EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Garip https://edebiyatblog.com/rss/author/garip EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Garip tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Son Gün https://edebiyatblog.com/son-gun https://edebiyatblog.com/son-gun Şu kıldan ince köprüde yürüyorken sendeleyerek, Senin gözün vardı başkalarının cennetlerinde. 

Derim kendime " yaşanmışlar ve yaşanacaklarla sınar sabrını"

Sabahlar semalardayken sükuneti sahiplen sadece.

İstemem kimse yürütmesin üzerimden şanını.

 Günlerimin dünlere dönüştüğü gün düşlerim gençliği.

Güneşin her tahtına vedasında sayfaların karanlık bir sese kulak verdiği,

 Bir bir boşlukta boğulan bir ben buldum , baka kaldım karanlıkta kör oldum.

Öfke krizlerine dayanamayıp sayfaları uyutur oldum.

Feda ettiğimse birkaç satırlık şiirlerdi.

Feda ettiğimse neticede bir avuç gençliğimdi.

 

Bir özgürlük ateşi doğdu , asırlara ve nesillere taşan.

Sırf külleri bile boğardı tüm hainleri ve düşmanları.

 Babaların onurları için yaşayan oğulları,

Çaldıkları umutları ve güçlü silahları vardı.

 Yine de tüm çabalarımızın meyvesini yiyebiliriz.

Büyük bir ağacın serin gölgesinde huzuru bulabiliriz.

"Çünkü kaderi bile almış olsak da karşımıza, İlerlemeye devam etmeliyiz"

Dediğim anlar yalancı mı çıkaracak beni?

Zamana emanet bu metanet ayakta tutuyor gibi beni.

 Tüm anlamlar bir melodi kadar basitmiş.

Bazı kağıtlar kanlara bedelmiş.

Bir zamanlar o bir zamanlara zincirlenmiş.

 "mış" ve "miş" lere gerek duymamayı öğreten hayat ne getirdi peki?

Yalnız geçen gecelere hükmeden , karanlık bir geleceğimin hayali.

Büyüklerimin masallarında duymuştum .

Gerçekten değecek düşlerin bekçisiymiş.

Senelerimin katiliyim , hangi ölüyü diriltmiş tanrı.

Şimdi hangi öğüt bu bataklıktan çekip çıkarabilir beni.

Tüm karamsarlığımı bu uzun yolun başında yoldaş bellerim.

Zira öyle dizeler dökülürdü ki kalemin dilinde titrerdi ellerim.

Tanımlanamayan hislere bir tercüman değil belki,

 Ama her pes edişin eşiğinden geri çekilişim.

Bu demektir ki canımı zamana emanet etmişim.

 Şapşal bu çocuktum , onun ellerinde yetişmişim.

Serpildikçe anlamışım kaçınılmaz bir serbestlikle düşmekteymişim.

 Bir günü daha gömerken tabutunun üzerindeki yatağımda nasıl mutlu bir düş görebilirim?

Ensemde soluyan ölümün bıçaklarını sayabiliyorken takvim yapraklarında,

Ya da görüyorken yüzümde solan yaşamı parça parça.

Zaten tanrıcıkların ördüğü ağlar yaşatıyorken ucu ucuna.

 Ramak kalmışken sokakların ceset kusmasına.

Gülüme düşkünüm kalan az zamanda.

Kurtarın onu.

Kurtarın gülümü.

Kurtarın , en sert cenklerin meydanlarından bile daha kızıl gülümü.

Bu , belkide tek arzusu bu olan şairin son günü.

]]>
Sun, 12 Nov 2023 16:38:05 +0300 Garip
Sıfır Noktası https://edebiyatblog.com/sifir-noktasi https://edebiyatblog.com/sifir-noktasi Tam şu anda sıfır noktasındayız. Sen okuduğun , ben ise yazdığım her harfte yeniden sıfır noktasına varıyoruz. Hiçbir şey henüz başlamadı ve asla bitmedi. Öncesine bakma , sadece şuan yazılan ve okunan harf var. Tam buradayız işte. Her şeyin sıfır noktası. Her sıfır noktasında aynı anda anlam kazanacak ve kaybedeceğiz. Asırlar sürse bile biz hep burada olacağız. Ne bir harf ileri ne de geri. Bu bizim için en büyük ceza ve lütuf. Her şey mümkün ve mümkün değil. Tek hakikat burada olduğumuz. Sıfır noktasında. Zamanın başlangıcından beri. Tüm bu hiçbir şeyin ve her şeyin içerisinde ebedi bir başlangıç ve çığlıklarımız sadece , aynı sıfır noktası paylaştığımız insanlarca duyuluyor. Burası benim sıfır noktam. Bu kağıt ve içindeki her bir sıfır noktası. Bunlar doğumum ve ölümüm arasındaki her şeyin ve hiçbir şeyin ihtimali. Bir nevi gözlem. Etkisizliğin etkileri izlemesiyle vardığı etkisiz sonuçlar. Eylemlerimizin aslen hiçbir önemi olmayışı gerçeğinin yüzümüze tokat gibi çarpmasını sağlayan bir tür benzetme. Yine de dünyaya olumlu açıdan bakıp da iyi bir şeyler gördüklerini söyleyen insanların bu iddialarını , kendilerine ağır gelen hakikatten kaçma çabaları olarak yorumluyorum ve çok ufak olmasına rağmen içinde , kendisine dair umut taşıyan insanların bu uğurda acı çekişlerini seyrediyorum. Hayal ettikleri geleceğin gerçekleşmesinin ufak ihtimaline zincirler ile bağlanmış durumda , kendilerine üzüldüğüm bir esareti yaşıyorlar. Bense kendim hakkındaki tüm umudu kaybetmiş olmanın özgürlüğüyle ve gururuyla mutlu olamıyorum. Anlaşılıyor ki hangi açıdan olursa olsun özgürlük sadece mutsuzluk getiriyor. Yine de kendim dışındaki , benden sonra da devam edecek büyük değere dair beslediğim büyük umut bazen esaretin mutluluğunu yaşamama izin veriyor. Bu düşünceler içerisinde ise katlanarak artan karamsarlık ve değersizlik duygusunu doğrudan insanlara aktaramamam , yapabiliyor olsam bile yapmayacak olmam beni çokça yoruyor. 

Duyguların en samimi olanı kendi rızanızla başkalarına sunmadıklarınızdır. Bireysel olan ve bireyi gerçekten sevenlerin anladığı o duygulardır. Bu yüzden belki de yazarlar okunmak ister. İçtenlikle ve acımla yazdığı her şiiri paylaştığım an o duyguya olan samimiyetim körelmiş oluyor. Belli ki bu da hayatı daha yaşanabilir kılıyor. En azından beni bu günlere kadar getirdi. Hayattayken kıymet görmeyen sanatçılardan olmakta bu yüzden beni korkutuyor sanırım. Acılarımın ve hüznümün her zaman , şiiri ilk yazdığım an ki kadar keskin ve diri olduğunu hayal edemiyorum lakin hayal dünyam bana başka yollar ile acı çektirmenin yolunu bir şekilde buluyor. Yakın mıdır bilemesem de hissettirdiklerinin yer yer kendimi o cama giderek yaklaştırma arzumu körüklediğini söyleyebilirim. Bu hayallerin bazılarında kendi kendime konuştuğumu ve çeşitli sorgulamalarda bulunduğumu bilirim. Bir tanesini not aldığımı da hatırlıyorum. Sorguyu bitirdikten sonra kendi kedime tekrarladıklarımdan akımda kalanları hemen yazmıştım.  

“Kalkıp aynada kendi suratıma bakıyordum. Sonrasında aklıma gelen ilk cümleler sırasıyla dilimden , karşımdaki yansımamam için dökülmeye başlamıştı;

—Garip adı sadece bir kılıf. Hakikatte mirasının ve yaşamın yükü altında ezilen aciz ve aptal bir insanım sadece. Ömrüm her saniye bedenime veda ederken ruhumun huzura duyduğu hasret paha biçilemez. Sadece uyuma istiyorum , yorgunluğunu yaşadığım bu dünyada rüyalarıma sakinlik girer belki diye. Her saniye düşüncelerimin beynime ettiği işkence beden hapishanemi eskitirken gün geldiğinde ve ruhum bedenimden ayrıldığında ; sayfalar tabutum ve kalemim mezar taşı olurken umudum , kanımın damladığı toprağın çiçek açması yönünde. Bedenim geldiği doğa ile tekrar birleşirken artık sadece türü tarafından yok edilişini bekleyecek. Ölüm ise sonsuz huzura duyduğu hasret ile yaratana ulaşacak. Peşimi bırakmayan günahlarıma karşın bir avuç kadar sevabım ve hakkın merhametine inancım olacak. Günahkar bu bedenin çöküşü , eşine çok kez rastlanmış bir acizlik örneğinden fazlası olmazken benim bunu büyütme gafletinde bulunmam ise en büyük hatalarımdan biri olacak. Zaman usulca saçlarımın siyahından çalarken hayalini kurduğum ben ile aramda olan o uzun yılların bilinmezliğinde kaybolmuş durumdayım. Hayatıma dair her şeyin son karar vericisi  ben olmama rağmen tamamen kör olmuş olmam , nereye gitmem gerektiğini bilmiyor olmam ise içten içe beni tüketen bir zehir gibi. Söylemlerim ve yazımlarımın arkasında sadece , sürekli ölümü düşünen dengesiz bir ruh var. Özünde Garip istenen düş , Haydar ise istenmeyen hakikat. Beynim bu kişilik çatışması sanırım mutlak cahilliğim gerçek kabus sebebi. Sanırım kağıt başındaki Garip ile sosyal yaşamdaki Haydar sadece bir hayal. Yavaşça isimler önemini yitirirken bu tükenmiş bedende geriye tek kalan....

—Ne diyorum ben?

Boynum bükük , öylece baktığım aynadan yavaşça uzaklaştım. Gene uçmuştum o barizdi. Yüzümde aptal bir sırıtmayla yatağıma yöneldim. Bir süre karşımdaki duvara baktım. 

—Ne saçmalıyorum be?

Sonrasında Bahane paradoksuna sürüklenmemek içi ayaklandım.” 

Bu yaşadığım durum üzerinden epey bir zaman geçmesinin ardında bazen ne kadar bencil olabildiğimin farkına varmıştım. Bazı şeyleri nasılda unuttuğumun farkına varmıştım yavaş yavaş. Başıma bir şey gelmesi durumumda üzülebilecek insanlar var hala. He şeyden önce ben bir abiyim. Bunu hep unutuyorum. Alacağım aptalca kararların tek karar merkezi olmam tek etki merkezi olduğum anlamına gelmiyor. Özgürlüğüm de bir noktada burada sınırlı. Kararlarımın tek etki merkezi olacak kadar yalnız olduğumda bu bedeni , inandığım değerler uğrunda özgürce ölüme sürükleyebilirim. Böylece aciz varlığım son bulurken , arkamdan değerli gözyaşlarını heba edecek insanlar olmadığının bilinciyle huzurla bu hikayeyi tamamlayabilir. Şuan için ise sadece , savaştan çok uzaktaki bir zindanda zincirlenmiş ve elinden hiçbir şey gelmeyen bir esir gibiyim. Sadece adaletin , zalim elinde can çekişirken ki çığlıklarını duyabiliyorum. Yaşanan savaşlardaki kayıpları , pes etmeleri , dayanamamaları düşünüyorum. Bunları bilmeliyim. Eğer bir gün savaş meydanında bir aslan gibi durmadan savaşabilme şansım olacaksa bunu bilmeliyim. Gözlemlerimden ise bazı sonuçlara varıyorum.

İrade ve bunun getirdiği sorumluluk cidden büyük bir yük ve pek çok insan bunu kaldırabilecek güçte değildi. Bu sebeple toplanıp yöneticiler seçtik ve irademizden fedakarlık yaparak sorumluluğun ciddi bir kısmından kurtulduk. Tabi yöneticiliğe talip insanlar hep iyi niyetli olmadılar ve yöneticiyi belirleyen çoğunlukta her zaman zeki olmadı bu da işleri bir noktada en iyi yönetebileni değil de en iyi manipüle edebileni seçmeye döndü. Yöneticinin seçilmesinde etkili olan çoğunluk da çoğu zaman aç kalana kadar seçtikleri kişinin aslında iyi bir seçim olmadığının farkına varamadılar. Açlıktan , öfkeden dolayı sesleri isyankar ve yüksek çıkan kitleleri susturmak ve gücü daha fazla elinde tutmak için yöneticiler baskılarını arttırdılar. Bu artan baskıyı da yasallaştırdılar. Kendilerini bir tek karar merkezi yapmak istediler ve bu uğurda halkın kaçmak istediği sorumluluğun çok daha fazlasını onlara  yüklediler. İnsanın direnme eğrisi yükseldikçe kabullenme eğrisi düşer ama sadece bir noktaya kadar. Direnme eğrisi ulaşabileceği en yüksek noktaya ulaştığında aniden düşmeye başlar. Kabullenme ise aynı oranda  yükselir. Bu yaşanan zorluk ve sıkıntıyla alakalı bir durum. Zorluk , sizin en tepe direnme noktanızı aşarsa kabullenmeye başlarsınız çünkü öncelikleriniz değişmiştir. Hayatın giderek zorlaştığı bir yerde bir noktada eğer varlığınızın kendisi doğrudan tehlikeye giriyorsa onu kaybetmemek için kabullenirsiniz. Sürekli baskı ve zulmün olduğu yerlerde de bu yüzden direnmek aptallık olarak görülür. Sonuçta elinizde olanı korumayı istemek en doğal davranıştır ve bazı durumlarda kendi rızanızla ve zorla verdiğiniz tavizlere katlanabilirsiniz. Ama konu , kaybetmeniz durumunda varlığınızın son bulmasına sebep olacak hayatınızsa eğer diğer şeyler önemini yitirmeye başlar. Ölmemek için kabullenirsiniz ama sadece sıra size gelmemiştir. 

Her geçen gün şartların daha da kötüleştiği bir yerde iyimser düşünmek zaten imkansız gibi bir şey.  Bahsettiğim şartlar altında insanların neden böyle davrandıklarını da gayet anlayabiliyorum.

Her eylemimiz , er ya da geç hissedeceğimiz o tarif edilemeyen acı duygusundan acınası bir şekilde kaçma çabamızdan doğuyor. Hiçbir şey yapmamanın cazip rahatlığında kaybolacak kadar yıkılmak ise zamana bağlı bir pes etmişlik. Bedenin , arzuları yerine getirmekte nihai araç olmaktan bir hapishaneye ve ruha bağlı bir prangaya dönüşmesi ise kaçınılmaz bir hakikat. Ölümün ise bundan kurtulmanın tek yolu olduğundan başka bir seçeneğe varamıyorum. Anlamsızlığa doğru olan acı verici bu deneyimde , yaşanan ve yaşanacak her şeyin kısmetsizliğinden ötürü ağlamam gerekirdi. Lakin bir güç göz yaşlarımın sağanak misali yanaklarımda yere doğru akmasına engel oluyor. Bu ise sadece daha fazla acı çekmeme sebep oluyor. Sanki öyle büyük bir günah işlemişim ki ağlamak bile yasaklanmış gibi. İçimde birikenler bir katran misali karartıyorken , ağlayarak kendime acizce bir şeyler kanıtlama çabasında mıyım yoksa sadece rahatlamak mı istiyorum emin değilim. Neticede yaşananlar zaten yaşandı.  Bunu değiştirmenin hiçbir yolu yokken göz yaşlarından medet ummak anlamsız olabilir. Ama zaten var olmamız bile bir muamma ise belki de sadece isteğim şeyi yapabilmeliyim. Buradaki tek sorun ise yapamıyor olmam. Artık açık ki kendim için ağlayacak kadar kendime değer vermiyorum. Bu değeri hak ettiğimi de sanmıyorum. Türümün tüm kusurlarına fazlasıyla sahip olmam bir yana içten içe acizliğini ve anlamsızlığını bilmeme rağmen hayatımı olmayan hayallere tutundurmaya çalışacak kadar da acınası bir haldeyim. Sonuç olarak bu seferde de bir çözüme varamamış oldum. Sanırım şimdilik hayatım var olmamım cezasını kendi elimde çekmemden ibaret. Umarım tanrı dualarımı kabul ederse bende , er yada geç varacağım sona şahitlik ederken ki yorgunluk ve hayal kırıklığına karşın denemiş olmanın vicdani rahatlığıyla kara cana teslim olurum.

Hissettiklerimin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu anlamaya çalışırken kaybettiğim zaman , sonunda acı beni pençelerine aldığımda kalbime sapladığı bir hançere dönüşüyor. Tam "Artık bu acıya alıştım" dediğimde hançer daha da zehirli geliyor sanki. Ben bu dünya da tek başımayım. Tüm acılarıyla , zorluklarıyla , hisleriyle ben tek başımayım. Her anımın tek sorumlusu. Kaçınılmaz bu acı ve hüzne hazır olmalıyım ama sanırım asla yeterince hazır olamıyorsun. Her seferinde bir şekilde...

Öfke güldürür , hüzün güldürür , yalnızlık güldürür , umutsuzluk güldürür er ya da geç ama bu gülüşler ne olur onu bilemiyorum. Sanırım giderek bir yardım çağrısına dönüşüyor. Haktan tek bir şans istiyorum her seferinde. Beni getirdiği bu hayata da gülerek bakacağım. Belki bu gün olmayacak , belki gülüşler mutluluktan doğmayacak ama bu olacak. Şu an sadece bu yalnızlık içerisinde insanlara bakabiliyorum. Henüz iyi bir şey göremedim. Tüm bu düşünceler içerisindeyken aniden gelen ölme isteği. Tüm sorunluların , tüm dertlerin bir kaç adım atarak ulaşabileceğim balkonla son bulabilecek kadar basit olmasına rağmen çoğu zaman ruha cehennemi yaşattığı gerçeği. Bunla nasıl baş edebilir ki insan?

]]>
Fri, 22 Sep 2023 13:24:57 +0300 Garip
İnceleme: Tick Tick BOOM https://edebiyatblog.com/inceleme-tick-tick-boom https://edebiyatblog.com/inceleme-tick-tick-boom  

Tick Tick Boom , yönetmenlik koltuğunda Lin-Manuel Miranda`nın oturduğu ve başrolde  Andrew Garfield`ın oynadığı Netflix yapımı bir müzikal film.

Gerçek hayatta da yaşamış olan Jonathan Larson isimli besteci , söz ve oyun yazarının yaşadıklarını anlatıyor. Film boyunca Jonathan , hayatının en önemli kısmını bir müzikal olarak anlatıyor. 8 yıl boyunca üzerinde çalıştığı “Superbia” isimli çalışmasını keşfedilmek ve sanatıyla hayatını devam ettirebilmek umuduyla 30. yaşına basmadan yetiştirme çabasını izliyoruz.

