EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Muhammet579_ https://edebiyatblog.com/rss/author/muhammet579_ EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Muhammet579_ tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Sessiz Karanlık https://edebiyatblog.com/sessiz-karanlik https://edebiyatblog.com/sessiz-karanlik Yeni bir çaresizlik,

Suladı ruhsuz bedenimi.

İçimde geçmeyen bir alev,

Külü karıştı gökyüzüme...

Titreyen gözlerimden bir tuz,

Özgürce selamladı yanaklarımdaki,

Birkaç benzersiz çizgiyi.

Elimden düşen kalemim gibi.

Kırıldı bütün düşlerim...

Silindi ... bitti...

Hayli yorgun ve amansız,

Çetrefilli savaş misali,

Bıraktım silahımı.

'Teslim oluyorum!' kaderin kelepçesine,

Takın beni bir kurban çizgisine.

Kesin bu hayli yorgun nefesi...

Alın, alın bütün hayallerimi...

Sığındığım resimleri ve birkaç çiçeği...

Alın benden bu çaresiz dizleri...

Bir bakıma muhtaç, elleri...

Görmeyen gözleri...

Evvela, ışık istemem artık,

Karanlığım yeter bana!

Umutlarımla ve katilleriyle baş başa...

]]>
Fri, 20 Jan 2023 20:45:29 +0300 Muhammet579_
ÇEŞM&İ HUN&EFŞAN (KANLI GÖZYAŞI) https://edebiyatblog.com/cesm-i-hun-efsan-kanli-gozyasi https://edebiyatblog.com/cesm-i-hun-efsan-kanli-gozyasi

Okumadan önce 'Valse'  adlı piyano müziğini dinlenmenizi önermekteyim. 

Bir gün, geçmişimdeki yağmur damlasına soracağım;

Kalbimdeki ateşi nasıl söndürdüğünü... 

Kalemime bakıp diyeceğim ki;

Kağıdım sen olmadan paramparça...

Beni esir eden sinende,

Parlayan bir çift yıldıza,

Soracağım, sen olmayan karanlığa...

Bakacağım uhrevi sonsuzluğa.

Kayboldğumuz sokaklara...

Çiçeklerin açtığı, kuşların öttüğü bahar kapısına...

Yürüyeceğim kırkikindi altında,

Kalbimde çürüyen satırlarla...

Koklayacağım senden kalan papatyaları,

Kurusalar da, bir daha hiç gülmeseler de...

Güneşe bakacağım, elimde hiç içmediğim sigaramla...

Ezeceğim kurumuş yaprakları ayaklarımla...

Koşacağım, yanımda sen varmışçasına.

Yorulmadan, aynı heyecanla...

Yaşlanmış kalbimi aldırmadan,

Yürüyeceğim kaldırımlarda...

Gülüşlerinde açan papatyalarla,

Selamlayacağım sabahı.

İçimde biten son damla kanımla,

Sarılacağım yokluğuna...

Kaybolacağım sonra,

Umutsuzca... 

]]>
Thu, 12 May 2022 12:26:18 +0300 Muhammet579_
SARHAS'IN KAYIP MEKTUBU https://edebiyatblog.com/sarhasin-kayip-mektubu https://edebiyatblog.com/sarhasin-kayip-mektubu 1900'ün ilk sabahı... Yoğun kar pencereme damlıyor envai çığlıklarla, ruhum yanan sobamın közleriyle kül oluyor, tek göz odada, bakıcı Dimitri Lavyan'ın küflenmiş evinde kalıyorum, okulu bıraktım, gülümsemeyi ve aynaya bakmayı da... Yemek yiyemiyorum artık, masamın üzerinde özgürce yükselen mum ışığı sönmeye yüz tutmuş, karanlığım bile dinlemiyor beni... Bütün varlığım, ailem, saçma bir miras kavgası yüzünden toprağın altında... Alatyovva ailesinin nefese tutunmuş tek varlığıyım, tuhaf geliyor bu durum bana... Ölmeyi en çok ben isterdim oysa, fakat Tanrı'nın gazabını gördüm, yaşamaya şükretmek zorunda olmayı ailemi kaybettikten sonra anladım, eğer hayattayken yaşama tutunmazsan, ölmek istersen alır sevdiklerini yanına... Bu bir ceza mı bilmiyorum, fakat yalnızım, üşüyorum... 

Yılkovlar'ın orta yaşlı Spynada'sı peşimde, fakat ben tuhaftır ki korkuyorum... Daha birkaç ay öncesine kadar Tanrı'ya "Al canımı" diye yalvarırken şimdi yaşamak için saklanıyorum, bir acizin daralmış ruhu var etrafımda dolaşan... 

... Gerektiğinden fazla bağlılık acı veriyor çünkü bana, bu yüzden çevrem kalmadı, kimsem yok, sadece soyut şeylere tutunuyorum hayatta kalmak için, birinin sırf benim yüzümden ağlamasını gördükçe kendimden tiksiniyorum, sırf birisi benim yüzümden kırıldı diye günlerce düşünüyorum, eğlenceli biri gibiyim her zaman da öyle görüneceğim, önceden sevdiğime sıkıca tutunup hayatta her şeyiyle ilerleyeceğiz diye birbirimize söz verdiğimiz zamanları düşünüyorum her gece, o anıları nasıl gömdüm, nasıl yaktım, nasıl paramparça ettim biliyor musun? Hepsinin acısına  direnerek ama artık korkuyorum, her şeyden çünkü tutunabileceğim soyut şeyler de kalmadı, hayallerim soluyor, yazmaya takatım, medetim bile yok, değersiz değilsin diyor ruhum bana buna emin ol, sadece ben yalnızlığa çok alıştım diye cevap veriyorum, dört yıldır, dile kolay dört yıldır birkaç kişi dışında konuştuğum kimsem yok, mektuplaştığım kişi sayısı bir elin parmağını geçmez, yine de buna rağmen ben hep kendi benliğimi unutmaya çalıştım, kendimi acındırmak için demiyorum bunu emin ol, her şeyiyle kaybettiğim insanların anılarını içim yana yana zihnime kutsal birer emanet gibi sakladım. Seninle en sevdiğim kitabı bile paylaştım ve emin ol bunu sadece sana yaptım, çünkü güvendiğim kişilerle paylaşmak güzel hissettiriyor, sonra kitap kararı verdik, ben daha önce geçmişim dışında kimseye kitap okuma teklifinde bulunmadım, evet farkındayım bu konuda geç davrandım, o gün o kitabı alıp ne kadar olursa olsun okumaya başlamalıydım, fakat yanımda gerçekten o kadar yoktu ve birini buldum adresimi verdim kimse de gelmedi, gelene de kapımı açmadım... Çünkü peşimdelerdi, sonra kar yağdı yollar gerçek anlamda kapandı, fayton seferleri bile iptal oldu, buna bence duyumlarda şahit oldun sende, iki gün de bu yüzden çıkamadım, yani uzun lafın kısası sen değersiz ya da soğukta kalmış birisi değilsin, aksine ben öyleyim, çünkü bu şekilde benim yanımda duran herkesi karanlığa ve soğuğa çekiyorum, bu sözü onlarca kişiden duydum, şimdi umarım anlatabildim, acıtmaktan, kanamaktan yoruldum, asıl değersiz olanın kendim olmasını bir kez daha bu sayede senden duydum... 

