bana çok kaba davranıyordu. “Saygısız.” diye tısladım. Ama sonra yumuşayıp “Önümüzde koca bir gelecek var. İstiyorsan şimdilik kızabilirsin ancak uzun sürmesini istemiyorum.”

Güldüm. Gülüşüm kahkahaya dönüştü. Kahkahalarımın arasında onu yakaladım. Kulağına rüzgar kadar soğuk nefesimi üfledim. “ Ben sana, sen de bana aşıksın. Seni bulmuşken bırakmam asla. Bu aşkın ikimiz de ölünceye kadar süreceğine yemin ederim.”

Sonra kalacağımız huzurlu yuvayı yapmak için onu şarkımla uyuttum. Çünkü ben anlayışlı biriyim. Ve artık mutluyum da.

Sevgilerle...

]]>
Sat, 19 Mar 2022 19:18:57 +0300 ex aliis mundi
Bölüm 2: Oyun https://edebiyatblog.com/bolum-2-oyun https://edebiyatblog.com/bolum-2-oyun Bölüm 2: Oyun

Alda çalışma odasında evrak işleri ile uğraşırken bir yandan kulaklığından dinlediği müzikle birlikte parmaklarıyla masada ritim tutuyordu. Sonra müzik sesinin ardında başlama işaretinin verildiğini işitti. “Son kontroller hazır, başlıyoruz.” Bir duraksama olduktan sonra “Bu ses sisteminin içine sen mi girdin Alda? Burada iş yapmaya çalışıyoruz.” Sitemle konuşan ses işitildi. Gülmek, o an ruh haliyle uyuşmasa da kıkırdadı. “Ah, ben sadece gerginliğinizi alsın diye yaptım. İyilik de yaramıyor. Her neyse sen bakma bana, bizim kahveleri iyice soğutmaya bak-” kapı çalındı ve içeriye Ulrich girdi. Masanın önündeki koltuklara geçip oturdu. Alda sözünü tamamlamadı. Onun yerine kafasını kaldırıp neden geldiğini sorarcasına baktı nedenini bilse de. Ama Ulrich sadece gözlerinin içine bakıyor, konuşmuyordu.

Neden sonra nefes alıp söze girdi. “Benim dosyalarımı masama koyacaktın?” “Ah, doğru ya! Üzgünüm, aklıma bir şey takılmıştı. O yüzden yeniden inceledim ama geri vermeyi unutmuşum.” Alda sandalyesini geri çekerek masadan kalktı ve raftaki dosyaya yöneldi. Sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi masasının üzerindeki telefona eğildi. “Birkaç gündür işler çok yoğun. Aynı yerdeyiz ama bir türlü konuşamadık. Hazır buradasın. İçecek bir şeyler söyleyeceğim.” Birkaç numara tuşladı ve sonra onları silip son aranan numarayı aradı. “Çok zamanım yo-” “Benim odama iki soğuk kahve gönderin.” Telefonu kapattı ve “Ah, hadi ama! Daha geleli beş dakika bile olmadı.” dedi.

 Sonra raftaki dosyayı alıp Ulrich’in önündeki sehpaya bıraktı. Ardından normalde yapacağı gibi onun yanına değil de karşısındaki koltuğa geçti. İşlerin çok zorlaşmamasını umuyordu ve bu yüzden o anlarda onun o kadar yakınında olmak istemedi. Göz göze geldiklerinde ikisinin de kesinleştirdiği şeyler havada mutsuz sonun melodisini çaldı.

Alda, onun ne olacağını anladığını anladı. Ulrich ise zaten olacakları bilme derecesinde anlasa da umutlarının geri döndürülemez şekilde son buluşunu görmüştü. Kafasını ‘yazık’ der gibi salladı. Alda artık saklanması gerekenlerin miadı dolduğundan ona karşı rol yapmayacaktı. Gözleri onu affetmesi için yalvarır gibi bakıyordu.

Merkez salondan ve ana laboratuvardan gelen iki büyük patlama duyuldu. Raftaki dengesi hassas olan bir iki biblo yere düşüp parçalandı. İkisi de şok içinde olmasalar da ayağa fırladılar. Alda, ona daha fazla bakamayıp gözlerini parçalanan biblolara çevirdi. Ulrich, artık Alda görmese de kırık kırık bakmıyordu. Artık gözlerinde sıcak duyguların kaybolmasından oluşan soğukluk vardı sadece. Sert bir sesle “Alda.” dedi. “Her şeye rağmen, seni ölünceye kadar seveceğim.” Alda onu görebileceği son zamanlar olduğunun yeni farkına varmış gibi şaşkınlıkla ona baktı. Tavandan tozlar ve küçük parçalar düşerken yere çöktü. Yüzünde planlandığı gibi dehşet ifadesi vardı. Ancak o sırada planları unutmuştu Alda. Şu zamana kadar belki de ilk kez hissettikleri yüzüne yansımıştı. Başkası görse fark etmeyecek şekilde bile olsa Ulrich fark etmişti. Bu sefer şok sırası ondaydı. Çatılı kaşları düzelse de hala biraz sert bakıyordu. Sonra Alda koridordan gelen sesleri fark edince az zamanı kaldığını anladı ve kendini toparladı. Muhtemelen merkezdeki ajanlardan birinin yerleştirdiği kamerayı hatırladı ve kendisini korkuyormuş gibi yere atıp başını sakladı kameradan. Binanın içinden saldırının sesleri gelmeye devam ediyordu. “Üzgünüm Ulrich. Başka insanlar olup başka hayatlar yaşasaydık bunun çok daha uzun sürmesini dilerdim. Diğer insanlar için değil belki ama sadece sana karşı üzgünüm.”

Ulrich kafasını salladı ve Alda’nın önüne geçti. Kapı kırılarak açıldı. “Oyununu oynayacağım.” Alda onun sesini son kez duydu böylece. Ve Alda’yı korumaya çalışır gibi onlara doğru gelmeye başlayan maskeli adama yumruğunu salladı. Alda odanın köşesine doğru sürünerek kaçmaya çalışırken başka uzun boylu bir saldırgan onu saçlarından tutup duvara çarptı. Bunu yaparken sürekli “Özür dilerim. Özür dilerim özür dilerim…” diye mırıldanıyordu. Alda, hali olmasa da tebessüm etti. “Sadece biraz zarar vereceksin. Bu zorunlu. Seni affetmem gereken bir şey yapmadın merak etme.” Bu sırada Ulrich ve odaya ilk giren saldırgan cephesinde durum ilginçti. İkisi de duygularla değil oyun gereği dövüşüyorlardı. Sonra bir an Ulrich yumruğunu boşa salladı bilerek. Ve diğeri artık bitiş vuruşunu yapmak için izin almış oldu. Uzun boylu çocuk bu sırada Alda’yı son kez duvara çarptı, içinden artık bitmesini isteyerek. Sonunda Alda’nın iç kanaması başlamıştı. Bu yüzden rahatlayarak rolünün gerektirdiğini yapmaya devam etti. Onu ortaya doğru fırlattı. Yanında da yine kötü durumda olan Ulrich vardı. Alda çığlık atarak ağlıyordu. Ardından iki yandan onlara ilaç enjekte edildi. Alda’ya kısa süre içinde kameraya göstermeden bir de panzehir yapıldı. Ulrich, Alda’ya doğru döndü zorlukla. İkisi de birbirlerini son kez görecekti. Ve gözleri birbirinden ayrılmazken Alda, Ulrich’in hareketsizleşen göğsünden öldüğünü anladı. Gözleri hala daha ondayken. Elini zar zor kaldırıp onları kapattı. Boğazından bir başka çığlık yükseldi. Çığlığı bedeninin hissettiği acıdan değil ruhunun duyduğu acıdan kaynaklanmıştı. Ve o da kısa süre sonra bayıldığından durdu.

sevgilerle...