Bu film şu ; ana karakterin hayaline ulaşması için önüne çıka zorluklar ile mücadele etmesi , bir ara pes eder gibi yapıp sonrasında bir şekilde başarıp mutlu sona ulaşması klişesi aslında ancak bir konu bu filmin hikayesini çok iyi kılıyor. Bu konu ise realite. Bu tarz diğer filmlerde ana karakter , tüm sistemlerin mükemmel işlediği bit ütopyada yaşıyormuş da bir tek çevresindeki insanlar onlara inanmıyormuş gibidir. Bu filmde ise ana karakterimizin en büyük problemi ne vakit ayıramadığından üzülmelerine sebep olduğu arkadaşları ne ona inanmayan insanlar ne de kötü giden ilişkisi değil geçim sıkıntısı ve 30 yaşına girmesine çok kısa bir süre kalmış olmasına rağmen hala çevresindeki diğer insanlar gibi bir düzen oturtturamamasıdır. Hayali ve sanatı uğruna 8 yıl boyunca bir müzikale çabalamış ancak neredeyse 30 yaşına gelmesine rağmen elinde koca bir sıfır vardır. İsterse tüm bu işten vazgeçebilir ve oldukça güzel bir hayatı olabilir. Arkadaşları ve sevgilisiyle arasını düzeltebilir , güzel bir miktarda para kazanabilir , iyi bir araba ve ev sahibi olabilir. Ama bunlara sahip olmak onu gerçekten mutlu edebilecek midir? Yoksa tüm bunlar pahasına büyük bir risk alıp sanatını mı icra edecektir. Faturalar birikirken , zaman giderek akıyorken , sevdiği insanları kaybederken… hayat devam ediyor  , para kazanması lazım , ilk kez sahneye çıkacak olmasına rağmen hala Superbia bitmemiş durumda. Yetiştirebilecek mi? Peki ya başarısız olursa? O zaman son 8 yılı çöpe gitmiş olacak. Hayatının geri kalanını , ruhsuz bir beyaz yakalı olarak mı geçirecek , müzik yapma isteği her yerini sarıyorken? İşte film boyunca Jonathan bunlarla mücadele ediyor. Bu açıdan bu filmi çok seviyorum. Zaman sizi beklemiyor. Tik tik tik zaman akarken sorunlar üst üste biniyor ve tik tik sesi giderek daha da hızlanıyor. Sen daha ayağa kalkamamışken yeni sorunlar doğuyor ve tik tik sesi her seferinde daha da hızlanıyor ta ki BOOM sesini duyana kadar.

Ve dediğim gibi Jonathan tüm sorunlarını çözebilse bile ya Superbia başarısız olursa. Jonathan`ın 8 yılda üzerinde çalıştığı bu müzikal…nasıl desem…biraz alışılmışın dışında bir iş. Hatta baya alışılmışı dışında bir iş.

Eğer hayatınız boyunca yapmak istediğiniz bir şey bulduysanız bunun uğrunda önünüze çıkan herkesle savaşabilirsiniz. Ama eğer doğrudan sistemin kendisi sizin gibilere alışık değilse ya da doğrudan sizin gibileri barındırmak istemiyorsa o savaşı ne kadar ileriye götürebilirsiniz ki? Yaşamak için temel bazı şeylere ihtiyacınız var. Her sanatçı hayatlarını çok iyi geçirmedi. Hatta ciddi bir kısmının değeri , onlar öldükten sonra anlaşıldı. Bu riski alabilir misiniz mesela. Bu film bunları bir ke daha düşünmeme sebep olmuştu. Yani kısacası bu hikaye bana benzerlerine nazaran daha realist geldiği için seviyorum.

Oyunculuklar ise oldukça başarılı. Özellikle başroldeki Andrew Garfield muazzam bir iş çıkarmış. Gerçekten çok iyi ir performans sergilemiş. Duyguyu izleyiciye vermeyi çok iyi başarıyor. Diğer oyunculularda da rahatsız edici bir performans yok. Filmin odağının Jonathan dışında kaydığı diğer karakterlerin oyunculuğu da fena değil.

Şarkılar ise gerçekten çok güzel. Benim favorilerim 30/90 , Swimming , Come to Your Senses ve Louder Than Words. Özellikle 30/90 şarkısı özünde depresif bir konu anlatıyor olmasına rağmen oldukça hareketli olması baya hoşuma gitmişti. Şuna da değinmezsem olmaz Sunday şarkısının olduğu kısım kesinlikle ilginç ve oldukça komik bir kısımdı.

İşin hikaye dışındaki kısımlar hakkında (yönetmenlik , oyunculuk vs.) pek bilgim olmadığından bu kadar bahsetmem yeterli olur diye düşünüyorum.

Özetle Tick Tick Boom ; Netflix`sin nadir başarılı işlerinden biri bence ve iyi bir hikaye izlemek , iyi müzikler dinlemek istiyorsanız bu filmi kesinlikle izleyin.

]]>
Tue, 15 Nov 2022 13:18:44 +0300 Garip
Şeytan https://edebiyatblog.com/seytan https://edebiyatblog.com/seytan İlk sessizlikte yükselen gürültülü fısıltı.

Ardından sadece korku bıraktı.

Her bir karanlık köşeden yükselen kabuslar vardı.

Boyumu aşardı korku ve kafese bürünüdü.

Daraldı nefes,

Daraldı kafes,

Eksik bir ses,

Yalvarışlar Tanrıya ;

Lütfen meleklerini yolla ve zincirlerimi kes.

Avuçlarındaki ufak ateş , üstlerindeki dağılmayan zehirli duman.

Kalemin yaşlarından sayfalarca sahnelerde samimi gösteri.

Bir yandan eşlik eden bıçaklar var.

Sanırım kanıma susuyorlar.

İçindeyse kaçamazsın şeytanlardan.

Elindeyse saklanamazsın bıçaklardan.

Bırak sokak lambaları anlatsın,

Bazıları için pisliğin para kadar ki değerini.

Şehirler sözlerinden daha zehirli.

Kuytu köşeler biliyor yalnızca ölen fikirleri.

Her günün körüklediği kara alev içimdeki.

Bilmedikleri sohbetler olamıyor deva .

Bulamıyorlar çare.

Sıkıyor zincirler.

Biniyor binbir yükler.

Seytanlarla imzalanan anlaşmalar bu yüzden.

Ay'ın gök kubbeyi ikiye böldüğü gece,

Kefen sanmışım cennetleri.

Şehrimi boğar ve güneşi saklarlardı.

Ama esaretini sevmeyen yıldızlar da vardı.

Aydınlık , karanlığın ellerinde doğmuştu.

Bu yüzden bir tek geceye aşıktım.

Ölüp diriliyorum.

Kaygıyı büyütüyor , ellerinde ölüyorum.

Bıçakları daha fazla hissediyorum.

Geçmiş sarhoşluğuyla geceleri uyuyamıyorum.

Sanırım sadece büyüyorum.

Cehennemden düşen bir tutam ateşle dünyada,

Yüzyıllardır insanlık kavrulmakta.

Çelişkilerimin kesiştiği yerdeyim.

İçimdeki şeytansa,

Bu ateşten mi doğmakta?

Duysanız da sesimi , lütfen bilmeyin beni.

Ben bana en büyük yabancıyım.

Gölgem bile yürümüyor benimle.

Kim bilir?

Belki yeryüzündeki şeytanlardan biriyim.

Belki de bu hikayenin kötü adamı.

Durmadan yürüdüğümde bile tek gördüğüm kaldırım taşları.

Artık geri dönüyorum.

Canım elimde.

Kalemimde tek kurşun.

Sanırım katil oluyorum.

Önümde dünyanın şeytanları.

Hayaller , hakikatle hasbihallerime kadar vermiyor acı.

Bir heves ile açsamda hüsranı görüyor gözlerimi.

Unutma karanlık ışığı örterken;

Öfke güldürür,

Yalnızlık güldürür,

Hüzün güldürür,

Umutsuzluk güldürür.

]]>
Fri, 14 Oct 2022 20:00:08 +0300 Garip
Ay'ın Kızı https://edebiyatblog.com/ayin-kizi https://edebiyatblog.com/ayin-kizi

Emek , anla saydam boyayla resmedilen zor sanat.

Sanat , hür kılmasa da kuşlara kabulümü kılan asil kanat.

Onunla kucakladığım gök kubbe kan ağlar.

Yaşlarından bir yudumla sarhoş olan ayyaşlar,

Kara cana can armağan etmekten yılmadılar.

Yorgun kuşlaraysa bir sürgünü helal kıldılar.

Kemiklerden inşa tahtlarından kağıtlara sığınan kuşları taşladılar.

Gene de o kuşlar şiirlere uçmayı bırakmadılar.

Kabullenmeyecek kadar zamanım var.

Asırlık tiyatroda kendi komedyamda oynayacağım.

Gece görülür yeryüzündeki elmaslar.

Her birinde esareti tadan yalnız ruhlar var.

Umutsuz bir gecenin karanlığında tek birini aydınlatan o ışık,

Ay'ın kızından güneşe yıldızlar bir armağan.

O gecenin suskun bekçilerinden biriyim sadece.

Bu eşsiz olaya şahitliğimi şiirle resmedeceğim.

Kalemin küskünlüğünü kaldıramıyorum. 

Umutsuz geleceğime karşı görünmez bir umuda aşkla yaslanıyorum.

Bu aşk uğruna yavaş yavaş ölüyorum.

Kendimin katiliyim , bitmez karanlık bir zindanda bir başıma sorgum.

Tadı cazip zehirli yemeklerle doyamayanlar, Yaş şerbetli tatlılara mahkum.

İçimizdeki boşluğu kaç yıllık yalanlar doldurur.

Yine de "Sana güveniyorum" son sözümüz oldu

Sözden gelen özlem zehri amansız hastalık.

Dayanamayan yüreklerin sonu oldu.

Kılıcına güven ve kalkanına sarıl.

Hayat savaşında nice hayatlar harap oldu.

Samimiyet , sahtelik maskesiyle örtülmezse büyük günahmış.

Bir adım bin ölüme bedelmiş.

Masallar yaşlara dayanan.

Yaşlar masalları yalanlayan.

Yalanlar çölde bulunan serap vahalarmış.

Küçük çocuğun bilmezliği.

Yaşlı adamın yabancılığı.

Saçları yaşları beyazlara boyarmış.

Aslında yaşlar saçları kara yaşamdan temizlermiş.

Yaşlandıkça tertemiz kılarmış.

Çünkü toprak ananın bağrında kirli evlatlara yer yokmuş.

]]>
Fri, 26 Aug 2022 21:45:57 +0300 Garip
Gökyüzü https://edebiyatblog.com/gokyuzu-3426 https://edebiyatblog.com/gokyuzu-3426 Şehrin üstüne çökmüş gibi görünür uzaktan , yıldızlı gece.

Aşık oldum , gün terk ederken görünen feleğin elmaslarına.

Gözümü alamadım da boynum tutuldu göğe bakmaktan.

Güneşe karşın elmaslarının derin uykusu için üstüne çektiği beyaz yorgan.

Doyum olmayan bir anlık bakışlar için yaşayan.

Kader ,sigarasının dumanıyla örttü geleceğin üstünü.

Gün geldi mi tez söyler diller , canın bu diyardan sürüldüğünü.

Gün geçtikçe vurur yüzlerine bilinmezlik kendilerinin körlüğünü.

Doğru söyle de Hak görsün yanına temiz döndüğünü,

Bir hevesle cennet yoluna adım sayarak yürüdüğünü.

Arkamızda bırakamadığımız tarih fazlasıyla kanlıydı.

Masumlara bile kılıcımız yegane yargıydı.

Düşman kalelerine kadar kinimizden gelen katliamın söylemi varmıştı.

Asırlara hakim o savaştan ayakta kaç asker kalmıştı?

İnsanlık tarihimize daha kaç aynı masaldan yazılmıştı? 

]]>
Wed, 17 Aug 2022 10:45:40 +0300 Garip
Işık https://edebiyatblog.com/isik https://edebiyatblog.com/isik Dünya üzerinde ne güzel durur beyaz kefen.
Şimdi dağlarımın yeşil etekleri kadar temiz misin?
Söyle sarılsam kirletebilir misin?
Seması kadar cazibeli ve zirvesi kadar gizemli.
Kuşlara bu kadar yakınken hala hissediyorsam zincirlerimi,
Özgürlüğü aramamalıyız mı gökyüzünde?
Göz alabildiğince güzelliği geride mi bırakmalıyım?


Duvarlar kadar dürüst.
Kapanan ışıklarla açılır perdeleri tavandan tiyatrolar.
İki tutam hüzmenin yönetmenliğinde cılız gölgelerin oynadığı oyunlar.
Sessizlikleri kadar dürüst.
Ufak söylemlerin anlattığı büyük hayaller.
Gün gelir gayretlerim yaşlarımı sevmezler.
Acı bir melodinin getirdiği tatlı tebessüme akan tek damla sel kadar dürüst.


Distopyada parmaklıklar sağlam mıdır?
Topraklarım hapishaneyken bedenime , ne kadar kaçabilirim şiirlerle?
O çocuktan miras kabuslar , asırlara karşı koyabilecek kadar zamansız mıdır?
Besbelli , kan çanağı gözlerimin gördüğü benden biri.
Her gece yalnızlığıma sarılırken beliriyor bütün duvarlar , parmaklıklar.
Bu zindana gün ışığını haram kılmışlar.


Gökyüzünde asaleti , yeryüzünde esareti tattım.
Her gece keşfettiğim yeni karanlık köşeler.
Hangi yalanları rüya dünyalarını süsler?
Bilmeseler de ruh , rayların kenarından  ölüm trenini bekler.
Özler ve yolunu gözler , geçmiş zor günlerde tecelli etmemiş adaletin.
Günün sonunda gene kendimle şiirlerde buluştum.
Sanırım adımı dahi unuttum.


Kendim ile iki yabancı , yürüdüğümüz bir uzun acı yolu.
Kara toprak meleği kabul ettiğinde ciğerlerimde bir zehir dönecek.
Bir gün gelecek boşluğa düşmesine göz yumduğum yarınların sonu.
Nasıl olacak?
Her hayalperest düşlerinin bedelini ödeyecek.


Kirli ağızlardan bir kaç paçavra.
Kan mürekkebe teslim kalemden bir dizi kelam.
Ölümle doğmuş dedelerin torunlarına huzur haram.
Döne döne savaşan aslana zincirleri ne büyük zarar.
Toprağımda şu şiirler günah.
Korku hükmünde sanat tehlikeli karar.
Sonunda parmaklıklar cılız ışık arasından karanlığa aydınlığı karalar.
Her gece şiirlere sarılırken beliriyor bütün duvarlar , parmaklıklar.
Bu zindana gün ışığını haram kılmışlar. 

]]>
Fri, 29 Jul 2022 14:42:28 +0300 Garip
Bazen https://edebiyatblog.com/bazen-2949 https://edebiyatblog.com/bazen-2949 Gözlerime giden bu yollardan en son ne zaman ırmaklar aktı.
Kaldı, milyonlarca kinin arasında buruk yüreklerin en cılız sesi.
Esti ,yıktı ve geçti emirleri ; huzur arayan gezginleri.
Yalnız bırakın artık beni , doldururken her gece eskizimi.


Kurumuş ırmakların dibinde çırpınan hüzünlere şahit oldum.
Artık ağlamak bile zor geliyor elginlere.
Yanımda duranlar , öfke nöbetlerimde bir bir terk etti dostluk sofrasını.
Çıkmalıyken savaşların en anlamlısı , çarpışmalıyken kalemlerin en keskin şiirleri.
Duymak bile ağır geliyor şimdilerde o hüzünlü sözleri.

Dilime küskünlüğüm , gelmişken haykırma günü doğruları sessiz kalmasından.
Kalan vardı hala , bedeni burada ama ebedi geçmişinde yaşayan.
Yarıştırdıkları kan ter içinde kaldı , umutlarının ufukları ise fırtınalarla kaplı.
Kanlı elleri kirletti , kara gününde dedemi alın teri kadar ak adaleti.
Zenginin delaleti fakirin iradesinin önüne geçti .
Yoksa son ölüm çok mu yakın?

Fikirlerinde dalgalanan bayrakları tarif etsek hangi ressam çizebilir?
Kızıl fırça darbeleriyle resmeder mavi-yeşil tuvale ,kabuslara hakim bir canavar.
Asırlardır canavarın pençelerinde boya olan sayısız akıllar.
Şiir , uçurumun ucunda tutunulan cılız bir dal parçasıdır.
Kaderinde , kökleriyle kara canı kucaklayan bir çınar olmak var mıdır? 

Kaç kez şahit oldum bulutların , kızıla çalan sarıya teslimiyetine. 
Sakla gözlerini semadan , eksilmesin güneşin nurundan.
Zamansız bir eserde , heybetiyle ulu gökyüzünün bir halk kadar yaşları.
Topal elginin dayanağı bu baston ve
Onunla dürttüğü kara toprak,
Kim bilir nice yiğitleri yaşatmadı.


Ay'ın dürüstlüğü,
Kader kördüğümünün ön gördüğü,
Tozlu bi rafta çürüyen bizlerle buluşurlar
Mavi tuvale beyaz boyayla pamuktan sanatı ,
Bi kaybolmasıyla güneşinin sel olan o yaşları.
Semaya hakim o kuşu selamlar. 

]]>
Wed, 22 Jun 2022 11:07:57 +0300 Garip
Uzun Şapkalı Adam (Fedai) https://edebiyatblog.com/uzun-sapkali-adam-fedai https://edebiyatblog.com/uzun-sapkali-adam-fedai (!!!UYARI!!! BİRAZDAN OKUYACAKLARINIZIN YAŞANAN VEYA YAŞANMIŞ OLAYLAR İLE HİÇBİR İLGİSİ YOKTUR. OLAYLAR VE KARAKTERLER TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜ OLUP HİKAYEDE YAŞANAN OLAYLAR İLE İLGİLİ YORUMLAR HİÇBİR SİYASİ FİKRİ TEMSİL ETMEMEKTEDİR.)  

Tamam. Burada dur. Geniş bir sokak. Meşguliyetlerin de boğulmuş bu sokak dolu insanların belki de duyduğun ilk kaygı duygusunun kokusu alınabilecek kadar güçlü. Kendilerinden başka kimseyi düşünmeyen bu insanların yaşadığı kafa karışıklığı sokağa bile yansımış , normalde sadece geçip gidenler şimdi adımlarını " Ben de buradayım " demek için sert bir şekilde atarken sokağı kaosa boğuluyordu . Ama bu beni şuan çok da ilgilendirmiyor. Eski bir dostu görmem gerek.

Bir kaç sokak ileride inşaatı tamamlanmamış iki katlı bir beton yığını(ev) var. Eski dostum orada olmalı. İkinci katından sesler geliyordu. Belli ki buradaydı. Birden yıllardır görüşmenin getirdiği bir gerginlik içimi kapladı. "Hadi." dedim içimden ve beton yığının içine daldım. Hızlı adımlarla 2. kata çıktım ve evet karşımdaydı.