Acı ruhum bana... 

Medet et... 

Gözyaşlarımı içime akıtmama müsaade etme... 

Dokun omzuma, ağla benimle... 

Ama soğukta bırakma beni... 

Üşüyorum çünkü...

Bu beni korkutuyor... 

Yalvarırım sana bırakma beni ruhum... 

Senden başka kimsem yok..."

... Karanlığın Mektubu adındaki kitabımdan alıntıdır... 

]]>
Sun, 30 Jan 2022 18:02:17 +0300 Muhammet579_
Yeknesaktır Müphem https://edebiyatblog.com/yeknesaktir-muphem https://edebiyatblog.com/yeknesaktir-muphem

Yeknesaktır Müphem 

Körsün sen, kör...
Gözlerim senin için ağlarken,
Sağırsın sen, duymazsın...
İçim avaz avaz,
"Sen" diye bağırırken...
Taşsın sen...
Karanlığım beni,
Sanki başı boş bir ruh gibi...
İçine çekerken,
Kapatırsın ışıklarını...
Bilmez misin teessür?
Duymaz mısın envai çığlıklarımı?
Neden kapatırsın...
Beni aydınlatan ışıklarını...
Atarsın karanlığa bedenimi?
Çizersin ismimin üzerini?
Bilmez misin ey teessür?
Duymaz mısın çığlıklarımı... 

]]>
Tue, 18 Jan 2022 21:53:37 +0300 Muhammet579_
Portakal Çiçeği https://edebiyatblog.com/portakal-cicegi https://edebiyatblog.com/portakal-cicegi Yaşam gezinen bir gölgeden ibaret zavallı bir komedyen, bağıra çağıra saatini doldurur sahnede ve bir daha duyulmaz olur sesi; bir ahmağın anlattığı masaldır bu, avazı çıktığınca, hiddetli ve hiçbir anlamı olmayan.

Giriş

"Yorgunum!" dedi umutsuzca fısıldayarak. Gözleri gözlerimin içine yuva yapmış kuşların neşesi kadar parlak ve cazibeliydi de, fakat yorgundu gerçekten, sevmekten mi yorulmuştu sevilmekten mi, bilmiyordum. Her an karşıma dikilip "Yürütemiyorum!" demesinden korkuyordum, hayatımda bana bu kadar benzeyen birini bulduğum için şanslı olmalıydım herhalde, bu nedenden onu asla bırakmamalıydım, onun da beni sevmesi, sıkıca sarılması gerekirdi, son zamanlarda çok fazla düşünmeye başlamıştı. Yoksa gerçekten sevmiyor muydu beni? Derin bir nefes aldım, belli ettirmemeye çalışıyordum ama yine de titriyordu ellerim. Korkumu bastırmak adına sertçe yutkundum ve gülümsedim. 

"Neler yaptın bakalım bugün?" Dizlerimin acıyla sızladığını hissettiğimde karşımda beni ağlayarak izleyen annemi gördüm. 

Gülümsedim sadece, ben halimden memnundum, annem neden ağlıyordu bilmiyordum. Sakince uzanmaya çalışıp tabletimi iyice sıktım. Sıla'da yatıyordu yatağında, her şeyden sıkılmış gibi bakıyordu gözlerime. Dudaklarını kıvırdığında düşüncelerimin oyunlarına kanıp bir türlü odaklanamamıştım. 

"Neyin var portakal çiçeğim?" 

Sesimin olduğunca çatallı çıktığından adım gibi emindim, gerçekten bir şeyler yolunda değildi ve sanki vücudumu beynim yerine kalbim yönetiyormuş gibiydi, kilit vurulmuştu tüm düşüncelerime, kulaklarımın yanında biri fısıldıyordu, aslında bağırıyordu, içimi yakıyordu bu ses ama bunu benden başka kimse duymuyordu, öyle olmaz mı zaten genelde, ortada yaşamdan sıkılmış biri olur, ailesi baskı yapar, okulu berbat geçer, hiçbir enerjisi kalmaz... yine de tüm bunlara rağmen yolunu kaybetmemiş gibi yürümeye devam eder... hangi yönün doğru olduğunu da bilmez, gözyaşlarına sığınır ve yürür sakin adımlarla, yolun sonu onun için bir kurtuluştan ziyade hiçtir, yıkılmış hayatının kocaman bir hiçliği...

