EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Hayrettin https://edebiyatblog.com/rss/author/hayrettin EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Hayrettin tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Hayatı Ertelemeden Yaşamak.. https://edebiyatblog.com/hayati-ertelemeden-yasamak https://edebiyatblog.com/hayati-ertelemeden-yasamak Hayat, çoğumuz için bekleyişlerle dolu bir yolculuk gibi görünebilir. Hep bir şeylerin gelmesini, bir şeylerin olmasını bekleriz; bir fırsat, doğru zaman ya da cesaretin ortaya çıkmasını. Ancak bu bekleyiş, aslında yaşamın en yorucu taraflarından biridir. Zaman hızla akıp giderken bizler, bu akışa kapılıp bir şeyleri hep sonrasına bırakırız. Oysa önemli olan, bu süre içinde ne yaptığımızdır. Hayatın başlangıcı ve sonu belliyse, ortasını nasıl yaşadığımız bizim elimizde. Beklemek, gerçekten yaşamaktan bizi alıkoyar mı?

Hayat, çoğu zaman beklemek üzerine kuruluymuş gibi gelir. Hep bir şeyleri bekleriz: bir fırsatı, doğru anı, başkalarının harekete geçmesini ya da belki de cesaret bulmayı. Oysa bu bekleyişler, aslında içimizde fırtınalar koparan, bizi içten içe yoran süreçlerdir. Hayatın başı ve sonu bellidir; bir şekilde başlar ve kaçınılmaz bir şekilde son bulur. Ancak asıl önemli olan, ortasında ne yaptığımızdır. Çünkü zaman sürekli akar ve biz de bu akışa kapılıp gideriz. İşte tam da bu yüzden, oyalanacak, erteleyecek vaktimiz yoktur.

Her bekleyiş, sanki hayatımızdan bir parçayı alıp götürür. İçimizde yıllarca biriktirdiğimiz ama söyleyemediğimiz sözler, dile getiremediğimiz hisler, yankısını bulamayan şiirler vardır. Zamanla bu bastırılan duygular, içimizde bir boşluk yaratır. Dışarıdan bakanlar belki fark etmez, ama o boşluk her geçen gün büyür ve bizi içten içe kemirir. Hayat beklemekten ibaretse, yaşamak nedir? Bir şeyleri sürekli ertelemek, hep "bir gün" diye düşünmek, gerçekten yaşamaya ne kadar yakın olabilir ki?

Bir an durup kendimize şu soruyu sormalıyız: "Neyi bekliyorum?" Çünkü beklemek, aslında hayattan çalmaktır. İçimizde birikenleri, hislerimizi, düşüncelerimizi daha ne kadar bastırabiliriz? Ezberlediğim tüm şiirleri artık yüksek sesle okumalıyım. Çünkü her şiir, aslında içimde yıllarca biriktirdiğim hislerin bir yankısıdır. Sessizce yürütülen içsel kavgalarımı dışa vurmalıyım. Çünkü bu kavgalar sessiz kaldıkça, kendimi yalnızca kendimle savaşırken buluyorum. Kuruntularımı serbest bırakmalıyım. Zihnimde tuttuğum sürece, onlar sadece beni daha da kısıtlayan zincirler haline geliyorlar.

Hayat, ertelemeye gelmeyecek kadar kısa ve kıymetli. Zaman hızla akarken, elimizde kalan tek şey yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz oluyor. O yüzden beklemek, bir noktadan sonra kendimizi kaybetmek demek. Bir şeyleri yarım bırakmak ya da hiç başlamamak, hayatın tam ortasını kaçırmakla eşdeğer. Oysa hayatın ortası dediğimiz şey, tam da yaşanması gereken, en kıymetli anlardan oluşur. Hayatın anlamını, işte o orta yerde buluruz.

Kaçırdığımız her an, yaşamadığımız her duygu, söylemediğimiz her söz, içimizde bir boşluk yaratır. Bu boşluk, zamanla pişmanlık halini alır. Ve bir gün dönüp geriye baktığımızda, keşke demek istemeyiz. Bekleyerek kaybettiğimiz anların pişmanlığı mı, yoksa yaşanmışlıkların huzuru mu bize daha iyi gelecek? Bunu şimdiden sorgulamalıyız. Çünkü hayat, beklemekle değil, hissetmekle ve yaşamakla dolu dolu anlam kazanır.

