EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Eleştiri https://edebiyatblog.com/rss/category/elestiri EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Eleştiri tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. Gösterişsizleştirebileceklerimizden misiniz? https://edebiyatblog.com/goesterissizlestirebileceklerimizden-misiniz https://edebiyatblog.com/goesterissizlestirebileceklerimizden-misiniz Gösterişsizleştirebileceklerimizden misiniz?

Türkçede en uzun kelime “muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine ” kelimesidir.
Muvaffakiyet bir işte ,olaydan başarılı olmak anlamına gelmektedir. İnsanoğlu bir işi başardığında mutlu olur bir öğrenci sınava aylarca çalışmıştır, ve sonunda başarıya ulaşmış kazanmıştır. Bir kanser hastası hayata olumlu yönlerinden bakmış sonunda hastalığı yenerek başarılı olmuştur. Bir bebek emeklerken ayağa kalkmış ufak adımlar atmaya başlamış ve başarıya ulaşmıştır. Bir Aşçı yeni denediği tarifi ile mükemmel yaptığı bir yemek ile başarıya ulaşmıştır. Başarı sadece sınavlar ile ölçülmez. Hayatımızın her anını doldurabilen, bizi iyi hedeflere ulaştıran birçok şey başarıdır.


Peki ya gösteriş?
Gösteriş yapmak da bir başarı mıdır?
Günümüzde yaşayan pek çok insan giyimi kuşamıyla, gittiği yer ile yaptığı etkinlik ile gösteriş yapmakta!
Gösteriş nedir?
Başkalarını etkilemek kendini, beğendirmek ya da yalnızca böbürlenmek amacını güden, aldatıcı yapay davranıştır.
Gösteriş yapanlara iki gruba ayırabiliriz.
1- Gösteriş yapanlar
2- Gösteriş yapanı taklit edenler.


Haydi birkaç örnekle inceleyelim!
Şuan günümüzde moda olan baby shower partileri bunlardan birisi.
Baby shower Amerika’da yapılan geçmişi çok eskiye dayanan geleneksel bir kutlamadır. Baby shower Türkçeye çevrildiğinde bebek duşu mânâsına gelir. Anneleri hediyeye boğan bir gün olduğu için duş etkisi bırakmasından dolayı bu isim verilmiştir. Amerika’da çıkan Bu gelenek Türkiye’ye kadar gelmiş ulaşmıştır. Bir Amerika geleneğini biz neden devam ettiriyoruz?Üstelik abartılmadan normal seyrinde devam eden bir uygulama bizde de mevcut. Bebek doğduktan sonra ev halkı şerbet hazırlar ve gelen misafirlere ikram eder. Gelenlerde anneye hediyeler takdim ederler. Bu bir sade yaşamdır.Bu bizim adetimizdir.


Fakat baby showerlar ile iş büyütülmüş insanlar sosyal medyada gördükçe bunu ben de yapmalıyım diye kendini şartlamış bireyler yetişmeye başladı. Ne acı ki durumu olan en şaşalı baby shower yaparken, durumu olmayan kadın, eşini zor durumda bırakarak illa bende baby shower yapacağım diyerek işleri zorlaştırmakta.


Peki ya Sizce böyle mutluluk olur mu?
Bu programlar artık öyle çok hedefinden şaştı ki… organizasyonlar artık ev ile sınırlı değil. Bahçeler salonlar tutulup bu partiler düzenlenmekte. Ne için? Doğmamış çocuğumuz partide eğlenmesi için mi? Anneyi hediyelere boğmak için mi?
Eğer hediyeleşmek istiyorsak buna gösteriş yapmadan da yapabileceğimiz geleneklerimiz kandillerimiz zaten mevcut.


Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim görsünler ve duysunlar diye iş yaparsa, Allah kıyamet günü onun maksadının gösteriş ve insanlara duyurma olduğunu ortaya çıkarır. ( Ebu Davud, Edep 35)
Peki ya evlilik teklifleri? Ahh o eski günler! Masum, samimi sevgiler diye yad ediyoruz. Çünkü birileri at yarışı oynar gibi yarış peşinde. Hanımlar acaba sevdiği adam ona nasıl evlilik teklif edecek diye hayaller kurarken ; Beyefendiler cebindeki paranın hesabını yapmakta. Acaba deniz kenarında mı yapsam daha çok beğenir Hanım, yoksa organizasyon tutup salonda mı yapsam? Para da denkleşir mi acaba? Gibi sorular ile boğuşur.
Amacı sevdiğini mutlu etmek ise mutluluk maddelerden mi ibarettir? Çok büyük tezat içindeler!