Fedai: Elgin ... ben geldim.

Elgin: O hoş geldin. Buyur otur bir şeyler ikram edeyim sana.

Fedai: Umursamaz tavrının arkasında takındığı endişeli adamı görebilen belki de tek kişiyim ve bana bile mi böyle davranıyorsun. Gerçekten yaşlanmışsın.

Elgin: Kibarlık ettiğim için özür dilerim zira yıllardır görüşmediğin bir arkadaşına iyi davranmak kabalık olarak kabul ediliyor bu zamanda galiba.

Derin bir iç çektikten sonra devam ettim;

Fedai: Sen ciddi misin? Dışarıda insanlar birbirlerini vurma seviyesine gelmiş , Delayn tutuklanmış , polisler sokaklarda göstericileri durdurmaya çalışıyor ve tüm bunların sebebi olan sen hala kibarlık diyorsun.

Elgin:....

Fedai: Ve tüm bu kaos , asla gerçekleşmeyecek ütopik bir hayal için. Seni uyarmıştım.

Elgin: Ve bende sana defalarca açıklamıştım. İnandığım değerler uğruna savaşmaktan beni kimse alıkoyamaz.

Elgin: Delayn'i neden bu işe dahil ettin peki? Onun suçunu ne?

Elgin: Ben hiçbir şey yapmadım. Kendisi yaptı ne yaptıysa.

Fedai: Gerçekten yaşlanmışsın. Hıııımm ....eskizi bana ver. 

Pişmanlıkla dolu bir yüz ifadesi ile arkasındaki kolilere doğru yöneldi. Onu ilk defa böyle görüyordum ve bu gerçekten tuhaftı. Hiç sorgulamadan , canından daha kıymet verdiği kitabını bana verdi. Bir süre ikimizin de eli eskizin üzerinde kaldıktan sonra kulağıma eğilip " Ona iyi bak" dedi. Pişmanlık duygusunun bitirdiği bir adam vardı resmen karşında. Hiçbir şey demeden kitabı elinden çekerek aldım. Hızlı adımlar ile beton yığınından dışarı çıktım sonrada o sokağı terk ettim. Meydana doğru yürümeye başladım ve bir yandan da eskize ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

İnsanlar protesto için şimdiden gruplaşmaya başlamışlardı. Haklarını istiyorlardı ama bunu haksız yollardan elde etmek onlar için sıkıntı değil gibiydi çünkü aralarından geçerken çoğunda silah olduğunun farkına varmıştım. “Ne kadar da salaklar. " dedim içimden. Gerçekten ; yanlış eylemlerin meydana getirdiği ve engel olmak istedikleri sorunu , o soruna neden olabilecek başka bir eylem ile mi durduracaklardı. Komik kısmı ise cesaret aldıkları ve şu anda hapiste olan kişinin tamda olmamaları için uyardığı şeylere dönüşmüşlerdi. Sadece bulunmak için bulunuyorlardı , doğru insanlar ile doğru bir harekete dönüşebilecek bu eylemde. Kendilerini bir yere ait hissetme duyguları onları o kadar aciz kılıyordu ki ... "Neyse" dedim sessizce. Giderek artan kalabalıktan ayrılırken eskiz ile ilgili ne yapmam gerektiğine kafa yormaya devam ettim. Zarar veremezdim çünkü bir emek ve yılların değeri vardı içinde ama basit bir şekilde saklayamazdım da . En sonunda aklıma sandığa koyup gömmekten başka bir şey gelmemişti.

Kasaba gidecek ve kitabı , kimsenin bulamayacağı bir yere gömecektim. Kasabadakiler çoğu şeyi umursamayan insanlardı zaten. Dikkat çekmezdi. Ama bir araca ihtiyacım vardı.

Ben kalabalıktan ayrıldığımı sandıkça yeni insanlar gelip kendimi yeni bir kaosun içinde bulmama sebep oluyorlardı. Nereden bir araç bulabileceğimi düşünürken gözüme ; sakatlanmış bir kız çocuğunu yerden kaldırmaya çalışan , ortalamadan biraz daha yaşlı bir adam takıldı. Nedenini anlayamadığım bir biçimde yardım etmek geldi içimden. Yanlarına gittim ve ayağı sakatlanmış baygın kızı sırtıma aldım.


İsmini bilmediğim adam: Çok teşekkür ederim beyefendi. Ben Martuh . Sizin adınız nedir?

Fedai: Fedai. Nereye gidiyorsunuz.

Martuh: Arabamız ileride. Şehirdeki olaylardan dolayı kızımı kasaba götürüyordum.


Parmağı ile ilerideki bir noktayı gösterdi ancak giderek artan kalabalıktan dolayı bir şey olup olmadığı belli olmuyordu ama bu benim kasabaya gitme yolum olabilir.

Fedai: Ben kızını arabaya götürmene yardım edeyim sende beni kasabaya götür.

Martuh: Tamam , anlaştık.


Bir ordu gibi sokağa dökülmüştü insanlar , yanlarına aldıkları silahlar ile. Bu gece gerçekten şehir kana bulanabilirdi. Bu sivil orduyu yararcasına Martuh`un gösterdiği yere doğru ilerledik. Bir süre sonra kalabalığı sonunda aşmayı başardık ve arabada görünürde idi. Küçük de olsa omuzlarımda birini taşıyarak o kalabalığı aşmak cidden beni yormuştu. Çocuğu nazikçe arka koltuğa oturttum. Nasıl bir kaza geçirdiğini bilemiyordum ama şuan zedelenmiş bir bacağa sahipti ve baygındı. Bildiğim şey ise bunun başına gelmesinin sebebi o kalabalıktı. Gerçekten de komikti. Ancak kimse gülmüyordu. Bizde arabaya bindik ve yola koyulduk. Ben bir süre daha bu durumu düşünmeye devam ettim. Sorsak oradaki insanlara ; çocuklarının geleceği için endişeliler , şu bu haklarını falan çaldılar vesaire vesaire. Pek çoğu , uğuruna mücadele verdikleri şeylere sahip çıkmaktan bile acizdi. Daha önce de dediğim gibi sadece var olmak için varlar. Kendi aciz hayatlarından ve beceriksizliklerinden uzaklaşıp kendilerini bir yere ait hissetmek için şuan birilerine sıkmaktan bile korkmayacak kadar acizler , zavallılar. Kendileri olmaktansa başka biri olmak onlara çok daha kolay geliyordu ve şimdi o adam hapiste. Bu gece kesin çok kan dökülecek ve bu çok komik olacak.


Artık şehrin dışına , kasabaya doğru giden ana yola girmiştik. Martuh bana dönüp ;


Martuh: Yardımınız için tekrar teşekkür ederim. Kasabaya neden gidiyorsunuz peki?

Fedai: Sadece kısa bir işim var. onu halledip ayrılmayı planlıyorum.

Martuh: Şehre dönmek tehlikeli olabilir. Sizi evimizde ağırlamaktan onur duyarız.

Fedai: Zahmet vermek istemem. Zaten şehre dönmem gerekiyor. Orada da tamamlamam gereken işlerim var.


“Gerçekten bir işim mi var şehirden? “ diye geçirdim içimden . Aslında sadece göstericilerin arsına karışıp tutuklananları ve ölenleri izlemek istediğimden geri dönecektim. Gerçek buydu ama bu ne kadar normal bulabilirdi ki ?


Martuh: Çok meşgul birisi olmalısınız. İsteseniz işinizi halledince sizi şehre ben götüreyim. Benimde bu gece ki işim son işim olacak. Şehir artık çok tehlikeli , kızım ve annem ile vakit geçirmek istiyorum.

Fedai: Sizin işiniz nedir sorabilir miyim?

Martuh: Güvenli güçlerindenim . Bu gün son günüm. Normalde ayrılacaktım işten ancak son günlerde şehir çok karışık. Şu işler bitsin kasabada kızım ve yaşlı annem ile yaşayacağım.


Dur bir saniye . Vay canına . Geçekten çok komik. Keşke bunu dışarıya da yansıta bilseydim ama anlık donmuş bir yüz ifadesi ile öylece kalakaldı.


Martuh: İyi misin?

Fedai: Evet iyiyim. Sadece Güvenlik güçlerinden olabileceğini tahmin etmemiştim ondan dolayı biraz şaşırdım.

Martuh: Bu iş için fazla yaşlandım ama bu gece son olacak.

***

Bir kaç saatin ardından kasabaya vardık. Birbirlerine benzeyen ancak ayrı birkaç evden oluşan , yeşil bir çayıra kurulmuş , şehirden ve toplum hayatından uzaklaşmak isteyenlerin toplandığı küçük bir yer. Yöneticiler buraya pek bulaşmaz , zaten burada da suç işleyecek insanlar gelmez. Toplum tarafından dışlanmış ,fabrikalarda çalışamayacak kadar yaşlı yada sakat bir avuç insan. Bir nevi güvenli bölge gibidir. Sadece akraban varsa , birileri ile dostluğun varsa veya buradakiler için iyi bir şey yaptıysan yerli halkı tarafından kabul edildiğin bir yer. Hem şehre bağlı hem de şehre bağlı olmayan... Araf’ta olan bir yer.

Martuh : Yardımların için teşekkürler Fedai. Evim hemen şurada. İşini bitirdiğin zaman gelirsin. Seni şehre geri götürürüm.

Fedai: Teşekkür ederim. Ben işimi halledince haber veririm sana.


Birlikte arabadan indik ve Martuh kızını alıp evine girdi. Benim ise artık bu eskizden kurtulmam gerekiyordu. Gelmeyeli yıllar oluyordu ama gene de burada dedemin bir evi olduğunu hatırlıyorum. İllaki içerisinde bu kitabı koymak için kullanabileceğim sadık , kutu gibi bir şey vardır. Bir süre hatırlamaya çalıştım evin nerede olduğunu. En sonunda eve giden yolu hatırlamaya başladım. Dedem öleli yıllar oluyordu ve onun ailemizden benden sonra kalan tek kişi olduğunu düşünürsek de karşılaştığımda illaki evinin hangisi olduğunu anlardım. Yaklaşık beş dakikalık sessiz ve temiz hava içeren bir yürüyüşten sonra o derme çatma ev karşımdaydı.


Kapı sıkışmış ve açılmıyordu. Bir iki adım geri çekilip kapıya omzum ile sert bir şekilde vurduktan sonra kapı ile birlikte yere kapaklandım. Omzumu ovuşturarak yerden doğruldum ve direkt karşımda o belirdi. Dedemin ; küçük bir çocukken asla dokunmama izin vermediği , eve girişte kapının karşısındaki raflarda duran orta boylardaki sandık. Sebebini anlayamadığım bir şekilde kimseye dokundurtmaz , içinde ne olduğunu da kimseye söylemezdi. Daha pek çok sebepten dolayı bir süre sonra “Deli bu ihtiyar” demeye başlamışlardı. Sandığı görmemle tüm bunları anımsamaya başlamıştım. Gerçi artık çok da umurumda değil içinde ne olduğu. Bende deli olduğunu düşünenlerdendim zaten. Hatırlıyorum da durduk yere yanıma gelir ve “Sana mirasım olan büyük hazinemi yıldızlara sakladım” gibi şeyler söylerdi. Tabi ki de bu cümleleri beş parasız olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Yavaşça sandığa yaklaşıp elime aldım. Elime alana kadar hiç umurumda değildi ancak açmak için kapağına elimi uzattığımda sanki içinde önemli bir şey varmış gibi heyecanlandım. Açtım. Hiçbir şey yoktu. Bomboştu içi. Yıldız desenleri ile süslenmiş boş bir sandık.

Umursamaz tavrımı tekrar takındım ve evden sandıkla birlikte dışarı çıktım. Evin arkasında deniz , aşağısında ise kayalık vardı. Arka tarafa doğru yöneldim. Evin arkasında bir kürek bir çapa vardı. Yıllardır kimsenin dokunmadığı çok belliydi. Her yerleri örümcek ağı ve pas ile kaplıydı. Küreği elime aldım. Üstündeki kirleri temizledim ve yeri kazmaya başladım. Ufak bir çukur açtıktan sonra eskizi dedemin sandığının içine koyup çukura attım e çukurun üstünü kapattım.

“Bitti.” dedim içimden denize bakarken. Hemen ayrılmadım ama. Tam uç noktaya oturup ayaklarımı aşağıdaki kayalıklara doğru sallandırırken güneşi kucaklayan o denizin inanılmaz görüntüsüne şahitlik ettim bir süre 

***

Kapının ziline bastım. Kapıyı Martuh açtı;


Fedai: Gidebiliriz

Martuh: Tamam birazdan geliyorum.


2-3 dakika sonra ise tekrar dışarı çıktı ve birlikte arabaya binip yola koyulduk.


Akıntıya karşı yüzen bir balık gibiydik adeta. Artık huzuru tatmak isteyen bir kesim hızla kaçıyordu şehirden. Biz ise kana susamış gibi şehre dönüyorduk.


Martuh: İnsanlar gerçekten kafayı yemiş.

Fedai: Neden ki?

Martuh: Baksana. İnsanlar evlerini terk ediyorlar güvende hissedemedikleri için.

Fedai: ....

Martuh: Şehre neden döndüğünü hala anlayamadım ama hava kararınca sokaklarda dolaşmasan iyi olur. Zaten toplaşmaya başlamışlardı biz kasabaya giderken. Gece olunca saldırır bu çakallar.

Fedai: Diyecek bir şey bulamıyorum. Bizi ölüme götüren eski doğamızdan ayrılarak oluşturduğumuz bu yeni doğa yüzünden kaosa sürükleniyoruz. Aynı anda hem haklı hem de haksız olabileceğimiz gerçeğini basit zihinlerde bir mantıkla uyuşmuyor bu da sahiplerini sorun çıkartan kişileri yok etmeye ya da susturmaya meyilli yapıyor .

Martuh: ... Kimsin sen? Yanlış anlama ama hiç de böyle cümleler kuracak birine benzemiyorsun.

Fedai: Bazı şeyleri düşünmek için fazlaca vaktim vardı diyelim.

Martuh : Ama cidden neden döndüğünü merak ediyorum.

Fedai: Bir dostum ile buluşup ona kasabadaki işimi hallettiğimi söyleyeceğim. Başına bir iş açmaması için de bu gece yanında kalacağım. Dediğin gibi gece olunca sokaklar tehlikeli bir hal alacak ve o başını belaya sokmayı seven bir bunak.

Martuh: Baban falan mı , yoksa ...

Fedai: Aile dostu diyelim.

***

Hava artık tamamen kararmıştı ve ben daha önce bu kadar öfkeli bir kalabalık görmemiştim. Aralarından zar zor sıyrılarak beton yığınına varmıştım. İnsanlar yüzlerini bez maskelerle kapatmış , bazılarını ellerinde çeşitli sloganların yazdığı pankartlar, bazılarının ellerinde ise çeşitli küçük silahlar vardı. Korku ile kontrol edilen kalabalık insanlar artık öfke ile kontrolden çıkmıştı. Kalabalıktan yükselen sesler arasında ben beton yığının içine girmiş , hızlıca ikinci kata çıkmıştım ancak Elgin burada değildi. Var olan üç beş eşyasını da burada bırakıp gitmişti. Bir müddet öylece kalakaldım. “Nereye gitmiş olabilir ki?” sorusunu düşünmeden edemiyordum. Kitaplarının olduğu kolilere doğru yöneldim. Bunları yanında götürmemesi beni asıl endişelendiren şeydi. Normalde de sürekleri burayı terk eder , birkaç gün ortalıkta görünmedikten sonra tekrar geliri ama her seferinde kitaplarını da yanına alırdı. Bu kadar çok kitabı nasıl yanında taşıdığını asla anlayamazdım ama o hep bunu yapardı. Bu sefer ise hepsi buradaydı ama o yoktu.


Dışarıdan gelen kaos sesleri giderek yükseliyordu ve ben burada daha fazla zaman kaybedemezdim. Yükselen saçma sloganlar ve tüm o bağırma ve çığlıklar arasında kaosun kokusunu almak istiyordum. “Geçmişini bilmeyen cahillerin , kendilerini yok eden atalarına hasreti”. Sonuçta kendimizin gelecekte oluşturabileceği hüzne , öfkeye , kine karşı dayanıklılığı günümüzün hüznüne , öfkesine , kinine şahit olarak kazanırız. Aldığımız her darbe vicdanımızı biraz daha köreltir. Duygular insanı insan yapsa da onu zayıf kılan yegane şeylerden biri idi .


Dışarı çıktım. İnsanlar yönetim binasının olduğu yöne doğru adeta akıyorlardı. Öfke ile taşmış ve şimdi tüm zalimleri boğmak için sokakları dolduran bir taşkın. Silah sesleri yükselmeye başlamıştı kalabalıktan. Belli ki polisler durdurmaya çalışıyorlar ve bunu da zor yoldan yapmak dışında bir seçenekleri yok. Göremesem de içimden bir ses başarılı olamayacaklarını söylüyor.


Akıntıya bıraktım kendimi daha fazlasını görebilmek için. İlerledikçe ölmüş veya yaralanmış sivil sayısı giderek artıyordu ama sadece yakınları dönüp bakıyor gibiydi. Çoğunluk ise etrafında dolaşarak sloganlar söylemeye , bağırmaya devam ediyordum. Kendimi tutmaya çalışsam da bazen dayanamıyor ; tebessüm ediyor , etrafımdakilerin dikkatini çekmemek için olabildiğince sessiz bir şekilde gülüyordum. Bu zamana kadar çıkan isyanlarda zalimleri devirmek için bağıran asiler amaçlarını başardıklarında yeni zalimlere dönüşmüşlerdi. Gerçekten bir şeyleri değiştirmek için çabalayan insanlar ise sloganları ve yüksek çıkan sesleri ile değil bilgi ile besledikleri fikirleri ile başarmayı denemişler ve bir noktaya kadar da başarmışlardı. Aynı hataları defalarca yapmaları istemsizce sırıtmama neden oluyordu.


Ta ki bir silah seslerinden bir çok yakınımda duyulana kadar. Tebessümünü saklamaya çalışan yüzüm yavaş yavaş endişeye bürünüyordu ama merakıma yenilip silah sesinin olduğu yöne yöneldiğim. Bir polisti bu. Anlaşılan göstericilerden biri ondan önce davranmıştı. Çok da umursamamıştım yüzünü görene kadar. Bu Martuh`du. Yanına gittim. Daha önce de gözümün önünde can çekişenleri görmüştüm ama uzun zamandan sonra ilk defa karşımda k, kişi için üzülüyordum. Yanına vardım ;


Martuh: Fedai ... Sen misin?

Fedai: Kendini yorma. Seni bir hastaneye götüreceğim. Biraz dayan!


Hiçbir şey demedi. Öksürdü . Sonrada ... Kurşun kalbine çok yakın bir yere gelmişti. Ben Martuh`un cansız bedenin başında dururken kalabalık etrafımızdan akıyordu. Öylece kalakalmıştım. Ağlamıyordum ama artık gülmekte istemiyordum.