"Hiçbir şeyim yok!" Sıla içini çektiğinde saniyeler sonra gözyaşlarına boğulacağını biliyordum. Sakince tabletin etrafını sıkıp "Anlat portakal çiçeğim, seni kim üzdü?" diye fısıldadım. Birine çok iyi olduğu zaman sormazlar ya umursamaz, böyle kötü anlarında ağlayan birini görse dayanamaz ve hıçkırmaya başlar gözlaşlarıyla... öyle işte Sıla'da tam böyle, ona bağıran kim olursa olsun, cevabını veremez, gözlerini karşısındaki insanın yüzüne dikip öfkeyle soluyamaz, sonra odasına çekilir ve saatlerce ağlar... tek fark bu işte aramızdaki, ben asla Sıla gibi değilim bu konuda, kim ne derse desin cevabını veririm, ağlamam öyle kolay kolay hiçbir söze, inkisâra. Ama ne oluyor bana bilmiyorum, Sıla karşımda ağlamaya başladığında gözyaşlarım istemsiz dökülüyor, yanaklarımdan süzülüp öylece selam çakıyor zeminime. 

"Bugün her şeyi unutmak istiyorum Yiğit, yanımda olmanı ve sana sıkıca sarılmayı istiyorum."

Gözyaşlarımı fark etmemesi için tableti yere düşürmüş numarası yapıp sakince ellerimin tersiyle siliyorum tüm ıslaklıkları, yüzüme sahte bir tebessümü ekliyorum zorla. 

"Ben, bunun olmasını çok isterdim Sıla," diyorum içtenlikle, "Bir gün sana koşarak geleceğim." 

Annemin şimdi gülümsediğini görüyorum karşı odanın eşiğinden, sertçe yutkunuyorum. Onu böyle görmek içimi çok daha ferah tutuyor oysa, ağlamasını istemiyorum kimsenin, hele ki benim yüzümden bir damla yaş dökülsün istemiyorum. 

"Kaç senedir tanıyoruz birbirimizi!" Sıla'nın öfkeli sesi kulaklarımda kavisler çizerek odayı doldurduğunda dişlerimi sıkıp sahte gülümsememe devam ediyorum. Gözlerimin altı titriyor oysa, kalbim çığlıklarla içimi tırmalıyor, yine de yolunu kaybetmiş o ruh gibi yürüyorum fakat bir gerçek var, arkamda asla bir iz bırakmıyorum. 

"Biliyorsun Sıla, gerçekten okul ve iş birlikte çok fazla vaktimi alıyor, saatler sürebiliyor işler."

"O zaman izin ver Yiğit, ben geleyim."

"Hayır burası sana çok uzak,"

Sıla'nın gözleri çekingen bir şekilde kapıya baktığında sakince anlıyorum babasının geldiğini "Kapatmam gerek!" diyerek gülümsüyor yüzüme, "Hoşça kal!" 

Aramayı sonlandırdıktan sonra annemin yanıma geldiğini ve kızarmış gözleriyle yüzüme baktığını fark ediyorum, bana acısın istemiyorum ama o bir anne, haliyle anne merhametinin yerini hiçbir şey tutamaz. Avucuyla saçlarımı yavaşça oynuyor, alt dudağı titriyor, benden bir şey sakladığı yutkunmasından bile belli, bu sırada içeriye annemin iç çekişlerini duyan babam giriyor, yirmi üç yaşındaki oğlunu görmek istediği hiçbir yerde göremeyen, benim hakkımda tüm hayallerini unutan, cesur ve bir anne kadar şefkatli olan adam, ışığı yakıyor sakince. 

Karanlığımı bölüyor, hafif gece lambası yetiyor oysa bana, gözlerimin içine bakıyor her ikisi de, fakat ben onlara bakamıyorum, gözlerim yıllardır tepki vermeyen dizlerimin üzerinde geziniyor, lanet bisiklet kazası yüzünden felç kalan ayaklarıma bakıyorum, "Gidemiyorum!" diye bağırıyorum, aynı zamanda ellerimi sertçe bacaklarıma vuruyorum, acıtsınlar istiyorum, kalbimin yandığı gibi yansınlar istiyorum, hiçbir şey hissetmiyorum ama.

"Böyle yapma yalvarırım!" diye başımı sarıp göğsüne yatırıyor annem, sıktığım dişlerimin arasından çıkan nefesimle gözlerine bakıyorum babamın, "Daha ne kadar yalan söyleyeceğim ona? Doktorun hiç düzelmeyeceğimi söylediğini biliyorum! Bu haldeyken Sıla'ya nasıl giderim?"

Sebepsizce değil haykırışlarım oysa, her şeyimi yürümemle birlikte kaybettim ben, kimse beni yanına almaz, Sıla'da benimle bu haldeyken birlikte olmaz, biliyorum onu çok seviyorum ama düşünmeden edemiyorum, beni bu halde kabul edecek kadar güçlü mü onun sevgisi?

]]>
Mon, 17 Jan 2022 22:27:39 +0300 Muhammet579_
LÂL https://edebiyatblog.com/lal https://edebiyatblog.com/lal Wed, 12 Jan 2022 21:48:44 +0300 Muhammet579_ Ruhum Münferit https://edebiyatblog.com/ruhum-munferit https://edebiyatblog.com/ruhum-munferit

Ruhum Münferit

Ağlayan birini görsem...
Sarılırım gözyaşlarına.
Yaşadıklarım gelir aklıma...
Ruhum söner sakince...
Aydınlığım kararır....
Şimdi ne yapsam...
Durduramam zamanı...
Geçmiş diye bakarım ardıma...
Oysa her şey önümde...
Yaşadıklarım içimde...
Ölülerimin ruhu...
Çiçeklerimin yaprakları...
Avuçlarımın içinde...
Yıllarımı sayarım, sessizce.
Gözlerim kapalı...
Kulaklarım sağır...
Yine de...
Ağlayan birini görsem...
Sarılırım her şeyimle...
Gözyaşlarına.... 

]]>
Fri, 07 Jan 2022 17:27:55 +0300 Muhammet579_
Sen Yeter ki Gel https://edebiyatblog.com/sen-yeter-ki-gel https://edebiyatblog.com/sen-yeter-ki-gel Sen Yeter Ki Gel


Sevmek midir acıtan?
Yoksa sevilmeyi beklemek mi?
Kader midir insanı yıldıran?
Yoksa ruhu mudur coşan?

Gel...
Tüm ağırlıklarına rağmen...
Kırılan dallarıma yuva yap...
Gel...
Sevmeyi bilmesen de...
İncitsen de...
Kaybolmuş olsa da ruhun...
Karanlıkta kalmış olsan da...
Gel...
Mavi gözlerinde...
Boğulmaya hazırım ben...
Sen yeter ki gel...