Hayatın başı ve sonu belliyse, ortasında ne yapacağımız tamamen bize kalmış. Geçmişin pişmanlıklarına ya da geleceğin belirsizliklerine takılıp kalmadan, tam bu anda yaşamaya başlamalıyız. İçimizdeki her duyguyu, her düşünceyi, her arzuyu yaşayarak, hayata en derin şekilde katılmalıyız. Çünkü bir gün dönüp baktığımızda, her anı dolu dolu yaşadığımızı hatırlamak, bize en büyük huzuru verecek. O yüzden, daha fazla beklemeye gerek yok. Hayat, tam da şu an, bizim onu nasıl yaşadığımıza bağlı.

Hayat, ertelenmeyecek kadar kısa ve değerlidir. Zaman hızla geçerken elimizde kalanlar, sadece yaşadıklarımız ve hissettiklerimizdir. Beklemeye devam etmek, bir noktada yaşamı kaçırmak demektir. O yüzden, her anı dolu dolu yaşamak, hissetmek ve kendimizi duygularımıza kapılmadan ifade etmek en büyük özgürlüğümüzdür. Hayatın ortasında, en derin duygularımızla var olmalı ve kendimizi ertelemek yerine yaşamı kucaklamalıyız. Çünkü geriye dönüp baktığımızda huzurla hatırlayacağımız tek şey, dolu dolu yaşanmış anlar olacaktır.

]]>
Sat, 19 Oct 2024 23:35:31 +0300 Hayrettin
Çıkarların Gölgesinde Yitip Giden Akrabalık Bağları.. https://edebiyatblog.com/cikarlarin-goelgesinde-yitip-giden-akrabalik-baglari https://edebiyatblog.com/cikarlarin-goelgesinde-yitip-giden-akrabalik-baglari Akrabalık, insan hayatındaki en kadim ve güçlü bağlardan biridir. Doğduğumuz andan itibaren hayatımıza dahil olan bu insanlar, en zor anlarımızda yanımızda olur, sevinçlerimizi ve acılarımızı paylaşırlar. Ancak günümüzde bu güçlü bağlar, ne yazık ki çıkar ve menfaat ilişkilerinin gölgesinde erimeye başlamıştır. Aile bireyleri arasında bile güvenin yerini şüphe, sevginin yerini ise maddi hesaplar almaya başlamış durumda. Peki, akrabalık ilişkilerimizi bu kadar yıpratan, bu duygusal mesafeyi oluşturan sebep ne?

Akrabalık, insan hayatında en temel ve en değerli bağlardan biridir. Doğduğumuz andan itibaren yanımızda olan, bizi hayata hazırlayan, acılarımızı ve sevinçlerimizi paylaşan bu insanlar, en güvenilir limanlarımızdır. Ancak günümüzde, ne yazık ki bu güçlü bağlar çıkar ve menfaat ilişkilerinin gölgesinde zayıflamaya başlamıştır. Birbirine destek olan, zor günlerde omuz omuza duran akrabalar yerine, çıkarları için birbirini kullanan, menfaat peşinde koşan bir toplum yapısına doğru kaymaktayız. Bu durum, akrabalık ilişkilerini yıpratıp, köklerinden koparıyor.

Eskiden akrabalar bir araya geldiklerinde sadece samimi bir sohbet, içten bir gülümseme ve paylaşılan güzel anılar yeterdi. Ancak günümüzde bu tür buluşmalar, ne yazık ki maddi hesaplar ve çıkar çatışmalarıyla dolup taşıyor. Bir akrabanın yanına gidildiğinde, dostça bir sohbet etmek yerine, çoğu zaman “Acaba benden ne isteyecek?” kaygısıyla yaklaşılıyor. İnsanlar, birbirleriyle gerçek bir sevgi bağı kurmak yerine, karşı tarafa ne kazandırabileceği ya da ondan ne elde edebileceği üzerine düşünmeye başlıyorlar.

