EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Kişisel Blog https://edebiyatblog.com/rss/category/kisisel-blog EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Kişisel Blog tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. AN https://edebiyatblog.com/an https://edebiyatblog.com/an Bazı anlar vardır içinde hala kaybolduğumuz, orada kalmak istediğimiz. Bizim için oranının iyi olduğuna inandığımız, bize doğru gelen bir yer, bir anı vardır. Hadi şimdi benimle birlikte o yere, o anıya gidin. Gözlerinizi kapatın ve düşünün. Huzurlu, mutlu olduğunuz, kahkalarınızın eksik olmadığı o ana gidin. Bir yer var, oradan kendimi alıkoyamadığım bir yer. Sanki beni orada bıraksalar hiç gitmek istemem, hep orada kalmak isterim. Aslında baktığım zaman bu yer çok uzun zamandır var. Sadece orada olmak istediğim, oradan kalkıp gittiğimde bir an önce tekrar gitmek istediğim...

Size biraz buradan bahsedeyim. Burası benim evim. Uzun zaman sonra kendimi tek güvende hissettiğim, huzur bulduğum, sıcacık bir ev. Hep böyle bir evim olsun istemiştim. Zamanında çok aradım ama aslında aramamak gerekiyormuş çünkü günün birinde tesadüfen denk geliyormuşsunuz. Tesadüfen denk geldiğim bir ev burası ve iyi ki de denk gelmişim dediğim bir ev. 

Burası küçük, sıcacık, yeşilliklerle kaplı çok güzel bir yer. Sessiz, sakin, kimsenin olmadığı, dinlenebildiğim bir yer. Tabii, ben böyle sürekli ev, yer dediğim için sizin gözünüzde bir ev canlanıyor biliyorum ama ben bir kişiden bahsediyorum. Bana gerçekten çok iyi gelen bir kişiden, huzur bulduğum, mutlu olduğum, kendimde olduğum, güvende hissettiğim bir kişiden bahsediyorum. İki çift yeşil gözden bahsediyorum. Kollarının arasında, kalbinin sıcaklığıyla ısındığım, çocuklaştığım bir kişiden bahsediyorum. Onun adına yazacağım çok şey olan bir kişiden bahsediyorum... Karanlığımı aydınlığa çeviren, hayatıma ışık olan birinden... Benim ona bu şekilde yazacak çok sözüm var ama şimdilik yeterli bence, sizce de öyle değil mi? 

Birkaç kelâm etmek isterim size. Aslında biliyor musunuz ben aşka inanmazdım. Yani aşk benim için gelip geçer bir şeydi, bir nesneye aşık olmak, bir kitaba aşık olmak, bir arabaya aşık olmak... vardı ama bir insana aşık olunmaz sanıyordum. Yaşayınca öyle olmadığını anlıyorsunuz. Belki çoğunuz bana katılmayacaksınız bunu da tahmin edebiliyorum az çok ama siz yine de katılmamazlık yapmayın çünkü gerçekten o kişiyi bulduğunuz zaman aşk var diyorsunuz...

 

Zaman geçtikçe iki çift göze yenik düşüp ormanda kayboluyorsunuz, her onu görüşünüzde sanki ilk defa görüyormuşçasına kalbinizin atışından anlıyorsunuz, her gün yanına gidiyor olsanız bile sanki ilk buluşmanızdaki gibi çok heyecanlı oluyorsunuz... Sizin en ufak hareketinize bile hayranlıkla baktığı anda içinizdeki uçuşan kelebeklerden anlıyorsunuz. Tek bildiğim bir şey var çoğu şeyin zamanı varmış. Günlerce, aylarca kendinizi boşa yıpratışınızı sonralarda farkına varıyorsunuz sonra dönüp yaşadıklarınıza gülüp 'ben buna mı üzüldüm' diyorsunuz. Baktığımız zamanda olması gereken bu gibi. Şimdi sen bu satırları okuyan güzel kalpli insan yaşadığın her kötü günün, çektiğin her acının mükafatını Rabbim en güzel şekilde sana yaşatıyor. Bu yüzden takılı kaldığın her şeyi geride bırakmaya başla günün birinde gülüyor olacaksın. 

Hani demiştim ya ilk sözlerimde olmak istediğin bir ana git diye eğer o anın içinde seni perişan eden, üzen insanlar varsa orada kalma, gerçeklerle yüzleş ve kendine daha güzel bir an yaşat ya da o günü bekle çünkü daha güzel günlerin olacak. Kendine inan ve kendin için adım at. Gidecek olduğun en güzel anlar seninle olsun...

Tekrardan şimdilik hoşça'kalın...

]]>
Tue, 23 Apr 2024 17:40:11 +0300 lâlzü
Döngü.. https://edebiyatblog.com/döngü-4576 https://edebiyatblog.com/döngü-4576 Nasıl başlamıştı bu döngü? Mutlu olacağını sanarak ilk kez ne zaman kalbini bir başkasına açmıştın?

O küçük heyecanlar, kalp çarpıntıları, gözlerinde oluşan o ışıltı.. Herşeyin ilki. İlk kez birinin gözlerinn içine bakması, elini tutması, seni anladığını hissettiğini düşündüğün o ilk an ve ilk öpücük.. 

Küçük ama mutlu anlar, sevildiğini hissetmek, ayaklarının yerden kesilmesi.

Peki ne zaman yıkıldı Dünya'n başına ? O ilk kıskançlık tohumu, ilk öfke tohumu ne zaman filizlendi..?

İlk ne zaman manipüle edildiğini hissettin.. Yanındayken huzur bulurken bu duygu ne zaman korku ve endişeye dönüştü.. Ne zaman bir başkası senin yerine tercih edildi. İplerin koptuğu, her şeyin yokuş aşağı gittiği an ne zamandı..

Kalbin kırıldığında aynı şekilde kırmayı ne zaman öğrendin. Sana yapılanın aynısını, bazen daha fazlasını yapmaya ne zaman karar verdin..

Kırıldığın kadar kırarken yine mutsuz olmak daha beteri hatanın senin üstüne kalması.. Tüm bu kalp kırgınlıkları,ihanet, ruhundaki yaraları, kalbini kapatmayı ne zaman öğrendin. Kimseye güvenmemeyi, sevmekten korkmayı, hüznünü öfkenin ardına saklamayı ne zaman öğrendin.

Herkesin gözünde öfkeli, sinirli, duygusuz birine dönüşürken içten içe ağlamayı ama kimseye söylememeyi ne zaman öğrendin. 

Sevdiğin zaman karşındakinin senden beklediklerini karşındakinden beklerken karşılık bulamadığın, deli gibi sevsende geri çekilmeye başladığın, anlaşılmadığını hissettiğin anladığın o an, seni anlamak yerine bir başkasının sana tercih edildiğini izlerken susmayı nasıl başardın.. 

Hepsi o ilk kalp kırıklığı ile başladı değilmi, sevdiğinin o ilk canını yakışıyla, ilk baskısı ve ilk duygusal şiddetiyle.

O döngüden kurtulup Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğmak istedin, hatta bir an doğduğunu hissettin.. Biri geldi tuttu ellerinden, yaralı kalbinden öptü, sevgisi ile güneşler doğduğunu hissettin, umutların hayallerin olmaya başladı tekrar.. Sonra tam herşeyin daha iyi olabileceğini hissettiğin anda çekip gitti ve sen o küllerin içine kendini gömdün..

Tekrar doğabilirmisin küllerinden, kalbini açabilirmisin tekrar, öfken dinermi birgün.. Anka kuşu gibi heybetli kanatlarını açarak ben güçlüyüm diyebilirmisin... 

]]>
Mon, 25 Mar 2024 10:08:35 +0300 NilepTu
KENDİNE DÖNÜŞ https://edebiyatblog.com/kendine-donus-4545 https://edebiyatblog.com/kendine-donus-4545 KORKU ZORBALIĞI 1

  Verilen aşırı tepkilerin yaşanılmış travmaların atlatılamayan acıların belirli bir sürecin ardından insanın iç dünyasında endişe ve paniğe dönüşmesi ve ardından gelen hırçınlığın bir sonucudur korku. İnsanın bilinç altında bu durumu bilmesine rağmen kabullenememesi ise o korkunun ön planda olup yaşamını şekillendirmemesi için beynimizin almış olduğu bir tebdirdir. Ancak insanların bu süreç ve sürecin getirdiği sorunlara karşı tahammülü gün geçtikçe azalmakta taki aynı süreci kendileride deneyimleyene kadar. 

 Bu tahammülsüzlük hayata karşı güçlü bir birey olmaya çalışırken ben merkezli bir birey olup insanların varlıklarını göz ardı etmekten kaynaklanıyor. 

   İlk adımı ise; ilk okulda bizlerden farklı olan akranlarımızın farklılıklarıyla dalga geçmenin çocukça bir şaka gibi göründüğünde bir yetişkin tarafından da bu duruma müdahale edilmediğinde ve bu bir döngü haline geldiğinde ruhumuza ilk kara lekeyi atmış oluyoruz.

    İkinci adım ise; ergenlikle beraber kendimizi kanıtlama çabasına girmemiz ve arkadaş ortamında bir yer edinmek istediğimiz dönemlerde yanlış olduğunu bilmemize rağmen yaptığımız güç gösterileriyle ruhsal ve bedensel olarak verdiğimiz zararlarla ben merkezli bir karakterin temellerini oluşturmuş oluyoruz ve bu durum artık bizi taktir edilme ve beğenilme adına insanlara zarar verebilecek bir zorbaya dönüştürmüş oluyor.

   Üçüncü ve son adın: çocukluk ve ergenlik dönemlerinde baskın bir ortamda gelişim gösterip hem karakter hemde başarı elde edemeyen insanların tek başarısı olan iş hayatlarında gösterdikleri başarı ile çevresinde bulunan insanlar üzerinde baskın olma çabası ve mobing yaparak tek söz sahinin kendilerinin olduğunu göstermeye çalışmaları ile artık daha tehlikeli hale gelmeleri ile kendi mutsuzluklarını çevrelerine yaymaları ile sonuçlanıyor. 

Taki birgün kendi sınırları aşılana ve korkuları tetiklenene kadar…

]]>
Mon, 19 Feb 2024 15:53:12 +0300 Gamze Akbas
ZAMANI BÜKMEK https://edebiyatblog.com/zamani-bukmek https://edebiyatblog.com/zamani-bukmek Türkiye’de en kolay ve rahat harcanan şey nedir? ZAMAN…

Zaman hızla akıp gidiyor…Zamanım yok ki yapayım…Zaman yetmedi…Ne çabuk bu yaşa geldim…

Sorumluluklarımızdan kaçmanın en basit yolu, yapamadıklarımıza bulduğumuz ilk mazeret zamandır. Hep en azdır ve asla yetmez. Bunun farkına varmayı da bir ömür boyu asla başaramayız. 

Tembellik yapmayı özleriz hep ve daima…Şöyle bir yere uzanıp, ki genelde yeşil çimlere veya sıcak kumlara, bir ağacın altı veya yumuşacık bir yatağa, tembellik yapmaya hep hasretimiz vardır. Tutan kim, buyrun yapın!

Oooooo, işler, güçler, ödevler, sınavlar, şef, patron, koca, kaynana, çocuklar, yemek, çamaşır, tarla, hasat,…..tan nere fırsat bulacağız, değil mi ya!...ZAMANIMIZ YOK. Senedin yok elinde, şu anda Azrail gelse nefesine el koysa hepsini bıraktın bitti gitti.

Sosyal medyada bu zaman konusunda ne kadar çok cengaverle, pardon zaman bükücülerle, karşılaşıyorum. Sihirli söz, kedinizi geliştirin, dil öğrenin, girişimcilik öğrenin, sosyal medyayı öğrenin, yazılımı öğrenin, vb. Son günlerin moda öğrenme akımları bunlar. Adı da zamanı verimli kullanmak.

Fabrika ayarlarınıza dönmek, konfor alanınızdan çıkmak gerekiyor(!) İşiniz gün içinde ne kadar saatlerinizi çalıyor olursa olsun, ailenize ayırdığınız vakit ne olursa olsun mutlaka kendinize yatırım yapmalısınız. Sevdiğiniz zevk aldığınız bir meşguliyete zaman harcayarak mutluluk hormanı depolarınızı doldurmalısınız. Bunda yanlış bir şey var mı, yok.

Bakalım madalyonun bir diğer yüzüne. Bir randevuya, bir toplantıya veya işinize tam vaktinde gidiyor musunuz? Bulunduğunuz ortamdaki paylaşımcılarınız buna uyuyor mu? Ben saatinde gelen bir otobüs görmedim. Toplantı da saatinde ender başladı. Ama asla bitiriş saatine uyulmadı. Muayeneye asla randevu saatinde giremedim. Bir iş talebinizin standart sonuçlanma tarihi resmi web sitelerinde ilan edilir ama asla uyulmaz. Tetikte günlerce beklersiniz, bir annenin doğuracağı tahmini zamanı tutturamaması gibi. Doğum Yaradan’ın işi, evrak sonuçlandırmak öyle mi? Meteoroloji mesela, bir aylık hava tahminini size sunuyor, asla gerçekleşmeyeceğini bilirsiniz, tahmindir çünkü. Ama bir işi ne zaman ve ne kadar sürede yapacağınızı bilirsiniz, ögördüğünüz sürede de bitirme saygısını kendimize gösterelim lütfen.

“Bu kitabı iki günde okurum” Oku o zaman. Bu konuyu bir ayda tamamlarım. Tamamla. Bu dili iki senede öğrenirim. Öğren.  Zaman bükücüler olağanın dışında, bir dakikada kitap okuyabilir, konuyu bir derste öğrenebilir, dili üç ayda halledebilir. Bizim zaman bükücülüğümüz spiral zamanı düz çubuğa evirmek yönünde. Yani yarım saate gelirim sözümüz aslında bir saati, en kısa zamanda görüşelim sözümüz hiçbir zamanı ve hergün seni ziyaret edeceğim sözümüzü canımız isterse ve istediği zaman olarak kullanırız. 

İyi zaman bükücülerizdir J

]]>
Tue, 30 Jan 2024 13:24:21 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
TÜRKLER OLMADAN TARİH YAZILAMAZ MIYMIŞ(!) https://edebiyatblog.com/turkler-olmadan-tarih-yazilamaz-miymis https://edebiyatblog.com/turkler-olmadan-tarih-yazilamaz-miymis “Sen Türksün, göçebe kavminin kodlarını genlerinde taşıyorsun.” Dememiştir anneniz ama yolcularken kapıdan, arkanızdan su dökmüştür, tez dönesiniz diye. Babanız da “ben eşşek başımızyım, sözüm neden dinlenmiyor” derken nedenini, neden böyle söyler olduğunu bilmiyordur. Atalarından görmüştür. Japon baba da söylüyor mu diye merak etmez.

Her mevtaya “Allah rahmet eyler” tarafımızdan, “yakınlarına sabırlar verir.”  Dinimiz gereği öğrenmişizdir. Yas tutmak her inanç topluluğunda var, şeklen farklı olsa da. İnsanlar bunu yaşarken, ben müslümanım, hristiyanım, budistim diye aklından geçirir mi bilemedim. Ama bu inançlara sahip birileriyle komşu olsam eminim onlarla da aramızda benzeri bir iletişim olacaktır.

Mezuniyette giydiğimiz cübbeye takıntım var. Türk isek, batı ülkelerinin kilise papazlarına ait kostüme bürünüp nasıl övünç yaşıyoruz. Bizi yansıtmıyor ki!. Galatasaray lisesi giymiyor biliyor musunuz? Çünkü ortodoks veya başka bir mezhebin ya da ülkenin kostümü diye Fransız kültürüne sahip çıkmak için giymiyorlar. Kendim kostüm tasarlamayı düşündüm, bize ait klasik bir tarz, yine dış giyim olarak rahat bir giysi olmalı elbette. Padişah kostümleri, uzun yelek tarzı giysiler, işlemelerin nerede olacağı gibi ayrıntılarda boğuluyorum. Hangisini düşünsem başka bir ülkeyi çağrıştırdığını farkedip vazgeçiyorum.

Yemeklerimiz…. Sebze bize ait değil, buğday ve et ile yapılan yemeklerimiz göçebe kültüründen ve geleneksel. Sebze ve meyve yok. Çoğu meyve ve sebzeyle Anadolu coğrafyasında karşılaşmışız, Rumca ve Ermenice isimleriyle birlikte hayatımıza sokmuşuz. Karnıyarık, melemen nasıl bizden olmaz?

Ben çözdüm olayı. Biz öyle uyumlu ve adapteyi seven bir milletiz ki, beğendiğimiz şeyleri gocunmadan hayatımıza alıyoruz. Ama o unsurları öyle dönüştürüyor ve bizim yapıyoruz ki, o nesneyi aldığımız mecralar bile kendilerinden bambaşka bir vaziyette buluyorlar. Çünkü biz köprü görevi gören coğrafyalarda, farklı kültürlerle koyun koyuına yaşamayı beceren bir milletiz. İnsanın ırkına, inancına bakarak yargılamayız. Hemen benimser aramıza alır dönüşür, dönüştürürüz. Bunu maksatlı bir şekilde yaptığımız anlaşılmasın. Assimilasyona tenezzül etmeyen güçlü bir milletiz. Kimsenin başka biri olmasına gerek yok. Denilebilir ki tarihimizde aleviler, süryaniler, ermeniler, kürtler zorluk yaşamadı mı, bunları inkardan mı geleceğiz. Dünyada savrulan fikir cereyanlarından biz de nasibimizi aldık elbette. Kimi zaman koyu dindarlığımız, kimi zaman ulusçuluğumuz birilerine eziyet yaşattı. Saraydaki devşirmeleri bile bugün normal göremeyiz. Benim devlet politikaları ile ilgili tarihsel süreci değerlendirme gibi bir iddiam yok.

Sade bir vatandaş olarak, mevkiisiz, makamsız biri için konuşuyorum. İnsan olarak benim halkım en muteber değerlere sahip gibi geliyor. Dünyanın neresine baksam bize benziyor. Sanki herşeyi bizden almışlar. Siyahi veya Asyalı bir vatandaş en rahat kendini benim ülkemde hisseder. Bakmayın “Suriyeliler gitsin” naralarına. Onları da çoktan kabullendik.

Bu yazı olumsuzluklar üzerine olacaktı. Ama kanımıza öyle bir işlemişler ki, yegane üstün değerleri olan varlık biziz inancı şuur altlarından yüzeye sızıp beynimi ele geçirdi bile. Diğer uluslarda gördüğüm geleneksel bir zenaata, sanata, geleneğe özeniyorum. Benzeri bizde de var mı diye düşündüğümde, hepsi bozulmuş olarak karşıma çıkıyor. İyi olanları çoktan terketmişiz, kötü olanlarına dört elle sarılıyoruz: Düğünlerde silah atma, takı takma yarış olmaktan çıktı mecburiyete evrildi, cenazelerde ikram mecburiyetleri…Bize ait giysilerin hiçbiri halk oyunları hariç yeri yok; ebru, hat, bakır işlemeceliği gibi sanatlar can çekişiyor; Karagöz, Meddah çoktan unutuldu, esnaf gelenekleri yok…

Yemekler hâlâ vazgeçilmezimiz. Bir orada maharetimizi koruyoruz. Geleneksel mutfaklarımız, konutlarımız kaybolsa da, kebaplarımız, tatlılarımız dünyaya bizden bir iz olarak yayılıyor çok şükür.

]]>
Fri, 22 Dec 2023 03:33:16 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
SON TUTACAK (ÖLMEDEN ÖNCE) https://edebiyatblog.com/son-tutacak-olmeden-once https://edebiyatblog.com/son-tutacak-olmeden-once İnsanın bile isteye ölümü seçmesi…. Ondan önceki son çıkış… Ne kadar kötüyse de hayat…

Dipsiz bir kuyuda ilerliyorsun, elalem silinivermiş, bir dakika sonrana uzanmaya enerjin yok. Güvendiğin dağlar yok arkanda. Aslında arkanda hiçbir kimse hiçbir şey yok. Neye tükendin, seni yıkan en son damla neydi unuttun. Sadece bitirmek istiyorsun.

Kolayı seçmek içgüdüsel olanı. Her türlü varlığa aşık insanların ufacık bir zahmet çekmeyi kaldıramadıkları dünyada yaşıyoruz. Sadece almayı bilmek insanı zayıf düşürür. Gel vermeyi öğrenelim.

Kendine vermeyi.

Sen değerli bir varlıksın. Bu değeri başkaları “Aferin” diyerek vermesini bekleme. Sen kendine söyle. Bu dünyaya gelmek tercihin değildi. Aileni seçmek iradi değildi. Varlıklı bir ailenin muhtaçsız evladı olsan bile ruh donanımın eksilerle yaratılabilir. O ruhu dünyada yükseltmek, öteye geçmeye yeni bir doğuma hazırlamamız gerekiyor. İŞTE ARTIK SEÇİM SENİN!..İstersen harika bir varlık olarak doğarsın, istersen bugününden daha zorlu bir hayata geçiş yaparsın.

Can verilmiş hiçbir varlık, hayattan vazgeçmiyor, insanın dışında. Bunda bir işaret görmelisin. Bir sümüklüböcek kadar, şu kenarda taşların arasında büyüyen bir ot kadar, yaşamak bizim de hakkımız değil mi? Bir el gelip o sümüklüböceği hayattan koparana, o otun üzerine bir ayak basana kadar yaşayacaklar. Hem de orada kaç türdeşlerinin hayatı son bulduğunu bile bile yaşayacaklar. Bizden önce kimler yaşadı bulunduğum şu noktada. Evimde yatağımdayım, ama muhakkak yıllar önce ev yoktu burada. Belki bir kaya parçası. Oturup bu hayatın niye var olduğunu, meşakkatini düşünmüş müdür, buraya mekan tutmuş bir insan? Evi kerpiç, belki ahşap, yiyeceği tarlada uzun bir ter akıtarak elde ettiği ağır gelmiş midir? Belki ona kötü hissettirecek melanet başka insanlar olmaması yeterince sevindirici gelmiştir. Mutlu mesut yaşlanarak ölüme teslim olmuştur.

Sözler, ah o sözler… İnsanı mutluluğun zirvesine çıkardığı gibi oradan tepetaklak düşüşüne de sebep olmaz mı? Kırılan insan kırar, bunu unutma. Ağzından zehir çıkıyorsa bir insan, yaşamayı iyi beceremediği-hayır yanlış oldu- öğrenemediği için öyle yaptığını bil. Hayatta kimler en munis, en tatlı sözlüdür: Feleğin çemberinden geçmiş olanlar… Eğer enerjimizi tatlı sözlerden alıyorsak onları bulup yapışacağız. Kopyalayacağız. Öğreneceğiz ki, onu yıkamayanlar güçlendirmiştir. Yoksa hangi savaştan bombalarla uzvunu kaybedenle veya hangi depremzede göçük altında günlerce kalıp kurtarıldığında yaşamaya devam edebilir?

Geçim derdi… Bu dünyada çıplak bedenimizi atlas libaslara da sarsak, yemeğimizi altın varaklı tabaktan da yesek, kapımızda hizmetkarlarımız dizili elimizi soğuk sudan sıcak suya sokturmasa da midemizin hacmi belli. Onu da kuru ekmek yiyerek dolduruyorsak, sabah lokum gibi pişmiş bir yumurta niyetine, öğlen yumuşacık bir biftek, akşam da harika bir tatlı niyetine yiyebiliriz. Bizim beynimiz aslında kolay kandırılabilir. Şimdi camdan bak. Adamın biri tökezleyecek ve vücudu kontrolsüz savrulacak ve biz bu tabloya güleceğiz. Beynimiz öyle aptal işte. İşe gitmek, yatağını toplamak, rutin bir sürü işi daha yapmak istemiyorsun. Bıktın. Bırak bugün, hatta birkaçgün. Dünya yıkılmaz. Onun yerine yürü. Bir sonraki duraktan bir taşıta. Derin nefes al. Say: bir,iki,üç…sekiz. Tut: bir,iki,…sekiz. Yavaşça ver: Bir, iki, …sekiz. Etrafa bir göz at. Şu anda gözüne en güzel gelen ne: Yaprak, böcek, taş, yolun kıvrımı, bulutun şekli, insan… Al koy onu ruh cebine. Eve gidince ona bir şiir yazacaksın. Şarkı bestelesen de olur. Mesela; Evden çıktım yola/Baktım Sağa sola/ Ey en güzel kelebek/Sağol iyi geldin ruhuma…

Gül. İnsana gülmek çok iyi geliyor. Hayatının en komik anılarını listele. Sonra sırasıyla düşün. Şimdi neye gülersin. Bir film, bir şaka, kısa video… Ona gömül.

Bir insan düşün. Hayatta hiçbir beklentisi yok. Mesela annen, baban. Senden beklediği hiçbir şey yok. Amacımız onun yüzüne tebessüm kondurmak, ya da güzel bir söz. Bardağı boşalmış kendininki ile onu da çayla doldursan… Odanın köşesinde yerini şaşırmış bir eşyayı kaldırsan tuvalete geçerken. Annenin suratını yakalamayı unutma: Tebessümlemedi mi? Yeterince şaşırtamadık. Ama buluruz bir şey. O gülünce de sen gülersin. Bulaşıcıdır çünkü. Aslolan KENDİMİZE İYİ GELMEK. Günlük mutluluk dopingimizi almak.

İNANÇ… Hiç değinmedim. Sen sana inan, sonra da kendin dışında inandığın şeye de inan, sarıl. Ama en iyi ilaç kendinsin. Kendinden vazgeçme. Bu defa en harika varlık sen olmalısın ötede doğan…

]]>
Sun, 17 Dec 2023 11:25:03 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
YOL AYRIMLARINDA İNSAN… https://edebiyatblog.com/yol-ayrimlarinda-insan https://edebiyatblog.com/yol-ayrimlarinda-insan          Bizi yoranlar var hayatta. İlişkilerimizi istediğimiz gibi yürütmemize izin vermeyenler. En kestirme çözüm yol vermek. Sen yoluna, ben yoluma…

         Birinci insan: Artık ilişkilerimizi sanal alemle şekillendirdiğimiz için tek bir mesaj ile, artık grubun bir arada olmasını sağlayan duyguları paylaşmadığını ifade edip yolunu ayırdı. Ayrıldığı mesajı iletilmediği için saygı duyduğumu belirten bir söylem paylaştım, haberi olamadığını sonradan farkettim. Temelde dünya bakışımız çok farklıydı. Burada farklı görüşlerden insanlar olarak bulunup, arada yüzyüze görüşmeler ayarlayarak, bazı güncel olaylarımızı kritik edip, analizlerimizden büyük istifade ettiğimizi düşünüyordum. Birisi benim gibi düşünmüyormuş. En doğru karar, bize yük olmaya başlamış duygu ve düşünce birlikteliklerini terketmek. Eksilme yaşadım mı? Evet. Alıştığım hayat düzenimden bir parça kopmuş gibi geldi. Biliyorum ki bir zaman sonra orada hiç olmamış gibiye dönüşecek. Bu yazıyı oluşturma nedenim olayı biraz daha fazla anlatmalıyım sanırım. Ama ilham kaynağı olarak kodlayayım sadece.

         İkinci insan: Takıntılı bir dostluk. Sadece kendine tabi olunmasını bekleyen, başka ilşkilerine tahammül veya anlayış göstermeyen, saatlerce telefonda konuşmalarıyla sabitleyen biri. Çok yakın dostu yok. Sizi oraya konuşlandırınca vebal de almış oluyorsunuz. Bu bir insanlık görevi gibi bir müddet devam ediyor. Psikologlar bunun için var sanırım. Tek taraflı bir iletişim, onların işleri. Ama günlük hayatta hep veren olmak mümkün olmuyor. Bir müddet sonra dayanılmaz oluyor. Kurallar koymaya, istemeye başlıyorsunuz. “Lütfen bunu artık şöyle yapalım.” Karşı tarafa ulaşmıyor hiçbir talep. “Benim kırmızı çizgim bu: Küfür duymak istemiyorum.” Günün birinde hiç kaale alınmayan bu talebinizle mağdur ediliyorsunuz. Defalarca görmezden geldiğiniz bu hali sürdürüp sürdürmemek sizin seçiminiz. Her yerden engelleme yaparak, sen yoluna, ben yoluma yapıyorsunuz. Karşınızdaki kişi büyük şaşkınlıkta, ne olduğuna anlşam veremiyor. Açıklama, affedilme, etkilenmeme her zaman yapılan şey. Bu davranışı gerçek kılacak büyük bir olay yok. Anlatmaya uğraşmadım. Açıklamalarım vaktinde ulaşmadığı adresin tekrar tekrar kapısını çalmak beyhude.

          Üçüncü insan: Bunu anlatmak zor. Çok eskilerde en zor şeyleri paylaşmışsınız. Şartlar ne olursa olsun kopmama gibi bir eylemi uzun süre sürdürmüşsünüz. Araya farklı şehirlerde yaşamak girmiş. Farklı aileler, farklı yaşantılar. Bir araya geldiğinizde konuşacak ortak bir şeyiniz kalmamış. Onun anlattığı olayın aktörlerini siz tanımıyorsunuz. Sizinkileri de o tanımıyor. Güncel memleket meselelri olmuş bitmiş bir dünya…Ne düşünmüşsünüz ne hissetmişsiniz bilmiyorsunuz. Yeni tanışmış gibi arayı kapatmalar bir süre daha devam ediyor. Üç beş yılda bir görüşme imkanını artık yaratmak istemiyorsunuz. Karşı taraf da böyle olmalı ki, ne buluşma talebi, ne selamınıza bir karşılık gelmiyor. Arada özel günlerde kutlama imojisi geliyor. Belli ki adres listesinde toplu paylaşım yaptığı kişilerle aynı mesafedesiniz. Bu yol ayrımı arada sizi çimdikliyor. Acaba iyi mi, sağlıklı mı? Hepsi o kadar.

]]>
Sat, 25 Nov 2023 15:01:10 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
30'lu yaşlarım https://edebiyatblog.com/İşte-o-kafesi-şimdi-çıkarıp-içimden,ruhumu-özgür-bırakıyorum https://edebiyatblog.com/İşte-o-kafesi-şimdi-çıkarıp-içimden,ruhumu-özgür-bırakıyorum 30'lu yaşlarım

Döndüm baktım ardıma,

Bir arpa yol alamamışım

Döndüm tekrar baktım geçen yıllarıma 

Hayal kırıklığı serilmiş yollarıma,

Sormamışım,ne istiyorsun dememişim kendime hiç

Hep başkaları için inmiş başım

Tamamlarla evetlerle olurlarla geçirmişim ömrümü

Hiç sorun çıkarmamış bir çocukken kavga gürültü olmasın diyen,herşeye boyun eğen birine bürünmüşlüğümden 

Kırmayım deyip susuşlarımda nasıl paramparça oluşumdan bahsediyorum

Herkezin istediğini yaparsam sevilirim değilde onlar mutlu olursa,ben zaten mutlu olurum diye geçirmişim ömrümü 

Ama maalesef işler öyle gitmiyormuş.

Amaaa çöp oluyor hepsi bu amadan sonra biliyorum 

Kimseye yaranamıyorsun çünkü 

Kimseyi memnun edemiyorsun 

Hele mutlu hiç edemiyorsun

Edemessin zaten sen mutlu olmadan olamaz kimse 

Ben mis kokmadan veremem kokumu kimselere

Ben ben ben bencillik değil bu inan sen kendini insanların isteklerinde kaybedince sen diye bir şey kalmıyor o yüzden diyorum ki artık ben

Bennn varım benim duygu düşünce ve hislerim senden sizden herkezden önemli

Korkularımmı evet senin saygı duymadığın kaygılarım,senin için korkunç olmayan her neyse beni endişelendiriyorsa bu onun yok olduğu alamına gelmiyor 

Evet ben korkuyorum ve sen saygı duyacaksın yanımda olup anlamıyorsan bile 

               30lu yaşlarım benim 

Ne çocukluğuma gidip o yılları tekrar yaşamak 

Nede 20li yaşlarıma dönüp yaşanmamış yaşananamış onca hayalin kırgınlığına bakamam hayır istemem asla 

İşte tamda bu yaşımda bu aklımla olmak istiyorum

Ben bu yaşlarımı hızla aksada sevdim kendimi bu yıllarda 

Zor oldu belki de

Kendimi herkeze değil de kendime anlatmalıymışım meğer

Daha çok tarayıp saçlarımı yıldızlardan taç yapmalıymışım 

Aynada gözlerime bakıp kendimi yargılamak yerine başkalarının doğrularıyla,

Kendi yanlışlarımdan dolayı akan o göz yaşını silip hatalarımdan ders almalıymışım

Hiç birşeyden memnun olmayan insanlara değilde,baktığımda karşımdaki kadına gülümsemeliymişim

Ennnn çokta öfkemi kusmam gereken yerde ağzımı tıkamamam gerektiğini

Atılacaksa o çığlık avazın çıktığı kadar bağrılacağını

Dur deyip bana dokunma tenime duygularıma düşüncelerime diyebilmeyi işte bu yaşlarımda öğrendim

Evetletim az hayırlarım çok artık bundan sonra 

Paspasın altında olan anahtar değilde, aranan anahtar olmayı da bu yıllarda öğrendim

En çokta kolay olayım derken herkeze kendime nasıl zor olduğumu....

Hep bi tutunacak dal aramışım ben,geç oldu ama dal değilde sarılacak ağacın ta kendisi olduğumu anladım

Gülüşümle yollarıma çiçekler sereceğim artık

Göz yaşlarımı nehir yapıp yüzeceğim acılarımla

Kulaç atacağım kıyılarda değil boğulma korkusu ile uçsuz bucaksız okyanusa dalacağım, gerekirse boğulacağım

Kimsenin nefessiz kalmayı göze alıp ta çıkarmadığı o eşsiz inciyi benn kendim çıkartacağım....

Ben kafeste değilim,kafes benim içimde derdim hep işte o kafesi şimdi çıkartıp içimden, ruhumu özgür bırakıyorum..

Bana Hoşgeldin güzelim,iyiki yeniden doğdun bana..

]]>
Mon, 20 Nov 2023 17:55:26 +0300 Kasım Çiçeği
odamdaki böcek https://edebiyatblog.com/odamdaki-boecek https://edebiyatblog.com/odamdaki-boecek Odama kocaman bir böcek girdi. Böcek fobim var diyemem ama bi böcekle de yaşayamam. Çok rahatsız etti,böcek ilacım da yoktu ama bir şekilde başa çıkmak zorundaydım. Kısa süreli bir savaş yaşadık ama en sonunda çıkarmayı başardım odamdan. Şimdi bu böceği hayatınızda bir problem olarak görün. Böceği görmezden gelebilirsiniz , bu her zaman bir seçenektir ama bir gün gelip yemeğinizin içine düşerse işler en başta olduğundan daha tatsız olacaktır. 

Hepimizin problemleri var, her zaman söylerim, herkesin kuyusu kendine derindir, başkaları daha büyük problemlerle başa çıkıyor diye kendi problemlerimizi göz ardı ediyoruz, onlarla yaşamayı normalleştiriyoruz. Yaşam enerjimizi sabote ediyor, ve günlerimizden aldığımız verimi düşürüyoruz. Neden kendimize bunu yapalım hayata bir defa geliyoruz ve zamanımızı problemlerimizden şikayet ederek geçiriyoruz. Peki bu problemlerden kurtulmak için yapabileceklerimizi hiç düşünüyor muyuz? Çözüm arıyor muyuz? Çaba gösteriyor muyuz kurtulmak için?

Bazı şeyler kontrolümüzün dışındadır, bir anda söküp atamayız hayatımızdan. Ama kendimizi korumak için elimizden geleni yapıyor muyuz? Her şeyi çözüme bağlama zorunluluğumuz yok, bazı şeyleri çözemeyiz, yok edemeyiz bir anda ancak olabildiğince zarar almamak için yollar düşünmek gibi bir seçeneğimiz her zaman var. Bu insanlar, bu şey, bu..., her neyse ondan uzaklaşmamız mümkün değilse bile bizi bu denli yoran, üzen şeyden kendimizi nasıl koruruz? Nasıl en az etkileniriz? 

Kendi iyiliğiniz için bu düşünme aşamasını bile yapmak iyi gelecek. En başında söylediğim gibi, böcek fobim yok ama bir böcekle de yaşayamam. Problemler her zaman var, yok edemem ama bu şekilde de yaşayamam. Böceği odamdan atabilirim, belki problemlerimi böcek kadar kolay atamam. Ama atamıyorum diyerek bu problemin beni sömürmesine, boğmasına izin veremem. Kendiniz için mümkün olanın en iyisini sağlamak için harcayacağınız enerjiyi kendinizden sakınmayın.

]]>
Fri, 10 Nov 2023 16:26:57 +0300 kafamınicindekipostitler
İNSANLIĞI EMZİREN KAYA https://edebiyatblog.com/insanligi-emziren-kaya https://edebiyatblog.com/insanligi-emziren-kaya

İNSANLIĞI EMZİREN KAYA

Bir suyun, bir kayanın altından fışkırması aslında bilenler bilir Dicle nehri demek istiyorum başlığımla, Dicle nehrinin ilk çıkış yeri bir kayanın altı, yaşam olup aktığı yer bir kayanın altıdır. Aslında Dicle yüzyıllar boyu aktığı her coğrafyaya yaşam götürmüştür. Şöyle de bakabiliriz isyanı Dicle başlattı, ona küçük akarsular katıldı büyük bir direniş olup çıktı. Tabi her şey yazılır Dicle üzerine, her yandan bakabilirsiniz ve her yöne bir düşünce ile bağlayabilirsiniz. Dedik ya Dicle yaşam olup aktı diye ama bazen ölüm olup sustu da, Diyarbakır’da kan kırmızı karpuzlar bırakırken, Cizre’de kanla boyanıp ölümüne aktı. Yani sadece yaşam olmadı, isyan oldu, cephe oldu, siper oldu, sınır oldu, kavga oldu en çokta büyük bir direnişin sembolü oldu.

Hani eskinin güzelliğinden bahsederler ya geçmişi yad eder ya atalarımız, her nesil nehrin kenarında suyu bulandırmak için elinden geleni yaptı. Yoksa eskiden onun için ekmek kokusu vardı, toprak bereketliydi, kadınların memeleri süt beyazı gibiydi, erkeklerin sesi bülbülü kıskandıracak güzellikte, kadınların saçı kokar, erkeklerin bıyıkları gör ve parlıyordu. Şarkılara konu olan elmalar, elmanın güzelliğini kadının göğüsleriyle özelleştiren dengbejler hepsi aslında Dicle’nin bıraktığı güzel ve özel olan kavramı, canlıyı, can bulmuş bir bedeni ve aşka tutuşmuş yürek dolu kelimelerin Dicle gibi akıp gitmesindeydi. İlk aşklara orda şahit olundu. Çocuk gelinlerin düğünlerindeki zılgıtlara kulak kapatıldı. Bazen yağmurun zorbalığıyla daha yüksek ve sinirli akıp önüne geleni yıktı ama her güzelliğin elbet bir kusuru vardır. Ferhat kavrulmuş bedenini serinletirken, Zeynep Dicle’nin kenarında yün yıkarken sulu bakışlarla çığlıklar mağaraların içlerine dikildi. Şimdi var mı öyle özelikler ve güzellikler her şeyi boyadık, süsledik, üfledik, katladık geriye sadece fotoğrafların siyahına beyaz olan özgür gülüşler, anıların ölümüne şahit olan özlemler kaldı. Trajedik bir senaryo oldu belki söylediklerim ama gerçeğin ta kendisi bence. Tabi siz okuyanlar benimle hemfikir olmayabilirsiniz. Bir bardak su için de kuruyan boğazınız suyun yaşamına ersin tabi Dicle’nin kıyısında bu yazıyı okuyanlara tarihi bir anı olur yazdıklarım, tarihi anı diyerek abarttım ama sizde bu kadarını az görmeyin o kadar şey yazdık.

Bir suyun kayanın altından gelmesi neyi çağrıştırıyor? Sizce Allah kaya gibi sağlam, su gibi berrak bir yürek ve suyun akışı gibi hep umutlu olun mu demek istiyordu! Mesela Dicle ismini nereden almıştı. Acaba aşık biri Dicle adındaki sevdiğini kaybedip su boyunca gelip “Dicle, Dicle” diye sayıklayıp sonra ölüp sevdiğinin ismi halk tarafından bu suya mı verildi. Belki de onunda ismi Fırat’tı. Belki de ondandır iki nehir sabırla kilometrelerce akıp sonra bir olup aktılar ve insanlar bunu aşka yordu. Buda benim yakıştırdığım bir hikâye olsun umarım mantıklı gelmiştir. Biraz çocuksu oldu ama malûm eski insanlar gibi düşündüm.

Eski demişken bizimkiler baraj yapılmadan önce Dicle’nin eski heybetinden çok bahsederler. Ne hikâyelere, gülüşlere, sevişmelere, şarkılara, ölümlere şahit olmuş. Nenem bir şeyler anlatırken nene bu olay nerede yaşanmış dediğimde hep Dicle’nin yukarısında olan olaylar derdi. Kim söyledi ki size derdim, oradan buraya, “kelekçi” derdi. Onlar kim derdim. Askeriyenin bir kolu mu ne? Basardı kahkahayı. Meğerse Dicle’nin yoldaşlarıymış, Dicle’den ekmeklerini çıkarırmış kelekçiler su üstünde eşya taşır, balık tutarmış. Dicle aktığında olayları da getirir, dilleri de kaynaştırırmış. Eşeklerle köye su taşıyan altı, yedi yaşındaki çocukların uykusuzluğuna şahit olmuş. Doğan çocuklar için ateşin üzerinde bir leğende kaynamış, babalara ilk müjdeyi o vermiş. Kerpiç evlerin harcına, beton evlerin kumuna yuva olmuş. Kısacası eski medeniyetler boşuna suyun koynuna sokulmamış yoksa bize gebe kalmazdı insanlık.

Sonra koca dağları yıkıp, aralarına duvarlar örüp barajlar yapıldı. İnsanlar iş gücünü farklı bir kolda gördü, parayı gördü. Baktılar para daha karın doyuruyor, köyü Dicle’yi terk edip yol aldılar. Giden gidene, arkasına takılan gitti. Sonra geriye ne kaldı! Haps olmuş bir su, enerjinin altında kalan anılar ve birbirine yakın evlerin birbirinden ayrı dünyası olan sahipleri oldu. Şimdilerde ise herkes eskiyi arar oldu. Nerede eski balıklar, nerede eski yağmurlar, karlar, insanlar, hayvanlar, ekinler, biri çıkıpta üç, beş kuruşa biz sattık diyemiyor. Diyebilir mi? Belki de önümüzdeki bahara...

FERHAT KAYA

 

]]>
Wed, 20 Sep 2023 20:41:52 +0300 Ferhat KAYA
İNSANA DAİR BİRTAKIM DÜŞÜNCELER… https://edebiyatblog.com/insana-dair-birtakim-dusunceler https://edebiyatblog.com/insana-dair-birtakim-dusunceler Tek bir kelime ile harekete geçmek. Beynimin hangi düğmesine basılıyorsa bu oldu az önce. Bir filmde kullanılan “history” kelimesini anlamam yetti. Anlamak, bilmek bir şeye sihirle sahip olmaktan bile daha güzel…

Dil öğrenmeliyim. Keşke bütün dünya dillerini biliyor olsaydım. İnsan her yerde, her zaman insan. Birbirimize benziyoruz. Hayat deneyimlemelerini anlatma şeklimiz farklı da olsa hisler aynı. Birinin gönlüne biri düşüyor mesela, bir anne için evladı en değerlisi, savaş hepimizi aynı dağlıyor, anasız-babasızlık boynu bükük her yerde…

Her ülke tek dostunun yine kendisi olduğunu söyler, diğer ulusların düşman olduğunu ilan eder böylece. Oysa devletlerin düşmanları var, halkların düşmanı olamıyor. İnsandan insana gönül köprüleri kurmak için tanımak yeterli. Biraz öyküsünü, hikayesini, historysini bildiniz mi, artık o size tanıdık geliyor. Yakın oluyorsunuz.

Dil öğrenme yeni internet ortamında bir sorun olmaktan çıktı. Merak ettiklerinizi, otomatik programla çevrildiğini görüyor, kullanıyoruz. Ama insan insanı karşılıklı anlamak, anlaşmak ne kadar değerli. Ses kaydı, çeviri sistemi bunu da mümkün kılıyor ama diyorlar ya her insanın, kelimelerin hikayesi var. Onu çözmeden sadece yüzeysel iletişimler mümkün. Oysa gönül köprüleri kurulmasının önceliğine inanıyorum.

Sınırlar şeffaflaştı. En azından bizim ülkemizde… Artık her yerde anlamadığımız dili konuşan birileri ile rastlaşıyoruz. Bir davranışına, bakışına, giyinişine anlamlar yükleyip sevebiliyor veya nefret edebiliyoruz. Üstelik bunu öyle yoğun yapıyor olmalıyız ki gençlerimizi artık bu şablonların içinde buluyoruz.

Bir yer… Arap kökenli insanlar yoğun. Hepsi aynı devletten mi, aynı amaçla mı gelmişler bilmiyoruz. “Bunları doldurdular ülkeye…….artık……..ne mümkün!” cümleleri kurmaya başlıyoruz. Şaşırtıcı değil. Bir adım sınır dışına çıkın, bizler için de o ülkenin vatandaşları aynı şeyleri düşünüyor, söylüyor.

Aslında herbirimiz insanız. Hasbelkader bir yerde doğduk. Fırsatlarımız az veya çok oldu. İyiye sevdalı olmak yaradılışımızda var. İyi yaşamak, mutlu olmak, huzur duymak istiyoruz. “Ama……insanların niyetlerini nasıl bilebiliriz? Belki………..kötülüğü yapacak” Yargılar sonsuz. Aslında öngörüler için tedbir almak zor değil. Bu devletlerin işi. Bir insanın niyetini dost olursanız mı daha iyi anlarsınız düşman olursanız mı? Halk olarak dostluğu seçmekten yanayım. Kural dışı davrananların milliyetlerine bakılmadan gereği yapılmalı. Ama her yabancıyı potansiyel suçlu ilan edip ötekileştirilmemeli. Almanya, Fransa ‘daki yurttaşlarımıza aynısı yapılıyor diye rahatsız oluyorum? Biz öyle değiliz diyerek sıyrılamayız. Misillemeyi hiç aklınızdan geçirmeyin. Başa dönmüş kendimizi önyargılara teslim etmiş oluruz.

Dünyanın nokta kadar yer kapladığı bir evrende paylaşamadığımız şeylerin önemi olmadığını görüyorum. Bir felaket -mesela deprem- bizi nasıl biraraya getiriyor. Bütün farklılıkları unutuyoruz. Felaket yaşamadan bu güzelliği başarabileceğimize inanıyorum. Geçici veya sürekli yer değiştirmelerin açık ve net kuralları oluşturulduktan sonra harika bir dünya yaratamaz mıyız? Umarım bunu başaracak kişiler ülkelerin başına lider olarak seçilirler.

]]>
Mon, 21 Aug 2023 18:05:28 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Akışta Olmak https://edebiyatblog.com/akista-olmak https://edebiyatblog.com/akista-olmak İnsanoglu değişken bir canlıdır, hem fizik bedeni, hem psikolojik yani, hali, tavrı, tepkisi, duygusu... İçinde bulunduğumuz dünya ve içindeki herşeyde değişim ve dönüşüm sürecinde öyle degil mi? Bazen hayatımız, değişmeyen bir döngüye girdiği zaman can sıkıntısı başlar bır yenilik ister ve arayışa gireriz. Bazen bu değişimin büyük çaplı oluşu bizi kortutur kendimizi kocaman bir belirsizliğin içinde kalmış hissederiz, değişim istemek de, değişimden korkmakta hepsi insan olmanın gereklerinden. Son zamanlarda sık sık duydugumuz bir kelime var 'akışta olmak' hayatin sana sunulduğu hali kabul ederek yasamak , kulağa güzel geliyor ve bı o kadar kolay belki ama bazen akışta kalamaz geçmişte veya gelecektir insanoglu. Orada halletmesi gereken şeyler vardır, bazen bir pişmanlık bazen bir güzel anıdır geçmişte kalan, bazen bir hayaldir bazen bir korkudur gelecekten getirdiğimiz. Akışta olmak işte bunların hepsidir bana göre, hep anı yasamak değilde an içinde yaşadığın duyguyu farketmek, bilmezine yaşamak değil, bilerek yaşamak değişime direnmeden, herşeyin değiştiğini, değişeceğini, kabul eder yaşamaya çalışmak, bu resim gibi bugün kendini kedi olarak hisseder yarın güneş oldugunu düşünürsün... Ben kuş olmak,.güneş zorundayım demekte eksik, hep tel olarak kalacağım duygusuda, kendini bir yere sabitlemek zorunda değilsin, önemli olan o an kendini nasıl hissediyorsun bunu bulmaya çalışmak o duyguyu yaşamak olmalı amaz, akışin bencesi böyle, siz ne dersiniz?

]]>
Mon, 14 Aug 2023 07:40:18 +0300 Tuba KAYA
Samimi&niyet https://edebiyatblog.com/samimi-niyet https://edebiyatblog.com/samimi-niyet SAMİMİ-NİYET

Eskileri yad etmek değil yaşatmak gerek. Belki tekrar eskiye dönmek ve çocuklarımıza yokluğun ne demek olduğunu bir testinin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak gerek. O zaman o testinden içilen suyun ne kadar tatlı olduğunu anlıyabilirler.

Varlık içinde büyüyen çocuklarımız hiçbirşeyin kıymetini bilmiyor ve doyumsuz bir nesil yetişiyor. Oysa şöyle bir yer sofrası birkaç kapkacak bir kaç elbisemiz olsa onlar ne kadar kıymetli olurdu değil mi? Belkide o kaseden yemek yemek daha lezzetli olurdu. O sofrada ki muhabbet daha samimi olurdu...

Sadelik ne idi?
Önce düşünce dünyamızda, sonra kalbimizde ve en son halimizde temizlik yapmak ve sadeleşmek...

Samimiyet neydi?
Gösterişten uzak, olduğun gibi, kendin gibi olmak!!

O zamanlarda yaşamış insanlar neyi kaybetmiş ki biz bulalım. Onlar lüks içinde yaşasada yaşamasada hepimizin gideceği tek bir yer var ve oraya kimse dünyalık götüremiyor. Hepsi dünyada kalıyor. Nesiller birbirine aktarıyor belkide yok oluyor. Ama hiç kimse mezardan ahirete o malları geçiremiyor. Sadece okunan dualar, yapılan ibadetler ve yapılan iyilikler gidiyor. 

Peki o zaman bunca koşturmaca neden? Marka giyineyim! Son model cep telefonum olsunlar neden? O yaptı ben eksik mi kalayımlar! Doğum günü partisi olmazsa olmazımızlar!! 
Neden neden neden..

Çok nedenimiz ve bahanemiz var belkide. Dünyanın dört bir yanında müslümanlara oyunlar oynanırken o piyonlardan biriside neden biz oluyoruz. Olmayalım, artık bir silkelenmek gerek!!
Özümüze dönüş sözümüz olsun.

Hoş seda, muhabbet, sadelik köşesinden gürültülü dünyaya selam olsun!! 

#sarebilgen

]]>
Thu, 10 Aug 2023 23:48:59 +0300 sare bilgen
ANNEM https://edebiyatblog.com/annem-4381 https://edebiyatblog.com/annem-4381 Bugüne ve sana minnettarlığımla...

Şöyle bir dönüp baktığımızda sana yazılacak çok şey var meleğim. Sen bu hayattaki en değerli varlığımsın. Öyle çok süslü kelimeler etmeyeceğim, hayatın gerçekliğinden bahsedeceğim. 

Benim sana olan minnettarlığım küçük yaşta başladı. Çünkü sen öyle özel birisin ki bize hep olabildiğince doğru yolu gösterdin. Sana bu yanlış, bu yolu gösterme demelerine rağmen sen kendi doğrunu gösterdin insanlara kulaklarını kapattın. Seninle çok uzun bir geçmişimiz var. Yaklaşık bir 21 yıl kadar ama senin kendi geçmişin benim 2 katım. Bu yüzden bildiklerin, öğrettiklerin, gösterdiklerin, anlattıkların ve daha niceleri benim için çok önemli. 

Sana minnettarım; bana anneden çok abla, abladan çok arkadaş, arkadaştan çok kardeş, kardeşten çok anne olduğun için minnettarım. Doğrumda destekleyen, yanlışımı örtüp doğruyu gösteren, her şeyden çok başım sıkıştığında gelebildiğim en kıymetli varlığım. Sana yazılacak daha nice kelimeler, nice sözler var ama ne kelimeler anlatır seni ne de cümleler. Senin varlığın bana cennet. Ben çok şanslı bir insanım bunu o kadar farkındayım ki ve sende benim en güzel şansımsın. Ben iyi ki tuttunmuşum da senin gibi bir anneye sahip olmuşum. Sen iyi ki benim annemsin. Tekrar gelsem bu dünyaya tekrar senin kızın olmak isterim. 

Ablam, arkadaşım, dostum, kardeşim, ANNEM...

Doğum günün kutlu olsun. Seni seviyorum meleğim.

]]>
Wed, 26 Jul 2023 01:50:54 +0300 lâlzü
EĞİTİME BEYİN FIRTINASI https://edebiyatblog.com/egitime-beyin-firtinasi https://edebiyatblog.com/egitime-beyin-firtinasi Öğretmenlik mesleği bir toplumun beşeri kaynaklarına yatırımdır. Eğitimin en önemli unsurudur. Buna rağmen, pek çok fiziksel ihtiyacın arkasında kalmıştır:  Okul, derslik ihtiyacı, ders materyalleri, eğitimle karşılamaya yeterli gelmediği düşünülen sayısız destek eğitim projeleri ve daha niceleri….

Eğitim paydaşları olan yönetici ve denetleyici kademedeki herkesin kendini geliştirmesi, güncellenmesi bugünle sağlam bağlar kurup geleceğe bakış kurması gerekiyor.

Mesleki gelişme nedir? Her şeyden önce bana göre zihniyet gelişimidir, farklılaşmasıdır. O kadar hızla değişen bir çağda yaşıyoruz ki, yeni bir gelişmeyi bilgiyi öğrenene kadar önümüze çığ gibi öğrenilecek bilgiler yığılıyor. Eğitimi bir araba gibi düşünürsek, bu yeni bilgileri öğrenme etkinlikleri arabanın arka tekerleğinin gevşeyip düşmesini önlüyor sadece.