]]>
Thu, 06 Jan 2022 19:22:44 +0300 Muhammet579_
ANEMOR SERİSİ https://edebiyatblog.com/anemor-serisi https://edebiyatblog.com/anemor-serisi

◾▪️GEZEGENLERİN OLUŞUMU▪️◾

“Bir suçun binlerce yıl cezası olabilir”

Tanıtım II: Giselle Soyu


   Çok uzun zaman önce, bir geleceği olmayan Rodella birçok gezegenden sürgün edilmişti. Suçu ise bir Giselle (Tanrıça Giselle'nin kurduğu büyük Hypata Krallığı'nın son varisi) soyundan geliyor olmasıydı. Büyücüler, krallar, insanlar ve diğer tüm canlılar tarafından dışlanmıştı. Şimdi ise peşindelerdi. Kaçması artık onu yormuş ve birçok kez Ryona (kız kardeşi) gibi intihar etmeyi düşünmüştü.
Bir tanrıça soyundan geldiği için basit yöntemlerle kendini öldüremezdi. Öncelikle, sadece Tanrı ve Tanrıça soyundan gelebilen türlerin girebileceği tek gezegen Rivena’ya gitmeliydi ve büyük Domnita nehrine girmeliydi sonra Shaoshing ağacının kutsal sayılan Böryu meyvesini yemeliydi. Bu onun için bir utanç kaynağı olmaya yetse bile kaderinin Süve ve onun gibi acımasız olan diğer tanrılar tarafından yazılmasını istemiyordu, kendi kaderini kendi yazmalı ve yaşamına son vermeliydi.

Bir gezegeni, yaşayabileceği bir yeri yoktu. Tehlikeli gezegenlere gitmeyi düşünüyordu ama acımasız türlere yem olmak, onlarla savaş içinde olmak hiç ona göre bir kurtuluş yöntemi değildi. Rodella son kararını vermişti. Rivena gezegenine gidip soyuna yakışmayan son yöntemi deneyecekti; tüm kötü sözlerin, acımasız bakışların çevrildiği o intihar yöntemi şimdilik onun için tek kurtuluş kapısıydı.

Gezegene gitmek için ona bahşedilen portal açma yöntemlerini kullanıyordu. Şimdi ise Rivenadaydı. Büyük ve kutsal nehrin hemen yanı başında duruyordu. Serin suya kendini teslim ettiğinde, yutmaması gereken o damlayı yutmuştu. Bu onu soyunda en güçlü kişi yapabilirdi belki ama artık çok geçti; çünkü ona ait bir soy kalmamıştı.
Dişi bir varlığa lütfedilen doğurganlığı lanetli bir büyü ile yok edilmişti. Buna aldırmadı ve suyu çıkarmak için uğraşmadı. Sonuçta ona kutsal bir soy, kutsal bir aile bahşedilmeyecekti diğer tanrılar tarafından. Bunun için üzgün değildi sadece küçük bir yerde yaşama arzusunu bir an da bitireceği için üzülüyor ve bunun sebebi olan Süve’ye kötü sözler söylüyordu.

Shaoshing ağacına doğru yürüdü ve kıyafetlerini çıkardı. Saçlarını düzenledi ve ölüm için hazır olduğunu hissetti. Tek düşüncesi annesi Ateifa'ya ne diyeceğiydi. Tanrı soyundan gelen bir soylu kendini öldürdüğünde annesine hesap verirdi. Annesi onu affederse kutsal ve sonsuz Avery'e geçerdi ama onu affetmezse Tama alemine gönderilirdi ve tanrı soyundan gelen tüm özelliklerini kaybederdi.

Rodella ağaca uzandı ve bir meyveyi dalından kopardı. Son kez kafasını kaldırıp etrafına baktı ve derin bir nefes aldı. Kızıl meyveden bir ısırık aldığında hissettiği tatlılığın onu nasıl öldürebileceğini düşündü. Çok geçmeden bir tüy hafifliğinde yere yığıldı. Artık altın sarısı gözleri kapalıydı...
Yüzüne düşen bir damla Rose ile gözlerini araladı. Sanki suyun içinde boğuluyormuş gibi hızla doğruldu ve derin bir nefes aldı. Etrafına bakındığında yine aynı yerde olduğunu gördü. Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra ağaca doğru koştu ve bir meyve daha koparmaya çalıştı. Ama koparamadı çünkü ağaç bir kalkan büyüsüyle korunmaya alınmıştı.

Rodella üzerindeki ihtişamlı elbiseye bakındı. Bunu daha önce görmemişti. Ellerini havaya kaldırdı gergin hareketlerle. Nehre doğru koştu, suya kendini teslim etmeden hemen önce yansımasından saçlarının inci gibi beyazladığını gözlerinin ise zümrüt gibi parladığını fark etti. Suya bir adım attığında ise hiçbir uzvunun ıslanmadığını gördü.
Şaşkınlığı onu meyus halden çıkarmıştı ama merakı hâlâ dinmemişti. Bir an karnında bir sızı hissettiğinde kendini geriye doğru itti. Derin nefesler alıyordu elinde olmadan. Ona ne oluyordu? Yine lanetli bir büyücü tarafından çeşitli büyülere maruz kaldığını düşündü ama yanılıyordu. Nehir ve meyve ona bir armağanda bulunmuştu, karşısında parlak saçlı bir kız çocuğu öylece gülümsüyordu. Rodella onun oluşmasını sağlamıştı. Artık soyunun tükendiği söylenemezdi. İntihar etmek için geldiği bu gezegen ona bir lütufta bulunmuştu. Bir kız çocuğunu fark etmeden doğurmuştu. Bu durumun Tanrılar tarafından yasaklandığını biliyordu oysa. Ama gerçeğin kader Tanrısı ona acımış olabilirdi, çünkü Tanrıçalar asla azizelik mertebesine ulaşmadan bir çocuk sahibi olamazlardı.