]]>
Wed, 01 Jun 2022 09:08:53 +0300 Garip
Bir Yanım https://edebiyatblog.com/bir-yanim https://edebiyatblog.com/bir-yanim Döndüm durdum ama gene aynı yerdeyim.
Geceye süslü bir buket armağan ediyorum.
Yeter ki iyi an adımı elmaslarına , yağdırsınlar kaleme ilham.
Zira döndüm durdum da gene aynı yerdeyim  vesselam.

Ölümcül bir hastalıkla bu diyar kavrulmakta.
Yalnız kalmaktan korktuğumdan sarıldım sayfalara ve şarkılara.
Şimdi son mum da yatsıda sönmesin ; hayat yorgunu , yatak döşek hastalara.
Yeterdi derdim , belki  derdi olan o ufak insanlar bir karınca kadar güçlü olsalar.

Kalem şairlere sigara ve içine çektiği şiirden dumanlar.
Her nefeste kalbime akan kafiyeler zehirli ve israf.
Zaman bir sonbahar ve rüzgarları en değerli hazinenden çalar.
Sert eser bazen , koca çınarlar bile kalır çırıl çıplak.

Ruhumu verdim bir rüyaya ; bedenim ölü , gecelerim öksüz kaldı.
Zaman ayyaşı ayılıp toprağa vardığında kendisinden bir bedeni vardı.
Şeytanlar pusuda beklerken bu ateşten çemberin içinde bir mucizedir aslının hayatta kalması.
Ama zaten kaybetmek biz üç beş garibe en büyük yârdı.

Kafamda kurduğum hayaller ile küsüp barıştım.
İçimdeki şeytanlara yenik düşerdi , her gün doğumunda bir yanım.
Karanlıktan korkan bir çocuğun gece çökünce ki acizliği kadarım.
Ya güneşin doğumuna varır ya da geceye alışırım.


Akıp giden zaman , olamadıklarımdan dolayı dilimden düşmeyen vahlardı.
Zamanla hüznüm , üzerine beyaz ölüm yağan saçlarım kadardı.
Güzel bir rüyanın haram olduğu geceler nice şiirlere kucak açan ahvaldi.
Penceremin kenarı ile aramda duran tek şey bu şiirlerdi.

Şimdi bu dizelerde kağıda olduğum kadar kimseye dürüst olamamıştım,
Kaleme güvendiğim kadar kimseye güvenmemiştim.
Dört duvarlı hayal diyarında yaşayan o çocuk oluyorum hala bazen.
Karşımda aynam , gözlerimden yorgunluğumu okumuştum.

(Garip)

]]>
Sat, 21 May 2022 16:57:08 +0300 Garip
Genç Yolcunun Seyir Defteri https://edebiyatblog.com/genc-yolcunun-seyir-defteri https://edebiyatblog.com/genc-yolcunun-seyir-defteri Uyku pınarları gözlerime hakim.
Yine de yüzümde yeşerirdi sebepsizce  çiçekler ve
Kolayca dökerlerdi yapraklarını bu yaralı toprağa.
Yorgun beden , ağır adımlar ve dönen başım.
Hayaletimdir belki , bilmeseniz de aranızda yaşarım.

O , dört duvarda dünyalara sığmayan hayaller büyüttü.
Hayat bir yol , yalnız adımlarla yürüdü.
Yalnızlığımın ortasında güzelliğine aşık olunan bir gül büyüttü.
Zamanla Eski mutlu haliyle bu bedenden sürüldü.
Yaş aldıkça üstüne yağan yaşlarımla gülümü büyüttü.
Soluyorken yanında bir ben vardım ,
Onunla birlikte çürüdü.

Bende önce vardı yolun sonuna ,
Hüznünde boğuldu.
Bitmiş bu bedenle attığım son adımlar;
Kırılan kemiklerinin acısı bir yandan,
Ama o gene de huzuru kucaklar.
Sıkıca sarılır ve bağrına basar.
İki kuyu arasında taşan yaşlar ,
Yakarışlarını hakka taşıyorlar.


Asırlar döküldükçe ömür yapraklarından kaybeder yeşillerini her toprak.
Bir bakmışız kuraklık hakim pınarlara,
Çatlakların arasında açan bir çiçeğe hasret kalmışız.
Sazımızla hüzünlü bir ahenge selam veriyoruz.
Bazen de bir oluyoruz da armonilere karışıyoruz.
Yine de sona doğru topallarken baston olacak birini bulamıyoruz.

Bunu öğütleyen nice masallardan geliyor sanırım ilham.
Okunup da daldığım rüyalardan uyanamıyorumdur belki,
Bu yüzdedir belki  yaklaşanlardan kaçmalarım , yalnızlığıma sarılmalarım.
Yalnızlığımın ortasında bendime hakim o dağınık satırlarım. 

Kaos ve öfke kokan dizelerim mecbur sanırım sayfalardaki esaretlerine.
Şiirler de olmasa ne yapardım?
Dört duvarlı hayal diyarımda kafayı yemek kaçınılmazdı ama;
Kaybolurdum ya da yok olurdum kalemim şiir ağlamasaydı.
Kalemimden düşürmediğin aynı kelamlardı,
Zamanın zamanla hırpalayacağı bu bedenin önemi mi vardı?

Kaldı yanımda yıkımları da lakin belki kalplere selamları vardı.
Allah’ım! Huzura hasret bu kulun ne çok yandı.
Şiirler de olmasa ne yapardım?
Dört duvarlı hayal diyarımda kafayı yemek kaçınılmazdı ama;
Kaybolurdum ya da yok olurdum kalemim şiir ağlamasaydı. 

]]>
Thu, 12 May 2022 16:15:59 +0300 Garip
Her Zerresi https://edebiyatblog.com/her-zerresi https://edebiyatblog.com/her-zerresi Günahkar bir kuldu.
Yürüdüğüm yollarca yoğruldu.
Dilsiz şair ,
Ya da sazsız bir aşıktı.
Bir tiryaki gibi , tüketiyordu sorun ve kaos.
Öfkesi ise doğurdu ağır kelamları ve acı şiirleri
Günahlarının bedelini esaret ile öder yorgun bedeni.

Esen serin rüzgar kucaklar bu yanan esiri.
Zira dünya , cenneti hak etmek için yandığımız bir cehennemdi. 
Haktan gelen kıyamet ise hasretle beklenen misafiri.
Lakin;
Ölüme elçilik eden günlerini,
Unutmak ile geçti dünleri.

Öfkenin ardından sükunet doğurur şiirleri.
Sessiz çığlıklar buluşturur mu kağıtla kalemi?
Cehaletin esaretinde , kana hasret ruhların delaleti.
Kan ağlar gökyüzü, yaşları adaletin makberi.

Haktan bir şans istedim ;
Dünya cehenneminde kıyameti gelmeden cenneti görmeyi,
Halkımın canını alan diktanın tahtını kalemimde eritmeyi,
Tekerrürlünde sıkıştığımız tarihi talihimizi değiştirmeyi,
Son kez adaletin mazlumun yanında tecelli ettiğini bilmeyi.

Tanrım azat et ruhumu beden maskesinden. 
Öfkem , içine düşeni çürüten bir katran.
Şimdi hapishanede duvarlara çizik atmakta , Satırlar demir parmaklık.
Gene de bir korku duyuyorum , 
İçimde tek dişli canavarın kanında yıkanmayı arzuluyana bir vampir var.

Geceye hakim psikozlarım ama
Güneşi batıran anneannemin yaşlarıydı.
O dört duvarda dünyalara sığmayan hayaller büyüttü.
Hayat bir yol , yalnız adımlarla yürüdü.
Yalnızlığımın ortasında güzelliğine aşık olunan bir gül büyüttü.
Zamanla Eski mutlu halimle bu bedenden sürüldü.
Yaş aldıkça üstüne yağan yaşlarımla gülümü büyüttü.
Soluyorken yanında bir ben vardım ,
Onunla birlikte çürüdü.

Bende önce vardı yolun sonuna ,
Hüznünde boğuldu.
Bitmiş bu bedenle attığım son adımlar;
Kırılan kemiklerinin acısı bir yandan,
Ama o gene de huzuru kucaklar.
Sıkıca sarılır ve bağrına basar.
İki kuyu arasında taşan yaşlar ,
Yakarışlarını hakka taşıyorlar. 

]]>
Fri, 06 May 2022 11:45:17 +0300 Garip
Dağınık https://edebiyatblog.com/daginik https://edebiyatblog.com/daginik Dağınık saçım.
Kalbin taşıdığı acıyla ölçülür yaşım.
Yaşım kadardır gözlerimin yaşarışı.
Yaşamımdan arda kalanlardır dünyada yaşayışım.
Toprak kabul etmez şiirleri , onlar adımı yaşatır.
 
Dağınık saçım.
Karışır oldu karamla akım.
Hayat koridorumun anlamı , sonundaki kilitli kapım.
İstesem de bulamam anahtarını , aralamaya korkarım.
Korku sert zincir ve ağır pranga , kanar ayaklarım.
Bu yüzden acı verir dik durmaya çalışmalarım.

Dağınık saçım.
Dünya güzellerine karşın tek mal varlığım kağıdım.
Üzerinde dans eder sessiz yakarışlarım.
Haydar dedikleri ölümlü hali ,Garip adında ki aslımın.
Yazgısında yer alır "Yer ve gökte ibresi şaşmış insanlardan biri.
Lakin tek dileği doğrunun safında ömür yapraklarının dökülmesi.
Garip yalnız bir güldü zira sonbahar son yıllarda sert geçmişti."

]]>
Wed, 27 Apr 2022 07:18:52 +0300 Garip
Arşiv 2 (Özgürlük) https://edebiyatblog.com/arsiv-2-ozgurluk https://edebiyatblog.com/arsiv-2-ozgurluk Tanrı , insanlara özgürlüğü hediye ettiği an onlar birlik olup kendilerine boyunduruklar inşa ettiler. Sonrasında kendi acizliklerinin suçunu birbirlerine , hayata , tanrıya attılar. Boyundurukta doğan çocukları ise zaten hep orada olduklarından boyunduruğun  fark etmediler. Böylece bir kısmı özgür olduğu kanısına vardı. Hâlbuki çoğu , özgürlüğün ne demek olduğunu bile bilmiyordu.

Özgür olduğu yanılgısına kapılanlar bunu hissetmek istediler.

•Bir kısmı gruplaşmaları tercih etti. Fikirsel özgürlüğü hissetme arzusu şahısları gruplaşmalara itti. Sonrasında bu gruplar kendilerinin asıl doğru olduklarını iddia etti. Ayrıştılar ve çatıştılar. Gücü eline almayı başaran gruplar kendilerinden zayıf olan kesimleri ezmeyi kendilerine hak kıldı. Zamanla ezilenler ezen , ezenler ise ezilen oldular belki ama özünde bu döngü hiç değişmedi. 

•Başka bir kesim ise özgürlüğü hissetmek için güce aşık oldu. Bir grubun eylemleri üzerinde mutlak karar verme yetkisine sahip olması , kendisini kölelerine karşın özgür kıldığı yanılgısına sürükledi. Yalanlar ile insanların gözlerine bir perde çekti. Görmek istedikleri şeyi gördüler , görmek istemedikleri şeyleri ise görmediler. Bir çoğu da acı gerçeğe değil de tatlı yalana inanmayı seçti. Bu seçimi yapanlar seraplarda kayboldu. Güce aşık olanlar ise bu kişileri kanatları altına aldı. Onlardan aldığı güçle yönetim basamaklarında bir bir yükseldi. Para insanı getirirdi , insan da gücü ... Parayı istediler ve gruplara , kendi ürünlerini satın almak mecburiyetindelermiş gibi hissettirdiler. Boyunduruklarını süslediler ve onlara , sanki farklı bir şeymiş gibi sattılar. Öyle ki bir süre sonra müşteriler kendi rızaları ile , bir karşılık beklemeden bu boyundurukların reklamlarını yaptı. Özel hissetme istekleri sömürülen bu insanlar da farkında olmadan  güce aşık olanların kanatları altına girdiler.

•Bazıları ise özgürlüğü farklı olmakta aradı ancak bunu sağlamak için ucuz yolları seçtiler. Yalanlar anlattılar ve diğerlerine kendilerini çok farklı biri olarak gösterdiler. Diğerlerinden daha süslü ve farklı boyunduruklar satın aldılar. Kendilerini tanıma isteklerini ise güce aşık olanların hurafeleri ile tatmin ettiler. Bir yalanı yaşadılar ve ufak , kısa süreli mutluluklara bağımlı oldular. Müşteri , mürit , seçmen oldular ve güce aşık olanlarca sömürüldüler. Sonuç olarak özgür hissetmek için çıktıkları yolda kölelik kavramınım tanıma uyan bir ömür geçirdiler.
Aciz varlığımız , bilmenin getirdiği sorumluluk altında ezildi. Biz de kendimize görkemli zindanlar ve süslü boyunduruklar inşa ettik. Mutluluğu , geçici materyallerde arayışımız bizi bu zindanlar ve boyunduruklar iyice bağladı. Zamanla dışarısını unuttuk. Zaten zindanda doğan çocuklar için ise dışarısı hiç olmamıştı. İçinde bulunduğumuz bu durumu belirtenleri dışladık ,sürdük, öldürdük. Bu dönemde ise sorunumuzun nedeni cahillikten çok istek ve arzu haline geldi. Boyunduruklarına aşık topluluklar yarattık. 

Neticede benimsememiz gereken ölüm , kaçılan ve korkulan olmuştur.

Kısıtlı ömrümüzün her bir anı acizliğimizin kurbanı olmuştur.

Özgürlük ise , içten içe asla ulaşmak istemediğimiz...

]]>
Fri, 15 Apr 2022 11:30:22 +0300 Garip
Son https://edebiyatblog.com/son-1982 https://edebiyatblog.com/son-1982 —Ben küçükken sürekli aynı kabusu görürdüm. Annemin dedemi ziyaret etmek için uçakla yola çıkacağı gün hasta olurdum. Ağrılarımın acısıyla kıvranırken annem dayanamaz ve o günkü uçuşunu iptal edip beni hastaneye götürürdü. Ertesi gün ise uçağı düşer ve ölürdü. Her gece bu kabusla kan ter içerisinde , ağlayarak uyanırdım. Bir tek şey değişirdi rüyalarımda. Ger seferinde hastalığımı daha da şiddetli geçirirdim. Sanki kader felaketi haber ediyormuş gibiydi. Anneme hiçbir zaman rüyalarımı anlatmadım. En sonunda o gün geldi. Şuan o günü düşünmeden edemiyorum. Birebir aynı şeyi yaşıyor olmama rağmen anneme "Bana bir şey olmaz. Sen git." diyememiştim. Hastalıktan kıvranıyordum ve iyileşmek istemiştim. Diyemedim. Hala bunun acısını yaşıyorum. 

—Bunu başka birine anlatmak seni rahatlatıyor mu?

—Hayır.

—Bak. O vakitlerde küçük bir çocuktun. Tahminim rüyalarını böylesine bir kaybın psikolojik etkileri sonucu hikayene sonradan eklediğin yönünde.

—Hayır. Uydurmuyorum o rüyaları gördüm.

—Sakin ol.... Bak suçluluk duygusu seni tüketiyor. Uçağın düşmesi ve ya hasta olman senin suçun değildi. Bunun yükünden kurtulamazsan korkarım ki ileride ciddi sorunlar doğurabilir. 

Sinirden elim ayağın titriyordu. Sakinliğimi korumaya çalışarak;

—Sanırım seansın sonuna geldik doktor .

Diyerek odasını terk ettim. İnsan kalabalığının arasına karışıp evime doğru yol aldım. Öfke ve pişmanlık ayaklarıma güç veriyor ve bedenim bu , kaos içerisinde harmanlanmış insan topluluğunu yarıyordu adeta. En sonunda apartmanıma  varmayı başarmıştım. Katıma çıkıp yaptığım hatanın ve bencilliğimin lekesini gizlemek istercesine hareketler ile dairene girdim. 10. Katta kalıyordum. Burası şerhin dumanının biriktiği ve insanı zehirlediği bir kattı. Bu evden nefret ediyordum. Varlığım , elimdeyken kaderi değiştirme şansımı teptiğim ve annemin ölümüne sebep olduğum gerçeğini yüzüme vuruyordu. Ne doktorlar ne de ilaçların bir faydası vardı. Aslında çözüm basit ve bir o kadar da zordu. Günahımın lekesi bedenime işlemiş ve ruhuma işkence ediyordu. Asıl varlığımı günah yüklü bu bedenden kurtarma düşüncesi ,  her annemin ölümünü aklıma getirdiğimde daha da cazip bir hal alıyordu. Bedenimin artık bunu kendine şartlandırmasından olsa gerek , salondaki camı açarken kontrol bende değilmiş gibi hissediyordum. Rüzgar zehir dumanı salona doldururken asla boş kalmayan o yoldan geçen arabaların gürültüsü insanı sağır ediyordu. Ama ben kendimi uzun zamandır hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Cama tutunup ayaklarımı dışarı sarkıtırken içimden "Kaderin beni uyarmış olmasına rağmen bir şey yapmadım. Ben katilim." Diyordum. Bir süre öyle kaldıktan sonra rüzgarın hızını tenimde hissetmeye cesaret edebildim. Sağır eden gürültüye her saniye daha da yaklaşırken temizlendiğimi hissediyordum. Gözümü kapatıyor ve annemi tekrar görebilecek olmanın mutluluğunu yaşıyordum. 

]]>
Sun, 20 Mar 2022 21:37:53 +0300 Garip
Arşiv 25 ( Mavi Masuma Yağan Kızıl Kin ) https://edebiyatblog.com/arsiv-25-mavi-masuma-yagan-kizil-kin https://edebiyatblog.com/arsiv-25-mavi-masuma-yagan-kizil-kin Açıkçası ne diyeceğimi bilemiyorum. Uzun zamandır bu yazıyı yazmak istiyordum ancak başına oturmaya cesaret bile edemedim şu vakte kadar. Konuyla ilgili araştırma yaptıkça karnıma ağrılar giriyordu ama bir şekilde bu konudan bahsetmem gerekiyordu. Normalde bu , Uygur soykırımını sansürsüz bir şekilde anlatan kurgusal bir öykü olacaktı ama bundan vazgeçtim. Yazdıklarımın bir faydası olmayacağı bilinciyle kahrolurken bu yazıda sadece hakikatlerden bahsetmeye niyetliyim. 

Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı soykırım , araştıranları şeytanın yeryüzüne indiğine inandıracak cinsten. Adeta dünyanın en büyük hapishanesi konumda bulunan bölgede binlerce masum insan sırf ırkları ve dini inanışları yüzünden işkence görmekte ve hatta öldürülmekte.

Terörist olduğuna dair belgeleri imzalamadığı için tecavüze uğrayan kadınlar , gözleri önünde annesi ve babası öldürülen çocuklar , kendi din ve benliklerinde işkence yoluyla uzaklaştırılan binler var . 

