EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Kimdir ? https://edebiyatblog.com/rss/category/kimdir EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Kimdir ? tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. YAZAR VE ŞAİR BETÜL FIRAT ÖDÜLDEN ÖDÜLE KOŞUYOR https://edebiyatblog.com/yazar-ve-sair-betul-firat-odulden-odule-kosuyor-4424 https://edebiyatblog.com/yazar-ve-sair-betul-firat-odulden-odule-kosuyor-4424

 
Ödüllü Yazar ve Şair Betül FIRAT ödüllerine bir yenisini daha ekledi. FIRAT Edebiyat Dünyasında Bir Başarı Öyküsü Olarak Anılmaktayken şimdi de Yılın En Başarılı Yaratıcı Yazarı Ödülüne layık görüldü.
 
Son zamanlarda adından çokça söz ettiren ödüllü yazar Betül FIRAT, ödül almaya doymuyor. Mimoza Global Medya tarafından düzenlenen 1. Uluslararası Başarı Ödül Töreninde Fırat, Yılın En Başarılı Yaratıcı Yazarı Ödülüne layık görüldü ve mutluluğunu dile getirdi. 
 
Ödüllü yazar Betül FIRAT; “Uluslararası aldığım 2. ödül olmakta. Ödül almak ayrı bir övünç kaynağı ama ödüle layık görülmekten de öte çalışmalarınızın takdir görmesi ayrı bir onur kaynağı. Başarılarınızın bu şekilde takdir edilmesi hem mutluluk veriyor hem de motivasyonu arttırıcı oluyor. 
Yaptığınız çalışmaların ses getirdiğini ve alandaki başarınızın takdir edilmesi onur verici. Yeni projelerim için çalışmalara başladım. Okurlarımızın güzel tepkileri ve yeni eser talepleri beni mutlu ediyor. Umarım eserlerimle daha çok okura dokunabilirim.” dedi.
 
Betül FIRAT 2020 yılında ilk kitabı “Mavinin Fecri” ile okuyucu ile buluşmuştu. 2021 yılında ise “Mihrinin Hicranı” isimli şiir kitabı ile okuyucuların kısa sürede takdirini toplamayı başardı. Edebiyat alanında sürekli çalışan, kendini geliştiren FIRAT 2022 yılı içerisinde “Heybemden Dökülen Öyküler” isimli öykü kitabı ve “Siyah Şapkalı Adam” isimli polisiye roman kitabı ile tekrar okuyucularıyla buluştu. 2022’nin sonunda da “Derin Mevzu Konuşacaklarımız Var” ve çocuk romanı olan “Kayıp Lapis Lazuli” ile okuyucunun karşısına çıktı. 2023 yılında 7. Kitabı olan “Öykü Muhiti” öykü kitabıyla okurlarının takdirini topladı. Fırat’ın kitapları ortaokuldan itibaren tüm öğrencilere, gençlere ve kitapseverlere hitap ediyor.  
 
Kitaplarının yoğun ilgi görmesinden dolayı sevinçli olduğunu vurgulayan FIRAT; "Günümüzde çok güzel bir okur kitlesi bulunmakta. Her okuduğunu ayrı ayrı değerlendirip irdeleyen okurların eserlerime yoğun ilgi göstermeleri ve beğenmeleri yönünde geri dönüş sağlamaları paha biçilemez bir duygu. Şu anda üzerinde çalıştığım macera, polisiye ve mistik romanlarımın hazırlıkları sürüyor. Onları da zamanla okurla buluşturmaya çalışıyorum.” şeklinde konuştu.
 
Kısa zamanda yedi kitaba birden imza atan FIRAT, aynı zamanda köşe yazarlığına da devam ediyor. Bir yandan da güfte yazarlığı yaparak güftelerini besteletiyor ve Youtube kanalında yayınlıyor. Sanat alanında çok yönlü olan Ödüllü Yazar ve Şair Betül Fırat’ın gerekse aldığı ödüller gerekse eserleri büyük ilgi topladı. Giderek büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan Fırat, yeni projelerle edebiyata katkı sunmaya devam etmek istediğini bildirdi. 
 
Yazar ve Şair Betül FIRAT Kimdir?
 
13 Ekim 1984 yılında Amasya İlinde doğdu. Liseyi Diyarbakır İlinde Diyarbakır Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tamamladı. 2010 yılında lisansını Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde, 2018 yılında da Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2012 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde Samsun’da başladığı ziraat mühendisliği görevine halen Ankara’da devam etmektedir. %40 bedensel engellidir. 
 
Çeşitli web gazeteleri ve web edebiyat sayfalarında köşe yazarlığına devam etmektedir. Sosyal Medyada ‘Paradoks Okur Yazar’ olarak bilinen yazar çeşitli platformlarda kitap tanıtımları yapmaktadır. Aynı zamanda Yazar Betül Fırat Youtube kanalında şiirleri seslendirilmekte ve şiirlerini besteleterek yayınlamaktadır. 'Edebiyat Sanat Meltemi' Web sayfası Genel Yayın Yönetmenliğini ve yazarlığı da yapmaktadır. Ankara Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Yazşader’in Yenimahalle Temsilcisi ve Yazarlar Birliği Ankara Şubesi üyesidir. Özgün Medya Haber Ajansı, Kültür Sanat Koordinatörüdür. 
 
Betül Fırat'ın Eserleri:
 
Mavinin Fecri (Deneme Kitabı, 2020)
Mihrinin Hicranı (Şiir Kitabı, 2021)
Heybemden Dökülen Öyküler (Öykü Kitabı, 2022)
Siyah Şapkalı Adam (Polisiye Roman, 2022)
Derin Mevzu Konuşacaklarımız Var (Deneme, 2022)
Kayıp Lapis Lazuli (Çocuk Romanı, 2023)
Öykü Muhiti (Öykü Kitabı, 2023)
 
Katıldığı Antolojiler:
Sisli Gece ( Antoloji kitabı, 2022)
Yürekten Kaleme Öykü Senfonisi (Antoloji kitabında derleyen ve yazar, 2022 )
Yürekten Kaleme Şiir Senfonisi (Antoloji Kitabında derleyen ve şair, 2022)
Şah-ı Şiirler 5 (Antoloji, 2022)
Edebiyat Yolculuğu (Antoloji, 2022)
Edebiyat Bahçesi (Antoloji, 2023
Yaşam Ezgileri (Antoloji, 2023)
Cumhuriyetin 100. Yılında İz Bırakan Kalemler Antolojisi (Antoloji kitabında derleyen ve yazar, 2023)
Hemera (Antoloji, 2023)
 
 
Bestelenen Şiiri:
Kimine Sevdadır, Kimine Cezadır. (Bestelenen Şiiri, 2021)
Yalan mı? (Bestelenen Şiiri, 2022)
Bendim Ben (Bestelenen Şiiri, 2023)
Gönlüm (Bestelenen Şiiri, 2023)
Alnımın Yazısı (Bestelenen Şiiri, 2023)
Gurbetimsin (Bestelenen Şiiri,2023)
Aşkımın İsyanında Ahım (Bestelenen Şiiri,2023)
 
Aldığı Ödüller:
2022 Altın Kalemler Mansiyon Ödülü (Şanlı Bayrağım)
Yılın En Başarılı Fark Yaratan Yazar Ödülü, 3. Kariyer Gümüş 
Ödülleri, 2022 By Medya Protokol
Yılın En Başarılı Yazarı Ödülü, Kristal Çam Ödülleri, 2022
Kristal Çam Ödülleri Yönetim Gurubu
Bir Başarı Öyküsü, 4. Uluslararası Türkiye Şair Zihni Kariyer Ödülleri, 2023
Uluslararası Bayburtlu Sanatçılar Derneği
Oyuncu, Yönetmen Mehmet Ali Gündoğdu’nun 50. Yıl Onur Ödülü, 2023, Nupel Yapım
 Yılın En Başarılı Yaratıcı Yazarı Ödülü, 1. Uluslararası Ödül Töreni, 2023
 Mimoza Global Medya
 
Plaket:
2022 Ferhat ve Şirin Öykü Yarışması Jüri Başkanlığı
 
Genel Yayın Yönetmeni Olduğu Platform;
Edebiyat Sanat Meltemi
]]>
Wed, 06 Sep 2023 22:31:20 +0300 Betül FIRAT
Gazeteci Aydın ÖZGÜN Röportajı https://edebiyatblog.com/gazeteci-aydin-ozgun-roeportaji https://edebiyatblog.com/gazeteci-aydin-ozgun-roeportaji

 

Betül FIRAT: Öncelikle hoş geldiniz diyor ve söyleşimizin başlangıcında bir iki cümleyle sizi tanımak istiyoruz.

Aydın ÖZGÜN: Merhaba. Ben Aydın Özgün. 1984 Mardin doğumluyum. 2003’ten beri Kocaeli’nde yaşıyordum ama 2020 Sonrasında İstanbul’da yaşıyorum.

Gazeteciyim. Özgün Medya Haber Ajansı İmtiyaz Sahibiyim, Şehiralanya Gazetesi İstanbul Temsilcisiyim ve yöneticisi olarak kültür sanat alanında faaliyetler yürütmekteyim.

Betül FIRAT: Gazeteciliğe nasıl başladığınızdan ve ne kadar zamandır yazdığınızdan bahseder misiniz biraz?

Aydın ÖZGÜN: Yazmaya yirmili yaşların başında okuduğum Gazete Edebiyat ve kitaplardan küçük küçük notlar alarak başladım diyebilirim. O küçük notlar zamanla şiire, öyküye dönüştü. Bu yaratım serüveni aralıksız devam edince yazmak önceliklerimin arasında yerini aldı.

Betül FIRAT: Gazetecilik alanında ilk eseriniz nedir ve ilk yayınlanan eseriniz hangisidir? 

Aydın ÖZGÜN: İlk olarak Gazete Radyo Televizyon okudum. Lisans olarak ilk eserim Polis ve Jandarma Haber Gazetesinde Haber Müdürü olarak yer aldım. Köşe yazılarımda, yazılarım ve eğitmenliklerimi anlatım. Sanatını icra eden her yazarın bir duruşu olması gerektiği fikrindeyim. Toplumun hassasiyetlerini göz ardı etmemeli bir yazar ve özgün olma gayreti taşımalıdır. Ayrıca kendini tekrar etme durumuna düşmemelidir.

Betül FIRAT: Sizin için en önemli olan basın yazınız hangisidir?

Aydın ÖZGÜN: Hepsi çocuğum gibi, ayırmak doğru olmayacaktır. Şu an sahibi olduğum ajans hepsinden özel oldu.

Betül FIRAT: Bir gazetecinin işini icra ederken en çok neye dikkat etmeli? 

Aydın ÖZGÜN: Gazetecilik çok onurlu ve gururlu aynı zamanda da değerli, fedakârlık dolu bir meslektir. Doğru haber ve aydınlatıcı bilge vermek önemlidir.

Betül FIRAT: Gazetecilik alanında aldığını ödüller olduğunu biliyoruz. Bunlardan bahseder misiniz?

Aydın ÖZGÜN: Yaptığımız çalışmaların ödüle layık görülmesi çok güzel bir duygu. Hem takip edildiğinizi hem de takdir edildiğinizi gösteriyor bu.

Yılın Haber Ajansı Ödülünü, Gelişen Türkiye Ödülleri adı altında bu yıl aldık. Diğeri ise Yılın En Başarılı Medya Ajansı Ödülünü, Altın Melek ve Kariye Ödülleri adı altında yine bu yıl aldık. Şimdi de İmaj Magazin Sanat Ödülleri tarafından ödüle layık görüldüğümüz bilgisini aldık ve davet edildik. Hem ödüller için hem de gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür ederim hem kendim hem de ekibim adına.

Betül FIRAT: Kitaplarla aranız nasıldır? En son hangi kitabı okudunuz? En çok tavsiye edeceğiniz kitap hangisi olurdu?

Aydın ÖZGÜN: Kaleminden etkilendiğim Yazar ve Şair Betül FIRAT olmakta. Hem içten hem samimi buluyorum eserlerini. Başarılı olması da ayrıca takdir edilmesi gereken bir husus. Yazarın, Mavinin Fecri ile başladım; diğer kitaplarını okuyacağım.

Betül FIRAT: İyi bir gazeteci olmanın için bir formül var mıdır? Gazeteci olmak isteyenlere önerileriniz nelerdir?

Aydın ÖZGÜN: Basın mensubu olmak ayrıcalıktır. Bu uğurda bir ömür feda ettim. Gazeteci olmanın onuruyla yaşadım. Gazetecilik mesleğinde en önemli ayrıntı doğru bilgiye ulaşmak ve özgün olabilmektir. Çok araştırma yapmak da önemlidir. Sonuçta halkın haberdar olmasını amaçlamaktayız. Gazetecilik yani yazılı medya topluma da bir yerde yön vermektedir. O yüzden de gerçeklerin peşinde koşup bunları ortaya çıkarmak ve herkesin haberdar olmasını sağamak gerekir.

Saygılarımı, sevgilerimi tüm meslektaşlarıma gönülden arz ediyorum.

Betül FIRAT: Gençlerimizi gazeteciliğe kazandırmak için neler yapılabilir?

Aydın ÖZGÜN: Mesleğin inceliklerini iyi öğretmek gerekir. Bu yola gönül vermeleri için teşvik etmek gerekiyor. Titiz çalışma gerektiren aynı zamanda çok araştırma ve çok okuma gerektiren bir meslek. Tercih eden gençlerimizi yetiştirmek için yardımlarımızı esirgemiyoruz. Tabi bu biraz da ilgi alanı ve gelecek planlamasıyla ilgili. Gençlerimize en iyi şekilde örnek olup yol gösterici olmaya gayret ediyoruz.

Betül FIRAT: Sizi okumak isteyen, takip etmek isteyen dostlarımız nerelerden ulaşabilirler?

Aydın ÖZGÜN: Sosyal medya hesaplarım, yönetiminde yer aldığımız gazetelerden takip edebilirler bizi. Varlıkları onurlandırır.

Betül FIRAT: Şu ana kadar sohbetimizi okuyan ve bizlere eşlik eden dostlara son olarak ne söylemek istersiniz?

Aydın ÖZGÜN: Bizi takip edip ulaşabilirler. Halk için en güncel ve doğru haberleri yapmaya çalışıyoruz. Teşekkür Ederim.

]]>
Tue, 01 Aug 2023 15:46:11 +0300 Betül FIRAT
Kərimov Qərib’in Kaleminden: “Kara Musallat” https://edebiyatblog.com/kərimov-qəribin-kaleminden-kara-musallat https://edebiyatblog.com/kərimov-qəribin-kaleminden-kara-musallat Azerbaycan’lı yazar Kərimov Qərib’in Türkiye’de yeni çıkardığı ve tüm gelirinin SMA hastalığına karşı mücadele eden çocuklar ile sokak hayvanlarına destek amacıyla bağışlanacağı kitap “Kara Musallat” Oleksa Yayınevi etiketiyle raflarda yerini aldı.

Kitap Özeti:

Bir adam düşünün çocuğunu ateşe atan ve yakan o
adam Mehmet...
Bir kadın düşünün çocuğunun yandığını gören o
kokuyu alan ve içi yanan bir kadın o kadın Neslin.
Adam ne yaptiğınin farkında değil bunu ben
yapmadım diyor.
Ama kadın ondan da ayrılıyor adam hayattan
kopuyor.
Kadın ise kendini akıl hastanesinde buluyor.
Sonrası mi?
Geçmişe doğru bir yolculuk bağlarından olan bir
kader ve ona sunulan bir hayatı yaşayan bir kadınının
hikayesi oluyor.

Arka yazı:

Gerçeklik nedir bilmem,
Sanrıları iyi bilirim.
Mutluluk nedir bilmem,
Acıyı iyi bilirim.
Gülmek nedir bilmem,
Ağlamayı iyi bilirim.

]]>
Tue, 11 Jul 2023 22:43:57 +0300 Kərimov Qərib
Turgut Uyar https://edebiyatblog.com/turgut-uyar https://edebiyatblog.com/turgut-uyar TURGUT UYAR

İstanbul'daki ilköğreniminden sonra, Konya Askeri Okulu, Işıklar Askeri Hava Lisesi ve Askeri Memurlar Okulu'nu bitirip Posof, Terme ve Ankara'da personel subayı olarak görev yaptı. İlk evliliği annesinin isteği ile oldu. 18 yaşında baba olan Uyar ilk eşinden olan 3 çocuğunu memurluk yaptığı yerlerde büyüttü. 1958'de askerlikten ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayisi'nin Ankara şubesinde çalışmaya başladı. 1966 yılında eşinden ayrılıp İstanbul'a yerleştiğinde o dönem Cemal Süreya ile ilişkisi bitme aşamasında olan Tomris Uyar ile şiir üzerine mektuplaşmaya başladılar. Bu mektuplaşmalar 1969'da evlilikle sonuçlandı. Tomris Uyar ile evliliklerinden bir erkek çocukları (Hayri Turgut Uyar) oldu.

İkinci Yeni akımının öncüleri arasında sayılan Uyar'ın ilk şiiri 1947'de Yenigün dergisinde yayımlanmıştır. Hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işleyen ilk iki kitabı Arz-ı Hal (1949) ve Türkiyem (1952) 'den sonra, Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959) 'yla bireyin iç dünyasına ve birey-toplum ilişkisine yönelmiştir. Tütünler Islak (1962) ve Her Pazartesi (1968) 'de de koruduğu bu çizgi yerini Divan (1970) ile geleneksel şiirin kalıplarına, Toplandılar (1974) ve Kayayı Delen İncir (1982) ile söz konusu dönemde yaşanan sınıfsal mücadelenin yansımalarına bırakmıştır.

Aşk, ayrılık, ölüm temlerini, çevreden aldığı izlenimleri işleyen şiirler yazmıştır. 1950'den sonra İkinci Yeni akımının başlıca adlarından olmuştur. Gerek öz gerekse biçim bakımından sürekli değişen, halk şiirinden divan şiirine geniş bir kültür birikimini değerlendirirken kendisi olabilen bir şiiri geliştirmiştir.

Eserleri

Şiir
Arz-ı Hal (1949)
Türkiyem (1952-1963)
Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959)
Tütünler Islak (1962)
Her Pazartesi (1968)
Divan (1970)
Toplandılar (1974)
Toplu Şiirler (1981, ilk dört kitaptaki şiirleri)
Kayayı Delen İncir (1982)
Dün Yok mu (1984)
Büyük Saat (Son yazdıklarıyla birlikte bütün şiirleri 1984)

İnceleme
Bir Şiirden (1984)

Ödülleri
1963 Yeditepe Şiir Armağanı Tütünler Islak ile
1975 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü Lucretius’tan Evrenin Yapısı çevirisi ile (Tomris Uyar’la birlikte)
1981 Behçet Necatigil Şiir Ödülü Kayayı Delen İncir ile
1984 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Büyük Saat il

]]>
Sun, 28 May 2023 18:49:47 +0300 Edanuryd
Sabahattin ALİ'yi Ne Kadar Tanıyoruz https://edebiyatblog.com/sabahattin-aliyi-ne-kadar-taniyoruz https://edebiyatblog.com/sabahattin-aliyi-ne-kadar-taniyoruz Fri, 07 Apr 2023 21:38:51 +0300 Nurlan EYUB ÖDÜLLÜ YAZAR BETÜL FIRAT’TAN 7. KİTAP MÜJDESİ https://edebiyatblog.com/odullu-yazar-betul-firattan-7-kitap-mujdesi https://edebiyatblog.com/odullu-yazar-betul-firattan-7-kitap-mujdesi

Yazar ve Şair Betül Fırat okuyucularının karşısına öykü kitabıyla çıktı.

Ödüllü yazar ve şair Betül FIRAT okurları için yeni bir kitaba daha imza attı. Öykü türünde kaleme aldığı “Öykü Muhiti” adlı kitap OD Yayınları etiketi ile raflardaki yerini aldı.  

 

Betül Fırat 2020 yılında ilk kitabı “Mavinin Fecri” isimli kitabıyla çıkakken 2021 yılında ise “Mihrinin Hicranı” isimli şiir kitabı ile okuyucuların kısa sürede takdirini toplamayı başardı. Edebiyat alanında sürekli çalışan FIRAT aynı anda 2022 yılında “Heybemden Dökülen Öyküler” isimli öykü kitabı ve “Siyah Şapkalı Adam” isimli polisiye roman kitabı ile tekrar okuyucularıyla buluşmuştu. 2022’nin sonunda da “Derin Mevzu Konuşacaklarımız Var” ve çocuk romanı olan “Kayıp Lapis Lazuli” ile okuyucunun karşısına tekrar çıktı. Şimdi de 7. Kitabı olan “Öykü Muhiti” öykü kitabıyla okurlarının karşısına çıktı. Ortaokuldan itibaren tüm öğrencilere, gençlere ve kitapseverlere hitap ediyor.  

 

Öykü kitabını okurlarıyla buluşturan Fırat, "Fantastik, büyülü gerçeklik, polisiye ve dram türünde öykülerle tekrar okuyucu karşısında olmaktan mutluyum. Öyküler genelde okunması en rahat ve en zevkli kısım olarak bilinir. Okuyucu sürekli değişen öyküleri sürükleyici ve seri okunur olarak niteler. Herkese şimdiden keyifli okumalar dilerim." dedi.

 

Kitaplarının yoğun ilgi görmesinden dolayı sevinçli olduğunu vurgulayan Fırat, "Günümüzde çok güzel bir okur kitlesi bulunmakta. Her okuduğunu ayrı ayrı değerlendirip irdeleyen okurların eserlerime yoğun ilgi göstermeleri ve beğenmeleri yönünde geri dönüş sağlamaları paha biçilemez bir duygu. Şu anda üzerinde çalıştığım macera, polisiye ve mistik romanlarımın hazırlıkları sürüyor; onları da zamanla okurla buluşturmaya çalışıyorum.” diye konuştu.

 

Yeni çıkan kitapları hakkında bilgi veren Fırat, " Her hayat ayrı bir hikâyedir. Her akıl da ayrı öyküler üretebilir. Tamamıyla kurgudan oluşan öykülerde her konuda samimiyeti bulmanızı dilerim. Karakterler genelde hayali olsa da bazen iyi bir dost bazen de anılası bir arkadaş olabiliyor. Öykülerin kendine has olması da özel bir tercih. Yaşanmamış olsa da yaşanmayacak olsa da kıssadan hisse alınması önem arz eder. Öyküler kısa kesitler olmasına rağmen dolu dolu geçirmek içindir zamanı. Umarım vaktinizi iyi değerlendirmek için vesile olabilirim. Keyifli okumalar dilerim " ifadelerini kullandı.

 

Kısa zamanda 7 kitaba birden imza atan Fırat, aynı zamanda köşe yazarlığına devam etmekte. Diğer yandan da güfte yazarlığı yaparak güftelerini besteletmekte ve kanalında yayınlamakta. Çok yönlü olan Ödüllü Yazar ve Şair Betül FIRAT’IN gerekse aldığı ödüller gerekse eserleri büyük ilgi topladı. Giderek büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan Fırat, yeni projelerle edebiyata katkı sunmaya devam etmek istemekte.

 

Yazar ve Şair Betül FIRAT Kimdir?

13 Ekim 1984 yılında Amasya İli Taşova İlçesi doğdu.  Liseyi Diyarbakır İlinde Diyarbakır Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tamamladı.  2010 yılında lisansını Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde, 2018 yılında da Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2012 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde Samsun’da başladığı ziraat mühendisliği görevine halen Ankara’da devam etmektedir.