Rodella, henüz tüm Tanrılar ve Tanrıçalar tarafından lanetlenmiş sayılmazdı, bu yüzden o şimdi azize olmuş ve annelik makamına ulaşmıştı, bu durum ise Giselle soyunu devam ettirecek ve onlarca tür Giselle kanını taşıyacaktı.

Günler ve aylar geçerken onları tedirgin edecek hiçbir tehditle karşılaşmamışlardı. Yine de tüm bu sakinliğe karşı kendilerini koruyacakları bir yere gitmeliydiler. Rodella bebeğini de alıp bir portalın içine sığındı ama bu da pek korunaklı değildi.
Bebeği Jhessail o portalın içinde kocaman bir kız olmuştu. Artık bir tanrıça sayılırdı. Güçlerini keşfetmesi için annesinden yardım aldı ve tek başına bir gezegen yarattı. Bu her tanrıçaya verilen bir özellik değildi. Hatta tanrılar ve tanrıçalar arasında gezegen yaratan sadece beş güç çıkmıştı.

Jhessail tek başına Diamanda (Gökyüzü), Olexa (İçilebilen su) ve Nepuralar'ı (Dağlar, taşlar ve kayalıklar) yarattı. Sonra gücünden Diamanda'ya güç verdi ve Kaleenalar (Gökyüzündeki Periler ve büyülü olan iyi yaratıklar) oluştu. Saçından bir tutam Olexa'ya serpti ve altı erkek tanrıyı yarattı. Onları çeşitli güçlerle ve görevlerle donattı. Lumber karanlığın, Glore denizlerin, Briar yıldırımın, Ra'auni savaşın, Vorian bilgeliğin, Aesril korumanın tanrısı olmuştu. Vorian'ın dişi bir Kaleena ile birleşmesi sonucu dört tanrıça oluştu. Asil kandan gelen tanrı ve tanrıçaların gücüyle gezegen büyütüldü, sonsuz sayıda elementler oluştu ve bilgeliğin tanrısı olarak bilinen Vorian büyük bir element tanrısı da olmuştu. Oluşturulan Keira gezegeni sonsuz bir güçle ünlenmişti. Doğan dört tanrıça gezegenin dört yanına gönderilmişti ve soyları hızla artıyordu.

Tanrıçalardan İviss bir Lylpol (Tanrıların Kaleenalar ile birleşmesi sonucu oluşan insansı türlerdir. Büyü güçleri yoktur, sadece asil bir kan taşırlar) ile birleştiğinde Vaealar'ın (Melez olan Elf ırkı), Blomlar'ın (Su perileridir. Kara da ve denizde yaşayabilirler. Ölümsüz değillerdir ama hep genç ve güzel kalırlar) ve Poemalar'ın (Denizlere yakın mağaralarda yaşarlar, büyük dağlar ve adalarda yaşadıkları da bilinen deniz canlılarıdır. Yarı balık insansı vücutları vardır. Sihirli sözleri ve büyülü sesleri vardır. Hatta bu şekilde avlarını ayaklarına getirirler) oluşmasını sağladı.

Diğer tanrıça Lexa ise yasak olmasına rağmen bir Poem (kötü ruhlu, zararlı ve çirkin yaratıklardır. Değişik yetenekleri ve şekilleri vardır) ile birleşti ve Emarieler'in (Yarı insan yarı boğa olarak tasvir edilen yaratıklardır), Wichartlar'ın (savaşçı yaratıklar), Tanierler'in (keskin dişleri olan zehirli bir köpek şeklinde tasvir edilir) oluşmasını sağladı.
Jhessail, Olexalar'ın efendisi Orintur ile birleşti ve deniz canlılarını oluşturdu, Atalalar (denizkızları), Mirelindalar (büyü yapabilen deniz canlılarıdır, yapıları denizkızlarına benzer) ve Hirikolar’ın (Dehşet verici bir canlıdır, denizlerde yaşar ve acımasız ölüm şekilleriyle avlarını parçalar) var olmasını sağladı ve onlara canından can verdi.

Jhessail ve Orintur'un birleşmesiyle oluşan Hirikolar'dan iğrenen Lumber, onları lanetleme kararına vardı. Annesi buna karşı çıktığında ise annesini kendi yarattığı Qoramir (Kara) gezegenine hapsetti. Rodella, kızını kurtarmaya çalıştı ve Lumber'i kendi yarattığı gezegende ona bahşedilen bir güçle öldürdü.
Lumer'in kara toprağa saçılan kanlarından Souriller (kanatlı atlar), Carecalmolar (Canavarların tanrıları olan Nino ve Dyad'ın acımasız ejderhaları), Norioniller (Devler) doğdu. Kara toprakta açan yeşil Walinwie (Büyülü ve hoş kokulu eflatun bir çiçek türü) bitkisine akan kanından ise tüm efsanelerde adı geçecek, güzelliği ile ün kazanmış Elanduya (Güzellik tanrıçası) var oldu.
Fortisa (Asil kan taşıyanların arasında en güçlü olanı) adında bir Lylpol denizi ve yıldırımları görevine kattığında Glore ve Briar buna karşı çıkmıştı. Üç tanrının çekişmesiyle çıkan savaşta Fortisa'nın kaybetmesi büyük bir cezayla ona geri döndü. Briar onu Ager adı verilen dört başlı sürüngene çevirmişti. Ama onun kardeşi Glore'yi öldüreceğini tahmin etmemişti. Parçalara ayrılan Glore, kutsal nehrin derinliklerine gömüldü.

Bir gece Bonvo yıldızı (Gezegenleri oluşturan yıldız) kutsal nehrin üzerine düştü. Glore'nin parçaları yedi yere dağıldı. Bonvo yıldızının bir parçaya çarpmasıyla Süve oluştu. Aslında o hep tanrıydı, sadece güçler ile bir bedene bürünmüştü. Süve bütün türlerin ileride tehdit oluşturacağını düşünüyordu ve Mirelindalar ile iş birliği yaptı. Bütün Keira gezegeni önce kalkan büyüsüyle kapatıldı ve bazı türler dışında gezegendeki tüm tanrı ve bazı canlılar su altında kaldı. O su altında bedene büründü ve o gezegendeki kimi tanrıları ebediyen yok etti.

