EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Zeynepwesen https://edebiyatblog.com/rss/author/zeynepwesen EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & Zeynepwesen tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. &FAKAT& https://edebiyatblog.com/fakat https://edebiyatblog.com/fakat Fakat unutmak bir çırpıda silmek değil

Bir an bile düşlememektir seni

Yazmamak bir daha ve okumamak

Seni susayıp sana aç olmamaktır

Fakat gerçekten bitirmek seni

Yürek denen benden bağımsız uzuvda

Tanrıya şirk koşmak karşı gelmektir

Işıklı bir yolda gözleri kapalı yürümektir

Uçurumun kenarında bisiklet sürmektir

Seni hiç yaşatmamak anılarda

Fakat ikiyüzlülüktür inkar etmektir

Yalan söylemektir tabiata, nebatata

Seni özlememek büyük cesarettir

Ütülmektir, bile bile lades olmaktır

Fakat seni ve sendekileri yok saymak

Dünyayı yok saymakla eşdeğerdir...

]]>
Thu, 30 Sep 2021 04:41:31 +0300 Zeynepwesen
dört kelimelik hikaye https://edebiyatblog.com/dort-kelimelik-hikaye https://edebiyatblog.com/dort-kelimelik-hikaye İÇİMDEKİ KIZ ÇOCUĞU ÜŞÜYOR.

]]>
Tue, 28 Sep 2021 00:56:38 +0300 Zeynepwesen
SİZLER DE BENİM GİBİ Mİ? https://edebiyatblog.com/sizler-de-benim-gibi-mi https://edebiyatblog.com/sizler-de-benim-gibi-mi Benim kadar üstüne vazife edineni yok dağın, taşın, kurdun, kuşun derdini. Bir ben mi duyarım yoksa sizler de duyar mısınız bebeklerin ağlama seslerini? Bir ben mi görüyorum kardeşler, evlerden birinde kopan küçük kıyametleri. Sizin de duvarlarınıza yansıyor mu annelerin hüzünleri. Boynu bükük, nasırlı ellerin hayat gaileleri sizleri de düşündürür mü? Saçlarınızda kaç tane ak var saydınız mı? Benim yirmidördümde yirmi. Bir benim mi yüreğimin ucunda ucu keskin bir kılıç batıp çıkar, yoksa size de olur mu böyle bazenleri? Tren düdükleri ürkütür mü sizleri? Mavi renkli duvarlardan korkar mısınız? Nedir sizin korkularınız? Bir bana mı gelir böyle eserekler? Sizin de canınız burnunuzda mı yürürsünüz, sanki arkanızdan atlılar kovalar gibi? Benim gibi tavşan uykusuna mı dalarsınız doğduğunuz günden beri? Yere tüy inse duyup sıçrar mısınız, yoksa ölüm uykusu mu sizinkisi? Bir ben mi böyle aç açına belki günlerce-gecelerce yememiştir diye  birileri, yemem de üzülürüm? Sizleri de kitaplar çarpar mı? Beni olduğu gibi sizleri de sarsar mı? Sizlerin de burnunun direkleri sızlar mı? Yutkunamadığınız zamanları ne sıklıkla? Sizler de benim gibi çok soru sorar mısınız? Meraklı mısınız yoksa umursamaz mı? Kafayı yemeye yatkın mısınız yoksa bir dahi kadar akıllı mı? Ben soyumu sopumu red ettim. Ya sizler? Sizler bir aristokrat kadar seçkin misiniz? Ruhunuz büyük müdür, yoksa küçük mü? Benim ruhum sığmaz bazen kafesime dar gelir. Sizlerin de göğsü daralır mı? Gitmenin zorluğunu bilir misiniz, yoksa sizler kalmanın kolaylığını mı seversiniz? Geceleri karabasanlarla gündüzleri alkarılarıyla uğraştığınız olur mu? Sizler ne kadar savaşırsınız tutkularınızla? Böyle sorular sorup da hiç cevabını alamadığınız olur mu?

]]>
Mon, 27 Sep 2021 11:46:32 +0300 Zeynepwesen
DUYULMAMIŞ BİR HİKAYE https://edebiyatblog.com/duyulmamis-bir-hikaye https://edebiyatblog.com/duyulmamis-bir-hikaye Nicedir elime almadım şu sazı. Ne menem ne nankör bir alettir bu. Hacı Bey pek ısrarlıydı bu gece, -Çal be evlatlık, çal da gönlümüzü titret- dediydi. Bana kalsa sandıktan hiç çıkarmazdım. Ne örümcek ağı kaplamış tellere ne de rutubetlenmiş gövdesine dokunmazdım. Hacı Bey ne zaman rakının üstüne likör içse, ya hastanelik ya da eğlencelik oluyor. Komaya da girdiği yok, hastane bahçesine girer girmez ayılıyor. Mehmet Ağa, Tığ Cemil hepimiz bıktık bu moruktan. Ölse de üç beş birşeyini aramızda bölüşsek diye bekliyoruz. Ne öleceği var bunun, ne de delireceği. Dört Kadın eskitti gözü hala beşincide. Allah bunun gibilerin uçkuruna ateş düşürmedikçe, daha çok ana kuzuları otuzuna gelmeden terelellenecek. Çok kahrını çektim Hacı’nın. Onbeş yaşımdan beridir, aha oldu dün sabah yaşım kırk, halen daha çekmekteyim. Ne baba vardı ne ana ne de bir hısım akraba. Muhtar beni bunun yanına ayak işleri için verdiğinde, doğru dürüst Türkçe bile konuşamazdım. İlk zamanları Hacı Bey beni zorla mektebe yazdırdı. Yok dedim kafam almaz benim okumam. Oradan aldı tarlaya, yok dedim çapa bilmem ekin sürmem. -Ulan köpoğlu Rum ne yapacaksın ne bilirsin dedi. -Na şurda bir adam var ahraz, elinde saz, beni ona ver de saz öğreneyim dedim. Ahrazın yanında saz öğrendim, söz öğrendim, usul erkan öğrendim. Hacı Bey’in sazcısı sözcüsü oldum. Seksenine merdiven dayadı gavad, daha ölmek nedir bilmiyor. Köyün en yaşlısı bir o, bir de Necip’in kahvesinin önündeki çınar ağacı kaldı. Karımı çok erken dağlara saldım, çocuğumuz olmadı mevla yazısı. Hacı Bey karıma bir laf etmiş garip Ayşe bozulmuş dağa çıkmış. İndiremedim aşağı ne dil döktüysem, zaten o da yanında kalmamı istemedi. O dağda ben aşağıda delirdim. Sazı sözü bırakmıştım nicedir. Hacı Bey pek ısrarlıydı bu gece. Üstüme gelme diyemedim, parmaklarım telleri şöyle bir yokladı, dilim benden önce davrandı iki keklik türküsünü söylemeye. Hacı Bey ölse de kurtulsam. Ayşe’mi dağdan indirsem ben Bey olsam, o Hanım. Hacı Bey sabaha ölse, ben Ayşe’yi sırtlanıp getirsem. Hacı Bey ne istedi benim garip Ayşe’mden. Bir kar yağsa, hastalansa yatağa düşse, atı şahlansa sırtından atsa, kamyon çarpsa diye bekledim -beklerim- Hacı bey ölse de ben Ayşe’me gitsem. En son geçen sene gördüm onu dağdaki kulubede. Yüzüme bakmadan konuştu benimle. Al yanakları solmuş gördüm, saçları kırlaşmış daha otuzuna değmeden. Hacı Bey neden kıydın Ayşe’me diyemedim. Tutamadım iki yakasından, resti çekip de. Ne kalabildim adam akıllı ne de gidebildim Ayşe’me. Hacı Bey birgün Ayşe’den ve benden önce ölse, davul zurna çaldırıp çıkarım Kaz Dağına. Benim melek Ayşe’m allar giyinse, morlar sürünse, yeşiller taksa başına. Hacı Bey aman, dil alışkanlığı Hacı gavadı ölse de bitse bu işkence. -Ben ölmeden o karın köye inemez dedi. Şeytan diyor kap çifteyi vur alnının çatından yat ömrün geri kalanını. Her gece adaklar adıyor mum dikiyorum. Kiliseye ayrı camiye ayrı gidiyorum. Ya İsa, Ya Muhammed kabul edecek beni. Bizi. Ayşe ile ikimizi. Hacı Bey bir ölse ah bir ölse! Ne gam kalır bende ne kasavet. Gönlümdeki güvercin benden önce uçar konar Ayşe’ye...

