EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Sibel Karagöz https://edebiyatblog.com/rss/author/https:z-p15.www.instagram.com EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Sibel Karagöz tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. ONAY ALMA İHTİYACI... https://edebiyatblog.com/onay-alma-ihtiyaci https://edebiyatblog.com/onay-alma-ihtiyaci Sizde başkalarından onay almadan bir şey yapamıyor musunuz ?

İlk önce aklınızda ki düşüncelerinizi, hissettiklerinizi o an söylemeniz gerekiyor. Karşınızda ki insan üzülür mü, kırılır mı, öfkelenir mi ? Diye düşünmeden direk aklınızdakini söyleyin karşı tarafa. Karşı tarafla düşündükleriniz aynı olmasa bile muhakkak dile getirin içinizdekileri. Bu sizin özgüveninizi gösterir. Karşınızdakini incitmeden düşüncenizi söyleyin.

Ve kendinize ihanet etmeden, başkalarını memnun edebilirsiniz. Ama öncelikle kendinizi memnun edin. Kendini memnun edemeyen, başkalarını mutlu ve memnun edemez... Arada sırada kendinizi hatırlamalı, kendinizi sevmeli, kendinizle gurur duymalısınız.

Şöyle bir şey de var ki; Ne yaparsanız yapın, herkesi memnun edemezsiniz... Bugün bir akrabanı memnun ettin diyelim, yarın bir gün bir başka birisini. Bi gün anneni, bir gün görümceni, kayınpederini. Peki sonra ? Sonrası ne olacak... İnsanlar doyumsuzdur. Ne yaparsanız yapın kimseyi memnun edemezsiniz. Sizin yaptığınız iyilik, onlarda alışkanlığa döner. O yüzden kendinizi kesinlikle harcatmayın. Unutmayın ki; Bir kere yaptığını görmeyen, bin kere yaptığını görev zanneder... O yüzden yapmanız gerekeni yapın, içinizden geldiği gibi iyiliğinizi yapın, karşınızdaki insanı memnun, mutlu edin ama bunu size karşı kullanırsa o kişiyle iletişimi koparın. Sizi hiç kimsenin av olmasını düşündürtmeyin. Onay istemek çoğu zaman kontrol kazanma çabasıdır... Bazı insanlar, bunlar ister çevrenizde olsun, ister akrabalarınız olsun, ister arkadaşınız olsun, sizin de onunla aynı düşünce yapısında olmanızı ister. Tabii böyle bir şey olması mümkün değil. Herkesin kendi düşünce yapısı farklıdır. Hiç kimse kimseyle aynı düşünmek zorunda değildir. Sizinle aynı düşünmediği için de size bozulabilir, sizle aranıza mesafe bile koyabilir. Ortada ki bağı koparabilir.

Doğru olduğunu düşündüğünüz şeylere odaklanın. Felsefelerinizi, hedeflerinizi düşünün ve her daim kendiniz olun. Bir şeyi ya da bazı insanları sevmiyorsanız, onları memnun etmek zorunda değilsiniz. Bunun için kendinizi kesinlikle suçlamayın. Herkesi sevmek zorunda değilsiniz, hiç kimsenin etrafında pervane olmak zorunda değilsiniz. Hiç kimse için fedakarlık yapmak zorunda değilsiniz. Hiç kimse için kendiniz olmaktan çıkma zorunluğunda değilsiniz. Herkes ne yapıyorsa yapsın, siz kendiniz olun yeterli.

Onay alma

Onay isteme

Onaysız bir şey yapamama

Aslında bu çocukluğumuza dayanıyor. Çocukluğunuzdan beri, anne babanızdan veyahut etrafınızdan onay almadan bir şey yapamıyorsanız, bu sizi psikolojik olarak etkilemiş olabilir. Biraz daha konuyu açalım...