Yaşayan türlere ise yedi sıra gezegenini bahşetti. Süve girdiği bedenden ayrılmak için kutsal suya girdiğinde sudan çıkan bir Tiefling (Kanatlı, konuşabilen, insansı tür) ailesini öldürdüğü için ona kızgındı ve Süve'ye ağır darbeler verdi. Onu Otiara Dağı'nın (Kutsal gezegenin en yüksek dağı) tepesinden aşağıya bıraktı. Öldüğünü düşünerek ona yardım etmedi ve böylece diğer türler Tieflingler'e lanetlenmiş gözüyle baktı onları böyle kabul etti.

Yaşayan türleri ise yedi gezegene eşit şekilde yerleştirdi. Süve onları çeşitli türlere ayırdı ve aralarında barışı korumalarını emretti. Barış korunmaz savaş çıkarsa helak edileceklerini onlara yazıyla aktardı...

▪️SÖZLÜK▪️
Rivena: Kurgusal mitolojide yer alan dini bir gezegendir. Tanrıların ve tanrıçaların burada yer alan nehirden oluşmaya başladıkları anlatılır.

Domnita Nehri: Rivena gezegeninin doğusunda yer alan tanrıların ve soyluların kutsal saydıkları bir nehirdir. Eşit olmayan bir rekabetin önüne geçmek için bazı efsanelere göre bu nehrin suyu yutulmamalıdır.
Shaoshing Ağacı: Kurgusal mitolojiye göre yıllardır yaşayan bu ağaç bir dilek ağacına benzetilir. Soylular genelde bu ağaca sırlarını dökmek için gelir. Kimisi ise burada yer alan Böryu meyvesini yemek için gelir. Bu meyve intihar meyvesidir.

Ateifa: Çiçeklerin annesi olarak bilinir. Kendisi sayısız güllerin bulunduğu bir gezegende yaşar. Diğer tanrılarla anlaşmazlık yaşadığı için sadece Kamer (Işık Tanrıçası) tarafından bilinen bir gezegene sürgün edilir.

Avery: Sonsuzluk alemi olarak bilinen cennettir.

Tama: Bir soylunun yaptığı hatadan dolayı fakirlik ve yurtsuzluk ile cezalandırılması anlamına gelir. Soylular cehennemi olarak tasvir edilir.

Rose: Kamui kuşu büyük bir kuştur. Büyük dağlarda ve tepelerde yaşar. Rose ise sadece dişi Kamuiler'in salgıladığı özel bir sıvıdır -süt gibi-