]]>
Mon, 27 Sep 2021 00:45:52 +0300 Zeynepwesen
EYLÜLÜN ADI VAR https://edebiyatblog.com/eylulun-adi-var https://edebiyatblog.com/eylulun-adi-var Hiç durmasın isterdim yağmur

Ve hiç dinmesin içimdeki duygular

Rüzgar konuşsun bir onun sesini

İşitmek isterdim yalnızlığımın içinde

Dalgasını denizin, ayın şalkını

Dizelerimde yaşatmak yazmak isterdim

Çoktandır elime almadığım şu kalem

Kağıdın üzerinde spiraller çiziyor

Bu kez dilimden değil de dökülen

Sanki içimde bir yerlerden taşıyor

Uzaklara dalıyorum uzadıkça geceler

Yüksek tepelere, kimsesiz dağlara

Öylece dikiliveriyor düşmancasına

Karanlıkta bir ışık arıyor gözlerim

Yanıp sönen şöyle cılız ama ahenkli

Ne şiirin bir tadı ne de öykünün son sözü

Hiçbir şey ilgimi kendine çekmiyor

Ekmeğe de ihtiyacım kalmadı suya da

Artık dönüp bakmıyorum çalan ıslıklara

Çocuklar saksıları devirmiş camları kırmış

Umrum değil artık hiçbirini kovmuyorum

Ben bilmediğim bir şehrin türküsünü

Bilmediğim bir tonla mırıldanıyorum

]]>
Sun, 26 Sep 2021 23:49:37 +0300 Zeynepwesen
beyefendi https://edebiyatblog.com/beyefendi https://edebiyatblog.com/beyefendi Düşürdünüz insanlığınızı beyefendi

Kırdınız zavallıyı

Bilmeden mi yaptınız

Gururunun tam üstüne bastınız

Sarhoş muydunuz yoksa ayık mı

Allah aşkına ne olur söyleyin

Böyle kadınları kırmak

Hem de böyle kadınlar

Neredeyse kalmadı

Siz bunu bilerek mi

Yani bile isteye mi

Beyefendi konuşun

Durun dönmeyin arkanızı

Kulaklarınızı kapatmayın lütfen

Duyun şu zavallıyı

Beyefendi size nasıl hitap etmeli

Gecenin şu şer vakti

Siz tam iki kişi

Gururlu ve de kibirli

Bütün bu çatal sözleri

Bilerek mi yani

Rica ediyorum söyleyin

Bizler de bilelim

Sizi adam sanmanın

Bedelini ödeyelim

]]>
Tue, 14 Sep 2021 16:58:51 +0300 Zeynepwesen
MÂZİ https://edebiyatblog.com/mazi https://edebiyatblog.com/mazi İçli ve eski bir şarkıyı mırıldanırdı

Sarhoş ve kiremit renkli dudakları

O büyük kanadıkça kanayan yarama

Nasıl da hiddetli gülüyordu zaman

Perdeler son raksını bir bahçeye karşı

Rüzgar mağrur gayet kendinden emin

Eserken ifa ediyordu nazlı nazlı

Kurbağalar yılın hep bu zamanları

Uyandırırdı engerek yılanlarını

Bekçi düdükleri tükürükle dolardı

Yollarda işçilerin haklı serzenişleri

Ayakkabılarının altıkağıt koşamıyor birileri

Islaktı elveda mendilleri ve havayı döverdi

Usul usul yağmur düşerdi gözbebeklerinden

Çıplak göğüs kadınların yalınayak sevgileri

Hesap kitap bilmez aritmetik gözetmezdi

Mahmur hâlâ sevda için çarpan yürekleri

]]>
Fri, 10 Sep 2021 21:40:38 +0300 Zeynepwesen
SONBAHARA İTHAFEN https://edebiyatblog.com/sonbahara-ithafen https://edebiyatblog.com/sonbahara-ithafen Nedir bu yüreğimin feryadı

Eylül böyle, ekim böyle, böyle kasım

Şiir dediğin değil mi yaraya tuz basmalı

Ahlar bir ucundan bir ucuna dünyanın

Ağır ağır yanan ziyalar gibi ışığın

Ve bir delikten bile daha oyuk

Başı hatıralarla dolu bir ihtiyarın

Gözyaşları hangi mevsim son bulacak

Mezarında deve dikeni ısırganlar açacak

Kimdir bu cama vuran görünmez el

Ortalığa kim döktü beyaz sürgünü

Her sonbahar içimde nedensiz filizlenen

Umuduma ilk kurşunu kim sıktı

Nedir bu yazmak gayretim sancılarımı

Kime bırakacağım bu kadar acı kelamı

Tan ağırana kadar kime saklayacağım

Ağzımda bir küfür gibi haksızlıklarımı

Kime püskürteceğim bir çırpıda ve acımadan

Eylül böyle, ekim böyle, böyle kasım

Fâni dediğin biraz da gamsız olmalı.