Bir nesneyi abartarak, gösteriş yaparak kullanmak, onca paralar dökmek, sevgiyi daha mı kutsal yapmakta? Bence Kendimizi kandırmayalım. Başkaları yaptı diye kendinizi kötü hissetmenize gerek yok. Çünkü 20 sene önce böyle bir şey zaten yoktu. Bir demet çiçeğe, iki hoş muhabbete sevdalanıyordu sevgililer. Birbirlerine söz veriyorlar bekliyorlardı. Onlar sevgilerini madde ile değil mânâ (hal) ile gösteriyorlardı. Onların vucudları gösterişten uzak, kalplaeri ise hoşgörü ile birbirine yakındı.
“Mezarlıklar kendini vazgeçilmez sananlarla doluyken, üstündeki bu gösterişde neyin nesi oluyor acaba?” diyen Mevlana hazretleri gibi kendilerine vazgeçilmez zannetmeyip, biz birbirimizin vazgeçilmeziyiz diyerek birlikte adım adım mutluluğa ilerliyorlardı.
Hal böyle olunca gel kardeşim sende artık doyumsuzluluğu bırak, gösterişten uzak, yapılan tuzaklardan kaçarcasına sadeliğe koş.

 SARE BİLGEN

]]>
Sun, 23 Jul 2023 00:05:49 +0300 sare bilgen
Hayat okulu anne ve babadan başlar. https://edebiyatblog.com/hayat-okulu-anne-ve-babadan-baslar https://edebiyatblog.com/hayat-okulu-anne-ve-babadan-baslar  Çocuk;  herkesin de bildiği gibi dünyaya tertemiz gelir. Dünyaya geldiği an devreye anne ve baba girer. Çocuğun hayat okulu başlar. İyi yada kötü yönde olmasının asıl temeli anne ve babanın yetiştirme tarzıyla ilişkilidir.

İnsanları eleştiriyoruz konuşuyoruz, tartışıyoruz.

İyi yada kötü oluşlarını. Asıl düşünülmesi gereken unsur anne ve babasıdır. Aile yapısı  yaşam tarzları ve yetiştirme tarzıdır.Bu durum  çocuğun karakterinin sağlam ve iyi olmasının temellerini sağlamlaştırır. Bir bitkinin yetişmesi gibi, bir binanın sağlam temellerle yapılması gibi. Böyle olduğunda ise önce kendine sonra ailesine ve hayata karşı faydalı ve iyi bir birey olma durumuna dönüşür.

Rüya Gibi.

]]>
Thu, 17 Nov 2022 14:38:31 +0300 Rüya gibi
CİNAYET: "KADIN SÜNNETİ" https://edebiyatblog.com/cinayet-kadin-sunneti https://edebiyatblog.com/cinayet-kadin-sunneti Bu konuyu uzun süredir araştırıyorum. Üzerinde düşünüyorum... Amma velakin bu kadar önemli bir konu hakkında o kadar az bir bilgi var ki, bu konuya değinmek istedim... Hadi başlayalım...!!!

Özellikle Afrika ve Orta Doğu’daki 30 ülkede  yoğunlaşmış olmakla birlikte, Asya ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerde de kadın sünneti yapılıyor. BM, Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan göçmen nüfus arasında da bu uygulamaya rastlandığını belirtiyor.

Her yıl 6 Şubat’ta bu uygulamaya son verilmesi çağrısı yapıyor.

Kenya’nın Isiolo bölgesinde yaşayan Borana Kabilesi’nden Bishara Sheikh Hamo, kadın sünnetinin hem fiziksel hem de ruhsal sağlık üzerinde kalıcı etkileri olduğunu söylüyor.

11 yaşında ‘sünnet’ edildim. Büyükannem saf ve temiz olmak için her kızın bunu yapması gerektiğini söylüyordu” diyor Bishara...

Ancak hayatı boyunca idrara çıkma sorunları, tekrarlayan enfeksiyonlar ve adet düzensizliği gibi etkilerinden, zamanı geldiğinde de ancak sezaryenle doğum yapabileceğinden kimse bahsetmemiş ona.

KADIN SÜNNETİ NEDİR ?

Genellikle klitoris veya vajina dudaklarının kesilmesini içeriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “tıbbi olmayan nedenlerle kadınların üreme organlarını yaralayan her türlü prosedürü” genital sakatlama kategorisinde değerlendiriyor.