]]>
Thu, 06 Jan 2022 19:16:44 +0300 Muhammet579_
Anemor Serisi 1: Dehşet Cehennemi https://edebiyatblog.com/anemor-serisi-1-dehset-cehennemi https://edebiyatblog.com/anemor-serisi-1-dehset-cehennemi
◾▪️SÖZLÜK▪️◾
Aseraria Kılıcı: Ölümsüzlüğü ve sonsuz gücü getirdiği sıra gezegenleri arasında anlatılır, Süve'nin sözlerinde, dini kitaplarda adı geçer. Mükemmel bir şekilde dönemin en büyük büyücüsü Adlar Agasto tarafında obsidiyen, demir ve bazı değerli madenlerle ustaca tasarlanmıştır. Kılıcın kimi yanları, hayvan pulları ile süslenmiş, son derece bulunması zor değerli taşlarla, tılsımlarla donatılmıştır. Sıra gezegenlerinin kullandığı ortak Nsyma sembolik yazısı ile kabzasında "Barışı koruyun" yazısı yer almaktadır. Efsanenin sonunda ise gezegenlerin arasında barışın bozulmasıyla kılıç Tlanex dinine bağlı bir Otrak tarafından yeryüzüne, bilinmeyen bir yere konulmuştur. 
Süve: Yedi sıra gezegenin taptığı, başı ve sonu olmayan, görünmeyen bir ilahtır. İyiliği, barışı emreder. Tüm gezegenlerin aynı soydan geldiği dini kitaplarda yazar. Kimi din sorumluları tarafından yedi kola ayrılır. Bu yoldan sapanlar ve Süve'ye tapmayanlar tek bir isim altında toplanırlar. Süve'nin emrinde dokuz büyük melek vardır ve bu melekler çeşitli görevlerle donatılmıştır. O, gezegenler arasında çok övülen ve korkulan bir tanrıdır. Ona yakınlaşmanın en büyük yolu yemin etmek ve diğer canlılara üstünlük taslamamaktan geçer. Evrende, hiçbir yerde ondan daha zekisi, akıllısı yoktur. Onun sonsuz gücü ve sayısız askeri vardır.
Adlar Agasto: Süve'ye çok çok dua etmesi, ona bol sayıda kurban vermesi ve diğer canlılara hoş yaklaşması sonucu Neletsara efsanesinde adı geçer. Süve ona büyük bir güç vermiştir ve o bu gücünü büyük bir kılıca hapsetmiştir. Kılıcın kudreti ve sonsuzluğu Adlar'ı yoldan çıkarmıştır. Efsaneye göre dönemin en büyük büyücüsü bu kılıç yüzünden, yoldan sapmış ve Süve tarafından lanetlenmiş ve bilinmeyen bir canlıya dönüştürülmüştür. 
Neletsara Efsanesi: Gezegenler tarafından sıkça anlatılan bir efsanedir. Ama bir özelliği onu yapma efsanelerden ayırır. Süve tarafından yaratılmışlara indirilen Tasian kitabında bu efsaneye yer verilir ve dini yönden bu efsanenin gerçekten yaşandığına inanılır.
Nsyma: Yedi gezegenin ortak dili, bulanı ve ortaya çıkaranı belli olmayan bu dili bütün sıra gezegeni ve diğer canlılar tarafından küçük yaştan itibaren öğretilmeye başlanır.
Tlanex: Süve'ye inanmayan, farklı varlıkları ilah olarak gören canlılar topluluğuna verilen isimdir.
Otrak: Tlanex dinine bağlı din görevlilerine verilen unvan.
Elf: Farklı biçimleri olsa da hepsi genel olarak aynı özellikleri taşırlar. Güzel olmaları, sivri kulakları, uzun vücutlarının yanı sıra savaşçı özellikleri ile tanınırlar. Kimisi büyücü kimisi köledir. Yirmi sekiz elf türü vardır. Aralarındaki sıkı bağ bazen derin bir düşmanlığa dönüşebilir.
Drow: Yol bulucu anlamına gelir. Kara elfler olarak bilinirler ve genellikle Şidahuman gezegeninin kuzeyindeki Balagaun şehrinde, yeraltı mağaralarının kayalarında oluşturdukları habitatta yaşarlar. Vahşi canlılardır. Aldatıcılardır, büyü yapabilenlerine Stadrow adı verilir. Kurnazlık alanında ustalardır. Karanlık geçmişleri yüzünden sıradan elflere düşmandırlar. Kötü olmaları onların bilindik özelliklerinden biri olsa da hepsi doğuştan kötü değildir. Sadece dışlanmamak için onlardanmış gibi görünen Drowlar'da vardır. Hiçbir tanrıya inanmazlar. Gezegen yöneticilerine itaat etmezler. Tek yöneticileri Sienqiolcyd Ovry'dir.
Kalashtar: Büyük savaşçılardır. Kılıç ve iyi ok kullanırlar. Çok iyi ejderha binicileridirler. Kanları eski Warforgedlere dayanır. Büyü yapamazlar. Gittikleri yerlere çabucak alışabilirler ve bir tehlike oluşturmazlar. Gerektiği yerde birçok vahşi yöntemleri kullanmaları doğuştan gelen özelliklerinden biridir, sivri dişlere ve keskin kulaklara sahip canlılardır. Sadece beş yüzü hayatta kalmayı başarabilmiştir. 
Warforged: Kalashtarlar'ın atalarıdır. Bir soy şeklinde yaşarlar. Kaderleri aynıdır. Aralarında bir yönetici seçmezler. Savaş zamanı haklı kimse o tarafı tutarlar ve destek verirler. Kırmızı gözleri, bronz tenleri ve ince uzun suratları vardır. Birçoğu çelimsiz gibi görünür ama gerçekte iyi birer ok kullanıcısıdırlar. Büyü yapabilenleri vardır ama Warforgedler bunu pek hoş karşılamazlar. 
Tiefling: Kanatları olan, konuşabilen, insansı varlıklardır. Tüm gezegenler tarafından lanetli bir soydan geldiklerine inanılır ve bu yüzden tam anlamıyla toplumda yer edinemezler. Hepsi dağınık yaşar ve kimisinden hiç iz yoktur. Tieflingler dışlanmalarının aksine güvenilir varlıklardır. Savaş zamanı bulundukları bölgeyi korurlar ve aralarında kötü ruhlarla konuşanları vardır. Uzun saçları, genelde siyah veya beyaz kanatları, keskin görüşleri ve azimleri onları birer asil yapan unsurlardan sadece birkaçıdır. 
Pinewiev: Petra gezegeninin kuzeyinde yer alan ve tehlikeli kişilerin de aralarında bulunduğu otuz katlı üçer binaya verilen isimdir. Genellikle buraya dinden sapanlar sürgün edilir. Suçlular ve krala karşı gelenler de burada tutsak edilir. Acı ve işkenceleri dayanılmazdır. Kimi deneyler buradaki tutsaklar üzerinde yapılır. 
Ölüm Kolordusu: Petra gezegeninin en güçlü askerlerinin yer aldığı ordunun genel adıdır, Kral Avurş tarafından oluşturulmuştur.
Ghost: Petra gezegeninde yaşayan en usta büyücülerin yer aldığı grubun adıdır.
Gem: Petra gezegeninde yaşayan acemi büyücülerin yer aldığı grubun adıdır. 
Ktanum: Petra gezegeninde yaşayan ve belirli malzemelerle büyü yapan büyücülerin yer aldığı grubun adıdır.
Teptetam: Savaş zamanı itaat etmeyen, yönetime karşı çıkan kralların veya kraliçelerin karşı tarafa göndermiş olduğu bir flamadır. Bu flamanın üzerinde Tanrı Süve'nin "Barışı koruyun, korumayanı cezalandırın" sözü yer almaktadır. Gezegenlerin kültür renklerine göre flamanın rengi farklılık gösterebilir. 

Defne Yaprağı: Sıra gezegenleri arasında barışın temsili olan bir semboldür. Her gezegende özenle saklanan defne yaprakları vardır. Ayrıca yöneticilerin içtiği özel içeceğe katılır, tütsülerde ve dini bayramlarda da kullanılır. 



◾▪️GİRİŞ▪️◾
▪️BİRİNCİ TANITIM▪️
Sıra gezegenleri yüz yıldır barış içinde yaşarken, Petra gezegenine yeni bir yönetici seçilmişti. Öfkesi sabrını, şöhreti ise tüm kaderini yok etmişti bu yeni yöneticinin. Tahta geçmesiyle gezegenindeki tüm elçileri öldürmüş, diğer gezegenlere ait her şeyi yok etmişti. Amacı efsanelerde anlatılan Aseraria ölümsüzlük ve sonsuz güç getiren o parlak kılıcı bulmaktı, böylelikle tüm sıra gezegenlerini ele geçirecek ve daima güç, kudret içinde yaşayacaktı. Onlarca büyücüyü kılıcı bulamadıkları iddiasıyla acımasız şekillerde öldürdü. Elfleri, Kalashtarları, Warforgedleri, Tieflingleri, Drowları... ve daha binlerce türden canlıyı ölmeleri üzere Pinewiev'e hapsetti. Birbirlerine yirmi bin kilometre uzak olan sıra gezegenlerini yavaş yavaş istila etmeye ve kılıcı efsanede geçen yerlerde aramaya koyulmuştu Kral Avurş. Ölüm Kolordusu adını verdiği ve içerisinde sekiz tür canlının da bulunduğu beş yüz bin askeri ona daima bağlıydı. Ayrıca Ghost, Gem, Ktanum adını verdiği bu gruplarda çeşitli tekniklerle büyü yapabilen Petralılar yer alıyordu. 
Sıra gezegenleri aralarındaki sorunu henüz çözememişlerdi, bu sorunu onlara unutturacak bir şey oldu; Okyanusların ve bataklıkların içinden çıkan Orremarlar tüm türleri tehdit ediyordu, acaba sıra gezegenleri tek düşmana karşı bir olacaklar mıydı? 