2009 ' da Urumçi'de 200'e yakın Uygur Türk'ü kurşuna dizilerek infaz edildi.
2017'de inşaatları başlayan yetimhanelere ailelerinde zorla kopartılmış 500 bin çocuk yerleştirildi.

2 , sonrasında da sadece 5 sene bağımsız kalan Doğu Türkistan halkına uygulanan zulümlerden kurtulabilmiş kişilerinde anlattıkları kan donduran cinsten. 

Daha önce toplama kamplarında tutulmuş Kayrat Sumarkan yaşadıklarını şu şeklide anlatıyor ;

"Sorgulama sırasında ağır işkenceler gördük , ufacık hücrelerde çok sayıda insan bir arada tutulduk ve kimilerini intihara sürükleyen Komünist Parti rejiminin acımasız uygulamalarına maruz kaldık."

Bedenlerini saran ve hareket etmeleri durumunda acı çekmelerine sebep olan sandalyelere zincirlenip günlerce sorgulanan insanlar ayaklarına bağlanan 5 kiloluk prangalarla , daracık ve penceresiz hücrelerde 40 ' a varan sayıda kişiyle zorla tutuluyor.

Her aileye yerleştirilen  ve en ufak bir hatalarında onları fişlemekle görevli Çinliler var. Uygur kızları Çinli bir erkekle evlenmek zorunda. Sokaklarda adım başı polisler var ve sıkı denetimler uygulanıyor. Camiler yıkılıyor ve kişinin dini inancını ve ırkını belli eden en ufak şey hapis cezasına sebebiyet veriyor. 

BBC'nin Uygur toplama kamplarına yaptığı ziyarette arka plandaki kişilerin yüzlerine bakın. Bu detayı fark ettiğimde iyice kahroldum. İnsanlar gülmek zorundalar adeta kameralara karşı. Sonuçta ağlamaları durumunda bile cezalandırıldıkları bir zindandan kastediyoruz.

Çin , geçmişin kini ve ucuz iş gücüyle paranın hırsıyla günümüzde bir insanlık suçu işlemektedir. Tüm bu olanlara rağmen BM'nin Uygur soykırımına son vermesi adına Çin' e yolladığı mektupta bir tane bile İslam ülkesinin imzası yer almamaktadır. Türk basını da Uygur soykırımından bahsetmemektedir. 

Tüm bu yaşananlar insanlık için büyük bir utanç kaynağıdır. Çin , Uygur halkına yaşamayı bile çok görüyor ve bir ırkının kökünü kazımaya çalışıyor. 

Akıttıkları kan mavimizi kirletirken de biz çok da bir şey yapamıyoruz.  

]]>
Tue, 08 Mar 2022 14:53:04 +0300 Garip
Atatürk' ü Anlamak (Safındaki Hainler) https://edebiyatblog.com/ataturk-u-anlamak-3kisim-safindaki-hainler https://edebiyatblog.com/ataturk-u-anlamak-3kisim-safindaki-hainler Kişi ; fikrin varlığını fiziksel olarak yeryüzünde yansıtan kişilere , yansıttığı fikirlerden daha fazla bağlanırsa eğer her ne kadar destek veriyor muş gibi gözükse de hem o kişiye hem de fikre zarar verir. Çoğunluğun fikri değil kişi savunması durumunda da kişinin ölmesiyle fikrin de temelleri sarsılır. Sembolleştirmenin aşırılığı sonucunda oluşan destekçilerde fikrin safhındaki hainlerdir. Kimse o fikre bu kişiler kadar zarar veremez. Günümüzde kemalizm için de durum aynen budur. 

Mustafa Kemal'in ve silah arkadaşlarının zaferi tarihi bir yaşanmışlıktan çok masalmış gibi anlatıldı hep topluma. Keskin çizgilerle ayrılmış iyi ve kötünün savaşında iyi olanlar sıfır kayıpla ve mucizevi bir şekilde zafer kazanmış gibi anlatılıyor. Kişi bu masaldan etkilense de hakikatle karşılaştırılınca pek bi ütopik gelmesinden dolayı bulunduğu zaman dilimiyle bağdaştıramaz. Masalla karşılaştırınca düşmanı çok daha güçlü , kendisi ise kahramanlara kıyasla aşırı zayıf görünür ki "Hayır ." der. "Ben bunu başaramam." diye de ekler ve dertlerini sıralayıp iyice vaz geçer. Önümdeki engellerin aşırı fazla olduğunu ve kendisinin başarmasınım imkansız olduğunu kabullenir. 

Mustfa Kemal Atatürk çevresindeki olumsuz durumların hepsini aşarak , uğurunda savaştığı hayallerinin önündeki engellerin kendisini devirmesine izin vermemiştir. "Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır." sözünü de bu yüzden söylemiştir zaten.  Tüm kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olmasına rağmen asla umutsuzluğa kapılmamış ve vazgeçmemiştir. Vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmemiş , ne gerekiyorsa onu yapmak için hayatı boyunca çalışmıştır. Bu bir masal değildi. Böylesine büyük bir zafer için verilen kayıplar da büyüktü elbet . Sadece Batı Cephesi'nde 640.000 Türk sivil öldürüldü. Esarete mahkum edilmiş bir halkın içindeki bağımsızlık ateşini yeniden yakmış ve hep canlı kalması uğurunda hayatını harcamıştır. Öyleki hastalıktan dolayı ızdırap çektiği günlerde bile milletinin yanında olmuştur.

Sembolleştirmenin ve fanatizmin etkisindeki insanlardan dolayı günümüzde Kemalizm zarar görmektedir. Mustafa Kemalin başarılarının hikmetini gösterdiği irade de ve inandıklarına bağlılığında değil de kaşında gözünde arayanlar... Safındaki hainler dememin sebebi de bu . Bu insanlar kadar kimse zarar vermemiştir belkide Kemalizme. 
Atatürkü yanlış anlayanlar bir yana aşırı iyi anlayanlar da cabası. Söylemleriyle , zaten her fırsatı kollayan asıl hainlere koz vermiş oluyorlar. 

Kendilerini bir yere ait hissetmek isteyen insanların bir kısmının bu tatmin duygusunu Kemlizm ile sağlama çabalarıda safındaki hainler tanımına uygundur. Hiç araştırmadan , bilmeden sırf "Ben şuyum , şunlardanım." demek için ideolojilere ve fikirlere inanan fazlaca bir kesim var. Artık korktuklarından mı yoksa başka bir sebepten mi bilemiyorum ama bu insanlar kendi çabaları sonucu kendilerini tanımaktansa bir sürüye katılıp hem kendilerine hem de o sürüdekilere zarar verirler. Cahilin ne büyük tehlikelere yol açabileceğini burada bariz bir şekilde görürüz. Bu sadece Atatürkçülük için değil, bulunduğumuz yüzyılda tüm ideoloji ve inançların en temel problemlerinden biri.


Herşeyden önce kendisine Atatürkçü diyen bir birey okumalı , araştırmalı ve ne gerçek hainlere ne de safındaki hainlere koz vermemelidir. Mustafa Kemal ismi siyasi bir malzeme olarak kullanılmamalıdır. Bin bir zorluklarla , onca şey feda edilerek kazanılan ve bizzat Atatürk tarafından gençlere bırakılan mirasa gençlerce sahip çıkılmalı.
Günümüzde kemalizmi savunan , özellikle genç kesmin bile umutsuzluğun pençesine düşmüş durumda. Herkes ikinci bir Atatürk bekliyor. En çok da buna üzülüyorum işte. "ATAM SEN KALK DA BEN YATAM" ve ya "ATAM GERİ DÖN , SANA İHTİYACIMIZ VAR" söylemleri beni cidden çok üzüyor. Bu insanlar sanıyorlar ki çok iyi Kemalistler . Mustafa Kemal Paşa kendisi söylüyor "Eğer bir kurtarıcı bekliyorsanız size hiçbir şey öğretememişimdir." diye. İşi şova dökenler bir tarafa cidden çok üzülüyorum. Elbette herkesten bir savaşçı çıkmasını beklemiyorum. Kişinin ömrünü feda etmesi gereken bir yol bu . Sağlam bir irade ve kararlılık gösterilmeli ama işte hepimiz bir Atatürk olamayız belki ama çabalarsak eğer hepimiz birlikte bir Atatürk olabilir. Gençliğe hitabe de özellikle bas baya kendisinin bu mücadeleyi nasıl kazandığından bahsediyor. Yani elimizde bir harita var ama işte bizim en büyük sorunlarımızdan biri o haritanın gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğimize and içmeye artık cesaret edemememiz.

"Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız."

 (M.K. ATATÜRK)

Senin vizyonunu milletçe daha iyi anladığımız günlere uyanmak dileğiyle.

]]>
Wed, 23 Feb 2022 20:32:27 +0300 Garip
Umutsuz Kalamam https://edebiyatblog.com/umutsuz-kalamam https://edebiyatblog.com/umutsuz-kalamam Bir düştü , yolun sonundaki vahalar
Binler düştü , bir kadeh huzura duyulan hasretten.
Başka bir harp bizimkisi , uğurunda nice yiğitler kaybedilen.
Yeni bir varis doğarken , onların gününden eksik olmayan karanlıklar.

Sayfalar hamal , kalemler şahit ; halen kokusuna özlem duyulan güllere.
Düş ve umudu eksik etmedik , yağan kanın sonunda doğacak güneşli günlere.
Hayat kumar , bahsimiz canımız üstüneydi;
Gülenler bilmiyorlardı , bu fanilerin kaybetmekten korktuğu bir tek hürriyetti.

Kâtip’lerin sözü senettir de ;
Destanlar okunur , yiğitleri ölünce.
Günler şarap , yıllandıkça güzelleşen.
Üstüne sinen tozlara üfledikçe taşan pınarların vardığı gülüşlerden;
Bir hevesle bahsettik sağımızdaki katibe.
Varlığımızın kusurları lakin yakalar er yada geç ,
Can bu bedenden göçünce.

Şiirlerime sarılır göçtüğüm vakit farkına varırlar.
Üzerime gelen itilaf devletlerine karşın umudunu yitirmemiş cümlelerim var.
Tarihteki destanları avucundaki kadarıyla yazanlar var.
Başka bir şey yok ellerinde , Garip'ler umutsuz kalamazlar.

]]>
Sun, 20 Feb 2022 11:52:06 +0300 Garip
Gözlerimden Gör https://edebiyatblog.com/gozlerimden-gor https://edebiyatblog.com/gozlerimden-gor Gördüm , gece gökyüzünün kinimizle kızıla büründüğünü.
Bir hevesle uçan balonların yükseldikçe söndüğünü
Kördüm , göremedim büyüdükçe kabusların hakikate dönüştüğünü.
Unutmuşum çölde fazla kalana kumların vahalar gibi göründüğünü.
Söndüm , rüyalarımda gördüm öfkemin ateşine umut pınarından sular döküldüğünü.

Bu ormanda yanan her ağaca karşın insanların da külleri ile bir olduğunu.
Şimdi söylesene sessiz sohbetlerimizde sadece sahipsizlerin sükuneti mi sorulur?
Her şeyini kaybetmiş birinden ne zamandır ölümden korkması beklenir oldu?
Ya da hayatı savaş olmuş gezginin önüne korku mu koyulur oldu?

Özlem kırbacıyla insan terbiyecisinin adı zaman.
Bizimkisi başka bir zindandır , en güçlümüzü bile bazı vakitlerde ağlatan.
Günahtır burada isimler ile anılmak , anlamlarını yitirdiler çünkü çoktan.
Bir azap olur zamanla yaşam , ayrılışına hasretimizi gıdıklayan.
Vardığında yanına , gözyaşlarıyla gülünü koklayan;
Aciz varlıktır insan.

]]>
Sat, 05 Feb 2022 11:47:31 +0300 Garip
Arşiv 17 (Gençliğe Hitabe'yi Anlamak) https://edebiyatblog.com/arsiv-17-genclige-hitabeyi-anlamak https://edebiyatblog.com/arsiv-17-genclige-hitabeyi-anlamak Gençliğe hitabeyi defalarca okudum . Asla okumaktan sıkılmadım . Ana dili Türkçe olan en önemli yazıtlardan biri. Zamansız bir söylem. Mustafa Kemal Paşa'nın , en büyük eserinin mirasçılarına verdiği bir öğüt. Lakin bu öğüdü , özellikle bu son günlerde daha iyi anlamamız gerekirken üzerinde yeterince düşünmüyoruz. İnternette Atatürk'ün bir fotoğrafını paylaşıp altına "Gerçek lider" ," Sen kalk da ben yatam." gibi anlamsız ve gereksiz söylemlerde bulunmaktansa gerçekten Atatürk'ün kulak vermemizi istediği asıl söylemini daha iyi anlamamız gerekir.

Dediğim gibi sürekli Gençliğe Hitabeyi okurum. Yıllar yıllar önce bir kez daha okurken aklıma bir soru takılmıştı. Bu güne kadar da bu soru sürekli zihnimi kurcaladı. Son günlerde ise bu sorunun kendimce bir cevabını buldum. Size de bu soruyu soracak ve kendi bulduğum cevabı söyleyeceğim ama önce size başka bir soru sormak istiyorum.

Sizce Mustafa Kemal olmak imkansız mı? Çok zor olduğu aşikar ama mesela bu gün bir çocuk size "Ben Mustafa Kemal olacağım." dese ne düşünürsünüz mesela?
Dürüst olun. "Çocukça bir söylem" dersiniz bir çoğunuz

Şuan , her ne kadar belli basın yayın organlarınca inkar edilirse hakikat barizdir. Hiç de iyi bir durumda değiliz. Bu konuyu detaylıca anlatamayacak durumdayız hatta. Bir bataklıkta saplanmış durumdayız ve nasıl desem... Bu bilenlere oldukça tanıdık gelen bir durum. Vaktiyle fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş bir milletin torunları , aradan geçen onca yılın ardından tekrardan aynı durumda ve vaktiyle o harap ve bitap düşmüş milletin içerisinden çıkan bir genç "Ben bu milleti kurtaracağım" demişti . Şimdi o milletin torunlarının çocuklarından biri neden böyle bir söylem ettiğinde çocukça olsun ki? O kadar mı imkansız bi Atatürk olmak? 

Belkide inanırdı imkansız olduğuna , eğer bizzat kendisi tarafından önümüze sunulmuş açık bir kılavuz olmasaydı. Gençliğe hitabe her şey den önce bir kılavuzdur. Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliğe bıraktığı bir kılavuz. Kendisinin ve izinden giden halkının verdiği tarihi mücadelesinin kılavuzu. Tıpkı satın aldığınız bir ürünün kullanım kılavuzu gibi bu mirasın nasıl korunacağını anlatan da bir kılavuz aslında. Tek farkı normal kılavuzların aksine bu kılavuzda oluşabilecek tüm sorunlara karşın çözüm olarak sadece 2 cümle yer alıyor. 

Mustafa Kemal Atatürk ; gençliğe, ileride düşmanlarının ol olacağını , bu düşmanlarına karşı bir mücadele vermesi gerekeceğini , bu düşmanlarının çeşitli yollarla ülkesinin neredeyse her biriminde güç bulacağını , siyasilerin bile bu düşmanların safında yer alacağını , iktidar sahiplerinin dahi gaflet ce dalalet hatta hıyanet içerisinde bulunacağını söylerken çözüm olarak ise sadece şu cümleleri yazar :

"Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerati dahi vazifen , Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
İşte en başta belirttiğim soru da tam bu noktada kafama takıldı. "İlerde oluşabilecek tüm bu sorunları nokta atışı tahmin eden biri neden iş çözümü söylemeye geldiğinde iki cümle de geçer?" Bu soru uzun süre kafamı meşgul etti. "Hayır" diyordum , haykırıyordum içimden , "Sadece bu iki cümleden ibaret olamaz" diye. Bir noktayı kaçırıyor olmalıydım. 

Şuan anlıyorum ki aslında hiçbir şeyi kaçırmıyormuşum . Gerçekten tüm bu olumsuzluklara karşı elimde olan şey bu cümleler. Şunun farkına vardım ki daha fazlasına da ihtiyaç yok. İzin verin açıklayayım.

Tarihimiz ile övünmekten kör olmuşuz resmen. İmkansızlıklar içerisinde , hiç de kolay olmayan ve bir çok kayıp verilerek kazanılan Kurtuluş Savaşını bir peri masalı misali anlattılar hep bize. Hiç kolay değildi arkadaşlar . Sadece batı cephesinde 640.00 sivil öldü. Bakın bunlar asker falan değil. Halk , sivil insanlar. Tüm zorluklara ve kayıplara rağmen atalarımızın yazdığı bu zaferde ellerinde olan sadece iki şey vardı. Bunlardan bir umut , diğeri Kemal Paşanın yüreklerinde yaktığı bağımsızlık ateşiydi. Kurtuluş Savaşı bu şekilde kazanıldı. Bir dünya vardı resmen Mustafa Kemalin , silah arkadaşlarının ve hürriyetine aşık bir halkın karşısında. 

Şimdi bu gün tekrardan dedelerimizin düştü durumun benzer bir halini yaşamaktayız. Kılıçlar kınına girmiş olsa bile hala bizi hazinemizden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahlar var. Tüm olumsuzluklara karşı verdiği mücadelenin başında Mustafa Kemal'in elindeki tek şey damarlarındaki asil kandan gelen kudretti tıpkı bize de söylediği gibi. Umudumuzu kaybetmeden , Atamızın açtığı yoldan gösterdiği hedefe durmadan yürümeliyiz. 

Açıkçası kendimizi iki cümle ile şanslı bel saymalıyız. Zamanında dedelerimize  "Ya istiklal , ya ölüm" demişti sadece.

]]>
Mon, 31 Jan 2022 10:51:13 +0300 Garip
Düştük https://edebiyatblog.com/dustuk https://edebiyatblog.com/dustuk Dostluk aldatırmış , nihai aşkı acıymış.
Görene bir gözyaşı helal olurmuş bu dünyada.
Aşığa manileri ebedi yoldaş olurmuş.
Hikayeleri ateşte kül olurmuş bu dünyada.
Şimdi düştük ve düştük ama yine düştük.

Kara yalanlarına ak gerçekler düştükçe başlarsın yaşlanmaya.
Hayat bebeğine anlatılan masallar anılara karışmakta.
Bir kefen getir , geçmişinin geleceği için vaatlerine.
Şimdi düştük ve düştük ama yine düştük.

Yalan söyledikçe yanaklarından yol alan tuzlu gerçekler.
Gördükçe sevdiklerine acı verir.
Sezgin giderken yol alır tatlı bir ezgi ile.
Savaşın sonlarında arkanda beliren bir kafile.
Zaman yolunda giden ölüm yolcularıydık biz.
Şimdi düştük ve düştük ama yine düştük.

Gerçeklerin rüyalarında vücut bulur , kabusun olur.
Efendin için yetime verdiğin üç kuruş olur.
Hayal olur , düş olur , masal olur , çocukluğunun ilham dolu hikayesi olur.
Yaşamın yaptıklarınla ancak ölünce anlamını bulur.
Unutturulan dâhiler bile der "Biz umudun düşüydük."
Şimdi düştük ve düştük ama yine düştük.