 

 

Göl Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisinde hem Kültür Kurulunda yer almakta hem de dergide köşe yazarlığı yapmaktadır. Çeşitli web gazeteleri ve web edebiyat sayfalarında köşe yazarlığına devam etmektedir. Sosyal Medyada ‘Paradoks Okur Yazar’ olarak bilinen yazar çeşitli platformlarda kitap tanıtımları yapmaktadır.  Aynı zamanda Yazar  youtube kanalında şiirleri seslendirilmekte ve şiirlerini besteleterek yayınlamaktadır. 'Edebiyat Sanat Meltemi' Web sayfası Genel Yayın Yönetmenliğini ve yazarlığı da yapmaktadır. Ankara Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Yazşader’in Yenimahalle Temsilcisi ve Yazarlar Birliği Ankara Şubesi Üyesidir.

 

Betül Fırat'ın Eserleri:

 

Mavinin Fecri (Deneme Kitabı, 2020)

Mihrinin Hicranı (Şiir Kitabı, 2021)

Heybemden Dökülen Öyküler (Öykü Kitabı, 2022)

Siyah Şapkalı Adam (Polisiye Roman, 2022)

Derin Mevzu Konuşacaklarımız Var (Deneme, 2022)

Kayıp Lapis Lazuli (Çocuk Romanı, 2023)

Öykü Muhiti (Öykü Kitabı, 2023)

 

Katıldığı Antolojiler:

Sisli Gece ( Antoloji kitabı, 2022)

Yürekten Kaleme Öykü Senfonisi (Antoloji kitabında derleyen ve yazar, 2022 )

Yürekten Kaleme Şiir Senfonisi (Antoloji Kitabında derleyen ve şair, 2022)

Şah-ı Şiirler 5 (Antoloji, 2022)

Edebiyat Yolculuğu (Antoloji, 2022)

 

Bestelenen Şiiri:

Kimine Sevdadır, Kimine Cezadır. (Bestelenen Şiiri, 2021)

Yalan mı? (Bestelenen Şiiri, 2022)

Bendim Ben (Bestelenen Şiiri, 2023)

Gönlüm (Bestelenen Şiiri, 2023)

Alnımın Yazısı (Bestelenen Şiiri, 2023)

Gurbetimsin (Bestelenen Şiiri, 2023)

 

Aldığı Ödüller:

2022 Altın Kalemler Mansiyon Ödülü (Şanlı Bayrağım)

Yılın En Başarılı Fark Yaratan Yazar Ödülü, 3. Kariyer Gümüş

Ödülleri, 2022 By Medya Protokol

Yılın En Başarılı Yazarı Ödülü, Kristal Çam Ödülleri, 2022

Kristal Çam Ödülleri Yönetim Gurubu

PLAKET:

2022 Ferhat ve Şirin Öykü Yarışması Jüri Başkanlığı

Genel Yayın Yönetmeni Olduğu Platform;

www.esanmel.com

İletişim: @paradoks.okur.yazar, @Betus845, infoesanmel@gmail.com,

]]>
Thu, 30 Mar 2023 11:23:34 +0300 Betül FIRAT
ZAMANA YOLCULUKTA AŞIK VEYSEL https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-asik-veysel https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-asik-veysel

    Bugünkü  zamana  yolculukta  AŞIK  VEYSEL ‘in  hayatını anlamak ve  onu  anmak  üzere , kalemim  elimde  sözüm  dilimde…

     Büyük  halk  ozanı  aynı  zamanda  herkesin  yüreğinde  yer  eden , Aşık  Veysel . Asıl  adı VEYSEL  SATIROĞLU  olan usta  yazar,25  Ekim 1984’te Sivas’ın  Şarkışla  ilçesinde doğdu . Çiftçi  bir  ailenin çocuğu olarak dünyaya  gelen ve yedi  yaşında  iken  geçirdiği  çiçek  hastalığı  sebebiyle  sol  gözünü  kaybeden  halk  ozanı, talihsiz  bir  kaza  sebebiyle de  sağ  gözünü   kaybetti.

    Gözleri  görmeyen  Veysel ‘e  babası  vakit geçirmesi  için saz  aldı.Aşık  Veysel  önce başka  ozanların  eserlerini  sazı  ile  icra  etti. Ardından  kendi  eserlerini  üretmeye  başladı . 1933 yılında Ahmet  KUTSİ  TECER  tarafından  keşfedilerek   Türk   edebiyatına   kazandırıldı .Bir süre  köy  enstitülerinde  saz  hocalığı  yaptı.Eserlerinde  hüzün ile sevinç ; iyimserlik  ile  umutsuzluk    içedir .

    Annesi  Gülizar  hanım  babası  Ahmet  bey olan şair, O yılların vebası  olan  çiçek hastalığı  yüzünden  iki  kız kardeşini  kaybetmiştir. İki  gözü  de görmeyen  ve  karanlığa  bürünen  ozanın  annesi  bu  duruma  çok  üzülür  ve  diğer  kardeşlerinin  bakamayacağını  düşünüp  evlendirmek  isterler. Akrabaların  kızı  olan  ESMA  hanım  ile  evlendirilen  sanatçının peşini  olumsuzluklar  bırakmıyordu . Yeni  doğan  erkek  çocuğunu  kaybeden  daha  sonra  anne  ve babasını  da  kaybederek   hayata   küsmüştür.  Bunun  üstüne  eşinin  başka  biri  ile  kaçması  ile  perişan  olan  sanatçı  kendini   türkülere  vermiştir.

      Eşi  terk ettiğinde  iki  aylık kız  çocuğu, ozanın  yanında kalmıştır. Fakat  kız çocuğu da  erkek  evladı  gibi  hayatını  yitirmiştir. Acı dolu  hayatını  şarkılara  döken  ozan, yanık  türkülerini  sevenleri  ile  paylaşarak  bir  nebze  de  olsa  acılarını dindirmiştir.

    Ülkemizde  ayrı  bir  yere  sahip   olan  ozanımız  1973 yılında  kansere  yenik  düşmüş  ve  hayatını  yitirmiştir.

    Türk  halk  ozanlarının  son  temsilcisi olan  AŞIK  VEYSEL’ i bir  başka  adıyla  VEYSEL  SATIROĞLU’ nu    bir  kez  daha  rahmetle  anıyorum …

]]>
Wed, 14 Dec 2022 21:08:04 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Yazar ve Şair Betül FIRAT Kimdir? https://edebiyatblog.com/yazar-ve-sair-betul-firat-kimdir https://edebiyatblog.com/yazar-ve-sair-betul-firat-kimdir Betül Fırat;

13 Ekim 1984 yılında Amasya İli Taşova İlçesi Yayladibi Köyü’nde doğdu.  Astsubay baba ve ev hanımı annenin dört çocuklarından ilki.  İlköğretimini Ankara ve Diyarbakır’da, liseyi ise babasının askerlik mesleği gereğince bulundukları Diyarbakır İlinde Diyarbakır Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tamamladı.  2010 yılında lisansını Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde, 2018 yılında da Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı.  2012 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde Samsun’da başladığı ziraat mühendisliği görevine halen Ankara’da devam etmektedir. Amasya, Ankara, Şırnak-Cizre, Diyarbakır, Samsun illerinde bulunmuş ve bunun yanında birçok ili de gezme fırsatı yakalamıştır.  “Farsak ve Sessiz Çığlık Projelerinde yer almış, çeşitli eğitimler almış ve vermiş; aynı zamanda hizmet içi eğitimler akabinde eğitim görevlisi olmuştur.  Hayatının belli bir döneminde sporla ilgilenmiş, yüzde kırk bedensel engelli olması dolayısıyla lisanslı sporcu olarak Türkiye Engelli Bayan Halter (Benç Press) Şampiyonası’na katılarak ikinciliği yakalamıştır.

Yazı ve şiir yazmaya lise yıllarında başlamış ve hala devam etmektedir.  Bazı yazıları Posta Gazetesi Çengelli İğne Köşesi’nde ‘Doğamızın Gereği’ ve ‘Kabul Olmak’ başlıklarıyla, diğer eserleri de çeşitli web sitelerinde yayınlanmıştır.  Kitap okumayı ve yazı yazmayı tutku haline getirmiştir.  Bugüne kadar yazdıklarının bir bölümünü kitap haline getirmiş ve ‘Mavinin Fecri’ ilk ve 'Mihrinin Hicranı' ikinci kitabı olmaktadır.

Yazarımızın şu an roman kitabı hazırlıklarını devam ettirmektedir.  Göl Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisinde hem Kültür Kurulunda yer almakta hem de dergide köşe yazarlığı yapmaktadır. Çeşitli web gazeteleri ve web edebiyat sayfalarında köşe yazarlığına devam etmektedir. Sosyal Medyada ‘Paradoks Okur Yazar’ olarak bilinen yazar çeşitli platformlarda kitap tanıtımları yapmaktadır.  Aynı zamanda Yazar Betül FIRAT youtube kanalında şiirleri seslendirilmekte ve şiirlerini besteleterek yayınlamaktadır. Ayrıca 'Edebiyat Sanat Meltemi' Web sayfa Genel Yayın Yönetmenliğini ve yazarlığı o yapmaktadır. Yazar bütün bunların dışında editörlük de yapmaktadır. Yazarımız edebiyat ve sanat hayatına yeni projelerle devam etmek istemektedir. Şu anda 2 deneme, 1 roman ve 1 öykü kitabı çalışması bulunmaktadır.

Betül Fırat'ın Eserleri:

 

Mavinin Fecri (Deneme Kitabı, 2020)

Mihrinin Hicranı (Şiir Kitabı, 2021)

Heybemden Dökülen Öyküler (Öykü Kitabı, 2022)

Siyah Şapkalı Adam (Polisiye Roman, 2022)

Derin Mevzu Konuşacaklarımız Var (Deneme, 2022)

Kayıp Lapis Lazuli (Çocuk Romanı, 2023)

Öykü Muhiti, (Öykü Kitabı, 2023)

 

Katıldığı Antolojiler:

Sisli Gece ( Antoloji kitabı, 2022)

Yürekten Kaleme Öykü Senfonisi (Antoloji kitabında derleyen ve yazar, 2022 )

Yürekten Kaleme Şiir Senfonisi (Antoloji Kitabında derleyen ve şair, 2022)

Şah-ı Şiirler 5 (Antoloji, 2022)

Edebiyat Yolculuğu (Antoloji, 2022)

 

Bestelenen Şiiri:

Kimine Sevdadır, Kimine Cezadır, (Bestelenen Şiiri, 2021)

Yalan mı? (Bestelenen Şiiri, 2022)

Bendim Ben, (Bestelenen Şiiri, 2023)

Gönlüm, (Bestelenen Şiiri, 2023)

Anlımın Yazısı, (Bestelenen Şiiri, 2023)

 

Aldığı Ödüller:

2022 Altın Kalemler Mansiyon Ödülü (Şanlı Bayrağım)

Yılın En Başarılı Fark Yaratan Yazar Ödülü, 3. Kariyer Gümüş

Ödülleri, 2022 By Medya Protokol

Yılın En Başarılı Yazarı Ödülü, Kristal Çam Ödülleri, 2022

Kristal Çam Ödülleri Yönetim Gurubu

PLAKET:

2022 Ferhat ve Şirin Öykü Yarışması Jüri Başkanlığı

Genel Yayın Yönetmeni Olduğu Platform;

www.esanmel.com

İletişim: @paradoks.okur.yazar, @Betus845, infoesanmel@gmail.com,

]]>
Thu, 17 Nov 2022 09:29:41 +0300 Betül FIRAT
Nerede Mahbube'n? https://edebiyatblog.com/nerede-mahbuben https://edebiyatblog.com/nerede-mahbuben Geldi malum vakt-i kelamıdır yine madem

Ki esasıdır bile işin bu hâl-i mânen

Söylesin benliğim, tam bitmemişken

Yetecek mi ab-ı aşka mahbuben?

Çattı kaşı gurbet belki müstemirren

Aşkı giydik üstümüze ama gayrı hükümden

Söyle bari benliğim, daha ölmemişken

Nasıl uyur çıplak göz ile mahbuben?

Borca girdi zat-ı ömür seni severken 

Daha sevmeyede kalanı gör mahsuben

Söyle benliğim, o senden gitmemişken

Dertten alıkoyar mı kendini can mahbuben?

Duyması bile ola ki belki cebren

Tatlı dilinde hayra kılan bin türlü şerden

Söyle benliğim, kendine yenilmemişken

Hangi sözde adını anar mahbuben?

Bilirim ki ayrılıktı hep bu sevdaya müstehcen

Kem gözdü belki acep hemide müştereken

Söyle benliğim, sen o saçta tel değilken

Ne diye yazmasız kalsın ki mahbuben?

Varsa olanın da gözü çıksın yine göz ilen

Deme ki felek anca bize kesilir maskülen

Söyle benliğim, ah o gözlerin yokken

Neyi ayna belleyecek bu mahbuben?

Demiştim ki bir dize de bin sen aslen

Buda odur işte, bak bu senin fahrîyen

Söylesene benliğim, o gül yüzü gülmeden

Denk düşer mi kağıtlara en iyi cümlen?

Benim ile yâr idi, hâlen ben ile yaren

Nâsip idir duamda senden olan ailem

Söyle bana benliğim, hâlen ben iken

Ondan başka kime yakışır ki,

Gönülde yek mahbubem?...

Sen ki bana olur da ölümü bile son versen

Bil ki candır hep bana, koynunda olabilen

Söz ver toprağım olsun sinen...

Ve söz ver, de ki senin olacak mahbuben

Ta ki ebedîyen...

]]>
Sun, 28 Aug 2022 23:33:56 +0300 Turker Karşıyaka
ZAMANA YOLCULUKTA KEMAL SUNAL https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-kemal-sunal https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-kemal-sunal

ZAMANA    YOLCULUKTA   KEMAL    SUNAL

Bugünkü    zamana    yolculuğun   konuğu    Türk   Sinemasında   önemli  bir  yere  sahip  olan  güldürü    ustası   aynı   zamanda    güldürürken ,Düşündüren   usta   oyuncu    Kemal    SUNAL ‘ı   konu  aldım. 

1964  yılında İstanbul / Küçük   pazar  semtinde  Malatyalı  bir  ailenin  çocuğu   olarak  dünyaya    geldi. Babası  Migros’tan  emekli  Mustafa  SUNAL . Annesi   Saime  SUNAL ‘dır . Ailenin   büyük   çocuğu   olan   Kemal   SUNAL ‘ın   Cemil   ve   Cengiz    isminde iki kardeşi  vardır. İlkokulu   okuyup ,  Vefa   Lisesi’nden  mezun    olmuştur . Liseyi onbir  yılda  tamamlayan  sanatçı ;Bu   benim    Tembelliğimden , Salaklığımdan  ileri   gelen  bir  şey   değildi! 15- 20   kişilik   grubumuz   vardı  beraber   geçiyorduk , Beraber   kalıyorduk. Anlaşmış  bir  gruptuk  bir  nevi  haylazlıktı  tabi  sözleriyle   açıklamıştır. Yüksek   tahsiline  Marmara  Üniversitesi  Gazetecilik  bölümünde  başlasa  da! Bu    bölüme   devam   edememiştir. Otuzbeş  yaşında   askere  giden  sanatçı ,Diğer   askerlerin   kendisini    görünce  gülmeye   başlaması  sebebiyle ; Birliğin   düzenini   bozuyor  denilerek  eğitimlere    katılmamış  kademede   görev   almıştır.  

 1972-1973  tarihindeki   Ankara   Turnesi   sırasında   sonradan   eşi   olacak   Gül  SUNAL  ile  tanışmış   1975   Nisan   ayında   Beyoğlu    Evlendirme    dairesinde    evlenmişlerdir . Bu  evlilikten  Ali  ve  Ezo   isimli   iki   çocukları   olmuştur .  12 Eylül döneminde  yarım   bıraktığı   Üniversiteyi  Marmara    Üniversitesi  İletişim   Fakültesi  Radyo  Televizyon   ve  Sinema   bölümünden   mezun    olarak 1995  yılında  bitirmiş   ve   ardından   yüksek   lisans  yapmıştır .

Kemal  SUNAL   kişisel  yaşam   ve   kariyeri    boyunca    yaptığı    yolculuklarda   daima   kara   taşıtlarını   tercih  etmiş , Uçak  ve  Deniz    taşıtlarından  korktuğunu   dile  getirmiştir.

 3  Temmuz   2000   tarihinde  BALALAYKA  isimli   filmin  çekimleri   için  bindiği  Trabzon  uçağında   kalp  krizi  geçirmiştir. Sanatçının  naaşı  Zincirlikuyu  Mezarlığında   defnedilmiştir.

 Usta   oyuncu  Saygı değer , Vazgeçilmez   insan… Bizleri  güldürürken   düşündüren ,Düşündürürken bizlere  Hayat veren  Sevgi  dolu, Merhametli , Yardımsever  Kemal  SUNAL ‘ı Rahmetle  anıyorum…

]]>
Tue, 09 Aug 2022 23:09:14 +0300 KUM SAATİ YAZARI
George Orwell kimdir ? https://edebiyatblog.com/george-orwell https://edebiyatblog.com/george-orwell 25 Haziran 1903 tarihinde babasının işinden dolayı yaşadıkları Motihari, Hindistan’da dünyaya gelen  Eric Arthur Blair'in babası İngiliz, annesi ise Fransız kökenlidir. Bir yaşına geldiğinde annesi ve ablasıyla İngiltere’ye giden Blair, Üniversiteye kadar okudu ve aile geleneğini devam ettirmek için bir İngiliz sömürgesi olan Burma’ya (yeni adı Myanmar) gidip 1927 yılına kadar polislik teşkilatında görev aldı. Buradaki haksızlıklara ve işkencelere dayanamayan yazar tekrar Avrupa’ya döndü ve çeşitli meslekleri denemeye devam etti. 

Emparyalist devletler için çalıştığı dönemlerde siyasetin gerçek yüzünü görmüş ve herkesi uyandırmayı amaçlayarak bütün yaşadıklarının kinini ve öfkesini eserlerinde kustu. Sert ve sarkastik bir dil kullanan ve bir o kadar da korkusuz olan yazarın birçok eseri yasaklı kitaplar listelerinde uzun süre yer aldı.

Çok uzun süre maddi sıkıntılar yaşadı, eserleri sayesinde çok ünlenip kazanç sağlasa da durumunun kötü olduğu zamandan kalan tüberküloz (verem) yüzünden Londra’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

]]>
Wed, 06 Jul 2022 17:37:53 +0300 Nur Bersun
EMRE ÖZDEMİRLE RÖPORTAJ https://edebiyatblog.com/yazar-emre-ozdemirle-roportaj https://edebiyatblog.com/yazar-emre-ozdemirle-roportaj ✨İlk sorumuz: değerli yazarımız bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba, ismim Emre Özdemir. Çanakkale ye bağlı olan yenice ilçesinde yaşıyorum. Burdur Mehmet Akif ersoy üniversitesinde sağlık kurumları işletmeciliği bölümü okudum.

✨2.sorumuz: yazarlığa ve yazma hayatına nasıl başladınız?

Yazmaya 1.5 yıl önce başladım. Yazmaya beni iten en büyük sebeplerden bir tanesi John Ronald Reuel Tolkien'in kitapları oldu, onun dışında diğer büyük etkende coğrafya hocamın yazma yeteneğimi keşfetmesiyle başladı diyebilirim.

✨3.sorumuz: yazmak sizin için ne ifade ediyor?

Benim fikrimce yazmak, başka insanların hayatlarına dokunmaktır. Kimi zaman bir kelime kimi zaman bir cümle kimi zaman da bir paragraf, bir insanın hayata olan bakış açısını değiştirebilir.

✨4.sorumuz: yazarken nelerden ve hangi kaynaklardan yararlanıyorsunuz?

İyi bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim. Küçük not defterim bedenimle bütünleşti, görmüş olduğum bazı güzel şeyleri aklıma kazımaktansa yazmayı tercih ederim.

✨5.sorumuz: ilham kaynaklarınız nelerdir?

Belirli bir ilham kaynağım yok. Aslına bakarsak, ilhamın bize ne zaman ve nerede geleceğini bilmiyoruz. Belki de bu işi eğlenceli ve heyecanlı kılan şeylerden bir tanesi de budur. Günlerce düşünürsünüz hiçbir şey yazamazsınız, fakat bir an olur sevinçten havalara uçarsınız, çünkü aklınıza bir kelime gelir ve o kelime sayfalarca kelimenin cümleler, sonra da paragraflar oluşturmasına sebep olur.

✨6.sorumuz: yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz?

Yazarken aileme ve arkadaşlarıma vakit ayıramadığım için genelde onlarla vakit geçirmeyi tercih ediyorum.

✨7.sorumuz Sizce edebiyat nedir?

Edebiyatın tanımını yapmak zor, fakat nefes almak kadar gerekli olduğunu düşünen bir insanım.

✨8.sorumuz: bir yazar olarak okuduğunuz beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

John Ronald Reuel Tolkien'in büyük bir hayranıyım. Onun dışında Agatha Christie, Dan Brown, Ahmet Ümit, Yaşar Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ve James Dashner diyebilirim.

✨9.sorumuz: Sizce herkes kitap yazabilir mi yazmak yetenek midir?

Yazmanın bir yetenek olduğunu düşünmüyorum. Fakat yazmak için iyi bir okuyucu olmamız gerektiğini düşünen bir insanım.

✨10.sorumuz: Kitabınızın en etkileyici yönü nedir?

Öncelikle sade ve akıcı bir dil kullanmayı sevdiğimi söyleyebilirim. Kitabım bir çok türü içerisinde barındıyor. Gerilim, korku, aşk, drama ve gizem gibi. Ve son olarak şunu söyleyebilirim, 19.47 yazmış olduğum ilk seri kitabımdır. Uzun soluklu bir maceranın hazırlandığını dile getirmek istiyorum.

✨11.sorumuz: bir söz olsaydınız ne olurdunuz?

Yunus Emre'nin bir sözü vardır. "Kader gayrete aşıktır." sanırım bu söz olurdum.

✨12.sorumuz: yazmak isteyen, ve yazarlık hayali olanlara ne gibi öneriniz olurdu?

Çok kitap okumalarını ve hiç bir zaman vazgeçmemelerini  öneririm. Sonuç olarak zaman hızlı geçiyor ve böyle bir zaman da yaşarken hayallerimizi ertelemenin kendimize yaptığımız bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Ve son olarak da disiplin demek istiyorum.

Bu röportaj için sizlere teşekkür ederiz bizlere son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Asıl ben teşekkür ederim. Sadece şunu söyleyebilirim. Bundan 10 yıl sonra ki kendimizin şu an ki kendimize teşekkür etmesini sağlamak için pes etmeyelim. Her ne olursa olsun.

]]>
Tue, 17 May 2022 16:15:04 +0300 Gizem akar
Mahmut Yesari kimdir? https://edebiyatblog.com/mahmut-yesari-kimdir https://edebiyatblog.com/mahmut-yesari-kimdir Mahmut Yesari ( 1895-1945)
Mahmut Yesari Çoban Yıldızı romanıyla çıkış yapmıştır.
• Eserlerinde günlük yaşamı işler.
• Realist bir halk romancısıdır.
• En ünlü romanı ise Çulluk adını taşır.
• Eserde fabrika ve köy çevresini işler.
• Eserin karakteri Murattır.
• Bağrı Yanık Ömer çocuk edebiyatı alanındaki eseridir.
• Pervin Abla, Su sinekleri, Kırlangıçlar, Gece Yürüyüşü, Sağanak altında, Yakut Yüzük, Ölümün gözleri ise Mahmut Yesari'nin diğer eserleridir. 