Çocukken en küçük bir şey için bile, mesela bakkaldan çikolata almak gibi diyelim. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyemiyorsanız bir çocuk olarak anne babanıza. Bu demek oluyor ki anne baba, çocuklarını çok sıkmışlar. Tek başına bir şey yapmaya yönlendirmemişler. Sonra bu çocuklar büyüyor ve kendine güveni olmayan, kendine saygısı olmayan, kendini sevmeyen, kendini önemsemeyen, hep kendinden fedakarlık eden, kendini değersizleştiren, kendini bir hiç olarak gören, kendiyle bağı olmayan, kendi özgüveni olmayan büyüyememiş yetişkinler oluyorlar. Eğer küçüklükten anne baba tarafından; çocuğun kendini sevmesine, kendisine saygı duyulmasına, kendisinin özgüvenli bir insan olmasına, yeri geldiğinde hayır diyebilmesine, kendi kararlarını verebilmesine yönelik çocuğu aşılasalardı, o çocuk büyüdüğünde kendine her yönden güvenen bir yetişkin olurdu.

Onay alma ihtiyacı bazen fazla sorumluluk almak, mükemmelliyetçilik, sosyal medya kullanımında, başkalarının beğenini fazlaca önemseme, fedakarlık, hayır diyememek gibi, davranış kalıplarıyla karşımıza çıkarken, bazen dürtüsel davranışlarla kendini gösterebilir. Kısaca onaylanma ihtiyacı her yaş grubunda görülüyor. Ve bu ihtiyacın düzeyini belirleyen ise çocukluk yaşantılarıdır. Size fedakarlık ile ilgili bir hikaye anlatmak istiyorum.

Bir aile varmış. Kadının 4 çocuğu varmış. Çocuklardan en büyüğü kız çocuğuymuş. Kadın ömrü boyunca hem eşi hem çocukları için fedakarlık yapmış. Her sabah eşi işe giderken kahvaltı hazırlamış, eşinin çamaşırlarını yıkamış, eşi için her gün istediği yemekleri yapmış, çocukları için çabalamış, didinmiş durmuş. Eve gelen pasta dan çocuklarım, eşim yesin diye “Benim canım istemiyor, sevmiyorum pastayı” diyormuş. Siz hiç pasta sevmeyen bir insan gördünüz mü ? Eve pizza söylendiğinde “Ben tokum, sizler yiyin” diyormuş. Pizza sevmeyen mi olur ? Evdeki son bir bardak kolayı bile çocukları için, eşi için içmiyormuş. Kadın bir gün kötü hastalığa yakalanmış ve ölüm döşeğindeymiş. Kadın çocuklardan en büyüğünü kızını yanına çağırmış. Kızına bir kaç tavsiyede bulunmuş. Kızına söyledikleri şunlar:

Kızım beni şimdi çok iyi dinle. Bu söyleyeceklerim kulağına küpe olsun ve sakın unutma. Kızı can kulağıyla annesini dinliyordu...

“Kızım bugüne kadar yapmak istediklerimi, hayallerimi, hedeflerimi hep eşim için, sizler çocuklarım için erteledim. Ben kendi isteklerimi bir kenara atıp sizin isteklerinizi hep ön planda tuttum. Kendime kıyafet almadım sizler alın, sizler mutlu olun diye. Cebimde ki son para ile benim yırtık ayakkabımı görmezden gelip, sizin eksiklerinizi tamamladım. Eve gelen pastayı sırf sizler seviyorsunuz diye ben bir çatal bile yemedim. Kızım demek istediğim şu; Sen sen ol hem şimdi, hem evlendikten sonra asla kendinden ödün verme, fedakarlık etme. Yeteri kadar fedakâr ol. Hiç kimse için kendini üzme, hiç kimse için kendini paralama, kimseyi memnun etmeye çalışma”... Kız annesini dinledikten sonra, annesine söz verdi. Hiç kimse için kendinden ödün vermeyecekti.

O yüzden siz siz olun hiç kimsenin onayına, hiç kimsenin aklına, hiç kimsenin zekasına muhtaç değilsiniz. Kendi özünün onayını önemsemeden, başkasının onayını almak için yaşaması, insanı mutsuz ve anlamsız bir hayata götürür...!!!