Eğitim politikaları benim, üniversitenin, bakanlığın çözeceği meseleler değil. Bu nedenle bunları geçmeliyim. Sorunları sıralamakla başlarsam yine çorbada tuzumuz olacak söylemleri vurgulayamamaktan korkarım. En iyisi meyve yiyecek adımlara hızlıca başlamak…

1- Her seviye ve branşta öğretmenlik yapanların ihtiyaçları farklıdır. Hepsine yönelik yapılmamalı her seviye için ayrı zaman ve yer ayrılmalıdır.

2- Öğretmenlerin dinlenme zamanlarında verilen eğitimin motivasyonu düşük olur. Öğretmen ister ki bir eğitimde öğrendiklerimi hemen ertesi gün sınıfına uygulayabilsin, sıcak sıcak dönüt alsın. Tatmin olma duygusu verilecek bütün ödüllerin en üstündedir. Motivasyonu artırır.

4-Mesleki eğitim konularının "körler, sağırlar birbirini ağırlar" yaklaşımından çıkarılması lazım. Konu listeleri her yıl sonu bakanlıkça açıklanır. İdareciler de bunları öğretmenlere paylaştırır. Görev alan için külfet, dinleyenler için işkence haline dönüşür. Dostlar alışverişte görmesin. Yoksa bu konuları uzmanından öğrenmenin bir yolu; hiç yapılmaması daha iyidir. Uzmanlar kendi sahasında öğretmenleri yetiştirirse amaca ulaşılır. Bir edebiyat öğretmeninden "drama" dersi alacak branş öğretmenleri bu eğitimden ne kazanım elde edebilir? Son uygulama uzaktan eğitim. Bir nebze daha iyi. Ama bunu da lise öğrencisine anlatır gibi düz ve kitabi anlatılması yine kalite sorunu oluşturuyor.

5-Eğitimlerin uygulama sahası kesinlikle sınıf olmalıdır. Birçok kaydî bilgi aktarıp bunların zihinde hıfzedilip edilmediğine bakılan sınavla mesleki eğitim olmaz. Örneğin "Masal Anlatıcılığı" asla teorik bir eğitim olmamalı.

6- Aday öğretmenlerin yetiştirilmesi bir sürü kanun, yönetmelik bilgisine boğulmaktan kurtarılmalıdır. Hakikaten bir yıl sadece gözlem ve diğer öğretmenlerle tecrübe süreci olmalıdır. Hatta bunun için ayrılmış okullar her şehirde bir tane olması ideal olurdu.

7-Öğretmene her bilgi yığılmamalı. İş güvenliği konusu başlı başına bir saha iken, öğretmene bunu belletmeye çalışmak, "yarım doktor candan eder" sonucuna yelken açmaktır. Niye bir köy öğretmeni gibi, hala her branştan anlayan kişi öğretmen olmak zorunda. İlle de olacaksa o sahada çalışması için tek sorumluluk yüklenmeli. Okulda olması gereken iş sahaları (iş güvenlik, hemşire, doktor, bilgisayar teknisyeni, muhasebeci, strateji uzmanı (TKY için) vb.) kadrosu var edilerek yapılmalı. Bunlar mesleki gelişme konusu olmaktan çıkınca ortalık berraklaşacak gibi…

8- Öğretmenlerin dersi ile ilgili öğrenme adımlarını daha çok bilme ihtiyacı var. Her konunun aktarılışı için farklı yol bulup başarılı olanlar yaygınlaştırılmalı. En güncel deneyimlere hemen ulaşmak sağlanmış olur. "Eğitimde iyi uygulamalar" ve benzeri projeler bunu amaçlıyorsa da ödül verme ile sonuçlanıyor, yaygınlaşması sağlanamıyor. İstanbul gibi büyük şehirler daha küçük gruplu organizasyonla yerinde eğitim ve modelleme yapmalıdır. İlçe bazında mesela…Harezmi Projesi gibi…

9-Teknolojiyi kullanma yetersizliği biz öğretmenlerde pandemi döneminde öne çıkan bir sorunumuz. Ancak sınıflara döndüğümüzde önemini yitirdi. Yine de teknolojiyi kullanmada öğrencilere sunmada yetersiz kalmayacağımız eğitimler verilmeli. Bunda da sanal ders ortamlarında ETKİLEŞİMLİ olacaklar önemsenmeli.

10-Öğrenci seviyelerinin kişilik özellikleri ve psikolojileri bilmemiz gereken başka bir saha. Ne yazık ki burada sadece kendi tecrübelerimizde olana geçit veriyoruz. Çocuk ve ergen psikolojisinin Türkiye de yararlanabileceğimiz sayıda kurum ve uzman olduğunu düşünmüyorum. Ama bir yerden başlanmalı.

11- Okullara Rehber öğretmen kadar desteği gereken Sosyologlardır. Çünkü biz fertlerden çok gruplarla birlikteyiz. Grupların da sosyolojik özellikleri Toplumbilimci tarafından bilinir ve yön verilmesi sağlıklı yapılır. Bu konudaki eğitimler de bizim mesleki yeterliliğimizi artıracak.

12-Öğretmenlerin ilgi alanına yönelik, psikolojilerini pozitif kılacak ve hobi edinmelerini sağlayacak gönüllü çalışmalar dinlenme zamanlarında planlanmalıdır. Ancak eğitim döneminde faydalanacağı eğitimlerden sınıfın öğretmensiz kalma problemi nedeniyle yararlanamaması çözülmelidir. Müsait öğretmen tedariki mümkün kılınabilir(Ücret karşılanırsa)

13- Eğitimin büyük kalabalıklara değil küçük gruplara etkili olacağı bilinmelidir.

14- Eğitim planlanmalıdır. Zamanı, yeri, fiziksel donanımı ile ilgili sorun yaşanmamalıdır. En iyisi eğitim amaçlı her ilçede sabit mekanlar olması, ilçe milli eğitim müdürlüğü binası planlanırken bu da düşünülmelidir. Eğitime gelenler de bilinmezlikle karşılaşmak yerine güvenle hazırladığı içeriği sunabilir. Eğitim alanlar da tam fayda sağlamış olur.

15-En önemli mesleki eğitim, gelecekle ilgili planlamaların dünyanın gidişinin ne yönde olacağına dair beyin fırtınasıdır. . İhtiyaç nedir? Gelecekte öğrencilerimize hangi becerileri edindirirsek daha iyi hazırlamış oluruz? Bunları bilmeye ihtiyacımız var.  Yönünüzü ve hedefinizi görürseniz o yolda ilerleyen öğretmenleri bulursunuz. Az ilerler veya hedefe çok yaklaşır. Ama kendini o yola koymuş öğretmenler mutlaka olacaktır. Sonrasında eğitimi dizayn etmek bir ayrıntı olur.

]]>
Sun, 16 Jul 2023 14:33:16 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
İzin Ver Zamana https://edebiyatblog.com/izin-ver-zamana https://edebiyatblog.com/izin-ver-zamana Bitirdiysen içindeki yarım kalmışlıkları

Sildiysen mazideki içi boşaltılmış hatıraları

Başla yeniden ve son kez

İzin ver zamana

Serbest bırak ruhunu

Hazırsan

Kalk yerinden ve ilerle

Son kez ve sonsuza…

20/10/2022

]]>
Tue, 04 Jul 2023 01:44:25 +0300 Merve Yağmur
Zihnimdeki İkili: Hangisi Doğru, Hangisi yanlış? https://edebiyatblog.com/zihnimdeki-ikili-hangisi-dogru-hangisi-yanlis https://edebiyatblog.com/zihnimdeki-ikili-hangisi-dogru-hangisi-yanlis Tek bedende yaşıyor iki kişi.

Aynı anda konuşuyorlar,zihnimde yankılanıyor sesleri.

Sürekli devam eden bir kavga halindeler, baskılamaya çalışıyorlar birbirlerini.

Biri git diyor, diğeri kal.

Biri sus diyor, diğeri konuş.

Biri öl diyor, diğeri yaşa!

Hangisini dinlemeli, kimin sözüne güvenmeli...

Bir türlü mantığa sığdıramıyorum, aklım almıyor, neden anlaşamıyor, aynı bedeni paylaşan iki kişi?

Başımda inanılmaz bir ağrı, beynimden canhıraş haykırışlar yükseliyor, ortalık mahşer yeri.

Hava bugün ayrı bir kasvetli,

Rüzgarın ateşi kavuruyor tenimi.

Hissetmiyorum ellerimi, soğuktan mosmor kesilmiş parmaklarım, ayaklarım su alıyor, ceketim yok, üşüyorum.

Vızır vızır geçiyor arabalar önümden, çamurlu sular sıçratıyorlar üzerime, ama önemi yok. İnsandan daha temizdir çamurun pisliği.

Ardı ardıya basyorlar kornaya, birbirini sağır etme gayesindeler galiba.

Sürekli bir yarış, yetişme hali. Sahi, ademoğlunun acelesiz, bahanesiz, öylesiz, böylesiz, yaşadığı tek bir an var mı beyhude yaşamında?

Kafamda tonlarca soru, meyus düşünceler ele geçirdi beni.

Şu bulutlar içimde olsalar ya, yağsalar sabah akşam, söndürseler dilhun yüreğimi,

Karşıdan yalınayak çocuklar geçiyor, 

Bir ekmeği bölüşmüş dört kişi.

İçlerinde en büyüğü, en küçük parçayı almış.

Topu topu yaşları daha altı ila yedi.

Kahkahalar atarak, kovalamaca oynayarak büyük bir keyifle yiyorlar nimetlerini.

Öyle mutlular ki, ziyafet çekiyorlar sanki!

İşte! Diyorum kendi kendime, 

Budur gönül zenginliğinin en yüce göstergesi!

Hiçbir para ile alınmaz büyük bir serveti.

Bazen yıkık dökük binaların arasında 

Bazen de harabe bir çöplükte denk gelir böylesi.

Şaşalı sofralarda bulamazsın bu kadar içten gülenleri

Sahte tebessümlerle boşuna aramayın, şefkati, iyiliği, güzelliği..

Gülüşlerin güzelliklerinde de acıları gizli.

Yine saatler olmuş, ben sırıksıklam olmuşum, akşam ezanı okunuyor muezzin efendi.

Çocuklarda teker teker kayboldular ortadan, anneleri çağırmıştır belki veya hiç gelmemişlerdi, hiç kahkahalar eşiğinde oynayamamış, döke saça ekmek yememişlerdi..

Belkide hepsi hayaldi,ya da çocukluk anılarımdan biri.

Sanırım asla emin olamayacağım, çünkü bedenimde yaşayan iki kişi, hangisini dinlemeli, hangisine güvenmeli...

]]>
Sun, 25 Jun 2023 19:46:09 +0300 Livanur Baş
Sanatın Sonsuzluğu ve İnsanoğlunun Hatayı Anlama Güçsüzlüğü https://edebiyatblog.com/sanatin-sonsuzlugu-ve-insanoglunun-hatayi-anlama-gucsuzlugu https://edebiyatblog.com/sanatin-sonsuzlugu-ve-insanoglunun-hatayi-anlama-gucsuzlugu Söylenecek tüm sözcükler söylenmişti,

Yazılacak tek bir kelime dahi kalmamıştı.

Son fırça darbesini vurmuştu ressamlar tuvallerine ve edebiyen küstüler renklerine.

Oysa sanatın sonsuzluğuna inandırmıştı kendini Hipporaktes beni.

Baharlar tükenmiş, çicekler açmamış, cemre suya düşmüyordu. 

Yaşam, ağızda kalan mayhoş bir sızıdan ibaretti.

Elinin deydirdiği her şeyi soldurmuştu insanoğlu,

Utanmadan çamur atar, yüzsüzce balçıkla sıvardı.

Ve ancak kirden görülmeyecek hale geldiğinde anlardı hatasını 

Geri dönüşü olmayana denk dinlemez, kininden geriye döner

Bağırır, çağırır, çırpınır, ama asla dinlemez

Kulağını kapatıp kendi bildiğinden şaşmaz, 

Koca burnunu gökyüzüne dek uzatırdı.

Ve burnu öylesine dek büyüdü ki bedenine kapladı.

Ay'a doğru yükseldi ve gitti.

Ancak o günden sonra ay, bir daha hiç görülmedi.

]]>
Sun, 25 Jun 2023 19:16:40 +0300 Livanur Baş
ÇORAP https://edebiyatblog.com/corap https://edebiyatblog.com/corap Dükkanın içerisinde o kadar renkli şeyler vardı ki!  Kolyeler, bileklikler, fular ve bardaklar. Hep çok severek gezdim böyle yerleri. Zaten arkadaşlarıma da 'Hadi bi buraya uğrayalım sonra gidelim' derim ne zaman buluşsak. Bir şey alacağımdan değil ama olmak istediğim ama olamadığım tarzın ürünleriydi bu dükkanın sattıkları. Hep hippi olup bol şalvarlar, retro gözlükler, uyumsuz bluzlar giymek istedim. Uzun uzun küpeler ve saç aksesuarları…

Olmak istediğim ama olamadığım yerin tam ortasında durmak, bana az da olsa ümit vadediyordu çünkü. Oraya girmek elimin altındaydı ve ne zaman istersem o dükkana girebilir o ruh halinin sarmallarında dolanabilirdim. Uzun uzun küpeler takıyorum şu anda. toz pembe bir gözlüğüm, uzun renkli kumaşlarım var ister bileğime ister saçıma bağlıyorum. Öyle giyindim mi tam ben gibi oluyorum. İnsanın istediği zaman ben olabilmesinden büyük bir benlik olabilir mi? İnsanın kendini özgürce ve neşeyle dışına vurması ne kadar harika bir şey. Öyle giyindiğim zamanlar kendime daha çok yaklaşıyorum, o beni seviyorum. 

Arkadaşım üniversiteye yeni başladı ve yaşadığı deneyimleri, heyecanları konuşuyoruz bira eşliğinde bir gece. Ben üniversitenin sonundayım. Onun üniversiteye yeni başlamış olması aslında hayata yeni başlamış olması anlamına geliyor benim için. Çünkü bu 4 yıllık süre içinde neler neler sığdırılır o dünyaya. Bir sürü tecrübe, eğlence, kendini bulma, saçma sapan olaylar, anı olarak ileride anlatacağı yaşanmaması gereken ama yaşanan olaylar…

Aklıma, artık o dünyanın benim için kapandığı geldi. Komiktir, son günlerde bu düşünceden bağımsız aslında üniversitede anlatılacak öyle büyük bir anımın olmadığı gelmişti aklıma. Diğer öğrencilere kıyasla 2-3 topluluğa üyeydim ve hayatım onlar sayesinde renklenmişti. Fakat artık öğrenci olmayacaktım. Tek bildiğim şeyden sıyrılıyordum. Hiç öğrenci olmamak ne demek bilmiyordum. İşte bu koskoca bir boşluktu. Geride bıraktığımsa daha büyük bir boşluk. Çünkü o boşluğu güzel değerlendirdiğimden kuşku duymaya başlamıştım. O güzel boş temiz kağıda her türden rengi koymuş muydum? Bana kalırsa hayır. Konuşurken az da olsa bu düşüncelerimden bahsettim arkadaşıma. “Benden geçmiş yaa”  diyerek espriye vurduk. Onun yanında yaptığım esprilerin birden yaşlı işi ve annevari  olduğunu farkettim ve o da bunu söyledi zaten. Sanki farklı bir radyo kanalında tek başımaydım. Herkes farklı bir kanalda hayatlarına devam ederken ben bambaşka bir kanalın şarkısını anlamaya çalışıyordum geriden.

 Mekandan kalkıp o dediğim dükkanlardan birinde dolaşmaya başladık. Birden her zaman gördüğüm hoşuma giden ama alıcı gözle incelemediğim çorapları gördüm. Bilirsiniz belki, her ne tarzda ararsanız bulacağınız renkte, desende, eğlenceli çoraplar. O zamanların geçtiği dank etti. Olmak istediğim tarzdan benlikten ve bunu elverişli kılan zamandan  gün be gün kopuyordum.  O çoraplardan bende de vardı. Ne zaman giysem kendimi ifade edebilmiş gibi hissediyordum. O çoraplar benim yaşıma uygun çoraplar değildi. Kim 22 yaşında üniversiteyi bitirmiş biri olarak o çorapları giyerdi ki? Geç kalmıştım. O çorapları doya doya giymeye, kendim olmayı doyasıya yaşamaya, geçmişimin ayak izini izlemek yerine yeni yollara çıkmaya geç kalmıştım.

Çoraplar geç kaldığımın en renkli ifadesiydi. Hatta gülerek anlatıyordu, hatta kızgın ifadelerle anlatıyordu. Zamanı durdurmayı çok istedim. çünkü akıyordu. Eve gelir gelmez sanki hayata inat etmişim gibi hemen o çoraplarımı giydim. Ben yine ben olmaya devam edecektim. O çoraplar bana beni hatırlatıyordu. Birçok şeye gecikmiştim. Yeniden başlayamazdım. Önümde koca bir bilinmezlik vardı. Hayatın koşuşturması, stresi, kaygısı vardı ama benim de çoraplarım vardı . o çorapları giydiğimde zamanı durdurmak istedim çünkü akıyordu ve akışa bırakmak canımı hiç bu kadar yakmamıştı.

]]>
Fri, 16 Jun 2023 14:40:07 +0300 Dinleyiyici
Şükran filmi https://edebiyatblog.com/sukran-filmi https://edebiyatblog.com/sukran-filmi Sun, 11 Jun 2023 14:05:39 +0300 şükran yağcı Solgun Çiçekler https://edebiyatblog.com/solgun-cicekler https://edebiyatblog.com/solgun-cicekler Kanadımı çok kırdılar da sesim çıkmadı, çok kez yerle bir oldum da hıçkırıklarımı kendime sakladım. Umudumu yitirmek üzere oldum da kendi kendimi teselli ettim, ben çok kez sessiz kalmak zorunda kaldım... Hayal kurdurttum senin bana kurdurttuğun gibi de sözümde duramadım, senden sonra çok değiştim de belli etmedim. İçimde onca kırık vardı da sessizce tamir etmeye çalıştım, sonra gün geldi dedim ki; biri için neden kendine eziyet ediyorsun Funda? Giden kalmak isteseydi bir bahane üretirdi, kendi bile bile gitmek istedi bunu söyledikten sonra yutkunamadım. Ben seni kalbimde yeşertmeye çalıştım oysa ki sensiz orası yeşerme değil minik bir ot bile açmadı orası kurak bir toprak oldu. Günler geçti, haftalar geçti baktım ki geleceğin yok... Funda kendine gel yeni birisi olmuştur bile. Sonra ne oldu bilir misin? Bilmezsin. Günler geçtikçe acım azaldı sen gelmedin ve ben iğleştim. İnancım yokken birden iğleştim, o kadar inancım yoktu ki inanmazdım sonra çiçek açtım ve kurak olan topraklarım solgun çiçekler açmaya başladı.

]]>
Thu, 25 May 2023 19:09:32 +0300 Medine Herzem
KEŞKELERE BULANMIŞ İYİKİLER https://edebiyatblog.com/keskelere-bulanmis-iyikiler https://edebiyatblog.com/keskelere-bulanmis-iyikiler Şu ana kadar hiç keşke demedim senin için. Baharımdın çünkü sen benim.

O soğuk geçen kışın ardından gelen güzel günlerin habercisiydin. 

Dalan bakışlarımın, aptal gülüşlerimin sebebiydin.

Günaydınımdın, iyi gecelerimdin.

Yazımdın çümkü sen benim. Sıcak güneşimdin. 

En güzel anlarımdın.

Sonbaharımdın sen benim. Yağmurlu günlerim, dökülmüş yapraklarımdın. Üstüme aldığım şalımdın.

Ama kışımdın da sen benim. Soğuğa engel olan ama bir yandan da avcumu yakan kahvemdin. Karımdın sen benim, gönlümü beyazlatan.

Zorluğumdun, üzüntümdün, kederimdim.

Nefretimdin.

Bütün bu güzelliklerden sonra bir anda çöken kasvetimdin. 

Pişmalığımdın belki de.

Keşkemdin, iyikimdin.

Nasıl vazgeçebilirdim ki senden.

Mevsimlerim, aylarım, yıllarımdın. 

Ama unutma ki her kış bir gün geçer. Bekle bak yine bahar gelecek.

Bu sefer keşkem sen olmayacaksın.

]]>
Sat, 20 May 2023 16:29:22 +0300 Ayşe Nazlı Yılmaz
TİKSİNÇ https://edebiyatblog.com/tiksinc https://edebiyatblog.com/tiksinc Böyle bir kelime var, boşuna kontrol etmeyin, ben TDK sözlüğüne baktım. Kendim uydurdum kelimeyi derken, meğer uydurmamışım.

Toplumların tiksinç buldukları kendi kültürlerine göre değişiyor. Artık küresel bir kültürümüz de var ya, neyse! Bir turistik amaçlı kilise gezisinde (Büyükada Aya Yorgi) yabancı turistlerin yoğun olduğu bir zaman diliminde bahçede, bir turistin arkadaşlarının ve bizlerin yanında bir höykürme sümkürmesi ile burnunu temizlediğine tanık olmuş, kendim gaz kaçırmış gibi utanmıştım. Bunu yurtdışı görmüş genç birine anlattığımda “ne var, bu onlara göre ayıp değil, asıl genirmek onlara itici geliyor” demişti de bu tiksinçlik davranışlarına o zamandan beri takılmış durumdayım.

Kendi tiksinçliklerimi sıralayacağım, sıkı durun. Sosyal medyada “sinirinizi bozan takıntılar” listesinde rastladıklarım var gerçi. İlk olmayacak. Yanımda sakız çiğnenmesine, sessiz ortamlarda fısıltılı okumalara, kaldırımlarda boğazdan veya burundan belli olmayan atıklarla karşılaştığımda, yağmurlu havalarda yollara dizilen yumuşakça sürüngenlere, hertürlü canlı dışkılarına…Aklıma gelen bunlar. Ama bunlar azalarak veya eklemeler yapılarak her insanda gözlemlediğimiz öğrenilmiş tiksinçlikler. Benim konum istisnai olup anlamadıklarım… Birlikte anlamaya çalışmak için bu satırlara taşındılar.

Toplumsal tiksinç. Yine dünya üzerinde bakıyoruz ki, millet başka milletlerden birilerini tiksinç bulabiliyor. Sınır içine bakarsak da bir şehrin insanının farklı bir şehirliden asla hoşlanmadığını dile getirdiğini duyuyorum. (Örnek vermiyorum, kötüyü yaymamak için) O şehir halkından biriyle problem yaşamışsa ve toptancılık yaparak hepsini silmişlerse biraz bu tavrı almalarını anlayabilirim. Boşandığı eşi, kaynanası dolayısıya, kazık yediği iş ortağından mütevellit, bir müddet yaşamak durumunda olup o şehirde kötü komşulara maruz kalmışlık…

Anlayamadığım tam da ülkemin coğrafi konumu nedeniyle batı – doğu arasında yer almasından kaynaklanıyor. Öğrenci yıllarımda bindiğim bir otobüsün ayakta yolcusu olarak tekli koltuğun birine tutunmuştum. Önümde oturan beyaz sakallı sarıklı bir bey birşeyler mırıldanmaya başladı. Ailemden alışkınım, dualar okuyor diye yorumlayarak ilgisiz kaldım. Ama sertçe başını sağa sola sallayıp kızgınca bana bakış attıktan ve cama döndükten sonra tepkisinin bana olduğunu anladım ve uzaklaşmak mecburiyeti hissettim. Kısa kollu bir gömlek vardı üzerimde, rahatsızlık duyduğu çıplak dirsek altı görünen bana göre hiç de kılla kaplı görüntüsüyle cezbedici olmayan kollarım veya örtü olmayan başımdı. Aramızda dede torun yaş aralığı olması ile de anlayamadım. Günahlara sevketme halim onun benden tiksinme sebebiydi.

Bir kesim de var ki, tesettürlü, siyah çarşaf ile örtünmüş birini görmesin, tiksiniyor. Yüzünün şekli öyle bir hal alıyor ki, önüne tuvaletten bir öbek malzeme koysam sadece burnunu tutarak koku almamaya çalışır, o kadar. Yüzü o derece değişmez.

Siz bu değerlendirmeleri hayata bakış açısına, siyasal tercihlere, hizmet alma-verme iletişimine, velhasıl yaşamınızdaki bütün safhalara genişletebilirsiniz. İnsanoğlunun bu öğrenilmiş çaresizlik gibi sonradan dayatılarak edinilen yargıların içinde debelenmesini seyretmeye dayanmak çok zor. Hiçbirisi şablonlarından vazgeçmiyor. Biz aynı memlekette çeşnisi bol bir toplum olarak yaşamak ayrıcalığını her defasında teğet geçiyoruz. Tarihte yapabildiğimiz bu beceri nasılsa imkansız hale geliyor.Çok kereler dost sohbetlerinde  kendimce olmayan tarafın halini anlatmaya, empatik yollar açmaya, orta yolu bulmaya çalışırken bendenizin de her iki tarafın düşmanı ilan edildiğimi belirtmeme gerek yok.

Biz insan merkezli bir toplumuz. Doğu böyledir. Batı medeniyetlerinde bunlar özünde olmadığından çeşitli akımlar ve kurumlarla edinilmeye yerleştirilmeye çalışılır. Kim ne için uğraşırsa uğraşsın bizden yamyam çıkmayacak. Kanlısını evine sığındığında misafir kabul eden ve sonuna kadar korumuş bir geçmişten bahsediyorum. Ne demişti Winston Churchill “Çanakkale centilmenler savaşıdır”. Çatışma bittiği ve dinlenmeye geçildiği anlarda birbirine yakın siperlerden yiyecek fırlatarak değiş tokuş yapma başka yerde yaşanmaz çünkü. Çok daha fazlası hikaye olarak belleklerinizde yer alıyor elbette.

Savaşta tek yürektik, depremde tek yürek olduk, tüm şartlanmışlıklarımızı bir kenara bırakarak, tiksinç yaşamın devraldığımız kötü zincirini kırarak herkesle insan çerçevesinde paylaşım yapabiliriz. Birlikte yaşam inşa etmenin mümkün olduğu bu coğrafyada umarım bir de “sevinç” konulu yazı kaleme alırım.

]]>
Mon, 15 May 2023 18:15:54 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
SENİ GÖRDÜĞÜM GÜN https://edebiyatblog.com/seni-gordugum-gun https://edebiyatblog.com/seni-gordugum-gun Bugün içimde seninle vedalaşabilmek için çok çabaladım. İzlerinden arınmak için kaç kez ayna karşısında kendimi tokatladım bilmiyorum. Birlikte yürüdüğümüz yolları artık tek başıma yürüdüğüm için kızgınlığımı açmakta olan yeşilliklerden çıkardım mesela.

Sana veda etmek kolay olmayacak. Sen dünyayı gözlerimin önünde gülüşlerinle süslerken, benim seninle vedalaşmam kolay olmayacak. Ellerim sırtını sıvazlamak için uzansa da, parmaklarım çatırdayacak orta yerinden sana dokunamadıkça.

Etrafına umut saçan gözlerinin kıyısını sevemedikçe ben daha da eksiliyor olacağım. Kim bilir belki de birbirimizden habersizce aynı noktaya kilitlenecek gözlerimiz. Bu kez bakışlarımız dahi birbirine yabancı olacak. Tanıştığımızı unutacağız bir anlığına.

Benim çok canım yanacak. Baktığın noktada olamamak giderek belimi bükecek. Güldüğün kişi olamadığım için kendimi suçlayarak geçecek günlerim. Ellerin rastgele bir yerlere değecek, ve tüm o yerlerde senin parmak izlerin çıkacak. Eskiden ezbere bildiğim parmak uçlarına artık yabancı olmak beni gözyaşlarımda boğacak hissediyorum.

Bir gün belki yeniden seninle yan yana geliriz. Ama bu kez sana ilk günlerden daha uzak olmaktan korkuyorum. Sen mesela bulutlara anlamsız şekiller verirken neşe içinde kahkahalar atacaksın ve ben uzaktan öylece seni izliyor olacağım. Göğüs boşluğumda uçuşan kelebekler eriyip yok olacak.

Burnuma dolan kokun artık başka bedenlere sinecek ve ben kilometrelerce uzağına düşüp kurduğumuz hayallerin yok oluşuna şahit olacağım.

Ama her şeye rağmen de kalbimde uyuduğun sürecin huzurunu haykıracağım insanlara. Hep söylerim ve söylemekten de asla sıkılmam.

''Seni gördüğüm gün, ben buldum belamı''

]]>
Tue, 02 May 2023 23:29:36 +0300 Efsa Kandemir
Yitik sayfalar Ardında https://edebiyatblog.com/yitik-sayfalar-ardinda https://edebiyatblog.com/yitik-sayfalar-ardinda Yaralarımıza rağmen koşmak için çabalıyoruz hala

Biliyoruz kanayan yaralaramıza kimse merhem olmaz bizim..

Bir dert,bir illet var üzerimizde 

Bizimle ezelden gelen..

Yüzümüzde tebessüm görmeye dursun

Yapıştırır yara bere sırtımıza kırbacını 

Hayaller, hayallerin, hayallerimiz..

Ne çok benziyor bir birine..

Gözyaşlarım, gözyaşların, gözyaşlarımız 

Neden yarışıyor gibiler birbirleriyle 

Zehir olmuş hayatım, belki seninde hayatın..

Bilmiyorum, belki de bilmek istemiyorum 

Anlatma bana, anlattıkça deşiyorsun yaranı 

Görüyorum ben, yüreğim..hissediyor 

Bir insan görmeden görebilir mi?

Görmeden görülebiliyormuş..

Ben çektiğin acıları gördüm mesela

Nasıl gördüğümü sorma

Bazen yaşıyorum hatta..belki inanmazsın ama

Tesadüf değildi hiçbir şey 

Küçük bir imtihandı bizi yaralayan 

Bambaşka kişiler tarafından, benzer olaylarla.

Ağlamak istiyorsan, gel benimle

Ağlarken gülelim birlikte

En çok bunu yapıyorum çünkü ben

Hayat misali bir gülümseme;

Ağlamak mı gülmek mi belli değil..

Yaşamak mı ölmek mi kim bilir..

Ben; 

Yetmeyen cümleler, bitmeyen yaşlar 

Ulaşmayan nidalarım ile yanındayım..

Kabul edersen.

Kimseye kızamıyorum,kızmak istemiyorum 

Yenilgi ile başlamış benim bu dünyada zaferim

Hangi başarıya kolay ulaşılırdı?

Bunu bana sen öğretmiştin..

Korkmadan devam ediyorum,

Savaşamıyorum ama... gücüm yetmediğinden mi

Yoksa savaşmak sadece acı getirdiğinden mi..

Bilmiyorum 

İçimdeki çocuk ağır yaralı 

Sayıklıyor "umut, umut " 

Başında bekliyorum gecelerce..

Kapanıyor önce gözlerim

Kabuslar ile bölünüyor kurduğum hayaller..

Bazen eziliyorum gerçeklerin altında 

Bazen korkutuyor beni;çıkarılan maskeler..

İşte tam öyle bir yaz mevsiminin gecesinde

Gülüşlerinde duydum iyiliğin kısılmak olan sesini

Yorgun, bezmiş, hüzünlü bir gülüşün ardından

Derinlerden geliyordu tınısı 

Hayatın kanlı ellerinden almıştı yüreğin nasibini 

Verdiğin öğütlerden belliydi 

Yüreğim minettar kaldı sana

Bazen hayran oldu yaptıklarına 

Daha fazlasını öğrenmek için izlerini takip ettim izin almadan

Sonra.. Hak etmediğimi anladım. 

Ben huzur veren gölgene sığınmayı hak etmedim

Yetersizdim..bilgisizdim 

Kendi ayaklarımın üstünde durmayı öğrenmeliydim

Öğrenmeliydim; düşmeyi, düştükçe gülmeyi 

Aldığım yaralar acıtmamalıydı canımı..

Yalnızım şu dünyada 

Herkes devam ederken hayatına 

Durmuşum bir sokağın ortasında 

Yapacak bir şeyim kalmamış gibi 

Sadece sayıklıyorum ismini

Sızım sızım sızlıyor yüreğim..

Sevgi paylaştıkça çoğalır, derler

Bizde sevgi ne arardı.. acılarımızı paylaştık 

Belki o yüzden arıyordu benliğim seni

Acılar paylaştıkça azalıyormuş, biliyor musun?

Çünkü paylaşan biri oluyor seninle 

Seninle birlikte yüklenen..

Biliyorum güvenmek kolay değil kimseye 

O yüzden kendi kendime gülüp ağlıyorum çoğu zaman

Ve kendime kızıyorum " Bu acı senin.. bekleme kimseyi. Kendi acılarını kendin kaldır "

Nasıl düzelir, ne iyi gelir.. Bilmiyorum 

Ama her acı çektiğimde gülebiliyorum artık..

Ağlamam gereken yerlerde şaka yapıyorum mesela..

Rahatsız mıyım bu durumdan.. asla

Ben ağlamayı de gülmeyi de seviyorum aslında 

Hayatın canımı yakan küçük oyunlarından 

Ders çıkarmak yerine keyif almaya bakıyorum.. Ne kadar saçma, öyle değil mi?

Sonra tekrarlıyor duruyorum aynı şeyleri..

Her şeyi anlıyorum, şaşırmıyorum artık 

Ama

Sen neden üzgünsün?

Sen üzülünce, ağladığında 

Gece yaşlara bulanmış bir yastık tek dostun olduğunda 

Daralıyor yüreğim 

Seni hayattan bezmiş görünce

Kırılıyor kanadım 

Üzülme..

Darılma 

Affet.. elinden geldiğince affet

Ve doyasıya ağlayıp, gül. 

Her zaman uzaktanda olsa hissedeceğim ben 

Fırtınalara tutulup sırılsıklam olsan bile

Yağmurun tadını çıkar..

Unutma her şeyin bir sonu var

Fırtına dinecek, güneşli günler görecek yüreğin..

Hatta bir armağanı olacak sana,

Rengarenk bir kuşak...

Her rengi; içinde gizlediğin duyguların sembolik hali

Baktıkça hatırla..

Hayatın içinde bir umut kadar mavi de var

Ağlamaktan kızarmış gözler kadar acı da..

Ardı ardına yitmiş kelimlerimle.. umutla kal

E.G.

]]>
Mon, 01 May 2023 22:29:43 +0300 Selenophilia☆
ÖLÜDÜR VE ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR BÜTÜN UMUTLAR https://edebiyatblog.com/oludur-ve-oldurulmustur-butun-umutlar https://edebiyatblog.com/oludur-ve-oldurulmustur-butun-umutlar Eskiden gözlerimi parlatan tüm her şey için şu an tırnağımı dahi kıpırdatamıyor olmak ne büyük acı ve korkaklık bir bilseniz. Bir zamanlar göğsümü deliveren o aşk etkisini kaybetmiş, kelebeklerim yarım kalmışlığının sızısında can vermiş. Her gece oturmaktan zevk aldığım o bankta nice çocukluğun kırgınlıkları sıkışmış. Dünya bir kez daha sevilmemişliğine ağlamış çığlık çığlığa, ve ben kendi dünyamın karanlığında hapsolmuşum.

Geçmişe geri dönmek istiyorum, gülüşlerimin parlaklığından gözlerimin kamaştığı günlere geri dönmek istiyorum. Son bir kez bana değer verdiğini iliklerime kadar hissedeyim istiyorum. Son bir kez daha gözlerime baktığında bana o sıcak kollarından akan sevgiyi görebileyim istiyorum. Bunları isterken bir yandan da kendimi sevilmeye layık göremediğimin delicesine farkındayım. Sanırım dünyanın en korkunç duygusuyla boğuşmaya mecbur bırakıldım.

Çaresiz kaldığım gecelerin umarsız uğultusu arasında yine senin sesini bulup sarılmıştım. Ay dönencesinden saçılan ışık kendi etrafını dahi aydınlatmazken, ben gözlerinin parıltısına kapılıp öylece sürüklenmiştim. Kimse seni benim kadar iyi sezinleyip bir o kadar da yabancı olamaz sana.

Seni tanıyabilmek için kendimden vazgeçtiğim anların hesabını birgün verebilir miyim bilmiyorum. Aynadaki gördüğüme öylesine tedirgin gözlerle yaklaşıyorum ki şu sıralar, seni tanımak isterken kendimi unutmuşum. Çaresiz ve kimsesiz hissetim bu yolda. Çaresiz kaldığım geceleri ne sana anlatabildim ne de bir başkasına. Kendime bile itiraf edemedim. Ama anlatabilmek için çok çabaladım, çok ağladım.

Evrenin can yakıcı yaralarını unutmak için bugün yeniden çıkıyorum yola. Bir daha umut etmemek için son kez umut doldum sana. Ama artık biliyorum ki, ölüdür ve öldürülmüştür bütün umutlar. Katil kimdir bilinmez ve bulunmaz. Parmaklardan damlayan kanlar eşliğinde yarım kalmış tüm izlere tutunup yeniden savaşılır.

 

]]>
Thu, 20 Apr 2023 17:14:19 +0300 Efsa Kandemir
POSTMODERNİST ROMAN YA DA …. https://edebiyatblog.com/postmodernist-roman-ya-da https://edebiyatblog.com/postmodernist-roman-ya-da             Bir bilgiyi sınıflandırarak, tanımlayarak kolay anlaşılabilir ve öğrenilebilir kılarız. Romanların bilinçli okuyucuları da ne okuyacağını önceden araştırır, okur yorumlarını, eleştirmen süzgecinden geçenlerin değerlendirmelerine bakar sonra kitabını okumaya kurulur. Ya da hiçbirine bakmadan okuma serüvenini kendi bilinç dünyasında yaşamak ister. Sonra merak eder acaba bu romanı diğer okurlar beğendi mi,  diye araştırır. Ama günümüz romanlarında öyleleri var ki,  “ ben ne okudum şimdi, bu da neydi, hiçbir şey anlayamadım, okumakta zorlandım, yarım bıraktım…” dedirtebiliyor. Hah işte onlar postmodernist roman kategorisinde oluyorlar. (Ne kolaydan bir tarif yaptım, aferim bana…)

          Modern romanların  - ki bunlar batı tarzı olay etrafında kurgulanan eserlerin adı olmakta- devamında gelişen yeni bir tarz roman postmodern roman. Bu arada modern roman tarzı da sona ermiş değildir, birlikte hayatiyetlerini devam edegelmektedirler. (POSTMODERN ismini kendi dil kullanımcılarımızın beceriksizliği olarak kullanmakta zorlanıyor ve eleştiriyorum. Bağsız roman, şaşkın roman, özgür roman… diye dilimin ucuna hemen birkaçtane geliveren onca ismin arasından bir Türkçe isim bulamamak beceriksizlikten başka nedir? Batı dillerine boğulmuş literatür oluşturunca daha mı ileri gitmiş oluyoruz, dünya bize kucak mı açıyor? Aksine Türkçe anlam çağrışımı yapmayan kelimeler bizi bizden, kendimizden daha çok uzaklaştırmıyor mu?)

         Tutunamayanlar (Oğuz Atay) romanı ile başlatılan postmodern akımını biraz anlamaya çalışalım. Kolay değil, zira daha edebiyat paydaşları konu üzerinde fikir birlikteliğine ulaşamadılar. Modern romanın Halit Ziya Uşaklıgil ile başlayan (Aşkı Memnu, Mai ve Siyah vb.) seyri tekdüzelik hissi vermiş olmalı ki yazarların değişim isteyenleri, romanın her türlü unsuruna başkaldırarak farklı bir roman oluşturma dürtüsü ile bir çabaya giriyorlar. Roman içinde romanlar oluşturuyorlar örneğin. Üst kurmaca deniyor buna. Sonra şiir, masal gibi farklı türlerin tarzları romana dahil oluyor. Hatta kimi eserlere atıflar, eserlerden alıntılar sözkonusu. Metinler arası köprüler kuruluyor. Ama bunları olağan bir çerçevede değil biraz mizah ile işe ironi de katarak yapıyorlar. Daldan dala atlamalar en belirgin özelliği. Bilinç akışı diye bir fosforlu adı da var. Siz aklınıza geleni hemen söyleyiverme diye anlayabilirsiniz. Konunun yeri mi, bağlama uyar mı, deli saçması gibi olur mu diye düşünmenize dert etmenize gerek yok. 

          Eseri okutan tarzıdır aslında. Dil becerisi üst seviyede ise o eser her türlü okutur kendini size. Dil becerisi yoksa başka pek çok şeye başvurursunuz. Sonra “bir delinin bir kuyuya taş atıp kırk akıllının çıkaramayışı” gibi varsın diğerleri ve okur uğraşsın. Kolay yazım yolu değil aslına bakarsanız, çok üstün bir zeka gerektiriyor. Çünkü okur varsayılıyor bu tür romanlarda. Adeta hadi gel birlikte bu eserde yolculuk yapalım der gibi eserin kurgulandığını okurla paylaşıyor. Modern roman anlayışındaki gerçekle güçlü kurulan bağını da gevşeten güruh bu romancılar. Diyorlar ki; “herşeyi akıl ile çözemezsiniz, insan karmaşık bir yapıdır, yaratılıştan getirdiği özelliklerin yanında içinde yaşadığı toplumun ve zamanın da ürünüdür.Öyleyse onun içinde bulunduğu bu şartların değerleri ile algılamak yorumlamak gerekir” Herşeyle oynarlar, zaman kırılmaları, geri dönüşler, derin iç çözümlemeler önem kazanır. Sürekli bir arayış vardır. Kişi kendini bulmak ve tanımak için  sorgulamalıdır. Bir o kadar da çoğulculuktan toplumsal yaşamda her türlü düşüncenin, eğilimin, gerçekliğin var olmasını, eşitliği ve özgürlüğü savunan görüşleri sahiplenirler.

            En karakteristik özellikleri kuralsız oluşlarıdır. Bir şablona oturmaz ve bir tek modeli ile karşılaşmazsınız. Bu tarzın sevildiğini yazarların çok sayıda eser vermelerinden anlıyoruz. Sorun okur olan bizlerde. Hiçbir beklentiye girmeden okuduğumuz romanın akışına bırakmalıyız kendimizi. Yok önce kitabın okurlar cephesinde nasıl karşılandığını bilerek okumaya başlayanlardan biriysek, önyargıların esiri olup başlangıçta bile elediğimiz eserler olabilir. Ama unutmayın herbirimiz farklı dünyalara sahibiz. Kimsenin ruhuna dokunmayan bir kitap bizi sarmalayabilir, tek bir cümlesi ile beynimizde harika kapılar açabilir.

]]>
Tue, 18 Apr 2023 23:38:38 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
ÖFM https://edebiyatblog.com/ofm https://edebiyatblog.com/ofm Hayatımıza aldığımız insanlar bizi ve hayatımızı çok değiştirirler. Tabi bunu en çokta hayatımızda nereye konumlandırdığımız da önemli. O kişiyi ya da kişileri merkeze koyarsak bu uzun bir süre enkaz altına bırakıp sizi en kötü insan da yapabilir ya da sizi dünyanın en mutlu, en huzurlu insanı da yapabilir. Yani bir insan rezilde edebilir vezirde edebilir. Bu da tamamen sizin elinizde olan bir şey seçtiğiniz kişide biter çoğu her şey. 

Şimdi size birkaç bir şeyden bahsedeceğim. Çok uzun zaman sonra aldığım en doğru bir kararla hayatıma birini aldım. Ve inanır mısınız bilmem, inanmadığım ne varsa ben onun sayesinde inandım. Onun sayesinde birçok şey değişti hayatımda. Kendimi keşfettim, süründüğüm, kendime acılar çektirdiğim hayatımdan tutup çekti beni. Onunla tekrar yaşamaya başladım. Ve evet bana bunları tek bir kişi yaptı. O, yaptı. Şimdi size bizi anlatıp nazar değdirmeyeceğim çünkü mağlum kem göz çok bu dünyada. Bizde Allah nazarlardan korusun çok güzeliz. Maşallah.

Bir kişiyle hayat bulmak işte benim yaptığım şey onunla tekrar doğdum. Bana çok şey öğretti. Tekrar nefes almayı, gülmeyi, en çokta mutluluktan ağlamayı... Ben olan her şeyi değiştirdi ve bende aslında şunu farkettim ben hiç o ben değilmişim asıl ben şu an ki benmişim. 

Çok özel ve farklı duyguları tattım, yaşadım. Tüm duygularıma karşılık aldım, alıyorum. Size küçük bir sır en önemli şeyde aşka inanmayan ben onunla aşka inandım. Evet arkadaşlar aşk varmış, çok özel ve başka bir duyguymuş. 

Geç gelmiş en güzel iyikim. Sen hoş geldin, bana ve hayatıma hoş geldin adam...

 Size özel bir şarkı

 Cem ADRİAN - Hoşgeldin

]]>
Mon, 17 Apr 2023 19:11:09 +0300 lâlzü
Kudüs'ü Düşünün https://edebiyatblog.com/kudusu-dusunun https://edebiyatblog.com/kudusu-dusunun        

            Bir gökyüzü düşünün bulutları sisli, rengi grinin en korkunç tonu.

     Evler düşünün içleri harabe, içlerinde binbir feryadlar.

     Hastaneler düşünün her saniyesinde ölen insanları ağırlayan.

     Parklar düşünün bir de kaydırakları delik deşik, salıncakları uçurmayan.

     Camiler düşünün ki her gün beş vakit delâ okunan

    Yolları düşünün biraz silahların sizi gözetlediği ve her an ateş açabileceği yollar.

     Okullar düşünün öğrencisiz, öğretmensiz.

   Bir de burda yaşayan insanlar düşünün ya da vazgeçtim düşünmeyin. Çünkü burda yaşamıyorlar burda yaşamaya çalışıyorlar. Yaşamak ile yaşamaya çalışmak arasında çok büyük bir fark var. İşte düşünecekseniz eğer. Buyrun, bunu düşünün. Orda bombaların arasında yaşamaya çalışan insanları düşünün, düşünün o insanlardan biri sizsiniz. Düşünün camiye namaz kılmaya giden babanız bombalar arasında öldü! Düşünün bunu ve bunları. Orda ölenler kavgadan veyahut herhangi bir suçlamadan ötürü ölmüyorlar. Orda ki insanlar dinini ve İslami hakkı ile yaşadıkları için ölüyorlar.

  

     Şimdi biraz da neler yapabileceğinizi düşünün, yıllardır süregelen bu vahşet zulmü nasıl sonlandırabileceğinizi düşünün!. Ve düşünmek sadece düşünmek ile kalmasın birşeyler yapabilelim. Yapabiliriz ve yapmalıyız. 

]]>
Sun, 09 Apr 2023 18:15:31 +0300 YağmurunKızı8
ANNELERİN KIRDIĞI KALPLER İYİLEŞMEZ https://edebiyatblog.com/annelerin-kirdigi-kalpler-iyilesmez https://edebiyatblog.com/annelerin-kirdigi-kalpler-iyilesmez Kimse sesimi duymasın diye hıçkırıklarımı susturmaya çalışıp, bir yandan da ardı arkası kesilmek bilmeyen gözyaşlarımı çocuk ellerimle silmek zorunda kaldığımda yeniden yüzleştim yalnızlığımla. Duvar aralarında yarım kalmış hayallerim saklı olan o evin körpe duvarları üzerime yıkıldı. Hem evsiz kaldım kışın soğuğunda, hem de yaralandığımla kalakaldım. Yara izlerimi, ısırmaktan morarttığım dudaklarımın titrek öpüşüyle kendim iyileştirdim.

Hayatım boyunca birçok duygunun eksikliğiyle sınandığımdan yaralı bakıyor belki de gözlerim. Ben sevgiyi bilmiyorum, sevmeyi bilmiyorum. Sevilmek nasıl tatlı bir his onu da bilmiyorum, çünkü herkese sevgi dağıtan o kalbinden bana bir kırıntı dahi vermedin anne. Çevrene gülüşler saçıyorken, beni kalbimin ortasındaki cehennemin kollarına bırakıp gittin. Ben senden öğrendim sevgisizliği. Ben sende gördüm sevmeden öldürmeyi. Katlettiğim bir ruhu sarmamayı senin nefret dolu bakışlarından öğrendim.

Ben gülmeyi bilmiyorum, güldürmeyi bilmiyorum. Saçma sapan bir anda gökyüzüne kahkahalarımı bırakamıyorum, çünkü buna yeltendiğim her an kırdığın kanatlarım sızlıyor anne. Acılarımın üzerinden geçip, bıraktığın yerden hayatıma devam edebilirsem şayet bir gün gülümseyecek bulutlar, yıldızlar tozunu gecenin kör ayazında üzerime serpiştirecek. Tüm her şey aklımın içinde bitiyor, ama aklım benden çok uzaklarda bir uçurumun yamacında sallanıyor.

Ben birine nasıl sığınak olunur, nasıl dört duvarına çatı olunur bilmiyorum. Soğuk havanın rüzgarından bir bedeni korumayı başaramıyorum anne. Ne zaman birine yuva olmak istesem, beni evsiz bıraktığın günün gecesini yaşıyorum. Çocukluğumun karanlığını gömdüğüm o ağacın dibine çöküp geceyi gündüz ediyorum her defasında. Sanırım ben yuvasızlığımın bedelini günahsız insanların saf kalbine ödetmeye devam edecek kadar yara bere doluyum.

Ben birilerinin kalbini gözlerinin içinde attırmayı bilmiyorum. Kalbine dokunduğumda iliklerine kadar kelebekler uçurtmayı başaramıyorum anne. Radyoda rastgele çalan bir şarkının nakaratını mırıldanırken, yoldan geçen bir kedinin tüylerini okşarken ya da gölgemin çizgilerinden yürürken asla bir kalbin içinde saklanamayacağım. Bir daha kör kurşunlara teslim olup aşık olamayacakmışım gibi çaresiz hissediyorum.

Ben bir yerden uzaklaşıp gitmeyi bilmiyorum. Arkama bile bakmadan ait olduğum yerden kaçar adımlarla gidemiyorum anne. Gidişine şahit olduğum günden beri kimseyi terk edemeyecek kadar kırgınım bana bıraktığın hatıralara. Şimdi içimi sızlatan bir yerden gitmek istesem, gittiğin gün beni sınadığın o acıyı bir başkasına yaşatmış olacağımı biliyorum. O acı beni kaç gece uykularımın ortasında kıvrandırdı, kaç gece bilmediğim sokakların kıyı köşesinde yürüttü sen bilemezsin. Kendimi öyle bir kaybetmişim ki, geriye dönüp olduğum insana dair tek bir iz dahi bulamıyorum.

Sen beni benimle sınadın anne. Sen beni içinde boğulup can vereceğimi bildiğin düşüncelerin zindanına hapsettin. Sen beni öyle hiç sevmedin ki, ben hep kendimde aradım sebebini. Gözlerimin rengine mi bu nefretin diye düşündüm, ya da ellerimin küçüklüğüne miydi öfken. Kim bilir, belki de babama olan sonsuz aşkımın kıskançlığı sardı ruhunu da senin içinden bir canavar çıktı bana karşı.

Aynalara küstüm ben. Yüzümün çizgileriyle dertleştim gecelerce. Baktığımda gördüğüm insan gerçekten de ben miyim diye sorguladım kalan gücümle. Herkesi sevebilecek kadar kocaman bir kalbi taşırken, kendimi zerre kadar sevememişim. O kadar güzel küsmüşüm ki kendime, kendimi bile taşıyamadım. Sahip olduğum bütün gücümü içimdeki güçsüzlüklere karşı olan sınavımda kaybetmişim.

Beni adını koyamadığım bir yokluğun içine bırakıp gittin sen anne. Ben tanımadığım yüzlerde seni aradım, ihtiyacım olduğunda sana olan öfkeme rağmen sen diye ağladım. Senden bahsedilen hiçbir cümleye izin vermezken, düştüğüm her kaldırımın kenarına çöküp yeniden sen diye delirdim. Giden herkes bir gün geri dönecek diye diye kapı eşiklerinde sabahlattılar beni. Ben çok bekledim ve sen hiç gelmedin. Kendine kurduğun o ailede bana bir yer bulamadın, koca dünyana beni sığdıramadın.

Sen aslında sevmeyi çok iyi biliyordun. Sen benim dışımda kalan herkesi sevmeyi biliyordun. Sen bir tek beni sevmeyi öğrenemedin. Bir tek bana kol kanat germeyi başaramadın. Ben sadece senin yüreğine sığamadım. Bu senin başarısızlığın, benim de en büyük zaferim olacak günün birinde. Pişmanlığın burukluğu göğsüne yerleştiğinde ben düşeceğim senin aklına. Ama inan bana, o gün geldiğinde ben şimdiye nazaran daha dik duracağım hayata karşı.

Bir yerde okumuştum. ''Annelerin kırdığı kalpler iyileşmez'' yazıyordu cümlenin bitişinde. Ne kadar da doğru diye geçirmiştim içimden. Çocukluğundan yara almış her insan, bir bataklığın çukurunda mücadele verir.

Ben senin kırdığın kalbi iyileştirmek için yaşıyorum anne. Dünyaya sözüm olsun ki, bugünlerde ciğerime batan kalp kırgınlıklarımdan kendi özgürlüğümü inşa edeceğim.

Son defa yazdım sana, son defa ''anne'' diye seslendim sana. Tekrarı olmaz bazı şeylerin. Ben belki de yeniden delirebilirim ama yeniden sen diye delirmem bir sokak ortasında.

Bir daha sakın çıkma yoluma, yüzün düşmesin rüyalarıma. Sen sadece bana yaşattığın kötülüklerle beraber öylece hoşçakal...

 

]]>
Sun, 02 Apr 2023 15:02:48 +0300 Efsa Kandemir
Hayat Yolu https://edebiyatblog.com/hayat-yolu https://edebiyatblog.com/hayat-yolu Rüyalar görüyorum bazen.

Gerçekleşmesi mümkün olmayan.

Gerçekleşse de bu dünyaya yakışmayacak kadar güzel olan.

 

Masallar dinliyorum.

Zamandan da mekandan da oldukça uzak.

Bu evrene oldukça ters biçimde hep mutlu sonla biten.

 

Rüyalar, masallar ve daha tüm soyutlukların aksine avucumda bir hayat var.

Yaşamam gereken. 

Yürümem, üzerine düşünmem gereken bir hayat yolu.

Bunu kendime en yakışan şekilde başaracağım.

Bundan eminim.

Ancak neresinden başlayacağım.