]]>
Sat, 12 Mar 2022 14:38:20 +0300 ex aliis mundi
Bölüm 1: Veda https://edebiyatblog.com/bolum-1-veda https://edebiyatblog.com/bolum-1-veda Bölüm 1 : Veda

Dolu bir günün ardından laboratuvardan çıkıp önlüğünü askıya astı Alda. Bir yandan merkez salona ilerlerken bir yandan da ağrıyan belini esnetiyordu. Yorgunluğu birden önemli bir sorun gibi gelirken adımlarını mutfağa yönlendirdi ve kahve alıp salona geçti. Birileri var mı diye hızlı bir göz atmanın ardından bir tek Ulrich’i gördü. Hava kararalı çok olsa da anlaşılan o ki birikmiş makaleleri okumak için doğru zamandı. Alda’nın içinde Ulrich’in çalışkanlığından dolayı takdir ve imrenme duyguları uyandı.

Yanına ulaştı ve karşısındaki koltuğa attı kendisini. Bakışları pencerelerden görülen manzaraya ve gökyüzüne kaymıştı. İçeride aydınlatma iyi olsa da hava kararmıştı ve araştırma merkezinin bulunduğu konumdan ötürü yıldızlar seçilebiliyordu. Doğayı görmek, çok uzun zamandır ayrıcalıktı. Alda’nın ilgi alanları arasında tarih olmasa da en az yüzyıldır sadece parası fazla olanların gerçek doğayı görebildiğini biliyordu. Doğal ormanlar, kendi habitatında yaşayan hayvanlar, yıldızlı bir gökyüzü… Araştırma merkezi için yüksek miktarda para dönüyordu ve onlar böyle bir çalışma ortamına sahip oldukları için şanslılardı. Gerçi Alda, genel olarak hep ayrıcalıklı kesimdeydi. Ancak o da bunun eşine az rastlanır türden olduğunu biliyordu.

Birden dalıp gittiğini fark etti ve kahvesinden bir yudum alırken Ulrich’e döndü. Alda’yı izliyordu. “ Okuduğun makaleden daha mı ilgincim?” gülümsedi. Fakat dikkatinin dağılmadığını görünce gülümsemesi kayboldu. Ciddileşti. “Ne oldu?” Ulrich, düşünüyormuş gibi gözlerini çevirdi ve kısa bir süre sonra yeniden göz gözeydiler. “Aslında benim merak ettiğim sana ne olduğuydu Alda.” Arkasını yasladığı koltuktan ileriye doğru kaykıldı ve dirseklerini dizlerine yaslayıp onu inceledi. “Artık yıldızlara bakarken gözlerin gülmüyor. Hatta kendine ağlıyor gibisin.” Alda ağzını açıp itiraz edecekken devam etti. “Tamam, ağlamayı mecaz anlamda kullandım. Ama gerçekten sana ne oldu? Bana anlatmadığın şeylerin olduğunu biliyorum ama hem sonuçlarından endişeleniyorum hem de sakladığın şeyi merak ediyorum.” Dinlerken o hiç fark etmeden yüzü düştü Alda’nın. Bunu fark ettiğinde hemen toparlandı. Bir şeyleri belli ettiğini hiç anlamamıştı. Ne Ulrich ne Alda, hiçbir zaman cümlelerinde söylemek istediklerinin tamamını söylemezdi. Bu yüzden Alda, Ulrich’in sadece o an gözlem yapmadığını ve uzun süredir açık verdiğini anladı. Geri toparlanır bir şey değildi bu ama belki merakının yönünü çevirebilirdi.

Aklına hala daha kendisini beklediği gelince ona baktı ve geleceği, olacakları düşünmemeye çalıştı. Çaresiz ve açığa çıkmış görünebilmek için omuzlarını düşürüp vücudunu saldı. “Zeki olman kesinlikle çok güzel bir şey ama beni böyle çabuk okuyabileceğini düşünmemiştim.” Ulrich’in problemleri çözmeye çalışırken de yaptığı parmaklarını çıtlatması durdu. Pes etmiş gibi derin bir nefes aldı Alda. “Ben… Evet, düşündüğüm birkaç şey var ama o anlatamadığım boşluk vardı ya. Onunla ilgili sorunlar çıktı. Bunu önce kendim halletmem lazım. Ama merak etme, hala daha araştırmanın başında durmaya devam edebilecek kadar becerikliyim sorun yönetiminde.” İletişime açık görünebilmek ve sakladığı bir şey olmadığını belirtebilmek için ellerini masanın üzerinde açtı. “Bir halledeyim sana anlatacağım zaten neler olduğunu.” Ellerini hayır anlamında salladı. “Bunu da sen merak ediyorsun diye anlatmayacağım zaten. Anlattığımda ben de rahatlarım biraz daha.” Gülümsedi. Artık şüpheleri ortadan kalkmış olmalıydı. Bundan sonra Alda’nın tüm hareketlerini planlayarak yapması gerekiyordu. Daha fazla saklayamadığı hüznü, kuşandığı çaresizlik pelerininin ibaresi olarak görmesini umarak baktı. O da bu şekilde anlamış olacak ki sorgulayan bakışlarını yumuşattı ve ayağa kalkıp Alda’nın koltuğunun arkasına geçip hafifçe sarıldı. Alda da kafasını ona doğru eğdi. İkisi de fark edilmemesini umarak bir veda sarılışı yapıyorlardı aslında ki ikisi de sezdirdiklerini anlamadı. Alda, Ulrich’in yakında eve gideceğine yordu bu hissi. Ulrich ise zaten vedanın nedenini biliyordu, şaşırmadı.

Yerine geçerken “Tamam, sen nasıl istersen. Bu arada merak ettiğin makaleyi de yanıma getirmiştim.” dedi. Dosyayı uzattı. “Sen sonra benim odama bırakırsın. Bu projenin bir süre saklı kalması lazım. Ahlaki olarak tartışmalı bir deney. Ve hazır başlanmışken devamı gelse bir işe yarar en azından.” Dosyayı elinden aldı. Aslında Ulrich’ten projenin amacını anlamıştı ama materyalleri merak etmişti. Bir süre inceledikten sonra merak ettikleri kafasında yerini buldu ve böylece neden ahlaki olarak tartışıldığını ve Ulrich’in saklamak isteme sebebini anladı. İnsan deneyi yapmak yasakken deneyde adamın ölümcül hastalığı olan kızı kullanılmıştı. Bu kızın yaşadıkları kadar olmasa da elinde olmadan kendi çocukluğunu ve yapılanları hatırladı. Ulrich’ e daha fazla açık vermemek için hemen aklından sildi. “Ben bir süre incelesem olur mu? Yarın sen yoksun sanırım, ben senin odana bırakırım.” Kafasını salladı. “Hatırlıyor musun Ulrich? Akademideyken bilim ahlakı dersini aldığımız zamanları. Farklı akademilerdeydik ama bu ders her akademide aynı işlenirdi. Hiç bahsetmedim sanırım, hiçbir zaman verilen ödevleri sevememiştim. Ve dersten hiçbir şey hatırlamıyorum desem?” güldü. Ulrich ise aklı dolu olduğundan tebessüm etmekle yetindi. “Alda, sence bilim uğruna zaten yaşama ince ipliklerle tutunan bir canlının üzerinde deney yapmak neden bu kadar yasak? Zaten ufacık şeylerle ölebilecek o canlı kısa ömründe insanlığa faydalı olacak. Anlamak zor.” Alda, tuzağa çekilmeye çalışıldığının farkındaydı. Ya da belki Ulrich, kalan şüphelerini gelecek cevapla silmeye çalışacaktı. Alda’nın bunu anlaması ise hem kendini hem de Ulrich’i tanıması sayesinde oldu. Çünkü söyledikleri onun olamayacak kadar kendisininkine benziyordu. Ama daha önce bu yönünü ona hiç göstermediğinden ona istediği cevabı verdi. Şok olmuş şekilde baktı ve “Ulrich, bu… Dediğim gibi dersten hiçbir şey hatırlamıyor olabilirim ama bence geçilmemesi gereken sınırlar var hayatta. Yaşama saygı duymak gibi. Sen her yaşamın ayrı bir ağırlığı olduğunu söylemez misin? Böyle düşündüğünü hiç aklıma getirmezdim.” Anlamaz ve kınar gibi bakmaya çalıştım. O ise teslim olur şekilde ellerini kaldırdı. “Haklısın. Savunduğumdan değil ama bazen yaşamı değersiz hissettiğim de oluyor.” Kolundaki saate baktı ve “ Üzgünüm saat epey geç olmuş benim artık kalkmam gerek. Sen buralardasın sanırım. Dosyayı alırım öbür gün.” dedi. Arkasını dönmeden önce “Kendine iyi bakmayı unutma.” diye ekledi. Ulrich salondan çıktıktan sonra dik tuttuğu sırtını kamburlaştırdı iki yüzlülüğünü hissettiği için. Ona yapacağı şeylerin tam tersini söylemişti. Kendi yapacaklarından ve yaptıklarından nefret etse de planlarını engelleyemez, durduramazdı. Bunu istemezdi de.