]]>
Tue, 10 Jan 2023 12:52:37 +0300 Sibel Karagöz
NLP ( ZİHİN PROGRAMLAMA )... https://edebiyatblog.com/nlp-zihin-programlama https://edebiyatblog.com/nlp-zihin-programlama Merhabalar... NPL nedir. Gelin hep beraber inceleyelim. NPL ( Zihin Programlama ) oldukça basit bir şekilde açıklaması bulunmaktadır. Buna göre NLP, iş, spor, sanat gibi çeşitliliğe sahip alanlarda çok başarılı olan insanların, düşünme alışkanlıklarını, davranış kalıplarını, düşünce ve inançlarını incelemek ve analiz etmektir. Üst düzeyde başarı elde eden insanları, bu başarı düzeylerine ulaştıran nedenlerin tam olarak iyi anlaşılması halinde, bu modelleri kodlamak, modellemek ve yeniden üretmek mümkün olabilmektedir. Bundan dolayı çok basit bir ifadeyle NLP, başarılı ve etkili davranış kalıplarını kopyalamaya ve bunları yeniden üretmeye dayanır.

NLP’nin 4 temel köşe taşı mevcut olup bunlar:

1- Davranışsal Esneklik

2- Dostça İlişki / Uyum

3- Sonuçsal Yaklaşım

4- Duyusal Farkındalık

1- Davranışsal Esneklik; NLP, kişilerin daha esnek olmasına ve çalışmamaları halinde eski yol ve yöntemlerini değiştirmeyi kabul etmelerine de yardımcı olur. “Değişimin tek sabit olduğu” gerçekliğinin daha çok kabul edilmesi durumunda, her daim eski şeyleri yapmanın yollarını değiştirmeye, yeni olanı benimseyerek adapte olmaya olan gereksinimleri daha kolay değerlendirme olanağı sağlar.

2- Dostça İlişki / Uyum; Başkaları ile iletişim kurma ve ilişki kurma, NLP’nin ana direklerinden biri olmaktadır. NLP’nin derin çalışması bireyi, daha iyi bir iletişimci olmaya ve başkalarıyla daha iyi uyum sağlamasına yardımcı olacak araçlar ve teknikler sunmaktadır.

3- Sonuçsal Yaklaşım; Bunun anlamı, kişinin olumsuz bir sorun modunda sıkışıp kalmasından ziyade, sonuçta ne istediğini düşünmeye başlamasını sağlar.

4- Duyusal farkındalık; NLP ayrıca bireylerin çevre, renkler, sesler, kokular ile alakalı daha fazla bilgi sahibi olmasına yardımcı olur.

NLP TEKNİKLERİ VE FAYDALARI

1- NLP Ayrışma (Dışarıdan Gözlem) Tekniği: Bireyin yolda keyifli bir şekilde müziğinizi son ses açmış giderken arabalardan biri önüne kırabilir yahut tehlikeli bir hareket yapabilir ve birey aniden sinirlenip bağırıp çağırabilir. Bu noktada bireyin NLP ayrışma (dışarıdan gözlem) tekniğini devreye sokması gerekiyor.

2- NLP Yeniden Yaratma Tekniği; NLP yeniden yaratma tekniği bireyin çaresiz kaldığı ve ne yapacağını bilemediği hallerde işine yarayacak olan bir tekniktir. Bireyin içinde bulunduğu olumsuz duygu ve düşünceye daha farklı bir açıdan bakmasına yardımcı olur.

3- NLP Çapalama Tekniği (Demirleme Tekniği) ; NLP’nin en fazla kullanımı söz konusu olan tekniklerinden biri olan demirleme tekniği olarak da isimlendirilen NLP çapalama tekniğiyle birey kendisini olumlu bir duygu durumuna sabitleyebilir. Bunun anlamı bireyin içinde bulunduğu negatif duygu durumundan pozitif duygu durumuna geçebilmesi olmaktadır. Bireyin bu pozitif duyguda kalarak kendisini iyi hisler içinde bulunabilir.

4- NLP Uyum Tekniği: Uyum, bireylerin karşılıklı ilişkinin temelini meydana getirir. NLP uyum tekniği de bireyin, diğer insanlarla doğru iletişim kurmasını sağlar. Aynalama tekniği olarak da ifade edilen bu yöntemin hedefi bireyin iş yaşamından sosyal yaşamına kadar herkesle iyi ilişkiler kurmayı başarmaktır.

5- NLP İnanç Değiştirme Tekniği: Bir bireyin hayatında pek çok olumsuz durumla karşı karşıya kalması söz konusudur. Bu noktada bireylerin zihinlerinde yaşadıkları bir olumsuz duruma bağlı olarak bazen genellemeler yapılması söz konusudur. Bu genellemeler neticesinde de o duruma bağlı bir inanç oluşturmakta ve kişiler kendilerini sınırlamaktadır...