Tereddütteyim.

]]>
Sun, 02 Apr 2023 02:10:50 +0300 Merve Yağmur
RAMAZAN HİSSİYATI… https://edebiyatblog.com/ramazan-hissiyati https://edebiyatblog.com/ramazan-hissiyati İnançlarımız bu hayatın beklenmedik katlanılmazlıklarıyla toslaştığımızda bizi ayakta tutan askerlerimiz adeta…İbadetlerimiz ise o askerleri her daim savaşa hazır tutan talimler… Denebilir ki, bu tasavvurda “Yaratan” nerede?...Benim cevabım çok basit: Heryerde, heryerimde, herşeyimde…

Bir arkadaş sordu “Oruçlu iken işini zorlanmadan yapabiliyor musun?” Aslında soru böyle değildi: “Ben zorlanıyorum, size oruçlu iken daha zor oluyordur.” Ona “tutmazsam eğer, hakkıyla hiçbir şeyi yaptığımı düşünemem, aslında o zaman çok rahatsız olurum” diye cevap verdim. Kendiliğinden bu kelimeler dökülmüştü.

İnanmak, bilinç, beynimiz, öğrenmek, düşünmek gibi daha da ekleyebileceğim mefhumlar beni hep uğraştırdı. Nerede bunlarla ilgili bir bilgiye kavuşsam, paylaşım görsem arkamı dönüp gidemem. Dünyadaki tüm inançlara ilgim, belki bu yüzden. İslamiyeti kapsayıcı değerlendirmenin rahatlığı içinde bütün inançları inceleyebiliyorum. Ve ben dünyaya baktığımda sadece benimle aynı yolu koşan "yaradılmış"lar görüyorum. Farklı yollar gibi görünebilir. Toplulukların öne çıkardığı ritüeller önyargılarımızı tetiklerken insanın iç dünyasının bambaşka olduğunu atlamamalıyız. İnsan küçük âlemdir. Bütün kainatın özetidir. Öyleyse bize öğretilenlerden sıyrılmayı başarıp ara sıra bu pencereden sadece insana bakmamız gerekir. Katillerini affeden insanlar duydukça hayretten hayrete düşmüştüm. Leo Buscaglia’nın “Yaşamak, Öğrenmek ve Sevmek Sanatı” isimli eserinde gerçek hayatlardan alıntılarla bunu söylüyordu. Benim kitabımda da insanın insana bırakıldığı düzende ortaya çıkan onlarca berbat öykü anlatılıyor, ders almamız isteniyordu. Yaradan yarattığının en iyi şekilde yaşaması için kılavuz göndermişti. Mükemmel yaradılışımız olduğuna şüphe yok, ancak yaradılmışlıktan gelen kusurlarımız bizi çabucak yoldan çıkarıyor. İstikrarla hayat yolunda ilerlememiz ve bu hayattan mezuniyetimizin en iyi olması için kendimizden gayrısına faydalı olmayı seçmemiz yeterli. Bunu İslamiyet, Hristiyanlık, Musevilik, Budizm, Şintoizm… nice inanma akidelerini rehber edinerek yapabiliriz. Aslolan insanın bireysel açılımları ve yolculuğudur. Namaz kılarken, oruç tutarken ulaştığın huşu ya da Rabbine yakınlığı diğer dinlerin ibadet ritüellerinde mesela bir budistin “vihara” sında ulaşmadığını nerden bilebiliriz?

Kaldı ki ibadetler kişisel ama, inançlar tümüyle toplumu dizayn eden akidelerdir. İbadetlere takınık olduğumuz için bu pencereden ele almayı seçtim. “Bu ibadetimi yaparken neyi amaçlıyorum? Kendimde farklı olan neyi oluşturacağım ve bunun için Allah’tan yardım isteyeceğim? “ Sorusunun cevabını aramalıyım. Biliyorum ki, sadece bir görev algısı ile yaptığım ibadet, sadece sabah işe gitmek için evden çıkıp hiçbir iş yapmadan eve dönmek gibidir. Suçlu durumuna düşmem. Başkalarının algısı en kötüsü de elalem için eylemlerde bulunmuş olurum. Bu beni daha iyi bir kul yapar mı?

Nedense dualarımızda maddi taleplerimiz öne geçiyor. Mal mülk sahibi olmak, başarı elde etmek, ölen yakınlarımızı hatırladığımızı göstermek, bilincinde olmadan yaptığımız günahlar için af dilemek… Bunlar olmasın demiyorum, yetmez diyorum. Sen İlah’a yakınlık elde etmeden dualarına torpil yapılmaz. Bir nükte sever dostumuz “bu yılbaşı en büyük ikramiye bana çıksa keşke” diye hayıflanmıştı. Sordum “ne yaparsın bu kadar para ile?” . Cevabı “önce karımı boşar, bir dizime Ahu Tuğba, bir dizime Hülya Avşar’ı oturturum” demek olmuştu. Şaka yoktur benim için: “ Rabbim seni niye nemalandırsın, açıkça yoldan çıkarım diyorsun, Allah seni senden çok düşünüyor,azdırmıyor, vermiyor” diye cevap verdim.

Karşılıksız iyi bir kul olmaya odaklanmak lazım. Haz alacaklarından vazgeçebilmen lazım. Kimsenin bilmediği, sadece senin bildiğin günahlardan vazgeçmek, düşüncelerindeki bencilliğinden arınmak lazım. Felaketler yaşatıldığımızda tekrar tutunabilmek için teslimiyet lazım. Allah’ın kainatındaki düzeninde bilmediğimiz nedenlerle olanları acizliğimize vermek, bilmeyi nasip etmesini dilemek lazım. İnsan bedeninden çıkan atıklara bilim bir gün çözüm bulup durdurmayı istese belki de yaparlar. Ama bunu yapmanın akıllılık olmayacağını bildikleri için denemezler.

Kainat nizamının işlemesi için belki sevdiklerimizin gücüne ilahi alemde ihtiyaç vardır, belki onların bildiğimiz dünyada vakitleri dolmuş, mezun olarak yeni bir yapıda dönüşümleri bizi terketmelerine değecek kadar güzeldir. Kendimiz için de yolculuğumuz bitene kadar en iyi dönüşümleri gerçekleştirmeyi Allah’tan dilerim.

]]>
Thu, 30 Mar 2023 20:45:16 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
SONSUZLUĞUN GÖLGESİNDE https://edebiyatblog.com/sonsuzlugun-golgesinde https://edebiyatblog.com/sonsuzlugun-golgesinde Kayboluyor yalnızlık , bir evde hapsolup dinleniyorum . İlk odada kendimi kaybediyorum baştan , ikinci odada gardırop kayboluyor , içindeki eşyalar bir bakıyorum yerde . Üçüncü odada ruhumu kaybediyorum , sonrakinde düğün yapan aynaları geri dönüp üçüncü odada halıları bulamıyorum . Pencerenin dibindeki çürümüş orkideyi bulamıyorum . Duvara bakıyorum tabloların içindeki silüetler silinmiş , guguklu saatin akrep ve yelkovanı düşmüş , korkuyla ikinci odaya koşuyorum , sehpahadaki kahve fincanını bulamıyorum . Kafamı dağıtmak için oturma odasına geçiyorum . Kumandayı yastığın altında bulurum diye kaldırıyorum elimdeki yastıkta yok kumandada , duvarda sabit duran televizyonumu da göremiyorum . Garip bir düşün ortasında kaldığımı bildiğimden sakince yatak odasına geçip askıda duran ceketime yöneliyorum bir bakıyorum ki askı da yok ceketim de . Evdeki eşyalar teker teker kayboluyor . Kedim , kedimi aramaya koyuluyorum , panikle oradan oraya sürükleniyorum ,  bütün odalara baksam da kedimi bulamıyorum . 

Mutfaktaki açık camı fark edip oraya yöneliyorum . Rüzgar esiyor azılı bir suçlu gibi hırsla . Dışarıdaki gördüğüm çocuklara sesleniyorum , sesimde çıkmıyor zorlasam da ses tellerimde bir oynama olmayınca dönüp balkona çıkmak istiyorum , kapı yok olmuş , karşıya bakıyorum evlerin balkonları yerine karanlık var  , çocuklar kayboluyor etraftaki ağaçlar , ayakkabılar , banklar , sokak lambaları , yollar , duvarlar en son sokak kayboluyor . Her yer simsiyah bir toz bulutuyla kaplanıyor . Pencereyi kapatıp içeri kaçacakken pencerede kayboluyor . Koşarak sessizlik içinde oturma odasına gidiyorum . O korkunç siyah duman yavaş yavaş ciğerlerime dolmaya başlıyor .  Küçücük olup yere siniyorum korkudan , dizlerimi bastırabildiğim kadar bastırıyorum göğsüme . Etrafın iyice karanlık olduğunu fark edince kalkıyorum ayağa , duman bedenimi ele geçiriyor . Sersemleyen vücudumu bir yere yaslamak için aranırken büyük bir çınlama esir alıyor kulaklarımı , acıyı bütün damarlarımda hissedene kadar da durmuyor o dehşet verici ses . Kendimi bulamıyorum o gün ben . Ufacık bir ışık belirtisi yoktu . Gölgemi bile zincirlemişti karanlık , her şeyimi kaptırıyorum çıkmaz sona . Günün sonunda zindan olan evimin odalarının birinde cızırtı işitiyorum . Kafamı kaldırıp ses çıkarmadan salonun girişinden bakıyorum . Birden yüzüme aldığım darbeyle soluk soluğa uyandım . Kedim yüzüme kuyruğuyla vurmuştu . Hemen ayağa kalkıp tüm odaları gezdim . Her şey yerli yerindeydi kaybolan hiçbir şey yoktu . Hatta pencereyi açıp sokağa bile baktım . Herkes buradaydı çocuklar dışarıda oyun oynuyor , bağırıp gülüşüyorlardı . Kabus gördüğümü anlayınca rahat bir nefes aldım . İçeri geçip orkideyi camın kenarından alıp güneş görmeyen bir yere aldım . O sırada gözüm yere takıldı . Gölgem  , gölgem yoktu dışarısı güneşli olup ışık pencereden içeri girmesine rağmen gölgem oluşmuyordu . Derin bir iç çekme isteği vardı içimde, perdeyi  kapatıp kendimi karanlığa  teslim ettim kedimin mırıltısı eşliğinde.

                                  

]]>
Thu, 30 Mar 2023 19:21:12 +0300 gecesizsaye
Uyurgezer https://edebiyatblog.com/uyurgezer https://edebiyatblog.com/uyurgezer Uyurgezer

Aldığın nefesi ciğerlerinde hissedemezsin

Belki de nefes bile almıyorsundur bilemezsin

Buna rağmen yaşama devam etmeyi denersin

Her şeyin düzelmesini dilersin

Kendine çeşitli sözler verirsin

Ama yine duygularına yenilirsin

Yenildikçe kendine kızarsın

Kızınca eline bir şey geçmez bilirsin

Sonunu bile bile aynı döngüye devam edersin

Bir gün aldığın soluğu ciğerlerinde hissettiğinde 

Anlarsın

Uyanmışsın.

 

13.11.2022

]]>
Tue, 28 Mar 2023 13:52:52 +0300 Merve Yağmur
Hikâyesizlik İstemi https://edebiyatblog.com/hikayesizlik-istemi https://edebiyatblog.com/hikayesizlik-istemi  Yolun bilmem hangi evresinde yahut merdivenlerin hangi basamağında olduğunuzu açıklamak zorunda kaldığınız birtakım insanlar oldu mu? Kendinizi ve yaşadıklarınızı anlatmaya tabir caizse söylemeye itildiğiniz, hiç heveslisi veya gönüllüsü olmasanız da artık ısrarlara maruz kalmamak için anlatmaya başladığınız..?

   Keşke hiçbir hikâyem olmasa ya da benden beni anlatmamı ısrarla istemeseler diye içinizden geçirmişsinizdir, yalnız değilsiniz. Hikâyesizlik istemi, söylem yerindeyse kendi anılarından gerek anlatmaktan gerekse hatırlamak yükünden bıkmış insanların ortak talebi gibidir. Çünkü herkeste ortak bir kaygı durumu oluşur: Yargılanmak. 

 Yaşadıklarınızdan, aldığınız kararlardan, geçmişimizden yani sizi siz yapan ve bugün olduğunuz kişiyi sağlayan her ân başka gözlerin merceklerine takılır ve yargılarından süzülür. Artık anlattığınız kişilerin değer yargısına göre zihinlerinde yeniden şekillenirsiniz. Bu süreçte anlatıcı olan sizler için oldukça sancılı süreç olduğundan ötürü sözlerinizi ağdalı yahut ince eleyip sık dokuyarak seçersiniz ki iyi imaj bırakabileseniz diye. 

   Bu tatsız süreci her zaman, her yeni insanda yahut olayda yaşamak istemezsiniz ama insanlar doğası gereği de yargılamaktan vazgeçemezler yahut anlatmama tercihinize şüphelenerek bakılır. Geriye çözüm olarak - imkansızlığı nedeniyle çözüm olamayan- hikâyesizlik istemi kalır. 

   Bu istem, kelimenin tam manasıyla tükenmişlik sendromunun bir diğer boyutu gibidir. Çözülmesi olanaksız gibi görünen paradoks. Aslında herkes gibi anlaşılmak, yargılanmadan dinlenilmek ve verdiğiniz kararlara saygı duyulmasını istersiniz. Lakin insan doğası gereği bunları sağlamakta güçlük çeker bu nedenle bireyler kendilerini kabuklarına çekerek rahatlık alanlarından çıkmamış olurlar. Böylece hikâyesizlik istemi sağlanmış olur fakat yalnızlık oranı artar. 

   Bu hususta sizlere tavsiyem eğer yalnızken ya da daha az sosyalken mutluysanız yahut huzurlu atalarımızın da dediği gibi: Az insan çok huzur...

]]>
Tue, 28 Mar 2023 05:19:55 +0300 sailacala
NE KADAR YAKINIM SANA VE NE KADAR UZAK https://edebiyatblog.com/ne-kadar-yakinim-sana-ve-ne-kadar-uzak https://edebiyatblog.com/ne-kadar-yakinim-sana-ve-ne-kadar-uzak İçimde bir yerlerde yaşıyorsun. Belki de benim ütopyamın insanı değilsin, ama benim için yaratılmış gibi özelsin. Benim elmamın yarısı seninmiş. Sen benimmişsin. Girmek istemediğin dünyamın saklı köşesinde yuva kurdum sana. Bugün değilse bile birgün gideceğini bilerek bir yuva kurdum ellerimle.

Uzansam dokunabilirim aslında gözlerine. Bir el uzatsam değebilirim nefesinin sindiği her köşeye. Sana tahmin edemeyeceğin kadar yakınım. Attığın adımların üzerinden yürüyemeyecek kadar seviyor bu kalp seni. Sana yakınken uzağım.

Kendimi sevdirebilmek için uçurum gözlerimden defalarca atladım. Tutmanı beklediğim her saniye daha da aşağıya sürükledi beni bu bilinmezlik. Yükseklerden düşmek hiç bu kadar acıtmamıştı canımı sen kadar. Daha evvel çok düştüm adını bilmediğim tepelerin yamacından. İlk kez bu kadar olduğum yerde beni kıvratan bir darbeyle savaşıyorum.

Birlikte saatlerin nasıl geçtiğini farketmeden yürüdüğümüz sokaklardan bir kez daha geçemeyecek kadar kırdırdın beni bana. Oralardan geçmek istesem anıların kokusu burnumun direğini sızlatır. Nefesim aynı yerden binlerce kez düğümlenir birbirine.

Aklımı karıştırıyor bazı sorular. Mesela kaç kez canın yanmadan bir çırpıda silebildin hatıralarımızı, ya da kaç kez ben senin saçlarında ellerimi gezdirmeden uykunun orta yerine bıraktın kendini. Bu sorulara cevap alamamak daha çok umutlarımı sarsıyor.

Kaç kez o şarkıyı dinlerken istemsizce aklına geldim acaba ? Nakaratında her defasında can verirdim bilirsin. Ben seviyorum diye kısacık zamanda sende kalbine bağlamıştın o şarkıyı. Sahi olur olmadık anlarda seninde dilinde dolanıyor mu o notalar ?

Başka şeyleri hatırlamak uğruna defalarca beni görmezden gelen o gözlerine sırt çevirememek daha da kavurdu. Sen gülerken dünyaya bıraktığım gözyaşlarımın içinde boğuldum. Yardım çığlıklarıma kör kaldın, sağır oldun.

Her kötülüğü affeden kalbim seni de her şeye rağmen affeder. Bir gece dahi küs kalamaz sana biliyorum. Seni affettiğim için seneler sonra kendimi affetmeyeceğime çok eminim.

Huzurla uyu... Sokaklarca ötemde huzur içinde uyu. Ben yine bu gece sana yakınken uzak olmanın sarsıntısına teslim olacağım. Ne kadar da yakınım sana, ve bir o kadar da uzak.

]]>
Mon, 27 Mar 2023 20:53:58 +0300 Efsa Kandemir
Saudade https://edebiyatblog.com/saudade-4207 https://edebiyatblog.com/saudade-4207   Gözlerimin gördüğüne mi inanmalı yoksa aklımın kurduğuna mı? Zihnimin oyununda mı oynamalıydım yoksa gönlümün salıncağında mı? Hangisi doğruyu gösterir ki ya da doğrular gerçekten doğru mu? Soruların karışık ve yoruculuğuna tutulmuş izliyorum maviliği. Savruluyor dalgalar maviliğin eteğinde. Ve ben şizofren bir ağustos akşamında oturmuşum. Düşüncelerim beni, ben düşüncelerimi intihara sürüklüyorum. Çözüm bulmayı bırakmışım, çözüm bulunma umudunu yitirmişcesine oturmuş yamacıma. Saklandığı yerden çıkıyor bir bir sorunlar çözümü gördüğü vakit. 'Neden çıktın karşımıza?' diye soruyorlar. Çünkü sorunlarım çözümü bulacakları bu onların nefes alması için tek bir nedendi. Lakin çözüm, ortaya çıkarak onların nefesini kesmişti...

                                 08.08.14

]]>
Sat, 25 Mar 2023 05:10:46 +0300 YağmurunKızı8
Bilmediği Yolların Sarrafı https://edebiyatblog.com/bilmedigi-yollarin-sarrafi https://edebiyatblog.com/bilmedigi-yollarin-sarrafi Bazen hiç bilmediğim bir şehrin yine hiç bilmediğim bir sokağında aklım bir karış havada dolanmak istiyorum. Kafamdaki tüm düşüncelerden oldukça uzakta ve bilinçsiz bir şekilde karış karış gezmek istiyorum o sokağı. Sonra ansızın sokağın köşesindeki o sahafın önünde durup dükkanın camından içeriyi incelemeye başlamak. İçeride tüm sorularımın tek bir cevabının saklı olduğunu iliklerime kadar hissedip anlık bir kararla içeriye dalmak. Herhangi bir dolabın herhangi bir rafından rastgele bir kitap seçip aynı rastgelelikle bir sayfa açarak o sayfada dünyanın sırrını bulmak istiyorum. Evren tarafından bana gönderilen bir büyülü cümle tek istediğim. Ama o kadar rastgele olsun ki bunun planlı olduğunu hissetmeyeyim. Bilmeyeyim ki inanayım. İnanıp ona göre yön vereyim bu ikircikli yaşantıma. 

Oysa şimdi bu kağıdın başında bunu isterken bile ikileme düşüyorum. Bu olayın yaşanması bana geçici bir haz mı verir yoksa olay sonrasında farklı bir evrenin kapıları mı bana açılır? Olmamış bir olayın araladığı ihtimal kapılarını değerlendirip rastgelelikten söz edecek kadar da git gelliyim bir yandan.  Ne olacak, yolun sonu nereye varacak bilmiyorum ama bir ayrımdayım bu açık. Seç bakalım tarafını, oluştur rotanı ve ilerle kolaysa şayet.  Her ihtimalde de bil ki savaşacaksın çünkü o sokakların bir tabelası yok, o sahaf hiç var olmadı ve o sözü yazacak bilge henüz yolun sonuna ulaşmadı.

23.03.2023 ~12.47

]]>
Thu, 23 Mar 2023 14:25:01 +0300 Merve Yağmur
Kadın'ın Günlüğü https://edebiyatblog.com/kadinin-gunlugu https://edebiyatblog.com/kadinin-gunlugu Kestim umudumu hiç kimseye gerek yok, biz bugün yanlızsak bir nedeni var o da etrafa çok fazla güvenmek.  Anlamadan çekip gitmek herkese kolay gelebilir, asıl içine gömülendir. Sıla'nın da dediği gibi 'Acısa da öldürmez.' umudumu kaybedeli pek zaman olmadı diyemem umudum çoğu kez bitme raddesine geldi ama bir kere dahi dönüp de biri demedi yahu sen ne yapıyorsun? Herkesin tek amacı ön yargı oldu en sonunda da herkes dedi zaten senden ne köy ne kasaba olur... Anlatılması gereken çok şey var da dinleyecek kimse yok, bu yapılanların tek bir amacı vardı o da zaten belliydi başından beri sizleri uzaklaştırmak bugüne dek bunu yaptım yanımda olan herkese zarar veren bir kadınım ben bundandır seni uzaklaştırmam.  Herkes her şeyi bildiğini zanneder ama kimse bir şeyi bilmez en yakın arkadaşım sözde benim seni kullandığımı söyledi değil mi? Ne tuhaf ki o da bilmiyordu onu da kendimden uzaklaştırmak istediğimi seni kendimden uzaklaştırdım evet çünkü ben hak etmedim ne seni ne o arkadaşı beni bu kadar düşünen kişilere ben alışık değilim ki... Ters düştü ve kaldıramadım. Herkes ve her şey bir oyundu ve bu oyunu yürüten bendim beni sadece bir kadın diye tanı ilerisi zaten ikimize de fazla, şuan ne olacak biliyor musun? Onca hayali boş verip içime atacağım seni sevdim yalan değil sadece ona öyle dedim çünkü o arkadaşım da gerçek bir arkadaş değildi bunu öğreneli 1 ay oldu... Ne yapabilirim dedim ona desem uzaklaş konuşmak istemiyorum olmazdı içim rahat etmezdi ki. Gerçi böyle de içim rahat değil ki... Kime ne anlatıyorum ben diyorum bazen çünkü satırlarımı okusan bile kimsin diyeceğin tek kişi benim. Herkesi kaybetmeyi ben seçtim çünkü birini kaybedip diğerini kazansam yine içimde bir şeyler kalacaktı. Bazen kendimi belirsiz olan o kadınlara benzetiyorum şuan da senin için öyleyim ya ne tuhaf ki bende kendime yabancıyım. Bende bir kusurum ve bende bir yanlışım! Özür dilemek gibi bir amacım yok da zaten ben her şeyi bile isteye yaptım diye bilirsin sen, söylenenlere de inanırsın sen. Unutma ki gökyüzündeki ay kararsa dahi gökyüzü her zaman karanlıktır ve bu karanlığın içindeki en parlak ay. Hem küser hem sever... Bu yazılanlar boş belki de hiç okuyamayacaksın ama ne bileyim yazdım. Ben senin için o bilinmez bir kadın olmaya gelmedim sen beni hep bilemediğin bir kadın olarak gör. Her daim gökyüzü benim gece de olsa gündüz de olsa ve şuan elimde olan o bıçak birazdan karnıma girecek unutma hiç tamam mı? Hayat kısa ama ben daha da bilinmezim.  Bunca olan şeyi kaldıramayan biri diye geçir beni aklından şey de diyebilirsin bak beni kandırdığını zannettiğim bir kadın... Ben senin için artık bir bilinmezim unutma.

]]>
Thu, 16 Mar 2023 23:02:40 +0300 Medine Herzem
Yazık! https://edebiyatblog.com/yazik https://edebiyatblog.com/yazik    'Yazık!'  Onca şeyin bittiğine  ve herşeyin son bulduğuna inandığınız an sadece bu kelime çıkıyor dudaklarınızdan. 'Yazık!'. Halbuki ne çok emek vermiştiniz değil mi? Bir bebeğin emeklemesinde ki narinlik gibiydi, emeğinizin değere dönüşmesi. Değerin ise uçurumdan düştüğü bu zamanlar da ne çok üzülüyorsunuz geçmişe, geçmişin ruhuna. Bir güzün yasını tutuyor her hücreniz, sadece hissiz bir rüzgar gibi sessizce yaşıyoruz insanların arasında. Sonra ansızın gelen yağmur gibi yağıyoruz bu kalabalıklar içinde ki yalnızlığı benimseyen şehre. Yağdıkça iyileşiyoruz biraz bu bizi rahatlıyor bir bakıma, denizleri taşırıyor ve her seferinde daha çok içinde çekiliyoruz. Peki yapmamız gereken neydi? Nasıl yeniden çiçek açtırabiliriz ki? Belki tohuma verdiğimiz değeri azaltıp toprağa vermeliydik. Belki de meyveyi sevmek yerine ağacı sevmeliydik. Belki de önce kendimizi sonra onlara değer vermeliydik ve böylece kimselere 'Yazık' olmazdı.  

]]>
Sun, 12 Mar 2023 01:39:52 +0300 YağmurunKızı8
ÖZLEM AĞIR BASIYOR https://edebiyatblog.com/ozlem-agir-basiyor https://edebiyatblog.com/ozlem-agir-basiyor Takvim bu zamana denk düşünce bazı şeyler kopuyor içimde. Gün geçmiyor, günün içinde sıkışıp kalıyorum. Sadece bana mı böyle oluyor yoksa bu acıyı yaşayan herkese mi böyle oluyor bilmiyorum. Ama bazı günleri aşamaz ya insan bu günde o günlerden biri. Aşamıyorum, alışamıyorum da. Çoğu şey uzak kalıyor bugün bana en çokta hisselerimin bir kısmı, sanki bugün benim için az duygu var. Özlem, hüzün, acı... Ama en çokta hissettiğimi anlatamıyorum. Hani şey derler ya kelimeler kifayetsiz kalır diye öyle işte anlatamıyorum. 

Çok özledim. Koşup sarılmayı, sarılıp uyumayı, hiç sevmediğim halde ısırmasını, uzun uzun konuşmayı, bir şeyler anlatmayı, başım sıkıştığında ilk ona sığınmayı, ona gitmeyi... Çok özledim.

Keliyle oynayıp dalga geçmeyi, elimi kolumu bağlayıp gıdıklamasını, beraber bir şeyler yapmayı, kalmaya gittiğimde her yatsı namazından sonra elinin dolu gelmesini özellikle bizim sevdiğimiz şeyleri almanı, meyve getirip kesmeni, seninle geçirdiğim her anı, her anımızı çok özledim...

Umarım olduğun yerde iyisindir. Ben çok iyiyim, gerçi görüyorsundur. Çok uzun zamandır tatmadığım mutluluğu, sevgiyi tattım, gördüm ve hala görüyorum. Kısa zamanda da seninle tanışmaya gelecek. O günü iple çekiyorum. 

Her şey biraz senin istediğin gibi burada beyaz önlük giyeceğim, istediğim bir bölüme yerleştim, aileme, anneanneme yeni şehir görmelerini sağladım. Artık bende uzaktayım ama hep aklım kalbim onlara. Tıpkı senin olduğu gibi, sen olduğu gibi... Çok özledim ama yapabilecek çok fazla bir şey de yok. İlla ki bir gün denk düşeceğiz. Şimdilik hoş çakal, hoş kal.

Bazı şeyler yarım kalır, tıpkı senin yaşamının yarım kalması gibi....

]]>
Fri, 10 Mar 2023 22:37:43 +0300 lâlzü
SEVGİ DE ÖLÜR AMA CESEDİ BULUNMAZ https://edebiyatblog.com/sevgi-de-olur-ama-cesedi-bulunmaz https://edebiyatblog.com/sevgi-de-olur-ama-cesedi-bulunmaz Yerini yadırgayan bir eşyadan farksızken ben, ait olduğum coğrafyaya sayısızca kez ''keşke'' dolu cümleler bıraktım. Hayatımın merkezine oturttuğum bir bedene delicesine tutku besledi bu titrek yüreğim. Ezbere bildiğim sokaklarda kayboldum, yollarım asla ona çıkmadı. Ki zaten bende pes etmedim ona çıkan yolları aramaktan. Çok düştüm, kalkamadım. Kokusunun izini çok aradım, ellerinin gizemli dokusunu çok aradım. Vazgeçmedim bir an dahi olsa. Bulduğumu zanettiğim kalplerin kavgasında harcandım bunca zaman.

O kadar çok bağladım ki bu aptal kalbimi sana, kendime yabancı oldum. Neyi sevip sevmediğim çıktı hatırımdan. Mesela dün domatese olan alerjimi unutaraktan senin o çok sevdiğin yemekten yedim patlayana kadar. Midem kaburgamın altında hışımla can atıyor gibiydi. Ben yine seni çok sevmeyi tercih ettim. Sevdiğin her şeyi sevebilmek uğruna benliğime acı çektirdim.

Ne acı değil mi böyle söyleyince ? Sen beni sev diye, ben başka bir ruhun kopyasını taşıdım derinlerimde. Sen beni sev diye, ben karanlıktan korktuğumda titrediğimi bilerek sana sarıldım. Sen beni çok sev diye, bilmediğim sokaklarda korkularıma teslim oldum. Sana en unutulmaz yaramı gösterdim. Vurursun diye beklediğim yara izlerimden öptün. İşte o an ''tamam'' dedim kendi kendime. Sevmeye başladı beni. En büyük yanılgım gözlerine baktığımda gördüğüm gerçeksi şifaymış.

Gölgeni takip ettim bir gece sokaklarca. Sisli havanın bulutlarına sinen bakışlarını izledim. Siyahın en beyaz tonu kadar masumiyetle yaklaştım sana. Sen yürüdün, ben farketmeden seninle yürüdüm. Sen sağındaki ışığa bağladın gözlerini, bende sana. Olabilme ihtimaline tutunarak hergün daha çok taradım izlerini. Senin yürüdüğün sokak bana çıkmadı, benim attğım adımlarda sana. Kayboldum inceden, usuldan.

Zamanla bana mezar olan gözlerinin dünyaya umut saçtığını gördüm. Yıkıldı penceremde bir zelzele. Beslediğim sevgimi azaltmayı ne kadar denesem de, başaramadım itiraf ediyorum. Bir gün tam anlamıyla silebilirsem seni hayatımın nakaratından, bana soracağın sorudan o kadar çok eminim ki. Sevgimi sorgulayacaksın. Sana vereceğim cevabı hazırlarken canım çok yanıyor. Diyeceğim ki, ''sevgi de ölür ama cesedi bulunmaz''.

]]>
Thu, 09 Mar 2023 21:17:56 +0300 Efsa Kandemir
YAZI YAZAMAMAK… https://edebiyatblog.com/yazi-yazamamak https://edebiyatblog.com/yazi-yazamamak 6 Şubat, 17 Ağustos derin bir yara açtı içimizde. Daha da beteri … Kelimelerin yeterince anlatamadığı bir durum yaşıyoruz o tarihten beri. Ülkece ruhsal olarak diplerdeyiz. Bunu söylerken afeti yaşayanlara haksızlık ettiğimi hissediyorum. Zira ben kilometrelerce uzakta, İstanbul’daydım.

İstanbul başka türlü yaşadı bu afeti, ya da ben… 1999 depreminde zangır zangır sallanarak, iliklerimize kadar yaşadık, ama afet olmadan. Başka bir bölgesindeydik İstanbul’un. Bu yüzden belki artık deprem olmuş, oldu, oluyor diye duyduğumuzda bile yüreklerimiz ağzımızda. İstanbul bekliyor depremi diyor uzmanlar. İnandık, tetikte yaşıyor gibiyiz. Günün meşgalelerinde avuntulanmıyor değiliz. Yani unuttuğumuz zamanlar oluyor, hatırlayıp deprem önlemleri alma çabalarımız da oluyor.

Yaklaşık bir aylık süreci bu genellemelerden ayrı tutmak istiyorum. Sosyal medyada an be an mekana kilitlenip olayları takip ettiğimiz, ufacık yeni haber kırıntılarına aktığımız için belki. Çok kişinin zannettiğinin aksine yalnız yaşadık bu süreci. Süreci mi desem, depresyonu mu desem, dipleri mi desem… Çeşit çeşit duygularda dip yaptık, tavan yaptık.

İstanbul depremden önceki akşam yaşadığı 3,6 lık depremi anlamaya çalışıyordu. Sabahı 10 şehir, öğrenemediğim -ya da artık ne farkeder- 1 şehir daha 11 şehri etkileyen yaklaşık 50.000 civarı ölüm ile sonuçlanan afetle yüzleşti. İlk aldığım haber 246 kişinin vefatıydı, üzüntünün tesellisini yaşamaya karar vermişti kalbim. Gölcük depreminde 17.000 ölümün yanında gayet makul durmuştu gönlüme. Ama 10 dakika sonra resmi en yetkili makam sahibinin açıklamasında 1210 telaffuz edildiğinde ödüm koptu, dehşet içinde kaldım. Sayının 10 dk.’da bu kadar yükselmesi korkutmuştu beni, korkum boşa değilmiş.

Ama dedik ki, olan oldu, inşallah kurtulanların imdadına çabuk yetişilir. Öyle ya ; ülke de çok sık deprem, sel, yangın gibi afetler oluyor. Bunlara önlem için koordinasyon güçlü ve kurumların refleksi çabul olur: Olmadı. O gecenin soğuğunda nasıl üşüdüğümü unutmayacağım: Boğazımda düğümlerin bir türlü aşağı inmediğini, elimi yıkamaya su içmeye kendimde hak görmediğimi, betonların altında sıkışmışlık hissi ile elimi kolumu oynatmadan yatakta sabahladığımı, şükretmem gereken sahip olduklarımdan fersah fersah uzaklaştığımı…

Sosyal medya sessiz değildi, her taraftan çığlıklar geliyordu. Orada olmalı…Hadi….Hadi… Hadi…Olması gerekenler bir türlü orada olamıyordu. Teselli bulamadım. UMKE gönüllüsü yeğenimin sabah alarm verilmesine rağmen gün bitiminde geç saatlerde yola çıkma emri almalarına kadar sönük kaldı umutlarım.Ancak ertesi sabah orada olabildiler. Gerçekten oradaki dağınıklığı, organizasyon boşluğunu bizzat yardıma gidenlerden dinledim. Onca eğitim aldığım “Afet Yönetim” in çeşitli aşamalarında anlatılanların sadece laf kalabalığı olduğu çarptı yüzümü her saat, her dakika, her saniye… Bir devlet çalışanı olarak çok çok çok utandım…. Ve en çok da kendime kızdım.

Kurumdan yardım talepleri oluşmaya başladı. Ama ne için? Malzeme toplayıp, tasnif ve paketleme için. Ben görüyordum ki oranın gerçek ihtiyacı bu değil. Sonraki adım bu. Organizasyondan gönüllü adam toplanarak itiyaç duyulan insan gücünün bölgeye nakledildiğini söylersem nasıl işi tersinden tuttuklarını belki anlatabilirim. Böyle sık afet olan bir ülkede hazır malzeme stokları nasıl olmaz? Nasıl hava nakil zinciri harekete geçirilmez? Nasıl kurulması kolayca dillendirilen, yarım günde olacağı söylenen sahra hastaneleri oluşturulmaz? Olduğu söylenen mobil telsiz ağları ile haberleşme nasıl sağlanamaz, bölgeden sağlıklı haber akışı sağlanamaz? Nasıl…. Nasıl…Nasıl…

Hiçbir şeyin yapılası cazibesi yok. Öylesine yaşayıp sessizce ölmeli insan. Bu isteniyorsa ölmeyi de bilmeli.

Belki bir gün küllerinden doğar, becerikli, yaşadıklarından ders alan, kurumlarıyla harika bir ülke oluşturma iştahımız gelir.

]]>
Mon, 06 Mar 2023 03:36:14 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Huzur https://edebiyatblog.com/huzur-4184 https://edebiyatblog.com/huzur-4184 Allah 'm sana çok ihtiyacım var

Sana çok muhtacım

Kalbimi sıkıştıran yüklerden 

Alımın akıyla üstesinden gelmeyi 

Nasip et 

Allah'ım Yarabbim

Hayırlısının en güzellini

Nasip et

Allah'ım

Kalbime nefsime inancıma 

Hidayet nasip et 

(Aminnnn)

]]>
Sun, 05 Mar 2023 13:52:26 +0300 züleyha usta
SANA BAKARAK BÜTÜN YÜZLERİ UNUTMAK https://edebiyatblog.com/sana-bakarak-butun-yuzleri-unutmak https://edebiyatblog.com/sana-bakarak-butun-yuzleri-unutmak Burası benim karanlık dünyamın parlamayan güneşi gibi solgun bir defterden ibaret benim için. İçimi kanatan acıları kusmak için her defasında buraya gelsem de, bazı acılar kusulmuyor. Bazı yaralar susulmuyor, boğuyor içten içe insanı. Ne geceler gündüz oldu, ne de yıldızlar yerini dolunaya bıraktı. Ben olduğum yerde kalakaldım öylece. Üzüntülerime kucak açarak yaşamayı öğrendim.

Kimsenin okumayacağı bir deftere bile yazılamıyorken bazı şeyler, topladığım tüm cesaretimle buradayım işte. İnsanı kendi kendiyle bile konuşamadığı dertler yiyip bitirir dediklerinde hiçbir zaman kulak asmamıştım. Beni o karmakarışık rüzgar buralara getirdi zaten.

Hissettiğim hissin ilk kez bir tarifi yok gibi hissediyorum, ya da bir adı. Lügattaki 29 harfi yan yana getirsem dahi bendeki duyguyu karşılayabilecek kadar kuvvetli değiller, farkındayım. Derinlerimde bir yerde bir deniz var ve ben orada var gücümle çırpınıyorum. Tam her şeyden vazgeçtim dediğim anda, bir yüzün çizgilerine kapıldım. Dünyanın ekvator çizgisi nereden geçiyor bilmiyorum ama, benim ekvatorumun çizgisi onun güldüğünde kısılan gözleri ve dudağının kıyısındaki gamzelerinde birleşiyordu.

O öyle bir ruhun taşıyıcısı ki, bana yazdığım her satırı yeniden sevdiriyor. Adına kitaplar yazdığım şarkıyı da sevmeye başladı üstelik. Bana öylesine derin bir cümle kurdu ki, bunca zaman bir  başkası tarafından sevilmediğime ikna oldum. Seni tanıdığımdan beri bu şarkıyı çok dinliyorum dedi. Hayatımın en dönülmez dediğim dönüm noktası bir şarkı oldu.

Adını koyamadığım acılarıma dokundu. Bana sahip olduğum gücü yeniden hatırlattı. Bana kötü geleceğini, bana zarar vereceğini düşünse de aslında tam tersiydi. Belki hayatıma değdiği günderi bügüne kelebek ömrü kadar kısacık bir zaman geçti, evet. Ama bu beni harap edeceği anlamına gelmezdi. Korktum, sınandım, savaştım, ağladım, binbir parçaya bölündüm. Ki sonrasında yine ona sarıldığım anlarda duruldum, kalp atışı kulağıma doldukça yatıştım.

Ah anne... Sen görmüyorsun ama kızın adına sevgi dedikleri bir geminin içinde yolcu. Çok isterdim bu zaman dilimime denk gelmeni. Çok isterdim gözlerime baktığında o ışığı görmeni. Sadece istediğimle kalakaldım anne. Ben bekledim ve sen  hiç gelmedin. Çocuk ellerimle kumdan kaleler yaparak seni bekledim.

Gelmeyeceğini o kadar çok iyi biliyorum ki. Mevsimler geldi geçti, ay kaç kez dönümünü tamamladı, gökyüzünden kaç yıldız eksildi sayamadım. Sonucunda sen yine de uğramadın buralara. İyi ki gelmedin anne, iyi ki...

Yokluğunda bende açtığın yara izlerini ruhuma sarılarak saran biriyle kesişti yolum. Sensiz geçirdiğim her güne binlerce kez şükür dedirtti bana. Korktuğum yerlerden sarıldı. Ağladığımda yaşlarımı silmekten bir an olsun vazgeçmedi. Ben onu sana olan öfkem kadar sonsuz bir sevgiye sığdırmza çalışıyorum. Aslında çalışmıyorum da, sevmeye ısınıyor gibiyim.

Kimi zaman canımı çok yaktığın için insanlara kötü gelmekten korkuyorum anne. Beni senin içine sığdırmadığın değerler çerçevesine koyuyorlar. Ben sevildiğimi hissediyorum.

Beni sevmediğin için teşekkür ederim anne. Öyle güzel üzdün ki beni, artık üzülemiyorum. Çyle sızlattın ki kemiklerimi, bir daha sızı hissedemez oldum. Sonsuz teşekkür ederim sana. Bana gidişinle çok özel bağlar kazandırdın. Kötüleştiğimde senin kolların sanıp kendime sarılıyordum. Yine öyle bir gecenin kör ayazında bana sen değil de ''o'' sarıldı anne. Senden daha sıkı, senden daha çok sevgiyle...

Sana ettiğim ilk ve son teşekkürdü anne. Sana ettiğim son, ona edeceğim sonsuz teşekkürle noktalıyorum bu geceyi.

Fazla bir beklentim yoktu aslında hayattan. Bana miras bırakılan tüm acıları unutturacak bir yüzün tebessümüne ihtiyacım var sadece. Ona bakarak kalan tüm yüzlere yabancı olmaya ihtiyacım var.

Birgün bu yazıya değecek olursa gözlerin bil ki, sana bakıp bütün yüzleri unutmak istiyorum. Sağır ve kör olmak istiyorum sen dışındaki her şeye.

Hayatıma girecek misin inan bilmiyorum. Ama yalvarırım, '' ölü biri bir kör sevdi, görmez ama duyar sanmıştı, yanılmıştı'' dedirtme bana.

]]>
Sun, 05 Mar 2023 03:53:28 +0300 Efsa Kandemir
Ferda https://edebiyatblog.com/ferda https://edebiyatblog.com/ferda (Ferda: kelime anlamı yarınlar, gelecek zaman demektir.) 

Bir balon misali gökyüzüne yükseldikçe patlmak istedik belkide. Sırf bu yüzden olsa gerek, bütün zihnimizle bir yanlışın içinde yanılmış gitmişiz. Bir basınçta olgunlaşmak mı ağır gelmişte patlamış balon. Bu kabuğuna sığmamak meselesi bu olmasa gerek. Böyle basit geçiştiremeyiz çünkü bunu. Bugünün ferdasına ters bütün bu denklemler. Yani her dem uçmak demek yükseklerin daha güzel olacağını çağrıştırmasın bize. Bazı zamanlar aşağılar daha güzeldir. Gıyabınca ikiside güzeldir fakat ağır basanda kalıp gidiyoruz bizler. Mesela bazen biriken yağmur sularında yaşamaya muhtaç balıklar, bazen ise akıl almaz okyanuslarda kaybolup gider her biri. Bazı zamanlar zıtlıklar içine alsa da bizleri onlarla da sıkı sıkıya kucaklaşıp devam etmek gerek yola. 

Her şey kötü gitse bile yolundadır, oda yoldur çünkü yollar sadece bügünleri almaz kendine ferdalarada uzanır eli. Yani balon misali düşündüğümüzde hep gökyüzüne doğru yükselmek güzel midir? 

O halde elmasa ulaşmamız için bazen alçalmamız gerekir. Bu çağın ateşli yangınında yanmadan kendimizi bir cevhere dönüştürmemiz gerekir. Buda şikayetlerle değil olabilcek her şeyi güzel görebilmekle mümkün hat safha kişilerde kötül vs. olumsuzluk diye bir şey yoktur. Herşey güzeldir onun gözünde. Gözünde değil aslında gönlünde. Gönül göze yansır böylelikle... Güzellikle bakarsak her şeyin son bulacağına inanarak yolcu olarak gerçekten yol alabiliriz. Unutmayalım ki gün alan koruk pekmez olur. Bunun yanında insan neler olmaz ki... Son olarak  Yaşar Kemal'in şu sözünü de bu konuya tasvip buluyorum. “Çakmağı yandıran kavdır demiri dövdüren tavdır dayan ince memed şimdi direnecek çağdır...” 

]]>
Fri, 03 Mar 2023 04:54:49 +0300 Elif Can
Cüda https://edebiyatblog.com/cuda https://edebiyatblog.com/cuda (Cüda: çok sevilen bişeyden ayrı kalmak anlamlarına gelmektedir.)

Güverte girdabına doğan günden cüda, ıssızlaşmış kendi köşesinde. Gün mü bir girdaba doğmak istememiş, güverte mi ısınmak istememiş orası meçhul... Ortada katı bir soğukluk var. Bir meczup halini almış dalgalar bu yastan. Vuruyorlar deli deli kıyılarımıza. Dalgaların vurmasıyla aşınmasıdır falez, dalgaların getirip biriktirdiği ise lagün. Bu coğrafyada böyledir. Ters orantılı. Ya insanda? Beşeri coğrafya fiziki coğrafya tesir etmiyor bu mateme. İnsanın ütopik cografyasında birikim ve aşınım ikiside benzer şeylerdir. Doğru orantılı. Evinden, yakından, yolundan, Rabbinden cüda, birikmiş kalmış işte bu döne yuvarlana akan nehir üzerimizde. Takvim düzenine göre değil içimizde akan zaman, dönencelerde dönmüyor mesela hiçbir giden. Ne biliyim ekinokslar hiçbir bireyin eşitlenmesi için tesirini gösteremiyor. Hepsi anlamından sapmış bambaşkalaşmış bütünüyle. Farklılaşmışken insanın coğrafyası görünür şartta hangisi mümkün? Tozlu yollar bile gökyüzünün ağlamasına aldırmıyor savuruyorda savuruyor kendini. Ya kuytularda solup gidenlere uzanabilir mi ellerimiz? Yeri gelir bir dar geçit olur bu devran acı bir ızdırap,

yeri gelir bir piyes var gör eğlen oyalan. Yeter ki sen  inançlarına itima et. İşte bazı zamanlar derin bir nefes almak bütün gezegeni çekmektir içine acı tatlı üzerine sinmiş bütün kokular doluverir içine içine. Derine in dokunaklıların doruklarına dokun. Meczup dalgalara kafa tut çarpmayın sineme deli deli diye. Her ne durumda olursa olsun hiçbir etmen tesir etmiyor coğrafyanın bu üzerimizden çıkmayan yağlı lekesine...

]]>
Fri, 03 Mar 2023 04:50:52 +0300 Elif Can
Kalendermeşrep https://edebiyatblog.com/kalendermesrep https://edebiyatblog.com/kalendermesrep (Kalendermeşrep: Dünya malında gözü olmayan anlamına gelmektedir.)

Sığınacak limanlar su altında kalıveriyor bazen. Biz kalendermeşrepiz sığınacak bir liman aramayacak kadar. Söz istifçisinin atıp tuttuğu naralar değil bunlar. Başucunda saklanan bir kaç umudun doğurdukları. Evet bir kaç umut ve içte kalan bir uhte. Eski bir madende göçük gibi şimdi yürekler. "Şurda olmayan ev var ya o bizim evimizdi" geçer ya bir şarkı sözünde... Olmayanlar bizimdir var olanın bizin olma ihtimali olasılığa dahi katılamaz. Bu durumlarda da eşdeğer değildir bütün acılar. Toplanılan kederi dağıtma vakti şimdi. Bir çoçuk mesela herşeyden habersiz "gitti bütün oyuncaklarım" diye kendince acılanır. Ondan biraz büyük bir genç kendince kendinden feragat eder. Gençten bir misli büyük orta yaş bireyler hemen hemen bütün duyguları yaşar; bir nehir coşar içinde gözünden taşan, harlanır gürlenir köz köz, sessizliğin sesine kapılır bazı anlarda. Orta yaşın bir üstü bütün ciddiyetiyle kendi içinde yaşar o şehri. Yaşar ama acı tatlı ne varsa yaşar. Çünkü ölümler el değmedi, tutup çekiştirmedi yakamızdan bizi. Yaşamın tadına değil yaşamın acı kollarına itti gitti. Mislice yaşlanan kişiler ise her şeyin birikmişliğiyle biraz daha derbeder. Ama herkesin tek ortak acısı bir affa sığınmaktır. Dünya gibi yedi katmandır bu insan halide. Yediden yetmişe yedi hal adlı bir acı bu. Sadece bunlar mı? Hayır değil? Anı yaşayanların anını hatta anısını yaşamaya az gelir bizim acımız az. Yankılanan sesler kırık ezgilere karışır kesilir gider yavaş yavaş. Biz kalendermeşrebiz fakat sevgi dünya malı değil ki. Zıtlıkların o kırıcı noktası ne de büyük senin sinsi oyunun.  Acz tuttu bizi şimdi sevgi muhalif oldu habersizce uzaklaştı koşar adım. Her bir köşeden ayırlıklar başkaldırdı. Ve geriye kalan kuru bir gül kokusu...

]]>
Fri, 03 Mar 2023 04:48:37 +0300 Elif Can
Belkilerin Umudu https://edebiyatblog.com/belkilerin-umudu https://edebiyatblog.com/belkilerin-umudu             

          Belki de mutluluk kandırmaktı kendini

Belki de aşk, kendine yaptığın en güzel ihanetti

Belki de sevgi koşulsuz boğulmayı istemekti okyanusta

Belki de hayal enkazın içinden yeniden ayağa kalkmaktı

Belki de umut gökkuşağının oluşması için yağan, acımasız göz yaşlarıydı.

Ve belkii de hayat herşeyi pembe görmekle yaşanırdı. 

  Belki de bu dünyada en güzel avunmaydı, belkileri umutlarla süsleyip kendimizi avutmak. Gelip geçici dünyanın sahte avuntuları ile mutluluğun peşinden koşuyoruz. Halbuki üzüntüyü bile hakkıyla yaşamalı insan, ağlamak bile dolu dolu olmalı. Anı yaşamalıyız her anımız ile. Şuan susmak istiyorsan, susmalısın kelimelerin hükmü yoktur sen izin vermedikçe. Konuşmak isteyen dilsiz olsa dahi bulur bir sesi. Seven bir pervane hiç uzaklaşır mı ateşinden? Bülbülün kanadı bile dile geliversin hasretinden. Ama sen düşünme, kaygılanma anı yaşa. Şuanı, özrün kalmasın içini kemiren, kırgınlığın kalmasın o tomurcuk gönlünde. Kızgınlığını kızgın korlarda söndür. Ama herşeyini bu gününe sığdır. Sana bu günü bahşettiler yirmi dört saatinin her saniyesine yüzlerce anı sığdır. Güneş seni bekliyorsa ufukta doğacaktır yarının sabahına ve sen gözlerinin açısına bile şükret en içten halinle. 

  

]]>
Tue, 21 Feb 2023 13:08:42 +0300 YağmurunKızı8
Ölümden Şarkılar https://edebiyatblog.com/olumden-sarkilar-4157 https://edebiyatblog.com/olumden-sarkilar-4157 yok olmayı dilerdim.

ama ne sonum olsun, ne başlangıcım.

alıp bu divâne başımı

savrulayım göklere,

boğulayım karanlıklarda.

ne duyanım var, ne de görenim.

çığlıklarım duyulmaz ki sağır olmuşlara.

savrulayım ki,

ne duysunlar beni, ne de görsünler.

bana dileğimi versinler,

ben yok olayım.

]]>
Wed, 15 Feb 2023 09:49:13 +0300 yakamozguzeli
ANLATILARDA “ÇATIŞMA” UNSURU https://edebiyatblog.com/anlatilarda-catisma-unsuru https://edebiyatblog.com/anlatilarda-catisma-unsuru                   Masal, destan, efsane, hikaye, roman aklımıza hemencecik geken anlatı türlerinden bazıları. Sizi bilmem ama bu türlerde anlatılan öykülere insanoğlunun çok ihtiyacı olduğunu uzun zamandır anlatıp diğerlerini ikna etmeye çalışırdım. Evren oraya evrildi şükür. Şimdi çok sık duyuyorum, fen ilimlerinin de her bir öğretisini anlatıya dönüştürerek, öyküleştirerek daha iyi öğrenme sağlandığından tercih edildiğini.

                  Herşeyi, her bilgiyi öyküleştirebilirsiniz. Zira insan beyni öykü seviyor. 22’den 19’u çıkartamıyoruz öyküsüz.’"2'den 9 çıkmaz, komşuya gidip ödünç bir rakam isteriz….” diye anlatıldığında anladık öğrendik. H2SO element simgesini “Hasan 2 Salak Osman 4” deyince hatırlayabilmemiz bundan. Bilimsel öğrenme metodu adı ile çok araştırma var ve “Görsel Hafıza Tekniği” diye pzarlandı bizlere . Hâlâ da pazarlanıyor. Beş duyu ile öyküleştirdiğiniz, hem de acaip olaylar ile sıraya dizerek beyninize yerleştirdikleriniz kolay hatırlanıyor.

                  İşte anlatılarda da yeni türedi bir “çatışma” unsuru eklendi. Her edebi eserin bir çatışma unsuru olsun ki anlatı değer kazansın. Bir derdi olmalı, bir çatışma olmalı diye açıklanıyor bu unsur. Hep vardı eserlerde deniyor. Zengin-yoksul çatışması, asil- sıradan insan çatışması, köylü-kentli çatışması, işçi-patron çatışması, şehirli-köylü, yerli-yabancı, geleneksel-modern, eş-ebeveyn, çocuk-ebeveyn, genç-yaşlı vb. Yani her eserin bir taraf derdi olmalı ve o çatışma dizgelenen olaylar silsilesinde kahramanı etkilemeli değiştirmeli deniyor. Bu kurgu sağlam olursa eserin değer ve niteliği, okur kabulü yükseliyor.

                Konu sanat yaklaşımlarıyla bağlantılı olmasını bir kenara bırakırsak yazı yazma, fikrini paylaşma, başkalarıyla buluşturma isteği ile eyleme dönüşür. Bunu yaparken de ille de bir çatışma kutuplaşma olması gerektiğine bizi inandırmaya çalışıyorlar gibi geliyor. Kutuplaşma günümüzün toplumsal, siyasal bir problemi. Acaba bu kadar zıtlık ile buluşan beyinlerimiz başka türlüsünü yapmayı unutmuyor mu? “Tarafsız olma, bertaraf olursun” sözü ile de buna bir aşağılama var sanki.

