EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & mamak https://edebiyatblog.com/rss/author/mamak EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & mamak tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. ANLADIM VOLONİTRA https://edebiyatblog.com/anladim-volonitra-1252 https://edebiyatblog.com/anladim-volonitra-1252                                          ANLADIM VOLONİTRA

   Karşıma almışım aynayı da kendimle konuşuyorum sanki onunla konuşurken. Daha düne kadar birbirimizden bihaberdik oysa ki…Düne kadar dediysem dün tanışmadık tabi. Bir anda gelen samimiyet beni hep bir değil birkaç adım ötede tutmuştur. Adım adım samimi olmamızdan kaynaklı belki bir anda böyle içimizi döküverişimiz. Mevzu derin neticede: Aşk. Herkesin vardır aşk üzerine söylenecek birkaç kelamı. Pazardaki amcanın, camdaki teyzenin, postacının elindeki mektubun, gökteki kuşun…Onun da vardı. Benimki laf-ı güzaf, ne anlarım aşktan. Ben romanlardakini bilirim, bilmekle kalmaz tek tek sayfa aralarından toplar gelirim. O gün getiremezsem şayet sayfanın kenarını mimler, geri döndüğümde bulmak isterim. Gerçek hayattakinin taliplisi zaten değilim. Mantık insanıyım ben. Ama onunki kanlı canlı. Ete kemiğe bürünmüş. Yetmemiş sol tarafına bir kalp konulmuş. Velhasıl-ı dünyadan.

       Bunları düşünürken bir anda söze başlamış buldum kendimi:

     -Bir kere önce şunu kabullenmeli; yalnızlığa alışamazsın, sadece hep daha mükemmelinin geleceğini ümit edersin ama aşk daha mükemmel değildir, sana mükemmel hissettirendir. Oturur öyle ince hesaplar yaparsın ki boşa koyar dolduramaz, doluya koyar aldıramazsın. Sığdıramazsın hiçbir yere. En kötüsü de ne biliyor musun? Sonra gider ummadığın bir anda, ummadığın birinde atarken bulursun kalbini. Geçmiş olsun. Aşık oldun.

        Tatlı bir gülümseme geçiverdi yüzünden, gördüm. Düşüncemi çürütmekte hiç gecikmedi.

     -O kadar kolay değil küçük hanım, yanıldın. Aşk öyle tariflere sığacak bir şey değil ki sen kalkıp kelimelerle izah edesin. Biri çıkmış adına aşk demiş ama bana kalırsa adı bile bu değil. Ne büyük gaflet, insanlar çoğu zaman böylece aşık oldum sanırlar. Ve işin daha da ilginç yanı bunu birçok kez de yaparlar. Şimdi sen diyeceksin ki; öyle ama insanda da bir acaba oluyor. Sonra da o acabanın peşinden gidiyor. Git zaten, gitmezsen öğrenemezsin. Bırakma peşini, bakma sen onlar da çok kıymetli. Sonuçta sana değer katıyor. Seni sen yapıyor. Belki eksildiğini düşünüyorsun ama değil, sonrasında insana tecrübe oluyor. Aşkın ne olduğunu değil belki ama ne olmadığını böylelikle öğrenir insan. Kafanın içerisinde asılı kaldı sorular, çekinme sor hadi. Zaten cevaplar belli olsaydı sorular var olamazdı, unutma.

        -Her şey tamam, iyi hoş da insan diyorum, aşık olduğunu nasıl anlar peki?

     -Bakıyorum da roman sayfalarından öteye geçti aşk merakın. Sen akıllı kızsın, o kadar kitabı boşa okumuyorsun, anlarsın. Ben hatalar üstüne hatalar yaptım, hatalarıma sahip çıktım o ayrı. Ama sen böyle hatalar yapma diye sana bunları anlattım. Yoksa görülmüş şey değildir eteğimdeki taşları bir çırpıda bırakışım. Benden bu kadar, hoşça kal küçüğüm.

         Birden başlayan muhabbeti birden bitirmişti. Son kez ardından bağırdım.

         -Hatan aşık olmak mı, aşktan kaçmak mı Volonitra?

        Hiçbir şey demedi. Cevap vermedi. Yıllarca merak ettim. Sonra bir zaman, o gün giderken bana son söylediği şeyi anımsadım.