SİZE KÖTÜ HİSSETTİREN, SADECE VE SADECE KENDİ DÜŞÜNCELERİNİZDİR...

]]>
Thu, 20 Oct 2022 23:22:50 +0300 Sibel Karagöz
CİNAYET: "KADIN SÜNNETİ" https://edebiyatblog.com/cinayet-kadin-sunneti https://edebiyatblog.com/cinayet-kadin-sunneti Bu konuyu uzun süredir araştırıyorum. Üzerinde düşünüyorum... Amma velakin bu kadar önemli bir konu hakkında o kadar az bir bilgi var ki, bu konuya değinmek istedim... Hadi başlayalım...!!!

Özellikle Afrika ve Orta Doğu’daki 30 ülkede  yoğunlaşmış olmakla birlikte, Asya ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerde de kadın sünneti yapılıyor. BM, Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan göçmen nüfus arasında da bu uygulamaya rastlandığını belirtiyor.

Her yıl 6 Şubat’ta bu uygulamaya son verilmesi çağrısı yapıyor.

Kenya’nın Isiolo bölgesinde yaşayan Borana Kabilesi’nden Bishara Sheikh Hamo, kadın sünnetinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlık üzerinde kalıcı etkileri olduğunu söylüyor.

11 yaşında ‘sünnet’ edildim. Büyükannem saf ve temiz olmak için her kızın bunu yapması gerektiğini söylüyordu” diyor Bishara...

Ancak hayatı boyunca idrara çıkma sorunları, tekrarlayan enfeksiyonlar ve adet düzensizliği gibi etkilerinden, zamanı geldiğinde de ancak sezaryenle doğum yapabileceğinden kimse bahsetmemiş ona.

KADIN SÜNNETİ NEDİR ?

Genellikle klitoris veya vajina dudaklarının kesilmesini içeriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “tıbbi olmayan nedenlerle kadınların üreme organlarını yaralayan her türlü prosedürü” genital sakatlama kategorisinde değerlendiriyor.

Bu uygulamaya maruz kalan kadınlardan biri olan Mısırlı blogger ve film yapımcısı Omnia İbrahim, bunun çok tedirgin edici ve kadınların ilişkileri ve kendileri hakkındaki düşünceleri bakımından zarar verici olduğunu söylüyor.

“Buz kübüne dönüyorsun. Hiçbir şey hissetmiyor, kimseyi sevemiyor, arzu duyamıyorsun” diyor.

Omnia, yetişkin yaşamı boyunca “kadın sünnetinin” psikolojik etkisinde kaldığını söylüyor. İçinde yaşadığı toplumun “İnsan bedeni seks demektir ve seks günahtır” öğretisiyle büyüdüğünü ve “bedenini lanetlenmiş olarak gördüğünü” anlatıyor:

“Kendi kendime soruyordum: Korkmam gerektiğini söyledikleri için mi seksten nefret ediyordum, yoksa canım mı istemiyordu?”

Kenyalı Bishara ise BBC’ye konuşurken kendisinin dört diğer kız çocuğuyla birlikte “sünnet edildiğini” söylüyor. “Gözlerimi ve ellerimi bağladıktan sonra bacaklarımı iki yana açtırıp labyamı (vajinanın dudak kısımları) kestiler.”

“Birkaç dakika sonra keskin bir ağrı hissettim. Bağırdım çağırdım ama beni duyacak kimse yoktu. Kalkmaya çalıştım ama biri bacaklarımdan tuttu.”

“Olabilecek en ağır tıbbi müdahalelerden biri olduğu gibi, hiç hijyenik değildi. Oradaki tüm kızlarda da aynı kesici aleti kullandılar.”

Ağrı kesici olarak kullandıkları, geleneksel bir bitkisel kürden ibaretti: “Yerde bir çukur, çukurda ise bu bitki vardı. Bacaklarımı keçi gibi bağlayıp üzerime sürdüler. ‘Sıradaki, sıradaki’ diye bağırıp diğer kızları aldılar sonra.”