◾▪️GİRİŞ YAZISI▪️◾
HER ŞEY KIZIL BİR GECEDE BAŞLAMIŞTI
   Bir harman vaktiydi, Ayevur'da yıllar sonra bir soylunun kanı dökülmüştü. Kraliçe Oletha, Petra gezegeninin Kralı Avurş tarafından bir suikaste kurban gitmişti. Yıllardır özenle saklanan defne yaprağı tüm Ayevur halkının gözünün önünde yakılmıştı. Bu barışın bittiğini ve sıra gezegenlerinin artık sonunun geldiğini gösteriyordu. Avurş, bir yönetimi devralmayı, Aseraria kılıcını bulmayı ve tüm gezegenlerin efendisi olmayı planladığında, unuttuğu bir gerçek bulunuyordu. "Herkes yazdığı kuralların bedelini ödeyerek can verirdi," bu bilinen bir Ayevur sözüydü. Savaşılmadan itaat bekliyordu Avurş, bu imkânsızdı. Kimse bir barbar gezegen yöneticisine hayatını teslim edemezdi. Bu yüzden savaş açan ve Avurş'a Teptetam gönderen ilk yönetici Letita olmuştu. Dostu Oletha'nın intikamını alacaktı er ya da geç. Letita, Avurş'a bir mektup yazdı. Satırlarının her biri intikam ateşiyle yanan birer köz gibiydi. "Bir kavimin efendisi, nasıl korkakça, savaşmadan bir soylunun kanını döker? Sen, defneyi yakıp ateşi başlattın, şimdi sıra bizde Avurş, o ateşte seni yakacağız!" Bu satırlara dayanamayan Avurş, Ayevur'daki tüm soyluları öldürme kararına vardı. Gezegenin dört bir yanındaki soyluların askerleri tarafından yakalanmasını emretti. Ama Ayevur soylularından kimsenin kalmadığını, büyücülerin yardımıyla Baptia’ya kaçtıklarını öğrendiğinde ise öfkesi katbekat arttı. Büyücülerin ve soyluların kaçması üzerine Ayevur halkı artık savunmasızdı. Codie şehri barbarların istilası altındaydı ve Ayevur'un başkenti Oşra’ya büyük bir istila bayrağı çekilmişti. Sıra gezegenlerinden Thardolian, Greilia, Milimma Avurş'a çoktan boyun eğmişlerdi. Diğer dört gezegen ise sırayla Avurş'a Teptetam göndermiş ve ona karşı bir olacaklarını açıkça dile getirmişlerdi. 
Savaş yakındı, Süve ölümlülerin kaderini böyle yazmıştı. 

]]>
Sun, 12 Dec 2021 23:06:54 +0300 Muhammet579_
Son Toprak https://edebiyatblog.com/son-toprak https://edebiyatblog.com/son-toprak Bu kadarmış acının çektirdiği,

İlmek ilmek parçaladığı umutlar...

Bu kadarmış denizin maviliği, günün neşesi,

Geçti gitti bizden o son yapraklar...


Paramparça edebilir kader insanı,

Son yolculuk karşılar, sessizce limana yaklaşan gemi misali,

Umut canlanır tekrardan,

Bir toprak parçası sarar insanı...


Geçer zaman, geçer elbet bilirim...

Acıyla, işler kayıplar...

Merhameti soğur, yüzü sararır...

Bir dal yuva olur...

Dalga misali, vurur kıyıya...

Son toprak sarar insanı. 

]]>
Fri, 16 Jul 2021 17:19:20 +0300 Muhammet579_
Başarı https://edebiyatblog.com/basari https://edebiyatblog.com/basari Tüm insanlar hatta diğer canlılar bile yaşamını sürdürebilmek için birçok şeyi başarmak zorundadırlar. Hayvanlar hayatta kalma mücadelesi verirken bile kaçmayı başarabilmelerindendir. İnsanlar ise hep bir kıyaslamanın hep bir baskının altında bir şeyler başarmaya çalışır. Ama asıl başarı, kişinin kendi içinde, düşüncelerinde yer alır. Tüm dünya isterse tek bir ses olup sana "Başaramazsın!" diye bağırsın, sana düşen kulaklarını tıkayıp kimseyi görmemektir. Bir şeyler yapmaya çalıştığında içinden gelerek, bunun sana ya da diğer kişilere bir fayda sağlayacağını düşünerek yola çıkmalısın. Bu aşamada karşına çıkacak binlerce engelin, zorluğun yanında olacağını biliyorum. Ama başarmak işte buna bağlı, her şekilde kaderine küsmeden, bütün canlılığını koruyarak "Ben bunu yapabilirim," demek...

Bir kuş yavrusunu düşünün mesela, doğar doğmaz uçamaz, ebeveynleri onu yüksek yerlere yaptıkları yuvada besler, sonra onu o yuvada yalnız bırakır. Yavru kuş eğer durursa yuva da açlıktan ölür, tek çaresi uçmaktır ama yüksekten de korkar aynı zamanda, kaderine küser bir çare üretmezse başaramaz, diğer canlılara ya yem olur ya da susuzluktan, sıcaktan veya soğuktan ölmeye mahkum edilir.

Yavru kuş günlerce düşünür bekli ama sonra uçmaya karar verir. Bu demek oluyor  ki, bazen yanımızdaki insanlar annemiz ya da babamız bizim bir şeyleri başarmamızı istediği için önümüze engel örebilirler, bize düşen sabırla bir karar alıp bu yolda kendi cesaretimizle yürümektir.

Muhammet Aydın

]]>
Thu, 08 Jul 2021 17:46:30 +0300 Muhammet579_