]]>
Thu, 09 Sep 2021 14:09:13 +0300 Zeynepwesen
... https://edebiyatblog.com/574 https://edebiyatblog.com/574 Bir yasak meyvedir senin gözlerin

Henüz söylenmedi tüm sözlerim

Yerine koyduğun nicelerden uzakta

İnsanlar da eşyalar gibi cansız

Bilinmezin dehlizlerinde savaşır hep

Gün aşırı sana yinelenir hislerim

Senin kokun misk gibidir gül amber

Tenin güneşin bile erişemediği bir yer

Ey sevgili aziz ruhun gayri müstesna

Ayırdım kır çiçeklerinin en tazesini

Sana gönül cennetimde altın bir tahtla

Ne yücedir cuma günleri ne bereketli

Yaradan yedi günde yaratırken seni

Kim bilir kendi ruhundan mı üfledi

Ey sevgili diğerleri yoktur hissimde

Bir ikindi vakti yem atıyorlar güvercinlere

Süleymaniye’de şimdi bir hicaz makamı

Yâd ellere kanat çırpıyor göç kuşları

]]>
Sat, 04 Sep 2021 02:10:19 +0300 Zeynepwesen
KARŞI SAHİLLER https://edebiyatblog.com/karsi-sahiller https://edebiyatblog.com/karsi-sahiller Umutlarda baharın eskimiş bir şarap gibi
Tadı kekremsi ve güldürüyor otuz iki dişimi
Yavan kalmış bu akşam susan gramofon
Metal sesli bir kadın deliyordu dün ciğerleri
Toplanma kamplarında gizli ayak izleri
Sonra gurbet ve sonra yeniden
Gurbet bebekleri doğuyor peş peşe
Önüm sıra düşüyor siyah perçemlerim 
Bu akşam rıhtımdan saz sesi gelmiyor
Balıkçılar elleri boş dönmüş 
Bereketsiz kuduruk bir deniz
Bu akşam ay bile doğmak istemiyor
Mehtap kendini buluta gizlemiş
Gökte asılı duruyor üç yıldız
Üçü de birbirinden huysuz ve tatsız
İçim köpürüyor bu akşam taşıyor
Nasırlı elleriyle bir ihtiyar
Sandalının düğümlerini çözüyor
Bir kadın hıçkırıklara boğulmuş 
Bir adam dilinde bir bıçak 
Az sonra fena bir kelam ediyor
Bir kadın için için ağlamaklı
Feryadı kasabayı titretiyor 
Göçebe gönlüm benden daha kesin
Almış başını gitmiş karşı sahillere
Karşı sahillerde ateşler yanıyor 
Etrafında ademoğulları keyifleri yerinde
Çığlık çığlığa dans edip sevişiliyor
Bir çingene eteğini toplamış remil bakıyor
Kararsız ötüyor bir baykuş çekingen
Belki de onun da içi bu akşamı almıyor

]]>
Fri, 03 Sep 2021 16:45:25 +0300 Zeynepwesen
BİR DUA https://edebiyatblog.com/bir-dua https://edebiyatblog.com/bir-dua Kötü babaları öldür Allah’ım

Bilhassa eve sarhoş gelenleri

Lokmaları boğazlarda düğümleyenleri

Ekmek yoğurt beklerken anneler

Çocukların çikolata beklerken saf yürekleri

Siyah poşetler içinde şişe getirenleri

Öldür Allah’ım bırakma kemiklerini

Uykudan uyandırıp dövenleri

Bir hiç uğruna kalpleri yerle bir edenleri

Kötü babaları diyorum Allah’ım

Kötü babaları ne olur öldür Allah’ım

]]>
Fri, 03 Sep 2021 02:02:58 +0300 Zeynepwesen
BİR MİSAL MASALI https://edebiyatblog.com/bir-misal-masali https://edebiyatblog.com/bir-misal-masali Hayali bile ne güzel

Kim bilir belki yaşasam

Hani gerçek olsa diyorum

Elimle tutacak kadar

Şöyle karşımda dursa

Canlansa tüm çıplaklığıyla

Olur ya hani belki diyorum

Misal veriyorum, istiyorum

Özellikle geceleri düşlüyorum

Gece bir başka güzel

Gündüz düşleri diyorum

Sarhoş ediyor güpegündüz

Hani mahal versem

Olacağına imkan verseler

Tamam ulan diyeceğim

Tamam bedeli neyse

Bedeli yokmuş gibi geliyor

Bir varmış da hiç yokmuş

Hiç masalı olmuş gibi

Hadi ulan diyorum şimdi

Bu kez tamam işte

Düşüyorum gökyüzünden

Uyanıyorum gerçeklere

]]>
Thu, 02 Sep 2021 16:27:32 +0300 Zeynepwesen
RÜYA https://edebiyatblog.com/ruya https://edebiyatblog.com/ruya Keskin siyah gözlerini bir süre gözlerime dikti. Bakışlarındaki yakıcıklık derinlerimde bir yerde bir titreşime sebep olmuştu. Kendinden emin ve ne istediğini bilen bir hâli vardı. Bu eminlik beni hem ürkütüyor hem de zevklendiriyordu. Uzun ve ince parmaklarını yüzümde gezdirdiğini hayal ettim. İrkildim. İri gövdesiyle yavaşça yanıma yaklaştı. Gözlerimiz birbirine kitlendi. Nefes alışverişlerim hızlanıp yavaşlıyordu. Yaktığım tütsü işlevini görüyor, sandal ağacıyla dolu isin, beni olduğu kadar onu da etkilediğini biliyordum. Fonda çalan müziğin ritmine uygun hareket ediyor, sanki tek bir notasını kaçırırsak yüzyıllık bir büyüyü bozacakmış gibi hissediyorduk. İyice yanaştı. Artık dip dibeydik. İkimizde birbirimizden bir hamle bekliyorduk. Durduk. Savaşı önce kimin başlatacağına karar vermemiz gerekiyordu. Oda da yaktığım mumun cılız alevi onun suretini daha büyük gösteriyor, beni gittikçe korkutan bir dalgalanmaya itiyordu. Bir şekilde onu alt etmeli ve geldiği yere geri göndermeliydim. Saniyelik bir refleksle yerden aldığım terliği kanepenin başında duran böceğe yapıştırdım. Sarı bir dışkı güzelim kanepenin başlığına bulaştı. Terliğin tersiyle iri bedenini aşağıya doğru ittim. Bir süre kendime gelemedim. Leşine bakmaya cesaretim yoktu. Tütsü dumanını duyumsadım. Göz kapaklarım ambiansa yenik düşüp kapandı. Kendimi uykunun kollarına bıraktım. Bir rüya gördüm. Bir böceğe şehvet dolu yaklaşıp terlikle canını almıştım.