Kadın sünneti pek çok ülkede yasak olsa da, Afrika, Asya ve Orta Doğu’da düzenli olarak yapılan bir işlem...

PEKİ NEDEN YAPILIYOR ?

Toplum tarafından kabul edilme isteği, dini inançlar, hijyen konusundaki yanlış bilgiler, bakireliğin korunması, kadını “evlenilesi” kılmak, erkeğin cinsel zevkini artırmak bunlardan bazıları...

Sağlık veya hijyenik açıdan herhangi bir faydası olmasa da, bu işlemi uygulayan toplumlar kadın vajinasının kesilmesi gerektiğine inanıyor ve “sünnet” olmayan kadınlar sağlıksız, pis ya da değersiz olarak görülebiliyor. Çoğunlukla kişinin istek ve iradesi dışında uygulanıyor...

KADIN SÜNNETİNİN 4 TÜRÜ...

1. Klitoridektomi: Hassas klitoris bölgesi ve etrafındaki derinin tamamı ya da bir kısmının kesilip alınması.

2. Eksizyon: Klitorisin bir kısmı ya da tamamı ile vajinadaki iç dudakların (labya minora) kesilip alınması.

       3.İnfibülasyon: Hem iç dudak hem de vajinayı çevreleyen dış dudakların kesilmesi, yapılarının değiştirilmesi. Bu işlem çoğunlukla küçük bir delik bırakacak şekilde dikilmeyi de içerir

4. Klitoris ya da genital bölgenin delinmesi, kazınması ve oyulması gibi zararlı işlemlerin tamamı.

BM’e göre, Afrika ve Orta Doğu’daki 30 ülkede yoğunlaşmış olsa da kadın sünneti Asya ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerde de uygulanıyor. Ayrıca Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan göçmen nüfus içinde de bu uygulamaya rastlanıyor...

Bizler eşitiz... Erkek nasıl zevk alıyor ise, kadınlarında buna ihtiyacı var. Kadınlar köle değildir. Kadınları sünnet yaparak, hissiz, zevksiz bırakıyorlar. Oysa kadının en doğal hakkıdır zevk alması, tatmin olması.

BEDENİ ÜZERİNDE SÖZ SAHİBİ OLMAK, TEMEL İNSAN HAKKIDIR...!!!

]]>
Fri, 14 Oct 2022 15:16:35 +0300 Sibel Karagöz
Bir Doz "HAYIR" Alabilir miyim ? https://edebiyatblog.com/bir-doz-hayir-alabilir-miyim https://edebiyatblog.com/bir-doz-hayir-alabilir-miyim Eğer sizlerde “HAYIR” diyemeyen bir insansanız şu an doğru yerdesiniz. Sizlere bir hikaye anlatmak istiyorum.

Genç bir kadın yıllarca çocuklarına, eşine, ailesine, akrabalarına ve yakınlarına kendinden feda ederek hizmet etmiş. Hiç kimseye “HAYIR” diyememiş. Canı istese de istemese de her istenileni yapmış ve yıllarca kendi sevdiği şeyleri ertelemiş. Yıllar sonra kadın kalp krizi geçiriyorum diye soluğu hastanede almış. Fakat kadının kalbinde veya kendisinde herhangi sıkıntı yokmuş. Daha sonra psikiyatri servisine giden kadın, uzun süre devam eden depresyonu olduğunu öğrenmiş ve panik bozukluk tanısı almış.

Doktor durumu açıklamış;

İşte bedeninizin size armağanı bu. Bedeniniz size bu hastalık yoluyla şu mesajı veriyor: Lütfen benim için bir şeyler yap. Beni hayatında birinci plana yerleştir. Eğer sen benim için bir şeyler yapmazsan, Ben kendimi bir numara yapacağım. Onun sesini dinlemediğinizde, bedeniniz sapasağlamken yataklara düşer, hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz. Bedeniniz size daha önce depresyon yoluyla sesini duyurmaya çalışmış. Ama onu dinlememişsiniz. Kendinizi ihmal ve suiistimal etmişsiniz. Bu nedenle panik ataklarınız ortaya çıktı. Kendinizle ilgilenmekten başka çareniz kalmadı.

Hasta kadın “Peki şimdi ne yapacağım?”