Sevgilerle...

]]>
Sat, 12 Mar 2022 14:32:15 +0300 ex aliis mundi
Daha da zor... https://edebiyatblog.com/daha-da-zor https://edebiyatblog.com/daha-da-zor Daha da zorlaşıyor

Ruhumdaki tüm noksan parçaları tek bir zamanda görmek zorunda mıydım? Hepsinin hedefi benim. Düşmanları benim. Bana saldırıyorlar ve alt benliğim kenarda rahatça tırnaklarını incelerken bana sesleniyor. " Hah, bunlara dert mi diyorsun? O zaman kesin karşılaşacağın şunlarla hiç baş edemeyecksin." Ve bana zaten hiç güvenmemiş olan benliğim. Yine kendi yetersizliğimi fark ediyorum. 

Önceden, yıl olarak az olsa da benim için baya önceden, babamla konuşurdum. Kendi ruh halimi, ideallerimi, hayallerimi, endişelerimi... Ama şuan kimseye anlatamıyorum bu satırlar dışında. Çünkü anlattığımda hep yüzeydeyim olup biten derinde olmasına karşın. Ve ben oraları ziyarete açmıyorum. Yani hiçbir yararı yok konuşmamın. Ve kendimi tanımaz bir hal alıyorum. Hırçınlaşıyorum. İnsanları kırıyorum ben ağlarken yaklaşırlarsa.

Her seferinde buna dayanamayacağımı bayılmayı, zihnimin bunlarla ben acı çekmeden savaşmasını diliyordum. Hem belki birileri beni bulup bu kıza ne olmuş derdi. Görünmeyen acılarım somutlaşirdi en azından. Çünkü bu çok fazla. Zihnimin tiyatrosunda bu acıları çeken karaktere fazla geliyor. Dizleri bükülüyor dimdik taşımak isterken. Ve yere çöküyor. Ağırlıkla birlikte zeminden bir toz bulutu kalkıyor. Perdeler kapansa da karakter acı çekmeye devam ediyor. Öyle ki ruhunun parçalanmasını saymıyorsak bile tüm vücudu kasılıyor. İçindekilerden dolayı gözlerindeki ve damarlarındaki basınç artıyor, kulakları uğulduyor, tırnakları kendinden başka tutunacak yeri olmadığından kanatacak kadar derisinin içine gömülüyor. 

Her seferinde daha fazla olamaz dedikten sonra neden bu acı sınırları zorluyor. Neden sürekli farklı bir şeyden dolayı dayanılmaz acılar çekiyorum. Kendime şaşırıp kalmıştım birkaç hafta önce hiç yaşamadığım derecede buna benzer bir zamandı. Sonra uzun sürdü bu seferki beni de şaşırttı ama geçti işte ya ben hayatıma bakayım dedikten sonra daha fazlasıyla yine geldi. Bu sefer ne kadar sürecek bilmiyorum ama öncekinin toplamından daha fazla acı çektiğim kesin.

Ve şimdi de kalbimde bir sızı. Belki de tümden giderim birazdan. Bunu isteyip istemediğim önemli değil sonuçta. Ölüm gelirse gideriz yanına. Zaten zor...

]]>
Fri, 11 Feb 2022 18:25:04 +0300 ex aliis mundi
Reinaeiry~When The Sun Loves The Moon https://edebiyatblog.com/reinaeirywhen-the-sun-loves-the-moon https://edebiyatblog.com/reinaeirywhen-the-sun-loves-the-moon Sun, 06 Feb 2022 11:59:28 +0300 ex aliis mundi Element Yöneticisinin El Kitabı https://edebiyatblog.com/element-yoneticisinin-el-kitabi https://edebiyatblog.com/element-yoneticisinin-el-kitabi Kadın bileklerine, boynuna ve saçlarına güzel ama çok ağır kokulu bir yağ sürdü. Sonra işi bitince 'Typhene' dedi. Kelime ağzından tıslama gibi çıkmıştı. Ve uzun ince siyah bir tahta çubuğu alıp odadaki mumlardan birine tuttu. Çubuk alev alırken yavaşça yağ sürdüğü yerlerine dokundurdu. Aniden yağ alevle parlarken kadın çubuğu avucuna kapatarak söndürmüştü. Alevler kısa bir an parlasa da bu kısa sürmüş tüm odaya tütsü yakılmış gibi harika bir koku yayılmıştı. Kadının cildinde ise bu kokudan farklı olarak duman hissi yoktu bir tek. Bu yöntem sadece ateşe hakim olanların kullananabildiği ama onların da çoğunun yetenek olarak yetersiz olduğu sayılırsa çok az kişinin kullanabildiği bir yöntemdi. Bunun gibi her element yöneticisinin kendisine güzellik kattığı farklı alanlar vardı.

•|°~

Mutlaka yazacağım, beni bekleyen bir hikayeden küçük bir kesit. Daha bu kurgu yolunun çok başında. Ana hatları belli olsa da daha fazla zaman ve emek görmeyi hak ediyor. Bunun sebebi de zihnimde kurguyu oluştururken ana karakterle çoktan bağ kurmuş olmam. Belki de paylaşmaya çekinirim sırf içine diğer karakterlere koyduğumdan daha fazla kendimi katacağım için.

Zamanı geldiğinde bunu hepimiz bileceğiz. 

Sevgilerle...

]]>
Sat, 29 Jan 2022 01:13:34 +0300 ex aliis mundi
Kahramanımm... https://edebiyatblog.com/kahramanimm https://edebiyatblog.com/kahramanimm

Kahramanımm...