Gökyüzü değerli hazinesini gecenin karanlığıyla paylaşır yeryüzü ile.
Yazdıklarım yanımda ancak çoktan uçup gitti sözler.
İsimler , altındaki anlaşılmayan özleri gizler.
Uçan tüm o sözler nasıl olur da değer belirler.
Şimdi düştük ve düştük ama yine düştük.

]]>
Wed, 26 Jan 2022 01:35:48 +0300 Garip
Ölümle Aynı Gün https://edebiyatblog.com/olumle-ayni-gun https://edebiyatblog.com/olumle-ayni-gun Özlemiyle yandığım verd-i ahmer.
Dem-i vals bu , kanla gözyaşının râh-ı muhabbet.
Kayboldukları karanlık okyanustaki mâh-ı münîr.
Umutla dil-i zar eyleyenin bol olur girye-i sürûr.

Şiir şık bir aynadır.
Altınla bile süslense gördüğünü anlatır.
Sayfalardaki esaretini , üzerine sinen tozla paylaşır.
Anlatısıyla bazen ölüyü bile ağlatır.

Mest eder , okundukça dili.
Yükünün altında ezilen şairi korur kalemi.
Esası için saklar mahlasıyla , beden maskesini.
Çünkü isteyenler , feda etmelidir ölümsüzlük için kendini.

Ağlamak ne büyük nimettir.
Taşan göz pınarları samimiyetin en saf halidir.
Kuruyup kalmış yanaklarım , unutmuş şimdilerde gözlerim.
Artık dönülmeyen yolların arkasından gelen damla damla samimiyeti özledim.

Ölümle aynı gün tanıştım.
Zamanla onu tanıdım , varlığına alıştım.
Düşümde defalarca gördük ölümleri de unuttum arkalarından ağlamayı.
Körelmiş bir kalp ile ister miydim yaşamayı?
Günler döküldükçe saatlerden , ayrıldı hayat soframdan dostlar bir bir. 
Ölümle aynı gün gördüm yalnız kaldığımı.

]]>
Tue, 25 Jan 2022 01:59:12 +0300 Garip
Bir Garip Şair https://edebiyatblog.com/bir-garip-sair https://edebiyatblog.com/bir-garip-sair Ömür dualar ile geçer ve sessizlik ile biter.
Birisiyim , hayat kitabında yer alan sayısız şairden.
Zaman yemeğidir ruhlarımızı sükunete susatan.
Tarih bize gösterir ki ; keskindir kılıçlarından , o şiir ağlayan kalemlerimiz.
Yarın ki savaşımız içindir bugün ki yazgılarımız.
Gün gelir de başlar harbimiz tanrı kılıklı kullara karşı.
Elimden de bu gelir zaten , yalnız buyum ben.
Bir garip şairim ben.

Şiirlerimde hep içimden bir parça yaşatırım.
Çünkü yaşamadığım hiçbir şeyi yazmadım.
Kalmadığımdan kendimde , saklarım yazdıklarımı kendimden bile.
Bilirim çünkü , dökülen her bir gün tanesinde değişirim.
Zamanla kalmaz eski halimden eserim.
Mahlasım ise kendimde bir şeyi kesin kılan tek nedenim.
Kalemim şiir ağlar zaten , gülüne aşık biriyim ben.
Bir garip şairim ben.

Nihayet kurtulurum esaretimden.
Zincirlerim değilmiş ayaklarım?
Süzülen cılız ışığın getirdiği gölgeler değilmiş  hakikatim?
Damarda durmayan , dökülen o damla kanım son sözlerim.
Uzaklardan sesi gelen ölüm treninin yolunu  gözlerim.
Kalbimde de duyulan budur zaten , huzura hasret biriyim ben.
Bir garip şairim ben.

]]>
Thu, 20 Jan 2022 00:01:41 +0300 Garip
İyi Geceler https://edebiyatblog.com/iyi-geceler-1459 https://edebiyatblog.com/iyi-geceler-1459 Anne: Bu şarkıyı hatırlıyor musun oğlum? Küçükken bu şarkı çok severdin.

Çocuk: Anne dışarı çıkabilir miyim? Diğerleri gibi oyun oynamak istiyorum.

Anne: Ah. Bunu daha önce de konuşmuştuk. Hadi şarkıyı söyle.

Çocuk: Anne ben dışarı çıkmak istiyorum.

Anne: Ama biz mutlu bir aileyiz. Sadece sen ve ben . Dışarısı tehlikeli. Hadi şarkıyı söyle. 

"Karanlık çöküyor.
  Yavrumu sarıyor.
  Annenin sevgisi.
  Seninle geliyor.
  Sevgiyle esinti.
  Yavrumu koruyor."

Anne: Dışarısı tehlikeli benim tatlı oğlum. Anneni kapatmak isteyen insanlar var.

Elini çocuğun başına uzattı ama çocuk ,  somurtkan bir ifade ile annesinin eli değdiği gibi itti. 

Çocuk: Canım yanıyor. Yarama dokunma.

Anne : Oğlum...

Çocuk birden ayaklandı ve koşmaya başladı. evin odalarında kendisine saklanabileceği bir yer arıyordu.

Anne: Oğlum hadi geri gel. 

Çocuk sonunda saklanabileceği bir dolap buldu. Kendisi dolaba girdikten kısa bir süre sonra annesi girdi. ~ Yavaş adımlarla odanın etrafında turlamaya başladı.

Anne : "Karanlık çöküyor./Yavrumu sarıyor." Hadi eşlik et oğlum.

Çocuğun kalp atışları hızlanıyor , nefes aralıkları daralıyor.

Anne: "Annenin sevgisi,/Seninle geliyor." Sana asla zarar vermem oğlum. Anneciği seni seviyor.

Çocuk ; gölgelerden annesini , içinde saklandığım dolabın yanında durduğunu anlayabiliyordu. 

Anne: "Sevgiyle esinti,/Yavrumu koruyor." Hadi ortaya çıktı.

Şarkının bitmesiyle çocuğun nefes aralıkları normale dönüyor. Donuk bir yüz ifadesi ile sakladığı dolaptan çıkıyor.

Anne : Bak gördün mü? Hiçbir sıkıntı yok. 

Çocuk ağlayarak annesine sarıldı. 

Çocuk: Çok korktum anne.

Anne: Korkmana gerek yok ben buradayım.

Birlikte tekrar salona geçtiler.  Salonda , görüntü vermemesine rağmen çalışan televizyonun karşısında çocuk oyun oynarken annesinin silueti ile irkildi. Annesi ise bir elinde sigara , diğer elinde ise bir sopayla kapının önünde bekliyordu. Yavaşça çocuğa doğru yürüdü. ~ Öylece ayaklarının dibinde , kırık oyuncaklar ile oynayan çocuğa baktı. Sopasını sert bir şekilde çocuğun sırtına indirmesi ile yüksek bir çığlık yankılandı evin içinde.

Anne: Beni şikayet edecektin değil mi? O yüzden kaçtın değil mi?

Çocuk acıdan dolayı ağlıyor , ağladığı için de konuşamıyordu.

Anne : Beni doktorlara söyleyecekti değil mi?

Anne bir kez daha çocuğa sopayla vurdu. Çocuk bağırışları bir kez daha yankılandı. Sonra bir kez daha vurdu "He. Söyleyecek miydin?" Sonrasında yerde öylece yatan  çocuğa baktı. Sopayı yere bıraktı , sigarasından bir nefes aldı ve odanın içerisinde yürümeye başladı.

Anne: Ben ... Ben çok üzgün oğlum. Merak etme annen seni seviyor. Ben sadece düşündüm. O beyaz oda aklıma geldikçe...

Sigarasından bir nefes daha aldı. Odanın bulunduğu köşesinde çocuğun yerde yattığı kısma geldi. Yavaşça çocuğun yanına çömeldi. Dizlerini kırdı ve hala yerde yatıyorken çocuğun saçını okşamaya başladı. 

Anne: Çok güzel saçların var.
~
Sigarasından son bir nefes aldı ve dumanını üfledi. Kalan kısmı çocuğun cansız bedeninde söndürdü.

Anne: Karanlık çöküyor.
          Yavrumu sarıyor.
          Annenin sevgisi,
        Seninle geliyor.
        Sevgiyle esinti,
         Yavrumu koruyor.
         
Anne sözleri söylerken çocuğun başını okşamaya devam etti. Çocuğun bedeninde daha önceden oluşmuş yaralardan rahatsız olduğu için üzerine bir örtü serdi. Gözleri çocuğu süzdü, sırtını sıvazladı.

Anne: Biz güzel bir aileyiz. Annen seni çok seviyor. Sende anneni çok seviyorsun. Biz... Biz çok eğleniyoruz değil mi? Mutluyuz.

Çocuğunun üstünü örtüğü örtüden başını görebileceği bir kısmı açtı . Eğildi ve çocuğun morluk olan yanağına bir öpücük kondurdu.

Anne: İyi geceler oğlum.

]]>
Fri, 14 Jan 2022 01:09:21 +0300 Garip
Mâzi https://edebiyatblog.com/mazi-1434 https://edebiyatblog.com/mazi-1434 Vahaları dolduran masallarda bir kan ve göz yaşı yol alıyor.
Görüyor musun , ağlıyorsun ve göz yaşların vahalarda buluşup hayat buluyor.

Arzula hakkını sen , ben yaşatırım kendimi şiirlerimde.
Geçmişin kini geleceği tehdit ederken atamazsın yarınlara umut dolu adımlar.

Kan ağlasa gökyüzü , istemese bizi yeryüzü tanrı canımızı alana kadar biz miyiz haklı?
Ayak bastığımız her yerin tek efendisi miyiz?

Önüme bir kağıt sürüldü ; bir tarafı siyah , bir tarafı beyaz.
Kapalı kapılar ardında sorgu masasına oturdum kendimle.

Kanın hala bu garibin tabutunu dolduruyor.
Dinle , güneş ve ay kutlu mirasını yaşatacak gençlere şahitlik ediyor.

Güneş ve ay bile farklı doğacak zamanla.
Katiller hakim , hakimler katil oluyor zamanla.

Yıkılan hayatlara atılan bombalar zalimin üç kuruşluk kelimeleri.
Kaleminin başında sayısız şair ve isimsiz şiirler silsilesi.

Zirveye çıkan yolda onları basamak gibi kullananlar binleri birbirlerine kırdırdılar.
Saklı yardım vardı mı yanlarına gücü seçen eller dünyanın yalanlarına ne kolay kanıyorlar.

Kum saatini içinde geçen günlerimizde kuma saplanarak ölmek sanki bizim seçimimiz . 
İnfiradı arzuladı bu ruhlar ölümün varlığını bilerek.

]]>
Mon, 10 Jan 2022 20:17:29 +0300 Garip
Mavi Ateş https://edebiyatblog.com/mavi-ates https://edebiyatblog.com/mavi-ates Güçlü olsa da aydınlatmaz geceyi ateşin mavisi.
Elediklerimizden elimizde kaldı seçeneklerden son ikisi.
Ölüm ve yaşam arasında kalan beden umudun sefiri.
Ve yaşlı bir amca yanıma yanaşıp şu sözleri sarf etti;
"Şunu unutma evlat her evliyanın vardır bir derdi.
Babam , derdi insan olana insandan hayır gelmez derdi."
Silahı olanların neden aynalardaki simaları hep kanla kirli?
Kinlerinin saraylarına getirdiği her seferinde paranın kirlisi.
Konuşan olursa artık evidir adaletin demir parmaklı köşesi.
Mavi ateşle araladım oysa ben gecenin eşiğini.
Yol engebeli , kanayan çıplak ayaklarını yıkadığın şeytanın nehri.
Gecenin karanlığına mana arayan insanlar da zamanın esiri.
Ölüm arkandan bıçaklamadan bulmalısın hayatının nedenini.
Yoksa hayatın olur felekten kayan yıldızın kaderinin belirsizliği gibi.
Varsa söyleyecek sözün bekleme trenin düdüğünün sesini.
Vagonları arasında dinlersin yaratana yaklaştıkça yükselen yalnızlığın ezgisini.
Bak şaklaban bile yanında , utanç duyduğu kişi kendisi.
Yeryüzünde oynadığı tanrıcılıkla kandırmıştı her kesimi.
Gün geldiğinde güneş bile başka doğar da ne kağıttan putları kalır yanında ne de müritleri.
Bir hırsla her şeyin efendisi görmüştü ya kendisini.
Kapısına dayanan olunca ölümün ta kendisi,
Sükunete büründü dili , sarmaşık gibi sararken korku kalbini.
Şaklabanlığını aydınlatır mı ateşi mavisi?
Garip tutuyor elinde fitilleri ateşleyecek meşaleyi.
Şiirleri kılıçlarından keskindi de savaşında bire bin kişiydi.
Garip yorgun düşse de onu ayakta tutan ,kurduğu hayali.
Gülüne kavuşmaya duyduğu yoğun isteği.
Sor Bitap Paşa'ya umut cephesindeki bitmeyen harbini.
Verdiği mücadele ile kurtardığı sayısız kalpleri.
Ondandır , artık bitmiş gibi görünen bedeni.
Yorgun düşse de onu ayakta tutan ,kurduğu hayali
Huzurlu bir ölüme duyduğu bastırılamaz isteği.

]]>
Wed, 05 Jan 2022 11:25:58 +0300 Garip
Arşiv 15 (Bir Hayal Kurdum) https://edebiyatblog.com/arsiv-15-bi-hayal-kurdum https://edebiyatblog.com/arsiv-15-bi-hayal-kurdum (Bu hikayede bazı kelimeler akla ilk gelen anlamlarının dışında kullanılmıştır. Örn: hayal , hedef , fikir vb.)

—Neden hala hayattasın? Bunları ben yaşamış olsam çoktan köprünün dibinde bir daha uyanmamak üzere yatıyor olurdum.

—Sebeplerim var. Beni hayatta tutacak güçlü sebepler. Bu sayede ayaktayım. Hala hayattayım. Sen nasıl yaşıyorsun ki?

— Yaşamak için bir şey yapmama gerek yok ki. Sokaklarda da yaşanıyor.

—Bu yaşamak değil , hayatta kalmak. Yaşamak başka bir şey. Sokaklarda herkes hayatta kalıyor ama nihayetinde yürüyen cesetlerden farksızsınız. 

—Nasıl yaşanır ki başka ? 

—Hayallerin bize getirdiği amaç bizi hayatta tutar. Bunlardan yoksun bir insan ya kukladır ya da ölü.

—Ben kimsenin kuklası değilim.

—Demek ki ölüsün. 

—Ölü mü?

—Şuan duyduğum sesin bir cesedin içerisindeki sıkışmış havanın dışarı çıkmasıyla oluşan ses gibi. Sesin çıkıyor ama bu ölü olduğun gerçeğini değiştirmez. Kuklalar bir kişi değildir , ölüleri ise kimse dinlemez.

—Sen yaşıyor gibi konuşuyorsun. Bir hayalin var yani?

—Hayaller asla ulaşamayacağımız , ama bunu denerken uğurunda kendimizi harcamaktan çekinmeyeceğimiz şeyler olmalı. Sonsuzu sonlu ömrümüze sığdırmaya çalışırken verdiğimiz mücadele ile yaşarız. Attığımız adımlar bizi biz yapar. Biz yürüdükçe hedef uzaklaşır , biz ulaşamayacağımızı bilsek bile ona olan isteğimiz ağır basar ve koşmaya devam ederiz. Attığımız adımlar bize yetersiz gelse de hiç kimsenin varamadığı yerlere varırız. Kitaplar adımızı anar. Ortak bir hayali paylaşırız. Hepimiz bizden öncekinin bıraktığı bayrağı alıp devam ederiz. Kendimizi bu hayale adarız. Bir süre sonra bu hayale koşmanın sonucunda artık beden ve isim sınırlarımdan kurtulur ve gerçek varlığımıza ulaşırız. Artık kişiler bizi andıklarında akıllarımda oluşan bir isim , bir siluet değil bir fikirdir. Fikri olmayan insan ölüdür. Fikrin kendisi olan ise ölümsüzdür. Bu gün tarih kitaplarından adı silinememiş tüm kişiler bunu başarmış insanlardır. İmkansız HAYALLERİNİN peşinden koşmayı nihai AMAÇ edindiler , bu uğurda ilerledikleri yolda isim ve cisimden öte bir FİKİR oldular , ölümsüzlüğü tattıktan sonra ise varisler UMUT bayrağını devralıp taşımaya devam etti. Bu hep böyle devam etti ve böyle devam edece. Bir hayal kurmalısın. Gerçekleşmeyecek kadar ütopik ancak uğurunda kendini harcamaya değecek kadar özel bir hayal. Aksi halle ya ölüsündür ya da kukla.

—Hıh ... Sen bir varis sin yani. Umut bayrağı elinde , sağa sola koşturan ve insanlara hayal kurmalarını anlatan bir varis.

—Bunu herkesin yapabileceğini söylemiyorum. Ama denemeyi denemeliyiz. 

—Hayal kurmayı denemeyi denemeliyiz yani? Peki senin hayali ne?

—O tozlu kitapları okuduğumda hep şunu fark ediyorum. Bir döngü söz konusu. Tanrı olma arzusuyla yanıp tutuşan kişiler iradeye açlar. Kendi kullarını istiyorlar. Zeka parayı getirir , para insanı getirir , insan ise gücü. Gücü elinde bulunduran kişi ise yeryüzünde tanrı olmak ister. Bu politikacılardan , şirketlerden , örgütlerden öte bir durum. Aramızdan birini ilk kez ellerimiz ile öldürdüğümüz gün başladı. Günümüzde ise herkesin elleri kelepçeli. Tesbihten kelepçe. 
Benim hayalim bu. Kelepçeleri çözmek istiyorum.

—Tanrılar ile savaşmak istiyorsun.

—Tanrı kılıklı kullar ile savaşmak istiyorum. Bu benim hayalim. Düzeltmek istiyorum. İnsanların kör ve sağır bir şekilde yaşamalarını istemiyorum. Benim hayalim bu.

—Onlar sanırım Tanrılarından çok sana öfkeliler.

—Cehaletin göz bandı sıkı ,kelimelerim ise keskin. 

—Cidden mi? *  Emin misin? Ben ortada ceset göremiyorum. Ya da en azında kesilmiş göz bantlarından birini 

—Sana imkansız bir hayalim olduğunu söylemiştim.

—Bir hiç uğuruna m8 savaşıyorsun yani?

—Hala anlamadın değil mi? Ben savaşmıyorum artık. Savaş benim. İnsanlara beni andıklarında "Tüm imkansızlıklara karşı doğru olduğuna inandığı şey için savaştı." diyecekler.

—Peki ya demezlerse? Anlattığın formüle göre ölümsü olman için hayalinde yürürken tarih olman gerekiyor. Peki ya olmaz isen?