Doktoru reçete kağıdına bir şeyler yazarak hastaya uzatırken;

“Bu sizin en önemli ilacınız” dedi. Kağıda okuyunca hasta şaşkınlıkla gülümsedi. Mesajı almıştı. Kağıtta büyük harflerle “HAYIR” kelimesi yazılıydı.

Ben bu hikâyeyi her okuduğumda her bir kelimesi yüzüme bir tokat misali çarpıyor. Biz hayır demeyi bilmiyoruz arkadaşlar açık ve net. Bizler gerektiğinden çok daha fazla fedakârlık yapıyoruz. Kimimiz arkadaş ortamından kopmamak adına, kimimiz eşimizle tartışmamak adına, kimimiz de aileyi akrabayı üzmemek adına sessiz kalıyoruz. Peki bu sessizliğin ardında bizim mutsuzluğumuz gizli değil mi. Çevremizdekiler, eş, dost, akrabalar üzülmesin kırılmasın diye; içimizden gelmeyerek de olsa hayır demedik mi ? Biraz daha açmak istiyorum konuyu. Çok fazla fedakârlık yapıyoruz. Evlisin, çoluğun çocuğun var. Evde yemek pişiyor. Yemeğin en güzel yerini ve en sıcak tarafını eşine veriyorsun. Eve pasta alınıyor, çocuklar yesin diye, bir çatal bile yemiyorsun. Peki soruyorum size; eşinizin sizden ne farkı var ?

Peki siz neden yemeğin güzel yerini almıyorsunuz tabağınıza. Eşiniz, kendinizden sizden daha mı değerli. Çok mu kıymetli sizden. Bu durum aşırı fedakarlığı gösteriyor. Bizler eşit davranamıyoruz. Dengeyi kuramıyoruz. Hep başkalarını düşünüyoruz. Başkalarının bizim hakkımızda kötü düşünmelerini istemiyoruz. Bizi yanlış anlamalarını istemiyoruz. İşte o yüzden hiç kimseye hayır diyemiyoruz. Bir kerede düşünmeyelim. Bir kerede içimizden geldiği gibi davranalım. Varsın bizi kötü bilsinler, varsın yanlış anlasınlar. Neden tek kişilik değil de, çoklu beyinli düşünüyoruz. Allah bize beyin vermiş. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyoruz. Başkalarının istediği gibi yaşamak zorunda değiliz. Bu hayat bizim. Tek yaşamımız, tek yaşantımız, tek bir şansımız var. Tek bir şansımız varken, neden el alemin bize dayattığı şekilde yaşayalım ki.

Bizler aslında çocuklara karşıda insafsız davranıyoruz. Onların hayatını daha küçükken yönetmeye çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse, çocuğumuzun dayısı teyzesi veya amcası gelmiş. Çocuğu öpmek istiyor sarılmak istiyor. Ama çocuk daralıyor sıkılıyor ve yanaşmak istemiyor. Ama anne babası, AA kızım veya oğlum ayıp olur hemen sarıl bakayım amcaya teyzeye. İşte bizlerde bu şekilde yetiştirildik. Bizlerde “AYIP OLUR” adı altında geldik bu yaşlara. Şunu şöyle yapmazsan, şu kişiye ayıp olur. Bak kayınvalideye güler yüzlü olmazsan, yanlış anlar. Bak arkadaşlarının dediklerini yapmazsan, seni dışlarlar. Bizim bu tarz cümlelere karşı kulaklarımızı kapatmamız gerekiyor. Bizi sıkan, darlayan, bizi kendimiz olmakla suçlayan insanlardan ayrışmamız gerekiyor. Bizi sadece biz ilgilendiriyor. Bizi ne eşimiz, ne ailemiz, ne de eşimizin ailesi YÖNETEMEZ. Biz bir bireyiz. Herkes birbirine karşı saygılı olması gerekiyor. Ama bizler o kadar yaralandık ki büyürken, küçüklüğümüzde bize dayatılan, “Yanlış anlar”, “Üzülür”, “Ayıp olur” kelimeleri cümleleri, şimdi şu an bizim canımızı yakıyor. Biz üzüleceğimize, başkaları üzülsün. Bize ayıp olacağına, onlara ayıp olsun. Bizlerin canı yanacağına, onların canı yansın. Bizler “Hayır” diyemiyoruz. Ama inanıyorum ki, bu konuda geliştiricez kendimizi. Çünkü hayır diyemezsek, kendimize büyük ayıp etmiş oluruz. Sırf başkaları incilmesin, kırılıp dökülmesin diye biz paramparça oluyoruz. Halbuki; sevmediğimize sevmedim, beğenmediğimize beğenmedim deseydik, bence bu kadar yara almazdık. Başkalarını memnun etmek yerine, neden kendimizi memnun etmiyoruz. Koca bir ömrü neden başkalarına yaranmak, başkalarını memnun etmek için harcıyoruz. Bu kötülüğü kendimize niye yapıyoruz. Nedir bizim kendimizle çözemediğimiz sorun. Peki bizler neden hep bir fedakarlık yapıyoruz. “Eşim isterse yapmam mı ben”. “Teyzem isterse o konsere gidilir”. “Kayınvalidem isterse hep onu mutlu ederim yeter ki istesin”... O, bu, şu, kimin ne istediği değil, “BEN” ne istiyorum. Ben ne yapmak istiyorum. Ben nasıl davranmak istiyorum. Benim hayatıma, benim yaşam tarzıma, benim isteklerime, benim yapmak istediklerime, benim mutluluğuma, mutsuzluğuma, benim suratımın asıklığına, benim nasıl davrandığıma, benim duygu ve düşüncelerime, benim yaşam biçimime, bana vaad edilen bu ömre hiç kimsenin karışmaya “HAKKI YOKTUR”...