]]>
Tue, 17 May 2022 13:10:03 +0300 Hüsne sürmelioğlu
Hovarda mesleki orhan https://edebiyatblog.com/hovarda-mesleki-orhan https://edebiyatblog.com/hovarda-mesleki-orhan “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanar ya sarısı bir kaşkol ... Dağınık ve şişirilmiş bir göğse benzeyen sırt ve ergenlik bozuğu bir yüz ... Bit pazarına kim bilir kaçıncı kez gelmişti bu garip adam? Yine meteliksiz kalmıştı çünkü. Siyah deri çantasından birkaç gömlek çıkardı. Umarsızca yaşlı pazarcıya uzattı. Kürkçü dükkanı misali, pazarcı büyük bir memnuniyetle gömlekleri aldı.

Adam üşümüş olmalı ki trençkotuna büründü adeta. Biraz bekledi, üç beş kuruş aldı, cebine koyup kalabalığa karıştı. Nisan 1914’te Beykoz Yokuşu’ndaki Çayır Sokağında 9 numaralı konakta dünyaya geldi Orhan. Babası İzmirli Mehmet Veli, annesi ise Beykozlu Hacı Fatma Nigar Hanım’dı.

Nüfusu tezkeresi suretine göre asıl ismi Ahmet Orhan olan şairin babasının adı Veli olduğu için, sanatçı Soyadı Kanunu’ndan önce Orhan Veli olarak tanındı.

Çocukluğu Beykoz ve Beşiktaş’ın yokuşlarında Boğaz’a nazır geçti Orhan’ın. Denizle hep iç içeydi. Beykoz’daki evin bahçesi Orhan’ın sahnesi gibiydi, delikanlılarla birlikte komşulara Moliere’in oyunlarını oynadı. Mahalledeki çocuklara ve kardeşlerine daha o yaşlarda Karagöz-Hacivat oynattı.

Uçurtma yapıp çılgınlar gibi koşuşturmaları da cabasıydı.

Orhan, sanatsever bir ailede büyüdü. Babası klarnet sanatçısıydı, müzikle içli dışlı olunca haliyle sanat camiasıyla dirsek teması kaçınılmaz oldu.

Edebiyatla ilk tanışması ilkokul yıllarında “Çocuk Dün­ yası” adlı hikayesinin dergide yayımlanmasıyla oldu. Beşinci sınıfta büyük buluşma gerçekleşti ve en büyük dostu Oktay Rıfat’la tanıştı. Dokuzuncu sınıfta can ciğer oldular. İkisi de şiir delisiydi. Okulda teneffüs olur olmaz buluşur, sadece şiir hakkında konuşurlardı. Bir yıl sonra da müsamere esnasında bir diğer büyük dostu Melih Cevdet aralarına katıldı. Üç kafadar bazen dersten kaçarak demiryoluna gidip ahşap istasyon binasında şiirden, tiyatrodan konuştular. Orhan, hayatı çok farklı sosyal ve ekonomik sınıflarda deneyimleme şansı buldu. Örneğin, yedi yaşındayken Halife Abdülmecit’in Yıldız Sarayı’nda düzenlediği bir düğünde sünnet edilen Orhan Veli, daha sonra yıllarda açlık ve işsizlikle mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Lise sıralarında edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar’dı. Onun sayesinde edebiyata ilgisi arttı. Bir süre sonra şiir dergisi çıkardı. Tiyatro sahnelerinde boy göstermeye başladı.

İstanbul’da felsefe bölümüne girdi. Yazmaya burada devam etse de avarelik yılları çoktan başlamıştı. At yarışlarına gidiyor, kürek çekiyor, bol bol yüzüyor, tercümeler yapıyor, meyhane meyhane dolaşıyor, sık sık aşık oluyor ve şiir yazıyordu bu cebi delik garip oğlan. Düzensizlik içinde düzen, karanlıklar arasında aydınlık, züğürtlük içinde sultanlıktı onunki.

Okulu bitiremeden Ankara’ya döndü. PTT’ de memuriyete başladı. Bir süre sonra tercümanlık bürosunda çalıştı. Can dostları Oktay ve Melih’le yine bir araya geldi. Başta Varlık dergisi olmak üzere envaı dergide şiirler, yazılar yayımladı.

Bu dönem şiirlerinde “Mehmet Ali Sel” adını kullandı. Ve bu isim giderek ün yaptı.

Orhan Veli, ömrü boyunca kazalardan bir türlü kurtulamadı. 5 yaşındayken dadısının kızarttığı köftelerden aşırmaya çalışırken kolu tavanın içine girerek yandı. 12 yaşında Beykoz çayırında oyun oynarken diz kapağını dikenli tele takınca ağır şekilde yaralandı. 13 yaşındayken, yirmi yaşındaki hizmetçileri Fatma’yı Flober tabancasıyla korkutmak isterken ağır şekilde yaraladı. I 7 yaşında yakalandığı kızılcık hastalığı, çocukluk ve gençlik yıllarındaki ufak tefek sıyrıklar, kesikler 1939’daki trafik kazasının yanında hiçbir şey sayılamazdı. Orhan 25’indeydi ve en yakın arkadaşlarından Melih Cevdet’in kullandığı araba, Ankara’da Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlandı. Yirmi gün komada kalan Orhan ölümden dönmüştü.

1941 yılının Mayıs ayında beklenen oldu. Üç kafadar daha önce işaretlerini verdikleri ve çokça tepki toplayan yeni şiir anlayışının vesikası niteliğindeki Garip Seçkisi’ni yayımladı.

Yayımlanan seçkide Melih Cevdet Anday’ın on altı, Rıfat'ın yirmi bir, Orhan Veli Kanık’ın ise yirmi dört şiiri yer aldı. Türk şiirinde sarsıcı ve yıkıcı etkileri olan bu anlayış başta Haşim ve Nazım olmak üzere şiirin tüm tabularını darmadağın etti.

Şiiri seçkin zümrenin elinden alıp onu avamın tam ortasına sokağa, kahveye, vapura, pazara indirdiler. Bu adamlar çoğu kişiye göre şakacı11 olarak anıldılarsa da şiirde yıkıcı bir devrim gerçekleşmişti. Artık herkes şiir okuya-biliyor, anlayabiliyor hatta yazabiliyordu. Öyle ki nasır, cigara, don, rakı gibi sıradan kavramlar şiire girince olan oldu. Bilhassa Orhan Veli alay konusu olmuştu. Nurullah Ataç arada bir Orhan’a takılarak:

“-İlahi Orhan Veli! Senin için yazdığım makaleleri birçok an ciddiye almışlar . Bunları sırf alay etmek için yazdığımı kimse fark etmedi. Ne dersin?

Orhan Veli, Nasreddin Hoca edasıyla şu cevabı verdi:

-İşin tuhaf ı şu ki ben de şiirlerimi tamamıyla şaka diye yazıp neşrettim. Bazıları fena halde ciddiye aldılar . Sen ne dersin?” Reklamın iyisi kötüsü olmazdı. Orhan Veli kazandığı zaferin keyfini “rakıda balık” olarak çıkarıyordu. Orhan Veli’nin Yazık oldu Süleyman Efendi’ye şiiri ve mısraı o kadar meşhur oldu ki gündelik dile giren bir dize haline geldi.

“Göllerde bu dem bir kamış olan” Ahmet Haşim’e inat “Rakı şişesinde balık olan” bir Orhan Veli doğdu.

Orhan Veli askere gitti. 2.Dünya Savaşı’nın neden olduğu gerginlik nedeniyle uzatılan askerlik görevini, 1945 yılında, yedek subay rütbesiyle tamamlayan Orhan Veli Kanık, Ankara’ya dönerek, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda tercümanlık yapmaya başladı.

Burada, Azra Erhat, Oktay Rıfat ve Erol Güney ile birlikte ortak çeviri çalışmaları yürütürken 1947 yılında yeni bakanlık yönetimini “antidemokratik ve tutucu” davranmakla suçlayarak görevinden istif a etti. Ankara’da Sabahattin Eyüboğlu’nun evi mekan oldu Orhan için. Entelektüel bir çevre edindi bu sayede. Ve orada Bella’yı tanıdı.

Bella, odasında yatağına uzanmış ders çalışıyordu. Orhan Veli, kapıdan uzun uzun genç kızı seyrettikten sonra salonun köşesindeki küçük masaya oturdu ve cebinden çıkardığı kağıda bir şeyler karalayıp yeniden odaya yöneldi. Kağıdı Bella’ya uzattı ve “Bu şiiri sana yazdım.” Dedi.

Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;

Entarisi sıyrılmış, hafiften;

Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;

Bir eliyle de göğsünü tutmuş.

İçinde kötülüğü yok, biliyorum;

Yok, benim de yok ama ...

Olmaz ki!

Böyle de yatılmaz ki!

Bella şiiri okudu, gülümsedi, teşekkür etti ve istifini bozmadan uzanıp yatıvermiş vaziyette meşgul olduğu işi yapmaya devam etti. Bella, ne o an ne de ondan sonraki zamanlarda Orhan Veli’ nin şiirlerine özne olmanın ötesinde bir şey yapmadı. Halbuki Orhan, Bella’ya aşıktı. Ama Bella bunu hiç bilmedi. Hatta “Anlatamıyorum” şiirini bile kendisi için yazdığını söyledi bir röportajında. Gerçekten de epeyce yaklaşmış olmasına rağmen anlatamamıştı.

Aşkları gibi özlemleri de hiç dinmedi Orhan Veli’nin.

İstanbul’a, denize, vapura, çocukluğuna hep hasretti Veli. Sık sık İstanbul’a gitti. Parası da yoktu. İstanbul’da en büyük dostu Sait Faik’ti. İkisi de İstanbul aşığı birer avareydi.

Boğaz’a karşı kurdukları çilingir sof r asında martı sesleriyle İstanbul’u dinleyip bedava havanın tadını çıkarıp bazen de bir balıkçı kahvesinde Cumhuriyet gazetesinin bulmacasını iddiasına girerek çözmeye çalıştılar. Bir şişe rakısına girilen iddiayı ne hikmetse hep Orhan Veli kazanırdı. Sonunda buna isyan eden Sait Faik acı gerçeği öğrenince Orhan’ın ensesine şamarı patlattı. Çünkü Cumhuriyet’teki bulmacaları hazırlayan Orhan Veli’den başkası değildi.

Bir sonbahar günü, İstanbul hasretini gidermek amacıyla gezintiye çıkan Orhan, güzel bir havada Boğaziçi vapurunda bir kadın gördü. Her şeyiyle ben kadının hasıyım diyordu adeta. Yine aşık oldu. Tanıştı, ayaküstü sohbet etti. Tutul­ muştu kadına. Yaşça kendinden büyük olan, birçok şairin gönlüne girmiş üstelik evli olan bu kadın Veli’nin en büyük aşkı Nahit Hanım’dı. Orhan Veli’nin bir mısrasında “muteber sevgilim” diye sözünü ettiği, senelerce aşk mektupları yazdığı ve en meşhur şiirlerinden birçoğunun bu aşkın verdiği ilhamla kaleme aldığı “Nahid Hanım”, İstanbul’un “salon sahiplerinden” idi. Evini sanatçılara açmış, onlar için sık sık davetler vermiş, bazılarını maddi bakımdan desteklemiş, kitaplarını yayınlamalarına bile yardım etmiş ve bazıları ile daha yakın ilişkiler içine girmişti. Cahit Sıtkı, Necip Fazıl, Can Yücel, Sabahattin Ali bu hanımefendinin aşıklarından sadece birkaçıydı. Nahit Hanım içlerinden belki de en çok Orhan Veli’yi sevdi.

Nahit Hanım, Orhan Veli’nin aşkını ispat için sık sık Ankara’dan İstanbul’a gittiği, Rus meyhanelerinde buluştuğu, gidemediği zamanlarda mektuplar yazdığı, parasızlık nedeniyle çoğu zaman görüşemediği son aşkıydı. Aslında Orhan yıllarca boşa kürek çekmiş, Nahit Hanım çoktan başka gemiye binmişti.

Artık kendini dostlarıyla birlikte tamamen yazmaya adadı. Ankara’da günleri dost meclislerinde edebi sohbetlerle geçiyordu. Sabahattin Ali, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Hasan Ali Yücel ile Erol Güney’in evinde toplanıp edebiyat konuşurlardı.

1949 yılında çıkan “Yaprak” dergisiyle birlikte Orhan Veli’nin şairliğinin yanı sıra fikir adamlığı yönü de ortaya çıktı. Şairin yaklaşan seçimlerle ilgili fikirleri bu dergide yayımlandı. 1950 yılının ortalarına doğru maddi sıkıntıya girince Orhan Veli kendine ait eşyaları bile satarak dergiyi 28 sayı çıkarmayı sürdürdü. Hususi eşyaları, kabanı, Abidin Dino’nun hediye ettiği resimler bile bu dergi sevdasına kurban gidenlerdendi. Haliyle edebiyat çok da karın doyurmuyordu. Belki de parasızlık Orhan’ın kaderiydi.

Derginin yayın hayatı sona erince İstanbul’a taşınmaya karar verdi. Aynı yıl, Nazım Hikmet’in yazılarından dolayı mahkum edilmesini protesto etti ve düşünce özgürlüğüne imkan verilmediğini öne sürerek yakın dostları Melih Cevdet ve Oktay Rıf a t ile birlikte, şairin serbest bırakılması için 3 gün boyunca açlık grevi yaptı. Bu eylemiyle siyaset ve edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Aynı yılın kasım ayında, bir haftalığına Ankara’ya geldi. 10 Kasım 1950 gecesinde, onarım için kazılmış ancak üzeri kapatılmamış bir çukura düştü, ayağını incitti. Fazla önemsemedi ve İstanbul’a döndü.

Dostu avukat Muzaf f er Akçay’ın evinde akşam yemeğine kaldı. Kalabalık bir ortamdı ve şiirler okundu, sohbetler edildi. Orhan o gece orada kaldı. Kanepeye uyığılmış baygın gibiydi. Bir terslik olduğu anlaşılınca ev ahalisi paniğe kapıla­ rak ortalığı velveleye verdi. Maalesef Orhan Veli komaya girmişti. Hemen Cerrahpaşa Hastanesi’ne götürüldü. İlk tespit alkol komasına girdiği yönündeydi. Zaten hep alkollüydü Orhan. Öyle içki komasına girecek adam değildi.

Bütün çabalara rağmen öğlen 12.00’ye doğru başlayan koma aralıksız devam etti ve şairin kalbi gece 23.00 sularında durdu. Çok sonra anlaşıldı ki Orhan beyin kanaması geçirmişti. Yanlış tetkikler nedeniyle öldüğü bugün bile düşünülen Orhan Veli henüz 36 yaşında öldüğünde üzerindeki ceketinin cebinden 28 kuruş ve bir at yarışı bülteni çıktı. Ama o ceplerden birinde çok daha önemli bir şey vardı: Diş fırçasına sarılı bir kağıt. Kağıdın bu kadar önemli olmasının nedeniyse Orhan Veli’nin son şiirinin orada yazılı olmasıydı.

Kaderin tamamlanmasına izin vermediği, sevgililerini anlattığı son şiiri; “Aşk Resmi Geçidi” ı 951 ‘de anısına çıkarılan Son Yaprak’ta yer buldu. Orhan Veli onu sevenlerin gözyaşlarıyla vasiyeti üzerine Aşiyan Mezarlığı’na def n edildi.

Boğaz’a karşı bir de uf a k heykel yaptırıldı. Bu heykelde Boğaz’ı seyreden şairin yanına bir de küçük martı kondu, ağaçların içerisinde sonsuza dek huzurlu hülyalarına dalması tasavvur edildi. Artık hava bedavaydı ve İstanbul’u dinleyebilirdi gözleri kapalı.

]]>
Wed, 11 May 2022 18:07:58 +0300 Çetin
Dünyanın En Çirkin Kadını https://edebiyatblog.com/dunyanin-en-cirkin-kadini https://edebiyatblog.com/dunyanin-en-cirkin-kadini Mary  Ann WEBSTER,

Yirminci yüzyılın başlangıç yılları. 

Dört çocuk annesi Mary sahnede, diğer yarışmacıların arasındaydı. Kimi şişman, kimi bıyıklı, kimi de kısa kısa boylu birçok kadın, büyük ödül olan parayı alabilmek için "Dünyanın En Çirkin Kadın Yarışması"na katılmıştı. Mary tedirginlikle etrafına bakıyordu. Salonu tıkabasa dolduran seyirciler kahkahalarla sahnedeki kadınlara gülüyorlardı. Mary utandı. Başını öne eğdi. Tam kulise doğru adım atmıştı ki, evdeki aç çocukları gözünün önüne geldi. Bu yarışmadan alacağı para çok önemliydi. Kocası öldükten sonra bozulan düzenini başka türlü yoluna koyamazdı. 

Bağrıtılara ve kahkahalara rağmen sahnede beklemeye devam etti. "Her şey çocuklarım için" dedi kendi kendine. Yanındaki bıyıklı kadın, "Anlamadım, bir şey mi dedin?" diye sordu. Mary, "Hiç" dedi, "Hiç bir şey demedim." Mary gözlerini kapattı ve eski halini düşündü. Hastalanmadan önce ne de güzel bir kadındı. Ta ki yirmi dokuz yaşında Thomas Bevan'la evlendikten ve 4 çocuğu olduktan sonra başlayan migren, kas ve eklem ağrılarına kadar. Doktor önce neler olduğunu anlayamamıştı. Sonra hastalığın " Akromegali" olduğu anlaşıldı. Bu hastalık Mary'in yüz şeklini de değiştirmiş, kadın tanınmayacak hale gelmişti. 

Ne yazık ki, Mary hastalığıyla boğuşurken, bir kocası ansızın ölüvermiş ve Mary çocukları ile yalnız kalmıştı. Mary bunları düşünürken, birden alkışları duyup gözlerini açtı. Evet Mary, "Dünyanın En Çirkin Kadını" yarışmasının birincisi olmuştu. Mary ödülü aldığında gözlerinden bir çift yaş kalbine damladı. O artık çocukları için "Dünyanın en çirkin kadını"ydı. 

Görüşünden dolayı hiçbir işe alınmayan Mary, o günden sonra sirklerde çalışmaya başladı. İnsanların dalga geçtiği, gülüp eğlendiği Mary bir anneydi. Kimse onun bu anne yanını görmedi. Çünkü insanların eğlenmeye, birilerini küçümseyerek, hor görerek kendilerini yüceltmeye ihtiyaçları vardı. Fedakar anne Mary 59 yaşında öldü ve son nefesini verene kadar sirklerde "Dünyanın en çirkin kadını" ünvanıyla çalıştı, çabaladı. Tek derdi çocuklarının kimseye muhtaç kalmamasıydı. 

ASLINDA MARY DÜNYANIN EN GÜZEL ANNESİYDİ. 

-ALINTI-

]]>
Sun, 08 May 2022 17:02:49 +0300 Selin Sabcıoğlu
Neyli Zen,hür meşerp https://edebiyatblog.com/neyli-zenhur-meserp https://edebiyatblog.com/neyli-zenhur-meserp