—İnandıklarım uğurunda verdiğim savaşın sonunda huzurlu bir şekilde bedenime veda etmek tek isteğim. 

—Zor bir yoldasın. Buna saygı duyarım. Uzun ve yorucu bir hikayen var belli ki. Şimdi den görebiliyorum "FEDAİ - BİR HAYAL KURDUM" (yaşanmış bir hikaye)

—Hıh... Doğru söze ne denir. 

—Aslında senin adına seviniyorum cidden. Hayaline sıkı sıkıya tutunmuşsun. Bu hayatına bir anlam katmış. Ama bu işin sonunu hiç iyi görmüyorum dostu. 

—Ben de.

—Neden buradasın?

—Sen neden buradasın?

—Sen söyledin ya ben ölüyüm. Asıl sen neden buradasın?

—Dediğin gibi insanlar benden nefret ediyorlar. İsmimden , cisminden ... Ben de bunlardan kurtulacağım. 

—Öleceksin yani.

—Hayalime tutunuyorum. Ölmeyeceğim. Sadece biraz yüzmem gerekecek. Ama evet onlar için ölmüş olacağım.

Köprünün eşiğinde iki dost , gözünü hırçın nehre dikmiş şeklinde bir süre sessiz kaldık.
Yaklaşan görevlilerin sesleri iyice yükselmeye başlamıştı.

—Fedai?

—Efendim?

—Umarım hayaline ulaşırsın.

Bedenlerimiz rüzgarı yararak nehre doğru yönelirken köprüye varmış görevlilerin arkamızdan bağırışlarını duyabiliyorduk. O soğuk kış gününde su bedenimizi kucaklıyor ve bizi ayırıyordu. Uğurunda ölüme gittiğim hayalim için savaşabilme isteği ile ölmemeyi ummaktan başka bir seçenek sunmuyordum

]]>
Sat, 01 Jan 2022 12:46:37 +0300 Garip
Arşiv 10 (Sosyal Medya Etkisi) https://edebiyatblog.com/arsiv-10-sosyal-medya-etkisi https://edebiyatblog.com/arsiv-10-sosyal-medya-etkisi Herkesin onaylayacağı ve kimseyi karşıma almayacak bir cümle yazmalıyım çünkü ilgiye aç bir mahluk olarak özellikle sosyal medya ile herkesin ortalama benim gibi olduğunun farkına vardım ve bu beni sıradan kıldı. O sebeple kendimi geliştirerek ve bir baltaya sap olarak farkımı ortaya koymaktansa insanların aciz egolarını tatmin edecek cümleler yazarak kazandığım etkileşimler ile farkımı ortaya koyduğumu sanmalıyım. Çünkü ben özgür düşünceden bile aciz , popüler kültür kölesi bir insanım.

]]>
Wed, 29 Dec 2021 09:04:28 +0300 Garip
Arşiv 6 (Eğitim) https://edebiyatblog.com/arsiv-6-egitim https://edebiyatblog.com/arsiv-6-egitim İdeal birey , idarecilerin emirlerini sorgusuz sualsiz uygulayan bireydir. Buna ihtiyaç duyulur. 
•İlkokul ve ortaokul süreçlerinde size empoze ettirilen rekabet duygusu ve ezberci sistem liseye geldiğinizde ise sizi kendi özgün fikirleri olmayan , rekabete zorlayan düzenle yoğrulurken iyice benci bir kişiliğe bürünmenize sebep olur.
•Dürüst olalım kaç genç gerçekten yapmak istediği iş için akademik eğitim alıyordur. Çoğu genç parası işin o işi seçmiş oluyor. Para elbette önemli ama sevmiyorsan , hergün çalışmanın ne manası var. O para ne kadar mutluluk getirebilir. Unutturabilir mi ertesi gün olmak istemediğin o çalışma ortamına gideceğin gerçeğini.
•Hayatındaki insanlar ve  aldığı yanlış karar yüzünden sorunlar ile boğuşan birey çözüm yolu göremiyor çünkü ona bu öğretilmemiş. Para=Mutluluk. "Para kazanıyorum. Peki neden mutlu değilim."

Dominoların bir bir devrilmesi gibi işler bu sistem. Eğitim sistemi ile bencil ve özgün fikirden yoksun olarak yetişen genç geçimi sağlamak için verdiği zorlu mücadelelerden dolayı giderek apolitik ve sosyal yaşamdan uzaklaşır. Bu da onu anlık mutluluklara bağımlı eder. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi bu anlık mutluluklara ihtiyaç duyar ancak bu anlık mutluluklar sadece çözememekten korktuğu sorunları halının altına itmesine neden olur. O sorunlar orada birikir birikir birikir... Ta ki artık anlık mutluluklarını yaşamak için , o hayat odasında sorun olmayan bir nokta kalmayana kadar. Belkide kendini bir binanın yüksek bir noktasında umutsuz bir şekilde bulana kadar.
Bu kişi daha pek çok etken yüzünden ulusal ve uluslar arası sorunlar hakkında bir fikir edinmesi . Çoğunluk ne yaparsa onu yaptı belkide. Hangi görüş çoğunlukla onun yanında gözüktü. Patronları hangi partiye oy veriyor ise ona oy verdi. Arkadaşları ve yakın çevresi hangi dini görüşe inanıyorsa ona inandı. İdeal bir insan oldu ama neye mâl oldu.

]]>
Mon, 27 Dec 2021 10:35:47 +0300 Garip
Salıncak https://edebiyatblog.com/salincak https://edebiyatblog.com/salincak Türümün megelomanyasında zayıf olana derler kukla.
Kabulleri için farkını herkesten sakla
Aydınlığa üflenen sigara dumanından görmezken göz gözü.
Zamanın nihai sözü "Yaşamak varlığınızın özü."

Hayat ringinde , sert ataklarıyla yaşam Muhammet Ali.
Gölgeler gözükmek için bekler ufukta güneşi.
Mikail bi "Hu" der ve dalgalar yutar şehirleri.
Sor toprağa; koynuna aldığı o cansız bedenleri ,
Kabul eder mi sence bir şaklabanın leşini.
Yolcuları taşıdılar sırtlarında , gerçekleşmeyecek hayalleri
Çünkü huzur düşlemek , yaşamaktan daha değerli.

Küçük , pembe dünyalarında uzun şapkalı şeytanlar
Uçmak isteyen kelebekleri tutan prangalar.
Sanırım bu karıncanın taşıyamayacağı yükleri var.
Esen soğuk rüzgarlar sıcağa hasretimi gıdıklar.
Bir hikaye kaleme alan hayatlar ,
O kader kitabında yer alırlar.

]]>
Wed, 22 Dec 2021 00:49:59 +0300 Garip
Ortaya Karışık https://edebiyatblog.com/ortaya-karisik https://edebiyatblog.com/ortaya-karisik Bir garip şairdim , tek aşkım gülümdü.
Küçük prenstim , hayallerim büyüktü.
Ayrılık ve hasret en büyük yükümdü.
İçimdeki ateş "Adalet!" dedi ve sürüldü.
Gülüme gözyaşımı bile çok gördün de öldü.
Sevgi öldü de öfkem ile nice şiirler doğdu.
Kitaptaki küçük prens artık büyüdü.

Kana enjekte edilen melankolia .
Dost meclisin vardı da , hayat  acı sattırmıştı sarraflara.
Hani tanrı ilk emrinde "Oku" demişti ya.
Kainat açık kitaptı da yüz çevirmiştin asrına.
Zincirlerin sıkıydı da gölgelerde yaşardın ama ,
Sokrat' a bile ölümü makbul görmüştün ya.
Çakallar etrafını sarmıştı , ölüm esareti getiriyordu ama ,
Atam göçünce mirasına bu yaptıkların mı reva?

Hayat bir dönme dolap , ben ise binen küçük çocuk.
Dönme dolap , dönme başım.
Döndükçe gördüm , gördükçe öldüm.
Duygularımla minik minik parçalara bölündüm.
Sözlerin özleri paçavraya döndü , özlerin değerini sözlerin altına gömdük.
Hep öldük , hep kördük . 

İçimdeki kibrit ateşine üfle de sönsün.
Söyle de yüzün hüzünden huzura dönsün.
Gözlerim artık bu öykünün sonunu görsün.
Sözün özü korkum , güvenimin ellerinde ölsün.
Sonunda bende benim hükümdarlığım sürsün.

Hüzün , gökteki kara buluttu hayalleri yağdırdı sağanak sağanak .
Yağsa da yağmurlar yeşillenmez yanakların.
Şeytanı dost , ölümü kurtuluş sanmak.
Adı Kanmak' ta olsa dönüşü olmaz zamanın. 

]]>
Mon, 20 Dec 2021 16:25:16 +0300 Garip
Şehrin En İyi Ve Tek Gazetesinin Köşe Yazısı https://edebiyatblog.com/sehrin-en-iyi-ve-tek-gazetesinin-kose-yazisi https://edebiyatblog.com/sehrin-en-iyi-ve-tek-gazetesinin-kose-yazisi İnsanlar , başarısızlıklarından ötürü tanrının yüz çevirdiği çöplerdi değişimden önce. Doğuştan tanrı tarafından belirlenen haklarını inkar eden bencil bir kesim daha fazlası için giriştikleri terörist eylemleri Uzun Şapkalı Adam sayesinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Adeta tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan Liderimiz kalbinin en derinlerinden çıkardığı DEĞİŞİM sayesinde insanları tekrardan olmaları gereken yola sokmuştur. Artık insanlar ; onlara doğuştan verilen haklarının ve sorumluluklarının dışına çıkmayarak üstün bir irade örneği sergiliyor , ellerindekiler ile yetinerek sabır sahibi oluyor , Uzun Şapkalı Adam `a karşı gelmeyerek aslında tanrıya olan teslimiyetlerini yeryüzünde de sergiliyorlar. Kısacası mutluluğa giden bu yolda mükemmel iradeler ile donatılıyorlar.

Çocuklarımız , atalarının bencil davranışlarından tamamen uzak bir şekilde yetiştiriliyor ve topluma en uyumlu hale getirilerek çoğunluğun mutluluğu hedefleniyor. Ders kitapları Liderimizi ve onun bizim için yaptığı fedakarlıkları yazıyor. Örnek alınası karakteri çocuklarımıza aşılanıyor. Bu sayede çocuklarımız toplumun içinde kolaylıkla yer bulabiliyor ve düzeni bozacak eylemler sergilemiyor.

Kutlamalarda halkın mutluluğu Liderimizi de mutlu ediyor. Nitekim bu zaferleri , bu başarıları siz olmasaydınız asla sağlayamazdı. Siz Liderimize inancınızı , iradenizi , gücünüzü ve güveninizi verdiniz. Bu çabanız sayesinde eski düzenin size yüklediği sorumluluklardan kurtuldunuz ve şu anki mutlu hayatınıza kavuştunuz. Geçmişte özgür iradenizin size yıktığı sorumluluklar bir yana dursun başarısız şahsiyetlerin bile sorumluluğunu üslenen halk şimdi Liderimiz sayesinde iradesinin getirdiği sorumluluklardan bile muaftır.  

Farklı fikir ve inançların oluşturduğu kaotik toplum Uzun Şapkalı Adam sayesinde tek bir fikre ideale ve inanca sahip olarak içindeki kaotik ortamı yok etmiştir.  Kesin ve doğru bilginin varlığını bize öğreten liderimiz , kesin ve doğru bilginin karşısında olan kişileri ya yok etmiş ya da onları da doğrunun etrafında toplamıştır. Bu sayede mutlak bir toplum  ve düzen oluşturmuştur.

Günümüzde de mu icraatlar hala devam etmektedir.  Uzun Şapkalı Adamın emri ile hala kuytu köşelerde saklanan ve mutluluğunuzu yıkmak isteyen , bu amaç doğrultusunda da her eylemde bulunabilecek nankörler vardır. Bu nankörlerden her gün birilerinin yakalanıp infaz edilmesi ise   Uzun Şapkalı Adama olan güvenimizi arttıran ve bizi daha da mutlu eden bir olaydır.

Sizden istediğim şey ise geçmişte yaptığınız gibi şimdi de Liderimiz için iyilikte bulunmanızdır. Etrafınızda şüpheli hareketler sergileyen şahıslar olması durumunda hemen en yakındaki görevliye haber verip yakalanmasını sağlamanızdır.

Liderimiz ve tüm şehir bu iyiliğine karşı minnettar olacaktır . Bundan emin olabilirsiniz.

]]>
Thu, 16 Dec 2021 11:17:41 +0300 Garip
Arşiv 23 (Bir Ömür) https://edebiyatblog.com/arsiv-23-bir-omur https://edebiyatblog.com/arsiv-23-bir-omur Genç olduğum zamanları gerçekten özlüyorum. Arkadaşlarım ile yeşillikler arasında , adeta rüzgar ile dans ederdik.
Hayvanları sever ve onları beslerdik. Bazı günler gökyüzü bereketini ikram ederdi yeryüzüne sağanak sağanak. Mutlulukta kalbimize akardı bir yandan. Yağmurlu havaları çok daha fazla severdik. Çünkü görürdük ki ertesi gün o bereket çiçeklere vesile olmuş. Bize işlerdi o çiçekler. Bir bekçiydik adeta. Çiçeklerimiz ise rozetlerimiz. Doğa ananın bizi tanıdığının işareti. Arkadaşlarım ile aramızdaki bağ da güçlenirdi. Ah arkadaşlarım.

Küçük çocuklar yanımıza gelirdi bazen. Bizi oyunlarına dahil eder , akşama kadar güzel vakit geçiri , sonra da evlerine dağılırlardı. Özellikle bazıları bizi çok severdi. Bizde onlara meyve ikram ederdik. Daha çok sevinirler , bizde onların mutluluğunda mutluluk bulurduk. Özlemeden edemiyorum o çocuk seslerini.

Kışlar zor geçerdi. Ne kadar zorlu olursa olsun asla dostlarımdan ayrılmazdım. Soğuk geçen kış günlerine rağmen orada öylece bekler ve karın armağanı olan sessizliğin tadını çıkarır , bir kez daha minnet ederdik. Tabi bu huzur , çocuklar yanınıza gelip kart topu savaşı yapmaya başlayana kadar sürerdi. 

Zamanla büyüdük elbette ama asla dostlarımla , o yeşil tepede durmaktan vazgeçmedik. Olgunlaşmış , zamanla daha bilge olmuştuk. Bunu bildikleri için sanırım o çocuklar büyüdüklerinde bile bizi ziyaret etmeyi bırakmadılar. Dertlerini , hayallerini , hayatlarını hep bize anlattılar. Onlar için içlerini rahatça dökebilecekleri abileriydik. Tabi abileri olamayacak kadar büyüktük ama bu bir şeyi değiştirmezdi. Onları dinlemekten asla sıkılmazdım. Bazıları iyi bir dinleyici olduğumu bile söylerdi. 

Eh zaman bizi de yıprattı tabi. Dostlarımız ayrıldı ,o yeşil tepeden bir bir. Trajik şekilde veda etti bir çoğu. Yaşlılığın beni de esir aldığını hissediyordum yavaşça. O çocuklarda artık yetişkin olmuş ,iyice hayat oyununa dahil olmuşlardı. Nadiren de olsa hala uğrayanları oluyordu. En son o küçük kızlardan biri uğramıştı. Gerçi o artık bir hanımefendi. Büyümüş , serpilmiş ve güzeller güzeli bir kız olmuştu. Bana yakında evleneceğini , taşınacağını ve son kez bu yeşil tepede bulunmak istediğini anlattı. Mutluluğu yüzünden okunuyordu. O yavaşça yeşil tepeyi terk ederken ben ve dostlarım ise orada kalmaya devam ettik. 

Zamana yenik düşen te biz değildik. Büyük binalar ve fabrikalar yeşil tepemize hiç olmadıkları kadar yakındılar artık. Ama biz gene de oradaydık. Eski günleri yad eder , son günlerimizin olduğu bilinci ile huzuru tatmaya çalışırdı. Yeşil tepemiz hala ayaktaydı . Sonuna kadar nasiplenirdik nimetlerinden. Bu gönül sofrasından ayrılanlar artıyordu bir bir . Yad ediyorduk bir de yadigarlarını. Gene duruyorduk o tepede. Kalan huzur kırıntılarını kucaklıyorduk.

Anlayacağınız zaman , hançerini saplarken acı çekilirmiş. Bunu o acıyı yaşamadan anlamıyorsun maalesef. Şimdi ise son günlerinde , etrafı dumanlar ve betondan çevrili bu yaşlı ağacın göçme vakti. Yapraklarımın ayrılışı bile geri dönmeyeceklerini hissettiriyordu. Vaktimiz gelmiş demek ki. Ölümünden kaçış olmuyormuş. Son yapraklarımı dökerken bunu bir kez daha anladım. Artık bulunmamam gereken bir yerdeyim ben. Gitmeliyim artık bu hayat evinden. Elveda. Bu kadar.

]]>
Tue, 14 Dec 2021 01:13:07 +0300 Garip
Uzun Şapkalı Adam (Prolog) https://edebiyatblog.com/uzun-sapkali-adam-prologue https://edebiyatblog.com/uzun-sapkali-adam-prologue X: Sen titriyor musun?
Delayn: Bunun bir önemi yok!
Dilimden dökülen bu cümleler ,yıllardır susmaya mahkum edilmiş ve sadece kalemi ile dertleşmesini bilen bedenime ağır geliyordu;
Delayn : Sabah kalkıp işine gidiyorsun. Saatlerce çalışıyor ancak asla hak ettiğini alamıyorsun. Para karşılığı paranın satın alamadığı tek şeyi harcıyorsun. Görüşmen gereken kişilerle görüşüyor inanman istenilen şeylere inanıyorsun. Onlar için sadece makinedeki bir dişlisin ama gene de onları savuna biliyorsun.
Oturduğu koltuktan hafif doğrulup üstünü düzelttikten sonra geri oturdu;
X: Çarkı olduğum bu makine kaç kişinin ailesine bakıyor biliyor musun? Düzenin kaostan doğması düzen olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Savaştığını söylüyorsun ama bu savaşının kaç kişiyi tehlikeye attığını göremiyor musun? Kimseden sevdiklerini , kesin olmayan ve zorlu bir savaş için tehlikeye atmasını bekleyemezsin. Etrafında toplanacak olan insanların seni terk etmesi , değer verdikleri şeylerle tehdit edilmelerine bakar. Sen ise bunu özgürce söyleye biliyorsun. Ailen hayatta değil , yakın dostların bir bir senden uzaklaştı ve sonunda kendi dünyada tek kaldın. Ben seni , senin yanında iken uyarmıştım.
Yavaşça masasının başından kalktı ve ofisini terk etti. Odada düşüncelerim ile baş başa kalmıştım. Belki de mutlulardı. Gördüğüm yanlışları değiştirmeye çalışırken onları kurban mı ediyordum? Ruhum bunca soruna karşı sessiz kalamazdı. Uğrunda yalnız ölmek olsa bile.
Hava iyice kararmış ve sokaklar arabalara bir bir veda ediyorken görünürde bir ben vardım. Nereye gideceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ta ki ileride yanan bir sokak lambasını altındaki bankta oturan birini görünceye kadar. Ona doğru yürümeye başladıkça detaylar belli oluyordu.
Kirli ve yırtık bir ceket giymiş, orta boylu ,uzun saçlı... “Bir saniye...” dedim içimden. Yaklaştıkça daha tanıdık geliyordu. Bu  sahaf çarşısındaki o yaşlı adamdı.