Çıkar ve menfaat ilişkileri, akrabalar arasında derin bir güvensizlik duvarı örüyor. Eskiden güvenilen, birlikte bir gelecek hayal edilen insanlar, bugün birbirlerinden uzaklaşmış, birbirlerine karşı temkinli hale gelmiş durumda. "Ya bana zarar verirse?" düşüncesiyle dolan ilişkiler, artık eskisi kadar sıcak ve samimi değil. Aile içinde bile insanlar birbirlerine şüpheyle yaklaşır hale gelmişler. Bu güvensizlik, ne yazık ki bir domino taşı gibi diğer akrabalar arasında da yayılıyor. Akrabalık bağları giderek zayıflıyor, insanlar artık birbirlerine sevgi ya da yardım eli uzatmak yerine, yalnızca menfaatlerini kollamak için adım atıyorlar. Maddi kaygılar, ilişkilere hâkim olurken, sevgi, saygı ve anlayış geride kalıyor.

Bir başka acı gerçek de, maddi kazanç ve menfaatlerin akrabalık bağlarını tamamen bozduğu bir dünyada yaşıyor olmamızdır. Artık birçok insan, akrabalarını yalnızca kendi çıkarları için arıyor ya da ziyaret ediyor. "Bana ne faydası dokunur?", "Benim için ne yapabilir?" gibi sorular, ilişkilerin temelinde yer alıyor. Samimi duyguların yerini, maddi kaygılar ve çıkar çatışmaları alıyor. Bu da, akrabalar arasındaki güveni yok eden, insanları yalnızlığa iten en önemli etkenlerden biri haline geliyor. Eskiden evler arasında kapılar kilitlenmez, insanlar birbirinin evine rahatça girip çıkardı. Ancak şimdi, bir akrabanın eve gelmesi bile bazen kaygı yaratıyor. "Acaba para mı isteyecek?", "Benden bir şey mi bekliyor?" gibi düşünceler, o eski güzel günlerin sıcaklığını tamamen yok ediyor. Paraya ve maddi çıkarlara dayalı bu ilişkiler, insanların içten içe yalnızlaşmasına ve birbirlerinden uzaklaşmasına neden oluyor.

Akrabalar arasındaki bu çıkar ilişkileri, toplumsal dokuyu da derinden sarsıyor. Bir zamanlar dayanışma ve yardımlaşmanın sembolü olan akrabalık, artık yalnızca çıkar ilişkilerinin güdüldüğü bir arenaya dönüşüyor. Ancak bu durumu tersine çevirmek mümkün. Unutmamalıyız ki, hayatın gerçek zenginliği, maddi kazançlar değil, insan ilişkilerinde saklıdır. Gerçek mutluluğu ve huzuru, parayla değil, içten bir sevgiyle, samimiyetle ve karşılıklı güvenle bulabiliriz. Belki de her birimiz, akrabalarımıza karşı yaklaşımımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Çıkar ve menfaat hesapları yerine, gerçek bir sevgi ve anlayış ile yaklaştığımızda, hem kendimiz hem de ailemiz için daha sağlam, daha güven dolu bir bağ kurabiliriz. Belki de sadece “Nasılsın?” diye sormak, gerçekten dinlemek, küçük ama anlamlı bir adım olabilir. Çünkü insan ilişkilerinde en büyük kazanç, manevi bağların güçlenmesidir. Akrabalık ilişkilerimizi onarmak, çıkarların gölgesinden kurtulup gerçek sevgi ve saygıya dayalı bir iletişim kurmak, hayatımızın en önemli yatırımlarından biri olacaktır.

Akrabalar arasındaki ilişkilerde çıkar ve menfaatlerin ön planda olması, toplumsal bağlarımızı da zayıflatıyor. Oysa ki, hayatın gerçek değeri maddi kazançlarda değil, insani ilişkilerde saklıdır. Akrabalarımıza karşı yaklaşımımızı yeniden gözden geçirip, çıkarların ötesinde bir sevgi ve güven bağı oluşturmak, hem bizi hem de ailemizi yeniden bir araya getirecektir. Gerçek mutluluk ve huzur, sadece sevgiyle ve samimiyetle kurulan ilişkilerde bulunur. Yalnızca “Nasılsın?” demek bile, bu yıpranmış bağları onarmak için küçük ama önemli bir adım olabilir.

]]>
Sat, 19 Oct 2024 23:31:57 +0300 Hayrettin