                Hiçbir eseri bu mantıkla okumadım, seyretmedim bugüne kadar. Hatta “bir yerde acı olmalı ki, yazılsın çizilsin” mantığı ile yapılan sinema filmleri, tv programları, edebi eserler uzaylı hissettirdi kendimi. “Bu biz olamayız” olamayız dedim her defasında. Reyting uğruna yapılan bu odaklamalar herkesi rahatsız ediyor. Çoğaltmak istediklerimiz mutluluk, iyilik ve güzellik ise neden bunu yapıyoruz veya yapmalıyız?

                Hiçbir acının üstüne huzur, hiçbir fenalığın üstüne iyilik, hiçbir çirkinliğin üstüne güzellik inşa edilemedi bugüne kadar. Hep acının daha da arttığını, fenalıklarla çevrelendiğimizi, çirkinliklerle içimizin karardığını gördük, yaşadık. Zihniyet değişikliği bakış açımızı kökünden etkiler. Felsefe, din, sanat bu insanları daha iyi insan yapmak için icatedilmişse huzura kavuşmak için iyiye, güzele, mutluluğa odaklanmalıyız. Olumsuzlukları görmezden gelmek değil söylemek istediğim, onlarla mücadelemizi kurumsal bazda sürdüreceğiz. Ama sanat zihniyet, ruh işlemeli nakış gibi. Bir tırmanışta soruyorlar “neden bu eziyete katlanıyorsunuz, Everest’e tırmanmak için?” Dağcının cevabı çok vurucu:”Everest’e tırmanıp o manzarayı gözleriyle seyretmeyen suçluluk hissetmeli” diyordu bir dağcı. Güzellikleri yakalamak için eziyete katlanmayı göze alan sanatçılara ve eserlere ihtiyacımız var.

               Herkes güzellikleri avlayamaz, lezzetli sunamaz! Çatışmadan çok güzele iyiye müptelalıklara ihtiyacımız var.

]]>
Fri, 03 Feb 2023 19:38:15 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Kişiliğimizi miras mı aldık? https://edebiyatblog.com/Kişiliğimizi-miras-mı-aldık https://edebiyatblog.com/Kişiliğimizi-miras-mı-aldık İnsanın genleri onun karakterini etkiler mi?

Genlerimiz karakterimizi etkiler mi?

Pekâlâ bunun kişiliğimiz üzerinde etkisinin olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış ancak bilim nedir ki?

Biz kendi ailemizi seçebiliyor muyuz?

Hayır.

O zaman ailemizden bize geçen genlerden dolayı o karakterle yaşamak kulağa saçma gelmiyor mu?

Ancak şimdi bambaşka düşünen birinin fikirlerine bakalım:

Her nasıl ülkemizi, cinsiyetimizi ve görünüşümüzü biz seçemiyorsak kişiliğimizde bunlara dahil ama kişiliğimize karşı çıkıp farklı davranabiliriz de yani buna İMTİHAN diyoruz.

]]>
Fri, 03 Feb 2023 15:18:07 +0300 vil3s4
Çiçek https://edebiyatblog.com/cicek https://edebiyatblog.com/cicek Ümit edin herşeye rağmen bir gün gerçekten ümit ettikleriniz sizin olunca iyiki diyeceksiniz. Asla vazgeçmeyin kaybedersiniz ve kaybettiğiniz gün çok pişman olursunuz. Az sabır biraz da ümit gerisi ilerisi boş, ümit yeşermeye yüz tutmuş bir çiçektir.

]]>
Thu, 26 Jan 2023 23:25:03 +0300 Medine Herzem
Bir Çok https://edebiyatblog.com/bir-cok-4126 https://edebiyatblog.com/bir-cok-4126 Güzel günlerin hiç gelmeyeceğine inanarak kendine bu hayatı zehir eden o kadar çok insan tanıyorum ki yazarak bitiremem ama şunu açıklayabilirim, hayat bir olayı kafayı takarak geçirebileceğimiz bir yer değil. Bu hayatta bir çok şey yaşıyoruz ve yaşadığımız herşeyin sonucunda kişiliğimiz ortaya çıkıyor, bu durumdan çoğu kişi şikayetçi olsa da aslında şikayet etmek yerine sabırla olayların geçmesini beklemeliyiz. Umudumuzu kıracak, yıpratacak bir çok şey olacak ama herşeye rağmen dimdik durup etrafımıza bakmalıyız belki de bizim sayemizde ayakta duran bir çok insan vardır. Herşeyle tek başımıza göğüs gelmenin ağırlığı var omuzlarımızda belki bu yük bizi her geçen gün biraz daha yürümeye zorlasa da elbet bir gün tüm yüklerimizden kurtulup dimdik yürüyeceğiz. Umudumuzu yitirdiğimiz zaman etrafımıza umut da saçamayız ve umut sayamadığımız zaman da bizimle ayakta duran insanlar da bizimle birlikte yerle bir oluyor. Geçmişi silip atın diyemem ama şuanda olun ve önünüze bakın sizi geleceğe taşıyacak olan şuan ve şuanı geçmişle geçirirseniz, gelecekte çok pişman olursunuz. Umudunuzu bitirdiğiniz an hayallerinizin de bir anlamı kalmıyor...

]]>
Wed, 25 Jan 2023 14:40:14 +0300 Medine Herzem
Evden Çıkmak İçin de Bir Sebep Verin Bana Sokakta Ölmemek İçin de https://edebiyatblog.com/evden-cikmak-icin-de-bir-sebep-verin-bana-sokakta-olmemek-icin-de https://edebiyatblog.com/evden-cikmak-icin-de-bir-sebep-verin-bana-sokakta-olmemek-icin-de 21/Ekim/2022
Madem sokak evime giriyordu, evimden çıktım sokağı da giyinip. Akış varsa illa karşı çıkmak, illa debelenmek mi? Hayır. Beraber kapıldık, ben de karıştım. Ben de onlardan biriyim. Ben de İstanbulluyum. Ben de evsizim. Paltom, kirleniyor her geçen gün. Elbisem ıslanmadan da yağmur kokuyor. Yıkamadan koruyorum bir müzeci hassasiyetiyle. Beraber aktık, karşı gelmedim. Gidenleri takip ettim, gelenleri gözlemeden. Gidenleri unuttum biraz, gelecekleri beklemeden. Atatürk bulvarını aştım, itfaiye caddesinde taşı çıkarırken ayakkabısı çıkan bir çocuğu ve daha öncesinde ayağına büyük geldiği için her adımda ayakkabısı çıkayazan bir çocuğu gördüm. İlkinin fotoğrafını çektim, ikincisi fazla karanlıktı, cesaret edemedim. Yürüdüm ama yorulmadım. Isındım. Rüzgar vardı, başım üşüdü. Rüzgar bir şeyleri sürüklüyordu, cami duvarına yaslanıp uyuklayan tozlu gölgeleri, ağaç dalları arasında gizlenen hayali kimsesizleri.. Sokak öylesine kirliydi ki gözlerimi silmeye utandım. Bozdoğan kemerini geçince, birden işte, kavuştum oraya. Zeyrek'e. Bir bütün olarak kavramalıydım. Sadece Fazilet Sokak'la sınırlayamazdım. Fazilet Sokağı Fazilet Sokak yapan tüm o dar Zeyrek sokakları, geniş bulvarlar, üst ve alt geçitli ana yollarıyla, bütünüyle İstanbul. Fazilet sokak o sıkışıklığın ucunda, o kargaşanın, o akışın, o duramayışın, nereye gideceğini bilmesen bile kendini yollara bırakışın, sokak başlarında metro istasyonlarında bir karton parçası, yırtık bir battaniye üzerinde el açışın, hayata yalvarışın, bir dirhem can, bir anlık nefes, birazcık yaşamak. Yok mu şu Ekim sabahında, verin bir parça yaşam. Verin. Ama orada olsun, oraya doğru yürütsün. Evden çıkmak için de bir sebep verin bana sokakta ölmemek için de. Ben ne evsiz ne sokaksız yapamam.

.

https://youtu.be/WA7693eIdTA

]]>
Fri, 20 Jan 2023 16:26:23 +0300 rehneverd
MUTLU YILLAR https://edebiyatblog.com/mutlu-yillar https://edebiyatblog.com/mutlu-yillar   Başlarken yeni bir yıla, o gelmeden yani bu gün yaz bütün dileklerini. Hiç bir sınır koyma. Hayalini kurduğunu, olmak istediğin seni, maddi manevi ne varsa sırala. Olmuşçasına gir yazdıklarının içine. Öyle coşkuyla heyecanlındır ki yüreğini , başlasın gerçeklerin. Hadi yaz dileklerini.

]]>
Sat, 31 Dec 2022 18:24:50 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Viitsima https://edebiyatblog.com/viitsima https://edebiyatblog.com/viitsima (Viitsima: kelime anlamı üzerimize çöken yorgunluk sebebiyle hiçbir şey yapmak istememek.) 

Bir yorgunluk hastalığına tutulmuşuz milletçe. En ufak bir işte bile yoruluveriyor hemencecik can. Onu geçtim hiç dinlenmiyor ki diyeceksiniz. Tembelliğe alıştırıldık biz. Eskidenmiş viitsimasız hallerimiz, atalarımızda kalmış gitmiş, çok çok eskide. Eskide kalmışta eskimemiş tam tersine bizler eskimişiz eskilerden uzaklaştıkca, yenilendikçe biz eskimişiz.

Yıllarca uğranmayan bir evin toz tutmuş rafı gibiyiz, üflesen bir öksürük tutturcak sana, boğazına takılıp kalcak bazı şeyler.

Takatsiz, inayetsiz darmadağan olduk milletçe. Muğlak bir batak bu nefis. Eğer düşersen peşine bir viitsima içinde bin viitsimaya tutulursun. Öyle sadece kelimelere tutulup kalınmıyor yalnız. Kemikler, eklemler, diller, koca bir beden tutulup kalıyor. Görüyorsunuz işinde ne kadarda hünerli bu nefis, zindanında neleri tutup bırakmıyor. Kim bilir kaç yüzyıldır işlek suç caddesi olup durdu sokağımızın ucu. Kaç gardiyanını yolladı bu nefis dedikleri, kaç kişi caydı yada kaç kişi tutuklandı. Derinlere bir ömür kur, kendine pişmanlıklar yükleme dinç sapasağlam uzvundan taşan bir fikriyat yarat. Şaşma yerinden, ilerle hep derinden derinden. 

Ufka bakılırsa yol uzun lakin bunu kısaltacak olan âya kişi. Olup biteni çek bir sineye bak bakalım ney eksik ney fazla. Terbiye ver nefsine. Hiç olmadı sotele en azından yenek olsun...

]]>
Thu, 29 Dec 2022 18:41:04 +0300 Elif Can
Mahza https://edebiyatblog.com/mahza https://edebiyatblog.com/mahza (Mahza: Kelime anlamı ; yalnız, sade, 

tam, katıksız demektir.) 

Eğilip alıyor muyuz gerçekten her düşen figürleri.  Düşen çoklarımızdan düşer. Mahza bir yaşama taabi olmak ancak böyle mümkün olabilir. Düşürdüğümüzü düşen yerde bırakmayalım kirlilik yapar tamam ama taşımayalımda. O çoklarınızdan havada örümcek ağlarından bir ipe asıverin. Varsın bir eksik kalsın.

Kamburunu ağrıtır sırtlandığın onca yük. 

Bir gurbet kuşu uçurmamak için düşürmek lazım bi kaç figür. En güzel raftan seçilenler bile bir hayli tozlu şimdi. Bu toprağa tozlu demek kadar gerçek olsa gerek. İnsanda toprak, eninde insanda tozlu. Zaman erirmiş insan gibi sırf mahzasız bir hâl takınmak için. Bunu öğrendim son zamanlarda. Buzun sıcakta erimesi yada tuzun suda çözünmesi gibi bir erime değil bu. Haddizatında zedelenmiş zaman paramparça. Elin kapının arasında kalmış ve birkaç kılcal patlaması sonucu morluklar oluşması misali; zaman kapının arasında kalmış sıkışıvermiş öylece. Şimdilerin kapısını çalanda yok açanda. Açık olan yalnız yaratıcının kapısı. Eskilerde ki ; kapı açık buyur gel sözleri özlendi belki de ondandır şimdilerin soğuğu. Doğan güneşle ısınmıyor bu soğuklar, esen rüzgarla uçmuyor bu üzerimizdeki tozlar. Esen rüzgar başlı başına bizi alıp götürüyor bütün toprak olarak. Bir boş kalıp yaratmayalım bu zamanın kollarına. Harcı bol olsun kalıplarımızın. Mahzayı takaza etmeyelim.

]]>
Thu, 29 Dec 2022 18:36:31 +0300 Elif Can
Nefha https://edebiyatblog.com/nefha https://edebiyatblog.com/nefha (Nefha: Kelime anlamı güzel koku demek)

Kaybolan sesler bir sır gibi tüm muhteşemliğiyle. Az öteye atılanlar düşüvermiş uzağımıza. Çiçekler bile çok korkunç olmuş bu zamanlarda. Bütün ihtişamıyla o nefhasını yayarken, meğerse zehirliymiş bazısı. Oysaki ne denli güzel ve nezih onca rengiyle. Sen bir çiçeksin nasıl zehirlersin bir dikenden öte. Bir gece gibi soğuktur bazen bütünüyle herşey. Yüklenip yağan buluttan almışlar feyzini. Bir çiğ tanesi ise bülbülün çilesi ekseri. Muhteşemliklerde zehirlidir bu durumda.

Nedir yer gök bu dünyanın matemi. Gizlenmiş her bir yaprağa, sabahı bekliyor. Seher vakti açığa çıkıyor bu iclal. 

Hepimizin altında yatan gizlilikler korkutuyor beni. Şefaflıktan kaçışlar ürkütüyor. Çok korkunç bu, güneşin doğmaması gibi. Sanki kara bulutlar sarmış üzerimi, bir çiçeğin güzel kokusunu zehirlemesi çok korkunç. Onları koklayınca içimin ferahlıkla dolmamasından korkuyorum. İyileştirici bir özelliğinden ziyade yayacağı zehrinden korkuyorum. Düşüncelerimin ihtimalleri zedeliyor zihnimden dökülüyor bir yaprak misali tek tek. Bu düzendeki ikilikler, onca insanın kötüklere feyz vermesi... Daha birçoğu gibi misaller besliyor çiçeklerin zehrini. 

Herşeyin başı insandan geçiyor aslında, yaptıklarımızı ve yapcaklarımızı çevreye bulaştırıyoruz, yere düşürüyoruz kirlenip, pas tutup gidiyor. 

Yagmur sonrası arda kalan bir toprak nefhası olsun isterdim bütün göz açıp kapayışım...

]]>
Thu, 29 Dec 2022 18:34:15 +0300 Elif Can
Lahza https://edebiyatblog.com/lahza https://edebiyatblog.com/lahza (Lahza; kelime anlamı; zamanın bölünmeyecek kadar kısa bir parçası,göz açıp kapayacak kadar kısa zaman demektir.)

Lahza bir vakit yer tutuyor, hayatımızın büyük bölümünde. Zaman kısalıp uzuyor yaptıklarımıza göre. Sahi iyi geçirdiğimiz vakitlermi lahzaya giriyor kötü geçirdiklerimiz mi? Tabii birde hiç geçiremediğimiz zamanlar mevcut. Akıl erdiremediğimiz bu yolculuk kendi sıra hokkabazlıklarını yapıyor bize. Koyuveriyor o kara şapkasına, ha çıktı çıkacak derken; üçte el çeviriyor üzerimizde kayboluveriyoruz sonra. O kadar derinliklere inip gidiyoruz ki sevgili hokkabazın attığı birçok şeyin kaybolduğu yere düşüveriyoruz. Bir bakmışız bu kara haberle kendisine köle etmiş bizi. Şapkasına bazı sakladıklarını çıkaramıyor; merhamet, saygı, sevgi, muhabbet, başlıbaşına bizi.

Kara şapkanın kara çukurunda kaybolmuş bir oyuncuyuz sadece. Bütün benliğimizle kaybolmuş bir oyuncu. Genel izleyici de çok memnun bu kayboluştan dolu dolu alkışlar kopartıyorlar. İzleyip kayıtsız kalıyorlar bu ilizyona. Bir zaman bu hokkabaz; seyircileri de kaybetmez umarım. Bir çekmece dibine atılmaktan daha ciddi bir durum bu. Orada en azından varolmuş bişeyler oluyor. Bu durumda ise başlıbaşına kayıbız. Kendimiz, anılarımız, eşyalarımız, bu dünyaya hiç iz bırakmamış gibi bir yokluk bu. Evet evet bu kayboluşumuz bir kıtlık. Muhabbet kıtlığı sarmış dört bir yanı, acilen tedbir alınmalı. Bu lahzaya içi dolu cümleler kurulmalı. Kurulanı bozmak olmasın, gücümüzü harcadığımızın büyük kısmı. Yani; yıkmaya değil yapmaya meyilli olunmalı. Kendimizi de genel izleyicimizide bulabilmek adına...

]]>
Thu, 29 Dec 2022 18:31:34 +0300 Elif Can
Ephe'Sus.. https://edebiyatblog.com/ephesus https://edebiyatblog.com/ephesus Yorgunluk var üstümde 

Ama nasıl yorgunluk

Yüreğimi yaralayan 

Bedenime ağır gelen bir Yorgunluk 

Sen ela gözleri ile baharı yaşatan adam..

Kirpiklerini kavuşturma;

Fırtına kopuyor buralarda 

Delicesine esiyor rüzgar 

Savruluyor Bedenim

Zapt edemiyorum

Çatlıyor yer kabuğu 

Ve fışkırıyor her çatlağın arasından acı acı nidalar..

Sen S' yi kaybeden Ephesus

Sus.. sus..

Ephe..

Kimse anlamayacak bu şiiri 

Ve benim hüzünlü senfonimi 

Kim bilir 

Ne zaman sen bir S' için yitip gittiğini anlayabilirsen belki o zaman..

Sus..Sus..Sus.. 

Ephe

Ah güzel sevgilim 

Hoyrat bir seher vaktinde 

Sazanlıklar arasında 

Ben tüm acizliğim ile

İlk senfonimi dilimden dökerken

Sus..Sus.. Sus.. 

S'si düşmüş Ephe'm

Sus..

Kimse anlamayacak 

Sus..

Ephe'Sus..

Ben kadifetepe'de yolunu gözlüyorum 

 bana ekho'nun efsanesini anlattığın o küçük arada 

Yüreğim hıçkırıklara boğuluyor, özlüyorum. 

Sen gelmiyorsun, sen konuşmuyorsun, anlatmıyorsun..

Gülüşünü saklıyorsun benden

Ve S' yitip gitmiş bizden..

Ephe

Sus..Sus.. Sus.. 

Acelen ne Ephe'm..

 Bu gidişinin sebebi kırgınlıktan mı ?

kaybolup giden zamana mı,

bir harf gibi kayıp giden hayata mı yoksa küskünlüğün..

Oysa daha İnciraltına inecektik seninle

Koşacak.. Koşacak ve hiç durmaycaktık 

Sen, martılara olağan sesinle haykıracaktın

Seviyorum..diyecektin

Ve bana olan sevgin bir S'gibi düşüp gitmeyecekti. 

Ephe'm ömrüm soldu.. suskunluğun can acıtır oldu

Ephe.. S'gibi olma, kaçma..

Ephe..

Sus..Sus.. SUSMA

]]>
Mon, 26 Dec 2022 21:43:27 +0300 Selenophilia☆
Yol https://edebiyatblog.com/yol-4052 https://edebiyatblog.com/yol-4052 Korktukça var olamaz insan, varmak isteyip gidemediği yerlerle doludur kalbi ve düşleri. Nereye kadar kaçar ki insan ? Var olmaktan korkar belki de, ya da göreceklerinden,hissedeceklerinden. Gömülüp kalır düşüncelere, acılara,hatıralara. Ah bir çıksam o yola der bazen ah’lar vah’lar içinde yaşar hayatını. Fakat bazen de yeter en ufak bir kıvılcım yeter bir yolculuk için. Sonunu merak bile etmezsin korkmazsın varacağın yerden ve görüceklerinden. Ve çıkarsın o yola korkmadan….

]]>
Mon, 19 Dec 2022 00:40:25 +0300 Semira Bulut
Boş Kalan Kafes https://edebiyatblog.com/bos-kalan-kafes https://edebiyatblog.com/bos-kalan-kafes

Boş kafes.... 

Bugün mavişimiz ucurttuk. Önce şok olduk, yok ya gitmez dedik, sokaklarda kuş sesi eşliğinde aradık, her uçan kuşa, her cik sesine bir umutla baktık. Ama maalesef ki elimiz boş şekilde eve geldik ve evde bizi bekleyen boş kafesi görünce daha iyi anladık uçup gittigini. O boş kafes öyle anılarla doldu ki bazen güldük, bazen kizdik, ama herzaman sevgi dolu baktık birbirimize. Doğan Cuceloglundan duyduğum bir cümleyi bugün çok derinden hissettim, canin büyüğü küçüğü olmaz demişti. Kayıp, tüm canlar için çok zor. Kendi küçüktü ama hepimizin sevgisini kazanan kocaman bir kustu bizim mavisimiz. Üzüldük çok üzüldük yokluğunu kabulden başka yapacak birşey gelmiyor, gittigi yerde mutlu olsun onu çok sevecek bir ailenin balkonuna konsun demekten baska birşey gelmiyor elden... Biz seni çok sevdik maviş.... Gittiğin her yere güzellikler götür. 

Hoşcakal...

]]>
Fri, 16 Dec 2022 12:35:20 +0300 Tuba KAYA
Halim Kalmamış Gibi https://edebiyatblog.com/halim-kalmamis-gibi https://edebiyatblog.com/halim-kalmamis-gibi Belli bir zaman sonra hiçbir şey  insanın istediği gibi olmuyor . Belkide eski heves ,hırs olmadığı için veya içinden birşeyler eksildiği içindir.Ama  bilmiyorum ya elimden geleni yapıyorum ve yapmaya devamda edicem ama insanların umurunda değil.Onlar içinde yapmıyorum ama insan bir boşluğa düşebilir bazen. Değerli bir arkadaşımın bir cümlesi var "Gülmek herkese yakışır. Gülümsemekten vazgeçme." sizde istediklerinizi yapın ama yeterki pişman olmayın sevgiyle kalın.

]]>
Tue, 13 Dec 2022 15:37:02 +0300 TrFerhat4913
Huzur Bulmak https://edebiyatblog.com/huzur-bulmak https://edebiyatblog.com/huzur-bulmak 12.12.2022

Huzur...

Benim için huzur spor yapmak,resim çizmek,kitap okumak,yemek yapmak,yağmurun yağması,bir hayvanı sevmek,kendime zaman ayırmak,sevdiğim insanlara sarılmak,film ya da dizi izlemek.Yani aslında daha bir sürü şey.Ama sonuç olarak hepsi yapmayı sevdiğim şeyler.Peki ya bir insan huzur bulma sebebiniz olabilir mi?Sanırım olabiliyormuş.Çok kötü geçen bir günün ardından ya da moralimi bozan bir şey olduğunda aklıma onu getiriyorum.Gülüşünü,sesini,bakışını,bir hareketini.Görebileceğim bir yerdeyse kafamı çevirip ona bakıyorum.Ve birden bütün sorunlarım,negatif düşüncelerim ve hislerim yok oluyor.Her şey yoluna giriyormuş gibi hissediyorum.İçimi daraltmak yerine açıyorsun.Sanki ben şimdiye kadar denizin dibindeymişim ve her seferinde birileri gelip beni daha da dibe çekmiş hep nefesimi tutmuşum ama sonra sen gelmişsin yanında bir oksijen tüpüyle ve tekrardan nefes almamı sağlamışsın gibi.O oksijen tüpü eninde sonunda biticek ve benim artık yüzeye çıkmam gerekicek.Elimden tutup beni yüzeye çıkarır mısın?

]]>
Mon, 12 Dec 2022 21:53:50 +0300 nimbusrain
EDEBİYATBLOG GÜNCELLEME/GELİŞTİRME NOTLARI V2.1.0 https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari-v210 https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari-v210 Değerli EdebiyatBlog Ailesi sizlerin geliştirmeleri sevdiğinizi ve dikkatli olduğunuzu biliyoruz.
Bize EdebiyatBlog'u geliştirme konusunda geri bildirimde bulunmanızı rica ediyoruz.
Yakında yeni süprizler ile yine sizlerle olacağız...

  • Tüm arayüz yeniden dizayn edildi.
  • Profil sayfası özelleştirildi. Artık profil fotoğrafınızın yanında arka plan resmi de ekleyebilirsiniz. (Bu bağlantıdan kontrol edin)
  • Popüler Gönderi Sistemi Güncellendi. (Gönderiler artık aylık sayfa görüntülemelerine göre popülerlik kazanacak, sıralanacaktır.)
  • Gönderiyi Taslak Olarak Ekleme Hatası Düzeltildi.
  • Yönetim paneli görünüm iyileştirmeleri yapıldı.
  • Hata düzeltmeleri ve hızla ilgili iyileştirmeler yapıldı.
  • SEO eklentileri geliştirildi.
  • Depolama alanı optimize edildi.
  • Performans iyileştirmeleri yapıldı.
  • Kullanıcılarımız tarafından sabit bildirilen hatalar düzeltildi.
]]>
Mon, 12 Dec 2022 06:24:36 +0300 EdebiyatBlog
Ne hissettiğimi bilmiyorum https://edebiyatblog.com/ne-hissettigimi-bilmiyorum https://edebiyatblog.com/ne-hissettigimi-bilmiyorum Artık nerdeyse eskisinden çok farklıyım.Ne yapsam yada yapmasam karar verirken netim.Belkide zaman beni gittikçe daha çok mutlu ediyor.Sevdiğim insanlarla daha fazla vakit geçirmeyi tercih ediyorum.Yanımda olmayıp beni mutlu eden dostlarım ve arkadaşlarım olduğu için çok şanslıyım.Uzaktada olsa bana nasılsın demesi beni mutlu etmeye yetiyor.Elimden geldiği kadar bende nasılsın bi sıkıntın var mı diye sorarım ihmal etmem çünkü onu önemsiyorum.Kendinize sizi yargılamadan anlayışla karşılık veren dostlar edinin.Evet öyle insanlar siz üzgünken üzülen ve mutluyken mutlu olan onları asla kaybetmeyin. Sağlıcakla kalın kendinize iyi bakın. ????

]]>
Sat, 10 Dec 2022 23:58:02 +0300 TrFerhat4913
Umut https://edebiyatblog.com/umut-4018 https://edebiyatblog.com/umut-4018 Umudu ben sığınaklara benzetirim. Nedeniyse; ben güvendiğim yerde umut eder, sabırla beklerim. Umut ettiğimiz şeyler her daim olacak diye bir kaide yokturdur. Bazı umutlar boşa çıkıyor ve boşa boşa çıkan her umuttan sonra biraz daha dikkat ediyor insan umut etmesi gerektiği şeylere.

]]>
Sat, 10 Dec 2022 19:36:30 +0300 Medine Herzem
VİCDANİYET https://edebiyatblog.com/vicdaniyet https://edebiyatblog.com/vicdaniyet KÖTÜ GÜNÜMDE YANIMDA OLMAYIP VİCDANI HİÇE SAYANLARA ARTIK İNSANLIĞI BAĞIŞLIYORUM!

#söz

]]>
Thu, 08 Dec 2022 00:15:21 +0300 Şiir perisi
Sorma https://edebiyatblog.com/sorma-3990 https://edebiyatblog.com/sorma-3990 Vazgeçmek...

Bazen de vazgeçmemek.

Vazgeçmeyi insanlar; kabulleniş, hayattan vazgeçiş diye adlandırıyorlar. Bunun nedeni belki de hiç zorunda olmadıkları içindir...

Vazgeçememeği insanlar; takıntılık, her şeyi ona bağlamak diye adlandırıyorlar.

İnsanlara neyi sorsak her şeyde bir kusur ararlar. Kendi kusurlarını, güzelliklerini görmeden her daim karşısındaki insanları görürdü insanlar. Kimse kendisini görmezdi, çok sevdiğim bir öğretmenimin bir cümlesi her daim aklımdadır. Bir parmak karşıyı gösterirken üç parmak bizi gösteriyor. Aslında her şeyi anlatıyor bu cümle ama anlayana...

]]>
Sat, 03 Dec 2022 19:25:46 +0300 Medine Herzem
DOĞAYA HAYAT VEREN CANLILAR https://edebiyatblog.com/dogaya-hayat-veren-canlilar https://edebiyatblog.com/dogaya-hayat-veren-canlilar Her canlının bir yerlerde Yaşam hakkı vardır. Kimi ;Denizlerde Kimi; Karada Kimi de; Havada doğaya ve insanlara huzur verir... 

Hayvanların daha iyi bir yaşam sürmesi, Bakımlarının ve sağlık kontrollerinin yapılması amacıyla hayvanları korumak için kurulan barınaklar olur.İnsana duyulan saygı ve sevgi burada yaşayan hayvanlara da gösterilmeli.

Hayvan bakıcılığı yapacak insan, Hayvan sevgisi taşıyan, Onlara değer veren ve koruyup gözeten kişi olmalı.Hayvana yapılan her  zulüm,Eziyet ve  masum ve sessiz bir cana kast etmek bir canilik sonucunu doğurur.

Doğayla iç içe bir yaşamda bir hayvan diğer hayvana merhamet gösterirken! Bir insan bir hayvana merhametten uzak,Eziyet eder ,Zulüm eder ve vahşice öldürür.

Nasıl bir zihniyet bu? 

Hangi akla ve mantığa sığmayan bir duygu ile bir hayvan katledilir?

Duygusuz ve Merhamet yoksunu bir cani savunmasız ve dilsiz bir canlıya nasıl kıyabilir?

Sorulan ardında sessiz kalan cevaplar... Daha kaç doğa dostu canlı öldürülecek? Daha kaç cani aramızda gezecek? Doğaya güzellik ve renk katan sevimli dostlarımız iyi ki varsınız... İyi ki yaşantımızda sizler varsınız...

HAYVANA ŞİDDETE HAYIR!

HAYVANA ZULME HAYIR!

HAYVAN ÖLDÜRMEYE HAYIR!

Doğaya hayat veren canlılar bizler hep sizinleyiz...

]]>
Sat, 03 Dec 2022 15:00:31 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Aşk https://edebiyatblog.com/ask-3987 https://edebiyatblog.com/ask-3987 03.12.2022

Aşk.Aşk ne gerçekten?İnsan birden fazla kez aşık olabilir mi?Aşık olduğunu nasıl anlar?Karşılıklı olmak zorunda mıdır?Ne kadar sürer?Nasıl başlar?Biterse nasıl biter?

Bazen birini görürsünüz ve onla ortak bir şeyleriniz olduğunu hissedersiniz.Belki hiç konuşmazsınız,belki aranızda hiçbir şey geçmez,onun haberi bile olmaz.Ama siz hissedersiniz.Onu görünce mutlu olursunuz,huzur bulursunuz.Görmeseniz,sesini duymasanız bile çok yakınınızdadır hep.Dünyanın öbür ucuna gitseniz bile hep en yakınınızda o vardır.Somut olarak yanınızda olan insandan bile yakınıdr size.Çünkü siz onu hep içinizde taşırsınız.

Peki aşık olduğunuz insan içinizde kelebek hissi uyandıran,heyecandan nefes almakta zorlandığınız,sizi farketsin diye çabaladığınız,hemen istediğiniz insan mıdır yoksa onu görünce huzur ve mutluluk bulduğunuz,aceleye getirmediğiniz,illa sizi farketsin diye uğraşmadığınız,hayalinizde bile size yeten bir şeyler olduğu insan mıdır?

İlk seçenek fazlasıyla hep yaşanan bir seçenek.Ama ikinci olan ilk defa olan bir şey ve ben ne yapmam,nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum.Onu görünce elim titremiyor,karnıma ağrı girmiyor ya da o kelebek hissi dediğimiz olmuyor.Sadece konu iletişim kurmaya gelince korkuyorum.Heyecanlanmıyorum.Korkuyorum sadece.Neyden korkuyorum bilmiyorum.Bu yüzden hep bir şeyler eksikmiş gibi hissediyorum.Ama belki de doğru olan budur.Onu görünce,sesini duyunca.gözlerini,güldüğünü görünce,aklıma gelince gülümseyip huzur bulmam lazımdır.Bunun doğruluğunu zamanla görücem.Umarım doğru olan budur ve sen hiç bilmesen bile bana hep böyle hissettirirsin.

]]>
Sat, 03 Dec 2022 09:56:39 +0300 nimbusrain
Şimdi ki Ben Lise Öğrencisi Olsaydı. https://edebiyatblog.com/simdi-ki-ben-lise-ogrencisi-olsaydi https://edebiyatblog.com/simdi-ki-ben-lise-ogrencisi-olsaydi Mezun olduğum lisenin önünden geçtim bugün. Oradaki ogrencileri izledim uzaktan, kendi liseli hallerim geldi karşıma.

Şimdiki halim o gün ki yaşım birlesseydi ve derse girseydim aynı hocalarimin anlattığı dersleri nasıl dinler neler düşünürdüm diye sordum kendime.

Edebiyatta ki duygu yüklü metinlerin ayrılığın, acının, gurbetin sadece kelimelerden ibaret olmadığını...

Tarih derslerini bir film gibi dinleyip, sadece yazılı için çalışmamak gertektigini, insanlarin canları pahasına yâptiklarini daha çok anlamaya çalışırdım.

Matematiğin formul sistemi üzerindeki tık tık cozume ulaştırma yontemlerinin hayatın matemetigine uymadığını her problemin hemen cozulemedigini, biraz zamana bırakmak gerektiğini, mantığın bazen ise yaramadigini ama buna rağmen hayatın da bir formulu olduğunu o formülü bulmak için ömürler harcandığını daha iyi anlardım.

 Coğrafyadaki, dağı taşı ovayı denizi akarsuları hepsinin insan taşıdığını insanin acılarına şahit olduklarını düşünür acaba ne hissediyorlar diye empati kurmak isterdim insanın gozunden dünyayı değilde, dunyanin gözünden insani gormeye anlamaya çalışırdım.

Olmayan müzik derslerini, cizilemeyen resimleri, sahayı turladigimiz beden derslerini, her birinin hayat dersi verdiğini hayatın bir ritminin olduğunu bu ritmi yakalayamadıgin zaman sol anahtarinda yerini kaybetmiş bir nota gibi kaldığını, yaşamanin kaderindeki resmi ortaya çıkarmak olduğunu, dünyanın hep bir koşturma, tur gecme olduğunu dusunurdum eğer şimdi tekar bir lise öğrencisi olsaydım....

Okul hayatıni tamamlayıp, hayat okuluna devam ettigimiz  bugünlerde tecrübenin zamanla öğrenilen en kıymetli bilgi olduğunu bir kez daha idrak etmiş oldum.

]]>
Thu, 01 Dec 2022 08:43:42 +0300 Tuba KAYA
Tezelzül https://edebiyatblog.com/tezelzul https://edebiyatblog.com/tezelzul (Tezelzül: kelime anlamı sarsılma, etkilenme, deprenme anlamlarına gelmektedir.)

Zannetmek üzerine kurmuşuz bütün yaşantımızı. Bu kızıl mavi dönen koca evren bir zan kendi haline kendince. Bataklıkta bir balçık sanki üzerimize sıvanan. Bu tezelzül uzvum herşeyden habersiz zan içinde kulaçlıyor kendini.

Sağlıklı sıhatliyim zannediyorsun, ertesi amansız bir durum çıkıyor. Hava güneşli olacak zannediyorsun, bir kaç dakikaya çekiyor güneş beyaz yorganını üzerine ben üşüdüm diyerekten. Böylede tezat böylede tezelzüldür işte zannetmek. Densizce dönüyor dünya. Kendi dengemizi bulmalıyız bu densizlikte. Zanlarımızı sabitlemeliyiz biryerlere, bu sarsıntı da düşmesinler diye. Yol uzun yolculukta. Daha birçok şey var zannetceğimiz. Daha çok şeyde yanılacağız gidişata bakılırsa. Kendi raylarında tıngır mıngır giden bir günden fırlama sessizlik zamanındayız.

Kendi sesizimiz nede dinlenir şimdi bu gümbürtülü sessizlikte, en azından öyle zannediyorum. Duyabildiğimiz şeyler kârımız. Sondan üçüncü parçadadır belkide zanlarımız, kişisel menkıbelerimiz.İkiye düşsek delicesine döncek gibi bu dünya, ne kelimeler asılı yerlerinde durabilir nede bu denli biz sabit kalırız bu sarsıntıda. Şirazesinde, dönenide duranıda yaşatmalı nihayetinde. Seher vakti alınan nefes kadar temizlese içimizi keşke bütün zamanlar. Böylesine nefes açıcı böylesine mis gibi olsa zanlarımızda.Tek ses tek nefeslik hakkımızda güçlü bir çığlık atabilmek vazife. İstikamet doğrultusunda bu tezelzülde düşmeden hızlanılmalı o halde...

]]>
Wed, 30 Nov 2022 23:38:56 +0300 Elif Can
Serendipçe https://edebiyatblog.com/serendipce https://edebiyatblog.com/serendipce (Serendipçe: kelime anlamı tesadüf, mutlu kaza anlamlarına gelmektedir.) 

Bize çizilen dünya kafeste. Hüzzam makamında çalan bir serendipçe. İstikrarlı başlıyor bundan sonraki günler yanıbaşımızda. 

Neden midir? 

Kaybolup gitmeye yüz tuttu çünkü onca şey, kültürümüz, dilimiz, dinimiz, saygımız hepsi zedelendi. 

Batıya özenmekle, kendimizi düzeltmeyi unuttuk. 

"İçten çürüyor benim memleketim ve buda beni çok üzüyor."  Sonradan müslüman olmuş batılı bir yazarın kelimeleri bunlar.

O kadar büyük olup, özgürlüğün sembolu olup bir çok ilgiyi üzerine çekebiliyorlar lakin, kötü alışkanlıklarla yavaş yavaş zedeliyorlar kendilerini. Biz bir şeyin iyi hoş güzel olanını seçip, örnek alırız kendimize değil mi? 

O halde eleğimizden geçirmeden nedendir herşeyiyle örnek almamız bir başka yeri. 

Özgürlük ne de tuzaklı bir kelime değil mi?

Özgürleşmekten yalnızlaştık artık.

Belki bu kadar özgür değilken daha kalabalıktı bayramlar, daha genişti sofralar, yürekler daha genişti. Dıştan genişledikçe içten daralıyor insanoğlu. 

Günümüzün klasik sıradan yakınması, herkesin dilinde belkide, lakin üzülerek söyluyorum ki malesef bu hiçbirşey değiştirmiyor. Serendipçelerimizi kaybediyoruz yavaş yavaş. Yavaş yavaş sözü de eskidenmiş artık hızla...

O denli de eskimişiz anlaşılan.

Bu mutlu kazalarımızı, güzel günlerimizi yaşatabilmek adına.

Unutmayalım duyduklarımıza değil, kendi okuduklarımıza inananalım, kendimizi örnek alalım. Yazınsal küredeyiz hepimiz.. İçten özgürleşebilceğiniz günleriniz olsun.

]]>
Wed, 30 Nov 2022 23:36:48 +0300 Elif Can
Okumak ama nasıl? https://edebiyatblog.com/okumak-ama-nasil-3935 https://edebiyatblog.com/okumak-ama-nasil-3935 "Dünyada başarı salt bilgi aktararak değil çalışma metodu­nu bilerek doğruyu bulma veya bir amaç uğruna çalışma isteği uyandırarak sağlanır."(İrade terbiyesi)

Günümüzdeki eğitim sistemi, öğrencilere sadece bilgi yüklemesi yaparken o bilgiyi nasıl kullanacaklarını ne için kullanacaklarına dair bir bakış açısı kazandiramamaktadir.

Bizler bir kitap okurken oradaki salt bilgiyi öğrenmenin yeterli olduğunu düşünüyor üzerine yorum eleştiri yapamiyorsak çocuklardan bunu yapmalarını nasıl bekleyebiliriz ki, 

Merak duygusu doğuştan gelen bir duygudur, çocukların bu yetilerini kaybetmelerine neden olmasak, gelecek nesiller daha meraklı, bilginin hambali değil bilgiyi kullanan  nesiller olacaktır.

Kitap okumak sadece içindeki bilgiyi öğrenmek için olursa gerçek amacına hizmet etmemiş olur. Kitap okurken okuyucu kendi dusuncelerini gözden geçirir, kendi fikirlerini günceller, pekiştirir. Olanı olduğu gibi kabul etmek bizi bilgili yapmaz kelime hambali yapar. Bilgili olmak sürekli kendini yenilemek, merak duygusu her daim tazelemek, sende olanı fark etmektir...

Kitap okurken kendini okumaktır...

]]>
Mon, 28 Nov 2022 12:53:49 +0300 Tuba KAYA
Vuslat https://edebiyatblog.com/Yıllarca kaçtığı ses işte ruhunu çınlatıyordu şimdi https://edebiyatblog.com/Yıllarca kaçtığı ses işte ruhunu çınlatıyordu şimdi Hasret,taşlarla döşeli dar sessiz ve tenha yolda yavaş yavaş tedirgin adımlarla yürüyor ama sanki nereye gittiğini bilmiyormuş gibi korkak adımlarla ilerliyordu.İç güdüleri onu o ıssız sokak kadar yalnız düşüncelerinden sıyırıp atmak istercesine daha sahile varmadan dalga sesleri ile yok etmeye çalışıyordu.

Küçük adımlarla sahil boyu yürüdü,tıpkı büyülenmiş gibiydi, gelip seslensen belki duymazdı seni..Çünkü dalgaların sesi onu alıp uzaklara götürmüştü çok uzaklara hem de bir gün değil iki gün değil yıllar öncesine çocukluğuna götürmüştü.

Sonra uykudan uyanmışcasına gözlerini ovuşturdu,gördüğünden emin olmak için koca koca açtı gözlerini,uzakta küçük bir kız çocuğu vardı.Oturmuş başını dizleri üzerine koymuş elleriyle bacaklarını kavramış sessizce oturuyordu.

Buraya kadar korkakça attığı küçük adımlarını emin ve büyük adımlara çevirdi hızla yürürken her adım atışında geçmişe gittiğini hissetti ama hayır şu an sadece küçük kızın kim olduğunu merak ediyor,yaklaştıkça da kalbi istemsizce hızla atmaya başlıyordu,kısa bir sürede kendini o küçük kız çocuğunun yanında buldu,diz çöküp omuzuna dokundu hiç düşünmeden.

Küçük kız başını kaldırıp baktığında Hasreti yıllarca bekleyen bir dost gibi...

 -Neredeydin,neden bu kadar geç kaldın,

diye konuştu.

Hasret şaşkınlıkla bakıyordu, kimdi bu kız ilk defa görüyordu ama onu neden bekliyordu, nereye geç kalmıştı,başında bir dertmi vardı acaba,diye düşüncelere dalmışken

Küçük kız ağlamaya başladı,

-Bu kadarmı yabancısın bana,beni neden tanımadın,bu kadar mı uzaksın bana diye kafasını kucağına gömüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti.

Ne olduğunu anlamayan bu olanları aklında bir yerlere oturtamayan Hasret öylece kala kaldı kızın başucunda.

Yüzü donmuş mimiksiz ama ruhu kabarmış dalgalara eşlik ediyordu benliği.Ne oluyordu kimdi bu kız neden beni bekliyordu ben ona ne yapabilirdim ki kendime bile yetemezken,neden geç kaldın demişti kız, kime neye geç kalmıştı ahh işte sinirlenmeye başlamıştı Hasret üstesinden gelemediği her durumda bunu yapmaz mıydı sinirlenir,kaçar bi köşede ağlardı,bu küçük kız çocuğu gibi....

Tekrar diz çöküp kızın iki omzunu kavrayıp,yüzüne düşen kısa saçlarını kulağının arkasına atarak o küçük masum gözleri kendine çevirdi, çenesinden tutarak.Sanki aynaya bakıyormuş gibi hissetti Hasret hayır hayır gibisi fazlaydı öyleydi,aynaya bakıyordu.Minik suratında yüzünü kaplayan o iki cam parçasının arkasından bakıyordu Hasrete.

Boğuk çıkan sesiyle bir kez daha konuştu -Beni hiç mi özlemedin diye inledi sanki..

Kendini yokladı ben seni tanıyamadım ki be güzelim nasıl özleyeyim seni diye sessizce bakıyordu karşısında duran masum temiz küçük kız çocuğuna.Çekingen bir halde konuşmaya çalıştı Hasret, ne diyeceğini bilmez bir halde, yanlış bir şeyler söylemekten çekinerek,

 -İsmin ne senin güzelim dedi ve o an pişman oldu sorduğuna

Elini hızla çekti çenesinden,hırçınlaşarak kalktı ayağa,Hasret neye uğradığını şaşırmış, nedese uygun olurdu bilmiyordu,şuan hiçbir şey bilmiyordu.

Koşarak uzaklaştı çocuk,gayri ihtiyari Hasret de koşmaya başladı,durmuyordıu koşuyordu sanki Hasretten değil kendinden kaçıyordu çocuk,öyle acı öylesine ızdıraplı bir koşuştuki,iki ayrı bedenin tek bir kalpte kavuşma öncesi çektiği ızdıraptı bu.Hasret nefes nefese kalmış ama çocuk hala sahilin sıcak kumlarında koşuyordu,Hasret daha fazla dayanamayıp olduğu yere çöktü ve o da hıçkırıklara boğulmuştu,içinde tarifsiz bir acı hissettiki o biraz önce kız çocuğunu değil kendine koşuyor da kendine yetişemiyordu,bu gününe kadar hiç böyle ağladığını bilmiyordu,

Sadece ağlıyor avuçlarının arasındaki kumları alıp alıp savuruyordu sanki kendini savururcasına...

Zaman durmuş tüm sesler susmuştu o an.Hızla atan kalbinin sesinden başka hiç bir şey duymuyordu..

Küçük kız çoktan gitmiş ve gözden kaybolmuştu yada ona öyle geliyordu.

 -Gitti onu tanıyamadım ,gitti işte gitti,diyerek kızdı kendine,dizlerini döverek..

Beklemiyordu ama küçük kız gelmiş karşısına dikilmişti,bu defa o tutmuştu Hasretin çenesini ,direnmeden kaldırdı başını hıçkırığı kesilmiş ama yaşlar ardın sıra akıyordu.

-Neden ağlıyorsun büyükler ağlarmı ? diyerek yaşlarını sildi usulca ama durmuyordu yaşları Hasretin,yıllarca bu anı beklemişcesine sadece karşısında ki aynaya bakıp ağlıyordu..

-Affet tanıyamadım,ben seni tanıyamadım deyip tekrar hıçkırıklara boğuldu.

Küçük kız çocuğu Hasretin yüzünü avuçlarının arasına alıp,

-Sana ağlama demeyeceğim çünkü ben yıllarca seni bekledim,ağlayıp yaşlarınla kendini temizlemeni bekledim.

Beni hatırlamanı,bana gelmeni çok bekledim.

Ama senn deyip,geri çekti kendini,çattı kaşlarını,şimdi küçük bir kız çocuğu olan Hasretti gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü eğdi -Ama sen ne yaptın diye bağırarak azarlarcasına konuşmasına devam etti.

Hasret sadece suç işlemiş masum bir çocuk edası ile onu izliyordu , kendini izliyordu ve bu yüzdendi karşısındaki isyana sessizce duruşu.

-Sennn beni unuttunnn 

Sen büyümek istedin ve nihayetinde büyüdünde ve senn çocukluğunu ötesi kendini unuttun diye haykırırken,

Hasretin yüreğinde ki yaranın kabuğu düşmüş,kanamaya başlamıştı,acı çektiği her halinden belliydi ama küçük kız acımasız davranıyor ve konuşmaya devam ediyordu.

-Başkaları girdi hayatına,onlara benzemek istedin,onları mutlu etmek istedin ama beni içindeki karanlık zindana hapsettin

-Masumluğumu aldın,saflığımı,berraklığımı aldın benden,sesimi,hayallerimi aldın,sen ne yaptın ha söylesene,susma cevap ver bana, konuş konuş????diye Hasreti sarsıyordu.

Hasrette değil gitmek kıpırdayacak derman kalmamıştı çünkü yıllarca kaçtığı ses işte ruhunu çınlatıyordu şimdi.

Onca kızgınlığına rağmen diz çöktü göz göze geldiler ama başını sallayarak 

-Hayır gözlerine,gözyaşlarına,asla kanmayacağım 

-Söylesene kimi mutlu edebildin,kime kendini verebildin,kime kendini sevdirebildin.

Hepsi boş herkes yalan değil mi ? o yüzden burada karşımda aciz bir haldesin......

Hasret uyuşmuş kendinden geçmişti,ağır gelmişti bu yüzleşme ama susmuyor belliki susmayacak,acıtmaya devam edecekti...

Hasret derin içli bir nefes aldı önce uzun süredir ciğerlerine nefes gitmiyormuş gibi...

+ Ben seni unutmadım,sen hep benimleydin

-Susss..yalan söylüyorsun,ben o attığın zindanda tek başıma ağladım yıllarca,

şimdi bana seni hiç unutmadım diyorsun, büyümek seni yalancıda yapmış..!

Hasret hiç düşünmeden ayağa kalkıp yeter diye çıkıştı 

+ Baksana sen bana şuan ne kadar farklıyız seninle,anlamayacağın şeyler var be çocuk,herşey senin gördüğün gibi değil , düşündüğün gibi hiç değil,hayat güllük gülistan hiç değil,gökkuşağını bilir misin sen,o renkleri alırlar hayatından da siyahla yaşamak zorunda kalırsın,o yüzden ben anlatsam bile sen anlamazsın o masum temiz ruhunla anlayamassın

+ Sen sadece kendi açıından bakıyorsun,çünkü bana kızgınsın,kırgınsın çokta haklısın.

Ama banada hak vermeye çalış,diyerek devam etti,yıllarca içinde biriktirdiği her ne varsa döküyordu Hasret, konuştukça rahatlıyordu..

+ Benden büyümemi istediler büyümek zorundaydım,

Benden yüreğimi aklımı hayallerimi söküp atmamı istediler, öyle de yaptım itaat ettim onlara aptal gibi

Benden kadın olmamı istediler,daha kadın olmayı kavrayamamışken benden Anne olmamı istediler.

Sen içimdeki karanlıktayken ve ben o karanlıktan korkuyorken,dünyaya senin gibi bir çocuk getirmek için yıllarca çaba sarf ettim,halada ediyorum,yaşları dinmiş,yerini öfkeye bırakmıştı,ama bu öfkenin asla bir sahibi yoktu,

+ Büyümek zorundaydım anlıyormusun yoksa bunları yapamazdım,yaşayamazdım, bu dünyanın telaşı çok benim çocuk ruhum bu telaşı kaldırmazdı anlıyormusun büyümek zorundaydımm 

Daha önce öfkesini kusmuş olan küçük kız yumuşamıştı,Hasretin elini tutup asıldı kendine doğru,göz kontağı kurdu konuşmadan önce

-Büyümek zorundaydın ama beni unutmak zorunda değildin,hiç yokmuşum gibi davranmayabilirdin,bende karanlıktan korkuyorum senin gibi, belkide senden daha çok,tut elimi şimdi çıkar beni o karanlık zindandan,gelecek o mucizevi yolcuyu,beraber bekleyelim, bekleyelim ki ne o karanlıkta kalsın ne ben ne de sen..

Bir onay bekliyor du,küçük de olsa bi işaret bi söz ama Hasret uzunca bi süre sustu elleri minik eller arasında öylece kala kaldı.

-Konuşmayacakmısın,bana küsmü gideceksin dedi sessizce boynunu bükerek

Hiç bir şey demeden sımsıkı sarıldı kendine,daha da diyecek bir şey yoktu zaten,öptü kokladı dakikalarca,ağladılar beraber,dünya durmuş,zaman durmuş,tek bir vücut olup,vuslat gerçekleşmişti.

O an farketti Hasret bugüne kadar hiç kimseye hiçbir şeye muhtaç olmadığı kadar muhtaçtı kendisine,çünkü kendisine açtı kendisine susuz, kimseye değil sadece kendisini içindeki karanlık zindandan çıkarmaya ihtiyacı vardı...

]]>
Sun, 27 Nov 2022 23:53:32 +0300 Kasım Çiçeği
Her Hata Affedilebilir Mi? https://edebiyatblog.com/her-hata-affedilebilir-mi https://edebiyatblog.com/her-hata-affedilebilir-mi 26.11.2022

Çok zor biliyor musun?Artık birgün gelsen de affedemicem seni.Sana bir daha geri dönemicem.Demiştim kendi kendime.Hayatına bir daha birini alırsa benim için biticek biliyorum o yüzden lütfen yapmasın demiştim.Ama sen yine yaptın.Tek bir kelimenle seni her şeyden çok sevicek bir kızı kazanabilirdin.Yapmadın.Ben seni,sende beni sonsuza kadar kaybettin.Gerçi sen beni,bende seni hiç kazanamadık.Kazanılmayan şey sonradan kaybedilir mi onu da bilmiyorum.En çok herkese karşı savunduğum insanın herkesin söylediği gibi biri çıkması canımı acıtıyor.Şuan başkasını sevmene ya da hayatında birinin olmasına üzülmüyorum.Ben seni affedemicek olmama üzülüyorum.İçimde bir yerde hep bize yazık etti dicek olmama üzülüyorum.Ama bunların yanında şöyle bir şey de var.Birgün seni hatırladığımda aklıma güzel bir anı,güzel bir heyecan ve sevgi olarak geliceksin.Her şeye rağmen hala iyi ki karşıma çıktın.Ben seni çok sevmiştim...

]]>
Sat, 26 Nov 2022 15:30:20 +0300 nimbusrain
ÖĞRETMENLER GÜNÜNDEN ARTA KALANLAR https://edebiyatblog.com/ogretmenler-gununden-arta-kalanlar https://edebiyatblog.com/ogretmenler-gununden-arta-kalanlar Dijital çağın getirisi kutlamaları da dönüştürdü. Yıllar sonra yeni nesle bugünün insanı şöyle aktaracak “Ne günlerdi, mesaj yağmuruna tutulurduk. Her sosyal medya sayfam günün hikayeleriyle dolardı. Unutsan bile farkına varırdın özel günün”

Özel günler ne içindir? Farkındalık yaratmak için…. Bir şeyin özel günü varsa üzerine düşünülecek çok şey var demektir. Bugün 24 Kasım: Öğretmenleri düşüneceğiz öyleyse.