“Çayhane ... İçeriye alafranga iki genç kız giriverdi kahkahalarla. Buldukları ilk boş yere yönelip etraf ı süze süze Üzerlerindeki kabanları çıkarıp oturdular. İki çay isteme y i de ihmal etmediler . Biraz sonra yaşlıca bir adam kapıda göründü. Sırtında eski bir mintan, üstünde dilenci hırkası, başında yırtık takke, yüzünde derin çizgiler vardı adamın. Herkesin dikkati birden bu adamın üzerindeydi. Usulca en köşeye oturdu. Koynundan kılıf a sarılı uzun bir nesne çıkardı. Kızlar gözlerini bile kırpmadan adım adım yaşlı adamı takip ediyordu. Adam siyah deri kaplı kılıf t an kılıcını çeker gibi ney’ini çıkardı. O sırada kızlar ‘.A aa! Ney mi o?’ diyerek şımarık bir edayla tanımadıkları bu adama ‘Bize ney çalar mısın?’ diye seslenince adamdan ‘Ney çalınmaz, ney üf l enir.’ Cevabını aldılar. 
Sükunet hali yaşlı adamın neyi ağzına götürüp üflemesiyle bozuluverdi. Etrafta o ana kadar kimsenin duymadığı büyülü bir ses yankılandı. Fransız Edebiyatı bölümünün en alafranga iki kızı bu sesle adeta büyülenmişti. Bu dramatik armoniye daha f azla dayanamadılar. Hafif hıçkırıkla başlayan duygu seli kızların birbirlerine sarılıp hüngür hüngür ağlamasıyla devam etti.”Dipsomanlar, alkol bağımlısıdır ama uzun süre hiç alkol almayabilirler. Sonra birden içki nöbeti başlar. Umarsızca, çılgınca, ölesiye içerler.” Aklıyla gerçeği, kalbiyle aşkı arayan, mutlak özgürlüğün peşinden ruhunu dolduran isyankarlık ve insan sevgisiyle koşan, gündelik hayatın bayağılığına küf r eden, adaletsizliğe öfke yağdıran, ney’de can bulmuş meyde can vermiş sergüzeşt, divane, berduş, sanatkar ve dipsoman; ömrü mey­ hane ile tımarhane arasında geçmiş bir dahi: Neyzen Tevfik . 
“Bodrum ‘da dünyaya geldiğimde birisi çıkıp da kulağıma, yer yüzünde beni bekleyen akıbetleri fısıldayıverseydi belki hemen dönmeye karar verirdim. Ama beni bu kararımdan iki şey vazgeçi­rebilirdi: Birisi, anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız ve masum insanlık ifadesi; ikincisi de doğduğum andan başlayarak Ege Denizi’nin bütün hayatımda ruhumu kucaklayan nazlı ve hışırtılı yeşil enginliği.” Dediği Bodrum’ da, Rüştiye Mektebi’nin başöğretmeni babasının ilk görev yerinde doğdu Neyzen Tevfik. 
Bodrum’da çocukluğunun geçtiği kasabada babasıyla çoğu zaman uzun yürüyüşlere çıktı küçük Tevfik. Yine o günlerden birinde bir kasaba kahvesine uğradı babasıyla. 
Kasabanın kahvesinde otururken iki derviş usulca içeri girdi. 
Kahveyi şöyle bir süzüp uygun buldukları yere oturdular. 
Selam ve hasbıhalden sonra dervişlerden biri koynundan uzun bir şey çıkardı ve “Ya destur!” dedikten sonra üflemeye başladı. Adeta insanı mest edip kendinden geçiren bu şeyden ve çıkardığı seslerden çok etkilenen küçük Tevfik, bu adamın ne çaldığını sorduğunda babasının “Ney evladım!” cevabıyla Neyzenliğe ilk adımını attı. Babasından “ney” isteği kabul görmeyince çardaktan kopardığı kamışı kaval haline getirdi ve böylece kendini mest eden ney’le tanıştı. Babası onun bu ilgisine daha fazla kayıtsız kalamayarak ona bir ney aldı. Oğlunu bir süre sonra usta bir neyzen olan Berber Kazım’la tanıştırdı ve ondan ney dersleri aldırmaya başladı. 
“Henüz mektebe yeni başlamıştım, bir akşam paydos olmuş, ben babamla beraber eve gitmek üzere yola koyulmuştum. Çarşıya geldiğimiz sırada uzaktan akseden davul, zurna sesleri ile durakladık, ben daha o yaşta bile musikinin meclubu, çılgınca zebunu idim. Babamı elinden çekerek sesin geldiği yöne doğru adeta sürüklüyordum. Nihayet alayın ucu meydanda göründü. Biraz daha yaklaşınca zurna ve lavtaların ahengine tempo tutan davul tokmakları hep birden kafama inmeye başlamıştı. Yaklaşan kalabalığın ellerinde on, on beş sırık, sırıkların ucunda da kesik insan kafaları vardı. Gözlerim dehşetle yuvalarında fırlamış ve o dehşetle ben de çığlığı basmıştım. 
Şaşıran babam, güya o feci manzarayı bana daha fazla göstermemek için önünde bulunduğumuz demirci dükkanının içine dalıvermişti. Halbuki olan olmuş ve çocuk ruhumda müthiş bir kasırga kopmuştu. Eve dinmeyen titremeler içinde getirildim ve birçok korku ilaçlarından geçirildim. Fakat heyhat, şuurumun bir burcu göçmüş, akıl tahtamın bir çivisi demirci dükkanında düşüp kaybolmuştu.” Yaşadığı bu olayın ardından ilk sara nöbetini geçirdi Neyzen. Çocukluğu boyunca yakasını bırakmayan sara hastalığını ve yerli yersiz bayılmalarını büyük aşkı ney’i ile dindirmeye çalıştı. Neydeki şöhreti gittikçe genişledi. İzmir Mevlevihane’sine girmesiyle sanatını daha geniş ortamlara yayabildi, seçkin kişilerle tanıştı. İstanbul’a gidişi ününün kısa zamanda artmasını sağladı. Zekası, sempatisi, küfürleriyle sarayların aranan ismi oldu. 
O, ne ney’inden ne de şiirinden herhangi bir çıkar, alkış beklemeyen adam gibi adamdı. Hem entelektüel, hem halk adamıydı. Sıradan insanlar, paşalar, sultanlar da onun dostuydular. Ve o, “kedilerin sarayı” olarak nitelediği evinde de sokakta da hayvanlarla dosttu. Bir arif e günü bayramlık elbiselerle donattığı fa kir fu kara çocuklar da onun dostuydu. 
Bazen bir kütüphaneye postunu atıp aylarca kitap okuyan adamdı Neyzen. Hayatı uçlarda yaşayan biriydi. Saraylardan çıkıp Galata ve Beyoğlu’nun izbe sokaklarında berduşlarla buluşurdu. Ayrıca kim olursa olsun lafını hiç esirgemedi, çoğu zaman azılı bir muhalif t i. Düzene küf r etti, bu nedenle defalarca sorgulandı, tutuklandı. Çok geçmeden İstanbul’u terk edip Mısır’a gitti. 
Mısır’da yedi sene maceradan maceraya sürüklendi Neyzen. Kah saraylara girip çıkarak kah kendi tabirince havalanıp en yüksek şahikalardan yer altında haşhaş kokulu esrar bodrumlarında yuvarlanarak tamamen serazat bir hayat yaşadı. Bazen zengin konaklarında kuş tüyü karyolalarında, bazen de iskenderiye’deki eski kalenin bir burcunda fakir ölüleri sarmaya mahsus kaba hasır üstünde yatıp kalktı. Prens ve prenses saraylarında olduğu kadar, serseriler aleminde de meşhur oldu. Mısır asilzadelerinin çocuklarıyla veya memleketten oraya kaçmış birçok tanınmış hürriyetperver Türkle arkadaşlık ettiği gibi azılı sabıkalılarla da düşüp kalktı Neyzen. Mısır’da bir kahvehane açıp hatta kendine bir plak bile doldurdu. Ama ne yaparsa yapsın içkiden hiç vazgeçemiyordu. Orada da meyini çekiyor, içindeki acıları ney’ine üflüyordu. Bir toplantıda çıkan tartışma, sarhoşluğun da etkisi ile üstünde taşıdığı tabancası ile ateş etmesi sonucu 6 ay hapis cezası aldı. Tam bu sıralarda II.Abdülhamit’i hicveden bir şiir yazdı. Bu şiir yüzünden idam cezası verildi. Bir süre kaçak hayatı yaşayarak Bektaşi tekkelerinde saklanmaya başladı. 
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönen Neyzen Tevfik, annesinin ısrarı ile Cemile Hanım’la evlendi. Kızı Leman doğduktan hemen sonra ise eşinden ayrıldı. 1.Dünya Savaşı’nda mehterbaşı olarak askerlik yaparken Paşa ile kavga edince askerlikten atıldı. 
En yakın dostu ise Mehmet Akif1ti. Mehmet Akif’in Safahat’ında “Derviş Ahmet” isimli şiirinin açıklamasında şöyle bir ifade yer aldı: “Tevfik Neyzen’in üç bin dört yüzüncü tövbesinden istif ası münasebetiyle.” Evet, Neyzen Tevfik’in sık sık alkolü bıraktığı ve tekrar başladığı bilinirdi. Bir süre hiç içmeden hayatına devam eder, ancak sonra tekrar içerdi üstat. Hatta dostu Akife bir daha meyhaneye ayak basmayacağına dair söz verdiğini ama çok zorlanınca meyhaneye atın üstünde girerek böylece verdiği söze sadık kaldığını anlatanlar oldu. 
Dünya bir meyhane olmuş Neyzen de dönüp duruyordu. 
Günün her saati demlenen bir matiz gibiydi. Öyle ki bir gün yakın bir dostu Neyzen Tevfik’i yine meyhaneden çıkarken gördü ve “Vallahi üstadım, seni meyhaneden çıkarken görmek beni üzüyor . “ diye yakındı. Neyzen kendisine acıyan dostunu şöyle teselli etti: “öyleyse hemen meyhaneye döneyim.” Mısır’da Akif’in yanında bir yıl kaldıktan sonra Neyzen nihayet İstanbul’a döndü. Ama ruhunun acısını yine dindiremedi.Neyzen Tevfik, dipsomania nöbetinin başlayabileceğini bazen önceden sezerdi. İradesini kullanır kendi isteğiyle Bakırköy Akıl Hastahanesine gider, “Başlayacak, beni hemen kapatın!” derdi ağlayarak. Bir kral muamelelisi görürdü orada. 1940'lı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesinin 21 numaralı koğuşu ona ayrıldı; istediği zaman geldi, yattı, dinlendi ve hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gitti. Neyzen'in deli damarı tutuyordu arada bir. Bir gün dar yoldan geçmek için müsaade istediği adamın "Ben senin gibi ciğeri beş para etmez adamlara yol vermem!" demesine karşı istifini bozmadan usulca kenara çekilip " Ben veririm. " demesi bile onun ince zekasının sadece küçük parıltıları olarak hatırlandı. Bazen zenginlerden himaye gören, bazen arkadaşlarının evinde kalan, çok defa da kahvelerde, meyhanelerde barınan Neyzen Tevfik'in kendisini sahiplenecek bir ailesi ve düzenli bir işi olmadı. 1930'lardan sonra, İstanbul Belediyesi'nin, sadece himaye maksadıyla kendisine verdiği bir miktar aylık dışında herhangi bir işi de olmadı. Uzun derbederlik hayatında, o kaldırımdan bu kaldırıma, o kapıdan bu kapıya, o diyardan bu diyara, Ney’i ve Mey’iyle bir kuru yaprak gibi savruldu. “Hayatımda iki şeye sahip olamadım: Para ve uşak. Paraya sahip olamadım, çünkü onu saklamaya değer bulmadım; uşağa gelince, ben bunların en kibirsiz olanı ile bir saat içinde senli benli olurum ve ikinci saatte hangimizin efendi, hangimizin uşak olduğunu anlamakta aciz kalırım." Neyzen Tevfik (Kolaylı) 74 yaşındaydı, hastaydı ve hastalığı zarfında ıstıraba meydan okurcasına, yatağa girmemekte ısrar ediyor, pencere yanındaki hasır koltuğun merhametine sığınıp günlerini, kapının önündeki ameleleri ve hemen on adım ileride denizin üzerinde uçuşan martıları seyirle geçiriyordu. Müzmin bronşitini ve dizlerindeki son dermanı çalmaya yeltenen romatizma sancılarını teskine yarasın diye verilen ilaç kutularının bir kısmını iki üç gün kullanmış, birkaçının yüzüne hiç bakmamıştı bile. 28 Ocak öğleden sonra saat 2'ye doğru, uzun uzun öksürdü ve birdenbire fenalaşarak başını pencerenin pervazına dayadı. Sorulanların hiçbirini cevaplandırmadı; kendisini, yardımına koşanların kollarına terk edip yatağına uzandı. Bu yatağa son girişti. Neyzeni, artık hiç konuşturamadılar. Bu koma, bu derin dalgınlık akşamın 7'sine kadar sürdü ve büyük Neyzen, dudaklarının kenarındaki o ezeli tebessümü ile birlikte ebediyete intikal etti. Tüm hayatını aşık , rindlik geleneğine uygun yaşadı neyi ile söyleyemediğini de içinde tutmadı üfledi doğrusu her şeyi söyleyebilecek nadir insanlardandı içtiği helaldi söylediği hak.
 Sinan paşa camii, içiyle, dışıyla, ana cadde, karşıki meydan, bütün kahveler, kıraathaneler tıklım tıklım doluydu. Her gelen otobüs, tramvay, otomobil katarları, bu kalabalığa yeni insan yığınları döktü. Bu kalabalık, onun cemaatiydi. Kimler yoktu ki: Başta hasta döşeğinden kalkıp gelen Vali olmak üzere, muavinler, daire müdürleri, kalburüstü memur sınıfı, üniversite kadrosu, profesörleri, talebesiyle oradaydı. Edebiyat ve sanat adamları, isim yapmış büyük şahsiyetler, her biri yolunda yeni fetihlere, yeni ganimetlere ermiş meşhurlar, şairler, romancılar, münekkitler, sahne adamları, musiki çevresi, dergah erenlerinden sokak kemancılarına varıncaya kadar hepsi oradaydı. Bunlardan başka sarhoşlar, esrarkeşler, ayyaşlar, serseriler ... Onlar da derlenmiş, topar­ lanmış, kılıklarını düzeltmişler, Neyzen Baba'nın tabutuna sarılmışlardı. Ney'i dergahtan çıkartıp halkın ayağına götüren Neyzen Tevfik ölümüyle akademisyeninden bilim adamına, esrarkeşinden serserisine kadar herkesi cenazesinde buluşturdu ve omuz omuza yürüttü. “Bir kova suyu damla damla içsen de bir kere içsen de su biter . " diyerek hayatı tüm güzellikleriyle bir kerede kucaklayıvermişti

]]>
Tue, 03 May 2022 23:09:14 +0300 Çetin
ŞAİR RÜŞTÜ ONUR ANISINA https://edebiyatblog.com/sair-rustu-onur-anisina https://edebiyatblog.com/sair-rustu-onur-anisina                                                     ŞAİR RÜŞTÜ ONUR ANISINA

 Yılmaz  Erdoğan'ın  katkılarıyla  hazırlanan "KELEBEĞİN  RÜYASI " aylar  öncesinden gösterime  girdi .Bende  gösterime  giren  bu  filmin  seminerini  dinlemeye  Cennet  Kültür  Merkezine  gittim . Seminere  iki  şairin yanı   sıra,birazdan bahsedeceğim  şairin  baldızı  Sebahat  SESSİZ hanım  katılımcı  olarak  katıldı.

Zonguldaklı bir  aileden  dünyaya  gelen  şair Rüştü Onur ,Eşiyle  bir  vapurda  tanışır  ANAFARTALAR VAPURU  O  zamanlar  vapurlar  küçük olduğundan  insanlar hem tanışır, hem de  sohbet  ederdi. Şairin  eşiyle  tanışması bu  vesile  ile  olur .o günden sonra  Şair,eşi  olacak  kişiyle  mektuplaşmaya  başlar. Sevgi ile birbirlerine o kadar çok  bağlı kaldılar ki!Bir gün  kayınpederi  olacak  kişi  hanım bunlar  birbirlerini  çok  seviyor  onlara  nişan  yapalım  der .

 Kıtlık ve  yoksulluğun  hakim  olduğu  bir  dönemde  16  yaşında  şiir  yazmaya  başlayan, 1940 ‘lı  yılların şairi  olan  Rüştü  Onur,  insancıl  olmasının  yanı sıra  sevgi  doluydu .

Şairin  eşi  Beşiktaş  pazar  içinde  bulunan  ŞAİR  LEYLA  sokakta  büyür. Büyüdüğü  sokakta  Ermeni , Rum   Yahudi  demirci  hep  birlikte  yaşarmış ... Bu  sokağın  en  güzel  yanı  belki  de , özlediğimiz  hep  olmasını  istediğimiz  ölüm  anında  düğünde,Hastalıkta  ve sağlıkta  hep  birbirlerine  destek  olup  beraber  gülüp  beraber  ağlamalarıdır.

Şair  eşine  o  kadar  bağlıydı ki ;Gizli  gizli  ağlayıp  gözyaşlarını  silerdi .Eşi  için  yazdığı  NEDAMET adlı şiirinde  şu  mısra  beni  hüzünlendirdi .

TANRIM  AÇAMADIK  İÇİMİZİ  KAVUŞMAMIZ  MAHŞERE  KALDI .

30  yaşını  görmeden  kendisi  henüz  22  eşi  de 19  yaşında  olan  ve  sadece  40  gün evli  kalan  Rüştü Onur ve  eşi 15  gün  arayla  vefat  eder. 

 O  zaman 12 yaşında  olan  ve  Kalamış  Kız  Lisesi'nde  okuyan  Sebahat  SESSİZ  hanım  mektupları  saklıyıp, daha  sonrasında   yaşanılan  o  güzel  anları  kitap  haline  getirir

Sevgi  ile  bağlı  iki güzel  insanın kısa yaşamında  birbirine karşı her zaman  sevgi ve saygı vardı.

 Seminerin  sonuna  geldiğimizde  Sebahat  SESSİZ  biz dinleyenlere duygu dolu bir an yaşatıp,Son sözlerini söylüyordu:

Siz  siz  olun! Size   yazılan  bir  mektubu  veya   bir   zaman  kesip  sakladığınız  gazete  küpürlerini  atmayın.Gün  gelir  lazım  olur. Ünlü  olmak için  değil ! Yaşamınızın her  anında ve alanında   insanlarla  sohbet  ederken ,Bir  işte çalışırken ve halkla  ilişkilerde  çalışırken  lazım olur…

Şair Rüştü Onur’un ve Eşinin  yaşamı  gibi  ömrünüz  olsun…

 Şair  Rüştü Onur’u  Rahmetle anıyorum…         

]]>
Fri, 29 Apr 2022 16:10:03 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Tek mollalı hayat Sabahattin Ali https://edebiyatblog.com/tek-mollali-hayat-sabahattin-ali https://edebiyatblog.com/tek-mollali-hayat-sabahattin-ali "Gelecek günler her halde güzel olacaktır, üzülmeyin. Senin ve Filiz'in gözlerinizden, yanaklarınızdan, dudaklarınızdan milyonlar­ ca def a öperim. Arkad�lara selam. Sinirlerimi merak etme. Bilirsin ki demir gibidir ama demir gibi kalmaları için ara sıra, kimse görmeden sizin yanınızda sinirlenebilmeliyim. ihtiyarlığımda çekil­ mez bir adam olacağım hakkındaki iltif atına teşekkür ederim. Ama tahminin doğru çıkamayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi? 'Hep genç kalacağım. Hülasa beni düşünmeyin f akat ben sizi düşünmekten deli olacağım."  Şubat 1907 günü Osmanlı Piyade Binbaşı Selahattin Ali'nin bir çocuğu dünyaya geldi. Gümülcine doğumlu olan erkek evladına Sabahattin adını koydu babası. Asker bir babanın ve ruhen zayıf karakterli bir annenin üç çocuğundan en büyüğüydü. İstanbul' da başlayan çocukluğu Çanakkale ve Edremit'te sıkıntılı bir biçimde devam etti. Babasının cephe görevi, özellikle Çanakkale Savaşı sırasında ailecek savaşın tesirinde kalmaları nedeniyle annesinin bozulan ruh hali, yaşanan maddi zorluklar çocuk ruhunu fazlasıyla etkiledi. 

Evin ilk çocuğuydu ve belki de bu nedenle hep itilip kakı­ lan bir çocuk oldu Sabahattin. Babası başarısız ticari giri­ şimlerde bulunan emekli bir askerdi artık. Maddi durum-lan iyi değildi. Akranları bile yoktu. Ama hiçbir şey onu bir tutku­ dan alıkoyamadı: Okumak. 

Derslerde öğretmenleri dinlemek yerine kabak çekir­ değinin ritmik gürültüsü eşliğinde arka sıralarda dünya kla­ siklerini hatmeden bir gençti Sabahattin Ali. Okula gidip gelirken dahi yolda kitap okuyan, yapayalnız fakat zeki bir çocuktu. O yıl askeri okula öğrenci alınmadığı için giremeyen Sabahattin, yatılı olarak Balıkesir Muallim Okuluna kaydoldu. 

Başta öğretmenleri olmak üzere herkes onun yazıya yeteneği olduğunu kısa sürede anladı. Babası bile ona, gördüklerini içinden geldiği gibi yazmasını söylüyordu. Okul gazetesinde, dergilerde şiirler, hikayeler yazan okuldaki yeknesak gün­ lerini arada bir yaptığı sinema ve tiyatro kaçamaklarıyla süsleyen biriydi artık. Konuşkan, açık sözlü, iyimser, şen, alaycı ve şakacı bir genç olan Ali her zaman şık giyinmeyi iyi bildi. Ayrıca son derece hazırcevaptı. Karşısındaki ne kadar hazırlıklı olursa olsun, bir lafın altında kaldığı görülmemişti. 

Muzipliği ve zekası çarpıcıydı. 

Kız Muallim Okuluna, aşık olduğu kızı görmek için başında örtüsü ve üzerinde yeldirmesiyle bir kadın gibi girmesi başkası tarafından ispiyonlanınca okuldan kovulma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine en yakın arkadaşına bir mektup bıraktı. Arkadaşı daha sonra açması için bırakılan mektubu, Sabahattin'in beline sardığı ipten şüphelenerek hemen açtı. "İşte ben karar verdim/Bu gece öleceğim/Üzülme serı çünkü ben/Göklerde gezeceğim " dizelerini okuyan arkadaşı Ali'nin kendisine zarar vereceğine düşüne­ rek korktu, nöbetçi öğretmene haber verdi. Her yerde Ali'yi aramaya başladılar. Kısa süre sonra Sabahattin'i bahçede ağacın dibinde oyalanır buldular. Yaşananlar çocukluğuna verilerek af f edildi. Bunun üzerine günlüğüne sevinçle şu no­ tu düştü: "Blöf yapmıştım!" Sabahattin bir süre sonra İstanbul Muallim Mektebine nakledildi. Artık son sınıftaydı. Hasta annesine ve yeni doğan küçük kız kardeşine bakan babasının hasta kalbi hayatın yoğunluğa daha fa zla dayanamadı. Ölen babasının ardından bunalıma giren Sabahattin Ali dert ortağım dediği yazıya ve yazmaya devam etti. 

Öğretmenlik stajına başladı. Stajda "Neticesiz bir aşka ver­ dim gençliğimi!" dediği Nahit Hanım'la tanıştı. Başta Orhan Veli olmak üzere hali hazırda birçok ünlü şairin büyük aşkı, İstanbul'un salon kadınlarından biri olan Nahit Hanım'a sahip olmak kolay değildi. Çok uğraştı. İlişkinin arkadaşlıktan öteye gitmesini çok istedi. Cevapsız mektuplarda ve şiir­ lerinde dile getirdiği bu aşkın maalesef karşılığı yoktu ve hiçbir zaman da olmadı. 

Okulunu bitirip Yozgat'a öğretmen olarak atandı. "Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi! Düşün kar­ deşim, konuşacak bir insan bile yok. Hepsi alelade, hepsi dümdüz! 

Memleketin civarı hep bozkır , gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor . Yalnız Yozgat'ın tam karşısında bir çam ormanı var . Ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor. Adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor . Ahali f esat, dediko­ ducu ... Kendimi yalnız okumaya verdim. Kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum. Ah Nahid, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor . " dediği Yozgat'ı hiç sevmedi. 

Okul tatil olur olmaz ilk fırsatta İstanbul'a döndü. Hemen bir iki dostunu aradı. Yozgat'a bir daha gitmemek için dost­ larının da yönlendirmesiyle yabancı dil sınavına girip sınavı kazandı ve Almanya'ya gitti. Dil öğrenmek en büyük kaygısı oldu. Önce yaşlı bir kadının evine pansiyoner olarak yerleşti. 

Sonra da özel bir kurumda Almanca kursuna başladı. Değişi­ min sancılarını yaşamaya başlıyordu artık. "Burada her şey herkes ruhsuz ve katı." dediği Almanya' da sosyalist bir çevre edindi kendine. Yabancı dilini de ilerletti. Almanya'da Türk öğrencilere parazit diyen bir Alman'ı tokatladığı gerekçesiyle okuldan atılınca çok sevdiği ülkesine geri döndü. 

Sabahattin gencecik yaşta ak saçlı, altın gözlüklü, ef e ndi kılığında bir çocuk insandı. Bir bakıma "palyaço" gibiydi. Dışa­ rıdan bakıldığında mutlu zannedilen ama içinde fırtınalar kopan bir adamdı. 

Sabahattin Ali, iyi giyinmekten, pahalı yerlerde yemek yemekten, lüks düşkünü, içki ve sigara içmekten hoşlanırdı. 

Rahat, serbest ve mutlu yaşamı sol düşünceye uygun görül­ medi. Yazdıkları ve düşündükleriyle yaşamı arasında çelişki bulundu. Bu noktada kimi arkadaşları ve sol çevrelerce eleştirildi. Aslında kimseye yaranamıyordu Sabahattin Ali. 

Belki de yalnızlığının asıl nedeni buydu. 

Sosyalizm tüm benliğini sarmıştı artık. Yönetime karşı ironinin dozunu artırmıştı yazılarında. Ali'nin kısa ömrünün yarısı aleyhine açılan ya da kendisinin açtığı davalar sebebiy­ le mahkemelerde geçti. Mayıs 1931'de Aydın'da komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle açılan dava ile Sabahattin Ali'yi ölüme sürükleyen davalar fa slı da başlamış oldu. Bir İlhan Aydın 47 arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu gerekçesiyle yargılandı ve bir yıl hüküm giydi. Sabahattin Ali, önce Konya, ardından meşhur "Sinop Kalesi" diye nam salmış Sinop Cezaevine gönderildi. Evliya Çelebi'nin "Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar e jderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmaz/ar . " dediği dillere destan tarihi cezaevinde kaldı. 

Birçok tanınmış ismin de bu cezaevinde yatmasıyla akıllara kazınan Sinop Cezaevinde özgürlüğe hasret, Karadeniz'in hırçın dalgaları arasında günlerini geçirirken belki de onu ayakta tutan yine yazma isteği oldu. Çünkü üç tarafı denizle çevrili bu cezaevinde nemden oluşan küf kokusunun eşliğinde yaşamak ve aklınıza mukayyet olmak mümkün değildi. Sinop Cezaevini meşhur eden en büyük neden aslında buydu. Yine de aldırmıyordu Ali. Hatta mahkumken yazdığı ve dilden dile dolaşan "Aldırma Gönül" şiiriyle Sinop cezaevinin avlularını inletti. Zorlu geçen 10 ay-dan sonra af l a serbest kalan Sabahattin Ali'nin eski güzel günlerine ve özellikle de öğretmenliğe dönme isteği "eski zihniyetini değiştirdiğini ispatlaması gerektiği" cevabıyla karşılaştı ve o da Atatürk'e sevgisini anlattığı "Benim Aşkım" şiirini yazarak memuriyete geri döndü. 