         -Bu arada küçüğüm, yanılıyorsun. Düşündüğünün aksine sen tam da bir aşk insanısın, hislerin kuvvetli.

        İşte o zaman anladım. Hata; aşk insanı değilim demekle başlıyor, aşık olmakla devam ediyor, sonra aşktan kaçmakla katlanıyor.

          Anladım Volonitra.

                                                                                                           

]]>
Thu, 16 Dec 2021 21:35:22 +0300 mamak
HIRKA https://edebiyatblog.com/hirka https://edebiyatblog.com/hirka                                                                               HIRKA

            Sabahın ışıkları ile kalktı yine. Her gün olduğu gibi bugün de ilk olarak perdeyi açtı. Sonra camı. Dışarısının havasını şöyle derin derin çekti içine. Hafiften bir titredi, ürperir gibi olunca gözü odada beni aradı. Gözüne değdiğim anda ise hemen bana doğru geldi ve bir çırpıda geçirdi beni sırtına. Sımsıkı sarıldı. Tek tek, yavaş yavaş dokundu kollarıma. Adeta bana minnet duyar gibiydi.

            Birlikte lavaboya doğru yol aldık. Yüzünü yıkarken sağ kolumu hafiften ıslattı. Sonra özenle ıslanan yerimi katladı. Hızlıca aynadaki aksine baktı. O arada gözüne kirli sepeti takıldı. Kirlileri makinaya attı. Evdeki her şeyi yerli yerindeydi. Bardakları, tabakları, kıyafetleri, tv kumandası, kalemi, kağıdı, defteri… Evden çıkarken terliklerini çıkardığı yer bile. Bir tek benim yerim belli değil. Evin her yerinde olabilirim. Onunla birlikte ben de evde oda oda gezerim. Mutfakta yemek mi yapıyor kapının kolundayım, oturma odasına mı geçti koltuğun bir kenarındayım, çalışma odasında mı dosyalarının üzerindeyim. Velhasıl-ı o nerede ben oradayım. Evde şurası da benim yerim dediğim yer yok zira evin her yerindeyim. En son genellikle yatağının başucunda asılı kalır sabahı beklerim.

            Sarışın, açık kahverengi gözlü minicik bir sahibim var benim. Bazen delidolu ama çoğunlukla sessiz sakin. Aslına bakarsanız sahibim olmadan önce şen şakrak bir kızdı. Hatırlıyorum o günleri de benim bile şurama bir şey gelip oturuyor. Okuluna gider gelir sonra annesine üşenmeden tüm gününü anlatır, ona sarılır şiirler okurdu. Kitapları çok severdi bir de yazmayı. Yazdığı yazıların hepsini annesine okurdu. Ve tabii ki bana. O zamanlar annesi sahibim olduğundan annesine anlatırken bana da anlatırdı. Annesine sarılırken bana da sarılırdı. Şakalaşırlardı, birlikte yemek yaparlardı. Mutfaktaki yemek kokusu ile birlikte annesinin kokusu üzerime sinerdi. ‘Bu hırka biraz sen biraz da en sevdiğim yemekler kokuyor anne sultan,’derdi.

            Sonra evde bir gün bir telaş bir gözyaşı… Birkaç gün bir köşede unutulmuşluk. O sessiz bekleyişte anladım ki sahibim beni terk etmişti. Sonra bir sabah bu küçük hanım geldi yanıma. Dokundu, sarıldı, öptü, kokladı. ‘Sultanım,’ dedi; ‘neden bıraktın beni?’ Sonra beni aldı geçirdi sırtına. Öylece uyuyakaldı o gün. O uyudu ama ben sabaha kadar uyuyamadım. Isıttım onu, teselli ettim. Gece sayıkladıkça saçlarını okşadım, buram buram koktum burnuna, kulağına buradayım diye fısıldadım. Gözünden damlayan yaşları sağ kolumla sildim. İşte öyle başladı hikayemiz. Bir daha o nereye ben oraya yanından hiç ayrılmadım.

 

                                                                                                          

 

]]>
Fri, 10 Sep 2021 22:24:37 +0300 mamak
BİR ADAM, BİR KADIN https://edebiyatblog.com/bir-adam-bir-kadin https://edebiyatblog.com/bir-adam-bir-kadin  Eliyle sokak lambasını gösterdi

 -Yağmur damlalarının ardındaki şehri görüyor musun?