Bizler bunu yüksek sesle maalesef ki söyleyemiyoruz. Hep bir korkumuz var. Kimisi eşinden, kimisi anası babasından, kimisi komşusundan, kimisi kayınvalidesinden kayınpederinden korkuyor, çekiniyor. Bizler herkesin istediği gibi biri olmak için doğmadık. Eğer ki; Başkalarını mutlu etmek için yaşarsak, evet herkes bizi sever ama kendimiz hariç. İstemediğimiz olaylara, içimizden gelmeyerek evet dersek, kendimize yaptığımız en büyük değersizlik bu olur. Yeri geldiğinde hayır diyememek, kendi özgüvenimizi zedeler.

Ve şu da var ki; Kendimiz olamadığımız bu dünyada, hep başkalarından onay bekliyoruz. Hep bir onaylanma ihtiyacı hissediyoruz. Halbuki kendimizin farkında olsak, hayatımız daha güzel bir hâl alacak. Başkalarının duygu ve düşünce tarzlarına göre hayatımızı yönlendiriyoruz. İnsanlarla küs olmayalım, onları üzmeyelim diye hep onların yaşantısına göre hareketlerimizi sergiliyoruz. “El alem” ne der diye senelerimizi bu karanlık hapishanede geçirdik. Çok ciddi bir şekilde sorucam. DEĞDİ Mİ ? El alem için, kendimiz olmaktan çıktığımıza değdi mi. Yazık değil mi bize. Yazık değil mi söyleyemediğimiz, içimizde kalan sözcüklere. Sabrettiğimiz yetmedi mi. Sağlam bir geleceğe sahip olmak, sağlam bir birey olmak istiyorsanız, “HAYIR” deyin. İnsanlar sizden bir şey rica ettiklerinde ve içinizdeki ses bu isteğe hayır demek istiyorsa, lütfen bunu yüksek sesle söyleyin. İstemediğiniz her şeyi geri çevirebilirsiniz. Mutlu olmak, daha mutlu hayat sürmek için lütfen “HAYIR” kelimesini kullanın.

Ve unutmayalım ki; İçimizden gelmeyerek evet demeye devam ediyorsak, beğenmediğimize beğendim, sevmediğimize sevdim, istemediğimize istiyorum, demeye devam ediyorsak ne yazık ki mutsuz olmak kaçınılmaz oluyor.

Bizler için tek dileğim; “HAYIR” kelimesinin yaşantımızda çoğalması dileğiyle...

                                                                                                                                                    SİBEL KARAGÖZ

                                                                                                                                              @sibelin_kaleminden

]]>
Mon, 29 Aug 2022 12:35:16 +0300 Sibel Karagöz