Sabahattin 15-16 yaşından beri şöyle bir haftacık olsun aşık olmadan duramadı aslında. Aşkını da şahsileştirerek kendine has hale getirdi. Kendinde hasıl olan aşkı kalburüs­ tüydü. Öyle ki her biri ateşlilikte Verter'i, bakirlikte Ro­ meo'yu geri bırakacak türdendi. Onda aşk mıknatıs gibi bir şeydi, daima mevcuttu, sadece mıknatısa yapışan şeyler değişiyordu. Yozgat'ta olduğu zamanlarda Nahit Hanım'a, Almanya' da olduğu yıllarda Frolayn Puder'e, Aydın' da bir  miralayın kızına, Konya'da da öğrencisi Melahat Muhtar'a ve şarkıcılık yapan Muhsine'ye aşık olmuştu. Bir yazar tavrıyla aşk duygusunun kendisine aşıktı hep. Ama aşk bahsinde hep kaybedendi Sabahattin. 

Büyük dostu ve aşkı Nahit Hanım evlenmişti. Yozgat'taki genç aşkı bir kızı da kendisi fişlendiği gerekçesiyle verme­ diler. Hapisteyken mektuplar yazdığı "İki gözüm Ayşe" diye tanımladığı bazen aşkı bazen de dostu olarak gördüğü ve 'f \ ma unutma! Taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok." dediği Ayşe Sıtkı Hanım'a evlilik teklif i yaptı. 

Ali'nin evlenme teklifini şaka olarak kabul ettiğini söylediği Ayşe Hanım, bir süre sonra da başkasıyla evlendi. Aşk hayatı tek kelimeyle sükı 1 tu hayaldi Ali'nin. 

"Sevip sevip yari ele kaptırmak Kara bahtın bana eski işidir Ömrümdeki yıllar kadar yar sevdim Her biri başkasının eşidir." Amcasının İçerenköy'deki evinde yapılan bir sünnet düğününe katıldı. Düğünde kendi halinde takılmadı; eğlendi, oyunlar oynadı, çocukla çocuk oldu, tanıdık tanımadık kim varsa hasbıhal edip durdu. Orada birçok kişiyle tanışıp kaynaşyı. Bunlardan biri de Aliye Hanım ve ailesiydi. Aliye Hanım ve ailesi bu sıcakkanlı, yaramaz çocuklar gibi duran adamı çok sevdi. Kırk yıllık ahbaplarıymışçasına cana yakın buldular onu. Düğün bitip hep birlikte eve dönmek istedik­ lerinde Sabahattin'i etrafta göremediler. Özellikle Aliye'nin gözleri çok aradı Sabahattin'i. "Neyse artık gidelim biz!" demeye kalmadan Sabahattin'i lüks lambalı fe nerle bir ağaç altında kitap okurken buldular. Sahi, ne yapıyordu bu adam, ne ilginç biri, diye düşündüler istemsizce. "Biz gidiyoruz, geliyor musunuz?" diyen Aliye'ye doğru usulca yanaştı ve lüks feneri Aliye Hanım'ın yüzüne tutarak gözlerinin içine uzun uzun bakarak adeta içinden şunlar dökülüyordu: 

"Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı gene aynı şekilde f akat lıer şeyden habersiz yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.'' Sabahattin Ali, aşık olduğu Aliye Hanım'a mektuplar yazdı. Ona yazdığı ikinci mektubu ile birlikte "Değirmen, Dağlar ve Rüzgar" kitaplarını da gönderdi. Aliye Hanım: "Bu şiirleri ve hikô . yeleri okuyunca Sabahattin'e kör kütük ô. şık oldum." diyerek kısa süre sonra onunla evlendi. Eşine olan aşkını şiirlere taşımıştı Ali. Bu evlilikten bir kızı olan Ali çifti doğan kızlarına Filiz adını verdiler. 

Ali konuşmayı çok severdi. Konuşmadığı anlarda da mutlaka cebinden bir kitap çıkarır okumaya başlardı. Evde, misafirlikte, otobüste ayaktayken ... Hep okurdu. Kitaplarını ödünç verdiği herkese temiz tutulmasını muhakkak söylerdi. 

Küçük def t erine kime, hangi kitabı verdiğini yazar ve geri getirildiğinde derhal silerdi. Kitap okumak hayattaki en önemli işti onun için. Dakikalarca vitrinlerde, kitabevlerinde kitapları incelerdi. Aybaşında, maaşını alır almaz ilk iş Ulus'taki kitabevine gitmek olurdu. Bu kitapçı serüveni en azından bir iki saat sürerdi. Ankara'da Necati Bey ilkokulu karşısında, bir apartmanın çatı katında otururken bu evin bir adam boyundan kısa sandık odasını kendine kitap odası yaptırdı. Eğri tavana ve iki yan duvara dünya yazarlarının resimlerini yapıştırdı. Yerde dikine, yan yana sıralanmış kitapları vardı. Bu odaya girerek odanın tozunu alır, kapıdan bakarak Aliye'ye, "Güzel oldu değil mi?" derdi. Tavana yapış­ tırılmış yazarlarının resminin hizasına o yazarın bütün eserleri "Böylece bulmak kolay oluyor." derdi. Kitaplar, bu hayattaki en büyük hazinesiydi Sabahattin'in. 

Aziz Nesin ve Rıf a t Ilgaz' la birçok gazetede mizahi yazılar yazdı. Marko Paşa dergisinde İsmet Paşa ve daha birçok siyasi hakkında hakarete varan yazılar nedeniyle yargılandı, tazmi­ nat ödedi. Son olarak 1948'de Paşa Kapısı Cezaevinde üç ay yattı Sabahattin Ali. Hapisten çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başladı. "Ali Baba" dergisini çıkardı ancak istediği gibi olmayınca kısa sürede kapattı. Fazlasıyla sakıncalı bir tipti artık. İşsiz kaldı, yalnız kaldı, yatacak yatak, yazacak yer bulamadı. Yazıları, şiirleri, kitapları toplatıldı; yaşamla bağı koparıldı Ali'nin. Ailesini bile görmek için tebdil-i kıyaf e t vaziyette gezmek zorunda kaldı. 

"Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giy­ direnleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetle, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı?"diye dü­ şünerek ülkeyi terk edip nef e s alabileceği, özgürce yazabi­ leceği bir ülkeye gitmek istiyordu. Yasal yollardan yurtdışına gidebilmek için pasaport almak istedi, verilmedi. O da gizlice ülkeyi terk etmeye karar verdi. Kaçmaktan başka çare yoktu artık. Kusursuz bir plan hazırladı. Önce Sofya sonra da Moskova'ya gidecek, oradan Çek pasaportu alıp Fransa'ya geçecek, her şey yoluna girince da eşini ve kızını yanına alıp yeni bir hayat kuracaktı. 

Sabahattin son zamanlarında yakın bir dostunun teş­ vikiyle nakliye işine girmişti. Bu bu iş sayesinde yurtdışına gidebileceğini düşündü. Hatta Suriye' de başarısız bir deneme gerçekleştirdi. Fazla zamanı yoktu. Hakkında açılmış yeni davalar vardı ve yeni mahkumiyetler içten bile değildi. Ali Ertekin adlı insan kaçakçısıyla anlaşıp onu kamyona şof ö r muavini olarak aldı. Bulgaristan'a geçişin anahtarı ondaydı. 

Kırklareli'nin bitiminde kamyondan inip Bulgar sınırına yakın  ormanlık araziye doğru yürümeye başladılar. Yürüyüş sırasında Sabahattin Ali kendinden ve hayallerinden bahse­ dip durdu. Karısı ve kızıyla yakın gelecekte ne kadar mutlu olacaklarını anlattı. Akşam olmak üzereydi. Bulgar sınır kapısına gelmeden Ali Ertekin'in, "Geceyi bu ormanlık alanda geçirip yarın devam ederiz." önerisini kendisi de yorulduğu için kabul edince mola verdiler. Yaktıkları ateşin başında ısın­ maya çalışan Sabahattin Ali planlarını anlatıyor, anlattıkça coşuyordu. Geceyi orada geçirdiler. Sabah erkenden kalkıp yola devam ettiler. Özgürlük birkaç yüz metre ilerdeydi. 

Sınıra yakın bir yamaçta fundalıkların arasında yine mola verdiler. 

Sabahattin Ali çantasını açtı, eline bir kitap aldı, ceketini yere serdi, sırt üstü uzandı, gözlüklerinin camını hohlayıp mendiliyle sildi ve sükunetin cıvıltısında kitabını okumaya başladı. Ara sıra da o bitmek bilmeyen hayallerinden dem vurup durdu. Doğru ya, insan hayal ettiği müddetçe yaşardı. 

Hayattaki en mesut birkaç dakikasındaydı. Bu anlar Ertekin'in elindeki yağlı kalın sopanın Sabahattin'in başının sol tarafına ininceye kadar sürdü. Sabahattin'in suratı, gözlükleri, kulağı kan içinde kaldı. Ardından tam aynı yere bir darbe daha indirdi Ertekin. Bu darbeden sonra sağa doğru yığıldı Sabahattin. Ağzından burnundan kanlar boşanıyordu. 

Ama hala nefes alıyordu, çok sevdiği hayata ölesiye bağlanıyordu Sabahattin. Derken son darbe de ensesine iniverdi Sabahattin Ali'nin. Nefesi kesildi. Ve sustu. Bir daha da konuşamadı. Kendi deyişiyle mor çiçekli dal gibiyken, ba­ har vaktinde kırılmıştı Ali. 

"İnsanı asıl öldüren kılıcı yemek değil, "Sen de mi Brütüs? " demek mecburiyetinde kalmaktı." Sabahattin Ali'nin cesedi, Sazara köyü yakınlarında bir dere yatağında bir çoban tarafından bulundu. Cesedi eşi ve annesının teşhis etmesine izin verilmedi. Bu görevi Aziz Nesin ile Adalet Cimcoz yerine getirdiler. Nesin'in, cesedin kolunun da Sabahattin Ali'ninki gibi kırık olduğunu söyle­ mesiyle "teşhis" tamamlandı. Daha sonra muayene edilmesi için def n edildiği yerden çıkarılan ceset bir torba içinde elden ele dolaştırılırken kayboldu. Eşyaları, "hacizli 11 oldukları gerekçesiyle ailesine teslim edilmedi. En acısı Ali'nin bir mezarı bile olmadı. Kızı Filiz, babasının cesedinin bulunduğu dere yatağının yakınındaki düzlükte, arkasını Istıranca Ormanları'na dayamış koskoca bir kayanın üzerine bir mermer parçası gömerek mermerin üstüne Sabahattin Ali'nin çok bilinen şu dizelerini yazdırarak veda etti: 

"Başım dağ/Saçlarım kardır/Benim meskenim dağlardır . "Kızim meskenim dağlardır . 

]]>
Wed, 27 Apr 2022 00:42:12 +0300 Çetin
Can Kırığı Röportajı https://edebiyatblog.com/can-kirigi-roportaji-1981 https://edebiyatblog.com/can-kirigi-roportaji-1981   İlk olarak kitap yazmaya nasıl karar verdiniz sevgili yazarım? 

   -- Okumayı çok seven biriyim. Lise zamanlarımda da çok okuyup ileride yazar olma hayaliyle ilerliyordum. Bir ara yazmaya başladım sonra uzun bir süre hem yazmaya hem de okumaya ara verdim. Sonra bir yazar kesinlikle kaleminin kurumasına izin vermemeli diye düşündüğüm için yeniden yazmaya devam ettim ve kalemimi güçlendirdikçe hayalim de güçlendi. Bu sayede ilk eserim ortaya çıktı.

  Can Kırığı bize ne anlatmak istiyor?

 -- Kitabı yazarken tek bir amaç gütmüştüm o da insanlara hayatlarının her anında mutluluğun var olmasını aşılamaktı. Anka'nın mutluluğunu da hepinize yaymışımdır umarım. Bazen bir anıyla, bazen bir şarkıyla, bazense bir insanla.

 Peki neden Can Kırığı?

-- Herkesin sormaktan ve benim de açıklamaktan bıkmadığım bir soru. Can Kırığı benim için çok şey ifade ediyor. Yaşanmışlıkları sığdırabildiğim tek yer. 

Anka ismi nereden geliyor?

-- Anka kuşunun hikayesini herkes biliyor, beni de ilk duyduğumda çok etkilemişti. Herkesin bildiği isimle yeni bir karakter oluşturmak istedim ve başardım da. Anka artık akıllardaki yerini sorguluyor. 

  Karakterlerinizin resmedilmesini ister miydiniz?

-- Karakterlerin, özellikle roman karakterlerinin resmedilmesini kendimce doğru bulmuyorum. Çünkü resime dökülen her şey hayal gücünü daraltır. Okurlarımın benim hayal gücümden etkilenmek yerine kendi hayal güçlerini kullanmaları daha çok hoşuma gider.

 Can Kırığı yazıya dökülürken hayatınızın hangi duygu ve düşüncelerinin ağır bastığı dönemindeydiniz?

--  Her insanın hayatında olduğu gibi benim de hayatımda sorunlar olmuştu. Toparlanmak çok güçtü bir şeylere tutunmak, mutluluğuma kaldığım yerden devam etmek zorundaydım. Bir şeyleri başarabilmek adına tutunduğum tek daldı. 

   Kitaptan sonra hayatınızda değişiklikler oldu mu?

--  Tabii ki ufak tefek değişiklikler oldu. Daha güzel arkadaşlıklarım ve daha saygın bir çevrem oldu. İletişim kurduğum insanlar artık daha güçlü ilerliyor. 

  Son olarak kendinizi nasıl bir konumda görüyorsunuz, sizce siz şu an yazar mısınız?

  -- Yazar sıfatını taşımak çok güç, henüz yazar sıfatını taşıyacak mertebede değilim. Ama küçümsenecek bir konumda olduğumu da düşünmüyorum. Kitap, deneme, şiir vs. tarzında yazılar yazan hiçbir insanın konumunu da küçük görmüyorum. Zor olanı başarmanın yolundayım, her başarımın ardından yazar sıfatına daha çok yakın olacağım.

]]>
Mon, 21 Mar 2022 22:33:04 +0300 Yaren Böçkün
MEHMET ÂKİF ERSOY https://edebiyatblog.com/mehmet-akif-ersoy https://edebiyatblog.com/mehmet-akif-ersoy Doğumu ve ölümü Aralık ayında (20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936) bir önemli şahsiyeti Aralık ayında gündem yapıp tanıtmak makul bir tercih olurdu. Ama bakın ki Mehmet Akif'i Aralık ayında değil Mart ayında önümüzde buluruz, tanırız, her defasında hayran olunacak başka bir yönünü keşfederiz. Çünkü biz İSTİKLAL MARŞI ŞAİR'ini sevmek için hazırda beklemekteyız.

12 Mart İstiklal Marşı'nın kabulü ve 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma  ve Çanakkale Zaferi kutlama gününde hatırlanır Mehmet Akif Ersoy… Türk Milletinin her törende birlik bilinci onun dizeleriyle kazınır ruhumuza;

"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!"

Türk Milleti lafzını bu coğrafyada yaşayan ve yaşama isteğine gelecekte de bağlı olan her yurttaşı kastettiğimiz bilinmelidir. Zira tarihçilerimizden öğreniyoruz ki; Osmanlı Devleti de hüküm sürerken bu topraklarda yaşayan herkesi Batılılar "Türk" olarak tarif etmekte eserlerinde de öyle isimlendirmektedirler.. Batılılar bu payeyi verirken milletin unsurlarının menşei, dini veya kültürü takıldığı bir ayrıntı değildir. Türk lafzı bu durumda belirli bir ırkı değil, temsil ettiği devlet ve kültür anlayışına bağlı kişileri kastediyor olduğu anlaşılmaktadır. Yani Osmanlı vatandaşı demiyor kaynaklar, Türkler diye genelliyor doğudaki komşusunu. Tıpkı Ruslar dediğimizde topraklarında sadece Rus kökenlilerin olmadığı gibi… Amerikalılar dediğimizde daha iyi anlaşılacak.Gerçek Amerikalı hepimizin bildiği gibi Kızılderililer… Amerikalı dediğimizde ise günümüzde belirli bir coğrafyadaki devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olanları kastediyoruz. Osmanlı Devleti'ni kuranlar Oğuzlar idi. Menşe olarak Oğuzların çeşitli boyları ve bu boyların isimleri var. "Türkler" ile göçerlik kültüründen yeni yerlere kolay uyum sağlayan, devlet birliğini en üstün sayan, devlet organizesini kolaylıkla yapan, bağımsızlığına düşkün …vb. özelliklerdeki gruplar kastedilmektedir.

Mehmet Akif 'in İslamiyet inanışı temelinde birlik ve bağımsızlık anlayışı vardır. Kurtuluş Savaşı'na il il, cami cami gezerek vaazlarıyla eşsiz katkılar sağlamıştır. Bu şafaklarda bağımsızlık sembolümüzün dalgalanmasına yürekten inanmıştır. Ve zaferle bunu yaşamıştır.

"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak"

Tek  bir ocak da kalsa, bağımsızlıktan vazgeçilmeyecektir. Bu lafı güzaf bir söz değildir. Mehmet Akif her birimiz adına hissederek, and içercesine bu sözü söylemiş, bizlere söyletmektedir.

"Hakkıdır, hakka tapan milletimin istiklâl!"

Bağımsızlık verilmez, alınır. Her bir adım toprağın altında sayısız şehit kanı olduğunu biliyoruz. Şehit kanının renginden alan kırmızısını, göklerde dalgalanarak bunu tüm dünyaya ilan ediyor bayrağımız. Yurdun her bir köşesinde göndere her çekilişinde, "bağımsızım, bu benim hakkım, doğruluğa ve tek bir İlah'a tapan bizleri Hak da  tarihin her bir devresinde bağımsız yaşatarak hakkını teslim etmiştir" diye ilan etmektedir.

Mehmet Akif Ersoy'u sevmenize veya takdir etmenize İstiklal Marşı  kâfi gelir. Ama Mehmet Akif Ersoy "Çanakkale Şehitleri'ne" eseri ile de destanlaşmıştır.

"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın

'Gömelim gel seni tarihe' desem sığmazsın"

Şehitlere söylenmiş daha yüceltici bir söz olmadı Çanakkale için, bana göre. Cephede destan yazan şehitler yıllarca sahipsiz vatan toprağında değer görmeyi bekleyerek yattılar. Onların elbette Hakk huzurunda en değerli mertebedeler. Ama dünyadaki bizler için, uyanık kalmak, bu belalara yeniden düçar olamamak için mezar taşlarına, anıtlara, destanlara ihtiyacımız var. 2007 yılında abide ve etrafı düzenlemelerinin bitirildiğini kısa bir araştırma söyleyecektir size. Yardımlarla 1943' te başlatılan abide yapımı 1962 de ancak tamamlanmış, etrafı üzerindeki rölyefler için  zaman 2007'lere kadar uzamıştır.Fransız, Anzak şehitliklerinin 1919 sonrası hemen yapımına geçildiğini söylersem geçmişe sahip çıkma becerimiz ve geçmişten ders almadaki beceriksizliğimiz ortaya çıkar zaten.

Mehmet Akif Ersoy şiirini Çanakkale Savaşları sürerken uzaktan takipte, taaa ruhuna kadar hissederek yazmıştır bu şiiri. Zira o devirde 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a gönderilmişti. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propagandası ile mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı. Zafer haberini aldığında duyduğu büyük coşku ona bu şiiri yazdırmıştır.

Mehmet Akif Ersoy hakkında yazılanlara gömülün. Bir ruhu keşfedeceksiniz: İnanan, milletini dert edinmiş, samimi,… Hayatı önünüze serildiğinde eşlik eden tarihinizi öğreneceksiniz. Bir amaca bağlandığında bir kişilik önünüze serilecek.

İmam çocuğu olarak dünyaya gelip, çocukluğunun bir bölümünün geçtiği Çanakkale topraklarına bağlılığını anlayacaksınız. Baba kökeni Arnavutluğa, anne kökeni Buhara'ya uzanan geniş bir kültür yelpazesinin ürünü olduğunu göreceksiniz. Mülkiye İdadisi'nde okurken yanan evlerinin ve baba vefatının düşürdüğü yoksullukla Ziraat ve Baytar mektebine geçiş yaptığını böylece okul yıllarında başlayan edebiyat sevgisiyle, veteriner- şair kimliği ile hayatını devam ettirdiğine tanık olacaksınız. İnsan tanıması da bu görev sebebiyle şehir şehir gezmesinden. Bir de birincilikle bitirdiği okuldan sonra müfettiş olarak başladığından gezmelerde olduğunu belirtelim. Sonra bitirdiği okula edebiyat öğretmeni oluyor Mehmet Akif. İstanbul da yaşamak ona eserlerini okura ulaştırma imkanı da sunuyor. Balkan yenilgisi, Arnavut geçmişi de belki onu etkileyerek çok üzüyor. 1913 'te yurt savunmasına davet eden Beyazıt ve Fatih Cami kürsüsü konuşmaları devlet ile ters düşmesine sebep oluyor. Memuriyetten ayrılıyor. Bir Almanya seyahati var. İslam birliğini kurmak gibi bir amaca hizmet için, Almanlara esir düşmüş kamplarda Müslüman ve İngilizlerin, Fransızların yanında savaşan askerlerle ilgileniyor, bilgilendirme yapıyor. İstanbul'a dönüşünde 1916'da Arabistan'a bu defa İngilizlere karşı propoganda görevi ile gönderiliyor.1.Dünya savaşı dolayısıyla Çanakkale o zamanlar uzaktan sıkı takip ettiği kendi cephesinde mücadele ettiği yıllar… Arap diyarında İslam birliği hizmetleri genel olarak bu çalışmalar… Yayın ve bilgilendirme kapsamlı hizmetleri var. Kurtuluş Savaşı başladığında yer almak istiyor. Balıkesir'de vaaz ederken buluyoruz. İstanbul'da Mustafa Kemal'de davet alması üzerine Ankara'ya geçiyor.Ailesini de aldırıyor. Milletvekili olarak da çeşitli görevleri var.Taceddin Dergahı'na yerleşiyor. İstiklal Marşı yazımı bu sıralara rastlıyor. Ödül nedeniyle katılmadığını sonra ikna edildiğini biliyorsunuz. Ödülü de Hilal-i Ahmer'e bağışlıyor.Yani Kızılay'a…

Zengin değil Mehmet Âkif…Gönlü zenginlerden. Yakın arkadaşlarınınbirinin öldürülmesi haberi on u endişelendiriyor. Milletvekilliğinden ayrılıp gelen teklifi değerlendirerek Mısır'a gidiyor. Bir süre kışın Mısır'da yazın İstanbul'da geçiriyor. Onun gidişini Cumhuriyet'in kimi yenilikleriyle bağdaşamadığı yorumları olsa da yazan çizen birisi olarak hiçbir ifadesi ile bu delillendirilmiş değildir. Karşı olduğuna dair ya da desteğine dair bir beyanı yoktur. İslam ruhu ile kimliklenmiş bir kişinin yapılan her hamleye katılması zaten işin doğasına aykırıdır. Mutlaka muhalefet edeceği hususlar olmuş ama tepkisiz kalmayı seçmiştir.