]]>
Thu, 02 Sep 2021 00:46:44 +0300 Zeynepwesen
DÜNDEN MEYİLLİ https://edebiyatblog.com/dunden-meyilli https://edebiyatblog.com/dunden-meyilli İşler bizim için yolunda değil

Öteki tarafa meyilliyiz

İntihar bir günah değil

İstediğimiz kadar ölebiliriz

]]>
Tue, 31 Aug 2021 18:42:18 +0300 Zeynepwesen
NEDAMET https://edebiyatblog.com/nedamet https://edebiyatblog.com/nedamet

Pişmanlık; 

Bu pek de iyi bir kelime değil

Pişmanım;

Bu kötünün de kötüsü

Pişman değilim;

İşte bu en fiyakalı yalanım

]]>
Tue, 31 Aug 2021 18:33:56 +0300 Zeynepwesen
KENTLERİN BİRİNDE https://edebiyatblog.com/kentlerin-birinde https://edebiyatblog.com/kentlerin-birinde Birbirine benzemez acılar yaşanıyor

Kentlerin her yerinde

Bu inanılmaz sessiz gürültüler

Toptan yok olma düşüncesiyle

Uyandırıyor güneşi

Düpedüz hayal kırıklıklarının gölgesi düşüyor

Her metrekareye

Umutları yok edilen çocukların hüznüyle

Ağlıyor bulutlar

Kalp yolları kirli insancıklar

Hâlâ nefes alıyorlar

Kentlerin her birinde

]]>
Tue, 31 Aug 2021 18:24:47 +0300 Zeynepwesen
KATİLİNE TUTKUN BİR MAKTUL https://edebiyatblog.com/katiline-tutkun-bir-maktul https://edebiyatblog.com/katiline-tutkun-bir-maktul Ben bir katilim. Bir saat önce birini öldürdüm. Kimseler duymadı. Sığamadı içime yazmak istedim. Eli kanlı kalem tutan bir katil kulağa komik geliyor olmalı. Ben bir saatten fazladır duymuyorum. İlla ki hak vereceksiniz cinayetime. Tarafından defalarca öldürüldüğüm birinin işini bir dakikada bitirdim. Çok kez öldürülmenin bedeli, adam akıllı bir kez öldürmektir. İşte içimdeki adamı bu gece bir nefeste bıçak gibi kesip attım. Eskimiş, nasır tutmuş anılara bir ateş çakıp yaktım. Hem de bana hediye ettiği çakmakla yaptım bunu. Sigarayı an itibari ile bıraktım. Aynada yüzüme baktım. Çizgilerim gitmiş, yüzüm parlamıştı. Sanki göğsümde yüz tane kalbim varmış da yüzü birden atıyormuş gibi canlandım. Ben bir katilim, katilimi öldürdüm. Bitti bu kadar işte. Maziyi ateşe verdim. Katilimi topyekün öldürdüm. Şimdi nerededir bilmiyorum. Artık onu düşünmek de istemiyorum. Bu gece onu içimdeki mezarlığa gömdüm. Ölüler dirilemez sandım. Anısı olan bir şarkıya sigara yaktım. Bırakmıştım, söz vermiştim, içmeyecektim ama ne yapayım, kırdım kirişi. Ölüler konuşamaz sandım. Karşımda konuşuyor hâlâ. Pişkin gülümsemelerinden birini fırtlatıyor. Işıkları kaparsam göremem sandım. Karanlığın içindeki hayaleti gözbebeklerimi yakıyor. Uyursam geçer sandım. Uykuya daldım. Rüyamda bir sahil. Uzanmışız ikimiz, kumlar doluyor saçlarımıza, bir yerlerden o şarkı çalıyor yine, sen bana geç kaldın ben sana erken diyor tok sesli bir adam. İkimizde gökyüzüne bakıyoruz, lacivert bir kasım gecesine yıldızlar eşlik ediyor. Soğuk ve üşüyoruz. Uyandım. Ne soğuk ne de aylardan kasım. Sıcak bir haziran gecesinde yorgana sarındım. O şarkıyı duymamak için kulaklarımı kapadım. Zihnimde bir yerlerde boğuk sesiyle eşlik ediyor şarkıya. Dayanamadım bıçağı tam kalbime sapladım. Meğer bir kalbim varmış da ben yüz tane sanmışım. Onu öldürdüm sanmıştım, yine kendime kıymışım.

]]>
Sun, 29 Aug 2021 03:51:54 +0300 Zeynepwesen
HATALI PAPATYALAR MEZARLIĞI https://edebiyatblog.com/hatali-papatyalar-mezarligi https://edebiyatblog.com/hatali-papatyalar-mezarligi “Beni aldatmasının üstünden 17 gün, onu affetmemin üzerinden yarım saat geçti. Telefonda sesinin titrediğini, ağlayarak bana yalvardığını duyunca dayanamadım. Sen olsan n’apardın be kızım? Seviyorum da iblisi. Ne yapayım? Aynur Abla haklı armudun sapı, üzümün çöpü diye diye ortalıkda kimseyi bırakmadım. Hem devir kötü devir anacım. Adam gibi seven buldun mu bırakmayacaksın. Tarık beni aldatmışsa ne olmuş? Erkek adam canım, bir kerelik kaçamak yapmak istemiş. Ne var bunda allasen? İşinde gücünde, namuslu, aile yapılarımız benziyor, üstelik nişanlıyız, hem elalem ne der? Geçen hafta hastaneye kaldırmışlar -beni ısrarla aradığı benim de telefonu kapadığım gün- intihar etmiş bir kutu aspirin yutmuş. Zor yetiştirmişler. Bereket versin yıkamışlar midesini. Aynur abla arayıp söylemese haberim yok. Ben de az zalim değilim çocuğu perperişan ettim. 17 gün be dile kolay. Yapmadığı kalmadı affetmem için. Ama bu intihar olayı da beni sevdiğinin kesin kanıtı işte. Ayrılıp el sevindireceğimize ailelerimizi sevindirelim dedik. Bu akşam üstü beni almaya gelecek gelinlik bakacağız beraber. Valla içim içime sığmıyor. Sonunda evleniyoruz. 7 sene be, 7 senemi vermişim ben bu adama. Bunca sene çöp mü olsun bir çırpıda. Elin ne idüğü belirsiz aşiftesi yüzünden. Hem annemden gördüm ben o da affetmişti babamı. Sonra sırasıyla teyzem, ablalarım, komşularımız. Ne yapalım bize de bu biçilmiş. Aldatılmak her kadının alnına yazılıymış. Öğrendiğin zaman gönlünü alana kadar suratını düşürüp küseceksin. Burnunu sürteceksin, yeminler ettireceksin kitap hakkı için. Bir şekilde pişman oluyorlar. Hem sonra bu kadar insan yanılıyor olamaz. Ya nikahda olan keramete ne demeli? Evimiz bile düzüldü. Şunun şurasında nikah tarihine ne kaldı? 3 ay sonra ben de evliler kervanına katılıyorum. Neyse işte hazırlandım, aradım. İşi çıkmış -n’apsın be kuzum çalışıyor düğün için- yarın akşama erteledi. Telafisi için de çiçek göndermiş bana. En sevdiğim çiçek papatyalar, bak nasıl da biliyor, ne zaman gönlümü kırsa papatya gönderir. Papatyalar için saflığı temsil eder derler.” Kucağındaki papatyaları yüzüne götürüp burnuna dayadı, sanki nişanlısıymış gibi öptü kokladı. Burcu burcu papatya kokusu sarmıştı odayı.