Yaşlı adam : Senin burada ne işin var?
Delayn : eee..şeyy..
Y.A: Aç gibisin. Benle gel , bir şeyler yeriz.
Delayn : Iııı.. şeyyy... adınızı sorabilir miyim?
Y.A: İsimlerin bir önemi kaldı mı sence? İsmimi boş ve sen , beni takip et.

Lambalar , ait oldukları sokaklara veda ederken biz o karanlık içerisinde yürüyorduk. Normalde insanlar ile dolu olan sokakların bu kadar boş olması gerçekten tuhaftı. Kısa bir süre sonra ra sokaklara girdik ve yaşlı adam konuşmaya başladı;
Y.A: Sokaklara nasıl düştün? Seni son gördüğümde evsiz kalacak birine benzemiyordun.
Delayn: Bazı eksilikler ve yanlış anlaşılmalar diyelim. Ben asıl seni merak ediyorum. Seni sahafta gördüğümde evsiz birine benzemiyordun.
Y.A: Bu sorun karşısında klasik sebeplere sığınmayı seçiyorum. Yalnızlık , yanlış kararlar , parasızlık , adaletsizlik vesaire.
Delayn: Gerçekten çok açıklayıcı oldu bu açıklaman. Sağ ol .
Y.A: Bir şey değil. Bak geldik.
Yapımı yarım kalmış , iki katlı bir bina. Bir beton yığını. Birlikte içeri girdik. 2. katta birkaç parça karton  , önce den içinde ateş yakıldığı belli olan bir tür metal kutu ve 2 tane dolu koli vardı.
Y.A : Kendini evinde gibi hisset. Burası artık sadece sokaktakilere ait. Evsizlere , köpeklere ve kedilere.
Yaşlı adam metal kutunun yanına gidip ceketinin cebinden çıkardığı kibrit kutusundaki tek kibrit ile metal kutunun içindeki üç beş kartonu tutuşturmayı başarmıştı.
Y.A : Bu fazla yanmaz. Şu kolilerin içindeki kitaplardan bir tanesini verir misin?
Delayn: Ne? Dur bir saniye...
Y.A: Acele et. Ateş sönmek üzere.
Ben hemen kolilerin bir tanesini açtım. Koli ağzına kadar kitap doluydu. Ne bu kolilerin içinin kitapla dolu olmasını , ne de yaşlı adamın bu kitapları öylece yakmak istemesine bir anlam veremiyordum. Ben bunları düşünürken o “Ne kadar da uzun sürdü.” diyerek bir hışım yanıma geldi e koliden rastgele bir kitabı ateşe attı.
Delayn: Bunlar senin kitapların değil mi?
Y.A: Evet.
Delayn: Bu kadar kolay nasıl yaka bildin?
Y.A: Kağıt , yeşil değilse bu devirde faydasız olarak kabul ediliyor. Ayrıca seni zeki bir sanmıştım. Sayfaların bir büyüsü ya da içinde yazanların sihirli bir gücü yok. Gördüğün , duyduğun , okuduğun her şey bir kalıp. Kalıplar sadece fikirleri korumak için varlar. Ve eğer bizi ve fikirlerimizi şuan bu buz gibi havadan korumayacaklar ise neden varlar?
Hafif şaşkın bir ifade ile tekrar yerime oturdum. Tüm bu konuşmaların arasında birde yiyecekleri getirmişti yaşlı adam.
Y.A: Hadi ye.
Delayn: Teşekkür ederim.
Biraz ekmek , biraz peynir ve su. Birlikte bunları yerken yaşlı dam bir şey sordu;
Y.A: Sana verdiğim kitap nerede?
Delayn: Üzgünüm ... ama ben onu kaybettim.
Bu sözüm üzerine yaşlı adam oturduğu yerden kalktı. Kitapların olduğu kolilerin içinden bana verdiği kitabı çıkardı. Şaşkınlığımı saklamamıştım. Onu yanarken  gördüğüme emindim. Yaşlı adam sofraya doğru yaklaşırken bir yandan da kitaptan rastgele bir sayfa açıp bana uzattı.
Y.A: Oku.
Delayn: Tamam.
“Kalkanını kaldırdığında zalimin kılıcına  “Dur!” demek için.
  Akan kanların kelimeler ile dansını resmeden bir şair mi olurum?
  Yoksa , silahımla meydan mı okurum kanı şiirlere zorla aşık edenlere?
 Belki de resmederken kalemin son danslarına ,çıkan kelimeler birinin kalbine dokunur.

 Hayatını feda ettiğin bu dans pisti üç beş kağıt parçası ile döner.
  Ancak son vals`i hep aynı konuklar oynar.
  Kurşunu  döktüğü mazlum kanı ve şair yazdığı hüzünlü şiirleri.
  Merhamet , bir zamanlar güller bahçesindeki en samimi güldü.
  Şimdi ise o , bir avuç kül”
Y.A: Bu kadarı yeterli.
Delayn: Tamam.

Hiçbir şey diyememiştim. Kafamda çok fazla soru vardı ve bu bani fazlasıyla rahatsız ediyordu. “Uyumak iyi gelir.” dedim içimden. Geceyi o beton yığınında geçirdik.
Gözlerimi gün ortasında , yemyeşil bir çayırda açtım. Ne insanlar nede pislikleri vardı etrafımda. Doğa kollarını açmış ve beni buraya getirmiş gibiydi. Çok huzurluydu . Karşımda biri (ya da bir şey) vardı. O kadar parlaktı ki detaylarını seçemiyordum ama o ışık beni büyülemişti adeta. Gitmeli ve ne olduğunu anlamak zorundaydım. Ona doğru yürümeye başladım. Ben adım attıkça benden uzaklaşıyor gibiydi. Adımlarım hızlandı ve koşmaya başladım...
Gördüğüm şey , arabanın korna sesleri ile gözümün önünden akıp gitmeye başlamıştı. Ani bir refleks ile kendimi sokağın bir köşesine attım. Canımı zor kurtarmıştım. O huzur dolu yere yürümek beni ölüme götürmüştü. Ya bilmediğim ağır bir psikolojik rahatsızlığım var  ya da rüya görüyorum. Kendimi attığım köşeden etrafı bir süre süzdüm.

Delayn: Neredeyim ben?

Yavaşça yerimden kalktım. Ağır adımlarla , biraz önce süzdüğüm sokağın içine daldım. Burası bana baya tanıdık geliyordu. Evim mi buradaydı acaba? Kesin buralarda bir yerdeydi. E peki ben neden buraları hatırlamıyorum? Her şey çok yabancı geliyordu.
Sokak lambaları bir bir sönerken , arabalar yolları yavaşça terk ediyorken ben evimin nerede olduğunu hafif hafif hatırlamaya başlamıştım. Bir müddet daha dolaştım. Anımsadığım kadarıyla evimi bulmaya çalıştım ve sonunda evim olduğunu düşündüğüm bir apartmanın yanında buldum kendimi. Benzerlerinin yanındaki başka bir apartman. Adımlarımın ağırlığını koruyarak yaşadığım apartmanın kapısına doğru yürümeye başladım. Kapıdan içeri girmemle bedenimin kontrolünü yitirmiş gibiydim. Bendenim hareket ediyordu ancak bunu ben yapmıyordum. Bir bir çıktım merdivenlerin basamaklarını. Ta ki benim olduğunu düşündüğüm dairenin kapısına gelene kadar. Elimi yavaşça kapı koluna uzattım ancak kapı kendiliğinden açılmıştı.

Delayn : Kilitlemeyi mi unutmuşum?

İçerisi baya karanlıktı. Bedenimin yavaşça tekrar benim kontrolüme geçtiğini hissediyordum. İçeride bir ışık kaynağı aradım. Ancak sadece bir masanın üstünde duran masa lambasına erişebildim. O da ne yerinden kıpırdıyor , ne de masanın üstü dışında bir yeri aydınlatıyordu. Sandalyeyi çekip masanın başına oturdum. Masanın üzerindeki defteri yanıma çektim , kalemi elime aldım ve yazmaya başladım.

 “Yükü büyük olsa da ezilmez altında karınca.
 Acıları arkanda bırakmalı ve boş kağıtlarına bakmalı bu garip.
 Mutsuz bir hayatı yaşamaktansa umutlu bir ölüm yeğlerim 
Allah`ım deli olayım ve huzuru tadayım dedim ,  gene aynı yerdeyim.
 Yerin en dibine giden uçurumda asılı kalmışım sanki , düşüyorum ama zirve hep   görünür
 Olunuyor  parasının kölesi , şiirlerde neden yer almaz artık o çocukların sesi.
 Benim çıkmıyor yalnızken cılız sesim çünkü hala çok gencim.
Öldüm ama hala var gibiyim , sokaklar dolusunu canlı cesetlere karşı.
 "Ağlayamam artık" derken bir gece dökülen göz yaşlarının anlamları beni ben yaptı.
Öfke oldu ilhamım zamanla ; kanarken elleri ismini kullanmayan şairlerin.
Gökdelen gibiydi umutlarım , hala ayakta ancak yaralarıyla. 
Umursamaması imkansız artık bu garibin ruhunun.
Önce den yalnız kalmaktan korkardım şimdi... ”
Kan ter içerisinde uyandım. Başımda müthiş bir ağrı , dışarıda insan ve araç gürültüsü... Etrafıma bakındığımda ise hiçbir şey yoktu. Ne yaşlı adam ne kitap dolu kolileri ... Hepsi yok olmuştu sanki. Başımın ağrısı hala devam ediyordu. O halsizlikle beton yığınından dışarı çıktım. Tüm o gürültü artık çok daha net ve rahatsız ediciydi ama benim artık katlanacak halim kalmamıştı. Kulaklarımı ve gözlerimi kapatıp koşmaya başladım. İnsanlara çarptığımı hissediyordum. Onlar bana “Ne yapıyorsun sen!” dedikçe ben “Susun artık. Gürültüyü duymuyor musunuz?” diyordum içimden. İnsanlar sesini yükselttikçe be hızımı arttırmaya devam ediyordum. Bir süre sonra ise ne yaptığımı unuttum. Ruhen artık orada değildim. Sonra durdum. Gözlerimi açtığımda ise yaşadığım apartman karşımda duruyordu. Soru sormayı bırakmıştım artık. Sadece apartmanın kapısına doğru yürüdüm. Kapıdan içeri girdim. Bir bir çıktım merdivenin basamaklarını. Ta ki kendi dairemin kapısına gelene kadar. Elimi yavaşça kapı koluna uzattım ama kapı kediliğinden açıldı.
Günün ilk ışıkları dairenin içine vuruyordu. Her şey hala bıraktığım gibiydi. Masamın başına geçtim. Lambamın kırılan cam parçalarını masanın üstünden attım. Defterimi önüme çektim , kalemimi elime aldım ve yazmaya başladım..

]]>
Sat, 11 Dec 2021 15:07:44 +0300 Garip
Arşiv 18 (Tesbihten Kelepçe) https://edebiyatblog.com/arsiv-18-tesbihten-kelepce https://edebiyatblog.com/arsiv-18-tesbihten-kelepce X : İnsanlar neden böyle ? 
 
Y: Nasıl yani ? 
 
X: Biliyorsun işte . Bariz bir gerçeği inkar etmeleri , inandıklarını iddia ettikleri inançlar ile sürekli çelişmeleri ama bunu belirtenleri düşman bellemeleri.  
 
Y: Cahillerden çok şey bekliyorsun. 
 
X: Bu cahillik gibi değil. Daha farklı. Kişi sanki  hakikati inkar ederken söylediklerine inandığı için değil de inanmak zorundaymış gibi duruyor çoğu zaman. Çeliştiğinin farkında olmasına rağmen inkardan vaz geçmiyor. Sanki biri ona silah zoru ile söyletiyormuş gibi ama arkasında kimse yok.  
 
Y: Anlıyorum. Bak senle bir deney yapacağız. Dışarı çık ve bahsettiğin kişilerden birini bul ve onla aynen bahsettiğin gibi sohbet et ama bir fark ile. Asla isim belirtme , yer ve ya zamanda. Sanki hayali bir evrenden bahsediyormuş gibi konuş . O hayali evrene önceden inkar ettiğin hakikatleri serp.  Yarın da buradayım . Gelip anlatırsın ne olduğunu. 
 
X : Pek fark edeceğini sanmıyorum ama denerim. 
 
                          * Ertesi gün* 
Y: E ne oldu. 
 
X: İtiraf etmeliyim ki çok garipti. Aynen söylediğin gibi , söylediğin şartlarda bir sohbet açtım. İlk başta benim gerçek hayattan bahsettiğimi söyleyip durdu. Bir süre uğraştırsa da onu hayali bir evren hakkında varsayımlarda bulunduğumuza ikna ettim ve anlatmaya başladım. Bu seferde konu ile alakasız sorular soruyordu ve sorularını sürekli , cevapları gerçek hayata dayandırılacak şekilde soruyordu. Çok uğraştırsa da bahsettiğin gibi hiç isim , zaman ve mekan belirtmeden bir şekilde cevapladım ve anlatmaya geri döndüm. Sürekli sözüm kesen o adam bir süre sonra sakince dinlemeye başlamıştı. Anlatacaklarım bittiğinde ise hiç beklemediğim bir cevap verdi. 
 
Y: Ne dedi peki ? 
 
X: " Haklısın" 
 
Y: Bu şahit olduğun şeye "Tesbihten Kelepçe" denir. 
 
X: Tesbihten Kelepçe' mi?  
 
Y :Buna tesbihten kelepçe denir. En samimi inançların bile bir kelepçesi vardır. Kullanılması ile kulu çepe çevre sarar. Elini değil zihnini kısıtlar . Kelepçenin sahibi bağladığı kişinin de sahibidir artık . Kelepçenin tutsağı çoğu zaman kaçmayı düşünmez bile . Aslında tesbihten kelepçe yoktur bir süre sonra. Sadece diz çökmüş , boyun eğmiş bir cahil ile boyun eğdiği efendisi vardır. İste buna TESBİDEN KELEPÇE DENİR ! 
 
X : Biraz daha açar mısın? 
 
Y: Dikkatini çekmiştir karşındaki kişi sürekli seni sınıflandırmaya çalıştı. Çünkü kelepçenin öğretileri siyah ve beyazdan ibarettir. Tesbihten Kelepçenin sahibi tutsaklarına şu emri verir. 
"Benim dediklerim iyi , demediklerim kötü. Benim emrim farz , onların sözleri günah . Benim sevdiğim yer cennet , onların sevdiği yer cehennem . Benim anlattığım din , onların ki kafirlik." 
Bu kelepçe yöneticilerin en etkili silahıdır. Çünkü kelepçeye vurulmuş kişinin çıkarı maddi değil manevidir. Bu da kişinin güç sarhoşu politikacılar tarafından sömürülmesini kolaylaştırır. 
 
İnsanlar maneviyat için yaşar. Bir kişiye yardımının en temel sebebi vicdanen seni tatmin etmesidir. Güzel bir söz söylemek vb. içindeki o bencil duyguların tatmini içindir. 
Tesbihten kelepçe ise insanın başta dini inançlarını kullanır , gözüyle göremediği tanrı için bir obje gösterir ve kişi nihayetinde manevi eylemlerle sağladığı manevi tatminin çok daha fazlasını maddi eylemler ile sağlanan manevi tatminde bulur.  
 
Yaptığın bu deneyde  kelepçenin etkisindeki kişi maddi eylem ile manevi tatmin için seni kullanmayı planladı. Efendisinin emri ile seni düşman belleyecek ve seni yenerek maddi zaferi ile manevi bir tatmin yaşayacaktı . Ancak sen ona hiçbir koz vermedin. Kafasının içine efendisi tarafından sokulmuş düzeneği tetikleyecek ne bir isim ne bir zaman ne de bir mekan verdin. Çok fazla uğraşsa da , denek senin düşman mı dost mu olduğunu anlayamadı ve bir anlığına da olsa kelepçenin etkisinden çıktı.  
 
Onu tesbihten kelepçe ile tutsak etmiş efendisini olmadığı bir evrende ilk defa hakikati kabul etti.  
 
X: N... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Peki nasıl olacak ? Bu insanları nasıl o kelepçeden kurtaracağız. 
 
Y:  Dediğim gibi ; 
Buna tesbihten kelepçe denir. En samimi inançların bile bir kelepçesi vardır. Kullanılması ile kulu çepe çevre sarar. Elini değil zihnini kısıtlar . Kelepçenin sahibi bağladığı kişinin de sahibidir artık . Kelepçenin tutsağı çoğu zaman kaçmayı düşünmez bile . Aslında tesbihten kelepçe yoktur bir süre sonra. Sadece diz çökmüş , boyun eğmiş bir cahil ile boyun eğdiği efendisi vardır. İste buna Tesbihten Kelepçe denir. Gücünü bağnazlıktan alır. Bize ise anlatmaktan başka bir seçenek sunmuyor. 
 
Anlatacağız  
Anlatacağız 
Anlatacağız  

]]>
Fri, 10 Dec 2021 00:16:49 +0300 Garip
Kısa ve Hüzünlü Masalımız https://edebiyatblog.com/kisa-ve-huzunlu-masalimiz https://edebiyatblog.com/kisa-ve-huzunlu-masalimiz Geçmişe ihanet edip gelecekte yaşamak.
Yanlız iken ne zordur yaşlanmak.
Zamanın tiyatrosunda oyuncu olmak.
Işık olup gecenin karanlığını aşmak.
Umutsuzluk okyanusunda kutup yıldızı olmak.
Yedi kat göklerden bile okunmak.

İnsanlar kadar eski bir savaşta ,
Umut cephesinde komutan Bitap Paşa.
Hazinende gökteki elmaslar varsa
Kaybolur mu servetin , seller vursa da?
Ezeli ve ebedi yorgun naralar.
Kara sözleri taşıyan ak sayfalar.
Birde yolundaki yükü ağır o yolcular.

Aşk ile , zamanla harbe tuttuştu.
Şimdi fedailer dahi şeytana suskun oldu.
Bu masalda bir damla , ormanları yutan alevlere meydan okudu.
Uyku öncesi masallarına bile böyle hayaller yazılmadı.
Kılıçtaki bir damla kanın hüzün dolu masalını,
Kaç şair yazsa da sayfalara sığdıramadı.
Gözyaşı ile damla kanın ağlatan valsi,
Bizim kısa ve hüzünlü masalımız.

]]>
Mon, 25 Oct 2021 16:35:06 +0300 Garip