 -Beni şaşırtıyorsun bugün. 

Böyle başladı o akşam muhabbet. Yağmur seslerinin altında şehri dinlediler bir müddet. Hemen arkalarındaki fıskiyenin su sesini sonra birbirlerini… Eski defterleri karıştırdılar. Birini kapatıp bir başkasını açtılar. Akşam mı olmuş, etrafta kimseler mi kalmamış, garson son hesabı mı kesmiş, kimin umurunda? 

 -İçimde bir sıkıntı var; geldi, geçmek bilmedi. 

 -Sen değil miydin uyuyunca geçer diyen?

 -Uyuyunca geçer ama geçsin isteyen kim, hiçbir şey bu kadar kolay olmamalı. Öyle değil mi? Bunu diyen de sendin sanki. 

 Sustu kadın. Ne desindi? O geçsin isterdi halbuki. Ama uyusa da bir türlü geçiremezdi. Defterini çıkardı adam. Önce müziği açtı sonra yazmaya başladı. Yüzüğü kaleme, kalemi deftere değdi. Birazdan yazdıkları kadının kalbine değecekti, haberi yoktu.

 -İçimden geçen şarkıyı açarsın sanmıştım ama olmadı, dedi kadın. Adam yeni bir şarkı açtığında…

 -Kahin değilim, biliyorsun. 

 -Kahin değilsin, biliyorum. Çoğu zaman yapıyorsun bunu, yine yapabilirsin sandım.

 Gülümsedi adam sadece. Eğdi başını, devam etti şiirine, içinden kadının beklediği şarkıyı mırıldanırken. Şarkı bitti, yeni bir şarkı seçti adam.

            -Gördün mü bak kahinmişsin.

            Kadın şarkısını mırıldandı:

            ‘Akşamdan akşama zor geçer,

            Bilmem bu hasret nasıl biter?

            Ben beklerim yollarını,

            Pervane ömrüm seni bekler.’

            Adam şiirini tamamladı:

            ‘Dostlarım huzurlu,

            Annem uyudu mu?’

]]>
Tue, 17 Aug 2021 12:56:28 +0300 mamak
KATRE&İ KETUM'A https://edebiyatblog.com/katre-i-ketuma https://edebiyatblog.com/katre-i-ketuma   KATRE-İ KETUM’A, 

 Özlemenin ne demek olduğunu biraz daha kavradım sanırım. Bende seni özlemek ne biliyor musun? Karşıma alıp birini senmişsin gibi konuşmak. Biliyorum o sen olamaz, yerine kimseyi de koyamam ama cümleleri olan ben değil miyim? Her cümleyi sen söylüyormuşsun gibi dinlerim. Sonra karşımdakine, ‘Bu ara hiç fotoğrafımı çekmiyorsun ama eksikliğini hissediyorum’ diye fotoğrafımı çektirerek… Tıpkı sen çekiyor gibi, Katre’ymiş gibi. Çağlayan-ı Matem’e gelmek, oturmak sessizce. Senin ketumluğun gibi. Gözümün önüne getirmek seni bunca görüntünün arasında. ‘Hadi bir çay söyle be Katre, içelim’ demek. Karşımda sen varmış gibi konuşmak, muhabbete dalmak belki…Durup dinlemek suyun sesini. Sonra içinden çıkamadığımız, tıkanıp kaldığımız konulara girmek, tıpkı semaya bakıp Allah’ı düşündüğümüz gibi…Sonra oturup bir yazı yazmak belki de, senden gelmiş gibi…Yazmak, yazmak… Senin başladığın gibi başlamak söze. Senin cümlelerini senden bana yazılmış gibi yazmak. Bunca şeyin adı seni özlemek işte şimdi bende. Ama olsun. Hatırlıyor musun, ‘Yağmurların bunaldığı an yoktur’ demiştim sana. Bir sürü cümle döktürmüştün sen de hemen altına. ‘Zaten neden bunalsın ki, seven sevdiğine varırken bunalır mı hiç’ demiştin? Ve aynı gün yine bana demiştin ki; ‘Toprak hep yağmuru bekleyecek. Beklenilen olacak yağmur. Birbirlerine hep kavuşacaklar. Ama erken ama geç.’ Özlemenin bir adı da bu şimdi. Toprağın yağmura hasret kalması.