Yutkundum. Duyduklarımı kulağım çok net işitti. Midem almadı hiçbir detayı. Bir bulantı hissettim her şeye karşı. Onun zihnindeki tabuları ve saçma sapan kalıpları yıkmak, boğazımı tahriş etmekten farksız olsa da, bir dost olarak onu kendine getirmem gerekiyordu. Yaptım. Beceremediğim aşk ilişkilerimle akıl vermemi geçmiş, bu zamana kadar kim bana papatya alacak kadar çok sevmiş? Şu erkek düşmanı olan şey neymiş ona göre “feminik”? Heh ondan ilan edildim. Yetmedi. Onu kıskanmakla suçlandım. Zaman hızlı geçiyor nikah tarihi geldi çattı bir daha konuşayım dedim. Müstakbel kocası benimle görüşmesini yasakladı. Evlenmişler. Üremişler de. Peşpeşe iki çocukları olmuş. Eşi işi bırakmış evdeymiş. Bana haber göndermiş ortak bir tanıdıktan kocası biraz hastaymış ama kendi ne iş olsa yaparmış...

]]>
Sun, 29 Aug 2021 02:39:33 +0300 Zeynepwesen
AHD https://edebiyatblog.com/ahd https://edebiyatblog.com/ahd Dualar; 
Ve şiddetli duygu yağmuru,
Sevgi bağının barajını kopardı 
Uçtu; 
Ve istikrarlı kalamadı.
Ben bu muazzam sevdayı yaptım,
Ateşlediğin yalnızlığımın karanlığını dile getirme,
Gözlerindeki volkanı içime akıtma, 
Bugün hayat bizi ayırdı
Yarın ölüm bizi birleştirecek.
Ruhumuz bedenimizi kaplayacak,
Biz;
Son nefeslerimizi bir uçurumdan aşağı vereceğiz
Ve kalacak hayallerimiz
Düşerken; 
Kıyamadığımız bedenlerimizin aksine,
Bir çalıya tutunacak.
Yürüdüğümüz sokaklar yine coşacak
Kimse bilmeyecek bu şehirde
İki insan aynı yerde
Aynı sonsuzluğa gidecek,
Şiirler yazılıp, türküler söylenecek
Bir yıldız daha kararıp, kendini geceye teslim edecek.
Biz, seninle şehrin en tepesinde,  
Alınlarımız birbirine değerken,
Aramızdan kılıç bile geçmeyecek.

]]>
Sat, 28 Aug 2021 22:44:28 +0300 Zeynepwesen
BİKES https://edebiyatblog.com/bikes https://edebiyatblog.com/bikes Akşam vakti sokak lambaları yandığında içimde bir yerlerde uyanan sokak köpeği kendine sığınacak bir yer aradı. Müezzin perşembe selasını bu kez belki de hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayallerime okuyordu. Caminin önünde durdum. Selayı kulağıma çektim, kalbim sıkıştı, içeri girip yaradanın huzuruna çıkmak beni böylesi bir çaresizliğe neden ittiğini sormak, isyan etmek istedim. Kendimi bildim bileli yaradan ile aramda farklı bir bağ kurdum. Kuvvetli ve körü körüne inançlarım her seferinde değişse de içimde bir yerlerde yaradana olan inancım hiç değişmedi. Durdum ve düşündüm, bir yanda dünyevi isteklerim, diğer yanda uhrevi düşüncelerimle, annemin hastalığından sonra bu camiye ilk girişimdi. Giriş kapısı bütün heybeti ile bana meydan okuyordu. Borç harç içinde okuduğum yıllarımı, annemin beni okutmak için pazarlarda sattığı yer elmalarının tadını bile unutmuştum. Caminin hemen karşısındaki mezarlığa gitmek, orada başı boş, üstünde ot bitmemiş, su dökülmemiş bir musalla taşı bulup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istedim. Toprağa karışmış kemiklere dönüp işte buradayım ey ölüler benim sizden bir farkım yoktur belki de ben sizlerden zilyon kere daha ölüyüm demek istedim. Yapamadım. Ölenle ölünmezmiş. Gücüne gidermiş yaradanın. Evin yolunu tuttum. Sokağın başı ıssız aynı benim gibi, sanki o da dün kaybetti annesini.

]]>
Wed, 25 Aug 2021 02:13:39 +0300 Zeynepwesen
ANLADIM https://edebiyatblog.com/anladim https://edebiyatblog.com/anladim Düşüp yere dizlerimi parçalamam ayağıma takılan taşların suçu değilmiş. Öylesine önüme bakmadan yürüyordum ki gözlerim onları da yolun bir parçası sanmış. Yapamadığım, başaramadığım, kendimde hata gördüğüm her duygumu, eksikliğimi fâniliğime veriyorum. Öyle ya mükemmel olabilmem için ölümsüz olmam gerekmez mi? Çocukça peşinden koştuğum, koşarken de hayatın sivri uçlarına çarptığım, benim olmayan yollarda aslında yolun sonunda yalnızca kendimle nefes nefese kalmışım. Meğer ne heveslerim varmış olduktan sonra fırlatıp bir köşeye attığım. Nasıl acele ediyordum, nasıl telaşlıydım dört mevsim. Ruhum sinyal veriyor beni çoğu kez uyandırmaya çalışıyordu da kan ter içinde kalsam da bana mısın demiyordum. Ne kadar uzaklaşmışım kendimden, üstelik maddeleşmişim şimdi anlıyorum. Bana yeten bir kağıt ve kalemden fazlası değilmiş, yeni yeni ayıyorum. Meğer ne çok gerçeği reddetmiş de bir yalana sıkı sıkı tutunmuşum. Nafile koşmuşum rüzgara doğru, bütün fizik kurallarını hiçe sayıp. Şimdi şişemde kalan mürekkebimi ruhumun kalemine daldırıp geri kalan ömrümün hikayesini yazmakta ve limanda yeni hayallere yelken açmaktayım. Kurumuş pencere önü çiçeklerimi toplayıp bahar temizliği yaptım bugün. Kendime bir söz verdim, artık parmak uçlarımda ürkek yürümeyeceğim, topuklarımı sağlam vuracağım zemine. Beni korkutan, ellerime kollarıma bağlanan düğümleri çözeceğim, çözemediğim yerde makasla keseceğim bu ipleri. Savaştığım bütün cephelere beyaz bayraklar koydum. Hırsın, kibrin, öfkenin silahları patlamayacak artık zihnimde. Gökten bir mucize inmesini beklerken bütün vaktimi çarçur ettiğim pencere önüne yeni çiçekler ekip, yeni kokular duyacağım iç evimde. Hüznün rutubetli kokusu, leylaklara, yaseminlere, zambaklara devredecek yerini. Çoğu zaman içimde belirsizleşen neşe kesinlik kazanacak ve bir mabet yapacağım içime, ruhum aldığı yaraların etkisiyle işçi arılar gibi örecek mabedimin duvarlarını. Burada büyüyüp besleneneceğim, burada sevgi yaşatıp, burada kökleneceğim.

]]>
Wed, 25 Aug 2021 01:31:15 +0300 Zeynepwesen
ŞEHİRLER ARASI SENSİZLİK https://edebiyatblog.com/sehirler-arasi-sensizlik https://edebiyatblog.com/sehirler-arasi-sensizlik Güneşi doğurduk yel değirmenlerine karşı,

Dumanlı yeşil, dağlar sarı sıcak,

Erkenden inmiş kadınlar tarlalara,

Burçaklara, ekinlere, tütünlere, çapa.