Eğitim her ortama yayıldı. Öğretmene ihtiyaç var mı diye konuşulmaya başlandı. Pandemi sürecinde çocuklar dijital öğretmenlere alıştılar. Mesleklerde dönüşüm olacaksa öğretmenlik mesleği de bundan nasibini alacak. Evet okul denen binalara binlerce yavruyu toplayıp, bir bilgi aktarımı tarzında öğretime öğretmene mecbur etmenin modası geçti sanıyorum. Çocuk haklı olarak sabah istediğim saatte kalkayım, bir şey öğrenmem gerekiyorsa kendime uygun saatte  sanal alemimi açar öğrenirim diye düşünüyor. Bu zihniyetteki çocuğa klasik eğitim sisteminin dayatmaları da türlü türlü sorunlarla karşılaşılmasına yol açıyor.

Eğitim hep sorunluydu. Zira öğrenci merkezli eğitimin öğretmen yok sayarak yapılan iyileştirmeleri asla kimseyi iyi bir noktaya ulaştırmadı. Öğretmen öğrencinin ihtiyacını ortak mekan ve zamanlar paylaşarak gören, tespit eden kişidir. Kendi kendine öğrenen bireyin gelişip gelişmediği mutlaka ölçülerek anlaşılır. Bu dijital alemin sunduğu sınav olanaklarıyla henüz başarılamıyor. Çoktan seçmeli maddelerden oluşan test sınavları yaratıcığı ölçemiyor. Bilgi ölçüyor.  Mesala yaratıcı yazarlık, resim, karikatür çizmek, oyunculuk, sinemacılık gibi yetenek, beceri ve ustalıkları birebir değerlendiremezseniz sadece yazılı sınavla ölçemezsiniz. İşin tuhafı her meslekte yaratıcılık bulunduran bir adım öne çıkıyor. Bilgisi tam olan, ya da eğitim kurumlarını birincilikle bitirenlerin çok başarılı olduğunu göremiyoruz. Parlayan, tanınan, kendisini ve çevresini hızla kalkındıran kişiler ortalama eğitim başarılarına sahip kişiler genellikle. Bilerek örneklendirmiyorum. Zira istisnalara takılıp herkes için geçerli olduğu kanısı uyandırıyor, iyi bir rehber olmuyor. EİNSTEİN okulda başarısızmış. Ama bugün dahi bilim adamı olarak biliniyor örneğinde olduğu gibi. Bütün başarısızlar kendini bu kategoriye koyup, hiçbir şey yapmadan başarının kendisini bulmasını bekliyor.

Öğretmen çocuğun keşfedicisi, rehberi olan kişidir. Fert bazında değil bu işi sınıf bazında icra eder. Ama farklılıkları farkederek, rehberliğini çeşitlendirerek. Öğrenci yol arayandır. Öğrenmenin yolunu arar. Zira öğrenmeler bir hayat boyu devam eder. Öğrenmenin kendisi için nasıl gerçekleştiğini bulan, her türlü yoluna başarılarını da sürükleyerek devam eder. Öğretmenliğini ilk çağlardan beri olması gerektiği gibi yapan vardır ki öğretmene büyük değer atfedilmiştir. Bugün de öğrencilerine deniz feneri olan nice öğretmenler var. Sistem niteliklilik konusunda seçicilik yapamasa da, insan ruhu bunu en iyi şekilde yapar. Kendisinde iz bırakan öğretmeni daima hatırlar. İyi veya kötü.

Öğretmen değerlidir: Çünkü insanı sever, işi insandır, malzemesi de insan.

Öğretmen toplumu inşa edendir: Toplumu ileriye götürecek hangi unsur varsa onun beşeri kaynağını öğretmen var edecektir.

Öğretmen milletin zamkıdır: Millet ailelerden, aileler fertlerden oluşur. Bir öğretmenin bir öğrencisi varsa ailesi ile birlikte süreci götürür. Zaman zaman ebeveynleri çocuğa, zaman zaman da çocuğu ebeveynlere yaklaştırır. Aileler arası etkileşim de bunun bir parçasıdır.

Öğretmen gelecektir: Öğrenci öğretmeninden etkilenir örnek alır. Giyim tarzı, yazı tarzı, konuşma tarzı vb. Anne ve babasından sonra tanıdığı bu varlığı daha öne geçirir. Öğretmenin istediği olacaktır, dayatır evde. Öğrencinin fıtratına, gelecek hayallerine uygun kişilerle buluşturur, bir anlamda tanıştırır. Hayat öykülerini okuduğunuzda değil, etkili bir ağızdan dinlediğinizde repertuvarınıza alırsınız.

Öğretmenin kıymeti bütün bu çerçevede değerlendirilip bilindiğinde öğrenciden, topluma olumlu bir enerji akışı sağlanacak ve güzel bir dünya yaratılması ile somutlaşacaktır.

]]>
Thu, 24 Nov 2022 18:33:30 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
HAYATA YÖN VEREN ÖĞRETMENLER https://edebiyatblog.com/hayata-yon-veren-ogretmenler https://edebiyatblog.com/hayata-yon-veren-ogretmenler

]]>
Wed, 23 Nov 2022 20:00:04 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Tabandan Tavana https://edebiyatblog.com/tabandan-tavana https://edebiyatblog.com/tabandan-tavana Sat, 19 Nov 2022 13:05:00 +0300 Kübra Çiftçi Ateşe Uçan Kelebek https://edebiyatblog.com/atese-ucan-kelebek https://edebiyatblog.com/atese-ucan-kelebek                                                                                                                                                    02.11.2022

Seni her gün birilerine karşı savunmaktan o kadar yoruldum ki.Biliyorum ben sen kötü değilsin.Kalbin kırık senin.Hissediyorum.Anlamıyor kimse.Anlatamıyorum.Gözlerinin içini gördüğümde kırılmış,gülmeyi,değer görmeyi unutmuş,görüyorum ben.Umarım gördüklerim ve hissettiklerim beni yanıltmıyordur.Her gün birileri hakkında bana yanlış olduğunla ilgili konuşuyor.Yanlış olan sen değilsin bence.Belki hayatına aldığın insanlar.Belki de yaşadıkların.Emin değilim.Ben seninle her şeyi düzeltmek istiyorum.Bana düşündüklerimin doğru olduğunu kanıtla istiyorum."Herkesten duyuyorum hakkında ne kadar ağır şeyler ama sen duyma."

Bu sefer başkarını dinlemicem,umursamıcam.Hata da olsa doğru da olsa denicem,yaşıcam ve sonuçlarını kendim görücem.Biliyor musun?Ben bu kadar cesaretli konuşamazdım hiç.Hep üzülmekten korkup kaçardım.Sen bana haberin olmadan cesaretli olmayı da öğrettin sanırım.Sen benim karşıma tesadüfen çıktın.Hayat gerçekten tesadüflerle güzelmiş.Sen hiçbir zaman birileri arasından seçenek olmadın.hep tektin.Benim şuan bunları kabullenmem çok korkutucu.Bu düşünceler ve sen ateş gibi.Bende ışığı görüp sıcaklığı tahmin etmeden ateşe doğru uçan kelebek gibiyim.Sıcaklığı hissedip kaçmak istediğim zaman her şey için çok geç olucak belki.Ama sonuçta kelebeğin ömrü çok kısa zaten.Ateşe gitse de gitmese de az bir ömrü var.En azından istediğini yapsın,yaşasın.Kanatları yansa da canı acısa da kısacık zamanında istediğine ulaşsın,onu görsün,hissetsin.

]]>
Thu, 17 Nov 2022 19:37:58 +0300 nimbusrain
Her Bitiş Bir Başlangıcın Habercisi Midir? https://edebiyatblog.com/her-bitis-bir-baslangicin-habercisi-midir https://edebiyatblog.com/her-bitis-bir-baslangicin-habercisi-midir                                                                                                                                              30.10.2022

Niye kafamdan çıkmıyorsun bilmiyorum.Senden nefret etmem gerekirken seni hala çok seviyorum.Yani sanırım.Sürekli görmek istiyorum,görmek istememem gerekirken.Keşke en başında çok mutlu olsaydık seninle.O merdivende çöküp kaldığımda yaşadığım heyecanı sana sarılırken yaşasaydım.Keşke birbirimizi çok sevseydik.Üzüldüğünde yanında olsaydım hep.Bankta otururken,bahçede dolaşırken hep suratın ifadesiz.Donuksun.Keşke seni güldürebilseydim.Keşke hiç başkasının omzuna yattığını görmemiş olsaydım.Beni sevmemen canımı acıtmazdı.Ama başkasını sevmen çok canımı acıttı.Yanında birini gördüğüm ilk zamanlar çok kötüydüm.Zorla bile gülemezdim.Bu sene başkasının elini tutup yanımdan geçtiğinde bunla dalga geçtim ve güldüm.Ama o gülmelerim ağlamamdan daha çok canımı acıttı.Başkasını sevdim mi,sevmeye çalışıp kendimi buna mı inandırdım bilmiyorum.Ama sen farklıydın.Seni ilk kez görüşüm,kim olduğunu bulmam,sana yazmam,sana olan bakışlarım,heyecanım,mutluluğum...Hepsi çok farklıydı.Ben senin için çabalamak istemiştim.Hep sana bakıyım,hep yanımda ol istemiştim.Seni üzen ne varsa buna engel olabiliyim istemiştim.Ama sen bunların hepsine engel oldun.Belki sevilmeyi hak etmiyorsun.Ama ben seni herkesten,her şeyden çok sevmek istemiştim.Bunların hepsi çok can acıtıcı belki ama bunlardan daha fazla acıtan şey yine gelsen yine seni sevmem,sevecek olmam,yaptıklarının gram umrumda olmaması ve çabalamaya hazır olmam.                       

]]>
Thu, 17 Nov 2022 19:13:25 +0300 nimbusrain
ÖDÜLLÜ YAZAR VE ŞAİR BETÜL FIRAT BAŞARIDAN BAŞARIYA KOŞUYOR https://edebiyatblog.com/odullu-yazar-ve-sair-betul-firat-basaridan-basariya-kosuyor https://edebiyatblog.com/odullu-yazar-ve-sair-betul-firat-basaridan-basariya-kosuyor ÖDÜLLÜ YAZAR VE ŞAİR BETÜL FIRAT BAŞARIDAN BAŞARIYA KOŞUYOR

Yazar ve Şair Betül FIRAT, By Medya Protokol tarafından 5 Kasım 2022 de düzenlenen 3. Gümüş Kariyer Ödüllerinde Yılın En Başarılı Fark Yaratan Yazarı Ödülünü alan Başarılı Yazar Betül Fırat, yine 8 Kasım 2022 de görkemli bir törenle gerçekleşen Kristal Çam Ödüllerinde de Yılın En Başarılı Yazarı Ödülüne ünlü ve başarılı isimlerle birlikte layık görüldü.

Başarılı Yazar Fırat; “Son dönemdeki beni mutlu eden başarım aldığım ödüller olmakta. By Medya Protokol Dergisine ve Kristal Çam Ödülleri Yönetim Kuruluna çok teşekkür ederim bu ödülleri layık gördükleri için. Hem duygulandım hem de onur duydum. Bundan sonraki çalışmalarımı daha şevkle ve keyifle yapabileceğimi söylemek isterim. Bu şekilde ödüller genelde daha fazla teşvik ediyor beni; özellikle de yeni eserler üretebilmem için. Yeni eserler üzerindeki çalışmalarıma titizlikle devam etmekteyim. ” dedi. 

 

ONUN BÜYÜLÜ KALEMİ OKUYAN HERKESE İYİ GELDİ

Etkili kalemiyle sosyal medyada da büyük etki yaratan ve Paradoks Okur Yazar olarak bilinen Betül Fırat, 4 eser sahibi, besteli şiirleri olan,  Edebiyat Sanat Meltemi Genel Yayın Yönetmeni ve Aksed Yönetim Kurulu Üyesi olarak kariyerindeki başarısını sürdürmeye devam ediyor.

 

BETÜL FIRAT ETKİSİ SOSYAL MEDYADA DA DEVAM EDİYOR

Ödüllü yazar Betül Fırat’ın başarı basamaklarını hızla çıkmaya devam ettiği kariyerindeki gelişmelerden haberdar olmak istiyorsanız onu sosyal medyadan takip edebilir, kitaplarını kitap satan her yerde bulabilirsiniz.

 

Betül Fırat kimdir?

1984 yılında Amasya’da doğdu. Liseyi Diyarbakır İlinde

Diyarbakır Anadolu Öğretmen Lisesi’nde tamamladı. 2010 yılında lisansını Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde, 2018 yılında da Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2012 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde görevine halen Ankara’da devam etmektedir. Türkiye Engelli Bayan Halter 2009 (Benç Press)

Şampiyonası’na katılarak ikinciliği yakalamıştır. Şu ana kadar 4 eser çıkarmıştır. 3 Antoloji kitabında yer almaktadır. Çeşitli web gazetelerinde köşe yazarlığına ve dergi yazarlığına devam etmektedir. Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şubesi Üyesi, Ankara Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Yazşader Üyesidir. Edebiyat Sanat Meltemi Platformunun Genel Yayın Yönetmenliğini yapmaktadır.

 

Eserler:

Mavinin Fecri (Deneme Kitabı, 2020),

Mihrinin Hicranı (Şiir Kitabı, 2021)

Kimine sevdadır, kimine cezadır. (Bestelenen Şiiri, 2021)

Heybemden Dökülen Öyküler (Öykü Kitabı, 2022)

Siyah Şapkalı Adam (Polisiye Roman, 2022)

Sisli Gece Öykü, Yürekten Kaleme Dökülen Öyküler, Yürekten

Kaleme Dökülen Şiirler (Katıldığı Antolojiler, 2022)

Ödül;

2022 Altın Kalemler Mansiyon Ödülü (Şanlı Bayrağım)

Yılın En Başarılı Fark Yaratan Yazar Ödülü, 3. Kariyer Gümüş

Ödülleri, 2022 By Medya Protokol

Yılın En Başarılı Yazarı Ödülü, Kristal Çam Ödülleri, 2022

Kristal Çam Ödülleri Yönetim Gurubu

Jüri Başkanlığı;

2022 Ferhat ve Şirin Öykü Yarışması Jüri Başkanlığı

]]>
Thu, 17 Nov 2022 10:54:02 +0300 Betül FIRAT
Bazı Bazılar https://edebiyatblog.com/hansahanım-3880 https://edebiyatblog.com/hansahanım-3880 Bazı yaralarımız var kabuk bağlamayan

bazı eksiklerimiz kalbimizde uçan kuşlardan

Ne sarabiliyoruz yaralarımızı, ne kanatlandırabiliyoruz gönlümüzün kuşlarını

Ama kimsesiz değiliz yine, biz saramasak da

yaralarımıza yara bandı saran çiçek yüreklerimiz var...

                                                                                            "Hansa"

                                                                                                                                                                   

]]>
Tue, 15 Nov 2022 21:34:33 +0300 Kübra Nur
Efdal https://edebiyatblog.com/efdal https://edebiyatblog.com/efdal (Efdal: kelime anlamı üstün, erdemli , çok faziletli anlamlarına gelmektedir.)

Zaman göreceli bir kavram. Tıpkı bu dünya ile öbür dünyadaki zaman kavramlarının farklı olması gibi. Onu geçtim günlük hayatımızda bile aynı dünya üzerinde farklı zamanlar.  Veyahut aynı evren üzerinde... Uzaydaki 1 saatin dünyada 7 yıla tekabül etmesi misali. Zaman kişinin gönlünden akanla ilişkilidir. Efdal sahibi bir insan ile 2 gün bile yıllar gelir sana, onu hep tanırcasına hemencecik geçiverir. Tam zıttı ise saliseleri geçirmek için uzuv patlatırsın.

Ruhu bedene ağırlık ettirmeden yaşanılmalı. "Ruh bedende pür heves olmalı." Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Lakin bir nur misalidir o beyaz ışığı binlerce renklerden oluşur. Zamanı zaman yapanda ruhumuzun bu renkleridir. Bu efdalli yüreğimiz bunca renklere rağmen darsa yaradanla bir iletişim kopukluğu olduğundandır.  Mevlânâ'nın az ve öz bir hikayesi ile konumuzu özlendirmek gerekirse; 

Mevlânâ Celâleddin Muhammed Rûmî Hazretleri, arkadaşlarından birini üzüntülü gördü ve şöyle dedi: 

- bütün gönül darlığı, bu âleme gönül bağlamaktan gelir, kendini yok bilirsen, her renge bakarsın, her lezzeti tadarsın, bilesin ki bunların hiç birisi ile kalmazsın! şunları bilesin ki bunları gördükten sonra, öyle bir yere gideceksin ki, orada hiç gönül darlığı çekmeyeceksin. 

Dervişin; 

- bütün âlemi dolaştım, ne rahatlık buldum, ne de rahatlık bulan birini gördüm sözünü dinleyen dar'ın: 

"- neden kendinden el çekmedin, hem kendin rahat olurdun, hem de herkesi rahat bulurdun." sözü çok derin mânâ taşır. (sâdık dânâ, altınoluk sohbetleri shf 172 – 185) 

Ruhumuzun renkleri kadarız biz. Dıştaki renkler sadece bizden yansımadan ibaret.

Bir gün daha devrildi bu efdalli yatağına hayasızca.  Zamana yenilip beyaza bürününce cümleler gibi günlerde devrik oluyor...

]]>
Mon, 14 Nov 2022 13:15:40 +0300 Elif Can
Önceliğiniz Kendiniz https://edebiyatblog.com/onceliginiz-kendiniz https://edebiyatblog.com/onceliginiz-kendiniz Değmeyecek insanlara her daim fazla anlam yükledi herkes. Değmeyeceğini ise daha sonralardan anladılar, değecek olmuş olsaydı eğer; sizi kırmaya, üzmeye korkarlardı eğer kırdıysa da kırıkları toplayıp tekrardan yapıştırırdı. Yapmadılar arkadaşlar çünkü; gideceklerini onlar da biliyorlardı. Kalacakları olsaydı, başından sahip çıkarlar ve gitmezlerdi. Şimdi siz üzülüyorsunuz da boşa. Giden gelmez, kalan hep değişir, aklı başına gelir. Gitmek sevmeyenlerin işi... Şimdi diyeceksiniz ki; ya gitmesi gerekiyorsa? Ben hep şuna inandım, kimse gitmek için bahane üretmez. Tam tersine insanlar kalmak için güzel sevmeleri yeterli, bir insan seviyorsa bunu seni seviyorum demeden karşı tarafa hissettirmeli. Sizi sevmeyenle seven arasında dağlar kadar fark vardır bunu anlayamıyorsanız sorun karşı tarafta değil sizdedir. Ya da takıntı haline getirmişsinizdir en berbatı da budur. Bir şeyleri ona bağlarsınız, onsuz yapamam dersiniz... Ve dahası herkese bugüne kadar dedim ve demeye devam edeceğim, arkadaşlar ilk sırada siz olmalısınız, birilerini takıntı haline getirmeyin, sevin sevilin de ama birilerinsiz yapamayacağınızı dile getirmeyin. Siz onsuz da yaşıyordunuz,  sizin şahsi bir hayatınız var kimseyi bu kadar da umursamamak lazım. Birileri gidiyorsa gitsin hatta o kapıyı siz açın sonra arkanızdan ben ona yol verdim gibisinden derler. Kimse sizin gözünüzün yaşına bakmaz, siz ilk başta kendinize acımalısınız elin oğlu veya kızı size acımaz. Bu hayata bir kez geldiniz, doya doya yaşamadan ölmeyin! Birilerini kafanıza takmak için bu hayat çok kısa mesela bugün ne yaptınız kendiniz için? Bu soruyu sorun başta kendinize tabut iki kişilik değildir, kimse sizin günahlarınızı veyahut sevaplarınızın bedelini iyi veya kötü ödemeyecek önceliğiniz kendiniz olması dileğiyle...

]]>
Sun, 13 Nov 2022 18:59:59 +0300 Medine Herzem
Hasret https://edebiyatblog.com/hasret-3858 https://edebiyatblog.com/hasret-3858 Hasret 

]]>
Sun, 13 Nov 2022 10:05:18 +0300 Ayşe Atlı
BİR KENDİME BIRAKTIM KENDİMİ https://edebiyatblog.com/bir-kendime-biraktim-kendimi https://edebiyatblog.com/bir-kendime-biraktim-kendimi

]]>
Sat, 12 Nov 2022 20:52:58 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Dünya Sizin Etrafınızda Dönüyor https://edebiyatblog.com/dunya-sizin-etrafinizda-donuyor https://edebiyatblog.com/dunya-sizin-etrafinizda-donuyor     Hani ekmeklerin elli kuruş olduğu zamanlar vardı ya beş kuruşa da buz verirdi hani, on kuruşa da muzlu bir kek aldığımız o zamanların birinde dünyanın sadece benim etrafımda döndüğünü zannederdim. Sanki herşey benim için var olmuş, bu insanların var oluş nedeni bile benim yüzümden sırf ben varım diye var bu insanlar. Bu düzen, bu ev benim için var ve ben olmasaydım onlar da olmaz..sanırdım. Evet, ciddi ciddi bunu düşünürdüm. Ama büyüdükçe iki şey fark ettim biri, bu insanlar benim yüzümden varlar. Çünkü çevremizdeki insanların yerlerini biz belirleriz ki doğrusu da budur. Arkadaş olduğumuz insanın belli bir yeri ve sınırı olmalı, aile dediğiniz kişilerin belli bir yeri olduğu gibi. Siz onları nereye koymak isterseniz onlar o yerdedir aksi olursa eğer bilin ki siz, kendi çevresinde hapsolmuş birey haline gelmişsiniz.

   Bir diğer fark ettiğim şey ise, bu dünya benim etrafımda döndüğüdür. Evet, benim etrafımda dönüyor. Neden dönmesin? Dünya bir tane ve bende, kendim için bir taneyim. Eğer dünya yaşamına doğru şekilde bakarsanız eğer dünyanın gerçekten sizin etrafınızda döndüğünü fark ederseniz. Önemli olan sadece yaşamaya değer bulmaktır. Siz "dünya boştur" demeye devam ederseniz. Tren rayından çıkar. Dünyayı döndüren de ve o dönen dünyada yaşayan da sizsiniz. Varlığınız dünyayı, dünya varlığınız için var. Bunun kıymetini bilin. Dünyaya bağlı olun demiyorum, dünyaya düşman olmayın diyorum. 

]]>
Fri, 11 Nov 2022 13:00:56 +0300 YağmurunKızı8
10 Kasım günü saat 09:05 geçe https://edebiyatblog.com/10-kasim-gunu-saat-0905-gece https://edebiyatblog.com/10-kasim-gunu-saat-0905-gece 10 Kasım günleri saat 09.05'te çalan siren sesleriyle birlikte Türkiye genelinde 2 dakika süreyle Atatürk anısına saygı duruşuna geçilmektedir.

Ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi binası önündeki bayraklar hariç, Türkiye'deki tüm resmi binalarda ve ülkenin dış temsilciliklerde bayraklar, yas göstergesi olarak yarıya indirilir.

Anıtkabir'de bulunan bayraklar diğer günlerde hiçbir sebeple yarıya indirilmez.

Bayrağın sürekli çekili bulunmadığı yerlerde, bayrak önce göndere çekilir; daha sonra da yarıya indirilir.

Ruhuna el-Fatiha 

]]>
Thu, 10 Nov 2022 13:51:55 +0300 Rüya gibi
10 KASIM YASIMIZ https://edebiyatblog.com/10-kasim-yasimiz-3826 https://edebiyatblog.com/10-kasim-yasimiz-3826

]]>
Wed, 09 Nov 2022 22:36:16 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Âmiyane https://edebiyatblog.com/amiyane https://edebiyatblog.com/amiyane (Amiyane: sözlük anlamı olarak basit, sıradan, bayağı ve alelade gibi anlamlara gelmektedir) 

Koşuşturmaların yanı sıra bir susuş bile âmiyâne bu günlerde.  Dört kısa günün sonu kadar hepsi. Detaylı incelesen akıştaki bütün arabalar farklı ama ve lakin genel bir bakış ile akış hergün aynı. Hayat misali... Uzun uzadıya söz dizilimlerinden kaçarcasına hepsi. Bir karınca ile rastlaştık yolda, halitavrı çok telaşlı dünyanın bütün erzağını çekmişte yetinememişçesine, ziyan olmaktan kurtarıyor onları âmiyânece.

Zihnimin soru işaretlerinide alıp götürseler keşke kışlık niyetine. Yada bir piyano üzerinde gezinseler şenlendirseler bu şehri naçizane müzikleriyle. Belkide minik bir karinca bile yetebilir herşeye. Belkide...

İhtiyacımız olan incelemek uzun uzun.

İnce-elemek aslı. Âmiyâne bir incelik bile kabul şartlara. Basiti zoru olmaz sonuçta ince-elemenin. Bir karıncanın çıkarabileceği bir kasırgada mümkün. Aslızatı böyle bunun. Tartışmasız anlaşmasız ince bir incelik. Bilendikçe insan hepten incelir. Hayat çok uzak sanır derinlere saklanır. Gün ortası sabah seheri yaşatır. Yatak döşek yatırır çağmızın bu hastalığı. Har gür tahamülsüzlükler bu yüzyıla yüz tutmaya layık değil. Gün geçtikçe kopmamalı, gün geçtikçe bağlanmalı kardeşlik. Sazlıklardaki ördekler misali şenlenmeli heryer... 

Sineye çek kendini, sor soruştur alıp götürmeden karıncalar soru işaretlerini tamamla sorularını...

]]>
Mon, 07 Nov 2022 19:32:49 +0300 Elif Can
KAZ OLMAK https://edebiyatblog.com/kaz-olmak https://edebiyatblog.com/kaz-olmak                Birisine aslan, kaplan, kartal, şahin, doğan deriz de “kaz” dediğimizde iltifat etmiş olmayız. Neden? Bu farklı yaklaşım bizim ikiyüzlülüğümüz değil mi? Ne biliyoruz hayvanlar âlemini? Türler kendilerini veya diğer türleri nasıl algılarlar?

             TDK Sözlüğünde “kaz” maddesine baktım: “Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabani veya evcil kuş” ve “budala” deniyor. "Kaz kafalı” deyimine de baktım, “anlayışsız, kavrayışsız,kafasız(kimse)” deniyor. "Kazın ayağı öyle değil" deyimi de bakılmaya değer : Bu deyim aslında "Kaziye-i anha öyle değil" imiş. Arapça kökenli "Kaziye" (hüküm, kesin yargı) ve "Anha" (o, onun) sözcüklerinden oluşan bu deyim dilimizde ses değişime uğramıştır. "Onun yargısı öyle değil" anlamındadır. Önceki bütün anlamlar bence bu açıklamaya bağlı. Kaziye kelimesi ile tanışmayan cüheyla kimselerin, “kaz” ile yakınlığı tercih etmelerinden zavallı kazlara kıymışız.

              Yaban kazları,  yuvalarını  sarp kayalıklı,  dik yamaçların en ulaşılamayacak yerine yuva kurup, anneli babalı yumurtalardan yavru  çıkana kadar bekliyorlar. Daracık alanda yerden gelecek tehlikeler bertaraf edilmiş oluyor, ama havadan gelen avcılar da var. Hepsinden önemlisi acıkan yavrulara tedarik edecek yakın bir yerde yiyecek yok. Oradan iki gün içinde ayrılmaları gerek. Önce baba örnek uçuşunu cesaret veren bağırışlarıyla yapıyor. Sonra anne kendini boşluğa bırakıyor, yavrularının izleyeceğine güvenerek.

              Beş yavrunun travmalı Hayat başlamak üzere. Ya atlamayıp açlıktan ölecek, ya da henüz gelişmemiş kanatlarına ve şansına güvenecek. İlk yavru kendini bırakıyor boşluğa, düşüş hızını azaltmak için yok hükmündeki kanatlarını açıyor. Bir çıkıntıya çarpıyor, göğsü ile çarptığı için şanslı. Yerle olacak kaçınılmaz çarpışma şiddeti azalmış oldu. İkinci yavru da kendini bırakıyor, kayalıklara yakın düştüğü için yuvarlanarak, çarpa çarpa aşağıya iniyor. Üçüncü yavru ters dururken kayarak boşluğa düştü, pozisyonu hiç düzelmediği için yere kafasını çarparak ulaştı. Dördüncü yavru yamacın ters tarafına fırladı, arka tarafta bir yere düştü. Beşinci erken yüzeye kavuştu ama yuvarlanmasını durduramadı. Anne baba kaz farkettiler, yanına ulaşıp önünde durarak yavruya yardım ettiler. Sonra buluşma çağrısı başladı. Sağlam olan ve sesi duyan yavrular, kısa bir süre sonra aileyle buluştu. Üç yavru başardı. İki yavruyu beklemek tehlikeli olacağı için, yerde yeni yaşam alanlarına yolculuk başladı.

              Şimdi bu doğa harikası hayvan “kaz kafalı” diye bizce küçümseniyor, zavallı görülüyor. Doğar doğmaz, hayatta kalmak için kayalıklardan atladıkları için mi aptallar, ebeveynlerine bir süre daha bağımlı yaşamak zorunda olduklarına dair içgüdülerine güvendikleri için mi aptallar? Aptal olmak bize ait bir sınıflandırma. Doğasına göre bütün yaradılanları kucaklayamamak yetersizliği…

               Hakaretane hitaplarımıza dahil ettiğimiz diğer canlı türlerine yakıştırdıklarımızı bird aha düşünmeyi  sizlere bırakıyorum: kurnaz tilki, ödlek tavşan, nankör kedi, sinsi yılan, örümcek kafalı, deve kini, eşek şakası, öküz gibi bakmak, uğursuz baykuş, hain domuz, balık hafızalı…

]]>
Sun, 06 Nov 2022 15:02:41 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
LÂL https://edebiyatblog.com/lal-3801 https://edebiyatblog.com/lal-3801 LÂL

Gittiğim bir yol var, gittikçe bitmeyen bir yol. Engebeli, gittikçe yoran, tüketen. Son bir adım, son bir adım diye diye gittiğim, gittikçe omuzuma binen yükler, ağırlaşan bedenim ara sıra bedenimi taşıyamayan dizlerim, düştükçe yara olan. Pes ettikçe, hayır devam, dediğim bir yol. Zoru başaran, kolayı bir şekilde başarır diye kendimi teselli ettiğim bir yol. Tüm sevdiklerimden uzak, özlem dolu bir yol. Tamam yeter dediğim an da elimi tutan insan var bu yolda, pes etme başarırsın diyen, az kaldı sabır diyen. Yorulduğum da destek olan, düştüğümde elimden tutup kaldıran, dizlerimdeki yarayı öpüp, merhem olan.

Çıktığım bu yolun bu kadar zor olacağını bilseydim belki de adım atmazdım diye düşündüğüm ama çıktığıma pişman olmadığım bir yol. Ne kadar zor gelse de verdiğim sözler için dik durmaya çalıştığım bir yol.

Özlüyorum. Büyüdüğüm şehiri, deli dolu olup gezdiğim sokakları, oturup kalktığım mahalleleri, kaldığım, yuva bildiğim evleri, çaresiz kaldığım, sığındığım insanları. Evimi... Özlüyorum, ailemle olan anılarımı, geçirdiğim zamanları, onların yanında deli dolu kahkaha atmalarımı, çocuklaşmayı. Özlüyorum, kendim olduğum her anı, benliğimi, kendimi...

Yol zor geliyor ama dönüşüm yok. Nasıl bu yolu çıkarken hevesliysem o şekilde devam etmek istiyorum. Aslında hala hevesliyim ama yine de özlediğimden zor geliyor. Yine de pes etmekte yok, geri adım atmakta. Çıktığınız yol ne kadar zor olsa bile asla geri adım atmayın. O yolun sonu nasıl güzel olacak bir bilseniz. Pes etmeyin, yola devam. 

]]>
Fri, 04 Nov 2022 20:08:06 +0300 lâlzü
Sicak Yuvalar https://edebiyatblog.com/sicak-yuvalar https://edebiyatblog.com/sicak-yuvalar Her odanın sıcak olması aile içindeki bağları soğuk odaya çevirdi.

Sobalı evlerde yaşayanlar bilir tüm aile bir odada, sıcak odada birlikte oturuken sobanin sicakligi ile beraber, birlikte olmanın huzuru o haneleri birer sicak yuva haline cevirirdi. 

Şimdilerde ise her oda sıcak ama yuvalar buz gibi olmaya başladı. Aradaki sevgi bağları  ayristikca, uzaklaştıkça incelmeye hatta kopmaya başladı.

Peki sıcak odaları sıcak yuvalar haline nasıl dosturecegiz. Odanın sıcaklığından daha çok içleri ısıtacak sevgi, saygı, şükür duygularını canlandırarak adım atabiliriz, öncelikle anne ve babalar bu sevginin kaynağı olduklarını bilerek hareket etmeli  o ateşi her daim yakmaya devam etmeli ates sönünce evler sıcak olsade gönüller buz gibi oluyor...

Sımsıcak yuvalara...

]]>
Wed, 02 Nov 2022 06:56:44 +0300 Tuba KAYA
Yazının Hükmü https://edebiyatblog.com/yazinin-hukmu https://edebiyatblog.com/yazinin-hukmu     Yazı ne güçlü bir şey değil mi? İnsanın düşüncesine hükmediyor hayallerine şekil veriyor. Şimdi size beyaz karların üzerinize yağdığı bir yer yazıyorum. 

    " Karların tüm pislikleri örtercesine yağdığı bir gece vaktininde adımlarınızın sesleri bir ahengi oluşturduğu o an saçlarınızı örten bereyi çıkarıp atmak istiyorsunuz, yapıyorsunuz da. Kollarınıza iki yana açıp gülerek etrafınızda döndüğünüz o an birşey fark ediyorsunuz. Yalnız değilsiniz.! Sizinle birlikte bir çok insanın aynı şeyi yaptığını görüyor ve hayran kalıyorsunuz bu manzaraya sonra ansızın bir şarkı ve hep bir ağızdan söylenen o şarkı... Ve o şarkıyı bölen bir ateş, karların ateşi söndüremediği bir alev, alevlerin yaktığı o insanlar, yakılan evlerin içinde yanan insanlar, yanan insanların içinde ki çığlıklar, çığlıkların buz kestiği acı, acının haykırdığı çaresizlik!... Ve çaresizliği bölen bir ses, bulutlardan gelen ince ince çiseleyen bir ses. Sesin huzur dolu kokusu ve kokunun yaptığı uyandırıcı his. Rüya. Belki de yaşanmışlık içinde bir giz. Kim bilebilir ki bunu?"

   Şimdi soruyorum size ne düşünüyorsunuz? Ne hissettiniz okurken? Hayalleriniz al aşağı oldu mu?  

]]>
Wed, 02 Nov 2022 00:23:00 +0300 YağmurunKızı8
BAŞKA BİR DÜNYA https://edebiyatblog.com/baska-bir-dunya https://edebiyatblog.com/baska-bir-dunya Bazı insanlar vardır hayatınıza birden girer. Saklambaç oynar gibi aniden bulursunuz.

Nereden geldiğinin farkında bile olmadan karşınıza çıkar. Hayatınıza, size karışır. 

İşte tam o anda da başlar tüm güzellikler. İnadına korkuların üstüne gitmek istersiniz, her şey güzel olsun istersiniz ve elinizden gelen her şeyi yaparsınız. Yapın da hayatınızı güzelleştirin, bu sizin elinizde. Hayatınızı güzelleştirmek için bütün olanaklar var yeter ki görün, bilin, hissedin. Her şey sizinle başlar. Hayata kaldığınız yerden değil, daima yeniden kendinizden başlayın.

Ben kendimi onunla buldum, başka bir dünyanın da varolduğuna inandım. Siz de başka bir dünyanın varolduğuna inanın. Beklemeyin, birden denk geliyor.

Size bir şarkım var.

Sezen AKSU - Hoşgeldin 

]]>
Tue, 01 Nov 2022 17:43:17 +0300 lâlzü
Bergüzar https://edebiyatblog.com/berguzar https://edebiyatblog.com/berguzar Derbeder bir koşuşla geldim bu dünyanın kollarına. Camından çeşitli hikayeler görüyorum, bir telaşla koşuşturuyor herkes. Bütün bu telaş ekmek davası mı gerçekten. Sanki istilaya gidermişçesine öylesine bir koşuşturma. Şimdi eskilerden bergüzar o sessizlik. Bu devirde hikaye duymuyoruz hikaye görüyoruz sadece. Onu da çıkartabilirsen hikaye. Kendi başlı başına bir hikaye iken niyedir ki insanın bu arayışı. Çağımızın hastalığı bu; durup dinleyememek hiçbir şeyi. Üstü tozlanmış insanımızın, eski bir saman sarısı kağıdı dönmüş yüreği. Dokunsan onun ufak oluverecek. Bergüzar bir kağıt bile şikayetçi halinden "neden eskidim ben". Köreliyor ufkumuzun derinlikleri, testinin ucundan bakınca dibi karanlık gibi. Dünya gibi insanlık gibi... Bir çok şey benzer işte her şey birbirinin taklidi. İçi boş ve dibi karanlık... Kendi armonim de kayboluyorum fakat duyamıyorum dışarıdaki notaları. Bir bülbülün sesini, bir böceğin vızıltısını duyamıyorum. Ürküttük sanırım onları da bu gürültümüzle. Sözde ekmek davası işte... Nihayeti emek, çaba sarfiyat ürkütücü de olsa ortaya konulan bir yapıt. Ben yaptım değil ben yaptırdım demek korkunç olsa gerek. Düşüncelerimiz bile yaptırdım misali. Alın teri ve emek elle yürürmüş hep. Bunun gayesinde yorulmak da güzeldir korkunç olmadan koşuşturmakta...

]]>
Mon, 31 Oct 2022 12:54:07 +0300 Elif Can
Terennüm https://edebiyatblog.com/terennum https://edebiyatblog.com/terennum (Terennüm : kelime anlamı mırıldanır gibi alçak sesle şarkı söylemek) 

Bir terennüm bu yaşam dilimde söyleyip bitiremediğim. Doğadan feyz alıyor dilim. Diğer canlar hafiften fısıldıyorlar notaları kulağıma. Ah bir duysan sende o ukteleri.

Renklerin tanısı inmiş seslere, tevazu ile benimsemişler bu armoniyi. Yaşamın dorukları pek bi sesli bu zamanlarda. Bir kum saati misali sessizce akar gibi lakin fazlasıya ses getiriyor. İnceden inceden kıvrıla kıvrıla akıyor kendine tutkun bırakarak. Farkındalığımızın üzerini kapatıyor hüneriyle. Karşımda süzülüyor öylecesine akıyor... Geçip giden bir zaman olmuyor kendi başına. Bir çocukluk, bir gençlik, bir mutluluk, bir korku herşeyiyle koca bir yaşam alıp götürüyor bu hünerli akıntı o tatlı terennümü ile. Bu melodileri arka fona alarak geçip gidenleri tutmak lazım sıkı sıkı. Akılda ve yürekte en azından.  Saygı duyuyorum herşeyiyle bütün aleme, esefle taşımak yürekten olmaz. Yürüyüp tatmanın meşruluğu doğru kılınan. Yolda olup keşiflere katmalı alemi. Her bir köşeye iz bırakmalı. Koşsanda kaçamazsın  bazen yıldızın parlar hep gökten. Bundandır ki aceleye getirmeden anda yaşamalı bu armoniyi.  Herkesin gözünden herkesçe hissetmeli. Bir tek kişiye göre bir melodi yok çünkü arkadaki.

Dinlenilen ses duyabilen herkesin. Bu esameyi duymalı okumaktan ziyade. Dile kolaylı gelir diğer türlü. Seçim ve geçimlerle

doludur bu sürecimiz,  taş duvar örüp hor görmememenin altını çizmeliyiz...

]]>
Mon, 31 Oct 2022 12:52:11 +0300 Elif Can
Anlayamadığım Konular Var https://edebiyatblog.com/anlayamadigim-konular-var https://edebiyatblog.com/anlayamadigim-konular-var Anlayamadığım konular var. Mesela neden zamanında kolaylıkla yapabildiğimiz bazı şeyleri yapamaz hale geliriz? Büyümenin ağırlığından mı? Yoksa sadece üşengeçlikten mi? Dünyanın bütün yükünü tek başımıza sırtlanmış gibi hissederiz bazen. Neden? Yapamayacağımızdan fazla sorumluluk aldığımız için mi? Yoksa büyüdükçe beklentilerin çoğalmasından mı? Ya da hepsi. Kim bilir. Yapamadıkça, çözemedikçe bahaneler üretmeye başlarız. Bir süre sonra bu bahaneler de içinden çıkılmaz bir hal alır. Böyle yüksekten kopmuş bir kar tanesi gibi büyüdükçe büyür. Aşağı indiğinde kocaman bir kar yığınıdır. Kaçışlarda bu kar tanesi gibi büyüdükçe yığın haline gelir ve biz altında kalırız. Bu zamanlar en yalnız olduğumuz zamanlardır ve hep tek başımıza çıkmak zorunda kalırız. Yalnızlığın en can alıcı yanı da budur zaten. Anlamadığım daha birçok konu varda, nerden başlayacağımı bilmiyorum. Belki ileride onları paylaşırım kim bilir?

]]>
Sun, 30 Oct 2022 16:12:58 +0300 Selin Sabcıoğlu
CUMHURİYET https://edebiyatblog.com/cumhuriyet https://edebiyatblog.com/cumhuriyet

CUMHURİYET  

 Bugün  bağımsızlığın,hürriyetin  ve  ülkemizin  kurtuluşunun  tarihi  olan 29 EKİM  Cumhuriyet   Bayramı . 

 Tarih  yazan ,uğrunda  kanlarını  ve  canlarını  siper  eden  atalarımızın savaş  verdiği  ve  Ulu    Önder  Mustafa  Kemal  Atatürk ün bizlere  armağan  ettiği  CUMHURİYETİMİZİN  günü . Yazmak  çok    şey  ifade  etmez. O  günlerin  değerini  bilmek, o  günlerde  çekilen  çileleri  acıları hiç  unutmadan    yaşamak, anmak  ve  anlamak  gerekir … 

Cumhuriyetin  Onuncu   Yıl  Nutkunda  şu  sözler  ne  de  güzel  anlatıyor  bizleri :

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki başarıyı, Türk Ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimle yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı hiçbir zaman yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Ulusumuzu en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bize zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların gevşetici görüşüne göre değil, çağımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmektedir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Bunda da başarılı olacağımıza kuşkum yoktur. Çünkü Türk ulusunun karakteri yüksektir. Türk ulusu çalışkandır. Türk Ulusu zekidir. Çünkü Türk Ulusu, ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk Ulusunun yürütmekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet bilimdir.

Bu güzel sözlerin ışığında;Aziz şehitlerimizi ve ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ü saygı ile anarken,

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…

 

]]>
Fri, 28 Oct 2022 23:09:38 +0300 KUM SAATİ YAZARI
BİLMELİYİZ Kİ https://edebiyatblog.com/bilmeliyiz-ki https://edebiyatblog.com/bilmeliyiz-ki Hayatta bir tek zamandan tasarruf edemiyoruz.

Saklayıp bir köşeye biriktiremiyoruz. 

Ömrümüzün geri kalan kısmına ekleyemiyoruz. 

Yaşanmamış, pişmanlıkların yerine o boş zamanları koyamıyoruz. 

Hatalarla, doğrunlanmış yalanlarla kirlenmiş hatıraları o temiz anlarla değiştiremiyoruz. 

Üzüntünleri sevinçlerle, göz yaşlarını gülücüklerle dertleri devalarla, cefaları sefalarla  , ihanetleri masum aşklarla değiş tokuş edemiyoruz. 

]]>
Tue, 25 Oct 2022 16:00:11 +0300 sena sabcıoğlu
Bir kaç tatlı maniler https://edebiyatblog.com/bir-kac-tatli-maniler https://edebiyatblog.com/bir-kac-tatli-maniler Çeşmeye koydum testi

bu suları kim kesti

sular kesik değilmiş

meğer delikmiş testi

****************

Sigara İçer misin

İyi Kötü Seçer misin

Benden Güzeli Görsen

Benden Vazgeçer misin

********†**********

Fabrika arkasında

çekirdek kabukları

atma yarim ceketi

okurlar mektupları

**************

yılana bak yılana

yılan kaçmış ormana

anam beni verecek

kara kaşlı oğlana

]]>
Mon, 24 Oct 2022 14:28:57 +0300 Rüya gibi
Siyah Gökkuşağı https://edebiyatblog.com/hansahanım-3771 https://edebiyatblog.com/hansahanım-3771 Siyah Gökkuşağı 

      Sebepsiz bir hüznün pençesinde boğuşuyordu bugün siyah. Kendisi siyahtı ama içinde renkler vardı az da olsa. İçinde renk kırıntılarını, umutlarını barındırmaktan hiç vazgeçmedi. Ne kadar karanlığa boğulsa da, ne kadar dibine girmiş olsa da bu dipsiz kuyunun, gün ışığını, gökkuşağını görmekten, görmek istemekten hiç vazgeçmedi. Hiç görmediği zamanlar da oldu, tamamen karanlığa düştüğü, yolunu izini kaybettiği zamanlar. Ama görmeyi hayal etti bu sefer, düşlerinde, hayallerinde gördü o eşsiz renkleri. Umut olduğundan, renklerin de var olduğundan, buna inanmaktan hiç vazgeçmedi siyah.

     Karanlıklar lordu gibi hissediyordu kendini. Tüm karanlığı, siyahlığı içinde toplamış gibiydi. Siyahın bir renk değil gölge olduğunu da biliyordu elbet. Ona daha da uyuyordu bu sanki, bir renk kadar canlı, hissedilir olmadığını biliyordu çünkü. Bu yüzden siyahtı ya o, bir gölge gibi varlığı başkalarına muhtaç, varlığı bir hayalden ibaret. Ama siyah tüm renklere elverişlidir. Bunu biliyordu siyah. Bu yüzden hiç vazgeçmedi inandıklarından, hiç vazgeçmedi hissettiklerinden. Acıyı, ağrıyı, hüznü, hazanı en derinlere kadar hissediyordu. Ama mavinin derinliğini, beyazın dinginliğini, sarının eşsizliğini biliyordu farkındaydı hatta en derinlerinde hissediyordu. Bu yüzden zahirde görmese bile inancıyla görebiliyordu renkleri. Daha çok yolun başında ama siyah. O renkleri, inandığı, güvendiği renkleri en derinden çıkarması için zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu. Hasret olduğu renklerle vuslatının olacağını bekliyordu, sabrı bu anlamda takdire şayandı siyahın. O siyahtı, bir gölgeden ibaret olan. Ve inançlıydı, bir gün görebileceğine inanıyordu gökkuşağını. Siyahtı şimdilik simsiyah ama dönüşecek, gelişecek, büyüyecekti. Sırtına yük olanlardan kurtulacak, bir kuş gibi hafifleyecekti. Mavinin hakimi, sarının hayranı olacaktı. O siyahtı, simsiyah ama inanıyordu renklenecekti. Siyah bir gün rengarenk olacaktı buna inanıyordu. Renkleri görecek, tanıyacak ve onlardan olacaktı. Siyah sonunda bir gökkuşağı olacaktı...

                                                                                                                                                    "Hansa"

]]>
Sun, 23 Oct 2022 23:20:17 +0300 Kübra Nur
Hastalıklı ruhlar. https://edebiyatblog.com/hastalikli-ruhlar https://edebiyatblog.com/hastalikli-ruhlar Ben hastalığın yaşamında ders niteliğinde olduğunu düşünüyorum.

Hastalık başınıza geldiğinde yıkılıyoruz bütün ruh metabolizmanız harap oluyor.

Aslında güzel şeyleri nasıl kucaklıyorsak hastalığı da kucaklamamız gerekiyor. Nasıl mı? Neden mi?

Her güzel şeylerin zorlukları olduğu gibi hastalığında güzel yönleri var. Hayatı daha iyi yaşamak için ciddiye alıp ona göre yaşıyorsun.

Kendini daha iyi anlıyorsun fikirlerin düşüncelerin daha anlamlı oluyor.Ölümün olduğunu; ona göre yaşamanız gerektiğini anlıyorsunuz.

Bir çaba veriyorsun iyi olmak için hasta olmamak için. Mücadeleci olmayı daha iyi kavrıyoruz.

Bunun bilince olan insanlar daha çabuk hastalığı iyileşiyor.

Farkında olmak bilinçli olmak, hayatımıza çöp kusutusu gibi doldurduğunuz gereksiz duygu ve düşüncelerinizi temizliyorsunuz.

Rüya Gibi.

]]>
Fri, 21 Oct 2022 19:04:53 +0300 Rüya gibi
Harakete Geç https://edebiyatblog.com/harakete-gec https://edebiyatblog.com/harakete-gec         Oturmuşum bir banka önümde uçsuz bucaksız bir mavi, kulağımda ritmini bozmayan yağmur, ayaklarım toprağı öldüren bir asfaltın üzerinde. Gözlerim bakıyor sadece gördüğü birşey yok aslında hoş bu günlerde göremiyorum nedense. Gözleri âmâ olan insanlar gibiyim bakıyorum ama görmüyorum. Sanki gözlerimin önüne bir perde inmişte kapatmış orayı. Duyuyorum konuşulan herşeyi ama anlamıyorum. Sesleniyorlar bana biliyorum farkındayım bunun ama duymuyorum. Olan herşeyin ve olmayan herkesi biliyorum ama bilmiyormuş gibi davranıyorum. İstem dışı çalışan beynim ve istem dışı haraket eden onca uzvum var. Peki ne bekliyorum? Görmek için perdenin kalkmasını mı? Anlamak için önce dinlemem gerektiğini mi bilmiyorum? Peki ya bildiğim onca şeyi gerçekten bilmiyorsam?  Soruyorum sana, ne bekliyorsun?  Tokat mı? Peki, kalk ve aynanın karşısına geçerek o tokatı kendine at. Sonra kaldır o perdeyi görmeyi başar. Duy bütün konuşulanları ve anla. Önce dinle sonra dinlet kendini. Biliyorum dediklerini sil ve yeniden öğren. Korkaklığı bırak ve harakete geç. En fazla ne mi olur?  En fazla..ölürsün.  

]]>
Fri, 21 Oct 2022 00:17:44 +0300 YağmurunKızı8
Ölüm Döşeğindeki Ruhlar https://edebiyatblog.com/olum-dosegindeki-ruhlar https://edebiyatblog.com/olum-dosegindeki-ruhlar Bir romanımın girişinde yer alan bu deneme 2018 yılında yazılmış, 2021 yılında revize edilmiştir. Roman hâlâ yazım aşamasında olup henüz herhangi bir platformda yayımlanmamıştır ve aşağıdaki deneme romanın başkahramanının ağzından yazılmıştır. Deneme kurguyla ilgili bir spoiler içermemektedir.

***

Sonbahar, ölüm döşeğinde olan ruhları en iyi anlatan kelimeydi.

Bir arazinin ortasında duran, dallarındaki yeşil yapraklar rüzgârla beraber dans eden bir ağaçtım. Arazinin ortasında tek başımaydım ama neticede buradaydım, köklerim toprağın metrelerce altına uzanarak ait olduğu yere sıkıca tutunuyordu. Güneşli günleri gördüm; mavi gökyüzünü, cıvıldayarak kanat çırpan kuşları, çimenlerin arasında açan rengarenk çiçekleri de gördüm. Sonra bulutlar geldi, gri renkli devasa bulutlar; kuşlar göç etti, çiçekler soldu ve güneş beni terk etti. Bir zamanlar arazinin ortasında tek başına manzarayı seyreden bir ağaçtım, sonraysa o arazinin ortasında hayat mücadelesi veren ağaca dönüştüm.

Kapıya dayanan sonbaharın benden aldığı ilk şey dallarımı süsleyen yemyeşil yapraklar oldu. Hazana kurban verdiğim tüm yapraklarıma acıyla bakarken gök de benimle beraber ağlamaya başladı. Gökten düşen yağmur damlaları gövdemi döverken yağmurun kadim arkadaşı rüzgâr da ona katıldı ve sertçe eserek bütün dallarımı kırdı, beni köklerimden ayırıp yere devirdi. Kanayamadım, sadece eksik olan parçalarımın acısını dibine kadar hissettim. Bir zamanlar çok güzel bir ağaçken sonbaharın gelmesiyle beraber bir odun parçasına dönüştüm.

En kötüsüyse kışın gelmesiydi. Kar taneleri gökyüzünden düşmeye başladığında artık üşüdüğümü hissedemeyecek kadar cansızdım. Beyaz her yeri kaplarken ben baştan sona siyahtım, karanlığın içindeydim.  Kar yağdı, yağdı ve yağdı; yavaşça birikti, yükseldi ve tüm gövdemin üzerini kaplayarak beni içine aldı. Bir zamanlar yaşadığım yer mezarıma dönüştü, cesedim de bana can veren toprakla değil de karla kapatıldı.

İnsanlar geçti üzerimden, ayak izlerini önceden gövdemin şimdiyse cesedimin olduğu yerin üzerine bıraktılar ve öylece çekip gittiler. Hiç kimse burada bir mezar olduğunu bilmedi. Bu mezarın içinde bir beden yatmıyordu, bir ruh yatıyordu, benim ruhum. Bir beden öldüğünde bunu kabullenmesi gerekenler diğer insanlar oluyordu ama bir ruh öldüğünde onun ölümünden kimsenin o kadar haberi olmuyordu ki ortada kabullenecek bir şey de kalmıyordu. O ruhun içinde yaşadığı bedenin sahibi, ruh öldüğünde onun ölümünü bile fark edemeyecek kadar cansızlaşıyor ve hissizleşiyordu. Oysa ben ruhumun öldüğünü biliyordum, bunun farkındaydım ve bu taze yaraya basılan tuz kadar acıtıyordu.

İnsanlar bir beden öldüğünde ağlıyor, onu bir mezara gömüp ardından yas tutuyordu ama bir ruh öldüğünde öldüğü yerde çürümeye bırakılıyordu ve hiç kimsenin umurunda olmuyordu. Oysaki etrafta gezen, içinde ruh olmayan o kadar beden vardı ki bir ruhun varlığı ve yokluğu en az bir bedeninki kadar önemsenmeliydi fakat insanlar bunu fark etmiyor, fark etse de görmezden geliyor ve nefes almayı yaşamak sanmaya devam ediyordu.

Sonbahar, ölüm döşeğinde olan ruhları en iyi anlatan kelimeydi ve ruhu o döşekte can veren ben, artık sonbaharın ta kendisiydim. Bedenim o arazinin ortasında, ruhumun mezarının üstünde dikiliyordu; sonbahar çevremdeydi ve beni ondan ayırt etmek artık imkânsızdı.