             Şimdi sigarayı bile azalttım biliyor musun? E sen yoksun, bana stres yaptıran Katre yok yanımda. Zaten sigara içmenin tadı da yok ki. Çünkü ikide bir ‘İçme artık şu sigarayı’ demiyor kimse bana. Ama ben şu an senin ‘Aman iyi olmuş, sen içme de biz görüşmesek de olur’ dediğini duyar gibiyim. Okurken bu satırları tebessüm ettiğini görür gibiyim. Ama şunu kabul edelim ki kimse bizim kadar tuhaf olamaz.

            Bir türlü yazmayı bitiremediğimiz bir masalımız var seninle. Bu masal bitmez! Masaldaki çobanın yorulmadığı gibi ben de yorulmam yazmaktan ve bekletmekten seni. Bana masalın devamını sorup durma. Her şeyin bir zamanı var surat asma. Asma o suratını hadi ama.

            Ayrıca yapma kendine bunu, durul artık Katre. Hayata bırak bazı şeyleri.

            Son olarak demek isterim ki; Katre demek, Çağlayan’da matem eyleyip, çay içip, sonsuz muhabbet, tatlı hayat demek..

            Sevgili Katre. Bir’de buluşalım. Bu dünyanın iki kişilik Bir’ e ihtiyacı var, biliyorsun.

]]>
Sat, 14 Aug 2021 14:22:59 +0300 mamak
ŞAİRİN TURNALARI https://edebiyatblog.com/sairin-turnalari https://edebiyatblog.com/sairin-turnalari  ŞAİRİN TURNALARI                                                    

Uyu da turnalar girsin rüyana derken, bundan bahsetmiyordu şair… O uyku bu uyku değil. Turnalar rüyaları çoktan terk etti, o rüya bu rüya değil.

Denizi iyi kullan derken sen, bir gün o denizlerin sadece seni hatırlatacağını nerden bilebilirdim ben? Bunu da mı yaşatarak öğretmeliydin? İlla ama illa kalıcı olacak izlerin.

Sana böylesi çok benziyorsa bu kalbim, suç benim mi? Hem, hani artık sen de bana benzer olmuştun? Ne oldu da şimdi oyunu bozdun?

Artık Haziran’ın gözleri hüzünlü, fesleğenlerin elleri dokunduğu yeri güzelleştirmiyor.  İster inan ister inanma ama sivrisinekler bile eskisi gibi herkesin canını acıtmıyor. Her şey biraz eksik, herkes biraz yarım… Ve ne yapsak tamam olmuyor.

Bazı kelimeler anlamını yitirdi adeta. Giderken onları da alıp gittin. En çok neyi merak ediyorum biliyor musun? Hiç mi korkmadın, hiç mi dönmeyi düşünmedin? Giderken bile ardında sorular, cevaplar, alınması gereken dersler bırakan sen; bunca kimsesiz kalışımızı nasıl görmezden gelebildin?

Sen yolda kalışları ve yine de devam edişleri hatırlatıyordun bana, sen diklenmeden dik duruşları öğretiyordun bana… Yola çıkmak değil miydi aslolan? Keza dik durmak, başlı başına bir yol değil mi insana?

Hüznümün başı arşa değdi, serzenişim dağlara ses verdi. Şimdi ne yapsam da duyurabilsem sesimi? Hangi durakta beklersem yolumu çıkarabilirim sana? Hangi cevaba tutunsam götürür beni turnalara? Kapatsam gözlerimi, şairin turnaları girer mi rüyama?

Uyuduk, çok rüyalar gördük, çok turnaların peşine takıldık mavi gökte. Çoğu kez koşa koşa rüya yorumcularında bulduk kendimizi. Kah korktuk, kah üzüldük. Yine de hep ama hep umutluyduk.

Uyu da turnalar girsin rüyana derken bundan bahsetmiyordu şair… O uyku bu uyku değil. Turnalar rüyaları çoktan terk etti, o rüya bu rüya değil.

 

                                                                                              

                                                                                               

]]>
Mon, 09 Aug 2021 15:40:15 +0300 mamak