Yol uzun bir yılan gibi, düz ama taraklı,

Bir çoban sırtında kepeneği, önünde sürü

Otobüs camına çarpmasın diye her biri,

Burada selviler, burada çınarlar, söğütler,

Hava mavi üstümüze serilmiş bir tül gibi,

Demin bir çocuk uyandı hınzır ağlıyor,

Annesi sussun diye birazcık paylıyor

Yolculuk işte böyle su gibi akıp gidiyor

Şehirler arası bir otobüsten yazmaktayım

Belki de bildiğin bir yerden geçtim demin

Gövdenden kilometrelerce uzakta

Fakat ruhunla yan(a)yanayım...

]]>
Tue, 24 Aug 2021 23:52:34 +0300 Zeynepwesen
BEN VE SEN https://edebiyatblog.com/ben-ve-sen https://edebiyatblog.com/ben-ve-sen Ben;

Umutsuzluk moleküllerinin içindeyim,

Boşluğun çarkında dönmekte, 

Çarmıha gerilmiş hayallerim,

Ve sevinçleri bir bir yitirmiş gibi,

Günlere hüzün taşır gibiyim.

Sen;

Yağmurla gelen toprak kokusu,

Uyanmaya korktuğum tatlı bir düş,

Kaybettiğim neşemi yeniden bulmuş gibi,

Bir türlü beceremediğim aşk şiiri gibisin.

Ben; 

Durduk yerde yağan yaz yağmuru,

Sen; 

Yağmurun ardından çıkan gökkuşağı gibisin.

]]>
Tue, 24 Aug 2021 20:19:27 +0300 Zeynepwesen
BEDBİN https://edebiyatblog.com/bedbin https://edebiyatblog.com/bedbin Çok yıllık hüzünlerim var,

Ayağımı bastığım her yerde kalan,

Çok içten gülüşlerim,

Çok acı günlerim,

Çok umursamaz aşklarım,

Çok derin düşüncelerim var.

Yazdıklarım var,

Bir de yazmaktan 

Korkar olduklarım.

Gökten düşen üç elma da hakkım değildir,

İşte bu karamsarlığımın soyut örneğidir.

]]>
Tue, 24 Aug 2021 19:33:13 +0300 Zeynepwesen
Dar Zamana Kısa Şiir https://edebiyatblog.com/dar-zamana-kisa-siir https://edebiyatblog.com/dar-zamana-kisa-siir

Önüne katıp o kadar hızlı itiyor ki beni sırtımdan zaman;

Benden hızlı yaşlanıyor anılarım, 

Fakat onlardan çok daha önce öleceğim.

]]>
Tue, 24 Aug 2021 19:24:19 +0300 Zeynepwesen
GÜZ ÇİÇEĞİ https://edebiyatblog.com/guz-cicegi https://edebiyatblog.com/guz-cicegi Sonbaharın gediklisi kasımpatıları uyanmış,

Ne çirkin ne güzeller, bakmasını bilene.

Sarı çeperlerinden polenler karışıyor havaya,

Ah bir dilleri olsa, kim bilir

Ne söz büyücülüğü yaparlardı,

Gelip geçenleri düşündürmeye.

Akşamdan kalma bir adamı uyandırmışlar,

Bakmadan gözünün yaşına,

Şirinlik hali yok acıkmış bir bebeğin,

Hıçkırıkları iki mahalle öteden duyuluyor,

Postacılar bisikletleri sürüyor,

Zincirleme bekleyişlere,

Güneş çekimseri oynuyor bugün,

Kediler her zamanki sırnaşıklığında,

Bir çift bacak arıyorlar oynaşmak için,

Okul çağında olan iki çocuk,

Kendilerinden metrelerce büyük kepengi,

Kaldırıyorlar karın tokluğuna.

Günaydın kasımpatı,

Ya da krizantem,

Sen her nasıl istersen.

]]>
Tue, 24 Aug 2021 19:16:18 +0300 Zeynepwesen
GÜLİSTAN https://edebiyatblog.com/gulistan https://edebiyatblog.com/gulistan Yemyeşil ovaların, mor dağların, çağlayan şelalelerin arasında bir köy. İçinde bir çiçek. Gülistan, ak bir güvercin. Hep ürkek. Göğsünde üç tane beni var en koyusundan. Bir bakan bir daha bakıyor, nazara uğruyor çoğu zaman.  Alaca köyden görücüsü geliyor, beybabası Nuh’a peygamber demiyor. Ne kahveci çizo’nun tembel oğlu Mustafa’ya, ne de bakkal çırağı topal Musa’ya vermiyor. Gülistan susuyor. 

Gülistan, kızlar arasında bir gül bahçesi. Süt beyazı teni ay’ı kıskandırır. Gözleri yayla şenliği. Sırma saçlarına geceleri yıldızlar düşüyor. Beş sene öncesinden beridir istenmekte. Yaşı yetmiyor resmiyete ama köy yerinde o yaşa kız kalmaz. Bir kusuru yok. Sağır olur kötü söze. Lâl olur küfüre hakarete, dilinin bağı var. Adam akıllı konuşamaz Gülistan. Saçı uzun aklı kısaymış, bu yüzden kararları ağabeyi ile beybabası veriyor. Ağabeyi Gülistan’ı bekletiyor. Şöyle zengin bir talibi çıksa, daha o dakika koynuna sokacak. Ağalara, beylere lâyık Gülistan. Köyün dilinde güzelliği, köyden kasabaya inenlerin yüreğinde. Anlatıp duruyorlar sağa sola. Gülistan hâlâ evlenemedi. Okutmadılar, okutsalar muallime diyecekler destur çekeceklerdi. İstemedi beybabası, ağabeyi. Kahrından öldü çakır gözlü anası. Susuyor için için ağlıyor Gülistan. 