Pencereden giren ay ışığıyla karanlığını yenen oda bir büyüyüp bir küçülüyordu. O tepe taklak olup duvarlara yapışsa da önündeki, terk edilmiş gibi duran, odayla alakasız görünen sandalyede onu tuzağına çeken adam rahatça oturuyordu. Adam onun yalpalamalarını izlerken çok keyif alırmışçasına gülümsüyordu. Juliet vari, hafifçe eğilerek ve ellerini tutarak "Ah kahraman, kahraman... Neden kahramansın sen, ha?" dedi. Rolünü bozup parmağını şıklattı. "Ah doğru, sen böyle doğdun, bunun için doğdun." dedi kinayeyle. Kız duvarların hareketini kesmeyeceğini anlayınca bir şeyler yapabilmek için elini kaldırıp atabildiği her yere çengellerini attı. Daha sonra çengellere attığı kuşaklarla adama ulaşmaya çalıştı. Duvarların hareketi kesilmediği için tek kuşakla ilerlemek zorunda kalıyordu ve bu onun hareketini yavaşlatıp tahmin edilebilir hale getiriyordu. Böylece adam küçük hareketlerle yavaşça sıyrılıyordu. Sanki odanın hareketi onu engellemiyor gibiydi. "Aynen öyle. Aynı senin gibi. Seni tanıyorum. Sen de suç için doğdun." Nefeslerinin arasından cümle cümle konuştu. En sonunda sadece enerjisini kaybettiğini anlayınca hareket etmeyi kesti ve odanın sallantısıyla başka bir duvara yapıştı. Ve kendisini duvara sabitledi kuşaklarıyla. Bu kendini hapsetmeye benzemişti bir nevi. Ancak onu da başka bir yere hapsederse işler eşitlenirdi. Onun ayağına atıp doladı kuşağını. Ve hızlıca çekti. Ancak sonrasında kızın kolu acı verici bir şekilde yaslandığı duvara çarptı. Çünkü adam kuşağı el çabukluğuyla nereden çıktığını bile bilmediği bir bıçakla kesmişti. Şimdi ise çok büyük bir üstünlük adamdaydı. Adam kızın yanına yaklaşıp kendini hapsettiği kuşaklara baktı önce. Sonra bakışları gözüne çıktı. Durumdan eğlendiği belli oluyordu. Kuşakların üstünden bir de o kendi halatlarıyla bağladı kızı. Sonra birkaç adım uzaklaştı ve yere oturup ciddileşti. Kız kasları çatık onu bekliyordu. "Biraz konuşmaya var mısın sonra zaten gideceğim." Bu sırada oda çoktan hareketini kesmişti. Kızdan onay işareti gelmeyince kabul olarak saydı. "Dediğin gibi aslında. Ben de suç için doğdum. Ama... Beni bilirsin kafama buyruğum biraz. İstediğim an isyan edebilirim. İnsanlar bunu yaptığım için mutlu bile olurlar. Gözlerini pencereden gözüken aya dikti. "Yaptıklarımı unuturlar kahraman, olarak dokunmadığım sürece. Anlayacağın geçmişinin geleceğin üzerine bir etkisi yok." Yavaşça gözlerini kahramana çevirdi. Bakışları yalvarır gibiydi ve içinde söylenilmeyenleri barındırıyordu. "Sen ise isyan etsen, sana düşman olurlar. Unuturlar yaptıklarını. Ve seni şurada öldürsem bile gelecekte onlara yapabileceklerimden endişelenirler. Seni, unutup... Hayat amacıymış, yaratılışmış peh!" Gözlerini devirdi. Sonra ayağa kalktı ve kıza yaklaştı iyice. Kulağına fısıldayarak "Beni dinle, kahraman. Bir kahraman olarak doğdun ama bir kahraman olarak ölmek zorunda değilsin." dedi. Arkasını dönmeden. Göz kontağını kesmeden yavaşça geri adımladı. Kapıya ulaşınca arkasını dönmeden önce dudaklarıyla "İkimiz de." dedi. Ve kapı kapandı.

Not: yazı rehberi bloğu yazma etkinlikleri konularından. Kaç ay önce yazmıştım bunu. Sadece canlanan şeyler bunlardı. Ama şuan, benim için anlamlı.

 Buradan da herkese söyleyelim: Kahraman olmak zorunda değilsiniz, değiliz.

Sevgiler...

]]>
Mon, 17 Jan 2022 00:08:14 +0300 ex aliis mundi
Herr Mannelig ~ Garmarna https://edebiyatblog.com/herr-mannelig-garmarna https://edebiyatblog.com/herr-mannelig-garmarna Sun, 09 Jan 2022 16:54:50 +0300 ex aliis mundi Geçecek... https://edebiyatblog.com/gececek https://edebiyatblog.com/gececek Çürüyorum. Bunu hissediyorum. Zihnim, gerçekliğim değişiyor. Hastalıklı olduğunu bildiğim düşüncelere inanıyorum. Yine dalganın gelişini hissettim. Yine bir şey gelmedi elimden. Çünkü benim yaptığım her bir şey yanlıştı, hataydı. Ait oldukları yer benim kafamın içiymiş tarzı bir rahatlıkla kafamın içine giriyorlar. Yine. Batıyorum. Boğuluyorum. Dayanamıyorum. Ayağa kalkmam gerek. Sıyrılmam gerek ama ben hiç bir şeyi beceremedim zaten. Yaşamak istiyordum. Şuan uzak gelse de... O anların kıymetinden ölmek istemiyorum şuan. Bazı insanlara uzak bunlar. Okudukları birkaç satırdan başka bir şey değil. Ve ruhsal bir bozukluğun kağıda yansımaları... Ama okuduğunuz şey benim gerçekliğim. Hayal edemeyeceğinizi biliyorum ama ben, ben bunun içinde yaşıyorum. Neden? Çünkü önceden ben de hep okurdum. Hatta bir karakterle kurduğum güçlü empati yüzünden tüm gün yorganın altından çıkmadığım olmuştu. Ama... Ama ben bunlara uzaktan yakından yaklaşamamışım. Ve bunda hiçbir sorun yok.

Kendimle tek kalıyorum. Zaten zor bir şey de değil bu. Çok arkadaşım yok. Önce suçluluk. Sorumsuz biriyim çünkü. Yapmam gerekenleri yapmadım. Sonra kendine güvensizlik. Önceden ne kadar iddialı konuştuğumu duysanız şaşarsınız. Ama istediklerimin olmayacağına inancım tam. Ve geçmiş ile ilgili ne var ne yoksa ortaya çıkar. Tüm pişmanlıklar, hatalar, suçluluklar, her şey... İstediğiniz metaforu kullanın. Bataklığa gömülmek, duvarların üstüne gelmesi... Dayanamamak aslında bunların çıkış noktası. Seni rahatlatacak bir yere kaçsan, uzaklaşsan... Ama evindesin. En güvenli yer, tek sığınağın... Ve sen kaçmak istesen de kaçacak yerin yok buradan başka. Yok. O an ölmek zorundasın. İşte bu noktada yanımıza bir konuk geliyor bize daha az bir acı çektirmeyen. Ataklar vb. Emin olun bunlar işin en kolay kısımları. Her neyse. Daha devam ediyor tabii ki. Beynin sana yapay ve zor bir saldırı verirken sen baş etmeye çalışıyorsun. Ve halloluyor bir şekilde. Bu halledildikten sonra...

Her neyse. Hep geçti. Yanımda kalsa da üzerimden kalktı. Hep. Yine öyle olacak. Ben mahvolsam da hep geçecek.

]]>
Wed, 29 Dec 2021 01:36:48 +0300 ex aliis mundi
Dolunayın kızı~2 https://edebiyatblog.com/dolunayin-kizi2 https://edebiyatblog.com/dolunayin-kizi2

Dolunayın kızı~2

İlk kez üzerinde yürüdüğüm bana yabancı bu köprüyü; çok kez geçtiğim, çeşidi hatıralara sahip o köprünün tahayyülüyle geçiyordum. Gerçi oraya dönmeye gücüm yoktu ve yeri, tarihi, insanı yabancı bu yer şimdilik sığınağım ve sonrasında belki mezarım belki miladım olacaktı. Köprünün seyirlik kısmına geçtim ve okyanusu seyrettim. Suyun ay ışığında dalgalanışı ve yakamoz... Yine bir dolunay, yine bir köprü ve yine bir ben ancak yeni bir son... Bu sefer ölmek istemiyorum, yaşamak istiyorum. Ancak o zamanın bedelini şimdi ödüyorum. Şuan yaşamanın sonucu ölmekten daha kötü. Kilitlenmiş tel kapıyı açıp anahtarı geriye, ona fırlatıyorum. Zaten hep olduğu gibi ardımda. Metalin yere düşme sesi gelmiyor. Kenara doğru yürüyorum ve durduğumda dolunay tüm ışığını bana yansıtıyor. Daha çok küçükken tanıştığım dolunay bugün yine bana şahit olacak. Beni kutsayacak. Akacak kanı yine o toplayacak. Tüm kanım... Bu kez ona veda etmiyorum. 