Kur'an meali görevi de onun endişeleri ile gerçekleşmemiş 1932'de mukavelesini feshetmiştir.1925-1936 onun Mısır'da Türkçe ve edebiyat dersleri vermekle meşgul olduğu yıllardır.Hastalandığı 1936 yılında İstanbul'a döndükten altı ay sonra vefat ediyor. Emekli maaşından borcu mahsup edilerek kalan ailesine verilmiş. Çünkü iki ay alabilmiş o maaşı. Edirnekapı'daki mezarlığını yaptıran da ölümünden iki yıl sonra üniversiteli gençler…

Sekiz kitap halindeki eserleri günümüzde SAFAHAT adıyla tek eser olarak basılıyor. Bu eseri okumadan İslami düşüncenin milli değerlerle, halk sevgisiyle yoğrulmuş halini, gençlik ideallerinin ne olması gerektiğini, tarihi perspektiften geleceğe vizyon çizmeyi hakkıyla beceremeyiz!...

-----------------

KAYNAK:

Nurettin Topçu, Mehmet Âkif, Dergah Yayınları, İstanbul Kasım 2021,s.103

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/234614#:~:text=%C4%B0lk%20olarak%2C%2010%20Tem%20muz,diyaloglardan%20olu%C5%9Fan%20uzun%20bir%20metindir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_%C3%82kif_Ersoy

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87anakkale_%C5%9Eehitleri_An%C4%B1t%C4%B1

]]>
Sat, 19 Mar 2022 19:30:41 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
BARIŞ MANÇO https://edebiyatblog.com/baris-manco https://edebiyatblog.com/baris-manco Tue, 01 Feb 2022 14:02:13 +0300 Mehmetkvk ÖZDEMİR ASAF https://edebiyatblog.com/ozdemir-asaf https://edebiyatblog.com/ozdemir-asaf Fri, 28 Jan 2022 11:50:24 +0300 Mehmetkvk ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR ÖĞRETMEN https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-ogretmen https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-ogretmen ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR ÖĞRETMEN

Bugünkü zamana yolculukta,Kutsal bir görevi ifa eden,”EĞİTİM OLMADAN ÖĞRENİM OLMAZ”…İlkesi ile köy çocuklarının gönlünü fetheden,İlk heyecanını bir köy okulunda yaşayan genç öğretmen Fetih AĞIRBAŞ.Kendisi ile Eğitim ve Hayat üzerine güzel bir söyleşi gerçekleştirdim.

VAHAP:Fetih hocam,sizi tanıyabilir miyiz?

FETİH:Fetih AĞIRBAŞ.23 yaşındayım.Sivas’ın Gemerek ilçesinde doğdum.İlk öğrenimimi Gemerek’te bulunan Cumhuriyet İlkokulunda,İlkokuldan sonra ise;Cumhuriyet  Ortaokulunda bitirdim.Liseye kasabada bulunan yeni çubuk lisesinde başladım.Fakat!bazı olumsuzluklardan dolayı son sınıfta Kayseri  Fevzi  Çakmak Lisesinde lise öğrenimimi tamamladım.Üniversite eğitimimi  Nevşehir  Hacı Bektaş  Veli  Üniversitesinde tamamladım.Şuan doğup büyüdüğüm ilçemde öğretmen olarak görev yapmaktayım.Boş zamanlarımı kitap okuyarak,Kitap yazarak,Yürüyüş yaparak,Bisiklete binerek  geçiriyorum…

VAHAP:Çocukluğunuzda unutamadığınız bir anı bizimle paylaşır mısınız?

FETİH:Çocukluğumda unutamadığım ve beni derinden etkileyen bir anım vardı.Çocukken hep futbolcu  olmak isterdim.Çevrem tarafından da beğenilen bir oyun anlayışım olduğu söylenirdi.Her gün okul çıkışlarında maç yapar,eve yorgun giderdim.yine bir gün okul çıkışı eve yorgun gittim ve o gün ev ödevlerimi  yapmayı unuttum.Daha önceleri  ödevlerimi  yapmadığım hiç olmamıştı ve  bu benim için bir ilkti.Sınıf öğretmenim ödevimi yapmadığım için tüm sınıfı Beden eğitimi dersine çıkarmadı.Bana ceza olarak!Dışarıda top oynayanları pencereden izletmişti.Bu olay beni derinden üzmüş ve etkilemişti…Belki de!öğretmen olmamın ve işimi bu kadar severek yapmanın altında derinden yaşadığım bu üzüntünün de etkisi vardır.

VAHAP:Çocukluğunuzda yapmayı en çok sevdiğiniz şey neydi?

FETİH:Çocukluğumda yapmaktan en fazla hoşlandığım şey!Futbol oynamaktı.Kendimi ileride hep bir futbolcu olarak hayal ediyordum ama,Nasip olmadı.Her zaman inandığım bir şey var.Coğrafya insanın kaderidir…Sivas’ta bir kasabada değil de!İstanbul’da yaşasaydım belki şuan çocukken en çok istediğim şeyi  gerçekleştirmiş  olabilirdim.

VAHAP:İlk heyecanınızı bir köy okulunda yaşıyorsunuz.Bu size neler hissettiriyor?

FETİH:İlk heyecanımı bir köy okulunda yapmak olumlu ve olumsuz yönden çok fazla katkı sağladı bana.Köyün iklim şartı,köy halkı kalacak bir lojmanım bulunmaması(Okulda yatıyorum).Birleştirilmiş bir sınıfa ait olması ve okulda tek Öğretmen olarak görev yapmam beni oldukça zorluyordu.Fakat dört sınıfı bir arada görmek,seviyelerini bilmek,ayrı ayrı her seviyeye uygun ders anlatmak mesleki gelişim açısından bana oldukça katkı sağladı.Okulda tek öğretmen olduğum için Müdür de benim.Müdürün görevlerini,yazışmalarını,yazışmalara verilen cevapları vesaire… Bu sayede bir çok müdüre ait evrak işlerini de öğrenmiş oldum.

VAHAP:Köyde olmak,oradaki öğrencileri geleceğe hazırlamak daha doğrusu sınıf öğretmenliği yaparken köydeki kısıtlı imkana rağmen eğitmek çocukları anlatılmaz bir duygu olsa gerek…

Bu konuda neler söylemek  istersiniz?

FETİH:Köy öğretmeni olmak gerçekten zor bir iş.Gerek eğitimsel kaynak sıkıntıları,Gerek toplumsal ilişkiler öğretmenin motivasyonunu olumsuz etkiliyor.

Fakat;Ben bu yola çıktığımda amacım güzel okullarda öğretmenlik yapmak değil!Ortamı güzelleştiren bir öğretmen olmaktı.Her adımımı bilinçle attım.Bahaneler üretmek yerine çözüm ürettim.Olumsuzlukları,İmkansızlıkları öğrencilerimin lehine çevirmek için ek çaba sarf ettim ve etmeye devam de devam ediyorum.Bu Ülkeye kazandırılacak bir öğrenci bana tüm zorlukları unutturur…

VAHAP:Kutsal bir mesleği icra ediyorsunuz.Neden başka meslek değil de!Öğretmenliği seçtiniz?

FETİH:Bu mesleği seçmemdeki asıl amaç,Kötü öğretmenlere denk gelmiş nice öğrencilerden biri olmamdır.İlkokulum çok güzel geçmedi.En sevdiğim ders Matematikti.Hani her sınıfta soruyu yazmadan çözen öğrenciler olur ya!Bende onlardan birisiydim.Fakat;olumsuz öğretmen davranışlarından ötürü en sevdiğim ders öğretmenler yüzünden nefret ettiğim bir alana döndü.Ve hep şunu iddia ettim.Bir öğrenci eğer öğretmeni sevmezse!dersi  de sevmez…Bu yüzden de bir çok dersten öğretmenler yüzünden uzaklaştım ve uzaklaşanı da gördüm.Ben de o günden bu yana öğretmen olacağıma And  içtim.Ve elimden geldikçe de iyi olmaya çalışıyorum…Mesleğimin kutsallığının bilincinde olduğunu düşünüyorum.

VAHAP:Sizin şu sıralar kitap çalışmanızda var.Ne üzerine kitabınız?Bu konuda bir şeyler söyleyebilir misiniz?

FETİH:Evet yazmakta olduğum bir kitap çalışmam var.Lise yıllarından beri,tam bir polisiye roman tutkunu oldum.Polisiye kitapları okumayı ,heyecanı diri tutan romanları okurken hayal gücünün sınırlarını zorlamayı seviyorum.Bu tarz romanları fazla okuyunca içinizde kabaran bir hikaye kendiliğinden beliriveriyor.Kendinizi  yazmadan tutamıyorsunuz.Bende polisiye bir roman yazmaya başladım.Başlarda sadece içindekilerini aktarmak vasıtasıyla yazdım.Daha sonra birkaç arkadaşımla paylaşınca yazmakta ısrarcı olmam gerektiğini söylediler ve yazmaya devam ettim.Cinayet-Öğretmen-Polis üçgeninde bir kurgusu olan,sınırları zorlayan bir kurgusu olduğunu düşündüğüm romanımı bitirmeye çok yaklaştım.Yoğun ders sürecinde yazmaya biraz ara verdim.Fakat;tatili fırsata çevirerek yazmaya devam ediyorum…

VAHAP:”GENÇLER BİZİM GELECEĞİN MİRASÇILARI”.Gençler neden anlaşılmıyor?Nasıl anlaşılmalı?

FETİH:Gençler bu ülkenin nihai mirasçılarıdır.

Anlaşılmamasının tek nedeni!Empati yoksunluğudur…

Empatiden yoksun bir toplum olayları,durumları ve insanları doğru anlayamaz,Algılayamaz…Her birey gibi gençlerde refah bir hayat ve müreffeh bir yaşam istiyor.Bunun içinde ellerinden geleni yapıyorlar.Adaletin her şeyin üstünde olduğu,Bilim ve teknoloji dolu bir hayat diliyorlar ve hak ediyorlar… 

VAHAP:”YURDUMUN GÜZEL İNSANLARI EBEDİYETE KADAR EĞİTİM VAROLACAK”.

VAHAP:Sevginin azaldığı,Aşkın dillerden düşmediği bu zamanda sizin için hangisi ağır basıyor? Neden?

FETH:Sevgi ve Aşk çok kutsal ve özel duygulardır…Fakat;Günümüzde yanlış insanların elinde sıradanlaştırılmış.Her önüne gelene Aşık olduğunu iddia eden,sevdiğini söyleyen ayran gönüllü insanlar yüzünden ayaklar altına alınmış.Önemini kaybetmiş,güvenini yitirmiş kelimeler olarak algılanıyor…Aşk ve Sevgi ikisi de çok değerli ve güzel duygulardır…Ama!Burada önemli olan gerçek Aşk ve gerçek Sevgidir.Gibi yapan değil!Asıl olan üstündür.

VAHAP:Sevgiyi üç kelime ile özetler misiniz?

FETİH:Saygı,Güven ve Sadakattir…

VAHAP:Hayaliniz ne?

FETİH:Hayalim,Herkesin gıpta ile baktığı gençlerimizin yaşamaktan mutluluk duyduğu herkesin mutlu,huzurlu olduğu güzel bir ülkeye evrilmemiz…

VAHAP:Son olarak;Genç bir Öğretmen olarak bu mesleğe gönül vermiş,Bu mesleği  icra eden ya da bu yolda eğitim görüp,Öğretmen olmak isteyen genç arkadaşlara neler söylemek istersin?

FETİH:Bu mesleği tercih eden,Yapmak isteyenlere söyleyeceğim hiçbir şey kolay olmayacak.Size atanınca rahat edersin diyenlere aldanmayın.Her şey daha zor,Daha meşakkatli olacak.Bolca fedakarlık yapmanız gerekecek.Yeri gelecek zamanınızda,Yeri gelecek arkadaşlarınızdan,Yeri gelecek uykunuzdan,Yeri gelecek ailenizden…

Öğretmenliğin bir meslekten çok daha öte bir şey olduğunu hissedeceksiniz.Toplumda  belki gereken önem verilmeyecek,Belki insanlar sizi anlamayacak,Yolunuza taş koyacaklar…Ama!Asla pes etmeyin…Minik kalplere dokunacağınızı,Size hayran bakan,Işıltı ile bakan minikleri göreceksiniz ve motive olacaksınız…

Bu ülke eğitime gönül vermiş insanlar ile tekrardan şahlanacak.Vicdanlı,Duyarlı,Bilim ve İlim ışığında çocukları bizler yetiştireceğiz…

BİR ÖĞRETMEN BİR ÖĞRENCİYİ,BİR ÖĞRENCİ BİR  ÜLKEYİ DEĞİŞTİREBİLİR…

Bu kıvılcımı yakacak kişilerde bizleriz.Bu bilincimizi kaybetmezsek,her şey çok güzel olacak.İnanın,Sabredin ve umutlu olun…

VAHAP:Sevgili hocam Fetih AĞIRBAŞ.Bu güzel söyleşiye katılıp,ZAMANA YOLCULUK’a verdiğiniz samimi cevaplar için teşekkür ederim.Eğitim hayatınızda başarı dolu yıllar diliyorum…

FETİH:Bu güzel söyleşide bende olmaktan büyük bir onur duydum.Gençler için yaptığınız bu güzel çalışma için sizleri tebrik ederim.Bundan sonraki çalışmalarınızda başarı dolu yıllar diliyorum…

]]>
Thu, 27 Jan 2022 19:41:51 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Nazım Hikmet https://edebiyatblog.com/nazim-hikmet-1469 https://edebiyatblog.com/nazim-hikmet-1469 Sat, 15 Jan 2022 17:36:56 +0300 Mehmetkvk ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR MİLLİ SPORCU https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-milli-sporcu https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-milli-sporcu +

ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR  MİLLİ SPORCU

Bugünkü Zamana Yolculukta;Spor alanında ülkemizi en iyi şekilde temsil eden,Katıldığı her yarışmada derece alan,Güneydoğu’nun gururu Atletizm dalında başarı merdivenlerini çalışarak kazanan genç Milli Sporcu dostum Ömer ALKANOĞLU.Kendisiyle  spora  ve yaşama dair güzel bir söyleşi gerçekleştirdim…

VAHAP:Ömer ALKANOĞLU kendinden biraz bahseder misin?

ÖMER:1991 Mardin doğumluyum.8 çocuklu ailenin 6.çocuğuyum.İlk,orta okul eğitimimi Dumlupınar Okulunda,Liseyi Aziz Sancar’da okudum.Şimdiki adı ile Dumlupınar Üniversitesi Beden Eğitimi öğretmenliği mezunuyum.

VAHAP:Çocukluğunda yapmayı en çok sevdiğin şey neydi?

ÖMER:Çocukluğun verdiği heyecanla sokakta  oynayıp,koşmaktı.

VAHAP:Çocukluğunda unutamadığın bir anı bizimle paylaşır mısın?

ÖMER:Unutamadığım bir an,Okul arkadaşlarımla öğlen arasında sokakta ekmek  arası helva yerdik.

VAHAP:”Spor yap,Sağlıklı kal”.Atletizme ne zaman gönül verdin?Nasıl başladın?

ÖMER:Atletizm’e 2008 yılında Beden Eğitimi Öğretmenim sayesinde spora başladım.

Okullar arası yarışmada 2.oldum.

VAHAP:Her gün aksatmadan spor yapıyorsun ve merdivenleri kullanıyorsun bu alanda.Günde kaç saat koşuyorsun?Nasıl besleniyorsun?

ÖMER:Her gün yaklaşık 4 saat Antreman yapıyorum.2 saati yolda geçer.

3 öğün besleniyorum.Sebze-Meyve ağırlıklı  sağlıklı doğal besinler tüketiyorum.

VAHAP:Ailende senden başka spor ile uğraşan var mı?Ailede sporcu var mı?

ÖMER:Ağabeylerim daha önce futbol alanında koştular.Benim en küçük kardeşim Atletizm ile uğraşmakta.O da benim gibi Milli Sporcu.

VAHAP:Atletizm dalında hangi ödülleri kazandın?Kaç şehir ve Ülkede koştun?

ÖMER:Atletizmde 75-85 madalya kadar elde ettim.

Balkan Maraton

2.Kosova

Balkan yarı maraton üçüncülüğü  Karadağ

İtalya dağ kros Avrupa 3.Özel yarışmalar

Zagora Maratonu 1.

Bakü Maratonu 3.

Vesaire…

Yaklaşık 28 Ülkeye gittim.

VAHAP:Neden başka bir spor dalı değil de!Atletizm?

ÖMER:Derece elde ederken lise branşında öyle yönlendim.Tekvando yaptım ama,Atletizmde daha başarılıydım.

VAHAP:Spor denilince ilk akla gelen şey nedir?Hangi takım taraftarısın?

ÖMER:Spor denilince ilk akla gelen,Türkiye’de akşam gelen futbol.

Köklü bir yapıya sahip olan takım FENERBAHÇE.

VAHAP:Hayalin ne?

ÖMER:Çok hayal ettiğim şeyler oldu.Bunlardan biri Milli Takıma girmek.Ondan sonra Avrupa’da derece yapmaktı.Şuan hepsine sahip oldum.Şimdiki hayalim OLİMPİYATLAR…

VAHAP:Bundan 10 yıl sonra kendini nerede?Ne olarak görüyorsun?

ÖMER:10 Sene sonra idareci konumunda olacağımı düşünüyorum.Hayallerim ama,Hizmet adına,Ülkeme daha faydalı  bir birey olmak istiyorum.

VAHAP:Sevgiyi üç kelime ile özetler misin?

ÖMER:Hoşgörü,Hissiyat,Eylem…

VAHAP:Gezip görmek istediğin bir yer var mı?Neden?

ÖMER:Gezip görmek istediğim,Taç  Mahal var.Hem  kültürünü hem de Taç Mahal’ı merak  ediyorum.

VAHAP:Son olarak;genç bir sporcu ve atlet olarak,bu yolda hedefleri olan,bu sporu icra eden yada yapmak isteyen genç arkadaşlara neler söylemek istersin?

ÖMER:Gençlere mesajım:

Azmedin,Çalışın,Pes etmeyin.Bir gün elbet hedeflerinize ulaşacaksınız…Yeter ki inanın.

VAHAP:Çok kıymetli dostum Ömer ALKANOĞLU.Koşudan koşuya koştuğun,Zamanın en verimli döneminde bana zaman ayırıp,ZAMANA YOLCULUK’a konuk olduğun ve verdiğin samimi cevaplar için teşekkür ederim.

SPOR  hayatında başarı dolu,Kupalarla güzel yıllar diliyorum…

ÖMER:Bu güzel söyleşiye beni konuk edip,ZAMANA YOLCULUK’a çıkardığınız ve gençlere ses olduğunuz için teşekkür ederim.Bu güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim.

İlerleyen zamanlarda yüz yüze tekrardan görüşmek dileğiyle…

 

]]>
Fri, 14 Jan 2022 22:12:15 +0300 KUM SAATİ YAZARI
ZAMANA YOLCULUKTA MÜNİR ÖZKUL https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-munir-ozkul https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-munir-ozkul ZAMANA  YOLCULUKTA  MÜNİR  ÖZKUL

 Bugünkü  zamana   yolculuğun  konuğu ; Türk  sinemasının   unutulmaz  oyuncusu   ve   siması   güzel    karakterle   anılan  Mahmut  Hoca , gerçek   adı  ile  Münir    ÖZKUL ’u  konu  aldım. 

 15  Ağustos   1925  yılında  İstanbul’da   doğdu  .  İstanbul   Erkek   Lisesi  mezunudur  . Sanat    hayatına   henüz  lise  öğrencisi  iken , 1940  yılında  Bakırköy   Halkevinde   tiyatro  ile  başladı . Bir   süre   İstanbul   Üniversitesi   İktisat  Fakültesine   ve  Edebiyat  Fakültesinin  sanat   tarihi  bölümüne     devam  etti  .  1948  yılında  ses   tiyatrosunda  sahnelenen  “ Aşk   Köprüsü  “  oyunuyla   profesyonel     oldu . Sahne   aldığı   özel    tiyatrolarda  Sadri  Alışık  , Cahit  Irgat   ,  Nevin   Akkaya  , Şükran  Güngör    gibi   oyuncularla  çalıştı . Özkul  1950  yılından  itibaren  sinemada   rol  almaya  başlamıştır .  İlk    dönem   filmlerinden   dikkat   çekenleri   Edi  ile  Büdü  ,  Balıkçı  Güzeli   ve   Kalbimin  Şarkısıdır . En   bilinen  rollerinden  biri  onunla  özdeşleşen “  Hababam  Sınıfı “ serisindeki   Özel  Çamlıca  Lisesi’nin   tatlı  sert  müdür  yardımcısı  Kel Mahmut  tiplemesi  oldu  . 1978 yılında  yeniden   şehir     tiyatrolarına  döndü . Özkul ’un  kadrosunda  yer  aldığı  bu  dönemde  çekilen  kalabalık  kadrolu  aile    filmlerinden  bazıları  Mavi  Boncuk  , Bizim Aile  , Aile  Şerefi  , Gülen  Gözler  , Neşeli  Günler  ,   Gırgıriye  , Görgüsüzler  olarak  sayılabilir . Bu  filmlerin  büyük  kısmında  Adile  Naşit  ile  beraber    Türk  Sinemasının  unutulmaz   ikililerinden  birini  oluşturmuştur  .  

Kariyeri  boyunca  200’den  fazla  rol alan  Özkul  “Sev  Kardeşim “  filmindeki  oyunuyla  1972   Altın  Portakal  Film  Festivalinde  en iyi  erkek  oyuncu   ödülünü  kazandı . 1980 yılında  yapılan  bir    jübileyle  40 ‘ncı  sanat  yılı  1996 yılında da , Atatürk  Kültür  Merkezinde  gerçekleştirilen  gecede   55’nci  sanat  yılı kutlandı .  1998 yılında Kültür  Bakanlığı  tarafından  Münir  ÖZKUL ’a  devlet     sanatçısı  ünvanı  verildi . Hayatının büyük  bir  kısmını  alkolle  savaşarak   geçiren  Özkul  ,1990’lı    yılların  ortasında  alkolü  tamamen  bıraktı . 

 DEMANS   hastalığı   ile  yaşayan   ÖZKUL    2003  Yılından  bu   yana   evinden   dışarıya   çıkmaz   ve  kimse   ile   görüşmek    istememektedir  . Hastalığı  yüzünden   geçmişe   dair   bir  çok    şeyi   hatırlayamamakta   ve   ölen   arkadaşlarının  yaşadıklarını   sanmaktadır   . 

 Usta    oyuncu    ağabeyimiz   ,  hocamız    Münir    ÖZKUL  ,  kimi   zaman  bizleri    duygulandırdın   kimi   zamanda   düşünmeye   sevk  ettin  . Mahmut  Hocam  sen  gönlümüzde   hep    böyle   anılacaksın  seni   seviyoruz    …

 

]]>
Wed, 01 Dec 2021 22:13:15 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Şiir, hikaye, öykü https://edebiyatblog.com/siir-hikaye-oyku https://edebiyatblog.com/siir-hikaye-oyku Saygın olmak, 

Saygılı olmaktır. 