Üveyana getirdiler başına. Mavi yaşmak taktılar serine. Gülistan, Dicle’den daha derin. Fırat’tan daha uzun çoktandır içinde tuttukları. Geceleri ay penceresine vuruyor, pencerenin önü sevdalısının cigara dumanı. Kokusunu alıyor Gülistan. Sarı tüyleri ayağa kalkıyor. İçi ürperiyor birden. Adıyaman tütünü çok ağır kokuyor. Göğüsleri entarisine dar gelmekte, eteği ıslandı ha ıslanacak. Sevmek sevişmek istiyor. Kör olası ağabeyinin derdi ne de vermiyor Musa’ya. Topal diyor. Topalsa topal ne yapmalı. Bir ayağı diğer ayağından daha kısaysa suç onda mı? Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler diyor Yunus Emre. Daha söz söylenir mi Yunus’un sözü üstüne. Kiraz ağacının gövdesi uzamış. Rüzgar kamçısını vuruyor ağacın kollarına, kollar dayanıyor Gülistan’ın camına. Bu gelen sevdalısının ayak sesleri. Biliyor Gülistan. Pencereyi açıyor. Önce keskin bir Adıyaman tütünü sonra da sevdalısının lavanta kokan teni odaya siniyor. Lavanta ve tütün kokusu genzine yapışıyor Gülistan’ın. İçi gıdıklanıyor. Üstünde bir karabasan. Bütün vücudu titriyor. Soğuk bir el bacaklarında geziniyor. Gülistan’ın ismi sıcak bir nefesle çıkıyor topal Musa’nın ağzından. Ne gören var, ne duyan. Gülistan 3 seneden beridir Musa’ya yâr olmakta. Musa yalancının, kumarbazın teki. Görenler olmuş, kasabaya inince soluğu, bacası tüten çok sıcak bir evde alıyormuş. Çeşme başında kızlar konuşuyorlar, Gülistan hepsini mıh gibi kazıyor aklına. Hesabını soracak bir bir. İşte tam sırası diyor aklı, sor hadi kimmiş o dul kadın. Sor hadi Gülistan. Sor, sor diyor aklı. Dudakları tam açılıyor ki, Musa kendi dudaklarını bastırıyor onunkilere. Susuyor. Gülistan, rüyasında gördüğü bir ülkeye gidiyor. Bu ülkede hiç kış olmuyor. Denizi var sahili. Güneş kavuruyor tenleri. Kızlar istediği gibi geziyor. Kızlar okuyup meslek sahibi oluyor. He ya kız kısmı! Doktor kızlar, avukat - hakim - öğretmen, mühendis kızlar ve daha niceleri. Hepsinin yanlarında boylarınca oğlanlar. Açık seçik konuşuyorlar. . Kumrular gibi sevişiyorlar. Bu ülkede ne beybabalar ne üveyanalar var… Susturan yok onları. Gülistan bu ülkenin fahri vatandaşı. 

İçeriden beybabası ile analığının sesini duyup sıçrıyor. Çok çabuk dönüyor o sıcak ülkeden köyüne. Musa’yı atıyor üstünden. Sesler giderek büyüyor. İkisi de tetikte. İçeriden bağrışmalar geliyor, iki tane tokat sesi. Ardından bir el silah sesi. Gülistan’ın aklı şimdi dalgalı bir denizde yüzen gemi gibi gidip geliyor. Odanın kapısını açıyor biri. Kapıyı kitlemeyi unutacak kadar saftirik Gülistan. O yatakta, Musa yerde. Hangi ara entarisi düştü sırtından. Analığı koridordan gelen ışığın huzmesi altında, korku filmlerindeki öcüler kadar ürkütücü. Basıyor yavuklusuyla üvey kızını. Gözleri karakaçanın gözlerinde daha da irice büyüyor. Başlıyor yaygaraya ki, eline ısırgan batmış gibi bağırıyor. 

-Komşulaaaar, ağalaaar, beyler, efendiler yetişiiiiiin komşulaaaaar. Kızlığımın yavuklusu beyimi öldürdü. Yetişin komşular, ağalar, beyler. Yetişin! Topal Musa, evimin direğini yıktı, ocağımı söndürdü. Nasıl kıydın ha namussuz nasıl. Ya sen kahpe, sen ha sen! Yavukluna vermiyor diye, babanı nasıl öldürttün. Ar namus kalmadı komşular! Jandarmaya haber salın, katil topal Musa, Gülistan’ın koynundan çıkıp beyimi öldürdü!

Köyün kalbi Gülistan’ın odasında atıyor. Jandarmaya haber salmış muhtar, bütün james bond’luğu üstünde bu akşam. Üvey anası köy kadınları tarafından teskin ediliyor. Gülistan’da ne ar kaldı ne hâyâ. Yuhlamalar küfürler havada uçuşuyor. Musa’yı çekip çıkarmışlar Gülistan’ın odasından. Jandarma alıyor Musa’yı. Gülistan gülmeye başlıyor. Annesinin onu gıdıkladığı zamanlarda ki gülmesinden daha gerçekçi. Beybabasının zil zurna ata binmeye çalışırken kıçının üstüne düşmesinden daha komik bir şeye gülüyor. Kahkaha atıyor Gülistan. Durduramıyor hiç kimse. Bu kadar komik olan ne Gülistan? Yolma saçlarını, sırma saçlarına yıldız düşecek birazdan. İnce narin ellerinin içi dikenli mi? Vurma yüzüne yüzün hep çizik çizik oldu kanıyor. Susma Gülistan. Bu kez susma ne olur. Sor o soruyu Musa’ya. Önce babanın cesedine yapış Gülistan. Ağabeyinin kafasına geçirmek istediğin baltayı düşünme şimdi. Konuş Gülistan. Birşeyler söyle. Jandarmaya anlat gerçekleri. Çık şu kiraz ağacının tepesine bu kez sen sustur herkesi. Susma Gülistan. Haydi konuş, babanı, ağabeyini, analığını, Musa’yı anlat. 

Seni dinleyecek biri çıkar elbet…

Bir gecede hem öksüz kaldın hem yetim, hem sevgisiz hem arsız. Susma Gülistan düşünme o tatlı sıcak ülkeyi. Gündüz düşlerine ve gece rüyalarına ara ver. Acımasız dünyaya geri dön. Burada gerçeklere susma. Haykır Gülistan. Öyle bir haykır ki, seni beş köy ötede ki ahraz bile duysun. Konuş be Gülistan. Susmanın sırası mı şimdi. Asıl şimdi konuş Gülistan. Sustuğun yerden çaldılar çocukluğunu, ergenliğini, kızlığını, kadınlığını… Senin insanlığını çaldılar Gülistan. 

Gülistan bir gül bahçesi, bülbüller şakıyor sesinde. Dilinde çok eski bir türkü annesinin hayaliyle düette…

]]>
Thu, 19 Aug 2021 15:04:18 +0300 Zeynepwesen
İTHAL İŞPORTACI https://edebiyatblog.com/ithal-isportaci https://edebiyatblog.com/ithal-isportaci

Yaz akşamlarında kulağıma her zaman cırcır böceklerinin şarkıları çalınır, tüm bedenimi garip bir his tavaf eder, sonra da geldiği yere geri dönerdi. İşten çıkıp iskeleye doğru yürürken, yorgun et yığınlarına çarpmadan ilerlemek neredeyse imkansızdı. Vapura binip eve doğru yol aldığımda zihnimi yalnızca denizden gelen seslere açardım. Motorun su üzerinde oluşturduğu o muhteşem sese.. Yine iş çıkışı bir temmuz akşamı vapura binip yerime yerleştim. Çantamda sabahtan kalma simiti çıkarıp fare gibi kemirmeye başladım. Sıkıldım, çenem yoruldu ve simiti çantama geri tıkıştırdım. Etraf o akşam, salı günlerinin bilinmez sıkıcılığına bürünmüş ve derime anlamsız bir kasvet zerk ediyordu. Güneşin kızıllığı, Galata Kulesi’nin arkasında kalıyor, sarhoş bir ressamın gelişigüzel karalaması gibi bir fon oluşturuyordu. Dalga sesleri, iyot kokusu, yosun kokusu, ter ve emek kokusu... Bütün bu kokular arasında, benimle birlikte vapurda ki herkes denize teslim oluyorduk.  