Her ne kadar hazır olsam da korku gitmiyor ve içim titriyor. Son olduğunun bilincinde nefes alıyorum derince. Daha ciğerlerimi dolduramadan kurşun kaburgama saplanıyor. Rüzgarla bile sallanan bedenim kurşunun etkisiyle ileriye savruluyor. İnsanların biraz eğlence, heyecan aradığı, halatla güvenle atladığı bu yerden kaburgamdaki kurşunla ölüme düşüyorum.ve sert bir şekilde suya çarpıyorum. Şokla veremediğim soluğum... Suya çarpınca ciğerlerim boşalıyor. Derinlikler beni kendine çekerken geçtiğim sularda kızıllık yayılıyor ve bilincin yavaşça geri çekiliyor. Dolunay sahnenin bitişiyle bulutların arasına gömülüyor.

Sevgilerle...

]]>
Sat, 25 Dec 2021 01:00:00 +0300 ex aliis mundi
Saints~Echos https://edebiyatblog.com/saintsechos https://edebiyatblog.com/saintsechos Dolunayın kızı ikinci kısım müziği. 

Dolunayın kızıydı. Bir tanrının mesihi. Ve gerçekler, yalanlar ortaya çıktığında tek seçenek kaldı. Zorunluluk kolay kılmazken başladığı gibi bitti. Ay ışığında kutsanan ay ışığında gömüldü.

Onun sözleri şarkıya döküldü

Sizleri bakmadıysanız önce birinci kısma sonra da ikinci kısma davet ediyorum.

Güzel vakit geçirmeniz dileğiyle...

Sevgiler...

]]>
Fri, 24 Dec 2021 20:13:23 +0300 ex aliis mundi
Hijo De La Luna~Haggard https://edebiyatblog.com/hijo-de-la-lunahaggard https://edebiyatblog.com/hijo-de-la-lunahaggard Dolunayın kızı birinci kısım bölüm müziği.

Aşık olduğum bu şarkıyı, hikaye ile aralarında sadece kelime uyumu olsa paylaşmasam olmazdı. 

Benim en çok dinlediğim şarkılardan bir tanesi.

Yazıya uğramanızı da dilerim.

Umarım bu şarkıyla güzel vakit geçirirsiniz.

Sevgilerle...

]]>
Fri, 17 Dec 2021 11:51:35 +0300 ex aliis mundi
Dolunayın Kızı~1 https://edebiyatblog.com/dolunayin-kizi https://edebiyatblog.com/dolunayin-kizi Dolunayın Kızı

"Sana gecenin hikayesini anlatacağım kızım dinle beni. 

"Bir dolunay vakti. Ay değiştirirken gökteki yerini bitmez yaşayanların hikayesi. O parlak dolunay bir cinayete tanık olur. Çevrede çok kişinin olduğu ama kimsenin duymadığı. Ay boyar kendini kızıla. Biriktirir kızıl kanı, göstermez kimseye. Ama güneşin şafakları yansıtır acıları. Ay, kusar tüm kanı ve kahrolası insanlar kutlar bu anı..."

Sonunu sen getireceksin kızım. Dilerim dolunay senin dostun ve umudun olur da kanlı tutulma şafakla ışıdığında beraber haykırır karşı durursunuz zalimlere."

Yaşlı nine başını okşadı kızın. Ve kız, gözleri kocaman ve dolu. Oturttu kızı sunağa. Dolunayın ışığı kızı aydınlattı. Kız gözlerini dikti dolunaya. Nineye dönmek istedi geri. Kadın ortadan kaybolmuştu. 

Ve o gece bir dolunayda, göğü delen bir haykırış daha koptu....

Sevgilerle...

]]>
Tue, 14 Dec 2021 02:31:01 +0300 ex aliis mundi
I Dont Want To Set The World On Fire ~ The ink spots https://edebiyatblog.com/i-dont-want-to-set-the-world-on-fire-the-ink-spots https://edebiyatblog.com/i-dont-want-to-set-the-world-on-fire-the-ink-spots Neden ki? 

Biraz dünyayı ateşe vermekte sıkıntı yok bence. 

Sizleri buradan İşte Son Böyle Başladı'ya davet etmek isterim sayın okur, dinleyici...

Sevgiler

]]>
Thu, 09 Dec 2021 20:36:48 +0300 ex aliis mundi
İşte Son Böyle Başladı https://edebiyatblog.com/iste-son-boyle-basladi https://edebiyatblog.com/iste-son-boyle-basladi                          İşte Son Böyle Başladı

Sessiz, güneşli ve fazlasıyla normal bir gün başlamıştı. o evde de her şey normaldi. Kadın ocağa çorbayı koymuş, o kaynarken mutfağı toparlamaktaydı. Biraz zorunluluktan da olsa mutfak ona ait olan, kimsenin girmediği o yerdi. Her zaman buraya daha çok özenirdi. Yine de sağlıksız bir ilişkiydi, o ve mutfağı. Mutfak onun zindanıyken en azından akıl sağlığını korumak için tırnaklarını geçirdiği yerdi. 

Tezgahı silerken birden bir ses yükseldi dışarıdan. Daha önce duymadığı, var olabileceğini yeni öğrendiği en korkutucu sesti. Tiz, boğuk, derin, uğultulu, çığlık gibi... Azalıp artan gürültüsüyle birlikte tüyleri ürpermişti. Belki de izlediği üç beş filmden birinde bunun gibi bir ses vardı. Acil durum alarmı. Ama çok daha kötüsü olduğuna emindi. Eğer o filmdeki gibi bir şeyse içeride güvenli bir yerde durup kurtarılmayı beklemeliydi. Ama bu ses sanki: Kurtulma sansın yok. Zamanını ölüme hazırlanmak için harca, diyordu. İçinden tanrısından bağışlanma dileyerek pencereye yaklaştı kadın.

 İnsanlar sessizliğe gömülmüş ve sokaklara dökülmüştü. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Daha belki de birkaç saniye olmuştu hayatlar tepetaklak olalı. Sonra sessizliği çocuklar, bebekler, akıl hastaları bozdu. Ağlamalar, bağırmalar, titreme krizleri... Herkes endişeliyken gökyüzünde asılı duran parlak güneş tezatlığıyla anlamayı güçleştiriyordu. 

Tam o sırada çorba taştı. Ocak söndü. Kadının saldırıdan önce zehirlenerek, acı çekmeden ölecek olması az da olsa memnun etmişti çatıda ayaklarını sallandıran o oğlanı. Şanslı bir ölümü görmek iyi gelmişti. Ama kadının son anını izleyip onun için dua edemeyecekti. Çevik Bir hareketle kalktı. Merdivenlere doğru ilerledi. Alarm sesi sustu. Oğlan derin bir nefes aldı ve kazağını çekiştirdi. Ama durmadı. Devam etti. Yapması gereken şeyler vardı. Yeteri kadar hazırdı. Kıyameti getirecek kişi olmaya ne kadar hazır olunursa... Ama bu yetmeliydi o an. 

                     İşte son böyle başladı...

Sohbet zamanı:

Genelde apokaliptik hikayer, kıyamet kavramının iddialı duruşuyla yarış edemez. Bu yüzden de klişe halini aldığı olmuştur. Ama aşkı anlatmak, yalnızlığı anlatmak gibi kıyameti anlatmak da insanların vaz geçilmez temalarından olmuştur. Aşkı okumak ve aşkı yaşamak gibidir. Okurken de bir şeyler hissedersiniz ama yaşamak bambaşkadır bu konularda. Özellikle kıyameti deneyimlemediğimiz için daha da yüzeyde kalır anlatılanlar. Bu yüzden bu yazıyı paylaşmakta herhangi bir iddiam yoktur.