Bu uygulamaya maruz kalan kadınlardan biri olan Mısırlı blogger ve film yapımcısı Omnia İbrahim, bunun çok tedirgin edici ve kadınların ilişkileri ve kendileri hakkındaki düşünceleri bakımından zarar verici olduğunu söylüyor.

“Buz kübüne dönüyorsun. Hiçbir şey hissetmiyor, kimseyi sevemiyor, arzu duyamıyorsun” diyor.

Omnia, yetişkin yaşamı boyunca “kadın sünnetinin” psikolojik etkisinde kaldığını söylüyor. İçinde yaşadığı toplumun “İnsan bedeni seks demektir ve seks günahtır” öğretisiyle büyüdüğünü ve “bedenini lanetlenmiş olarak gördüğünü” anlatıyor:

“Kendi kendime soruyordum: Korkmam gerektiğini söyledikleri için mi seksten nefret ediyordum, yoksa canım mı istemiyordu?”

Kenyalı Bishara ise BBC’ye konuşurken kendisinin dört diğer kız çocuğuyla birlikte “sünnet edildiğini” söylüyor. “Gözlerimi ve ellerimi bağladıktan sonra bacaklarımı iki yana açtırıp labyamı (vajinanın dudak kısımları) kestiler.”

“Birkaç dakika sonra keskin bir ağrı hissettim. Bağırdım çağırdım ama beni duyacak kimse yoktu. Kalkmaya çalıştım ama biri bacaklarımdan tuttu.”

“Olabilecek en ağır tıbbi müdahalelerden biri olduğu gibi, hiç hijyenik değildi. Oradaki tüm kızlarda da aynı kesici aleti kullandılar.”

Ağrı kesici olarak kullandıkları, geleneksel bir bitkisel kürden ibaretti: “Yerde bir çukur, çukurda ise bu bitki vardı. Bacaklarımı keçi gibi bağlayıp üzerime sürdüler. ‘Sıradaki, sıradaki’ diye bağırıp diğer kızları aldılar sonra.”

Kadın sünneti pek çok ülkede yasak olsa da, Afrika, Asya ve Orta Doğu’da düzenli olarak yapılan bir işlem...

PEKİ NEDEN YAPILIYOR ?

Toplum tarafından kabul edilme isteği, dini inançlar, hijyen konusundaki yanlış bilgiler, bakireliğin korunması, kadını “evlenilesi” kılmak, erkeğin cinsel zevkini artırmak bunlardan bazıları...

Sağlık veya hijyenik açıdan herhangi bir faydası olmasa da, bu işlemi uygulayan toplumlar kadın vajinasının kesilmesi gerektiğine inanıyor ve “sünnet” olmayan kadınlar sağlıksız, pis ya da değersiz olarak görülebiliyor. Çoğunlukla kişinin istek ve iradesi dışında uygulanıyor...

KADIN SÜNNETİNİN 4 TÜRÜ...

1. Klitoridektomi: Hassas klitoris bölgesi ve etrafındaki derinin tamamı ya da bir kısmının kesilip alınması.

2. Eksizyon: Klitorisin bir kısmı ya da tamamı ile vajinadaki iç dudakların (labya minora) kesilip alınması.

       3.İnfibülasyon: Hem iç dudak hem de vajinayı çevreleyen dış dudakların kesilmesi, yapılarının değiştirilmesi. Bu işlem çoğunlukla küçük bir delik bırakacak şekilde dikilmeyi de içerir

4. Klitoris ya da genital bölgenin delinmesi, kazınması ve oyulması gibi zararlı işlemlerin tamamı.

BM’e göre, Afrika ve Orta Doğu’daki 30 ülkede yoğunlaşmış olsa da kadın sünneti Asya ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerde de uygulanıyor. Ayrıca Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşayan göçmen nüfus içinde de bu uygulamaya rastlanıyor...

Bizler eşitiz... Erkek nasıl zevk alıyor ise, kadınlarında buna ihtiyacı var. Kadınlar köle değildir. Kadınları sünnet yaparak, hissiz, zevksiz bırakıyorlar. Oysa kadının en doğal hakkıdır zevk alması, tatmin olması.

BEDENİ ÜZERİNDE SÖZ SAHİBİ OLMAK, TEMEL İNSAN HAKKIDIR...!!!