]]>
Thu, 20 Oct 2022 16:05:47 +0300 eylemoykuozdemir
Pamuk Prenses https://edebiyatblog.com/On yıldır hayalini kurduğum mutluluğun rüyasını bir hastane odasında ayak üstü uyanıkken gördüm. https://edebiyatblog.com/On yıldır hayalini kurduğum mutluluğun rüyasını bir hastane odasında ayak üstü uyanıkken gördüm.          10yıldır hayalini kurduğum mutluluğun rüyasını 2günde ayak üstü uyanıkken gördüm.

Dünya ya doğduktan yarım saat kırk dakika sonra kucağıma verilen masum bir melek ağlıyor ben şaşkın ben ürkek ne yapacağını bilemez halde bir oturup bir kalkıyordum.Kocaman kollarım arasında küçücük bedeniyle kayboldu,ahhh Allah'ım kokladım mis gibi cennet kokusu dedikleri bumuymuş,çokta haklılarmış,çektim ciğerlerime doyasıya,doymayacağımı bile bile kokladım..

Zemzemini verdik babasıyla hurmasını sürdüm çok az korktum ağlayınca.Ağlamasın hiç bir bebek,hiç bir insan ama o kadar da güzel ağlanmaz ki kıpkırmızı küçük suratı,açılmamış şiş japon gözleri, o titreyen minik çenesi, ağlayınca kocaman açılan o ağzı,hele titreşen o küçük dili yokmu ahh Allah'ım bu yaşadığım gerçekmi? yok yok rüya daha önce gördüğüm uyanınca ruhumun sızladığı o rüyalardan birisi işte tek farkla şimdi uyumuyor aksine uyanık halde görüyordum bu güzel rüyayı..

Annesi gelene kadar ağladı,kucağımda kah tamam anne gelecek az kaldı dayan pamuğum dedim,kah ağla burası dünya istediğin kadar ağla,bir daha asla böyle özgürce ağlayamayacaksın,seni hep bir şeylerle susturacaklar ağlama diye,bak biz senin gibi özgürce ağlayamıyoruz dedim,ağlasakta iki yaşta diner hıçkırıklar içimize gömülür.Annesi geldi ama yaralı ama minik pamuk prenses aç susmuyor beni mest eden ağlayışını sürdürüyor,o ağladıkça bende ağlamak istedim burnumun direği sızladı yaşlar ha indi ha inecek derken ne oluyor kızım bak bu masum senin ellerinde sen ağlarsan o ne yapsın metanetli ol dedim kendime.Annesi ile buluşunca ahh işte annelik bu,benim yarım saatte dindiremediğim yavruyu annesi kokusuyla dindirdi.Rabbim hiçbir anneyi evladından, hiçbir evladıda annesinden ayırmasın????

Karnı doyan yavru uykuya daldı,daldı velakin bir haller oldu bana yerimde duramıyor uyandımı nefes alıyor mu ? diye kıpırdanıp tatlı bir telaşa kondu kuş yürekli kalbim.

Gaz denen bir illet varmış meğer bebekler için,iki yudum süt içip bin dayak yiyen bebek niye ağlamasın ki,o gaz çıkacakmış oyy kuzum omzunda büzüştü sırtına vuruşumda yavaşmış daha hızlı vurmam gerekiyormuş, işte bunu yaparken ağladım.Ne dünyasın be iki lokma süte dayak yedirtiyorsun insan yavrularına ,küçük belli bir sesten sonra rahatlayan gevşeyen bebek,iki pışpışlamayla uykuya daldı, koklaya koklaya koydum yerine...

Dururlar mı hiç neymiş topuk kanıymış omzumda attığı çığlığa sağır oldu kulaklarım bağırta bağırta aldılar bebeklerden ayy ufacık hepsi kırmızı et parçaları,neredeyim ben ya cennete mi düştüm önüm ardım sağım solum miss kokusu dolu,günlerce kapısında beklediğim o kapı bir kaç kat aşağıda burası o kapının bir level üstü, orası gibi sessiz değil,biri susuyor biri başlıyor,düşüncelerime bir girse o karanlık kör kuyuda kaybolacak yine benliğim ama etrafımdaki o tatlı telaş buna engel oluyor,iyiki de oluyor çünkü o kör kuyuda kaybolmak kolay ama çıkması öyle zorki,anlatması imkansız,

Neysee nerede kalmıştım ben, anne iyileşme derdinde,iğneler serumlar ağrılar,bebek nereye geldiğinden habersiz ağlıyor emiyor uyuyor, bense hayalimin içindeki rüyada tadını çıkardığım iki gün geçirdim..

Zamanın durduğunu hissettiğim koca iki gün..

Bir hastane odasında uyumadan ayakta gördüğüm ruyanın tadı ile minik pamuk prensesin burnuma dolan kokusu, kulağıma dolan ağlayışı ile buruk bir kalple uyanıp gözyaşlarıyla kurumuş çorak topraklarımı sulamaya devam edeceğim...

        Hoşgeldin pamuk prensess... hoşgeldin sefalar getirdin.

]]>
Wed, 19 Oct 2022 20:51:47 +0300 Kasım Çiçeği
İptidai https://edebiyatblog.com/iptidai https://edebiyatblog.com/iptidai Bazı konularda ilkel kalmalı insan. Gelişmek değişmeyi beraberinde getiriyor çünkü. Kontrol altına alınmayan kalabalık içinde yaşlı başlı ruhumuzla iptidai bir seviyeye iner gibiyiz. Gelişimin ilkelliğini bulaştırıyorlar üzerimize. Ya da ben bulaştırıyorum elime yüzüme. Sırça bir hayat bütün saydamlığıyla... Zorba, ürkek aklımı yoran. Girdabına alan onca satır kelime... İrdelemek gerek tek tek her bir anı. Her bir anda vardır her bir anı. O eski iptidai halime götüren beni; bir çocuğun el sallaması veyahut kulağıma hafiften fısıldayan sonbahar. Biraz kızgın gökyüzü çakıyor şimşekleri. Ben geldim diyor, ben geldim! Hazan vakti... Uzun uzun incelemeli bazen sıradan bir şeyi. Bakmakla görmek arasındaki mesafeyi keşfetmeli. Bâs değil bâsiyet önemli. Bakmak değil görmek! Pek bir titriyor uzaklardaki sokak lambaları, üşüyorlar belli ki dişleri keman çalıyor adeta. Bedenim çürük bir elmaydı, kurtlar şahitlerdi. Nefesim taze sonbaharın gelişi gibi. Boş odamda sakladığım ganimetim iptidai bir ben. Kapıyı çekmek fırtınavi, değişim kaçınılmaz ve ani. Feri soluk bu baharında, tiz sesiyle ele veriyor her şeyi. Uzak düşmüş sürükleniyor hallice. Her bir seste ufak bir parça,  dirhem dirhem anlatıyor safça. Bir dinlesen sen de şu evreni ne de iptidai ne de nakaratça. Neler neler söylüyor duysan hissetsen kendince... Bulgur simit vardır ya; onu yoğurursun köfte olur hayatta bulgur simit gibidir, yani şiir gibidir. Şiiri de yoğurursun güfte olur. Meçhul-i menfaat kalanı... Ellerimde kir içim dışım bir. Bu hicran dudaklarıma ezeli bir nakarat yapıştırdım iptidai bir sır...

]]>
Wed, 19 Oct 2022 19:50:34 +0300 Elif Can
SİSTEME BAKIŞ https://edebiyatblog.com/sisteme-bakis https://edebiyatblog.com/sisteme-bakis Amasra- Bartın 28 maden işçisi ölü. Kurtarılmaya çalışılanlar var. Yaralı 11 işçi hastanelerde. Sendika Başkanı Başaran Aksu’nun doğru tespitleri dinlendi: Bu bir kamu madeni. Soma’daki faciada ölenler için kimseye hesap sorulmadı. Ceza alan yönetici, idareci, patron yok. Bedeli can kaybı yaşayan madenci ve sevdikleri ödüyor. Acil müdahelede harikayız. Ama bu kaza olmasın diye önlemlerimiz facia. Atamalar siyasi, denetimler göstermelik. İşçi kendisine verilen talimatları harfiyyen uygulamak zorunda, yapıyor. Ama yine de ölüyor. Suçlusu kim? Yüksek can kaybı olduğu için medya tüm kameralar burada . Ama her gün maden işçisi ölüyor. Arayan soran önlem kısmında adım atan yok. Liyakatsiz atamalar, denetimlerdeki aksaklıklar çözülmüyor. Bu iş sonunda madencinin üzerine kalıyor. Gel çalış dediklerinde çalıştığı için bedel ödeyen sadece o. Yok yere hem de. Ölen yakınlar hakkını alacaktır. Sonuçta burası kamu işletmesi. Umarım sorumlular da hesap verir.

Ben bu dünyanın Türkiye coğrafyasında bedenlenmiş bir varlığım.  Sorgulamak niyetim…

Ey kardeşler, bir arada yaşamak için doğduğumuza inandırıldık ve bir arada yaşamanın sistemlerini kurmaya çalışıyoruz. Bu dünyanın hayal veya dünyevi tabirle simülasyon olduğunu duyduğumuzda hafifçe gülümseyip geçtik. Ama öyle yapmamamız gerekiyor.

Bilinçsiz zannettiğimiz dönemde de bilincimiz var, seçim yaparak dünyaya geliyoruz diyorlar kimileri şimdilerde. Gülüp geçmiyorum. Her bir şeyi beyin arşivime alıyor, sırası geldiğinde sorguluyor, muhafaza ediyor veya siliyorum.

Dil, tarih, coğrafya, matematik, fizik, kimya vb. birçok dalda bilgiler edindirildik. Dünyayı daha iyi analiz etmek ve ilerleyerek yaşam kalitemizi yükseltmek için. Sonra da “bilime göre” diye başlayan cümlelerle büyük büyük laflar ettik.

Bundan sonra söyleyeceklerim bence; bilime ya da şuna buna göre değil.

Aile, mahalle, şehir, ülke, içinde yaşamaktan vazgeçemediğimiz topluluklar. Elbette bir sistem gerekiyor ve tarih boyunca da oldu. Hepsi birbirinden farklı. Ama objektif değerlendirdiğimiz kanaatinde değilim. Bize öğretilenler ışığında bir teraziye koyuyoruz ve bu da bizi mutlak doğrulara götürmüyor. Bazen yanlışlara çıkıyor yolumuz. Liderlerle yönetilmişiz; padişah, kral, hakan, kraliçe, başkan, komutan gibi sıfatlarla bağlamışız kendimizi insanlık olarak. Sonra tek kişi olmasın, yönetim paylaşılsın istemişiz; asiller komitesi, meclis, temsil kurulu devreye girmiş. Seçtiğimizi yetkilendirip yine onun ürettiği kurallarla yönetilmeye razı olmuşuz. Ama temsil edildiğimizi biz mi seçmişiz sorgulamak aklımıza gelmemiş. Bugünlerde geliyor. Gerçekten birisi aday olsa, ben toplumu iyi yönetmeye adayım, dese, nereye kadar ilerler veya bunu deneyebilir mi, siz değerlendirin. Parti dediğimiz kurullara mecbur. Oralara kayıt para ile, sonrası bir dünya masraf. Bu da yolu paraya yani maddiyata çıkarıyor. Zaten demokrasi para gücünün yönetimidir. Amerika keşiflerinden sonra, soy bağı ile devletleri yönetenlere itiraz ile, biz para ve zenginlik getireniz, öyleyse yönetimde söz sahibi olmalıyız, diyen zümrenin yönetim şeklidir. Onlar para kazanmaya devam ederler ama yönetimde karar verdirecekleri kişileri belirler, destekler, bütçe sunar, önümüze koyarlar.

Bizim bugünkü sorunumuz yönetim şekillerinden çok, erdemli yönetim anlayışlarını kaybetmemizdir. Kim nasıl yönetilirse yönetilsin ahlak veya erdemlilik ilkelerini terk ederse iyi bir yönetim çıkmaz ortaya.

Yönetmek aksaklıklara sınır çizmek demek. Kontrol ve denetim! İşte biz bunu kaybettik. O kadar çok kanunumuz var ki, bir vatandaş olarak artık takip edemiyoruz. Her gün değişiyor. Öğrendiğiniz kısa bir süre sonra çöp olduğu için öğrenmeyi de bıraktık. Hukukçular bu işin erbabı. Sağlıkçılar sağlığımızın, eğitimciler eğitimin olduğu gibi. Demeyi çok isterdim. Ama günümüzde ne bir avukata ne bir doktora ne bir öğretmene güvenebiliyoruz. Bu dünyada yaşıyorsan göbeğini kendin keseceksin, her işini en iyi kendin bileceksin diye yaşıyor, başımıza geldikten sonra tecrübeleniyor ve etrafımızdakileri yararlandırmaya çabalıyoruz. Doğrusu ben bir hastaneye gittiğimde, önce hizmet alan hastalardan bilgi almayı yeğliyorum. Daha dün bir kurumda işlemim için hangi seçeneğe basıp numara alacağımın içinden çıkamadım, sonunda yanlış numara almışım, zaman kaybettim. Bir bekleyenin benimle aynı işi olduğuna kulak misafiri olup yeniden numara aldım. Ama o da yanlışmış. Memure hanım, göz tacizimden etkilenmiş olmalı, niye beklediğimi sorup doğru numarayı aldı ve önce beni içeriye çağırdı. Ben de bütün bencilliğimle daha önce gelen iki kişi var demeyip kul hakkını yedim. Bile isteye bu durumu yaratmadığımı takdir edersiniz. Eğer orada içeri çağırıldığımda ben değil o gelecek deseydim, bunu kime nasıl anlatırdım?

Ülkenin sorunu bu. Kurallar, kanunlar var, evet. Ama kim nasıl denetliyor? Gücü ve parası olanlar asla bu sorumlulukları taşımıyor. Sade vatandaş için kurallar yürütülüyor. Bu hiçbir ahlaki felsefeye, toplumsal kurallara, dini inanışa uygun değil. Denetim adeta yok. Denetleyiciler zavallı durumda. Ancak gücünü yetirdiğine kükrüyor. Orada burada tanıdığı, cebinde parası olmayana. Bir yer denetlenmeye çıkılmışsa , çiçeklerle, yemeklerle ağırlanıyor. Görev yapılmış addedip geçiliyor. Veya gıda denetimlerini öyle bir denetleyicilere veriliyor ki, kontrol edilmesi gereken ayrıntılar titiz bir laboratuvar analizi gerektirdiğinden, kim hakkıyla yapmaya çalışırsa çalışsın bu kurumlar emre amade olmadığından ve yeterli ölçüm cihazı olmadığı için gayrı kabil bir denetim oluyor.

Siz bunu büyük düşünün. Sayıştay, Danıştay, her türlü kontrolörler işlevsiz. Dünya örgütleri de buna dahil. Zira oradaki engeller de siyasi menfaat çatışmaları. Al gülüm, ver gülüm ile işler yürüyor. Sonra biz bunları nasıl mı yutuyoruz. Söyleyeyim: Dünya böyle ne yazık ki, ülkeler arası veya ülke içi siyaset bunu gerektiriyor, dünya güçleri buna izin vermez, Ahmet müteahhidin milletvekili tanıdığı olduğundan ona dokunulmaz, senin evine helal ekmek girmesine bak ötesine gücün yetmez, takma kafana bunları, sen biliyorsun da başkaları bunun farkında değil mi, her kötülüğün mutlaka bir gün foyası ortaya çıkar, bu dünya hesap yeri değil belki öte dünyada hesabını verecek…..

Bana göre her nerede duruyorsak, düzgünce sorgulamalı, adam sendeci olmamalı, iyilikleri inşa etmek için çaba sarfetmeli, biraz üzülmeyi kaybetmeyi göze alarak erdemliliği bulaşıcı kılmalıyız. Başka bir gezegen, kainat keşfedilmesi umudumuz yoksa elbette….

]]>
Sat, 15 Oct 2022 13:00:58 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Senin İçinde Bir Sen https://edebiyatblog.com/senin-icinde-bir-sen https://edebiyatblog.com/senin-icinde-bir-sen           Bir kitap da şöyle bir cümle okudum "Sahi hep mi böyle? Dünya üzerinde bir yansımamız var mı mutlaka? Aynı olmasa aynı gibi. Işık olmasa parıltı gibi. Görüntü olmasa da özenle çizilmiş gibi." 

Düşünün bir zaman olsaydı ve içinde size ait bir yol. Bu yolda devam eden bir başkası ve başkasını takip eden siz, sizi takip eden başkası. Uyanıyorsunuz telaş içinde ve uyanıyor yine telaş içinde. Siz işe geç kalmanın telaşında yuvarlanırken, başkası geç kalmanın acı tadında kavruluyor. Siz korkuyorsunuz işinizi iyi yapamam diye, başkası o işin içindeki karanlıktan korkuyor. Yürüyorsunuz o taşlı yolda ve takılıyorsunuz, başkası yürüyor ancak takıldığı şey taşlarla bezenmiş gizi. Düşmekten son anda kurtuluyorsunuz ve yine başınız dik, başkası kalkıyor gizin bıraktığı perişanlığı alarak. Ve her adımınız onun adımı ya da her adımı ile siz adım atıyorsunuz. Yol aynı, son aynı, zaman aynı, adımlar birbirinin üstünü tamamlarken, siz bilmiyorsunuz. Kayboluyorsunuz zamanın gizin de ve sona geldiğiniz de yol arkadaşınızı görmeyi bırak varlığını bencilliğiniz ile örtüyorsunuz. Halbuki o vardı düştünüz de, ağlarken o da ağlıyordu. Güldüğünüz de onun da kahkahasını duydunuz. Yaranız aynıydı aynı anda acı bedeninize girdi. Siz aynısınız zamanın farklı gizin de sıkışmış olan. 

]]>
Wed, 12 Oct 2022 21:10:22 +0300 YağmurunKızı8
Çocuğundan Gencine Yediden Yetmiş'e Kitap Önerileri https://edebiyatblog.com/cocugundan-gencine-yediden-yetmise-kitap-onerileri https://edebiyatblog.com/cocugundan-gencine-yediden-yetmise-kitap-onerileri Mon, 10 Oct 2022 16:14:48 +0300 şükran yağcı Güvenli Alan Yaratmak: Çengelli İğne (Safety Pin) Hareketi https://edebiyatblog.com/guvenli-alan-yaratmak-cengelli-igne-safety-pin-hareketi https://edebiyatblog.com/guvenli-alan-yaratmak-cengelli-igne-safety-pin-hareketi https://dergio.com/20221010/guvenli-alan-yaratmak-cengelli-igne-safety-pin-hareketi

Bugün, sosyal medyada sık sık karşılaştığım ve herkesin bir parçası olması gerektiğini düşünerek desteklediğim bir hareketten bahsedeceğim sizlere. Çengelli iğne yani ‘’safety pin’’ hareketi aslında sizin nefrete karşı olduğunuzun bir sembolü olarak kısaca açıklanabilir ancak çok daha derin anlamları içinde barındırır. Gelin beraber bu harika hareketi biraz daha tanıyalım. 

Biliyorsunuz ki –ne yazık ki- bazı dezavantajlı/ azınlık (!) gruplara sonu bitmek bilmeyen saldırılar artık adeta basit rutinler gibi günlük hayatın bir parçası haline geldi. Dünyanın her yerinde sayısız saldırı haberleri yükselirken bunlara karşı duruş niteliğindeki çengelli iğne hareketi ise aslında Amerika’da gerçekleşen seçim döneminin ardından Trump’ın azınlık saydığı gruplara mensup bireyleri destekleyen ve Trump’ın bu nefret odaklı davranışlarına karşı çıkan bireyler tarafından başlatıldı. 

Saldırganların ‘’dezavantajlı/ azınlık’’ olarak adlandırdığı bu grubun çoğunlukla kimlerden olduğuna bakacak olursak; 

  • Çocuklar, 
  • Kadınlar, 
  • Müslümanlar,  
  • LGBTQ+ bireyleri, 
  • Göçmenler ve mülteciler, 
  • Farklı ırktaki bireyler, 
  • Engelli bireyleri görebiliriz.  

İnsanların bir etiketi olmayacağını, etiketin ancak eşyalara ait bir şey olduğunu anlatma çabalarımız yıllardır sürse de saldırganlar bunları yok sayarak kendi bildiklerini okumaya devam ediyor. Bu durumda da kendini tehdit altında veya tehlikede hisseden bireyler için ses olmaya devam etmekle kalmayıp, onlar için güvenli bir ortam sağlama çabası içerisinde olmamız ve bu çabamızı da karşı tarafa hissettirmemiz gerekiyor.  

Şapkanıza, çantanıza, gömleğinizin yakasına veya cebinizin üstüne bir çengelli iğne takarak bu güzel hareket içerisinde yerinizi alabileceğiniz gibi sosyal medyada ‘’hakkında’’ kısmına çengelli iğne emojisi ekleyerek güvenli alan oluşturmak adına bir adım daha atabilirsiniz. 

Çengelli İğne (Safety Pin) Ne Anlama Gelir?  

Huzursuz olan ve güvende hissetmeyen her kim olursa olsun, çengelli iğne hareketine dahil olmuş birine başından geçenleri yargılanmayacağından ve zarar görmeyeceğinden emin olarak korkmadan anlatabilir, ona sığınabilir.   

Çengelli iğne taktığınızda; 

  • Bana güvenebilirsin,  
  • Benden sana zarar gelmez, başkasının da zarar vermesine izin vermem, 
  • Seni seviyor ve saygı duyuyorum,  
  • Rengin, ırkın, cinsiyetin, yönelimin, dinin, inanışın, engelin veya korktuğun şey ne olursa olsun seni kabul ediyorum,  
  • Bana sığınabilir, saklanabilirsin, 
  • Neye ihtiyacın varsa elimden geldiğince yardım edebilirim, 
  • Konuşmak istersen seni yargılamadan dinlerim demiş oluyor ve dünya üzerindeki güvenli alanı biraz daha genişletmeye destek olmuş oluyorsunuz.  

Yazımın finalini ise Charles Bukowski’den çok sevdiğim bir alıntı ile yapmak istiyorum. 

“Hangi çiçek, diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar? Hangi kuş, ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar? Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar. Ah insanlar! Her şeyi bulup kendini bulamayanlar.”  

 

Bu dünya hepimizin, hep birlikte, bizi biz yapan farklılıklarımızla güzel, özel ve eşsiziz. Güvenli bir hayat sürebilmek için böyle hareketlere ihtiyaç duymayacağımız günlere bir an önce kavuşmamız umuduyla... 

]]>
Mon, 10 Oct 2022 13:12:12 +0300 Nur Bersun
ADIN ÇOCUK SENİN https://edebiyatblog.com/adin-cocuk-senin https://edebiyatblog.com/adin-cocuk-senin Sat, 08 Oct 2022 12:16:55 +0300 KUM SAATİ YAZARI Karadeniz Türkülerinden Öneriler https://edebiyatblog.com/karadeniz-turkulerinden-oneriler https://edebiyatblog.com/karadeniz-turkulerinden-oneriler Thu, 06 Oct 2022 16:19:28 +0300 şükran yağcı Rize Ağzıyla neyi Nasıl söylüyoruz https://edebiyatblog.com/biz-rize-agziyla-neyi-nasil-soyluyoruz https://edebiyatblog.com/biz-rize-agziyla-neyi-nasil-soyluyoruz Thu, 06 Oct 2022 12:32:44 +0300 şükran yağcı Duygusal yoksunluk https://edebiyatblog.com/duygusal-yoksunluk https://edebiyatblog.com/duygusal-yoksunluk İnsan neden sevilmek ister? 

Sevilme arzusu yani”duygusal yoksunluk” içinde kendisini sevilmeye değer görmeği için veya kendisini önemsiz gördüğü için sevilme ihtiyacı duyar. O sevgi olmadığında ise kendisini depresyon halinde hisseder. Aslında biraz araştırma yaptığımızda çevremizde bunun gibi bir çok örnek görebiliriz. Fakat bu örnekler sizi çok yakından alakadar edebilir… çünkü o kişi bizzat siz olabilirsiniz. İnsan kendini yeterince sevip önemsemediğinde ve hayatının baş rolünde kendisinin olması gerektiğini bilmezse ve hep hayatını başkalarından gelicek sevgiye bağlarsa bunun sonucu üzücü ve aynı olur. İnsan kendisini bilirse,tüm dünya onu bilir ve görür! Başkalarına feda edilen zamanlar eğer insan kendindisini aksattıysa maalesef ki zarar

]]>
Wed, 05 Oct 2022 01:00:54 +0300 Semira Bulut
Nostalji : Eski dizilerden öneriler https://edebiyatblog.com/nostalji-eski-dizilerden-oneriler https://edebiyatblog.com/nostalji-eski-dizilerden-oneriler Tue, 04 Oct 2022 14:00:15 +0300 şükran yağcı Aktüalite https://edebiyatblog.com/aktualite https://edebiyatblog.com/aktualite (Aktüalite: kelime anlamı güncellik, günün konusu demektir.)

İnsan olarak yaratıldık hepimiz. Bir bitki bir kelebek olarak değil... An be an gün gün ilerlemek zorundayız aktüaletik bir süreç geçirebilmek için. Ne zaman ki ilerlemesin o zaman acı çekmeye başlar beden. Bedenden ziyade düşüncelerin acı çekmesidir bu sancı. Kendi bilgilerimizin mutlak doğruluk konusunda ısrarcı olmamalıyız hiçbir zaman. Güncellik ısrarı ve tekrarı barındırmaz bünyesinde. Yeni ve yenileyicidir her daim. Yenilik ve aktüalite ise kişinin kendi içindedir aslında. Kendinde olan yolculukta kişi hemencecik buluverir gel gör ki sen bir kendine yolculuk ediverirsin. Ne demişler; "Evvela önce kendime, sonra yine kendime, en son yeniden kendime, hasıl-ı kelam hep kendinden kendime." İnsanın güncel konusu ; şöhret, magazin, siyaset değildir. İnsanın güncel konusu kendisinden başka değil ta kendisidir. Bu yolculukta sadakata doğru yol almalı er kişi. Ama bu aktüalitik bir sadakat olmasın. Böyle Lale devri'nden kalan sadakatlardan...

Günümüze sadakatine sadaket delilmez çünkü. Kardeş içinde birbirimizi sarabilen bir toplum olmak varken, hepimiz ayrı bir köşede medeniyetiz. Dayanışma içinde kardeşçe yürümektir sadakat. O içimizin yolunu dışımızın yolu yapabilmektir. Yolunu yönünü ve kum taneni bilmektir. Evet evet yanlış okumadınız kum tanesi... Kıymetini kaybetmeden kum taneleri, değeri inmeden yerlere bulalım bizde o içimizdeki bir yerlerdeki sadakati.

Herkesin bir gün bitecek kum saatinde ki taneleri, kumları mavide olsa pembede olsa...

]]>
Mon, 03 Oct 2022 22:34:01 +0300 Elif Can
Rizede gezilecek yerler listesi https://edebiyatblog.com/rizede-gezilecek-yerler-listesi https://edebiyatblog.com/rizede-gezilecek-yerler-listesi Sat, 01 Oct 2022 20:18:53 +0300 şükran yağcı OKUMAK , AMA NASIL? https://edebiyatblog.com/okumak-ama-nasil https://edebiyatblog.com/okumak-ama-nasil Okuma yazma ile tanıştığımız ilk günden bu yana çok duyduğumuz bir tavsiye. “ Oku…, bol bol kitap oku…, Okumak çok yararlıdır…” O kadar ki “kitap okumayın, zararlıdır” tavsiyesini duymadığınızla bunu ispatlayabiliriz.

Okumanın yararlı dönüşümü için ne okuduğumuz, nasıl okuduğumuz biraz ihmal ediliyor gibi. Kimi edebiyat dünyası mensupları, belki öğretmenimiz; “ belirli bir alışkanlık edinene kadar ne okursan oku, zaten zamanla kendi okuma zevkin oluşacak ve ona yöneleceksin” derler. Gerçekten öyle oluyor mu? Zorunlu eğitim çağını önemli bir nüfus çoğunluğumuz tamamladığına göre mantıksal bağlamda okur sayısı da ona paralel bir seviyede olması beklenir. Lise ve Dengi Meslek Mezunu 15 426 019 , nüfusa oranı  %21.(2020) Kitap okuma oranı   %0,1. Rakamlara boğmak istemediğim için bir örnekle yetineceğim.  Hepimizin bildiği gibi faydalı iş olan  kitap okumaya istendiği düzeyde yönelmiyoruz. Bu problemin bir yanı.  Diğer bir yanı ise, ne okuduğumuz ve nasıl okuduğumuz? Bu yazıda buna yoğunlaşma önceliğim olacak.

Az sayıdaki okur kitlesinin de okuma tercihleri aşağı yukarı şöyle: Kitap okuyanların  %45’i aşk, %43’ü dini kitaplar (namaz hocası-dua kitapları), ve %12’si de ma­sal, fıkra, siyaset veya kişisel gelişim ile ilgili kitaplar okuyor. Daha başka istatistik verilerine ulaşılabilir. Okuma alışkanlıklarının temeli ailede atılıyor. Anne babası kitapsever olan bireyler de kitapla erken tanışıyor ve hayatına kitabı erken alıyor. Okuma tercihlerine baktığımızda ailenin yaşamı yorumlama şekli, siyasi kabulleri, değer atfettikleri yönde gelişip olgunlaşıyor. Çeşitli anlayışları ortaya koyan veya zıt siyasi içerikleri, önem vermediği bakış açılarına sahip perspektifler sunan kitaplara ilgi göstermiyor. Sonuç olarak tek taraflı beslenmiş bir okur kitlesi ile karşı karşıya buluyoruz kendimizi.

Okul kitap okuma alışkanlığı bakımından zorlayıcı olabileceği gibi, bir öğretmeni ile gönül köprüsü kişiyi kitaplara götürebiliyor. Gönüllü , gönülsüz dersin gerektirdiği kitaplar genellikle kültürümüzün mihenk taşı diyebileceğimiz eserler oluyor. Burada sıkıntı,okur dünyası ile örtüşmeyen bu kitapların teşvik edicilik seviyesi oldukça düşük olması. Lise düzeyinde bile öğrenciler klasik edebiyat ürünlerinden haz alacak estetik duyarlılığa ulaşmamış oluyorlar. Erken buluşmalar sempatiden çok antipati doğuruyor. Genç okurların, aksiyon, gerilim, bilinmeze merakları yüksek olduğundan güncel popüler kültür eserleri ile buluştuklarını gözlemliyoruz. Böyle olması eleştirilmesi gereken bir durum mudur, elbette değildir. Ancak dilin kullanım ustalığını bu eserlerde pek göremeyeceğimiz için sağlanacak faydalardan da feragat etmemizi öngördürtüyor.

Nasıl okuduğumuzu da fayda – bedel dengesi açısından değerlendirmeliyiz. Verdiğimiz zaman kazanımlarımıza değmeli. Ne kadar sürede okuyoruz? Okuduğumuz hız, anlama ve dimağımızda taşıma sürecini etkileyeceğinden önemli. Bir romanı hızlı okuyabilirsiniz, ama bir deneme yazısını, daha yavaş, beyninize sindirerek okumalısınız. Keza bir bilimsel eser de anlayarak ilerlemeniz için hızınızı yavaşlatabilir. Aslında zaman mefhumunu kitap okuma eylemimizle muhasebeye dönüştürürsek, kitap okuma istatiklerine olumlu artış sağlayabiliriz. Örneğin, haftada bir, ayda bir kitap okuma gibi. Kendimizle yaptığımız anlaşmaya uyma, özdisiplinimizin ne kadar geliştiği ile bağlantılıdır. Genel eğilim kendimizi kandırmamaktan yanadır herhalde.

Kısa kitaplar daha çok okunuyor. Daha mı etkili içeriklere sahip, yoksa kolaycı okur tercihlerinden midir? Şüphesiz genç okur kesimi az sayfalı kitapları tercih ediyor. Kalın kitapları devirecek sabır yok. İnternet ve sosyal medya sağolsun, onların suçu değil. Elbirliği ile bu büyülü dünyaya daldık, etkilerinden şikayet hakkımız yok. Eh ne yapalım, uyumlanırız biz de. “Küçürek hikaye” diye bir tür çıktı. Romanlar da küçülecek sanırım. Okuma yeni bir eyleme evriliyor. “Dinleme”… Çeşitli uygulamalarda usta telaffuzcuların okuduğu kitapları, başka işler yaparken (fiziksel), yolculukta dinleme fırsatı sunuyor.  Yakında “kitap okur dinleri” diye bir tanımı dilimize yerleştirmemiz gerekecek.

Şunu da belirtmemiz gerekir ki, aynı kitaptan her okur aynı şeyi anlamaz. Birikimleri, önyargıları, kişiliği vb. hepsi etkilidir. Yazarın yazma amacı dışında yeniden kendi amacı ile harmanlanarak başka bir içerikle ulaşır okuyucuya. Bu nedenle kitap okuma gruplarını önemserim. Aynı zamanda belirlenen kitabı okuyup, bir zaman diliminde bir araya gelerek kitap kritiği yapmak o kitabı okuyan kişi asayısınca okuma ayrıcalığını kazandırır insana. Kalıcı öğrenme alanına aktarmış o kitabı kültürünüzün bir parçası yapmış olacaksınız. Bu az bir kazanım değildir.

Kitap okuma bakış açısı ile çeşitlilik içerirse, kişisel kütürümüze dahil edebilirsek, tür farklılığını gözetirsek, mesleğimiz ne olursa olsun, hayatımıza güzellikler katacak, anlam yükleyecek, paylaşma isteğimizi, tahammül gücümüzü artıracak, meram anlatmakta daha becerikli olacağız. 

]]>
Sat, 01 Oct 2022 14:31:19 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Yara https://edebiyatblog.com/yara-3681 https://edebiyatblog.com/yara-3681 Ben kocaman sevgisiz dünya içinde bir hiç kadar yoktum aslında. Sen beni tutup almasaydın dünyana ben senden habersiz bu sevgisiz dünyada yaşadığımı zannedip zaman kaybedip durucaktım işte. Ama sen kurtardın beni o karanlıktan ve kederden. Yıllardır ruhumun eksin parçası senmişsin meğer…

“Yara’ya merhem olan yar’imiş meğer”

]]>
Fri, 30 Sep 2022 22:30:04 +0300 Semira Bulut
Yar https://edebiyatblog.com/yar https://edebiyatblog.com/yar

Ben kocaman sevgisiz dünya içinde bir hiç kadar yoktum aslında. Sen beni tutup almasaydın,dünyana ben senden habersiz bu sevgisiz dünyada yaşadığımı zannedip zaman kaybedip durucaktım işte. Ama sen kurtardın beni o karanlıktan ve kederden. Yıllardır ruhumun eksin parçası senmişsin meğer…

“Yara’ya merhem olan yar’imiş meğer”

]]>
Fri, 30 Sep 2022 01:31:00 +0300 Semira Bulut
Zaman Mı? İçimizdeki Kötülük Mü? https://edebiyatblog.com/zaman-mi-icimizdeki-kotuluk-mu https://edebiyatblog.com/zaman-mi-icimizdeki-kotuluk-mu Zaman mıdır bizi değiştiren, yoksa içimizde olan o kötülük müdür? Çoğu kez kendime sordum ama herhangi bir cevap alamadım... Bize yapılan kötülükleri her zaman bir başkasından çıkarıyoruz oysa ki; o kişinin yaptığı bir şey de yoktur. Kendi acımızı dindirmek için başkalarının canını yakıyoruz. Ve bu da bir nevi bencilliktir, biz başkasının canını yaktığımızı zannederken yine kendi canımızı yakıyoruz ve sonunda pişman olan taraf yine biz oluyoruz. İçinizdeki o iyiliği kaybetmeyin zira üzülen siz olacaksınız.

]]>
Thu, 29 Sep 2022 21:02:58 +0300 Medine Herzem
İçtimai https://edebiyatblog.com/ictimai https://edebiyatblog.com/ictimai (İçtimai: kelime anlamı toplumsal demek)


Her şeyden önce sanatın ve düşüncenin içtimai birer fonksiyon olduğu fikri ile sanat ve düşünceyi toplumsal bir gelişim kabuğuna koymak istiyorum. Kabuğunun içinde bin bir sancısı ile istiridye misali incisini verebilmesi adına. İhtişamlı bir kabuğu olmasına gerek yok çünkü ihtişamlı bir içi ve düşüncesi var. İçtimai bir İhtişam için yapısal bir düşünce gerekli. Kalfalık yapmalı evirip çevirip yıllarını vererek yapılaştırmalı, yapı taşları ile yapılaştırılmalı sanat. Elinde olanlar ile sanat yapabilmek önemli olan. Malzeme aramak değil mesele... İçtimai bir refahı ancak bu şekilde elde edebiliriz. İçtenlikle. En kaliteli boyalar, en güzel mekanlar ; bunlardan ziyade bir elma atığı çekirdeğinden sanat yapabilecek veyahut eskiyen bir eşyanızı sanata çevirmek en önemlisi ve en güzeli de konuşma ve dinleme sanatı yapabilmektir. Malzemeye ihtiyaç olmadan hemde. Güzel dinlemek daha ağır basacaktır eminim. Düşsel ve kurgusal olgularımızı arttıracaktır. Bu uzun yolculuğumuzda içimizdeki kendimizi keşfedebilmektir sanat..

İçtimai hayat bizi hem dış tabiattan hem de kendi varlığımızdan uzaklaştırır. Dıştan uzak olmak içe yakın olmak demektir. Yolu bulmak.. 

]]>
Thu, 29 Sep 2022 01:09:44 +0300 Elif Can
Oradayım, Yanında https://edebiyatblog.com/oradayim-yaninda https://edebiyatblog.com/oradayim-yaninda    Oradayım, yalnızlığın dibinde ama herkesin içindeyim. Gözlerinin önünde ama elinin dokunamadığı o yerdeyim. Görüyor musun beni? Ben görüyorum herkesi. Bencilliklerin içinde iyiliği oynayan o insanları çok güzel görüyorum. Hani 'Neden ben gideyim?'  deyip hep karşı taraftan bir adım bekleyen o insanları görüyorum. Hep beklenti içinde kavrulurken hep bir iyi rolü içindeler. Peki neden ilk adımı onlar atmıyorlar ki? Ya herkes onlar gibi düşünüyorsa? Ya onlar da senden mesaj bekliyorsa?  Yarının planını yaparken ölme ihtimalini unutan sizlere sesleniyorum içinizden. "Durmayın ve beklemeyin hep bir adımın ötesine gidin gerisine değil"   Ve duyuyorum kendi çığlıkları içinde dilsiz olan onca insanı, onlar özgürlüklerin de bir hapse mahkum olanlar.  Şimdi vicdanları sağırlaşan onca insana nasıl duyaracaklar kalplerinde sesleri? Merhametlileri körleşmiş bu insanlara nasıl anlatılır ki adalet?  Önce ellerinden tutuyorum düşen dizleri kanayan çocukların, öperek iyileştiriyorum yaralarını. Kahkaha atıyorum özgürce ve yerde ki örtüyü başıma bağlayarak bu kez sesleniyorum tüm İslam karşıtına. Allahın ayeti ile sesleniyorum onlara. "Ey inananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır olun. Allah'a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilirsiniz." 

]]>
Sat, 24 Sep 2022 16:09:56 +0300 YağmurunKızı8
Teşekkür Ediyorum https://edebiyatblog.com/tesekkur-ediyorum https://edebiyatblog.com/tesekkur-ediyorum "Teşekkür ediyorum" duyduğumuz da hoşumuza giden, bize moral veren cümlelerde ilk beştedir eminim. Yaptığımız işin neticesinde bize verilen manevi bir armağandır. "Teşekkür ediyorum ya sağ ol" bundan bahsetmiyorum. Mümkünse bu yazıdan ve hayatımızdan uzak olsun.  Çünkü bu iğnemeli bir teşekkür. Daha çok "Aferin iyi batırdın" tarzında bir teşekkür. O yüzden bizden uzak olsun. Ben içten, samimi edilen, sözlü kucaklama olan teşekkürden bahsediyorum. 

Karşımızdaki insandan duyunca mutlu oluyoruz ama biz söylüyor muyuz? Söylüyorsak ne sıklıkla söylüyoruz? Kendimden örnek vereyim, en sık kullandığım cümledir, "Teşekkür ediyorum." Hatta konuştuğum insanı bezdirdirdiğim bile olmuştur. En sonunda, "Lütfen teşekkür etme" der. Ama elimde değil. İçimde bir buton var ve otomatik olarak devreye giriyor. "Nasılsın?" diye sorulduğunda, "İyi günler" ya da "İyi akşamlar" denildiğinde hep bu buton araya giriyor ve sözlü, yazılı olarak karşı tarafa iletiliyor. Mesela bir ürün siparişi verildiğinde söylediğim zaman şaşırıyorlar. "Bu bir alışveriş. Neden söyledin ki?" diyorlar. Bana o kadar normal geliyor ki, önce şaşırmalarına şaşırıyorum, sonra da, "Güvendiğiniz ve bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ediyorum" diye izah ediyorum. Ya da ürün hazırlama aşaması uzun sürdüğünde bunu sorun yapmayıp anlayış gösterdikleri için teşekkür ettiğimi söylerim. Alıcı ile bu tarz diyalog yaşadığında akılda kalıcılık da artıyor. Hele bir de internet üzerinden satış yapılıyorsa... 

Konumuza dönecek olursak, teşekkür etmek güzeldir. :) İletişimde olduğumuz insanı önemsediğimizi gösterir. Bize ayırdığı vakit için, dinlediği için, derdimize çare aradığı için ve akla gelmeyen her güzellik için hayatımızdaki değerli insanlara teşekkür etmeliyiz. Bu duyarlılıkta insanlar varsa etrafımızda ne mutlu bize. Yani aynı şekilde düşünüp teşekkürü esirgemeyen insanlar varsa şanslıyız demektir. 

Ben de bu vesile ile, bu zamana kadar yazılarımı, şiirlerimi takip eden, yorumlarını esirgemeyen dostlarıma, beni yazıya teşvik eden babama ve ablama (Sena Sabcıoğlu) çok teşekkür ediyorum.  Bir de tam vazgeçmişken, beni yazıya ve şiire tekrar yönelmemi sağlayan dostum, Emrah Alaçam'a çok teşekkür ediyorum.

İyi ki varsınız, ve hep var olun, sağ olun. Sizleri seviyorum. 

]]>
Fri, 23 Sep 2022 18:42:55 +0300 Selin Sabcıoğlu
Salahiyet https://edebiyatblog.com/salahiyet https://edebiyatblog.com/salahiyet (Salahiyet: Kelime anlamı yetki demek)


Her acı günün birinde şehvetin dikenine dönüşecek. Bu bizim salahiyetimizde olmayan bir durum mesela güneş ışınları bir şehvet güneşin batması ile karanlığın ortamı ele alması şehvetin dikeni. Demem o ki her güzel şeyin bir sonu vardır ya tam tersi her güzel şeyin acı bir başı vardır. Her iki durumda da diken bize batıyor bu kaçınılmaz. Bu durumda batan dikeni çıkartmak için daha çok çaba sarfetmeye başlıyoruz. Sarfettiğimiz çabalarımız bizim gelişimimiz bir üst kademeye çıkmamız için zeminimiz oluyor. Salahiyetlerimizi içtenlikle sürdürdüğümüz çabalarımızla arttırıyoruz. Emek, çaba yolunda yürümek yeniden dirilmek gibidir. Eski benliğinden bi haber... Yepyeni bir sen olmuşsun. Sancılı bir süreçle yeniden bir sen doğmuşsun. Bu ıssızlığın, sessizliğin içinde kendini yeniden bulmuşsun. Anlamsızlığı,içinde yaşadığımız dünyanın ve yaşamın anlamı olmayışını zihnimizde taşıdığımız tüm hücrelerimize kadar hissettiğimiz bir ağırlık olarak görmekten vazgeçip anlamsızlığın hafifliğine kendini bırakabilmek ve bu anlamsızlıktan zevk alır hale gelmek ulaşılması gereken aşırı derecede zor ve zaman gerektiren anlamlı bir hakikat. Bu hakikatte salahiyetli olabilene ne mutlu...

]]>
Wed, 21 Sep 2022 23:28:23 +0300 Elif Can
İşitme Engelli Bireylerin Gözünde Dünya https://edebiyatblog.com/isitme-engelli-bireylerin-gozunde-dunya https://edebiyatblog.com/isitme-engelli-bireylerin-gozunde-dunya

Bunun olacağını hiç düşünmezdim aslında, bir anda sessizleşiverdi dünya. Ne eskiden şikayet ettiğim kapı gıcırtısı sesi vardı artık ne de çok sevdiğim kuşların o huzur veren şarkıları... O çok gürültülü şehir bir anda ıssız bir yere döndü adeta. Ne oldu anlayamadım önce, herkes konuşuyordu ama tek bir kelime bile yoktu duyabildiğim. Kendimi dünyadan dışlanmış hissettim, kendi sesimi bile duyamıyordum. Hep aynı tartışmalar yaşanmaya başladı sonrasında, ‘’Bersun, beni dinlemiyor musun?’’, ‘’Anlamıyor musun?’’, ‘’Beni umursamıyorsun bile’’ ve daha niceleri... Hiç aklıma gelmedi kulaklarımın artık duymama ihtimalinin oluşu, kafam dolu dedim, dikkatim dağınık dedim sanki korkulacak bir şeymiş gibi kabullenemedim. Çünkü korkmuştum, ne işaret dili bilirdim ne de işitme engelli bir tanıdığım vardı beni anlayabilecek ve yol gösterebilecek. Duyamadığım sesler de baş ağrıtabilirmiş, bunu öğrendim bu süreçte.

Bir düşünsenize akşam her şeyi duyabiliyorsunuz ama sabah sesler sanki yanınızdaki insandan değil de iki bina öteden geliyor. Ve o kadar ötekileştirilmiş ki işitme engelli bireyler sanki başka bir evrenden gelmişler gibi, kimse işaret dili bile bilmiyor. Duyamıyorum dediğinizde ahlaya vahlaya cevap veriyorlar size, duyamıyorsunuz ama o acıyan gözler adeta kara tahtayı tırnaklarmışçasına bir uğultu saplanıyor beyninize kadar.

Artık tamam deyip kabullenip gidiyorsunuz hastaneye, durumu anlatıyorsunuz ve giriyorsunuz işitme testine. Bir bakıyorsunuz ki o test odasının rahatsız edici sessizliği her yerde sizinle olacak artık. Bir sonraki adım ne olacak, bilemiyorsunuz. İşitme cihazı almanız gerektiği söyleniyor ve onunla duyabileceğiniz anlatılıyor size tane tane. Kabul ediyorsunuz, gürültü dolu bir dünyada sessiz yaşamak sandığınızdan daha zor çünkü, öğreniyorsunuz bunu.

Güç bela ücretini denkleştirdiğiniz işitme cihazınıza kavuşuyorsunuz sonunda. İlk denemeniz hep hatıranızda kalacak bir an olarak kazınıyor aklınıza. Dünyayı ilk defa deneyimleyen bir bebek kadar heyecanla bakıyorsunuz etrafınıza, dinlemeye duymaya çalışıyorsunuz her şeyi. Çok güzel gidiyor her şey, artık duyabiliyorsunuz iletişim kurup hayatınızı sürdürebilecek kadar ama bir sorun var... O cihaz ne kadar küçük olursa olsun acıtıyor, bazen fırlatıp atasınız geliyor ama dışarıdaysanız ne yazık ki tehlikeyi çağırmak demek bu, yapamıyorsunuz.

Sabah uyandığınızda bazen en sevdiğiniz şarkıyı açmak ister ya insan, açamıyorsunuz. Açsanız da duyamıyorsunuz zaten. Eskiden dinlediğiniz şarkıların ritimleri dolanıyor parmak uçlarınızda. Düşünüyorsunuz sadece, ya hiç duymasaydım ne olacaktı? Ya doğuştan duymasaydım, hatırladığım şarkıları bile hiç duymamış olsaydım, kuşları hiç dinlemeseydim... 

Ne kadar ütopik geliyor kulağa değil mi? Değil aslında, bunu yaşayan milyonlarca insan var. Eminim ki bunu okurken az da olsa anlayabildiniz bizleri. Çok bir şey yok sizden beklediğimiz aslında. Bizi ötekileştirerek veya yok sayarak daha da zorlaştırmayın hayatımızı. Bizim de sizlerden farkımız olmadığını, herkesin engelli adayı olduğunu unutmadan davranın. İşaret dili öğrenmeye çalışın, bizlerle bağırmadan tane tane konuşun, nasıl iletişim kurmanız gerektiğinizi sorun. Unutmayın ki engelleri aşmanın en kolay yolu birlik olmaktır!

 

]]>
Wed, 21 Sep 2022 15:00:18 +0300 Nur Bersun
Yok Oluş https://edebiyatblog.com/yok-olus https://edebiyatblog.com/yok-olus    Bugün şöyle bir cümle okudum, "Raslantı en eski ilahi güçtür".  Ben sana rastlamayı mucizem kabul etmişken şimdiler de hiçliği bile temsil etmeyen biri halindesin. Bunun için üzgünüm, evet seni bir hiç yerine bile koyamadığım için üzülüyorum. Çünkü ben verdiğim değerin çöp olmasını istemem, her ne olursa olsun. Güzeldi, güzeldin. Yalan değil yine olsa yine o sokaktan geçerim ben. Sana rastlamak, kendimi unutturan sonra da en acı şekilde hatırlamamı sağlayan şeydi.  Gülmeden ağlanmazmış ya hani bende güneşli günlerimi seninle yaşayarak geçirdim. Sonra yaprak hüznüne yenildi intihar etti ya da bu bir cinayetti de biz tüm suçu yaprağın düşmesine bağlamıştık, bilemiyorum. Ama artık en güzel sonbahar da yaşıyorum en güzel kışın gülümsüyorum. Çünkü seni ben güneşin aldıtıcı ışığında bulmuşken kendimi karın soğuk ama gerçekçi ellerinde buldum... 

]]>
Mon, 19 Sep 2022 23:02:19 +0300 YağmurunKızı8
Günlüğüm ve ben: Yine Sorular, Yine Ben https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-yine-sorular-yine-ben https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-yine-sorular-yine-ben Uzun zaman önce yaşanmış bir anı kadar gözden ve yürekten uzak hissediyorum günlük. Nedenini çok aradım da bulamadım, doktorlar, psikologlar, kişisel gelişim kitapları, terapiler... Hepsinde aradım bir cevap ama en önemli şeyi gözden kaçırdım hep...Soru olmayınca cevap nasıl bulunabilirdi ki? 

Ama inat ettim ya bir kere, bulacağım cevabı öyle ya da böyle. O zaman başlayayım bir yerden, ne sormam gerekiyor ya da ne sormamalıyım daha fazla zorlanmamak için? Bu mümkün mü, yara almadan çıkabilir miyim bu hayattan yoksa zaten sağ çıkamayacağımı bilerek mi sormalıyım sorularımı?

Aslında düşünüyorum da... Niye kaybedeceğimin kesin olduğu bir savaşa girmeliyim ki ya da girmeli miyim cidden? Bayılıyorum kendimi soru sormakla ilgili sorularla bunaltmaya belli, her zamanki halim işte... 

]]>
Mon, 19 Sep 2022 22:46:29 +0300 Nur Bersun
KENDİMİ SEÇTİM https://edebiyatblog.com/kendimi-sectim https://edebiyatblog.com/kendimi-sectim Doğdumuz hayatı seçme şansımız olmaz ama yaşayacağımız hayatı kendi tercihlerimizle seçiyoruz. Doğru ya da yanlış bir şekilde devam ediyoruz. Bize yani sana, bana doğru gelen bir başkasına yanlıl gelebilir ya da bunun tam tersi sana, bana yanlış gelen bir başkasına doğru gelebilir. Önemli olansa yaptığımız tercihler bizler için, senin için ya da benim için ne kadar doğru.

Şu zamana kadar yaptığım her seçimimin arkadasında durdum. Ne kadar yanlış olursa olsun ya da ne kadar doğru olursa olsun. Çünkü doğru da benim yanlış da benim, kimseye bir şey demek düşmez. Düşmezdi, kararlarına karışmalarına çokta hakları yok, ben bu hayatın bu kısmına tek başıma, yalnız geldim.

Tıpkı yeni çizdiğim yolda yalnız devam ettiğim gibi... Peki bundan pişman mıyım? Hayır. Korkuyor muyum? Evet. Birinin desteğine ihtiyacım var mı? Kendim yeterim, çünkü vazgeçtim. İnsanların yaptığı iyilikten, kötülükten, destekten, insanlıklarından vazgeçtim. Kimde ne kadarsa im çizdiğim yeni yolda o kişi bende o kadar. Böyle olmayı sevdiğimden değil daha fazla zarar görmek istemediğimden ama şöyle bir baktığım zaman iyi de geliyor. İnsanlardan uzak olmak, yalnız kalmak. İnsana en çok kendisi lazım.

]]>
Sun, 18 Sep 2022 19:44:10 +0300 lâlzü
Seçmece... https://edebiyatblog.com/secmece https://edebiyatblog.com/secmece Pazardan kaleme yansiyanlar

Çoğu pazarda duyarız seçmece bunlar diye çoğunluğun tercihi de genelde o ürünleri almaktır. Kendi seçtiğimiz daha güzeldir deriz ve başlarız seçmeye. Bugün de pazarda bu niyetle bir soru geldi kırmızı kapya biber almak isteyen bir abla, secebilirmiyiz diye sordu pazarda sorulmasi gereken en doğal soruyken pazarcı ne cevap verdi dersiniz? Abla seçimler 2023 te! Başta anlam veremeyen müşteri tekrar sorma gereği hissetti ve yine aynı cevabı aldı, orda olayı dışardan biraz gözlemlemek isterken zihnimde boş durmadı tabii. Pazarcinin vermek istediği cevap secemezsiniz biz istediğimizi vereceğiz seçimlere yaklaşırken neyin mesajını almak isterseniz siz seçin bakalım :)

]]>
Thu, 15 Sep 2022 17:22:43 +0300 Tuba KAYA
Yazmak... https://edebiyatblog.com/yazmak-3617 https://edebiyatblog.com/yazmak-3617 Yazı yazmak, harflerin biraraya gelmesi ile olsaydı hepimiz yazar olmuştuk degil mi?