Her zaman vapurda gördüğüm işportacı Ahmet, (ismini zabıtalardan kaçarken işittim) önünde kalın siyah poşetine kafasını daldırmış muhakkak pazarlamak için bir ürün arıyordu ki sonunda buldu. Kafasını poşetten kaldırdığında göz göze geldik. Herkesin bildiği üzere bir “röntgencinin” yakalanır yakalanmaz yaptığı gibi, hemen yüzüme o sahte tebessümlerden birini yerleştirdim ve başımı öne doğru eğip selamladım. Hareketlerimi aynalayarak bana iade etti. Şöyle bir etrafına bakındı. Nereden baksak hareket edeli 5 dakika olmuştu. Yarım saatte bir ürün anlatabilecek tek dimağ ve ona vapur faresi diyen kırık aynalı zabıtalara karşı cesaret de elbette ki işportacı Ahmet’de vardı. 

-“Abilerim, ablalarım, şu elimde görmüş olduğunuz yüz yılın icadı, şu küçük mucize, size ben tarafından işlerinizi kolaylaştırmak için bizzat Merkel’in yoğun ısrarı üzerine Almanya denen gurbet elinden gönderildi.” Elindeki küçük, ucu sivri metali havaya kaldırdığında sesi daha  da gürleşti. 

-“Baylar, bayanlar merdivenden muz kabuğuyla kayanlar ve de kendine kadın denmesini daha münasip bulan bacılar. Şu elimde tuttuğum icat, Karun’un arayıp da bulamadığı, bu yüzden tek fakirliğim dediği, Amerikan başkanlarının çıldırdığı, Putin’in, söylentilere göre o olmadan asla dediği şey, hepinizin evinde, çantasında, ofisinde bulunması gereken bir icat bir alametifarikadır.”

Akrobatik hareketlerle diğer eline aldığı ürünü bu kez heyecanlı bir şekilde başına toplanan küçük kıyamete anlatıyordu. Kıyamete sur üfler gibi bir hitaptan sonra, kaldığı yerden devam etti.

“Dünyaca ünlü film aktristlerinin olmazsa olmazı, Sophia Loren’in, Monica Belluci’nin ve sarışın bomba Marilyn Monroe’nun dâhi set kulislerine istediği, eğer o olmazsa sahnede asla istediğiniz performansı göstermem dedikleri, bu çoklu tırnak makası, aynı zamanda aynalı törpüsü ve et kesme bıçağıyla birlikte bütün berberlerin, kuaförlerin en çok sipariş ettiği tek üründür. Piyasa değeri bit pazarından daha ucuz olacak bir şekilde bu garip kul Ahmet kardeşiniz tarafından sizlere yalnızca 5 liradır. Bitti mi? Bitmediiiiiii efeniiiimm.”

Bunun yanında diye söze başlarken, kıvrak bir el hareketiyle arka cebinden bir metal formda, (sonradan elini indirince anladığım) bir tarak çıkardı. Ve havaya doğru salladı. Tarak birden kollu bir ahtapota döndü ve şekil şekil bir sürü küçük kollu bölmesi çıktı. “İşte!” dedi. Yüzyılın 2. İcadı. Bu kez iki ürünü, iki eline alarak bir cambazın ip üstünde verdiği savaşı, denizin üstünde veriyor bir yandan da sesini Tanrı’ya kadar ulaştırıyordu. Bu iki harika ürünün birini alana diğerini hediye etmesi cömertlik değil de neydi? Soruyordu bizlere, evimizde ,ofisimizde, (bence pek gerek yok ama alâkasını çözemediğim) parkta, bahçede, tırnağımız şıppadanak kırıldığı vakit, hemen yanımızda muhakkak taşımamız gereken şu aynalı tırnak makasıyla, o bizi yarı yolda bırakan tırnağın kırığını simetrik bir şekilde kesip attıktan ve aynalı törpüsüyle bir güzel törpüledikten sonra günümüz nasıl harikulade geçmezdi ki? Herkes mest olmaya ramak kalmıştı ki, bu kez diğer elinde tuttuğu aynalı cep tarağı ile, Edison’u Tesla’ya düşürecek, Graham Bell’i kıskandıracak, Da Vinci’nin kemiklerini sızım sızım sızlatacak bir buluşu anlatıp gönül tellerimizi titretti. Bu kez bahsettiği metal ürün aynalı çok bölmeli bir taraktı. Saçlar biz kadınların olduğu kadar, erkeklerin de olmazsa olmazıyken, dünya devleri en çok saça yatırım yaparken, Taaa Hindistan’lar da üretilen ve bilmem kaç bin rupilik, şu güzide hayat kolaylaştırıcı ürünü, Türkiye’ye getirebilmek için, İpek Yolu’nda ki, Sahra Çölü’nde ki eşkıyaların, bedevilerin arasında Kul Ahmet kardeşin verdiği savaş ve bu göz dolduran fedakârlığı hatrına alınmaz mıydı ki? Kalabalık, bok sinekleri gibi Ahmet’in sağını solunu çevreliyor ürünleri yakından inceleyenler bir karara varmaya çalışıyordu. 

Sigara paketiyle gün aşırı sevişen hırıltılı bir ses yükseldi ve Ahmet’e “Ben bi tane alayım” dedi. Sonra biri, öteki, beriki derken ben hariç herkes aldı. Bir yılan oynatıcısı gibi o büyülü sözlerini öyle güzel sattı ki, aynalı tırnak makası alana, aynalı çoklu tarak (ürünlerin ismi iki dakikada bir değişiyor) hediyesinin, sadece 5 lira olduğunu vapurun kaptanı duysa dümeni Ahmet’e verirdi. 

Meğer herkesin arayıp da bulamadığı, bir türlü denk gelemediği, başkanından tut da en benim diyen dağda domuzu eksik zengininin bile birbirini ezdiği şu dünya harikası icat, İşportacı Ahmet olmasa bir Hisar vapurunda öğrenilemeyecekti. Hem alıcı, hem satıcı ziyadesiyle mesuttu. Ahmet o akşam, gündüz iş yapamamanın acısını bereketiyle çıkarmıştı. İskeleye yanaştık. Ve birer birer inmeye başladık. Göz ucuyla Ahmet’e baktım. Elinde ki 5 liralardan bir kaç düzine çiçek yapmıştı. Saate baktım daha geçenlerde pilinin bittiği aklıma geldi, zaman kavramını dünyama sokan herkese düşmandım. Ahmet’le aynı anda karaya bastık, saatimi gösterip “benim ki bozulmuş da saati öğrenebilir miyim?” Dedim. Yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı, elindeki siyah kara poşette büyük ihtimal çin malı bir saat arandı…



Yazan: Zeynep Esen 

]]>
Wed, 18 Aug 2021 18:23:44 +0300 Zeynepwesen