]]>
Fri, 14 Oct 2022 15:16:35 +0300 Sibel Karagöz
İNSAN VE ENERJİ https://edebiyatblog.com/insan-ve-enerji https://edebiyatblog.com/insan-ve-enerji İnsanlığın var olduğu zamandan beri tüm canlı varlıklar hayat yolunu biçimlendirebileceği önemli kapasitesilere sahiptir.Düzen değiştikçe kimi kapasiteler daha da gelişti kimileri ise yok olmaya yüz tuttu.Bu yazımda aslında insanı bu ikililiğe itmek zorunda bırakanın düzen değil insanın iç enerjisi olduğunu siz değerli okuyucularıma aktaracağım.

İç huzur...çok derin ve önemli bir konu,bir kere kaybolursa geri gelene kadar ki süreçte yaşanılan her şeyi anlamsızlaştırabilme kabiliyeti var.Çoğu yazarın dillerine pelesenk olup sanatlarına aktardıkları o garip, buğulu anlamsızlaşan kabiliyettir aslında onları günümüze ulaştıran en varlıklı değer.Yada bir insanın oturduğumuz bankta yanımızda yer bulmasını sağlayacak, o yalnızca iki kişinin bildiği tatsız hayat sorgusudur.İşte insanlık gerek inançlarıyla gerekse deneme-yanılma öğretisiyle zaman içinde kendi iç huzurunu kendi bulmuştur ve bunu fiile dökerek iç enerji terimiyle yeni dünya çağını karşı karşıya bırakmıştır.Savaşlar bunun en belirgin örneğidir;genel olarak baktığımızda eril enerji baskınlığıyla sürülen diktatör rejimler,atalarından gelen genetik kodlar ya da bıraktıkları tecrübeler insanın kendine fikir oluşturması ve bunu kendi etik doğrularıyla kötü bile olsa bir şekilde vicdan hududundan geçirmesi sonrasında tüm bu sağladığı iç dengeyi kendini tanımlattığını düşündüğü enerji kavramıyla ortaya koyması özgün iç enerji konusunun klasik bir göstergesidir.Devam eden çağların insanları bunu bir sancak gibi taşıyarak günümüzde dahi sürdürmektedir.Düzen sandığımız bu kişisel yoruma açık olmayan kararların suçunu dünyaya atmak ne kadar doğrudur?Dünya zaten bizler için yok muydu,neden bize çelme takmak istesin?Sorgulayan her zihin için burda alınması gereken objektif ders her birimiz koca bağları oluşturan üzüm salkımlarıyız ve her eylülde en tatlı üzüm olmanın ne kadar anlamsız olacağını kavramaktır.Ekşi olmakta bir  üzümü üzüm yapan niteliktir.Bugün bahsettiğimiz zor ve emreden enerjiler olmasa hangimiz bu düzeni sorgulayacaktık?.O zaman ne değişen dünya ne de kaybolan çağlar hep doğru enerjilerle evrilmemiştir,insanlar doğru sandıkları net yargılarla yanlışı çağırmıştır.Düzen sadece buna uymakla kalıp yeni bir şey üretmemektedir.

  İç enerji bugün vuku bulduğu geniş insanlık çağında hala kalabilmeli ve insanın değişim ve gelişim ateşi sönmemelidir.Aksi halde var olan doğru düşünceler de tersine dönmekte çekinmeyecektir.Okuduğunuz için teşekkürlerimi sunar başka yazılarımda görüşmek üzere esenlikler dilerim...

]]>
Fri, 06 May 2022 20:01:04 +0300 zeynepyadasude
Lunaparkta https://edebiyatblog.com/lunaparkta https://edebiyatblog.com/lunaparkta Bugün yılın kırk altıncı günü ama bana üç yüz kırk altı gibi geliyor.

Yıllardır böyle aslında. Geçmeyen vakitlerle biten nakitler yarışıyor

Çatlak bir testiden sızan su gibi akıp gidiyor zaman. Güneşin kavurucu etkisiyle iz bile bırakmıyor ardında.

Her şey değişiyor devriliyor, başka bir yerlerde kalkıyordur da, burada hep yıkıntı, hep muamma.

Sürekli bir devinim halinde olan dünyanın dönüşü hızlanmış. Sona doğru giderken bizim de başımızı döndürüyor.

Günde yüz kere gündem değişen ve tek hayır haber gelmeyen bir yerde kırk altı gün daha çok altılarla dizilir kalbimize.

İnsanın bazen tam ortada durup ne olacağını beklerken kah çığlık kah kahkaha atası geliyor.