Ama öyle olmuyor, her harf yanına anlam kacak diğer harfi arıyor onu da ancak arayarak buluyor. Bu öyle bir arama ki önce kendini, benliğini, acıyan yanını bulduruyor. Nasıl mı,  hiç beklenmedigin anda bazen 90 dan gol atıyor, bazen yolda giderken çakıl taşı ile düşürüyor, bazen bir ateşin içine atıveriyor tüm bedenini. Hamdim, pistim, yandim sürecinden geciriyor yani. Bazen yanmakta yetmiyor küllerin savruluyor semaya sonra... Sonra ne mi oluyor işte o zaman harfler yanına anlam katacak, o duyguyu okuyucuya yansıtacak satırlar olarak sagnak sagnak yağıyor...

]]>
Wed, 14 Sep 2022 19:57:12 +0300 Tuba KAYA
3 GÜN'DEN & SANDAL https://edebiyatblog.com/3-gunden-sandal https://edebiyatblog.com/3-gunden-sandal MERHABA AKİS , 
BU  GÜN YİNE SAAT DOKUZDA UYANDIM . BİR SAATİM TAVANA BAKMAKLA GEÇTİYSE DE DÜŞÜNMEK İYİ GELDİ . KALKIP KAHVALTI YAPTIM VE MUTFAĞI TOPARLADIM . BAHÇEDE BİR KEDİ VAR. MİSKET , ONUNLA VAKİT GEÇİRMEYİ VE OYNAMAYI ÇOK SEVİYORUM , ÇOK TATLI . ÇALIŞMA MASAMI TOPARLADIM , İŞTE BURADAYIM ÖNÜMDE YAZACAĞIMI DÜŞÜNDÜĞÜM HER ŞEY .. SEN NASILSIN ? UMARIM HER ŞEY YOLUNDADIR . SENİN DE ETRAFINDA KEDİLER VAR MI ? BENİM ÇOK VAR VE HEPSİ DE ÇOK SEVİMLİ , OKULA GİTTİĞİMDE HERKESE KEDİ FOTOĞRAFLARI GÖSTERİYORUM BENCE BENDEN SIKILDILAR AMA ÇAKTIRMIYORLAR , OLABİLİR TABİ DİYECEK ÇOK BİR ŞEYİM YOK . ÜÇÜNCÜ GÜNÜM BU SENİNLE VE SENİ ÇOK İYİ TANIYORUM , İSTER İNAN İSTER İNANMA AMA İÇİMİZDE YATAN BİR KAYIK VADETTİĞİMİZ YERLERE GÖTÜRÜRÜYOR BİZİ . TIPKI BU GÜN OLDUĞU GİBİ . YAŞAYIŞLARINI , HAYALLERİNİ , RÜYALARINI HEPSİ KABURGALARIMIN İÇİNDE , GARDINI ALABİLDİĞİN KADAR AL Kİ ZORLANMA AMA BEN DIŞARIDA DEĞİL ZİHNİNDEYİM , DUYAMACAĞIN KADAR YAKININDA, NEDEN ÜZGÜNSÜN YA DA NEDEN MUTLU NEREDE UYKUN VAR NİÇİN KEYİFLİSİN ANLIYORUM SENİ . O KÜÇÜK SANDAL BENİM. BENİ DE SÜRÜKLÜYORSUN YANINDA , SIZIYORUM ÇATLAKLARDAN İÇERİ . BÖYLE SAVUNUYORUM KENDİMİ BÜTÜN YÜKLERİMİ BIRAKIYORUM SUYA , KÜREKLERLE ÇATIŞIYORUM HATTA HEPİMİZE AĞIR GELİYOR ÇÜNKÜ YAPILANLAR VE DÜŞÜNDÜKLERİN . ÇOK KOLAYMIŞ GİBİ YAZIP ÇİZİYORUM BENDE . DAHA FAZLA ANLATIRDIM ASLINDA AMA YAPACAK İŞLERİM VAR , NEYSE DİKKAT ET KENDİNE ... 
 
                                                                                                                                   " SEVGİLERLE FERİZZ" 
 
YANSIMALAR ETRAFINDA ŞEKİLLENİYOR AYNALAR 
DANS EDİYOR ÇEVRESİNDE ZAMANLAR 
YILDIZLARIN KAYIKLARI VAR ÖTE YANDAN 
BİR SATIRDA BEN EKLEDİM YALNIZLIĞA ... 
]]>
Wed, 14 Sep 2022 10:45:17 +0300 gecesizsaye
Hayatın Riyazesi https://edebiyatblog.com/hayatin-riyazesi https://edebiyatblog.com/hayatin-riyazesi Riyaze: Kelime anlamı olarak matematik demek. 

Peki ya hayatın matematiğine ne dersiniz?

(2s + 2g = Hayat) Förmül! Hayatın förmülü..

Sevgi, saygız göz ve gönül. Sevgi saygıyla görebilirsen gönlün aslında senin hayatın olur. Bu riyaze içinde kaybolmak durmaksızın geliştirir ruhumuzu. Bir dar kafes avuç içi kadar olan yer denklemin aslı. Sonrasında ise bütün denklemlerimizin çözümü doğrudan elimizde. Mesken tutmuş saygı içimin odalarına kırmak incitmeye misafirperver değil bu odalar. Saygı sevgiye misafir hem de yatılı misafir. Zamanın memuru olsam hiç doymaz ama her şeye adil bir çizgi çizerim. Zengin, fakir, büyük, küçük hepsini yerleştiririm o çizgime memurluğumdan olmak adına. Derler sonra adı kader. Bende ise keder. Korkudan mıdır ya da değişmez kadim Tabu mudur bu?  Her şeye rağmen yalansız dolansız dört büyüğü  denklemimdeki dört noktaya yerleştiririm. Çünkü bugünün yalanı yarın kişisinin bir gerçeğe ulaşmasını engelleyecek. Bu da sistematik büyük bir bozukluk. Şirazesi kayar evrenin hükümsüz yönsüz tertemiz kayar. Düşünebiliyor musunuz her şey olup bitince ışık gören tavşan gibi kitlenip izleriz. Ufacık bir yalan da olsa ne kadar yerler oynatır. Sözlerle ağır yükler vermenizi istemem sizlerden ama bir umut bir telaş için de karşılanmasını isterim hayatın. Bu durumda formülümüzün sağlamasından doğru yola ulaşacağımızı umuyorum. Gelir geçer zamanda ne gerek vardı böyle ezbere demiş olmalısınız. Bizi ne kralın tacı, ne de kısa günün kazancı kurtaracak formaliteden bunların hepsi. Asıl olan formaliteler değil formüllerdir...

]]>
Sun, 11 Sep 2022 18:26:56 +0300 Elif Can
EHVEN & İ & ŞER https://edebiyatblog.com/ehven-i-ser https://edebiyatblog.com/ehven-i-ser Ehvenişer: Günümüzde bu kelime kötünün iyisi olarak kullanılır. Kötü şeyler arasında seçim yaptığımızda daha az kötü, arasında daha hafif olandır.

Yüzyıllardan kalma bit hasretler hepimiz eski yaşantılara özlem duyarız. Eskilerde yaşamak tarihte gömülmek ister ruh. Eskilerden yadigar kalan bir çok yapıyı hakkıyla koruyamıyoruz. Dilde korumak bizimkilerin hepsi. Çizdiğimiz mutluluk resminin ehvenişer bir köşesine yerleştirelim dilde koruma kelimelerimizi.

İnsan duyduğunu değil gördüğünü yaparmış. Mutlu bir resim gibi görüp yapabilmek adına enazından. Kumdan kaleler alın birer birer karşınıza çarptırmamak için dalgaya sarfettiğimiz çaba misali taştan kalelere de çaba verin. Bu ehvenişer seçimlerin olduğu bir yaşamda kapılar ardında kaçtığım zamanlar boş vermiştim. Zırhı paslanmıs bir kahramandan sıyrılıp kaçarcasına çıktım hücrelerimden,  koruyup kollayabilmek adına. Ne yazık ki koruyabilmek için seçimler yapmakta koruyucu yerine daha yıkıcı olabiliyor. Ömrümün takvimine yazı oldu bu kavram, üretebilmek, çabalayabilmek, yılmadan birşeyleri korumaya çalışmak, değerlere sahip çıkmak çok yorucu olabiliyor bu yüzyılda. Kendini kurutmuş bir nehir makamından sıyrılıp, karanlık çökmeden yola koyulmak lazım. Önce yere düşen bir eser taşını yerine yerleştirmek lazım, sonra her gece kendimize nöbet yazıp mesai alıp onları korumata almak... Daha sonra ise aynı toprakta yetişen ayrı dalların çiçekleri gibi açmak lazım, çevreye güzel kokular yayabilmek...  En sonunda ise yağmurdan dökülen, dağlardan süzülen, denizde can veren nehirler gibi, aynı hayale kapılmış, aynı ormanda kaybolmuş çiçekler gibi olalım. Unutmayalım ki bütün seçimlerde ehvenişer tabii tutuyor kendini bize...

]]>
Sun, 11 Sep 2022 18:21:58 +0300 Elif Can
2 GÜN'DEN & UNUTULAN BEDENLER https://edebiyatblog.com/2-gunden-unutulan-bedenler https://edebiyatblog.com/2-gunden-unutulan-bedenler

MERHABA AKİS , 
BU GÜN SANA ŞİİR GİBİ YAZMAK İSTEDİM . 
BİR UMUTTU BANA SENİ UNUT DİYEN AKİS ,HATIRALARIMDA BİTMEZ TÜKENMEZ YALANLARIN VARKEN VE ONCA ÖLÜ RUHTAN SONRA CANLANMAZ TOPLADIĞIMIZ BEDENLER . KARŞINDAYIM YİNE VE YENİDEN . SAKLANDIĞIM DUVARLAR DAHA DOĞRUSU ARKASINA SAKLANDIĞIM NEDENLERLE BİRLİKTE , TOPRAĞA KARIŞTI CESARETİM . GÖMDÜM HEPSİNİ BİR AĞACIN ALTINA . SORACAKCAKSIN,  KARŞIMA ÇIKMAK ZOR OLAN DEĞİL Mİ ? DİYE . HAYIR , DEĞİL ASIL ZOR OLAN VE CESARET GEREKTİREN YAŞADIĞIM BOĞUK KARANLIK ACIYA DEVAM EDİP KATLANMAK  OLACAKTI . YAPAMADIM MAALESEF .ÇIKTIM KARŞINA , BAKIYORUM SADECE BENİ ANLA DİYE . SAATLERCE KALACAĞIM YANINDA İNSANLAR GELİP GEÇECEK , ARABALAR ÜSTÜMÜZE SÜRECEK IŞIKLARINI , BİZ GECEYE KALACAĞIZ . HESAPLAŞMAK DESEN DEĞİL . BAKACAĞIM ÖYLECE SURATINA . BELKİ DE SUÇLAYACAĞIM SENİ  PEŞİNDEN GELİRKEN.
BİLE İSTEYE , DÜĞÜMLENİP RUHUNA KARIŞACAĞIM , SARKACAĞIM ŞAKAKLARINDAN , SEN KONUŞURKEN İNSANLARLA, BEN GÜLECEĞİM .  KİRPİKLERİNİN UCUNA DENK GETİRECEĞİM GÜNEŞİN DOĞUŞUNU , SABAHIN SOĞUĞUNU BEKLEYECEĞİM . FİLM GİBİ OLACAK , MİSAL SEN DALGALI BİR DENİZİ CANLANDIRACAKSIN BENSE GÖĞE TUTUNMAYA ÇALIŞAN BİR UÇURTMAYI . SÜZÜLÜP SAVRULACAĞIZ , UÇAKLARA KAFA TUTUP KUŞLARIN KANATLARINDA SAKLANACAĞIZ . DURACAĞIZ ÖYLE , DURUP DURACAĞIZ ...
 
AĞAÇ DALINDAKİ YÜZLER ,YAPRAKLARI ARASINDA GEZİNEN RÜZGAR ,
YABANCILAŞTIRDI BİZİ BU ŞEHİRLER ,
SÖYLEYEMEDİĞİM NE VARSA HEPSİ PEŞİMDELER . 
 
                                                                                                                                                           
                                                                                                                                                 "SEVGİLERLE FERİZZ"

 

]]>
Sun, 11 Sep 2022 11:42:03 +0300 gecesizsaye
Aklını Kullan(MA) https://edebiyatblog.com/aklini-kullanma https://edebiyatblog.com/aklini-kullanma Aklini kullanan, nefsini dizginler!

Akıllı insanları yönetmek zor, insanların aklını kullanması kapitalist sistemin işine yaramayacagi için tüm düzen akıl kıtlığı üzerine kurgulaniyor. Sen aklıni kullanma ki biz seni daha kolay yonlendirelim, daha çok kandırıp kazancına ortak olalım, asgari ücretle gecinsende cebine ısırılmis elma cihazları koyduralim, sen hiç bunlar için aklını zorlama, gündüz kuşağındaki programları izlemeye devam et tüm ulkenin en büyük derdi yemek, güzellik, eğlence olduğuna inan ki hayatin merkezine bunlari al. Velhasıli sana verilen en değerli emaneti biz senin yerine koruma altına alalım diyen bir zihniyet olduğunu ne zaman fark edeceğiz acaba!

 Çocuklarımıza daha anne karnı da zeka gelistirici aktivitelere başlarken, anne ve babanın kendi zekasını aktive etmesi gerektiğini unutabiliyoruz, gündüz kuşağı izlerken, sosyal medyayı sadece tüketici olarak ve tükettiği şeyleri paylaşmak için kullanırken, kitap okumayıp sadece kitap okumanın faydasını dinleyerek kültür seviyesinin arttığına inanan bir aileden nasıl bır nesil yetişecek dersiniz.

Bir şeylerin sadece faydasını bilmek kavanoz dışından bali yalamaya benzer. Çocuklara birşeyin faydalı olduğunu ancak yaşayarak ögretebiliriz. Zeka oyunları ile geliştirmeye çalıştığımız çocuklarımizin, ekran bağımlısı haline gelmesinin sebebi ne olaki ? Sadece faydayı sunup arka tarafta onu kullanamaktir. Bir odada zeka açıcılar verip diğer odada ekran başında oturarak daha akıllı nesiller yetiştiremiyoruz malesef buna ben de dahil...

Akıl sahibi olduğumuzu ve gelistirmek için kullanmak gerektiğini en kısa zamanda hatırlamak dileği ile...

]]>
Sun, 11 Sep 2022 06:53:10 +0300 Tuba KAYA
1 GÜN'DEN & SAKLAMBAÇ https://edebiyatblog.com/1-gunden-saklambac https://edebiyatblog.com/1-gunden-saklambac  MERHABA AKİS 

    RÜYAMADA SENDEN SAKLANDIĞIMI  FARK ETTİM , NEDENDİR BİLMEM   SANKİ BENİ BULAMADIĞINDA HER ŞEY YERİNE OTURACAKMIŞ GİBİ , BOMBOŞ BİR SAYFAYA ATTIĞIM VİRGÜLLER GİBİ DE... BENİM HER SEFERİNDE  BİR HEYECANLA SENİ ARAYIŞLARIM HÜSRANLA SONUÇLANIYORDU ÇÜNKÜ. ÖYLECE BİR KAPI ARKASINA GEÇİP SIRTIMI DUVARA YASLADIM . BENİ BULABİLİR MİSİN BİLMİYORUM AMA DİZLERİME YASLAYIP ALNIMI SENİ BEKLEYECEĞİM KARANLIKTA . DÜN GECE FİLM İZLERKEN DE ÇOK AĞLAMAK İSTEDİM AMA AĞLAYAMADIM AĞLAMAMAM GEREKTİĞİNİ BİLİYORDUM . BİLİM KURGU  FİLMİYDİ . UZAY , ZAMAN , BEKLEYİŞ ASLINDA SONSUZ BİR KARANLIĞI ANLATIYORDU BEN O ANDA DA SENİ ARADIM . HER SAHNEYE SENDEN BİR İZ EKLEDİM . BÖYLE DÜŞÜNÜNCE TABİ GÖZLERİM DE DOLDU AKLIMDAKİLER DE VE DÖKÜLMEYİ BEKLİYORLAR , SENİ BEKLİYORLAR EN ÇOKTA GELMEYİŞLERİNİ . BAŞI BOŞ SAKLANIYORUM İŞTE , ÖYLECE TAM DA ORTADA GİZLENİYORUM BİLİYOR MUSUN .İNSANLAR ARADIKLARINI BULAMADIKLARINDA DÖNÜŞÜR VE DEĞİŞİRLER , GENİŞ ZAMANDA KENDİNİ BULMAK OLGUSU ÜZERİNE VE HAYATI ANLAMLANDIRMA AŞAMASINDA BOCALARLAR . SANIRIM BANA DA BUNDAN OLUYOR . ÖZLÜYORUM DEĞİŞİYORUM , ARIYORUM DÖNÜŞÜYORUM . EN ÇOK KENDİME KIZIYORUM BU OLANLAR YÜZÜNDEN AMA DUYULMAK İSTENENLER ÇIKMIYOR BAZEN AĞIZDAN . ADIMI SANKİ SENDEN DUYMAK İYİ GELECEKMİŞ GİBİ BÜTÜN YAPTIKLARIMI BOZUP  , SAÇMALIORUM . NE OLACAK Kİ SONUNDA BU HAYALİN , KİM KİMİN YANINDA SOLUKLANACAK , BEN NE İÇİN VE NELER İÇİN  YAZMAYI BIRAKACAĞIM . TARİHLER DEĞİŞİRKEN  BİR BİR VE TAKVİMLER BİTERKEN HAYATIMIN UCUNDA , BENİ GERÇEKTEN BULABİLECEK MİSİN ? ÇIKARABİLECEK MİSİN KARANLIKTAN ? BEN GÖKYÜZÜNE AŞIĞIM SIĞDIRABİLECEK  MİSİN  GÜNEŞİ GÖZLERİNE ...

   AKİS HER ŞEYE RAĞMEN ALDIRMA BU SÖYLEDİLERİME . NASIL KENDİM DÜŞTÜYSEM BU DÖNGÜYE KENDİM ÇIKACAĞIM BİR ŞEKİLDE BİLDİĞİM TEK GERÇEK BU . SENİN BİLE BİR HAYAL ÜRÜNÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM . BENİ BEN YAPAN BU BOŞLUK BENİM ASLINDA . DERT ETME OLUR MU İYİYİM BEN  FAZLACA YAZARAK YANINA GELMEYE ÇALIŞACAĞIM AMA YİNE DE ARA BENİ HER BULAMADIĞINDA İSE BİR RESİM ÇİZ . BEN SENİ HER KAYBEDİŞİMDE ELİMDE KALEMLE İLHAM ARIYORUM BENDİMDE ...      

 

                                                                                                 "SEVGİLERİMLE FERİZZ" 

]]>
Thu, 08 Sep 2022 22:55:41 +0300 gecesizsaye
Bardağın Dolu mu&Boş mu? https://edebiyatblog.com/bardagin-dolu-mu-bos-mu https://edebiyatblog.com/bardagin-dolu-mu-bos-mu Bardağın Dolu mu- Boş mu?

"Bardağın dolu tarafını görebilmek." Tamam gördüm ama boş tarafida hala bos, doluyu görmek o boşluğu doldurmuyor değil mi?

Peki ne yapalım olumlu bakmayalim mi hayata, pozitif dusunmeyelim mi, dünya tüm olumsuzluklarina rağmen çok güzel demeye devam mi edelim? Negatif tarafları hiç yokmuş gibi bakmak o negatifi düzeltme imkanıni nasıl verecek.  Sadece dolu tarafi görmek sadece boş tarafi görmek kadar toksit etki yapabilir hayatımıza, bir de şunu deneyelim mi? Bardağın her iki tarafında gorebilmek.

Başıma gelen olay ne tamamen olumsuz, ne de tamamen olumlu, olmak zorunda hissetmemek bu durumdan çıkmak için güzel bir yöntem olabilir, siz ne dersiniz?

]]>
Thu, 08 Sep 2022 10:55:54 +0300 Tuba KAYA
EVREN EVİ https://edebiyatblog.com/bas-asagi-kelebekleri https://edebiyatblog.com/bas-asagi-kelebekleri Bir ağaç kavuğu düşünün, yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgi. Ürkekliğim üzerindeydi o kavuğun içerisinde. Elinde olup da bile bile ölüme göz yummaktı belki de. Etrafıma sardığım koza beni korurdu kötülüklerden. Hep sarmaya çalıştığım kanatlarım vardı kendime. Ruhum soğumaya başlarsa o zaman uçardım. Öyle sanıyordum. Olup biteni izlerdim bulduğum küçücük bir delikten. Hayatı takip etmeye çalışmak oyundu dikenli teller arasında. Hiçliğe sahip olduğum bu soğuk evrene art arda kelepçeler vurduğumdan gökyüzünden kanatlarıma yıldızlar düşürüyordum. Ben ben değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. Kendimden kendimi azat edemediğindendi ya zaten kırıklıklarım. Baktığım yerde değil gördüğüm o minik küre içinde baş aşağı olmuş, adlandıramadığım hislerim sağlı sollu sıkıştırıyordu beni. Sorun şu ki asla kaçacak bir iğne deliği bile bırakmamalarıydı. Bir kaçış yolu vardı aslında ama ben kendimi kendimden çalamadığım için sıkışıp ölmeyi bekliyordum. O kozadan ve etrafımda ağaç kavuğundan kanatlarımı terk etmek, kaçıp hep uzaktan izlediğim evrene ayak basmak zordu. Dünyayı izlediğim küçücük boşluktan ruhumu geçirebilir miydim bilmiyordum. “Acaba"larım vardı. Olur da bir gün çıkarsam dışarıya silip atacaktım düşlerimdeki yağmur izlerini. Her şeye rağmen inanıyordum yine de o küçük deliği yırtıp maviye tutsak olup beni kafesine hapsetmesine izin verecektim. Kanatlarımın bir günü rehin olarak geçirmesini içimdeki yirmi dört saatlik mutluluğa sığdıracaktım. Çünkü ben hep hasretle beklediğim kasırgaları gökkuşağı gibi renklerine ayırıp benliğimin içinden geçirecektim. Doğru yerde doğru zamanda kanat çırpıp kasırgaları savuracaktım dünyanın her bir yerine, kozandan çıktığım günün akşamına ölümü her şeyimle hissedebilmek için. Ben bir günde hem yaşamı hem ölümü mezarıma götürecektim.

]]>
Wed, 07 Sep 2022 15:23:26 +0300 gecesizsaye
Sana inat, yaşarım… https://edebiyatblog.com/sana-inat-yasarim https://edebiyatblog.com/sana-inat-yasarim Çizgiyi geçmedim ben hissettim önce, sonra durdum. 

Siz! Hayat süren leşler, zaferiniz daima olacak vurgun,

Elimde gençliğimin beyaz saçlı sayfaları var,

Bahaneler üreten sizlere, olacak kapım hep duvar,

Ne sevda bıraktınız, ne de yürek insanda,,

Tozlu aşkımı kaldırdım,

Odamın tozlu bir rafına,

Zırhını kuşanırım her gece özgürlüğün,

Kanar kanadı sol yanımın,

Şafak bize yine kördüğüm,

Çalın davulları yokuştan aşağıya doğru 

Bir türküdür tutturduğun amma

Duyanın hiç olmadığı,

Galibi yok, mağlubu yok, benim dünyamın,

Şehidi yok bu sokakta,

geçtiğin bu mezarlığın.

Korkacaksan çıktığın bu meydandan,

Desturu çekip sıvış kardeş

Arkana bile bakmadan,

Ziyan olanlar da, senin gibi düşünürdü,

Kafayı çekince hepsi birer ninjaya dönüşürdü,

Sizlerin taptığına, ben çoktan dedim pul,

Saymam sizi insandan,

Olamazsın hakka iyi bir kul,

Siz hayal kurarken, ben “o” nu yaşarım,

Ölmem ben bu sokakta,

Size  inat yaşarım…

Düştüğümü sandığında, ben dinlerim.

Kafam eserse yanına doğru,

Bir volta atıp geri gelirim…

]]>
Mon, 05 Sep 2022 23:35:58 +0300 siirsel__sanat
ZİHİN BULANTISI https://edebiyatblog.com/zihin-bulantisi https://edebiyatblog.com/zihin-bulantisi Bulutlar gökyüzünü tutsak etmiş , kuşlar sesini çiçeklere kadar savuruyor . Hafif esen rüzgar kirpiklerinin ucuna hüküm sürüyordu. Oturduğum çimenlerin ıslaklığını hissediyor , havanın sarsıcı güzelliğinin tadını çıkarıyordum. Yoldan geçen arabaları ve içindekileri seyredip , insanların yüz ifadelerini yüzümde barındırdığım , bazen alay bazense tebessümle izliyordum. Birbiri ardını takip eden aynı suratlar . Bir zamanın peşine takılmış dünyalılar. Fazla gösteriş bolca kibir. Sadece kıyafetlerle sarılı bedenler . Beden demeye bin şahit, et yığınları. Derin bir nefes aldım . Yetmiyordu işte , ne aldığım nefes ne de yaşadığım hayat . Yetmiyordu ! Dudaklarım yoruldum dese de , ruhum kabul etmiyordu . Neydi o zaman derdim ? Ne almalıydım hayattan ? Bana göre dert çok , yapacak bir şey yoktu . Düşündüklerim duyduklarımla uyuşmuyordu. Hep daha fazlasını istediğim yerde ; hep daha azını almak , o hırsla çıktığım merdivenleri yüzümde ağlamaklı bir ifade ile inmeme neden oluyordu. Yorulmamıştım halbuki... Bazen kendimi takım elbisenin önemli parçası olan kravat gibi hissediyordum. İçindeki adam kravatı sevmese de, onu boğsa da ihtiyacı vardı ona. Kravatsız olursan ne saygı kalır ne de ciddiyet . Ancak iş bitti mi boynundan çıkarılan , bir köşeye fırlatılan bir kumaş parçası olmaktan geri alınamıyordu. O kumaş parçası gibi hem önemliydim hem de sıkıcı. Sıkıyordum herkesi . Bazen de topuklu ayakkabı bir kadının en önemli aksesuarı ama acı veren , sanki bir bıçak üstünde yürüyormuş hissi veren topuklu ayakkabı . Hem sıkıp hem can acıtıyordum. Normal miydi bu durum ? Hiç sanmıyorum . Yalnızlık etrafımda sinsi bir yılan gibiydi. Doğru zamanı bulsa zehirleyecek ... İçime zincirler vuruluyor acı acı. Canımı ezmek istercesine . Uçan bir kuşa takıldı bakışlarım . Özgür. Gökyüzünün hakimleri . Günün kanatları, uçmanın en güzel yanı . Yanık sesli bir türkücü gibi dillerinde dolanan notalar . Deniz karaya vurdukça saz gibi eşlik ediyor onlara . Gökyüzünün hakimleri... Sonra yavaş yavaş veda eden gün . Kuşlar daha çok canlanmış güneş yüzümü delice dövüyor. Korkmadan meydan okuyorum ona . Karşında güçlü durabildiğim güneş, darbelerini indirmeye devam ediyor. Direnmiyorum, kaçmıyorum. Galibiyet benim . Güneş uzaklaşıyor sükunetle. Günler geçiyor ama yetmiyor . Geceyi o kadar hızlı yaşıyoruz ki yıldızları kucaklamak zorlaşıyor. Gün gün eriyip bitiyoruz . Geceye teslim edildik . Sonra anlıyorum ki meğer kazanan güneşmiş ben kaçtığını sanarken o geceye devrediyormuş biz dünyalıları . Gece ve gündüz hüküm sürüyor üzerimizde. Ne kaçabiliyoruz ne de saklanabiliyoruz . Bir köşede çürümeyi bekliyoruz. Zihnim , oyun oynuyormuş gibi sildi birden düşüncelerimi. Ayağa kalkıp , üzerimi silkeledim. Sokak lambalarının , kaldırımları yuttuğu karanlık bir kuytuya doğru ilerlemeye başladım . Sürüklenerek sokakta kayboldum. Silinerek zihnimi kaybettim . Karadeliğe düştüm..

]]>
Thu, 01 Sep 2022 21:48:33 +0300 gecesizsaye
:) https://edebiyatblog.com/3540 https://edebiyatblog.com/3540 kalmamıştı. Her şey üst üste gelmişti, kardeşleri aklına gelince öylece kala kaldı yerinde.

  Erdal: Abi kardeşlerim.

Yalçın: Korkma evlat.

            Dedi ve Erdal'ın sırtına yavaşça iki sefer vurdu. Erdal'ı henüz tam anlamıyla tanımasa da, onda kendini görüyordu. Babasını bulamamasına sinirlense de elinden bir şey gelmiyordu, bir yandan annesinin cansız bedeni aklından gitmezken, diğer yandan da aklı kardeşlerinin nerede olabileceğindeydi. Geldikleri yolu tekrardan dönerken ikisinin de aklında tek bir soru vardı, çocukların nerede olduğu? Yalçın belli etmemeye çalışsa da çocukların başına bir şey gelmesinden çok korkuyordu. Zaman aleyhlerine işliyordu, iyi mi yoksa kötü mü? İkisi de bunu bilmiyordu. Evin önüne gelince, çoktan polis ve cenaze nakil aracının evin önünde olduğunu gören Erdal’ın bir anlık nefesi kesildi, gözleri doldu.

     Artık kimsesi kalmamıştı neredeyse Erdal'ın. Bir teyzesi vardı, onun da kocası ne beni ne de kardeşlerimin yanlarında kalmamıza izin vermezdi. Kardeşlerimi bir an önce bulmam gerekiyor diye düşündü Erdal. Ne, nasıl olacaktı oda bilmiyordu, şu anda tek isteği kardeşlerinin yanında olmasıydı. Gözlerinin önünden giden cenaze aracının peşinden koşarak, ‘anne’ diye bağırdı ve giden aracın arkasından koşmaya başladı. Cenaze aracı durmamıştı, gidiyordu sanki; ölenin geri gelmediği gibi oda gidiyordu ve durmuyordu hiçbir şekilde. Yalçın ne yapması gerektiğini bilmeden Erdal’ın arkasından bakıyordu, onun da gözleri dolmuştu. Her ne kadar annesi yaşasa da, sanki Yalçın’ın annesi ölmüş gibi hissediyordu. Bu hayattaki en büyük acılardan biri de annesizliğin olduğunu bilse de, şimdi daha iyi anlıyordu Yalçın.

  Erdal, koşmaktan bacaklarında hal kalmamıştı ama hala koşmaya çalışıyordu, anne diye bağırsa da cenaze aracı göz önünde kaybolmuş ve yok olmuş gibiydi, Erdal için. Bacaklarında takat kalmayan Erdal kendini yolun ortasına bıraktı, annesinin sesi sanki kulaklarında çınlıyordu, annesinin cansız bedeni çıkan eve geri girse annesine sarılacakmış gibi hissediyordu.

     Erdal’ın yere oturduğunu gören herkes etrafında toplanıp teselliler verirken, Yalçın da Erdal’ın yanına doğru yürümeye başladı. Her ne kadar perişan da olsa birinin ayakta durup, destek olması gerektiğini biliyordu Yalçın. Göz yaşlarını eliyle sildikten sonra, daha da hızlı adımlarla Erdal’ın yanına geldi.

      Yalçın: Evlat, hadi kalk. Kardeşlerini bulacağız, onlar için ayakta kalman lazım.

    Erdal sanki, bu anda değildi. Giden cenaze nakil aracının gittiği yola boş gözlerle bakıp, ağlıyordu. Evden çıktığı için kendini suçlamaya hala devam ediyordu.

      Erdal: Benim yüzümden anam öldü, benim yüzümden.

      Yalçın: Evlat, kalk ayağa kardeşlerin için ayakta kalman lazım. Onlar seni bu halde görürse daha da kötü olurlar, zaman çözüm değil. İçindeki alevlerin daha da büyümesine neden olur, ama senin ayakta kalman lazım için yanıp kül olsa bile, kardeşlerin var.

Yalçın’ın bu sözleriyle beraber, Erdal göz yaşlarını sildi elinin tersiyle, kardeşlerini bulması lazımdı ama nasıl olacaktı oda bilmiyordu. Başını kaldırınca komşularından Ayşe teyze konuşmaya başladı.

      Ayşe teyze: Erdal oğlum, sabah baban olacak o adam kardeşlerini götürdü. Annen arkasından götürme falan dedi ama baban dinlemedi dahi. Oğlum sen benim her ne kadar öz olmasa da oğlum gibisin, sadece benim değil tüm mahallenin oğlusun sen de kardeşlerin de. Unutma bunu oğlum, kardeşlerin için ayakta kalman lazım, bu bey doğru söylüyor.

    Erdal babasından iyicene nefret etmeye başlamıştı, ama nefreti de içinde yaşamak durumundaydı. Her şeyi ve herkesi ne kadar umursamasa da doğruyu söylüyorlardı. Oturduğu yerden kalkıp eliyle yüzünü kapatıp, düşünmeye başladı, o adamın kardeşlerini nereye götürdüğünü, teyzesi vardı bu hayatta ve babaannesi ikisinden birine götürmesi çok yüksek bir olasılıktı. Derin bir nefes aldı, sanki gökyüzündeki tüm havayı almak istermişçesine. Ama olmuyordu, kardeşlerini bulsa bilene nereye gideceğini, ne yapacaklarını hiç bir şekilde bilmiyordu, matematik dersi iyiydi Erdal’ın ama şu anda önüne gelen denklemi çözemiyor, uğraşıyor çözebilirim diye ama yok başaramıyordu. Hayallerinin peşinden gitmek için babasına karşı çıkıp, evden kaçmıştı ama artık o hayali de gerçekleştirmek isteniyordu. İçindeki tüm hevesi yok olmuştu, önce hayal kurulur sonra da çalardı tüm insanlar, ama Erdal için ne bir hayal kalmıştı, ne de bir aile. Bugüne kadar aile diye bir şeyi yoktu, vardı ama ne bir sevgi ne de bir saygı vardı o ailede hepsi bir birinden kopuktu, bir tek annesi o sevgiyi verirdi çocuklarına, o sevgi de bir yere kadar anne sevgisi ne kadar önemliyse, baba sevgisi de o kadar önemli. Erdal’ın ve kardeşlerinin bir yanı hep eksikti, her şeyiyle. Eve ne bir para bırakırdı ne de bir sevgi gösterirdi çocuklarına, çocukların yüzlerindeki mutluluk yavaşça silindi bunun en büyük sebebi her gün para da para diyen ve annelerini döven bir baba yüzündendi. Anneleri öldü, babaları kaçtı, kimsesiz kalan 6 kardeş, her şeyi mantıklı yoldan çözmeye çalışan Erdal bilene sanki; her şey olup biterken, ölüyordu, hissizleşiyordu en çok da kimsesizleşiyordu. Bundan korkmuyordu Erdal, hayatına bir şeyler katacağını bildiği için korkmuyordu, ya da korkmaktan vazgeçiyordu.

   Herkes bir bir evlerine dağılmış ve yine kalan Erdal’la, Yalçın olmuştu. Erdal ruh gibiydi, kendisi bilene kendini bilmiyordu, tanımıyordu, hisleri alınıyordu ellerinden. Bir şeyler sadece oluyordu, bir tepki bilene vermiyordu. Aslında en büyük tepkiyi veriyordu oda yazar, Tülay Koçağın da dediği gibi;

   ‘Sakin kalmayı öğren. Çünkü bazı durumlarda tepkisiz kalmak en doğru davranıştır. Ve unutma... En büyük tepki tepkisizliktir.’

Tepki vermeye çalışsa bilene, bir tepki vermiyordu Erdal, kalp kırmaktan korkuyor, insanlar çevresinde çok az ve az olan insanların da gitmesinden korkuyordu. Korkması da eline herhangi bir çözüm sunmuyordu bunu bilmesine rağmen hala sessizliğini korumaya devam etti, Yalçın’ın sorduğu soruları bilene cevaplamadı sadece sustu. Bir yere baktı uzun uzun, ama bir türlü çıkamadı bu döngünün içerisinden. Dışarıdan gelen ses, ya da görüntülerle alakası yoktu, Erdal’ın dalıp dalıp gitti, düşündü hatta boğuldu ama çıkamadı bir türlü o bataklıktan.

“Erdal hadi bak yemek istedim, bir kaç lokma bir şey ye.”

  Yalçın hala Erdal’la konuşmaya çalışıyor ama hala, bir cevap dahi vermiyordu Erdal. Zor olduğunu tahmin edebiliyordu Yalçın o yüzden pek üzerine gitmedi Erdal’ın. Her ne kadar bu durumuna çok üzülse de elinden bir şey gelmiyordu Yalçın’ın, bazı durumlar için sessizlik ve yalnızlık gerekiyordu bunu bildiği için, Erdal’ı rahat bırakıyordu Yalçın. Sessizlik her ne kadar bir şeyi ifade etmesi de Erdal için susuyordu sadece. Sessizlik sadece bir odada yalnız kalmaktan ibaret değildir. Odada onca insan varken de yalnız kaldığını hissedebilir herkes. Bunu en kötü bir şekilde anlayan sadece Erdal, herkesin onu anlamadığını ve anlamayacağını düşünüyordu Erdal. Kardeşlerinin nerede olduğunu dahi bilmeden ilerlemek durumunda kalıyordu. Yalçın derin bir nefes aldı ne olması gerektiğini kendisi de bilmiyordu. Evin kapısı çalınınca Yalçın kapıyı açmak için ayaklandı ve kapıya doğru ilerledi, kapıya gelince kapıyı açtı.

“Merhaba. Ben Cevdet, Erdal’a bakmıştım.”

“İçeride kendisi.”

    Yalçın'ın tanımadığı o adam içeriye girdi ve Yalçın yolu göstermesine gerek kalmadan adam evin odasına doğru yol aldı. Yalçın açıkçası gelen bu adamın kim olduğunu merak etmişti o yüzden hızla kapıyı kapatıp adamın peşinden odaya doğru ilerledi.

“Merhaba. “

  Diyen adamla beraber tepkisiz kalan Erdal bir tepki vermişti sonunda ve gelen adama bakmıştı, ağlamaktan gözlerinin içi kızaran Erdal adamı görünce şaşkınlıktan gözleri açıldı. Yalçın, Erdal’ın bu tepkisiyle kaşlarını çattı ve ikisini izlemeye başladı.

“Ne işin var burada?”

  Diye öfkeyle bağıran Erdal’a Yalçın şaşırmayın edemedi, bir kaç saniye içerisinde üzerindeki şaşkınlığı atıp hemen Erdal’ın yanına gidip elini sırtına koydu ve sıvazladı Yalçın.

“Sakin ol evlat, adam kimdir? Nedir? Bilmeden bağırma.”

 “Ağabey nasıl bağırmam? Bu adamı ben tanıyorum. Annem de tanıyordu, hem de çok yakından.”

“O zaman nedir bu öfken evlat?”

“Kendisi dayım olur. Gerçi ne kadar yaptıysa orası meçhul. Anneannem ölünce miras kavgası oldu, dayımın o kadar-“

“Erdal bence bunu burada konuşmayalım, bir hataydı.”

“Öyle mi? Hata mıymış? Annemi bıçaklamanın neresi hata söyle bana, ha neresi hata?”

  Erdal’a bakan başını yere eğince adam, Yalçın kendini aralarına girmek zorundaymış gibi hissetmişti.

“Erdal sakin ol ve otur şuraya. Sizde şuraya oturun beyefendi.”

  Erdal’ın sakinleşmek gibi bir niyeti yokmuş gibi hemen konuşmaya başladı.

“Ben gidiyorum kardeşlerimi bulmaya. “

  Diyerek bir adım atınca Yalçın kolundan tutup tam bir şey söyleyeceği sırada Cevdet’in sesi duyuldu.

“ Kardeşlerin benim yanımda, baban bugün yanıma geldi ve annenle işleri annenle işleri olduğunu söyledi. Bende şaşırdım çünkü; onca senedir birbirimizi görmüyorduk ama bir şey demedim. Seni sorduğumda ise, işte dedi. Bir saat geçti babanın dediği saat üzerinden belki işleri uzamıştır diye gelmedim. Bu sefer iki saat daha geçti merak edip geldim, olanları konu komşudan öğrendim ne denir cidden bilemiyorum Erdal. Yaptıklarım için de pişmanım cezamı da çektim, gel bu aramızdaki savaşı bitirelim. Yeni bir sayfa açalım, kardeşlerinle beraber olup o güzel olmayan sayfalara karşılık temiz ve güzel sayfalar açalım.”

  İlk başta Yalçın ve Erdal şaşırsa da birkaç saniye içerisinde ikisi de kendine geldi. Erdal dayısının yüzüne bakıp yüzünü buruşturdu.

“ Yeni ve temiz sayfalar öyle mi?”

“Evet, öyle.”

“Seninle yeni sayfa açmayı geç, su içmeye dahi gitmem. Buraya gelip vicdanını rahatlatmaya çalışıyorsun ama onu dahi beceremiyorsun dayı! Kardeşlerimi getiriyorsun hemen bu eve ve bir daha karşımıza dahi bir daha çıkayım deme! Gelip geçici bir şeyden ötürü annemi bıçakladın, bir de karşıma geçip diyorsun ki; “Ben cezamı çektim.” Senin cezamı çektim diyerekten etrafta dolaşıyorsun da, para verip hakimin önüne takım elbiseyle çıkıp, yalancı şahitler tutarak cezanı çekmiş olmuyorsun! Bir hatanı örtmeye çalışmak yerine daha da hata yapıyorsun! Çık git evimden, bana kardeşlerimi getir.”

  Cevdet hızla odadan çıkıp gidince birkaç saniye içerisinde dış kapının çarpılma sesi evin içinde ve dışında yankılanarak duyuldu.

“Evlat, hadi sakinleş biraz. Dayının yaptığına haklı senin yaptığına haksız veya onun yaptığına haksız, senin yaptığına haklı diyemem ikinizin de haksız olduğu konular da var, haklı olduğunuz konular da var.”

 “Sakinim ağabey ben. Birden bire karşıma çıktı ve sanki; hiçbir şey olmamış gibi konuşması zoruma gidiyor.”

“Kimin olsa gider illa ki ama sabret bu zorlu günler geçecek ve geçtikten sonra daha mutlu günler seni bekliyor olacaktır, buna emin ol evlat.”

“Bilmiyorum ağabey. Kardeşlerim bir hayırlısıyla gelsinler gerisi şu akar yolunu bulur misali.”

Cevdet’in gitmesinin üzerinden yaklaşık olarak iki saat geçmişti. Bu iki saat içerisinde Erdal düşünmüş ne yapacaklarını ama bir yol bir türlü bulamamış. Yalçın ise, Erdal gibi düşünmüş ne yapmalıyım diye aklına Erdal’ı ve kardeşlerini yanına almak gelmiş ama Erdal’ın kabul edip, etmeyeceğini bilmediği için sadece susmuştu. İkisi de bir şeyler düşünürken dışarıda oturuyorlardı ve mahallenin ortasında çocuk sesleri duyuldu.

“Ağabey...”

Diye bağırarak gelen üç küçük çocuk ve üç küçük çocuktan biraz daha büyük iki çocuk daha vardı Yalçın onları izlerken, Erdal ve üç çocuk koşarak birbirlerine sarıldılar. Yalçın’ın bu kavuşmayla gözleri doldu ve keşke benim de bir kardeşim olsaymış diye içinden geçirdi. Gözlerinden yaşlar akarken çocuklar görmesin diye etrafa bakmaya başladı, gözleri pencereden onlara bakan insanlara takıldı, insanlar da bu hallerine gözleri dolu doluya seyrediyorlardı. Yalçın tekrardan çocuklara bakınca içinden bir şeylerin eriyip gittiğini hissetti, boğazı düğümlenirken çocukların bu kavuşmanın duygusal bir kavuşma olduğundan haber darsızlardı.

“Hadi eve gidelim.”

Çocuklardan biri bunu söyleyince Yalçın hızla boğazını temizledi ve ardından konuşmaya başladı.

“Evinizde tadilat var, o yüzden isterseniz benim evime gidebiliriz.”

Çocuklar başta kabul etmese de Yalçın’ın yoğun ısrarı üzerine kabul etmek zorunda kalırlarken, Erdal konuşmaya başladı.

“Ağabey ben böyle bir şeyi kabul edemem.”

“Bende bu evde kalmanızı kabul edemem. O yüzden itiraz istemiyorum benim evime gidiyoruz.”

“Ne desem de götüreceksin ağabey ama cidden kabul edemem sana karşı yeterince zaten mahcubum.”

“Mahcup olunacak herhangi bir durum yok evlat.”

“Peki ağabey. “

Demesine rağmen yüzündeki mahcubiyetin farkındaydı Yalçın. Cevdet’e baktığında arkası dönük bir şekilde geldiği yolu tekrardan gittiğini görünce bir şey demeden tekrardan çocuklara baktı.

“Erdal?”

“Efendim ağabey?”

“Alınacağım ama sana.”

“Ne için ağabey? Ne yaptım? “

“Daha ne yapacaksın, beni kardeşlerinle tanıştırmadın.”

Yalçın’ın bu dediğine hepsi birlikte kahkaha atmaya başladılar em sonunda kahkahaları durunca Erdal boğazını temizleyip Yalçın’a baktı.

“O zaman tanıştırmaya başlayayım.”

“Tabi.”

Erdal Yalçın'a eliyle, saçının iki yanı örgülü küçücük bir kız çocuğunu gösterdi Yalçın ise minik çocuğun yüzündeki şaşkın ifadesine tebessüm edip Erdal’a baktı.

“Bu minik 2 yaşında, ismi de Seçil.”

“Memnun oldum minik civciv.”

“Bende memyun oydum. “

Yalçın minik Seçil’in sesini duymasıyla gülümsemesi bir oldu. Erdal eliyle diğer bir kardeşini gösterirken tanıtmaya da devam ediyordu.

“Bu ise 6 yaşında, ismi de Selim.”

“Memnun oldum yakışıklı.”

“Ben de memnun oldum.”

“Hım şimdi diğerlerine geldi. Nazlı, 8 yaşında. Yaren, 10 yaşında. Toprak ise 15 yaşında.”

Yalçın hepsiyle tanışıp kibar bir şekilde memnun olduğunu dile getirirken çocuklar ya Yalçın’a aynı kibarlıkla karşılık verdiler. Biraz daha orada kaldıklarından sonra Yalçın çocukları da alıp yürümeye başladılar. Yarım saattir yürüdükleri için Seçil yorulduğunu elini tutan ablasına söylemişti, ablası ise onu kucağına alamayacağını söyleyince Seçil yolun ortasında durup, kollarını birbirine doladı. Yalçın anlamayarak yanlarına gidince Seçil yere oturmaya yeltendi ama Yalçın omzuna aldı Seçil’i. Yollarına devam ederken diğer çocukların da yorulduğunu düşünüp Yalçın parka doğru ilerleyip bir banka otururken çocuklar da koşarak oyun oynamaya başladılar. Toprak ne olup bittiğini hala anlamış değildi ve oturduğu bankta rahatsız bir şekilde oturmaya çalışıyordu ama beceremiyordu, sonunda içini kemiren şeyi sormak için konuşmaya başladı.

“Annem ve babam nerede?”

Yalçın, Erdal’a bakınca Toprak biraz daha şüphelendi. Erdal başını olumlu anlamda sallayınca ne olduğunu söyleyeceklerini Toprak anladı.

“O zaman ben başlayayım Erdalcığım.”

“Tamam ağabey.”

“Öncelikle Toprak bir şeyler soracağım.”

“Dinliyorum ağabey.”

“Erdal evden gittikten sonra ne oldu?”

Diyerekten sordu Yalçın, her şeyi bilmek ve her şeyin ortaya çıkmasını istiyordu. Toprak derin bir nefes aldı burada ne olduğunu bilmiyordu ama içinde kötü bir his vardı.

“Babam, ağabeyim gittikten sonra annemin üzerine bağırdı. Ama annem hiçbir şekilde karşılık vermedi hep sustu, ağabeyim bilir babam hep annemin üzerine yürür. Sonra dedi ki; “Bu oğlunu bul getir, gidip çalışacak!” annemin üzerine hala bağırıyordu. Annem yine bir şey demedi bu babamın sinirlerini iyicene bozdu ve evdeki eşyaları darma dağın etmeye başladı, karşı çıkmaya çalıştım ama beni itti. Bende kardeşlerim korkmasın diye onları yan odaya götürmeye kalktım ama beni tam gideceğim sırada annemi tehdit edip evden çıktı. Kapıyı öyle sert çarptı ki, ev başımıza yıkılacak sandım.”

Yalçın Toprağın söylediği her şeyi gözünün önünde canlandırdı daha sonrasındaysa tekrar konuşmaya başladı.

“Toprak, babanın tehdidini hatırlıyor musun?”

Toprak çabucak başını salladı olumlu anlamda, daha sonrasındaysa konuşmaya başladı.

“Şimdi gidiyorum ama döndüğümde Erdal olmazsa senin elimden çekeceğin var demişti.”

“Tamam.”

Dedi Yalçın. Her şey fazlasıyla karışıktı Yalçın’ın kafasında. Derin bir nefes alırken aklı hala olayın devamındaydı.

“Sonra ne oldu Toprak?”

Diyerek aralarına giren bu sefer de Erdal olmuştu.

“Bir saat veya iki saat geçti ama sen gelmedin. O arada babam alkol şişesiyle içeriye girdi, etrafa bakıp seni sordu, annem ise seni aradığını ve bulamadığını söyledi ama inanmadı babam. Sonra elindeki şişeyi annemin ayaklarının orada kırdı, bize bakıp amcam gile gitmemizi söyledi ama biz gitmedik. Sonra bizi alıp amcam gile zorla götürdü. Amcama söyledim olanları ama bizi kaile dahi almadı dediği tek şey şuydu; “Onlar karı koca barışırlar.” ama içim hiç rahat değildi, şuan bile rahat değil. Sonra baya bir zaman geçti amcama bizim gitmemiz gerek dedim ama bizi bırakmadı işte babam demiş “Ben gelene kadar çocukları bir yere gönderme.” bir şeylerin yolunda olmadığını tahmin ediyordum ama elimden bir şey gelmiyor ve sana da ulaşamıyorduk ağabey.”

“Anladım Toprak.”

“Peki benim anlamadığım şeyde şu; annem nerede? Eve neden girmedik oysa ki evin tadilatı falan yoktu.”

Toprağın bu zekice davranması Yalçın’ın dikkatini çekmişti ama bir şey demedi. Erdal’ın gözleri dolmuş ve göğsünü tutması Toprağın dikkatini çekti.

“Ağabey iyi misin? Bir sorun mu var?”

İçten içe tahmin edebiliyordu bir şeylerin yolunda olmadığını Toprak ama tek dileği yanılıyor olmasıydı. Derin bir nefes almaya çalıştı Erdal ama kalbine sanki bir şey batıyormuş hissi birdenbire bedenini sardı.

“Evlat, şimdi gözlerini kapat ve seni strese sokan her şeyden uzaklaş. Toprak sende şuradaki bakkaldan su al ağabeyine. “

Toprak hızla kalkıp Yalçın’dan parayı alıp bakkala gitti. Yalçın bir elini omzuna koyup sıvazladı, Erdal biraz daha kendini iyi hissedince gözlerini açtı ve Yalçın’a baktı.

“Ağabey ne olacak?”

“Erdal biz söylemesek bilene kardeşin fazlasıyla zeki senin gibi ve illa ki bu gerçeği öğrenecek. Senin ağzından duyması daha iyi olacaktır emin ol.”

O sırada Toprağın geldiğini gören Yalçın sessizliğe büründü tekrardan. Toprak elindeki suyu Erdal’a uzatınca Erdal alıp kana kana içti suyu. Ardından derin bir nefes aldı ve konuşmaya başlamak için kelimelerini seçmeye başladı.

“Ben sinirle evden çıktıktan sonra bir kaç saat mahallede dolaştım ardından bir parka gittim. O sırada da Yalçın ağabeyle tanışıp başımdan geçen olayı anlattım. Sinirlendi Yalçın ağabey çünkü; o da benim gibi düşünüyordu bir çocuğun okuma hakkını elinden alamazdı. Daha sonrasında eve doğru yürümeye başladık babamla konuşacaktı ama bende biliyordum kararını değiştirmeyeceğini ama belki dedim değişir kararı...”

Erdal anlatırken fazlasıyla zorlanıyordum ve bunu Yalçın fark etti.

“Ben devam edeyim istersen evlat.”

Erdal başını tamam dercesine sallayınca konuşmaya başladı Yalçın.

“Babanızla ne konuşmam gerekiyordu bilmiyordum, tek bildiğim şey; bir çocuğun okuma hakkı ve diğer haklarını hiçbir şekilde ellerinden alınmaması gerektiğiydi. Büyük ihtimalle buna benzer şeyler söyleyecektim ama kaile dahi almayacaktı çünkü birkaç şey söyledi Erdal. Bir hasta haneye yatırıp tedavi edilmesindeki tüm masrafları üslenecektim tabi kabul etseydi ve ardından bir iş teklifi sunacaktım ama bunların hiçbiri olmadı. Şimdi sana söyleyeceklerim seni fazlasıyla sarsacak Toprak ama kardeşlerin için ayakta durmak zorundasın bunu unutma. Eve geldiğimizde annenin cansız bedeni yerde kanlar içerisindeydi. Bunu söylemek benim açımdan çok zor bir şey bunu bilmeni isterim böyle bir haberi benden duymuş olduğun için üzgünüm ama bunu ben söylemeseydim ağabeyin söylemeseydi illa ki bir yerden bir şekilde öğrenecektin Toprak. Şuan sizden tek isteğim bunu kardeşlerinize söylememeniz yaşları fazlasıyla küçük ve böyle bir tramvayı kaldıra bileceklerini sanmam. Ya içlerine kapanacaklar yada fazlasıyla agresif olacaklar benim bunları size söylüyorum çünkü onlara söylerseniz olacaklardan haberdar olmanızı istiyorum.”

Erdal’a ve Toprağa baktı Yalçın ikisi de bedenen buradaydı ama ruhen buradan bağımsız bir yerdelerdi. Toprak şaşkınca Yalçın’a baktı.

“Bunlar gerçek değil. Değil mi?”

Yalçın ve Erdal sessizliğe bürünürken bir arabadan yükselen son ses müzik duyuldu.

‘Kalacak evim yok

Ama dışarda tehlike çok

Sen gel bize sor

Hakim bey...’