Bugün hava çok güzeldi. Pencereden şehre bakarken sokaktaki bir evden bir elektrikli süpürge sesi geldi. Sonra her şeyin mükemmelliği gözüme çarpınca bunu kağıtlardaki dünyamda bozmak istedim. Bu şekilde ortaya çıktı bu yazı da.

Sevgiler...

]]>
Thu, 09 Dec 2021 20:14:23 +0300 ex aliis mundi
Ölüme Dek Yaşamak https://edebiyatblog.com/olume-dek-yasamak https://edebiyatblog.com/olume-dek-yasamak

Ölüme Dek Yaşamak

Önceden kötü şeyleri hazmedebilmesi için zaman geçmesi gerektiğine inanıp kendine zaman tanırdı. Ama şimdi anlıyordu; o, zaman tanıdığı dertlerin büyüdükçe hızlıca kabullenildiğini. Ve ilk defa bu kadar kısa sürede kabullenmişti. 

Hayatının anlamını bulamamıştı belki ama ölümün anlamı ortadaydı. Olması lazımdı sadece. Her şeyin anlamı olması için bitmesi lazımdı. Çaresiz kalmak önemsiz göründü gözüne. 

Bakış açısına tanıdık siyah ayakkabılar girdi önce. Bu olana kadar gözleri yerde uzun süre yürüdüğünün bile farkında değildi. Kafasını kaldırdı. Ve ölürken göreceği yüzü gördü. Gülümsedi. "Her yerde karşıma çıkmayı huy edindiniz siz de." Adam yavaşça yanıt verdi, "Ne yapacağını öğrenmeye geldim. Tercihini yaptın mı?" Kız bakışlarını yoldan geçen araçlara çevirdi. "Evet. Bu bir tercih olmasa bile." Adam kafasını salladı. Yeşil ışık yanınca yürümeye başladılar. Yürüdükleri yol bir yere çıkmıyordu.

 Onlar konuşmayıp sadece yürüdüler. Kadın hiçbir zaman yapamadığı şekilde, hayat koşturmacası olmadan sokakları seyrediyor, oynayan çocukları ve pencerelerden taşan hayatları izliyordu. Adam ise kendince kadın için saygıda bulunup onu yalnız bırakmamaya çalışıyordu. 

Kadın yolda giderken birden duraksadı. Kendi içinde bu süre zarfında ne yapacağı hakkında bir karara vardı. Ve adam onu izlerken koşmaya başladı. Aceleyle yapılan bir koşu değil aksine keyif almak için ve bir de amacı olan bir koşuydu. Yakında olan evine varıp bilgisayarını, defter ve kalemlerini, bir miktar parasını ve küçük bir çanta kıyafetini aldı. Yine koşarak sokağa çıktı. Adam ortada yoktu ama onu zaten hiçbir zaman beklememişti. 

 Ve saçları rüzgarla oynaşırken koştu. Çünkü ölünceye kadar yaşamaya karar vermişti.

Dipnot: Ölüm tarihini ve şeklini öğrenmek insanlara ilginç gelmiş ve gerek filmlerde, dizilerde gerek kitaplarda çokça işlenmiştir. Burada karakter yalnızca yakın zamanda öleceğini öğreniyor. Bu da bize unuttuğumuz ölüm kavramını getiriyor önümüze. Çok da farklı değil durumumuz aslında. Bu yazının sorusu hemen aşağıda.

Siz böyle bir haber alsanız yapacağınız ilk şey ne olurdu?

Neler hissederdiniz?

Veda notu: son iki yazım ölüm temalı olmuş oldu. Ama bunları defterimin rastgele zamanlarında yazılmış sayfalarından çıkardım. Bunları düzenlerken biraz temanın sürükleyici boşluğuna düşmüş olabilirim. Ama demek istediğim ölüm üzerine çokça düşünüp hastalıklı bir zaman geçirmiyorum.

Güzel zamanlar geçirmeniz dileğiyle...

]]>
Mon, 22 Nov 2021 00:00:05 +0300 ex aliis mundi
Ölüm Kapanı https://edebiyatblog.com/olum-kapani-950 https://edebiyatblog.com/olum-kapani-950

Ölüm Kapanı...

Yaşamayı tutkusu yapan kadın şu an ölmek isteyecek kadar tiksiniyordu kendinden. Onu öldüren kendisiydi çünkü. Kararından pişmanlık duyacağını hiç düşünmemişti ancak düşündüklerinin ne kadar aptalca olduğunu da geç fark etmişti. Hastanenin arka bahçesindeki kuytuya yönlendirdi adımlarını. Ayak parmakları ayakkabısının içinde sinirinden kıvrılıyordu. Bahçe duvarının önüne gelince ise kendini yere atıp parmaklarını yere sapladı. Planlarını sonuca vardırmıştı. Neden yanlış olduğunu hissedip acı çekiyordu? Ne, acı mı? Hayır, hayır hayır acı değil. Canı acımıyordu onun. Peki bu kalp yakıcı his de neydi? Bir süre başı eğik, nefes alamaz halde durdu öylece. En sonunda kendini geriye atıp sırtını duvara yasladı ve kapalı gözlerinden yaşlar damladı. Bir kere hıçkırdı, tüm bedeni sarsıldı. İkinci hıçkırığı sonuncuydu ve kendine acıdı. Hipnozunu ani planlara alet etmemeliydi. Onu da kullanmışlardı belki ama sonuçta kendi aklı vardı. Yapmamalıydı. Onun öldürdüğü kardeşinin yasıyla onu ölüme itecek olan hipnozunu yapmıştı. Belki o canını acıtmamıştı ama 'ruh öldüğünde beden sadece bir et parçası...' ikisi de biliyordu bu repliği. Belki beyni ölmeden önce anlamıştır ona yapılanları ancak ruhu intiharına engel olamamıştır. Yası düşüncelerinin pençesini bıraktığında farkına varmıştı yaptığının. Onu yaşatmak istemişti ancak daha o an öldürmüştü onu zaten. Sırtını dikleştirdi. Göz yaşlarının ıslak izini saymazsak toparlanmıştı. O da ölmeliydi yakın zamanda. Aldığı tüm yanlış kararlar ve tüm sapmış düşünceleri gömülmeliydi. Ancak yapması gereken son bir şey vardı. Gerçekleşecek son aptalca plan hem intikamı hem intiharı olacaktı.

]]>
Mon, 15 Nov 2021 00:00:00 +0300 ex aliis mundi
Çıkmaz Sokakta Aşk https://edebiyatblog.com/cikmaz-sokakta-ask https://edebiyatblog.com/cikmaz-sokakta-ask Çıkmaz Sokakta Aşk

"Çünkü sevmek her zaman tek taraflıdır. Seven sensen acısını da senden çıkarır aşk." Derin bir nefes verip düşünürken tavana baktı. "Herkes bilir, duyar aşkın acımasızlığını da hiç kimse ona geldiğinde hayır diyemez. O dünyadaki en güzel 'en kötü' şey." diye son cümlesiyle benim bazı cümlelerimin karmaşıklığına atıfta bulundu. Ve güldük... Belki verdiği pozdandır ama bakışları şu zamana kadar bana bakanlardan çok farklıydı. Şuan çizmekte en zorlandığım kısımlardı. Çünkü anlamını anlayamıyordum ve nasıl çizersem çizeyim o yumuşak bakışı veremiyordum. Ben de çözebilmek için onu incelemeye başladım. Gözlerinde dolanıyordu bakışlarım. Belki ne düşündüğünü çözemesem de çizebilirim diye. Isınmış ve kuru olmayan gözlerinde kendi yansımamı görüyordum. Bunu mu çizmeliydim? Koyu gözlerinde göz bebeğini ayırt etmek zordu ama daha büyüktü sanki çizimin başına kıyasla. İncelemeden sadece ona baktım dik dik. Aklımda söyledikleri... Sonra çizime geri dönüp son ayrıntıları tamamladım. Ve gözlerimi ona çevirip "Bitti. Beklemek... zor muydu?" dedim. Hareket etmese de gözleriyle onayladı. "Resmini..." Kafasını salladı. "Resmimi..." Hızla ayağa kalktı, daha fazla oturmak istemiyormuş gibi. Gülümsedi. Ama dudakları yukarı kıvrılınca gözleri kısıldı ve gözlerinin dolduğunu gördüm. Ama kısa sürmüştü çünkü görmemi istemiyordu. "Alabilir miyim?" Uzattım. Her şeye rağmen incelerken yine nefesini tutmuştu. Normaldi. Çünkü elindeki şu zamana kadar yaptığım en iyi eserimdi. Onun güzelliğinin dışında bakışları vurucu noktaydı. O da bilmiyordu öyle baktığını. Sonra elinden aldım. Ve sildim. Düzelttim. Ayağa kalkıp bana şaşkın bir şekilde bakan adama geri verdim. " Böyle olması gerekiyordu." Yavaşça kafasını salladı. "Böyle olması gerekiyor." dedi. Ve " Çizdiğin için teşekkür ederim." kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtı ancak çıkmadan önce yeniden bana bakıp "Sanırım bunu yapamam ama." Sandalyeme çöktüğümde kapının kapanma sesini duydum.