Eskiden lunaparkta ortası boş etrafı boydan boya koltuk olan yuvarlak bir oyuncak vardı. Adını hatırlamıyorum ama format, salla salla vur duvara idi. Ayakta duran gençler yıkılmamaya çalışır, birbiri üzerine düşenler her harekette oradan oraya savrulurken ezilirdi.

Göğe yükselen neşeli çığlıklar bazen korkunun da belirtisiydi. Yorulup bir koltuğa kendini atanlar sıkı sıkı tutunur öylece beklerlerdi sarsıntının geçmesini. Çok bekleyeni olmadığından mıdır nedir diğer oyuncaklardan uzun sürerdi çalkantı.

Emniyet kemerli falan değildi. Bazen onun içindeyiz gibi hissediyorum da şimdinin oyuncaklarını düşününce daha çılgınlar diyorum. Güya hepsinin sert ve güvenli kemerleri var tabi. Hukuk var sonra adalet…

Güya o kemerler hiç açılmaz.

Hak yerini bulur hem.

Elbet bir gün…

Kaç nesil sonra?

Kimin hayalini kim yaşıyor ki?

Herkes hayalleriyle giriyor mezara.

Burada yaşamak, lunapark kazalarının sık yaşandığı, külüstür oyuncaklarla bezeli taşra şehrinde olmaktan farksız. Başvuracak bir görevli bulmak, derdini anlatmak imkansız.

Düştüm diyorsun kalk diyorlar. Yaralıyım diyorsun sar diyorlar. Gücüm yok diyorsun umursamıyorlar.

Kafanı bir tarafı çeviriyorsun ölüler bir tarafta yaralılar. Ambulans yolda. Yol hiç bitmiyor. Trafik sıkışık, kimse yol vermiyor. Sürekli sirenler çalıyor. Hasta, yakınları, ambulans, doktoru, hemşiresi, taksicisi, dolmuşçusu, herkes inliyor. Su gibi akan zaman duruyor, kokuşmuş bir göl oluyor. Sinekler artıyor. Balık yok, olsa zaten kokuyor.

Canlı cenazeler dolaşıyor sanki toprakta. Herkesin bakışları donuk. Nefesten başka alacak şeyi kalmayanların onu kaybetmeme çabası. Değip değmeyeceğini bilmediğin bir mücadele…

Hey, tuzu en kurular!

Azıcık ıslaklar!

Denize karışmışlar!

Sahi bu yaşamak mı?

Etrafınıza bakınca hiç mi sızlamıyor vicdanlar?

Bunca olan hiç mi değmiyor kalbinize?

Bir fısıltı olarak dahi ulaşmıyor değil mi çığlıklar?

Herkesin derdinin dış sesi kesen kulaklık almak olmasından belli.

Bu lunapark çok tehlikeli.

Müziğin sesini yükseltmeli.

Renkli ışıkları bir de.

Çünkü çok acı var!

Yitirilmiş umutlar!

Bir küçük ayıcık kazanmak uğruna öldürülen kadınlar…

Hemen sihirli aynalara geçmeli.

Orda çığlıkları susturan kayıttan kahkahalar var.

Sonrası mı?

Elbette lunapark gürültüsü biter sahneye onlar çıkar. 

Tabi ki kulaklılar, gözü, kulağı, kalbi tıkarlar.

Handan Kılıç

15 Şubat 2022

]]>
Sun, 20 Feb 2022 12:50:59 +0300 Seslenen Yazılar Handan Kılıç
Hayat ağacı https://edebiyatblog.com/hayat-agaci https://edebiyatblog.com/hayat-agaci        Zaman dursun ve geriye aksın istemiştim sadece nerden bilebilirdim ki uçuruma kendimi sürüklediğimi.

     Asıl korkunç tarafıda o uçurumu sevmem oldu. korkunç mu? sanırım öyle ama her çukurumun kenarı intihar değildir. Uçurumların amacı yaşadığımızı hissetmek. 

]]>
Tue, 30 Nov -001 00:00:00 +0155 Haticekvk
Köprü https://edebiyatblog.com/kopru https://edebiyatblog.com/kopru        Ufak yalanlar gerekli hale gelmiş. Gerçekler halı altına sürdürülmüş. Kelimeler yalan ve doğru arasında köprü görevi görmeye başlamıştı  İşte o an insan hayatı yalanla dönmeye başlamıştı

]]>
Tue, 30 Nov -001 00:00:00 +0155 Haticekvk