Ş. Özmert 

]]>
Sun, 28 Nov 2021 10:14:33 +0300 Şükran Ö.
ŞİİRSEL_SANAT https://edebiyatblog.com/siirsel_sanat https://edebiyatblog.com/siirsel_sanat Wed, 17 Nov 2021 23:34:31 +0300 Gülbeyaz Gürsoy 16 Kasım... https://edebiyatblog.com/16-kasim https://edebiyatblog.com/16-kasim Sezai Karakoç... Ölümsüz olan birine bugün öldü dediler yine ve yeniden... Ölmek dediler, yeniden doğuş dedim... Kaybettik dediler kalanları kazanın dedim... Ama şunu bilmediler, bilemediler asıl ölmek unutulmaktı ve bu büyük üstad ölmeyecek çünkü unutulmayacak.. Kitapları bizim hayat merdivenin de basacağımız basamağımız olacak.. Şiirleri ise gönlümüzün sesi... Rabb'im rahmet eylesin inşallah ☘️????

]]>
Tue, 16 Nov 2021 21:27:01 +0300 YağmurunKızı8
DR. JOE DİSPENZA https://edebiyatblog.com/dr-joe-dispenza https://edebiyatblog.com/dr-joe-dispenza Hayata ve kendine uyanmak. Anlam bulmak ve anlamlıca yaşamak.  Gelişmek, öğrenmek, geri dönmeden, en güzele anla yol almak. Yol alışlarda beynine bir ışık çakan ve kalbine lambayı yakan bir “USTA”  o.

 Kitaplarının ismi bile  tek cümleyle kendini sorgulatıyor. “KENDİNİZ OLMA ALIŞKANLIĞINI KIRMAK”  Muhteşem bir öğretici. Bilimsel olarakda bu işi bildiği için sebep-sonuç muama değil. Net ve anlaşılır.  Bütün kitapları Türkçeye çevrilmiş durumda.

 Dr Joe Dispenza, Fen Bilimleri Lisans derecesine sahiptir ve Kayropraktik Doktorudur. Yüksek lisans eğitimi, sinirbilim ve nöroplastisite, kantitatif elektroensefalogram (QEEG) ölçümleri, epigenetik, zihin-vücut tıbbı ve beyin / kalp uyumu alanlarını içerir. Bir araştırmacıdır aynı zamanda.   Kendini tanımak, mükemmelliğe yol almak istiyorsan kitaplarını okumak iyi olur. Türkçeye çevrilmiş bir çok youtube videosuda var. İzledikçe anlayacaksın ve bulacaksın eksiklerini iyileşmesi gereken acılarını. Kendin olmak ve sevmek ne demek kavrayacaksın. O bunu öyle güzel ve bilimsel anlatıyor ki. 

 Algı ve anlamak. Önce beyni tanımak gerek anlamak ve idrak için. DR. JOE Dispenza’nın kitaplarında beyninizi tanıyacak, alışkanlıklarınızın kökenine inecek ve kendinizi tanıma yolunda doğru yolu adımlayacaksınız. Araştırarak ve öğrenerek ilerlemek daha kalıcı ve uygulanabilir. 

 BU gün bir iyilik yap kendine ve başla kendin olmaya, gerçek “BEN” ‘ini bulmaya. Yolun açık olsun ve sevgiyle.

]]>
Sat, 13 Nov 2021 00:01:24 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
RESİMLERLE ATATÜRK 2 https://edebiyatblog.com/resimlerle-ataturk-2 https://edebiyatblog.com/resimlerle-ataturk-2 Wed, 10 Nov 2021 00:03:20 +0300 Gülbeyaz Gürsoy MUSTAFA KEMAL'İ SEVMEK https://edebiyatblog.com/mustafa-kemali-sevmek https://edebiyatblog.com/mustafa-kemali-sevmek     Geçmiş zamanlar, yorgun toprak, sömürge vatan,sessiz çığlıklar.Çarıklı yada çıplak çocuklar, yiğit analar va adamlar "Umutsuzluk yok, durmak yok" diyen koca yürekli Mustafa Kemal.  Nasıl bir inanca ve yüreğe sahipsin, nasıl bir ufukdur ki gözlerin attığın her adımda doğru çıktı öngörülerin.

    Seni anlamak , yaptıklarını durmadan anlatmak değil, özüne inebilmek, yaşantına , düşüncene yansıtabilmek. Her gelen kuşağı bu bilinçle yetiştirebilmek. 

   Düşündüğümde beni en çok üzen nedir? Biliyor musun?  Cepheden cepheye koşan, sürekli zorluklarla geçen ömründe , seni anlamak istemeyen kişilere üzülüyorum. Tamam! Sevmesinler, ondada değilim. Ne olur biraz saygılı olsa herkes sana ve seni sevene. 

      Bu vatan evladı yürüdüğü toprağın azametini, fikirlerinin ne anlama geldiğini, neyi ne sebeple yaptığını anladığı gün hissedecek seni. Ve o zaman anlam bulacak, çektiğin onca sıkıntılı ömrün izleri.

]]>
Wed, 10 Nov 2021 00:02:50 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
RESİMLERLE ATATÜRK 1 https://edebiyatblog.com/resimlerle-ataturk-1 https://edebiyatblog.com/resimlerle-ataturk-1 Tue, 09 Nov 2021 17:07:18 +0300 Gülbeyaz Gürsoy Kadın & Erkek https://edebiyatblog.com/kadin-erkek https://edebiyatblog.com/kadin-erkek

Kadın Olmak Nedir ? 
 
Kadın=Sevgidir. Kadınların erkeklerden beklediği, en çok ihtiyaç duyduğu şey sevgidir. Kadınlar, beynin duygusal merkezi olan sağ tarafı daha çok kullandıkları için, sevgi ihtiyaçları daha fazladır.
Minicik kız çocukları bile anne babanın yüz ifadelerini takip edip şirinlikler yaparlar ki daha fazla sevilebilmek için. Sevilen ve sevildiği hisseden kadınla yolculuk yapmak keyiflidir. Sevilmediğini düşünen kadın hırçındır, denizden daha dalgalıdır. Kaptan geminin selameti için yolcuyu sevgisiz bırakmamalıdır. Yolcuya ne kadar kızarsa kızsın, onu sevgiden mahrum ederek cezalandırmamalıdır.
 
Kadın=Duygudur. Kadınlar için duygular, gerçeklerden daha önemlidir. Bu yüzden duygularının dikkate alınmasını isterler. Kadınlar duygusal bir koca değil, duygularına saygılı olan koca isterler. Çok duygusal erkekler kadınları bir süre sonra bunaltır. Kadın, erkeğin onun duygularını dinlemesini ve anlamasını bekler. Yoksa erkeğin kendi duygularını uzun uzun anlatmasını değil. Kadınlar, kınanmadan ve suçlanmadan rahat rahat ağlayabilmek ister. Duygularını paylaşmak ister.
 
Kadın= Kelimedir. Kadınlar, hayat enerjilerini kelimelerle toplarlar. Tatlı sözler, iltifatlar, hoş hitaplar, kadınları güzelleştirir. Kırıcı sözler ve eleştiriler yaşam enerjilerini bozar. Kadınlar kelimelerle sevmek ve sevilmek isterler. Kelimeler kadınlar için önemlidir. Kadınlar sevildiklerini, güzel olduklarını, iyi olduklarını duymak isterler. Yaptıkları işin takdir edilmesini beklerler.
 
Kadın=Dildir. Erkek, kulak olursa ona, güzel bir uyum yakalamış olurlar. Kadınların çoğu zaman konuşalım demeleri bile “beni dinle” demektir. Konuşmak, yaşadıklarını sevdiği ile paylaşmak kadınların en büyük ihtiyacıdır. Erkeğin karısını dinlemek için mutlaka zaman ayırması gerekir. Bu ayırdığı zaman çok uzun bir zaman olmasa bile, bütün dikkati ile kadını dinliyorsa bu kadına  yeterli olur. Fakat erkek kadına kulağını vermezse, kadının dili bir yılana dönüşebilir. Bu da oldukça tehlikelidir.
 
Kadın=Tendir. Yumuşaktır ve yumuşak dokunuşları sever. Hoyratlıktan, acelecilikten hoşlanmaz.
Kadın yumuşak erkek istemez. Onu incitmeden sevecek, yumuşak dokunmayı bilen güçlü erkek ister.
 
Kadın=Gönüldür. Çabuk kırılır, azarlanmayı, cezalandırılmayı sevmez. Önemli bir konu olmadıkça erkeğin onun her işine karışmasını, eleştirmesini istemez. Erkek de zaten kadının ıvır zıvır işlerine karışıp, çok konuşup saygınlığını yitirmemelidir.
 
Kadın= Detaydır. Küçük şeyler kadınlar için önemlidir. Kadın için küçük bir şey yapmak “bunu senin için yaptım” demeniz onun için çok değerlidir. Bir çiçek, hoş bir mesaj, sevdiği bir şeyi almak, tatlı bir bakış, tebessüm, ona ayrılmış kısa da olsa özel bir zaman…
 
Kadın=Şefkattir. Şefkat göstermeyi de görmeyi de sever. Erkek, kadına şefkatli davrandığında kadın değerli olduğunu hisseder.
 
Kadın=Neşedir. Erkeğe saçma ya da gereksiz gelebilecek pek çok konu, kadın için eğlencedir. Bu neşeye erkek, arada bir dahil olursa, birlikte gülebildikleri kadar yolculukları keyifli olur. Kadının neşesi ile neşelenmek erkeği rahatlatır.
 
Kadın=Hayattır. Kadın, erkeğin hayatının her alanında olmak ister. Dümeni ele almaya çalışabilir. Bu da yolculuğu tehlikeye düşürür. İşte o zaman kaptanın mahareti ortaya çıkar. Hayatın neşesini söndürmeden, geminin dümenini elinde tutmayı bilmesi lâzım. Bunun için de yolcunun diğer özelliklerini göz önüne alarak onu dümenden uzaklaştırması gerekir.
 
Kadın=Candır. Erkeğin canına can da katabilir, canından can da çıkarabilir.
Bu yüzden kaptanların işi çok önemlidir. Günümüzde erkeklerin çoğu, ben bu evin yöneticiliğini nasıl yapacağım, karıma nasıl davranmam gerekir, diye çaba sarf etmiyorlar. Kadınlar üzerinde oynanan pek çok oyunlar sebebi ile kadınların kafası zaten karışık. Sevmek sevilmek istiyorlar; fakat nasıl davranacaklarını bilmiyorlar. Kadın hata yaptığında erkek hemen sevgisini keserek, küserek, araya buz duvarı örerek onu cezalandırmaya kalkarsa batan gemi çok olur.
Kadının bir yanlışı olduğunda iş yönetici olan erkeğe düşer. Şefkat ile kadına yaklaşıp, yaratılış özelliklerini ortaya çıkarmayı başarırsa, gemi selametle yoluna devam edebilir.
Erkekten sevgi alamayan kadın, hırsını; paradan, alışverişten, oradan buradan çıkarmaya çalışır. Bu yüzden erkek, daha fazla kazanayım, diye muhabbetten çalmamalıdır. Çünkü kazandığını kadın bir şekilde harcamayı başarır. Muhabbet varsa daha çok çalışmaya da gerek yok zaten. Muhabbet olan evde, bereket mutlaka vardır.
***
Yukarıdaki yazı Sema Maraşlı’nın haber 7 28.11.2011 tarihli yazısıdır.
 

 

“Erkek olmak” nedir? 

 

“Erkek olmak” biyolojik olarak erkek olarak doğmaktır.

Bu kadar mı?

Evet, geri kalan neredeyse her şey erkek olarak doğan bireylerin,  ataerkil yapının normları çevresinde “erkek olarak” kabul görme sürecine dayanır.

ERKEK DOĞMAK YETMEZ

 
Yani sadece erkek olarak doğdu diye, çoktan hazırlanmış bir paket programın içine doğuyor…
 
Evet, buna “toplumsal cinsiyet” diyoruz. Erkek, hayatı boyunca kabul görmek, dışlanmamak için yaşamının en mahrem alanlarına değin biçimlendirilmiş bir kurguyu yaşar.  Biyolojik olarak “erkek” doğmuştur ama “erkek olmak” adına performanslar sergilemezse erkek olarak kabul edilir mi?
“Erkek olmak” için yaşamak zorunda olduğunuz dönüm noktalarını sayar mısınız?
 
Türkiye özelinde sayabiliriz.
 
Evet.
 
Doğumu izleyen süreçte dilin öğrenilmesi, sünnet, ilk cinsel deneyim, zorunlu askerlik, para kazanmaya başlamak, evlenmek ve düğün, baba olmak ve yaşlı, sözü dinlenir bir erkek olmak...
 
Yani bunlar biyolojik gereklilikler değil, toplumsal koşulların ürünü, değil mi?

Elbette,  insanlar doğar, büyür, yaşlanır ve  ölürler. Yaşam sürecindeki bazı anların “yaşamın dönüm noktası” haline getirilmesi, toplumsal kurguların ürünüdür.
 
PERFORMANS KAYGISI YÜZÜNDEN CİNSELLİK ANLAMSIZLAŞIYOR
 
İlk cinsel deneyim?

İlk cinsel deneyim, doğallığından ve spontanlığından koparılır. Birçok erkek için su içmek, nefes almak gibi bir şey olmaktan çıkar ve travma haline gelir. Böylece cinsel deneyimler her iki tarafa da sınırlı cinsel haz veren, erkeğin partnerine yönelik aşağılama ve hatta şiddet içeren tutum ve eylemlerde bulunduğu bir alan haline gelir.

Ve böylece sürüp gider…

Birçok erkek, cinselliği kayda değer bir performans kaygısıyla yaşıyor. Özgür değil, içten değil, doğal değil. Seksi, “sürekli talepkar”, “sürekli başarılı” olunması gereken ve “erkek iktidarını” simgeleyen bir alan olarak değerlendiriyor. Bunun sonucunda da cinsellik “erkeklik performanslarının” gerçekleştiği, içi boşaltılmış ve partnerleri zenginleştirmek yerine iki tarafı da tüketen bir anlamsızlığa dönüşüyor.

CAN ALICI BİR SORUN: ATAERKİLLİK
 
Erkeklerin sorunu ne, neden sürekli problem çıkarıyorlar?
 
Erkeklerin değil, ataerkil erkekliklerin bir sorunu var. Yani sorun peniste değil, ona atfedilen tüm değerler sisteminde. Ataerkillik günümüzün en can alıcı sorunlarından biri.
 
Neden?
 
Çünkü ataerkillik, erkeklerin egemenliği adına kadınlar ve LGBTQI’lere yönelik ayrımcılık yapılmasına, onların baskı görmelerine, hukuktan siyasete her alanda cinsiyetler arasında eşitsizlik yaşanmasına, kadınların ev içi alana hapsedilmesine, cinsiyet temelli şiddet, taciz, tecavüz, cinayetlerin yaşanmasına, homofobiye ve transfobiye… Daha saymamı ister misin?

Yeterli.
 
Erkek olmak zor ve tehlikeli çünkü erkek olmak için erkek olarak doğmak yetmez, “erkek olmak” gerekir. Yaşam boyu, erkekliği defalarca, bitmek bilmeyen performanslarla kanıtlamak ve yeniden kurmak gerekir, böyle beklenir.
 
DUYGULARINI TANIMAZ, İFADE EDEMEZ
 
Ne yaşıyorsunuz o süreçte?

Erkek olduğunu göstermek için türlü pratikler… Ağlamaz, “kahraman olmak” adına  gerçekten inanmadıkları birçok şey yapar. Kavga eder, savaşa gider. “Ailenin reisi, evin erkeği”dir. Kadınlıkla ilişkilendirilen her şeyden uzak durmak zorunda olduğunu düşünür. Kadınlarla rahat ve doğal bir biçimde ilişkiye girmekten korkar. Yemek yapmayı, yaşadığı yerin temizliğini yapmayı, kendine, çocuklara ve yaşlılara bakmayı bilmez. Sevgilerini göstermeyi beceremez. Duygularını tanımaz ve bu nedenle de duygularını ifade etmekten acizdir. “Milli olmak” stresiyle boğuşur. Performans kaygısından sınırlı bir biçimde cinsel doyum yaşar.
 
Çok mutsuz olmalısınız…
 

Evet, tüm bunlardan da önemlisi, erkek egemenliği adına kadınları ve queer’leri ezer ve mutsuz yaşamlar sürerler. Çocuklarına şefkat göstermekten aciz olduklarını hissedip öfke patlamaları yaşarlar. Coşkularını ifade etmeyi beceremez ve silaha sarılırlar. Eşleriyle sorun yaşadıklarında incinmişliklerini gizlerler. Üstelik tüm bunların sonucunda yaşamlarının ilerleyen yıllarını büyük bir hayal kırıklığı ve pişmanlıkla geçirirler.
 
Röportaja başlamadan önce dün “Erkek ayrıcalıkları kontrol testi” yaptık. Neden önemliydi bu?

 
Erkekler, insanlığın doğası gereği ezelden beri ayrıcalıklı olduğu yanılsamasıyla toplumun şımarttığı çocuklar veya mutlak iktidara sahip krallar gibi yaşarlar.

Oysa gerçekte?
 
Gerçekte erkek ayrıcalıkları, erkeklerin de farkında olmasalar da, toplumsal iktidardan pay alabilmek için erken yaşlardan itibaren duygularına, kendilerine ve diğer insanlara yabancılaşmaları sonucunda derin sorunlar yaşamalarına ve yaşatmalarına yol açıyor.

ATAERKİLLİK ORTADAN KALDIRILMALI
 
Çözüm nedir?
 
Ataerkilliğin ortadan kaldırılması gereklidir.
 
Kolay olmasa gerek.
 
Elbette zor ama imkânsız değil. Ataerkillik, kadınlar kadar olmasa da, erkeklere de zarar veriyor. Bu zarar, diğerlerine verdikleri zararla kıyaslanınca önemsizmiş gibi görünebilir. Ancak erkekte oluşan tahribat da ciddi bir boyutta.
 
Nasıl bir tahribat?

“Erkek olmak” adına psikolojik ve fizyolojik sağlıklarını yitiriyorlar. En basitinden “kahraman erkekler” olabilmek adına cesaret gösterileri ve kavgalarda yaralanıyor, savaşlarda ölüyorlar. Duygularına yabancılaşıyor, mutsuz, narsisist, sağlıksız beslenen, çabuk ölen kişiler haline geliyorlar. Kısacası erkekler kazanıyormuş gibi göründükleri bir oyunun kaybedenleri konumuna düşüyorlar.
 
Bu durumu değiştirmek için öncelikle ne gerekiyor?
 
Öncelikle ataerkil anlamda “erkek olmak” istemeyen ve erkekliğin sınırlarını toplumsal cinsiyet eşitliği doğrultusunda yeniden kurmak isteyenlerin artması ve etkin olması gerek.
 
“Erkek olmak istemeyen” ne demek?
 
Ataerkil anlamda “erkek olmak” istemeyen... Erkeklik ezeli, ebedi ve evrensel değildir. Zaman içinde, toplumlara ve kültürlere göre değişir. Erkekliklerin zaman ve mekan içinde farklılık gösteriyor olması, onların değişme potansiyelinin olduğunu gösteriyor. Erkekler bu yönde çaba ve irade gösterdikleri takdirde, toplumsal cinsiyet eşitliği doğrultusunda değişmeleri mümkün.

Erkeklik evrensel ve ebedi değilse,  “erkeğin doğası”ndan da bahsedemeyiz değil mi?

Erkekler ve kadınlar arasındaki biyolojik ve kalıtımdan gelen farklılıklar kadarıyla bir “doğa”dan bahsedebiliriz. Bu da, toplumsal olarak kurgulananlara oranla son derece önemsiz bir fark. Ancak doğanın erkeklere güçlülük, mertlik, cesaret, dayanıklılık ve hatta kadınlar üzerinde üstün olma hakkı bahşettiğini söylemek yalnızca ataerkil söyleme ait bir iddia. Ataerkillik erkeğin doğası değil, erkeklerin öğrendikleri ve dışlanmamak adına kendi olmaktan vazgeçerek satın aldıkları, tarihsel ve toplumsal bir ürün.

ALMANYA 7 GOL ATINCA...
 
Ataerkil olmayan başka erkek olma halleri  mümkün mü?

Mümkün ve üstelik ataerkil kodlardan sıyrılmış ve kendi olmayı başarmış erkek olma hali, sağlıklı bir erkek olma halinin ortaya çıkması potansiyelini barındırır.
 
Ne yapmalı yani adam? Somutlaştıralım, siz ne yapıyorsunuz mesela?
 
Almanya 7 gol atınca, “Brezilya’ya tecavüz etti” demeyecek.
Küfür ederken “ananı…” diye başlamayacak.
Bulaşıkları, karısına jest olsun diye değil, karısı kadar onun da görevi olduğu için yıkayacak.
Trafikte sürücü hatalı bir harekette bulunduğunda, bunu onun kadın olmasına değil, kötü şöfor olmasına bağlayacak.
Çocuğunu dövmeyecek.
Karısını öldürmeyecek.
Yolda gördüğü transı aşağılamayacak.
Mini etekli kadını taciz etmeyecek.
Kadını “namusu” olarak değil, birey olarak görecek.

Gayet net ve basit: Erkek olmanın başka cinsel kimliklerden daha üstün olmak anlamına gelmediğini anlayacak.
 
 Evet, bu kadar net ama basit değil.
 
KADINLAR, MÜCADELE İÇİN STRATEJİ GELİŞTİRİYOR
 
Peki ya kadınlar? Mesela cinselliğini kullanarak patronuna istediğini yaptıran kadın da, erkek egemen sistemden yararlanmış olmuyor mu?

Kadınlar, erkek egemen sistemle mücadele etmek için kimi stratejiler geliştiriyor ve cinselliğini ön plana çıkarmak da bunlardan biri olabilir. Bu bir mücadele yöntemi…Toplumsal örgütlenmeden ne salt erkekler sorumlu, ne de ataerkil örgütlenmeden yarar sağlayan yegane grup erkekler. Kadınlar ve queer’ler de toplumsal ilişkilerde ataerkil söyleme başvurabiliyor ve böylece ondan pay alıyor.
 
Nasıl?

Bazı kadınların toplumda söz sahibi olabilmek için “erkeksi” davranır. Bazıları ise aşırı kadınsı davranır, ki bunların ikisi benzer işleve sahiptir.  Erkeklerin toplumsal üstünlüğü iddiasını çocuklarına aktarmaları, bazı queer’lerin heteroseksist dili benimsemesi, militarizmi savunması ve hatta homofobik ve transfobik olmaları… Yani toplumsal ilişkilerde erkek hegemonyası, çoğunluğun katkısıyla kuruluyor.
 
Erkek hegemonyası hayatı herkes için çok zorlaştırıyor!
 
Ve eksiltiyor… Ataerkil erkeklikler, eksik bir biçimde yaşamanın ta kendisidir. Değişebilir, değişmelidir.

 

 

 1. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Konferansı, 11-13 Eylül 2014’de İzmir, Tepekule’de yapılan Türkiye’nin ilk uluslararası hakemli bilimsel kongresinde Dr. Mehmet Bozok’un kaleminden erkek nedir ?

 

 

]]>
Thu, 12 Aug 2021 17:15:04 +0300 Okyanus
BİZİM YUNUS https://edebiyatblog.com/bizim-yunus https://edebiyatblog.com/bizim-yunus HAYATI VE KİŞİLİĞİ:

Nereli olduğu, nerede ve kimin yanında tahsil gördüğü, nerelerde bulunduğu hususunda kesin bir bilgi yoktur. Bu konulara ışık tutabilecek tek belge 'Bektaşi Velâyetnâmesi'dir.

Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğduğu belirtilmektedir. Ancak, çok sevildiği için bütün Anadolu'da; Bursa, Erzurum, Karaman, Keçiborlu, Aksaray, Sivas ve Sarıköy gibi birçok yerde mezarı bulunmaktadır. Kesin olan tek şey; bir Türkmen köylüsü olduğudur.

Yine bu belgelerden ve şiirlerinden anlaşıldığına göre, Mevlana Hazretleri ile görüşmüş, sohbetinde bulunmuş, Hacı Bektaş-ı Velî tarafından Taptuk Emre'ye gönderilmiş olması ile 1240-1322 yılları arasında yaşadığı ve 82 yaşında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Mevlana Hazretlerinin vefat tarihi olan 1273 yılında 33 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. (Kaynak: Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndeki 7912 no'lu mecmuada bulunan kayıtlar.)

* *

Yunus her şeyden önce bir 'Arif-i Rabbanî' dir. Hayatı boyunca boş ve malayanî sözlerden, süsten, gösterişten, dünya ve içindeki fanilerden mümkün olduğunca uzak duran bir derviştir. O bir 'Kâşifü'l Kubûr' ehlidir. Yani, kabirdekilerin hallerinden haberdar olan.. Bu ise velâyetin ilk adımı sayılmaktadır.

'Lezzetleri yıkan ölümü çok zikrediniz!' Hadis-i Şerif'inin manasını anlayan Yunus, ölümden ve ölüm ötesi gerçeklerden söz eder:

'Ey yarenler, ey gardaşlar!

Korkarım ben ölem deyü.

Öldüğüme gayırmazam;

Ettiğimi bulam deyü.'

Hatta; hiç ölüm kelimesini zikretmeden:

'Yunus der ki: Bak takdirin işleri,

Dökülmüştür kirpikleri, kaşları.

Başları ucunda hece taşları;

Ne söylerler, ne bir haber verirler.'

'Ben bir kitap okudum, kalem onu yazmadı..' mısraından anlaşılacağı gibi, kâinata bir kitap gözüyle bakmakta ve bu kitabı satır satır okumaktadır. Kudret kalemiyle, tabiat kitabında yazılan her şey Yunus'a göre bir Ayet'tir. 'Bütün varlık Allah'ı zikir ve tesbih etmektedir.' (İsra Suresi 44. Ayet)

TASAVVUFÎ DÜŞÜNCELERİ:

Yunus; tasavvuf düşüncesindeki 'Vahdet-ül Vücûd' meşrebindendir. Bu meşrebe göre, Allah Mutlak Varlık'tır. Her şeyde bir mutlak hayır ve mutlak güzellik vardır. Yokluk, çirkinlik ve kötülüğün hakiki varlıkları yoktur. Eşya; Allah'ı gösteren âyinelerden (aynalar) ibarettir. Dolaysıyla, Allah'ın dışında varlık yoktur. Var zannedilen varlık, hayalîdir.

Bu meşrebe bağlı olanlar 'La mevcûde illâ hû' veya 'Lâ meşhûde illâ hû' derler. Yani 'Allah'tan başka varlık yoktur' veya 'Allah'tan başka bir şey görünmüyor' diyebilirler. Yunus bazen;

'Şeriat edebinden korkaram söylemeye,

Yoğ ise söyler idim daha ayruksı haber..' diyerek daha fazla hakikatleri ifşâ edemediğini belirtmektedir.

Amma, bir zaman gelip de;

'Rahîm benem, Rahman benem,

Ol Kadir-i Mutlak benem.' diyebilmektedir. Bu söz 'Ene'l Hak' mesâbesidir.

* *

YUNUS BİR OZAN MIDIR? ELBETTE HAYIR!

Ozan; sözünü saz ile söyleyen kimsedir. Yunus ise, Allah'ın Cemâli'ne âşık bir şairdir. Başka bir tanımla 'Hak Âşığı'dır. O'na göre aşk iki türlüdür. Aşk-ı Hakikî ve Aşk-ı Mecazî.

Şiirlerinde genellikle İslam Dini esasları, ölüm ve metafizik, tabiat ve hikmet'i konu edinir. Bu nedenle Yunus; İslâm'ın ermişlerce yorumu olan 'Tasavvuf Ahlâkı'nı yaymaya çalışan bir İslâm şairidir. İslâm'ı sade, kolay ama güçlü ve etkili deyişlerle halka yaymayı hedefleyen bir 'Velî' ve bu yönüyle de büyük bir İslâm Davetçisi'dir

Yunus bütün bu yönleriyle her elli yılda bir yeniden keşfedilmeye çalışılan amma, hakkındaki bilgiler yetersiz olduğu için hâlâ tam bilinemeyen büyük bir şahsiyettir. Belki bu da Allah'ın bir Hikmet-i İlâhi'sidir ki, bir yandan o araştırılıp yâd edilirken, bir yandan şiirleri yeni nesilleri irşâd etmeye devam etmektedir.

Yunus basit çekişmeleri sevmez.. 'Ben gelmedim davî için, benim işim sevi için' diyerek hayat düsturunu ifade eder. O, Allah'ın yarattığı her şeye sevgi ve merhametle bakmayı dile getirir. 'Yaradılmışı hoş gördük, Yaradan'dan ötürü' diyerek insanların ve kâinatın iyi yönlerini görmeyi telkin eder. O, insanları değerlendirirken daima (kalb) ten hareket eder ve der ki: 'Dost'tan artık kimse bilmez, kâfir- Müslüman kimdiğin..'

Kalbi Allah'ın tahtı ve nazargâhı olarak değerlendirerek; gönül yıkmayı, iki cihânın da en kötü olayı olarak görür.

'Gönül Çalab'ın tahtı,

Çalab gönüle baktı.

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise.'

Yunus, bazı dervişlerde görülen tarikat taassubundan uzak, bütün insanlığı kucaklayan bir düşünce yapısına sahiptir. Ve;

'Dervişlik dedikleri

Hırka ile taç değil;

Gönlün derviş eyleyen,

Hırkaya muhtaç değil' demektir.

Yunus Allah Aşkı'nı kalbine öylesine yerleştirmiştir ki, Rabbi'ne olan yakınlığı dışında dünyevî ve uhrevî hiçbir nimet ve zevke aldırış etmez. Ona göre:

'Âşık ol kişidir bu dünya malın,

Âhiret korkusun bir çöpe saymaz.'

Bir başka deyişle de;

'Cennet, Cennet dedikleri;

Birkaç köşkle, birkaç Hurî.

İsteyene ver onları;

Bana seni gerek, seni' sözleri, bu düşüncelerinin ifadesidir.

Yunus'u Yunus yapan, O2nu asırlardır gönlümüzde yaşatan şey; almış olduğu yüksek tasavvuf kültürü içinde her hâliyle 'Vahdet' in sırrına ermiş ve bu yolda fanî olmuş büyük bir sufî olmasının yanında, yazmış olduğu son derece sade, akıcı ve İlahî Hikmet'leri terennüm eden şiirleriyle âdeta Hakk'ın Kelâmı'nın bir tercümânı olmasıdır.

ŞAHSİ DÜŞÜNCELERİM:

Derler ki; Molla Kasım'ın Yunus'u sigaya çekmesi boşa değildir. Bunda da büyük bir hikmet vardır. Bilindiği gibi, Molla Kasım Yunus'un şiirleri eline geçince okumaya başlamış, bazılarının şeriata aykırı olduğunu ileri sürerek yakmış, kimini parçalayıp suya atmış, bir kısmını da beğenerek elinde tutmuştu..

Bu olayın manevî yönünden şöyle bahsedilir:

'Yakılan şiirlerinin dumanı yükselerek gökteki maddi ve manevî varlıklara; suya atılan şiirleri sudaki tüm canlılara ve nihayet elinde kalanlar da yeryüzünde yaşayan varlıklara ulaşmıştır. Vesileyle canlı-cansız tüm varlıklar bu şiirlerin feyiz ve hikmetinden istifade etmişler ve etmektedirler.'

Yunus Emre yaşadığı çağa rağmen, 'Öz Türkçe' şiirler yazarak aslında Türk Edebiyatı'na da büyük hizmetler vermiştir.

Tüm Anadolu anladığı dilden yazılan bu şiirleri benimsedi. Yüzlerce yıldır dilden dile, gönülden gönüle ve hatta ülkeden ülkeye dağıldı ve günümüze kadar geldi. Dinlediğimiz hangi 'ilahi' vardır ki, Yunus mahlası geçmesin? Bizi etkileyen, gönül telimizi titreten hangi manevî şiir vardır ki, Yunus'un olmasın?

O büyük bir şair, sabırlı bir derviş, kendi müritlerine değil (belki de) tüm insanlığa 'Mürşid' idi. Bir 'Gönül Sultanı' idi.

Hiçbir yazı, hiçbir ifade O'nu anlatmaya yetmeyecek belki..

Artık bütün dünya Yunus'u ve Yunus'un hayat felsefesini mercek altına almış, kendi dizelerinin ifadesiyle ölümsüzlüğe doğru uzanmıştır:

'Yunus öldü diye salâ verirler;

Ölen hayvân imiş, âşıklar ölmez!'

Esat ANIK

NOT: BU İNCELEME YAZISI KAPADOKYA NESİR YARIŞMASINDA 2. LİK ÖDÜLÜ ALMIŞTIR.

]]>
Tue, 27 Jul 2021 21:46:23 +0300 Esat ANIK
Nazım Hikmet https://edebiyatblog.com/nazim-hikmet https://edebiyatblog.com/nazim-hikmet  Nâzım Hikmet Ran (15 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963), daha çok Nâzım Hikmet olarak bilinen Türk şair, oyun yazarı, romancı, anı yazarı. "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanımlanır. Siyasi inançları yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.

 Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.

 Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nâzım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı. 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal olundu. Mezarı Moskova'da bulunmaktadır...

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey

Dünyanın en güzel sesinden

En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey

Fakat artık ümit yetmiyor bana,

Ben artık şarkı dinlemek değil

Şarkı söylemek istiyorum…”

]]>
Sat, 19 Jun 2021 22:27:17 +0300 Öykü
Agatha Christie https://edebiyatblog.com/agatha-christie https://edebiyatblog.com/agatha-christie  Agatha Christie 5 Eylül 1890 yılında Devon’da dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda annesi tarafından yazması için cesaretlendirilmiş, Paris’e piyano ve şan dersi alması için bir okula gönderilmiştir. 

 24 yaşındayken bir doktor ile evlenmiş ve Fransa’ya yerleşmiştir. Burada yaşadığı dönemlerde devamlı dedektif romanları okuyarak daha iyisini yazacağını düşünmüş ve kalemi eline almıştır. 113 dile çevrilen dünyanın en bilinen polisiye kitaplarını yazmıştır.

 Agatha Christie dünya edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur. Hercule Poirot isimli dedektif karakteri tüm dünyada çok sevilmiştir. Edebiyatta ilk kadın dedektif Miss Marple’ın da yaratıcısıdır.İkinci eşi arkeolog olduğu için dünyanın birçok yerini gezme fırsatı bulmuştur. Polisiye romanların önemli kadın yazarlarından olan Agatha Christie dünya edebiyatına oluşturduğu karakterlerle yön vermiştir. 

 Yaşamının büyük kısmını yazarlık yaparak geçirmiştir. Bir dönem tarzını değiştirerek romantik tarzda romanlar da kaleme almıştır. 

 1926 yılında 11 gün boyunca ortadan kaybolmuş arabasının bir göl kenarında bulunması ile ortaya çıkmış bu konu hakkında açıklama yapmadan normal yaşamına tekrar geri dönmüştür.

 Oldukça ilginç yanları olan yazar Shakespeare ve İncil’den sonra kitapları en çok satılan yazar olmuştur.

 İngiltere’de yaşamının son yıllarında en yüksek düzey onur unvanına layık görülmüştür. 12 Ocak 1976 yılında yaşamını yitirmiştir.

]]>
Tue, 15 Jun 2021 17:58:07 +0300 Öykü
Jane AUSTEN https://edebiyatblog.com/jane-austen https://edebiyatblog.com/jane-austen  Jane Austen 16 Aralık 1775 yılında Hampshire’da bir papazın yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi.Babası tarafından ilk eğitimi verildi ve o dönemdeki kadınlardan çok şanslıydı. Papaz olan babası evlerinin ahırını yaz tatillerinde ailelerin oyunlar sahnelenebileceği küçük bir tiyatroya çevirdi.Jane Austen 12 yaşında kendi hikâyelerini yazıyordu. İlk romanını ise ancak 25 yıl sonra yayınlatabildi.Kadınlar için bir okul olan Abbey okulunda okumuştur. 1802 yılında garip biri tarafından evlenme teklifi almış olsa da kabul etmez.

 Baabasının ölümünden sonra 1809 yılında Chawton’a kardeşinin yanına taşınır. Bu ev günümüzde müze haline getirilmiştir.Jane Austen’e ait romanlar günümüzde popüler klasikler arasında yer alır. Kitaplarında insanların zaaflarını zarif bir mizah ile işlemiştir.Romanlarındaki kahramanların hepsi kadın olmakla birlikte mutlu bir evlilik ile romanları sonlanmaktadır.

 İlk romanı olan Aşk ve Yaşam daha sonra Gurur ve Ön Yargı, Mansfield Parkı sırası ile yayınlanmıştır. Jane Austen’in ölümünden sonra İkna ve Northanger Manastırı yayınlanmıştır.

 Yazarın tüm romanları sinema ya da televizyona uyarlanmıştır. Yaşamı boyunca hiç evlenmeyen yazar 8 Haziran 1817 yılında göğüs kanserinden dolayı yaşama veda etti...

]]>
Mon, 07 Jun 2021 17:56:14 +0300 Öykü
William Shakespeare https://edebiyatblog.com/william-shakespeare https://edebiyatblog.com/william-shakespeare

   Dünyaca ünlü İngiliz yazar William Shakespeare Nisan 1564 yılında İngiltere’de doğmuştur. John Shakespaere’nin üç oğlundan biridir. Babası tüccar olduğu için maddi durumu iyidir. Bu nedenle eğitim dili Latince olan bir okulda eğitim görmüştür. Bu okulda Roma edebiyatı klasikleri eğitimi aldığı için üniversiteye gitmemiştir. William Shakespeare 18 yaşındayken kendisinden 8 yaş büyük olan Anne Hathaway ile evlenmiştir. Bu evlilikten 3 çocuğu dünyaya gelmiştir. Yazdığı eserler sayesinde hatırı sayılır gelir elde etmiştir. Gelirlerini emlak üzerinden değerlendirmiştir. Böylece kısa sürede emlak zenginleri arasına girmeyi başarmıştır.William Shakespeare dünyada gelmiş geçmiş en iyi oyun yazarı olarak bilinir. Venns and Adonis ile The Rape of Lucrece’de büyük ustalığını ve zengin düş gücünü koymuştur. 1609 yılında yayımladığı The Sonnets Türkçe adıyla Soneler ya da Tüm Soneler ile ise artık tamamiyle ünlü bir yazar olmuştur.Şiirlerinde normal insan yaşantısına yakın sakin bir hava yaratmıştır. Düş kırıklığı, ayrılık, endişe, yabancılaşma ve başarısızlık gibi duyguları işlemiştir.William Shakespeare sadece Elizabeth döneminin değil tüm dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyun yazarı olarak bilinir. Oyunları çeşitli dillere çevrilmiş ve dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelenmiştir. insan doğasındaki her türlü duyguyu ve çatışmayı hafızalara kazınacak sözcük ve imgelerle yansıtmıştır. İlk oyunları tarihsel oyun, komedi, intikam ve romantik trajedi türlerindendir. Oyun konularının çoğunu İngiliz tarihinden almıştır. İlk tarihsel oyununu derinliği olmayan karakterlerden seçmiştir. Daha sonraki oyunlarında ise derinliği olan karakterler seçmiştir.William Shakespeare büyük bir ironi ustasıdır. İnsan davranışlarını dramatik bir yöntemle sorgulamıştır. Çeşitli etkileşimler ve bunların doğurduğu sonuçları ortaya koymak onun için amaçtır.

  William Shakespeare birçok oyununun öyküsünü kendi yaratmamıştır. Onun özgünlüğü kaynak olarak aldığı ögelerin tiyatroyla uyumsuz olan yönlerini ayıklamasından ve kısaca değinilen tiplerin inandırıcılığını artırarak geliştirmesinden kaynaklanmaktadır. Oyunlarında ayrıca yeni karakterler yaratmış ve kaynak olarak aldığı ögelerin kurgusunu değiştirmiştir. Diyalogları oldukça yoğundur ve oyunları geniş felsefi yaklaşımlarla yazılmıştır. William Shakespeare oyunlarını sahnelenmek için yazmıştır. Sözcük ve imgeleri, ses, ritim ve ölçü kullanımı, satır vurgusu, düzeni ve lirikliği birçok okuyucunun büyülenmesini sağlamıştır. William Shakespeare yetersiz eğitim görmesine rağmen yazdığı yapıtlar sayesinde büyük bir edebiyatçı olduğunu kanıtlamıştır. Bu sayede dünyanın en iyi edebiyatçıları arasında yerini almıştır.

   William Shakespeare son günlerini Stratford’da geçirmiştir. İngiltere’nin ulusal şairi ve Avon’un Ozanı olarak anılan ünlü şair 23 Nisan 1616 yılında Stratford’da hayatını kaybetmiştir.

]]>
Mon, 24 May 2021 15:45:53 +0300 Öykü
İnci YILMAZ ŞİMŞEK Kitapları 2. Baskısı ile Okuyucu Karşısına Çıktı https://edebiyatblog.com/inci-yilmaz-simsek-kitaplari-2-baskisi-ile-okuyucu-karsisina-cikti https://edebiyatblog.com/inci-yilmaz-simsek-kitaplari-2-baskisi-ile-okuyucu-karsisina-cikti İnci YILMAZ ŞİMŞEK;

 12. Kaygusuz Abdal Şiir ve Öykü Yarışması’nda dereceye giren yazar İnci YILMAZ ŞİMŞEK kitapları 2. baskıya girdi. Şen Yuva ve Kayıtsız Kimlikler kitapları ikinci baskıları ile raflardaki yerini aldı.

 

Ülkenin en prestijli dergilerinden biri olan hakemli kültür ve sanat dergisi Güncel Sanatlar Dergisi’nin Türkiye genelinde her yıl geleneksel olarak düzenlediği 12. Kaygusuz Abdal Şiir ve Öykü Yarışması’nda dereceye giren öykü ödüllü yazar İnci YILMAZ ŞİMŞEK başarıdan başarıya koşuyor. Bu sefer de Gülnar Yayınları tarafından yayınlanan Şen Yuva adlı öykü kitabı ve Kayıtsız Kimlikler romanı 2. baskısı ile okuyucu karşısına çıktı. Şen Yuva adlı öykü kitabının kapak tasarımını grafik tasarım sanatçısı Gönül Yılmaz yaptı. Kayıtsız Kimlikler adlı romanın kapak tasarımını ise dijital tasarım sanatçısı Fatma Taşlı yaptı. 

“HÜKÜMSÜZ KİMLİKLER”, “ÖLÜMÜNE AŞK”, “ÖĞRETMENLER İÇİN YARATICI YAZARLIK EL KİTABI” ve “ŞEN YUVA” ve “KAYITSIZ KİMLİKLER” kitaplarının yazarı olan ödüllü yazar İnci YILMAZ ŞİMŞEK’İN “ŞEN YUVA” ve “KAYITSIZ KİMLİKLER” kitapları 2. baskıya geçti.  İnci Yılmaz ŞİMŞEK’İN son romanı olan KAYITSIZ KİMLİKLER isimli mülteci romanı çıktığı ilk günden itibaren sosyal medyada, yerel ve ulusal basında büyük ilgi gördü. KAYITSIZ KİMLİKLER romanı ile ilgili haberler basında geniş yer aldı. Bunun akabinde Gülnar yayınlarından çıkan son iki kitabı 2. Baskı ile okuyucu karşısına çıktı.

2021’in Ocak ayında, kâğıt toplama işçisi bir çocuk işçinin hayat mücadelesinin yer aldığı “HÜKÜMSÜZ KİMLİKLER” adlı öykü kitabını, ardından Mart ayında kadına yönelik şiddet, istismar ve kadın cinayetlerine dikkat çekmek için kaleme aldığı “ÖLÜMÜNE AŞK” adlı romanını okurların beğenisine sunan İnci YILMAZ ŞİMŞEK,  Haziran ayında öğrencilerine yaratıcı yazarlık alanında eğitim vermek  isteyen meslektaşlarına yönelik “ÖĞRETMENLER İÇİN YARATICI YAZARLIK EL KİTABI” adlı uygulamalı etkinlik kitabını, Eylül ayında gerçek hayatlardan esinlenen hikayelerin yer aldığı “ŞEN YUVA” adlı öykü kitabını, 2021 Aralık ayında Arap Baharı ve Suriyeli mültecileri anlattığı “KAYITSIZ KİMLİKLER” adlı romanı yayınladı.

Amazon Direct Publishing’ten İngilizce olarak yayınlanan KAYITSIZ KİMLİKLER romanı yurtdışında yayınlanan aynı kapağı ile yurtiçinde de satışa sunuldu. Kitabın kapak tasarımını yapan dijital resim sanatçısı Fatma Taşlı böyle başarılı bir kitapta kapağının kullanılmasından dolayı memnuniyetini dile getirdi.

Basılı de dijital dergilerde öykü çalışmalarını sürdüren, sosyal medyada kısa sürede kendi okur kitlesini oluşturan İnci YILMAZ ŞİMŞEK 2. baskıya hazırlanan Hükümsüz Kimlikler ve Ölümüne Aşk kitaplarının da kapak tasarımı çalışmalarının İzmir’in tanınan grafik ve fotoğraf sanatçısı Gönül YILMAZ tarafından tasarlandığının da müjdesini verdi.

 

İnci YILMAZ ŞİMŞEK kimdir?

1983 yılında Siirt’te doğdu. Çukurova Üniversitesi Resim-İş Öğretmenliği ve Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde lisans eğitimi aldı. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Uzaktan Öğretim alanında yüksek lisansını tamamladı. Çeşitli basılı ve dijital dergilerde süreli öyküler yazmakta olan İnci YILMAZ ŞİMŞEK evli ve iki çocuk annesidir. Mersin, Aksaray ve Adıyaman’da öğretmenlik yaptı. Hala Kırklareli Lüleburgaz’da öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.

 

Edebî Eserleri:

  • Hükümsüz Kimlikler, (Öykü) Ocak 2021, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık
  • Ölümüne Aşk, (Roman) Mart 2021, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık
  • Öğretmenler İçin Yaratıcı Yazarlık El Kitabı, (Etkinlik) Haziran 2021, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık
  • Şen Yuva, (Öykü) Eylül 2021, Gülnar Yayınları
  • Bizim için Toplum, Eylül 2021, Sarmaşık Yayınları (24 yazardan 24 öykü, kolektif kitapta lösemi temalı 1 öykü ile yer aldı.)
  • Kayıtsız Kimlikler, (Roman) Aralık 2021, Gülnar Yayınları
  • Unregistered İdentities, (İngilizce-Roman) Mart 2022, KDP Amazon Publishing

Love to Death, (İngilizce-Roman) May ıs 2022, KDP Amazon P

]]>
Thu, 01 Jan 1970 02:00:00 +0200 Betül FIRAT