]]>
Mon, 08 Nov 2021 12:00:00 +0300 ex aliis mundi
Sorry&Halsey https://edebiyatblog.com/sorry-halsey https://edebiyatblog.com/sorry-halsey Yazılarımı yükledikten sonra genelde bir de şarkı araştırması yapıyorum. Okuyucum belki benzer hisleri farklı sanatçılardan yaşarlar diye. Ve benim, hissederek yazdıklarımı şarkılarda bulmak benzersiz bir his yaşatıyor. Birilerinin sizi anladığını ve birilerini anladığınızı hissediyorsunuz. Şu ana kadar yazdıklarım kurgu olsa da bunları yazarken de o durumun içine girip bunları yaşıyorum sonuçta.

Konumuzun özeline geri dönecek olursam, Çıkmaz Sokakta Aşk'ta kızımız birinin ona olan aşkını anlayıp aşığını reddediyor. Halsey'de aşığını reddeettiği için özür diliyor.

Son olarak merak ettiğim bir konu var: Emin olmadığınız için birini reddetmek midir en iyisi yoksa onu incitebileceğinizi bilerek bu işe girmek mi? 

Bu gibi duygu işlerinde, aşk hakkında düşünceleriniz nedir?

Öylesine de olsa fikirlerinizi paylaşırsanız hep birlikte konuşuruz. 

Umarım keyifle dinlersiniz.

Not: Eğer okumadıysanız yazıma da bir göz gezdirebilirsiniz.

Sevgilerle...

]]>
Sun, 07 Nov 2021 22:41:23 +0300 ex aliis mundi
Gergin Sorgu https://edebiyatblog.com/gergin-sorgu-839 https://edebiyatblog.com/gergin-sorgu-839 Gergin Sorgu

....Komiser ilk sorusunu yineledi. “Onun yüzünü görmediğine emin misin?” Kafamı salladım. “Evet, az önce de söyledim. Gösterdiğiniz yüzü daha önce hiç görmedim.” Komiser sanki sorusunu tekrarlayınca verdiğim cevaptan cayacağımı düşünüp hayal kırıklığına uğramış gibi sert bir nefes verdi ve arkasına yaslandı. Gergindim. Bunu fark etmişti. Ve gerginliğimi farklı yorumladığından beni şüpheliye yardım etmiş biri olarak görüyordu. Kaslarım kasılmıştı. Böyle kasılı kaldığı için bir tehlike anında direkt koşabilecekmiş gibi hissediyordum. Ama bir yandan uzun süredir böyle olduğu için içten içten titremeye başlamıştım. Komiser gözlerimin içine baktı. Ve ben gözlerimi kaçırdım. “Elimizde kamera kayıtları var. Daha önce görmedim diyorsun ama sen onunla yaklaşık üç dört dakika konuştun bile. Yine de inkâr mı edeceksin?” Donup kalmıştım. Nasıl yani? Ne zaman? Biraz düşünüp ayrıntılarını hatırladığım son üç günü hızlıca geri sardım. Kimle o sürede konuştum ki? Perşembe günü sadece işe ve spor salonuna gitmiştim. Ve genel olarak insanlarla çok etkileşime girmeyen ben o gün de zorunluluklar halinde konuşmamıştım. Ama bir tek spor salonundaki yeni biri bana sarkıntılık yapınca onu uzaklaştırmak için konuşmuştum o kadar. Yüzüne hiç dikkat etmemiştim. Zaten insanların gözlerine bakamıyordum. Ve bu yüzden az karşılaştığım hiçbir yüzü hatırlamazdım. Onun dışında o gün başka hiç kimseyle o sürede konuşmamıştım. Cuma günü ise işten dönüşte markete uğramıştım. Kasiyerle konuşmuşumdur belki hatırlamıyorum. Bacağımı, kolumu, kafamı kaşıdım gerginlikten. Ama kaşınmam azalmadı. Düşünmeye devam ettim. Bir de market çıkışında poşetleri tam tutamadığımdan biri ile çarpışıp yere düşürmüştüm onları. O da benden özür dilemişti. Ve bana yardım edip gitmişti. Onun yüzü dışında diğer fiziksel özelliklerini bile hatırlamıyordum eşyaları toplamaya odaklandığım için. Cumartesi ise izin günümdü ve o gün dışarı hiç çıkmamıştım. O günü eleyebilirdim. Biraz kendimi zorlayıp kimseyi hatırlamadığımı ve nedenini komisere anlatmalıydım. Yutkundum. Çenem ve dudaklarım titrerken sesimin titrememesi beni şaşırttı. “Ben… Ben son üç günden öncesini tam hatırlamıyorum ama onun dışında bahsettiğiniz kişi olabilecek sanırım üç kişi var. Belki de iki. Biri Perşembe günü spor salonunda bana sarkıntılık yapmaya çalışan biriydi. O olabilir. Ya da Cuma günü markete gitmiştim oradaki kasiyerdir belki. Diğer olasılık ise marketin önünde çarpıştığım kişidir. Bilmiyorum belki de bahsettiğiniz şey daha önce gerçekleşmiştir. Bu bahsettiklerimin de yüzünü hatırlamıyorum aslında. B-ben…” Kekelemeye başladığım sırada durakladım. Kendimi toparlamaya çalıştım. Ancak komiser yeniden konuşmak için ağzını açınca devam ettim. “ B-ben i-i-i-insanların yüzleri-ini p-pek hatırlamam. G-g-gö-g-göz k-kontağı kuramam. O-o-on-n-n-on-on-onların-nın…” ve sonumda çenem kilitlendi. Boynum kasılmaya başladı ve kendimi sakinleştirebilmek için başımı masaya gömdüm. Tüm vücudum titriyordu. Ellerim bacaklarım, boynum, çenem… Kendimden nefret ettim yeniden. Yendiğimi düşünmüştüm. Dirseğimi deli gibi kaşıyordum. Sonra ellerim yüzüme tırmandı. Yanaklarımı kaşımaya başladım. Ama kendimi sakinleştirebileceğim sınırı geçmiştim artık. Tırnaklarım yanağımı yüzmeye başladı ve komiser aniden iki elimin bileğini tuttu ve sıktı. Sonra onları biraz güç uygulayarak masada kontrol altına aldı. O bunu yapınca şokla gözlerim ellerine sabitlendi. Şok vücudumun titremelerini biraz azaltmıştı ama onun ellerinin altından bile titreyen dirseklerimi ve ellerimi görebiliyordum. Aradan bir süre geçti. O tutmaya devam etti ve titremelerim geçti. En sonunda bunu fark ettiğimde uzun süredir tuttuğum nefesim firar etti. O ise hala tutuyordu. Ve geçmeyen şokumla onun yüzüne baktım. Gözleri zaten üzerimdeydi ve bu yüzden direkt gözlerimi çevirdim. Bana biraz daha süre verdi. Bu sırada da şokum tamamen geçti. Elleri gevşedi ve tamamen ayrılıp kendi önünde birleşti. Gözlerim ellerinden ellerime kaydı. Parmaklarının izi çıkmıştı. Gözlerimi bileklerimden de kaçırdım. Sonunda komiser konuştu yeniden. “ Evet, şüpheliyle X marketin önünde karşılaştınız. Kamera kayıtlarında size bir şeyler söylediği anlaşılıyor. Olayı baştan ve ayrıntılı anlatın lütfen.” sonra ekledi. “Acele etmenize gerek yok. Sakince ve detayları atlamadan anlatın yeter.” Gözlerim masada anlatmaya başladım. “ Cuma günü iş çıkışı markete gittim. Kasa sırasında çok kişi vardı. Kasiyer hızlıca her şeyi okuttu ve ben de parayı ödeyip hızlıca çıkmak zorunda kaldım. Bir elimde bir poşet diğer elimle kucağımdaki ürünleri başka poşete yerleştirmeye çalıştım marketin önünde yürürken. Ve o sırada biriyle çarpıştım. Sonra benden özür diledi ve benimle birlikte ürünleri toparlamaya başladı. Bir yandan da ayakta olan diğer arkadaşıyla konuşuyordu sanırım, hatırlamıyorum. O yüzden o dediklerini dinlemedim bile. Zaten her şeyi toplamaya çalışırken fiziksel özelliklerine bile dikkat etmemiştim.” sonra gergince ekledim, “Sanırım kamera kayıtlarında benimle konuşuyormuş gibi göründü ve siz de o yüzden şüpheli ile bir ilişkim var sandınız galiba?” Kısa da olsa ne düşündüğünü anlayabilmek için yüzüne baktım. O da beni izliyormuş, hızlıca gözlerimi kaçırdım. Komiser konuştu “Yanılıyorsunuz. Yanında başka biri yoktu. Bir tek siz vardınız.”...

]]>
Mon, 01 Nov 2021 00:41:47 +0300 ex aliis mundi
Lilly https://edebiyatblog.com/lilly https://edebiyatblog.com/lilly LİLLY

Karşısında duran büyüleyici adama bakıp iç geçirdi ve uzattığı eline baktı. Hiç çekinmeden tuttu o eli. Birlikte yumuşak karların üstünde yürüdüler arkalarında tek bir iz bile bırakmadan. “Benimle gelin matmazel. Size dış dünyayı, bilmediğiniz diyarları göstereceğim. Korkmayın, bendeniz sizi koruyacak her bir tehditten.” Adam ara verip gülümsedi. “Elimi tutun sadece ve hayallerinizi ayağınıza getireyim. Elimi tutun sadece ve size duymak istediğiniz hikayeleri anlatayım. Elimi tutun sadece.” Lilly o kadar mutlu ve huzurlu hissediyordu ki hiçbir şeyi düşünmedi ve dans edercesine hafif adımlarla adamı takip etti. Saçlarını havalandıran hafif rüzgar ona tatlı ve soğuk kar kokusunu taşıdı. Bir iki atıştıran kar taneleri ise onları rahatsız etmeden yavaş yavaş süzülüyorlardı küçük parıltılar gibi. Ama Lilly hiç üşümüyordu incecik elbisesine rağmen. Adamın gülüşü içini ısıtıyordu. Ve elleri… Tuttuğu eli sert ve güven vericiydi. Hareket halindeki bir sıcaklık elleri arasındaki boşlukta dalgalanıyor kollarına doğru çıkıyordu. Adam bilmediği dillerde telkin edici şarkılar mırıldandı. İçinden geçip gittikleri sokakları bile ilk defa görüyordu kaleye yakın olmasına rağmen. Adamın elini daha sıkı tuttu. Yaşadığı gösterişli saraydan bile büyüktü dünya. Kim bilir daha neler saklanıyordu perdelerin arkasında. Birden zihninde bir anı süzüldü. Ama daha o ne olduğunu anlayamadan bir şey o anıyı çekti. Sonra başı döndü sendeledi. Zihninin buzları çözüldü ve o anıyı yeniden yakalayabildi. Güneş doğmak üzere ve her yer karanlıkken odasında geceliğini çıkarmıştı. Üstünü giyinirken çıkardığı hafif sesler küçük kardeşini uyandırdı. Onun başına gidip saçlarını hızlıca okşadı. “ Birazdan geleceğim. İlk karı görmeliyim.” Kardeşi ona itiraz edemedi. Çünkü zaten geri geleceğini biliyordu onun başarısız girişimlerinden. Ama endişeleniyordu yine de. “ Ama lütfen, dikkat et. Orman kenarlarında sihirli canavarlar varmış. Daha sen anlamadan büyüleniyormuşsun. Lütfen o kadar uzaklaşma!” Lilly tebessüm etti küçük kardeşinin tatlı korumacılığına. “ Sen beni merak etme. Hem sen bunları o afacan ikizlerden duydun değil mi?” kafasını hafifçe salladı kardeşi. Karanlıkta gözleri büyümüş ve onu epeyce tatlı yapmıştı. “ Onlar hep seninle uğraşıyorlar, korkutmaya çalışıyorlar. Merak etme gerçek değil anlattıkları. Ama yine de söz ,ormana girmeyeceğim. Nerde olduğuna bakındı ürkekçe. Kafasında tatlı bir his dolanıyordu hala. Ama eskisi gibi değildi. Kendisinde hissediyordu artık. Tanımadığı bir adam şarkısına devam ediyordu. O söyledikçe burnuna tatlı bir koku doluyordu. Şarkının sözleri ona yabancı bir dilde de olsa nasılsa anlıyordu denilenleri. Ve ona büyü yapıldığını fark etti sonunda. “Korkma, beni takip et…” fısıltılı ve hırıltılı bir sesti önceki duyduğunun aksine. Ve büyüleyici adam gitmişti. Şimdi yerde karların içinde sürünen soluk bir yaratık ona doğru sürünüyordu. O da anlamıştı büyüsünün etkisini kaybettiğini. Ama devam ediyordu. Kızın zihni gidip geliyordu ve geriye doğru bir adım attı. Yaratık sürünmeye devam ediyordu ve hızını artırıp ona doğru atılınca kız koşmaya başladı. Doğru yol neresi bilmeden koştu. Sendeliyordu. “Sana hayallerini vereceğim. Hep dışarıyı görmek istemiştin. Benimle gel beni takip et.” Kızın gözleri kapandı. Ona doğru çekildi zihni. Bir adımını kaçırdı ve karda yuvarlandı. Hareket etmeyince yaratık ona bir kuyruğunu dolayıp karda sürükledi. Ve şarkısını söylemeye devam etti hırıltılı sesiyle. Aradan geçen süreyi kimse bilmese de kız uyandı. Canavar fark etmeden bir şeyler yapmalıydı. Saçından düşmediğine şükürler ettiği tarağını çıkardı dişlerini canavarın kuyruğuna saplayıp onu yüzdü. Yaratığın dikkati dağılınca hemen kalktı ve koşmaya başladı. Ama yaratık peşinden gelmeye devam ediyordu. Bir an başını çevirip ona baktı. Yavaştı. Gözünden birkaç yaş düştü. Kız şaşırdı ve o da birkaç saniye kaybetti ama sonra numara olduğuna inanıp koşmaya devam etti. “ Benimle güvende olacaksın. Benimle gel sadece. Elimi tut. Beni takip et. İzin ver seni koruyayım ve sana vereyim hayallerini ve benimle gel.” Kız çığlık atarak koşmaya devam etti. “Birileri var mı? Lütfen… lütfen yardım edin.” 

]]>
Sat, 16 Oct 2021 20:21:47 +0300 ex aliis mundi