Araba hızla geçerken Yalçın arabadan duyduğu müziğin sözlerini aklından geçirdi ‘Kalacak evim yok ama dışarda tehlike çok .’ bu kelimeler 6 küçük çocuğu andırıyordu Yalçın’ın gözünde. Onların da evleri yoktu ve onlar için dışarıda tehlike çoktu Yalçın’ın gözleri çoktan dolup yaşlar yanaklarından aşağıya doğru süzülüyordu. Erdal ve Toprak ise sessizce ağlayıp öylece yere bakıyorlardı. Çocuklar ise her şeyden haber darsız bir şekilde ondan oraya koşuşturuyorlardı.

“Bir şey d-demediniz, gerçek değil deyin!”

“Gerçek olmamasını inan ki hepimiz isterdik ama maalesef ki gerçek, kimse istemezdi böyle olmasını ama...”

Yalçın ama dan sonrasını getiremedi, sessizliğe büründü. Erdal ise bir tepki vermemişti henüz. Toprak aklındaki soruların tam anlamıyla cevabına ulaşamamıştı ama soracak takadı da kalmamıştı ağabeyinin suyundan iki yudum içip tekrardan Yalçın’a baktı.

“O adam nerede?”

Hızla konuşmaya başlayan bu sefer Erdal oldu, gözlerindeki öfke çok net bir şekilde görünüyordu.

“Bir bulsam pişman edeceğim ama yok.”

Yalçın aklının karışık olmasına rağmen içinden düşünmesi gerekenleri dışından düşünmeye başlamıştı.

“Cevdet bey, demişti ki; “Annesiyle işleri olduğunu ve bir kaç saat çocuklara bakmam gerektiğini söyledi demişti ama Toprak da diyor ki; çocukları bir yere gönderme gibi bir şey demiş saçmalık bu.”

Yalçın içinden düşündüğünü zannederken birden bire Erdal ona döndü ve gözleri bir anlığına parladı, gerçeğe ulaşma umuduyla ardından ayağa kalktı.

“Ağabey senin de dediğin gibi; saçmalık ve bu saçmalığı dayım son bulduracak.”

    Yalçın birkaç saniye sessiz kaldı nasıl içimden düşünmedim diye kendi kendine kızıyordu. Erdal ise bir şeylerin açığa yavaştan ulaşabileceği düşüncesiyle hem mutlu hem de içinde bir sıkıntı vardı. Yalçın telefonunu eline alıp, korumaları arayıp olduğu parkın konumunu atarken, Erdal yerinde duramıyordu korkusu yüzünden net bir şekilde okunuyordu. Toprak ise dayısının ne için yalan söylediğini düşünüp duruyordu. Yalçın içten içe Cevdet’in ve Erol’un iş birliği içinde olduğunu düşünse de belli etmemeye çalışıyordu. Erdal neden diye düşünürken, Toprak’ta bunun sebebini düşünüyordu. Aslında hepsi birbirine benzer şeyleri düşünüyorlardı ve bunu birbirlerine söylemeden bulmaları da imkansız gibiydi. Yalçın’ın korumaları arabadan inip Yalçın’ın yanına gelince Yalçın ayağa kalktı.

“Hamdi çocukları benim eve götür ama öncesinde birkaç parça kıyafet alın hepsine. Oyuncak ve diğer temel ihtiyaçlardan bir şeyi eksik etmeyin. “

“Tamam kardeşim ben hepsini halledeceğim.”

“Hamdi birde, çocuklar biraz daha burada oynasınlar o bizimde ufak tefek işlerimiz var ama yine de Mehmet’i yanımıza alalım.”

“Tamam, ben arayayım gelsin bir araçla.”

Yalçın başını tamam anlamında sallarken Toprak ve Erdal’ın aklında sadece bir soru vardı; “Acaba biz de gidecek miyiz?” birkaç dakika içerisinde Mehmet’de bir arabayla gelip parkın orada durunca Erdal ve Toprak tüm dikkatleriyle Yalçın ağabeylerini izliyorlardı. Şuan ikisi de ne arabanın şıklığında nede Yalçın’ın parasında, malında ikisinin de tek derdi; annesiydi.

Yalçın başıyla arabayı işaret ederken Erdal eliyle bir dakika bekleyin der gibi elini kaldırdı ve kardeşlerinin yanına gidip birkaç şey söyleyip aceleyle Yalçın ve Toprağın yanına gidip arabaya bindiler.

“Çocuklar ben bir şeyden şüpheleniyorum ama emin değilim.”

“Ağabey bende nedenini sorguluyorum.”

Diyerekten araya girdi Erdal, ardından da Toprak konuşmaya başladı.

“Bende sebebini soruyorum kendi kendime.”

Yalçın derin bir nefes alırken anladı ki, hepsi aynı şeyden şüpheleniyor. Cevdet’in ve Erol’un beraber bir cinayet işleyebileceğini. Derin nefesler alıp verirken Yalçın şüphesinin yanlış olmasından değil de gerçek oluşundan korkuyordu. Çünkü; zamanında para için ablasını bıçaklayan birinden her şeyi beklerdi ama aklını karıştıran diğer şeyse bugün ki tavırları pişmanım diye feryat edişi. Toprak yolu tarif ediyordu onun dışında hiçbir şekilde ses çıkmıyordu hiçbirinden. Erdal dayısının böyle bir şey yapmış olmama ihtimalini hiç göz önünde bulundurmuyordu çünkü; her ne kadar dayısı olsa da adı kadar emindi yapmış olduğundan.

“Burası!”

Dedi Toprak heyecanla, hepsi arabadan inerken Cevdet’in elinde bir valizle apartmandan çıkışına şahit oldular. Erdal ve Toprak şaşırırken Yalçın adamlarından emin bir şekilde Cevdet’in arkasından hızla gidip elini omzuna koydu. Bu arada Toprak ve Erdal oldukları yerde şaşkınca dayılarına bakıyorlardı.

“Nereye böyle kaçar gibi?”

“Ş-şey, b-ben bakkala gidiyordum.”

Cevdet karşısında Yalçın’ı görünce hem şaşırmış hem de fazlasıyla korkmuştu. Cevdet’in söylediği şeye Yalçın gülerken, Cevdet’in yüzünden terler akmaya başlamıştı.

“Tamam bakkala gidiyorsun da, elindeki valizle mi?”

Cevdet kaçmak için hamle yapmıştı ki Yalçın kolundan tutup çekiştirerek Toprak ve Erdal’ın yanına getirdi.

“Kaçmak yok!”

Diyerek adeta kükredi Yalçın. Cevdet kaçmak için yer ararken gözleri Erdal ve Toprağı gördü yüzü kızarırken bakışlarını yere eğdi.

“Depoya gidelim.”

Yalçın’ın dediği şeyle Erdal ve Toprak bir tepki vermedi, arabaya binince herkes tekrardan araba çalıştı ve kimseden bir ses yine çıkmadı.

“Erdal dayının telefonunu al.”

“Tamam ağabey.”

Erdal telefonu aldıktan sonra Yalçın'a uzattı. Yalçın telefonunu kapatıp cebine koydu ardından tekrardan sessizlik kapladı ortamı, herkes Cevdet’in pisliğinin farkındaydı ve içten içe herkesin Cevdet’e karşı içinde kin vardı. Yol iyicene ilerlerken, hava da kararmaya yüz tutmuştu Erdal dayısının yüzüne tiksinircesine bakıyordu aralarındaki gerginlik herkesin üzerindeydi. Deponun önüne gelince araba yavaşladı ardından da durdu, arabadan herkes inerken Cevdet yine kaçmaya çalıştı bu sefer de Mehmet kolundan tutup deponun içine doğru yürümeye başladılar.

“Kaçmak yakışıyor mu sana?”

Cevdet korkuyla bir depoya birde Yalçın’a bakıyordu. Depoya girince herkesi sessizlik etkisi altına almıştı Yalçın’ın aklında, Cevdet korkutmak ve bildiği her şeyin söylemesini sağlamaktı.

“Evet anlat bakalım.”

Cevdet’i sandalyeye oturtan Mehmet kenarı çekilirken anlatması için böyle konuşmuştu. Mehmet de biliyordu Yalçın’ın amacını çünkü; bugüne kadar kimseye zarar vermemişti Yalçın ve bu adamı korkutmak için buraya getirmişlerdi.

“B-ben bir şey bilmiyorum.”

Yalçın, Cevdet’in söylediği şey karşısında tebessüm etti, insanların bu huyunu hiç sevmiyordu Yalçın. Bildiği şeylere rağmen bilmiyorum demeleri onları gözünde küçük düşürüyordu ve Yalçın şundan da emindi; bir kaç dakika sonrasında tehdit edilince her şeyi anlatmaya başlayacaktı.

“Eşin seni bekliyormuş, otogarda. Çocuğunuz da ne tatlı.”

Yalçın korumalardan biletleri araştırmalarını ve Cevdet’in eşini araştırılmasını istemişti ve araştırılan şeylerin sonucunda bir şeyler çıkmıştı ve bu Yalçın’ın hoşuna gitmişti.

“Karıma ve çocuğuma bir şey yapmayın!”

Diye bağırmaya başladı Cevdet. Mehmet kahkaha attı çünkü o istese de Yalçın böyle bir adam değildi, birine zarar verecek veya öldürecek.

“Bence hemen anlatmaya başla yoksa sonuçları senin açından iyi olmayacak.”

Diyen Mehmet’in kelimelerine Yalçın başını sallayarak katıldı.

“Anlatamam.”

“Peki. Ağabey arıyorum o zaman.”

“Ara.”

Diye cevap verdi Yalçın, oysa ki buda bir oyundu ve Cevdet bu sayede korkacak diye tahmin ediyordu Mehmet.

“Kimi arıyor?”

“Ailen artık yok.”

Cevdet gözlerini birkaç sefer kırıştırdı ardından Yalçın’a baktı.

“Bir şey yapmayın y-yalvarırım.”

Bilmem dercesine ellerini iki yana açtı Yalçın.

“Tamam anlatacağım arama!”

Diye kükredi Cevdet. Ardından konuşmaya başladı.

Toprak ve Erdal tüm dikkatle Cevdet’i dinlemeye başladılar.

“Dün gece Erol aradı beni. Acil konuşmamız gereken bir konunun olduğunu söyledi, şaşırdım çünkü hiçbir şekilde benimle iletişime geçmemişti ta ki düne kadar. Daha sonrasında ormanlık alanda buluştuk ve bana planını anlattı.”

“Bu plan ne?”

Toprağın sorusuyla burada olduğunu bir anlığına hatırladı Cevdet.

“Nalan’ı öldürmek. Bunun Erdal ile bir ilgisi yoktu o kavga edecek herhangi bir konu arıyordu ve bulmuştu o konuyu da Erdal’ın işe gitmesi, hedefi Erdal’dı çünkü; Erdal evin en büyük çocuğuydu ve okul hayatı fazlasıyla başarılı. Bu yüzden hedef olarak Erdal’ı seçti, sonrasında ise annene söyledi ve kavga çıktı evde. Planı buydu başından beri biliyordum, bana ise çocukları evden uzak tutmam gerektiğini ve benim yanında olmamı istedi, benim işime gelirdi Nalan’ın olmaması ama bu işten çıkarım da olması gerekiyordu ve o yüzden Erol’a dedim ki; bu işten benim çıkarım ne? Erol bu soracağıma emindi ve hemen cevap verdi; Nalan’ın üzerine olan yüz dönümlük arsa dedi. Bende hemen kabul ettim. O da tehdit etti eğer ki birine dersem ailemi öldüreceğini söyledi ve bende bu yüzden söylemek istemedim.”

Yalçın başıyla Mehmet’e işaret verince Mehmet elindeki telefonla bir şeyler yapıp ekranı kapattı.

“Ben ne sana nede ailene elimi dahi sürmem. Karakterime ters, senin gibi bir adamın pis kanını elime sürmektense seni polise teslim ederim daha iyi. Kendi ağzınla kendin itiraf ettin Cevdet, bir nevi kendi sonunu kendin getirdin.”

Cevdet şaşkınlıkla gözlerini kocaman açarken Toprak ve Erdal fazlasıyla kendilerini kötü hissediyordu. Toprak çoktan ağlamaya başlarken, Erdal dayısının tam karşısına geçti.

“Her daim seni affetmek için, içimde bir yerlerde ümit yeşerttim. Her şeye rağmen dayım dedim, aynı candan aynı kandanız gibi şeyler dedim kendi kendime. Hep seni affetmek için ama sonuç şu; sen gözünü sadece paraya dikmişsin ben işte bunu anlamıyorum. Hayatta sadece para mı önemli? Sevgi, sadakat, merhamet yani bunların senin için bir değeri yok mu? Yokmuş. Bana koskocaman bir ders verdin be dayı, bu devirde özellikle de böyle bir akraba bağlarımız varken; babama dahi güvenmemem gerektiğini tekrardan yüzüme vurdun. Benim bugüne kadar boynuna sarılıp babacığım dediğim bir babam olmadı en iyi sen biliyorsun, her gece bıkmadan usanmadan eve alkol şişeleriyle gelip bizi döverdi. Üstelik bir şey yapmadığımız halde, annem hep dayandı ve nedeni bizdik, kardeşlerim ve ben. Burada sana duygu sömürüsü yapmıyorum! Annem şuan ölüyse bunun nedeni sensin ve o adam. O adama baba demeye bile artık midemi bulandırıyor, nasıl bu kadar midesiz, kansız olabildiniz hala aklım almıyor. Hepinizin canı cehenneme. “

Erdal bunları söyledikten sonra arkasına bakmadan depodan çıktı. Ardından da Toprak çıktı ikisinin de mideleri kaldırmıyordu.

“Ağabey. “

“Toprak şuan sinirliyim.”

“Biliyorum ağabey. Sinirlisin, kızgınsın, kızgınsın... Biliyorum ama elimizden artık bir şey gelmiyor ve cezasını artık çekecek, diyemicek ben yapmadım diye. Her şey olacağına varıyor o adam da yakalanacak ve o da hak ettiği yere gidecek.”

“Umarım...”

İkisi de susup birbirlerine sarıldılar ardından da, hıçkırık sesleri duyuldu. İlk defa bu kadar çok annelerine ihtiyaçlarının olduğunu hissetti ikisi de. Hani derler ya; bir anne herkesin yerini alabilecek tek kişidir ama kimse bir annenin yerini alamaz. Tam da bugün anlamıştı bunu Toprak ve Erdal. Herkesten ve her şeyden soyutlaşmıştı ikisi de sadece ağlayıp sarılıyorlardı. Yalçın, derin nefesler alıp verirken bir yandan da çocukların son halini gözlerinin önüne getirdi ve bir anlık içi parçalandı sanki. Biraz daha Cevdet’e baktıktan sonra dışarı çıktı Yalçın. Çocukları o halde görünce yanlarına gidip o da sarılmaya eşlik etti.

                                          ...

   Her şey olması gerektiği gibiydi, Yalçın ve çocuklar arabaya binerken Mehmet, Cevdet’i polise teslim edecekti. Annesinin ölümünü artık biliyordu Erdal ve Toprak ama asla bilemeyecekleri şey ise; bundan sonraki hayatları. Hayat onlardan, hem annesini hem de evlerini almıştı. Onlar için; kuru soğan, ekmek ve sıcak olmasa da bir ev yeterken şimdi o ev de yoktu, o soğan, ekmek de ta ki Yalçın hayatlarına girene kadar. Bu hayattaki tek şansları belki de; Yalçın’ın karşılarına çıkmalarıdır. Belki de; çocuklar Yalçın’ın şansıdır. Derin nefesler alarak içeri girdi üçü de ardından da Erdal ve Toprak kardeşlerine sarılıp derin bir nefes aldılar her ne kadar mutlu olmasalar da kardeşlerinin yanında yalandan da olsa güleceklerdi.

“Abi nedeydiniz?”

“Geldik prenses.”

Seçil’in meraklı sorularının karşısında Erdal geçiştirerek bir cevap vermişti ve bunun üzerine bir daha soru sormamıştı Seçil. Çocukların yüzündeki mutluluğu gören Yalçın zoraki bir şekilde gülümsedi, her şeyi bir şekilde toparlamaya çalışıyordu ama Yalçın’ı toparlayan yoktu. Derin bir nefes alıp mutfağa gitti ve bir şeyler hazırlanmasını istedi Yalçın.

                                      ...

 Yemek yenmiş ve uyku saati gelip geçiyordu, Yalçın çocuklara kalacakları odaları gösterdikten sonra bahçeye çıkıp çimenlere oturdu, bir şeyleri düşünüp gecenin karanlığına karışmayı seviyordu çünkü; aklındaki düşünceler de gece gibi zifiri karanlıktı. Mehmet, Yalçın’ın yanına gelip o da oturdu çimenlere o da Yalçın gibi bir şeyler düşünüyor ve konuşmak istiyordu.

“Kardeşim, her şeyde anladım seni ve hak da verdim bu güne kadar ama bu konuyu da az çok anladım. Peki ne yapacaksın bundan sonra altı çocuğa bakacaksın bakmak sorun değil senin için, ekonomik durumun yerinde ama onlar, hep bir yarısında anneleri diğer yarısında baba diyemeyecekleri bir adam olacak hep.”

“Mehmet bende biliyorum büyük bir sorumluluk. Zaman göstersin olacak şeyleri ama bu adamı bulun, Erdal için veya diğerleri için değil yaptığı şeyin cezasını çeksin. Yine diyeceksin; cezalarını çekmiş olmuyorlar falan. Deme çünkü ben bu dünyaya can alıp, can vermeye gelmedim ve bu benim haddime değil Allah yukarıda görüyor ve diğer dünyada cezalarını çekerler.”

“Haklısın bir şey demiyorum.”

İkisi de yeniden derin bir sessizliğe gömüldüler, bir kaç dakika geçince Erdal ve Toprak’ta aşağıya inip bahçeye çıktılar. Yalçın’ı ve Mehmet’i görünce onlar da yanlarına gidip çimenlere oturdular.

“Ağabey her şey için teşekkür ederim, senin hakkını nasıl ödeyeceğiz bilemiyorum.”

“Ödenecek bir hak görmüyorum ben.”

Erdal tekrardan sessizliğe bürünürken Yalçın bu sefer konuştu.

“Benim hayatımı merak ediyorsunuz yanlış mıyım?”

Erdal ve Toprak hızla başlarını evet anlamında sallarken Yalçın anlatmak için derin bir nefes aldı.

“Ben böyle 17 yaşındayım ve bizim okuldaki bir kıza sırılsıklam aşık olmuşum, onu görmek için eve geç girip erken çıkıyorum, kız dese kendini şuradan at atacağım o derece seviyorum. Sonra bir gün içimde tutamadığım anladım ve kantine gittim, o da oradaydı yanına gittim şaşkınca baktı çünkü hiç konuşmuşluğumuz yok sonra ben de dedim ki, bir şey konuşmak istiyorum seninle oturabilir miyim? Tabi dedi kibarca ilk defa benimle o gün konuştu sonra oturdum. Nasıl başlayacağım diye düşünüyordum o sırada da yanımıza bir erkek geldi, bu kim dedi? Bilmiyorum benimle konuşmak istediği bir şey varmış dedi. Bana bakıp hayırdır kardeşim dedi, benim üzerime gelirken kız kolundan tutup; sevgilimsin diye arkadaşlarıma da mı karışacaksın? Aralarına girdiğim için kendimi suçlu hissedip oradan kalktım ve gittim. Üzerinden iki gün falan geçti bir baktım yan yanalar ve ikisi de çok mutlu. Bir kalbi en derinden etkileyen olaylardan biri, sevdiğini söyleyemediğin için onu bir başkasıyla görmektir. Söylesen belki farklı olabilirdi ama söyleyemeyince içinde hem kalıyor hem de onun mutluluğunu izliyorsun. O mutlu olsun diye gidip diyemiyorsun ve bir şeylerle uğraşmaya çalışıyorsun ama olmuyor. Artık katlanamayacağım bir biçimdeydi bu arkadaşlarım o zamanlar uyuşturucuya çekti beni bende kimseye bir şey diyemediğim için belki iyi gelir dedim ve başladım içmeye. O zamanlar aklım beş karış havadaydı insanları umursamıyorum ve fazlasıyla uyuşturucu içiyorum. Hayat bu çocuklar illa ki birini seveceksiniz ama içinizde tutmayın söyleyin kabul etmese bilene içinizde tutmamak için söyleyin.”

Yalçın sözleri ardından uzaklara dalarken Erdal ve Toprak bir saniye bilene gözlerini ayırmadan Yalçın’a bakıyorlardı.

“Peki uyuşturucuyu bıraktın mı?”

Diye soransa Erdal oldu, çünkü uyuşturucu içiyorsa burada kalmak istemiyordu.

“Hayır, anam sayesinde bıraktım.”

“Annen nerde?”

Bu sefer de Toprak sormuştu bu soruyu Yalçın başını önüne eğerek konuşmaya başladı.

“Huzur evinde. Gitmemesini çok istedim ama dinlemedi ve gitti.”

Yalçın annesini çok özlemişti sabahları kalkıp sarılmayı, öpmeyi... Ama hiçbirini geri alamıyordu ve annesi gelmek istemiyorsa, hiçbir kuvvet onu tekrar getiremezdi o yüzden Yalçın annesine hiçbir şekilde gel diyememiş dese bilene gelmeyeceğini bildiği halde onun ağzından duymak istemişti. Herkesi üzdüğünü düşünen Yalçın ayağa kalktı ve çocuklara da kalkmalarını söyledi onlar da kalkınca hepsi odalarına geçtiler, ilk kez kendi evlerinde kalmayan çocuklar rahat etmese de uykularına daldılar. Zaman sadece evreni değiştirmez; zaman insanı da değiştirir, alışkanlıkları da. Hepsi bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor ve zorlu bir hayat olduğunun hepsi farkında; yeri gelecek onsuz yaşayamam dedikleri kişilerin öldüğünün veyahut gittiklerinin haberlerini alacaklar, bir şekilde hepimiz birer kaya parçasının altındayız o kayanın altından çıkmaksa bizim elimizde aynı şekilde kalmakta.

                                         ...

Bugün tam bir ay olmuştu çocukların Yalçın’ın yanında kalması. Bu süre zarfında; Yalçın cenaze işlerini halletmiş, annesiyle konuşup her şeyi anlatmış ve ümitsizce annesini yine yanına çağırmıştı, Yalçın’ı şaşırtan ise Zeynep hanımın bu isteği kabul edip gelmesi olmuştu. Bu bir ay Yalçın için fazlasıyla korkunç geçmişti çünkü; çocukların okulları, kıyafetleri, okul kitaplarını bulmak fazlasıyla zor olmuştu ama sonuç olarak hepsini bulmuş ve Seçil dışında herkesi okula kendisi götürüp, çıkışta tekrardan alıyordu. Yalçın üçüncü kitabını da çıkarmıştı ve fazlasıyla ilgi gören kitabından gelen geliri huzur evindeki eksikler için kullanmıştı. Her geçen gün daha da yorulduğunu hisseden Yalçın bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyordu. Bugün ise günlerden Cumaydı, Erdal’ın mezuniyet partisi vardı ve bu parti bir Otel’de olacaktı şehir dışında olan bu Otel fazlasıyla şık ve güvenliydi. Yalçın, Erdal’ı gönderip göndermemek arasında kararsız kalsa da Zeynep hanım da ısrar edince Yalçın’da kabul etmişti. Bu akşam yola çıkacağı için Erdal valizini çoktan hazırlayıp aşağıya inmişti. Yalçın da Erdal gibi heyecanlıydı fazlasıyla ama bir yandan da Erdal’ın başına bir şey gelecek diye düşünmeden edemiyordu. Erdal üniversiteye geçtiği için fazlasıyla mutlu olsa da o da korkuyordu, istediği meslek avukatlık olsa da annesinin istediği mesleği seçmişti ve iç mimar olacaktı. Son kez herkesle sarılırken gözleri dolu dolu olmuştu, iki günlük ayrı kalmak bilene çok zor geliyordu Erdal’a. Yalçın gözlerini Erdal’ın gözlerinden kaçırıyordu görürse ağlar diye, sıra Yalçın’a gelince Erdal ilk kez yüzüne baktım Yalçın’ın ve hıçkırarak ağlayıp sarıldı Yalçın’a.

“Ağabey her şey için teşekkür ederim, sen olmasaydın bu noktada ne ben olabilirdim ne de kardeşlerim. Sana ne kadar teşekkür etsem az ağabey. Sana söz veriyorum üniversiteyi de okuyup karşına çıkacağım ve başardım diyeceğim.”

“Biliyorum evlat sen çok başarılı ve hırslısın ve her istediğini azim yoluyla alırsın. Allah yolunu açık etsin, su gibi gidip gel.”

“İnşallah ağabey, kardeşlerim sana emanet.”

Yalçın tamam deyip gülümsedi ardından da gelen otobüse binip arkasına dahi bakmadan giden Erdal’ın arkasından Toprak gözyaşlarını serbest bıraktı ardından da içeriye girdi. Ardından diğerleri de içeriye geçti ev sanki Erdal gittikten sonra bomboş gibi hissettiler ama kimse demedi. Çocuklar dışarıda Yalçın’ın özel olarak yaptırdığı parka giderken Toprak’ta odasına çıktı, ağabeyinin gidişine fazlasıyla üzülmüştü ve gitmesini hiç istememişti içten içe.

Bir kaç saat geçmişti ve Yalçın çalışma odasına girip kitap yazma çalışmalarına başlamıştı, yeni kurgusu ise; bir genç kızın hayatını yazıyordu. Bu seferki kurgusu fantastikti ve fazlasıyla bu ara fantastik kurgulara merak sarmış ve yazmaya karar vermişti ama öncesinde fazlasıyla araştırma yapmıştı ardından da kitabın konusunu seçmişti, şimdi ise yazmaya başlamıştı. Zeynep hanım kapıyı açmadan içeriye girince Yalçın telaşla ayağa kalktı ve endişeyle annesine baktı.

“Ana bir şey mi oldu?”

“Y-Yalçın...”

“Ne oldu ana? Sakin ol, derin bir nefes al.”

Zeynep hanım Yalçın’ın dediklerini yaptıktan sonra zar zor konuşmaya başladı.

“Erdal.”

Yalçın şaşırarak annesine baktı, korkmuştu ve aklından bin bir düşünce geçmişti ama annesine sormaya cesaret dahi edemedi. Zeynep hanım hıçkırarak ağlarken sesleri duyan Toprak içeriye girdi telaşla.

“Ağabeyime ne oldu?”

Kimseden ses çıkmaması Toprağı korkutuyordu, Toprak’ta ağlamaya başlayınca Yalçın annesine baktı ve gözyaşlarını silip sakin olmasını söyledi, masasında olan suyu annesine uzattı ardından da Zeynep hanım yine zoraki bir şekilde konuşmaya başladı.

“Ka-kaza.”

“Ne kazası? Otobüs mü kaza yapmış? Anne ne olmuş!”

Yalçın korkudan dolayı bağırmaya başlamıştı Zeynep hanımda korkarak hızla konuşmaya başladı.

“Otobüs kaza yapmış, içindeki çocuklar ve öğretmenler ağır yaralanmış ve hasta haneye kaldırılmış. “

“Kim sana söyledi? “

“Müdür yardımcısı seni aramış ulaşamayınca beni aradı.”

Hasta haneyi Yalçın öğrenince hızla evden çıkıp hasta hanenin yolunu tutarken yanında annesi ve Toprak vardı. Hepsi telaş içerisinde ve Erdal’ın başına kötü bir şey gelmesinden korkuyorlardı, hasta haneye varınca danışmanın yanına gidip hızla konuşmaya başladı.

“Erdal Altun nerede?”

Danışman kadın sisteme baktı ama öyle bir ismin olmadığını söylemek için kelimelerini toplamaya çalıştım ve derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

“Hasta hanede dediğiniz isim ve soy isminde hasta bulunmamaktadır.”

“Trafik kazasından geldi belki, kayıt yapılmamıştır.”

Kadın söylenen şeyle hızla konuşmaya başladı.

“Evet otobüs kazası sonucunda 40 öğrenci 10 öğretmen ağır şekilde yaralandı kimisi ameliyata kimisi ise yoğum bakımda. Sizin çocuğunuzu bilmiyorum beyefendi alt katta ameliyathane bir bakın isterseniz.”

“Tamam, teşekkür ederim.”

Asansöre dahi binmeden hızla merdivenleri birer ikişer inmeye başladı Yalçın arkasında ise Toprak ve Zeynep hanım vardı. Her şey çok ani olmuştu ve bu durum herkesi fazlasıyla sarsmıştı, doktoru Yalçın görünce nefes nefese bir doktorun kolunu tuttu ve hızla konuşmaya başladı.

“Erdal Altun burada mı?”

“Hayır beyefendi kimlik kontrolleri yapıldı.”

Yalçın sanki bir yıkım daha yaşadı o an derin bir nefes almaya çalıştı ama aldığı nefes bile kesik kesikti. Doktor giderken Yalçın ayakta durmakta zorlandı ve kendini fayansın üzerine bırakıp oturdu, gözlerindeki yaşlar yanaklarını işgal ederken silmedim bilene.

“Doktor bey! Kazanın olduğu yerin 250 metresinde bir çocuk bulundu acil bakın!”

Herkes telaşla giderken Yalçın, Erdal’ın olmaması için dualar ediyordu. Zeynep hanımda bir yıkım içindeyken Toprak olanları üzerinden atmaya çalışıyordu. Derin bir nefes alan Yalçın ayağa kalktı ve zor bir şekilde ilerledi, sedyeyle gelen çocuğa baktı; yüzü kan içerisinde, kıyafetleri yırtılmış ve kana bulanmıştı. Yalçın giden çocuğun arkasından Erdal diye bağırdı. Toprak ise, ağabeyinin olduğuna inanmadı içten içe ve tekrardan gitti bakmaya ama izin vermediler. Zeynep hanım olduğu yerde şok içinde dururken dengesini kaybedip yere düştü başı sert bir şekilde zemine değdi ama kimse görmedi. Yalçın olanları düşünürken bir yandan da giden sedyenin ardından o da gitmeye başladı. Ameliyathaneye alınınca dışarıda beklemeye başladı Yalçın. Her şey o kadar tuhaf bir şekilde ilerlerken artık dayanacak gücünün olmadığını anladı. Bu sabah Erdal’ın verdiği sözü hatırladı Yalçın ve hıçkırarak ağlamaya başladı, sözünü tut evlat diye geçirdi içinden ama ne olacağını o da bilmiyordu. Tek çaresi dua etmekti ve ediyordu da, Allah’a yalvarıyordu Erdal’ın gitmemesi için. Toprak Ameliyathanenin tam önünde yere oturup ağlıyordu içindeki huzursuzluk gün yüzüne çıkmıştı ama ağabeyine gitme demediği için kendini fazlasıyla suçluyordu. Zeynep hanımı ise; doktorlar ameliyata almışlardı başını yere sert bir şekilde çarpması sonucunda beyin kanaması geçirmiş ve acil bir şekilde ameliyata alınmıştı. Haberi dahi olmayan Yalçın, Erdal’ı bekliyordu ama bilmediği şey ise annesinin de ameliyatta olduğuydu.

“Ağabey iyi olacak değil mi?”

Yalçın ne demesi gerektiğini bilmiyordu. İyi olacak dese ve tam tersi olsa ne diyecekti? Toprağın gözünde yalan söyleyen biri olacaktı o yüzden sessiz kalmayı tercih etmek istese de gönlü el vermedi ve konuşmaya başladı.

“Evlat sana ne desem yalan olur, iyi olacak desem Allah korusun bir şey olsa gözünde yalancı olacağım. Allah büyüktür evlat, bize de dua etmek düşüyor.”

Toprak da bir şey diyemedi ağabeyinin iyi olması için çok fazla dualar ediyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu. Derin bir nefes alsa da, aldığı nefes sanki; kalbine bir hançer saplıyordu. Yalçın’ın gözlerindeki yaşlar hızlanırken Mehmet yanına gelip oturdu.

“İyi misin kardeşim?”

“Değilim be Mehmet, içeride ve elimden hiçbir şey gelmiyor. İyi olması için dualar ediyorum ama bilmiyorum. Gitmesine izin vermemem gerekirdi, hepsi benim suçum.”

“Kendini suçlama bilemezdin böyle olacağını, sen değil kimse bilemezdi. Erdal güçlü bir çocuktur kalkacak ve verdiği sözü tutacak.”

Yalçın’ın içini rahatlatmak istese de Mehmet’in de içi hiç rahat değildi o da üzülüyordu ama Yalçın’a belli etmemeye çalışıyordu. Yalçın düşünmeye başladı; Erdal’ın ağladığı parkı, evlerine gidişlerini, kardeşlerine sarılışını, Cevdet’e bakışı, Toprağa sarılışı ve her şey iyi olacak demesini. Bir kaç hafta önceki ormandaki pikniklerine gitti aklı Yalçın’ın.

“Ağabey bu pişti mi?”

Erdal’ın bu sözüyle Yalçın ayağa kalkıp Erdal’ın yanına gitti.

“Evlat çok ısrar ettin ama istersen ben devam edeyim.”

“Yok ağabey sen otur zaten çok yoruldun.”

“Peki evlat, biraz daha pişecek o tavuklar.”

“Tamam ağabey. “

Yalçın tekrardan yerine oturdu, salata yapan annesine yardım etmeye başladı. Domatesleri Zeynep hanım doğuyordu, Yalçın’da salatalıkları alıp doğramaya başladı. Tavuklar pişince sofrayı da hazırladılar ve ardından hep beraber yemeklerini yediler. Daha sonrasındaysa etrafı toplayıp lunaparka gittiler, o gün hep birlikte çok eğlenmişlerdi.

Yalçın içinden kalk da yeniden eğlenelim, gülelim, kardeşlerinle birlikte sarılalım... Her şeyi düşünen Yalçın’ın düşüncelerini kesen şey ise ameliyathanenin kapısından çıkan doktor oldu. Toprak hızla ayağa kalkarken gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve doktora bakıp konuşmaya başladı.

“Ağabeyim iyi değil mi doktor amca?”

Doktor Toprağa baktı ama bir şey demedi ve bu sessizlik herkesin içine işlenmiş gibi oldu, doktor bir kaç adım atıp Yalçın’ın karşısında durdu. Yüzündeki ifade fazlasıyla garipti, Erdal iyi mi? Diye düşünmeden edemedi Yalçın.

“E-Erdal iyi mi? “

Doktor başını yere eğdi ne demesi gerektiğini o da bilmiyordu. Her şeyin iyi olacağına inanan Yalçın bilene o an bir şeylerin iyi olmadığına inandı, doktor başını yerden kaldırmadan konuşmaya başladı.

“Elimizden ne geldiyse yaptık ama hastayı hasta haneye çok geç getirdikleri için pek bir şey yapamadık. Çok uğraştık inanın ki; ama maalesef hastayı kaybettik.”

Yalçın konuşmak istedi ama konuşamadı, dilini yutmuşcasına öylece ameliyathane girişine bakıyordu. ‘Söz vermiştin be evlat’ dedi içinden ve aklına gitmeden önce Yalçın’ın verdiği söz geldi aklına. Kardeşlerini Yalçın’a emanet etmişti son isteği buydu diye düşünen Yalçın iyicene kötü olurken kendini tekrardan kalktığı yere oturdu. Canı yanıyordu ve Dünyayla olan bağlantısını kesmiş gibiydi. Tekrardan nasıl ayağa kalkacaktı o da bilmiyordu. Her zaman umudun bittiği yerde mucizeler çiçekler açar diyen Yalçın Demirel şimdi ise; bu hayattaki elinde ne varsa almışlar gibi hissediyordu. Umudunu kaybetmek üzereydi, unuttuğu ise bir şey vardı o da; her şeyin sonunda illa ki güzel şeyler olur.

                                      ...

“Hadi hazır değil misiniz?”

“Geldik ağabey.”

11 Kasım 2029 günlerden ise; Pazardı, Erdal’ın ölümü üzerinden 7 sene 20 gün geçmişti. Bugün ise Toprağın düğünü vardı, Toprak artık 22 yaşındaydı ve bugün de en mutlu günüydü. Toprak, Güneş diye bir kızla evleniyordu. Yalçın ise yaşlanmış ve düğünde bir köşede oturuyordu, her şey yerli yerindeydi ta ki; o gelene kadar. Alev gibi parlak olan o kadın, Yalçın’ın aklından ve kalbinden bir türlü atamadığı o kadın onca sene onu fazlasıyla değiştirse de; Yalçın onun güzel yüzünden ve Ela gözlerinden tanımıştı. Yalçın bastonuyla birlikte onca sene beklediği kadının yanına gitti.

“Merhaba, tanıdın mı beni?”

Yalçın fazlasıyla tedirgindi, ya evliyse? Kocası gelirse diye düşünmeden edemiyordu.

“Hayır kimsiniz?”

Kadının ince ve pürüzsüz sesini duyan Yalçın daha da heyecanlandı. Kızararak konuşmaya başladı.

“Lisede; kantinde otururken yanına gelmiştim.”

“Sen o musun?”

“Evet oyum.”

“Ne işin var burada?”

Yalçın ne diyeceğini bilemedi ve sustu.

“Ben düğüne geldim, akrabamın düğünü, sen hangi taraftarın.”

Dedi içi rahat etmemişti sessiz kalmaya.

“Bende, kız tarafındanım benim kızım.”

Yalçın bir kez daha şaşırdı ardından kafasını sallayıp hayırlı olsun dedi ve gitti. Yine o günkü gibi olmuştu, içi içine sığmazken dışarıya çıktı bastonuyla ve kendi kendine söylenmeye başladı.

“Ne bekliyordun ha? Evlenmedim seni bekledim demesini mi? Salaksın salak.”

Yalçın hem ağlıyor hem de kendi kendine konuşuyordu, biraz daha sakinleşince içeriye girdi ve Toprağın yanına gitti.

“Ağabey ne oldu?”

“Bir şey olmadı evlat.”

Toprak son kez kendine baktıktan sonra Yalçın’la birlikte çıktılar odadan tüm olan şeylere rağmen ikisi de yüzündeki gülümsemeyi hiç silmiyordu. Gelin odasına gidip kapıyı çalınca içeriye girdiler Yalazay hanım Yalçın’ı görünce şaşırdı ama belli etmedi. Odadan çıkıp içeriye girince herkesi alkışladı Toprağı ve Güneş’i memur o soruyu sorunca herkes sessizliğe büründü.

“Evetttttt.”

Güneş evet demesiyle birlikte tüm salonda alkış sesleri duyuldu, nikah memuru aynı soruyu Toprağa sorunca Toprak cevap verdi.

“Son nefesime kadar seni seveceğim Güneş’im. Evet.”

Salonda yine aynı şekilde alkışlar koparken gözlerim; Selim’e, Yaren’e, Seçil’e ve Nazlı’ya kaydı hepsi bu anı hem ağlayarak hem de gülerek izliyorlardı. Seçil hızla ağabeyinin yanına gelip Güneş’e baktı.

“Ben ağabeyimi sana vermem. Ağabey hadi gidelim bu kadın kalsın burada.”

Salondaki herkes kahkaha atarken Yalçın’da gülümsedi ardından da Toprak konuşmaya başladı.

“Çok geç kaldın Seçil hanım, artık Güneş yengen.”

“Banane ya.”

Herkes tekrardan gülerken Seçil kollarını kendine bağlayıp Nazlı’nın yanına gitti. Herkes takılarını takarken sıra Yalçın’a geldi. Yalçın takımını taktıktan sonra, Toprağın kulağına eğilip konuşmaya başladı.

“Biliyorum Toprak ağabeyim de olsaydı diyorsun içten içe ama kader buydu inan ki biz de özlüyoruz ama elimizden bir şey gelmiyor. “

Toprak ağlayıp Yalçın’a sarıldı ve biliyorum ağabey dedi. Herkes ayrılınca çocuklarla birlikte eve geçti Yalçın. 7 sene içinde ise Erdal için bir kitap çıkardı ve ismini de ‘İÇİMİZDE YAŞIYOR’ koydu. Kitabı fazlasıyla ilgi çekmişti ve hiçbir yerde kalmamıştı kitabı. Her şeyin güzel olduğunu ve olacağını bildiği için mutluydu Yalçın. Ve yeni hayat felsefesi; “Bir günde takılı kalma, o gün geçti ve bitti. Gelecek olan günlere bak çünkü; seni geleceğe taşıyan şey onlar olacak.”

                 Son...

]]>
Wed, 31 Aug 2022 13:17:32 +0300 Medine Herzem
DUYGULARIN ZEVAHİRİ https://edebiyatblog.com/duygularin-zevahiri https://edebiyatblog.com/duygularin-zevahiri Çul çürüten olmaktansa kenimi kaygıya sokmaktan vazgeçemedim hiçbir zaman. İşin stresinde olmaktan zarar gördüğüm anlar olsa da bir dinamizmin içinde olmak duygularımı ifade edebilmemde onları her ayrıntısana kadar yaşayabilmemde büyük rol oynamıştır. Duygusuz bir insan olmak çok acı çektiğimiz anlarda hepimizin istediği bir durum aslında. Baktığımız zaman neredeyse hepimiz ' Bazen duygusuz olmak istiyorum.' cümlesine benzer ifadeler kullanmışızdır. Duygusuzluğu arzulamaktan çok, o an yaşamak istemediğimiz duyguların bizden alınmasını istiyoruz. Nasıl ki mutluluğu diliyorsak bu da ona benzer bir durum aslında. 

Bazen meyus olmak, endişe duymak, olumsuz düşüncelere kapılmak bambaşka sonuçlar doğurabilir. Hayatımın en üzgün dönemlerindeyken dört duvar arasında içim içimi yerken kendim için bir adım atmış olmam şimdi binlerce adımı atabiliyor olmama vesile oldu. Yazı yazmaya olan ilgim çocukken ders kitaplarındaki ' Metni hayal gücünüze göre tamamlayınız.' çalışmalarıyla başlamıştı. Hep erken olduğunu düşünerek, insanların yargılayacağını kafama koymuştum. Kimsenin yazdığım, okuduğum şeylerden haberdar olmasını istemiyordum. Birilerinin bir yerlerde benim yazdıklarımı okuyor olma düşüncesi beni tatmin ederken bir yandan da endişe duymama sebep oluyordu. 15 yaşında adım attığım medya, yarışma, dergi dünyasından sonra aslında bir şeyleri iyi yapabiliyorum hissi başladı. Çok hüzünlü bir olayın sonucu bana bu günlerimi, hayallerimi verdi. Pes etmemek gerektiğini, savaşmak için önce kendimi yenmem gerektiğini çok erken öğrendim. Kaygılarım çoğu zaman beni ben yapan düşüncelerimi hayata geçirebilmemi sağladı. Kaf Dağı'nın bir de görünmeyen kısmı vardır derler ya hani benimki de o mesele. Belki de mutsuz olmam mutlu olmama sebep oldu. Bir ölü içimdeki bahçeleri bin diriltti. Ağladığım her gün istisnasız yazdım, çizdim, söyledim. Bu sayede kendi başıma yürümeyi öğrenmişim fark etmeden. Kendime yaslanarak büyümüşüm. 

Yazarak fark ettim. Artık çocukluğuma duyduğum özlem daha da azaldı. Ona bir şiirle kavuşabiliyorum, ona kavuşmam elime kalemi almamla bir oluyor. Eski evimi, okulumu,  bisikletimi, bazen çok sevdiğim birini, bazen çok sevdiğim bir şarkıyı dinlerken bir zamanlar hissettiğim duyguları daha az özlüyorum. Yazmanın eş anlamlısı kavuşmaktır bana göre. Üzüntülerimi özlediğimde kendi satırlarımı yazarken ağlıyorum. Günden güne kelimelerin tükenmediğini aslında yazacak ve yaşayacak daha çok şeyim olduğunu anlıyorum. Bir gün yazacak hiçbir şeyin kalmamasından kaygılanıyor oluşum yazacak pek çok şeyi üretmeme de sebep oluyor. 

Bitecek olan bir ömür ve her an değişen bir duygu durumu var. Beş dakika önce kurduğum cümlelerin aynısını kurabilsem dahi aynı hislerle söylemem mümkün değil. Bir şeyler için kaygılanmak da , bir şeyleri kaybetmek de kötü bir hayat yaşayacağımız anlamına gelmez. Ne demiş şair'  Bazen iyi şeyler biter, daha iyi şeyler başlasın diye.' Her duyguyu tatmadan bir hayatı anlamlandırmak mümkün değil. Her duyguyu yaşamanın peşindeyken tüketmek istediğim bir hayatım var artık. 

]]>
Tue, 30 Aug 2022 17:52:12 +0300 elanurscl
Teslimiyet https://edebiyatblog.com/teslimiyet https://edebiyatblog.com/teslimiyet Ben bu gün yeniden var oluyorum. Kendimi en kötü ve bitmiş hissettiğim bu günlerde en dipte  görürken kendimi kurtarmaya ve bu karanlıktan sıyrılmaya karar verdim.hayatta bi çok önemli şey varken aslında en önemli olan şeylerden biri de Teslimiyetti… insan eğer teslim olursa Allah onun yolunu açardı kuşkusuz. Herşeyden vazgeçip sığınmalıydık Allah’a çünkü en büyük gördüğümüz dertlerin Bile dermanı ondaydı. Sadece dua etmek ve teslim olmak gerekirmiş aslında bunu öğrenmiş oldum zamanla. Bazen sadece kaderimizde olan şeylere teslim olmak ve korkmadan yaşamak lazımmış korktukça gözümüzde büyüyen bi bela bizi hem cesaretsiz hem ürkek yapar maalesef. Yaşadığımız her şeyin aslında kaderimiz olduğunu ve Allah’a bir dua kadar uzak olduğumuzu unutmamalıyız dostlarım. aslında ne zaman ellerimizi açarsak Allah’a o zaman yakınız…

]]>
Tue, 30 Aug 2022 16:44:31 +0300 Semira Bulut
Burcum ve ben https://edebiyatblog.com/burcum-ve-ben https://edebiyatblog.com/burcum-ve-ben Her burcun kendi içinde özel karakterler barındırır.

Her burcun özelliği herkesin kişiliğini yansıtmaz sadece anlık ruh halini yansıtır.

Burcum boğa çevremde çok boğa tanıdığım var ama kimse burcun özelliğini tam taşımıyor yükselenlerle de alakası yok.

Asıl olan beş parmağın beşi bir olmayışıdır.

Burçlar için de bu geçerli.Kardeşler bile aynı değildir.

Demem o ki insan kendini çok iyi tanımalı ve çok güzel yetiştirmeli.Diğer etkenler insanların süsüdür keyif alması için.Her ne kadar etkiliyor deselerde.

Canım kendim demeyi unutmayın:)

Rüya Gibi.

]]>
Sun, 28 Aug 2022 18:33:32 +0300 Rüya gibi
Arayan Bulur https://edebiyatblog.com/arayan-bulur https://edebiyatblog.com/arayan-bulur "Hayatınızda eksik olan, azalan birşeyi bulmak ve elde etmek için ne yaparsınız?"

Evimizde ekmek bittiği zaman markete, patates bittigi zaman pazara girderiz.

Peki insan duygusal, manevi vb soyut ihtiyaçlarını nasıl karşılamalı,

Sevgi eksikligini,.sevgi alamadığı bir ortamda nasıl tamamlamali, üzüntüsünü nasıl mutluluga çevirmeli, parasizligini nasıl dönüştürmeli?

Sevgisiz kaldığın zamanlar kimse beni sevmiyor diyerek kendini odana kapatiginda sevgisizligin daha çok artmaya devam edecek, ben hastayim diyerek dunya ile ilişkini kestiginde hastalığın katlanarak artacak...

Bunu çözmenin ilk adımı, aradığın, sen de eksik olduğunu hissettin duyguların fazla olduğu ortamlara gitmek onların enerjisini hissetmek, birbirine değer veren, kıymet veren insanların arasına karışmak seni daha değerli hissettirecektir. Nerden bulacağım boyle bir ortam dersen bulamazsın, bulacağına inandigin zaman yollar seni istediğin durağa götürecektir, o insanları daha çok hayatına çekmeye baslayacaksin.

Önce ihtiyacını bilmek, onun sen de eksik olduğunu veya bittiğini kabul etmek sonra onu nerede bulacağını düşünmek ve oraya doğru ilerlemek seni aradığın,.ihtiyacın olan şeye ulaştıracaktır...

Bu dünyada herkese yetecek kadar, sevgi, merhamet, zenginlik, sağlık, bolluk,bereket vardır. Onları yanlış yerde ararsak bulamayız ve hayat boyu yokluğunu çekmeye devam eder bundan şikayet eder dururuz.

Aradığınız şey bazen en yakinimizdadir yeter ki biz bulmak isteyelim.

Böyle bir bilgi ihtiyacıni hissedip, arayışa gectigin için ve bu yazıyı sonuna kadar okuyup tamamladigin için teşekkürler güzel insan...

Aradığın herşey zamanında en kolay adresi ile senin karşına çıksın, muhabbetle.

]]>
Sun, 28 Aug 2022 06:04:22 +0300 Tuba KAYA
BİR KORİDOR SOĞUKLUĞU https://edebiyatblog.com/bir-koridor-soguklugu https://edebiyatblog.com/bir-koridor-soguklugu

Her kitapta bir hastane koridorunun soğukluğundan ve yürek burkan bir yanı olduğundan bahsedilir. Yürek burkmak doğru bir terim mi bilemedim. Yaşanmışlık ve yaşanacak olan acı ve yıkımı temsil ederken bu koridorlar bir taraftan umuda yeni hayatları temsil eder.

Hastaneye her adım attığımda sessizce köşe de bekleyişlerim gelir aklıma. Çaresiz, ne yapacağını bilmeden sadece beklediğin anlar... bunlar acının ve yıkımın habercileridir. Kaybedişlerin ve ölümün derin ve sarsıcı soğukluğu. 

Başka koridorlara adım attığımda beni umutlar karşılıyor, dünyaya açılan yeni gözler… çok güzel değil mi? Bir de verilen ikinci şans koridorlarına doğru ilerliyorum. Daha farklı bakıyor gözleri dünyaya daha emin ve daha kararlı. Sonra umutsuzluğun ve bir parça umudun kol gezdiği o koridor karşılıyor beni. Boğazımda bir yumru ağlamaya bile hakkımın olmadığını düşündürten o koridor beni çok üşütüyor. 

Elinde sadece beklemek olan bu koridor çok soğuk. Acılar ve yıkımlar, umutlar ve şanslar.

Tüm hislerin karma yaşandığı bir yer. Duygudan duyguya geçildiği bir yer.

İki adım öte de yeniliğe göz açılırken, iki adım geri de göz yumuluyor. Bir taraf sevinçten ağlarken, bir taraf acısından feryat figan. Bazen de öyle sessizlik olur ki ne yapacağını bilemez insan. Beklemektir tek çare, bir köşeye sinip sessizce beklemek. Ama en acısı da budur çünkü o beklemek senden günlerini alır, aylarını alır. Beklediğine değmesi de önemli bir miktar, çünkü o bekleyişlere rağmen kötü haber almak daha acıdır. İşte o an elin ayağına dolanır. Bağırmak istersin bir şey gelir sıkar boğazını, ağlamak istersin biri için daha güçlü durmak zorundasındır. İnsan öyle bir durumda acısını tam yaşayamaz. Sessizliğinle boğuşur ve yalnız kaldığında kendini yer.

Belki de bu yüzdendir koridorun soğukluğu...

]]>
Sun, 28 Aug 2022 02:25:50 +0300 lâlzü
Bir Nevi Belirsizlik https://edebiyatblog.com/bir-nevi-belirsizlik https://edebiyatblog.com/bir-nevi-belirsizlik Gözyaşı ara sıra da yorgunluktan akar, üzüntüden değil... Bazı şeyler için çok çaba sarf ettikten sonra kendini geri çeker insan, sonra ise dinlenmeye çalışır. Ama nafile bedenen alışılan o yorgunluk, dinlenmeye başlasa da bir faydası olmaz. Şöyle diyeyim; günlük rutinlerinimiz var kiminin işi, kiminin dersi... Bu liste böyle uzayıp gider, peki bir gün bile ben yapmayacağım deseniz dahi içten içe o şeyi yapmak isteyeceksiniz ama gücünüz kalmayacak. Her şey üstünüze gelirken kaçış yolu arayacaksınız ama o da yok... İşte bu evrede gözyaşı devreye giriyor. Böyle boş bir yere bakarken gözlerinizden yaş gelecek, kimse fark etmicek sizde dahil... Gözyaşlarınız yanaklarınızdan akıp giderken  ben ağlıyor muyum? Diye soracaksınız, bazen insanın omzundaki yükler de insanı yorar... Çevresindeki insanlardan uzaklaşmak ister ama hem de onların gitmesini istemez. Yorgunluk çok tuhaf bir evre; iyiyim derken de gözlerinizden yaşlar gelir... Yorgunluk geçse bile insanlar artık hayatlarının eskisi gibi olmayacağı kanaatine varır ve çekim anayasasından ötürü mutlu da olamazlar. Eskiden bugüne kadar gelen çekim anayasası; iyi veyahut kötü bir şeyi fazlasıyla düşünme sonucunda o şeyin gerçek olmasıdır. Kısacası neye inanırsanız o her daim sizin peşinizde olacaktır...

]]>
Sun, 28 Aug 2022 00:08:43 +0300 Medine Herzem
VAZGEÇEBİLDİĞİMİZ KADAR ÇOĞALAN https://edebiyatblog.com/vazgecebildigimiz-kadar-cogalan https://edebiyatblog.com/vazgecebildigimiz-kadar-cogalan      Bir hikaye vardı, bir balıkçı köyünde, balıkçılıkla geçinen bir adam varmış. Her gün balığa çıkar, ailesiyle karınlarını yakaladıkları balıklarla doyururlarmış.  Yeterince balık yakalaması her gün değişik zamanda gerçekleşiyormuş. Ama balıkçı yeterli miktara ulaşınca, evine dönüyormuş. Günlerden bir gün bu köye gezginci bir şehirlinin yolu düşmüş. Balıkçıyı bir süre gözlemledikten sonra ona “neden daha fazla balık yakalamıyorsun?” diye sormuş. Karnımız doyduktan sonrasına gerek olmadığını söylemiş balıkçı. “Fazlasını satmalısın.” demiş adam. Bunun ona ne getirisi olacağını sormuş balıkçı. “Daha çok paran olur, belki de ikinci kayığını alırsın, başka bir balıkçı çalıştırırsın.” Adam devam etmiş, balıkçı “ya sonra” dedikçe. “ Güzel bir ev alırsın, ailen o evde oturur. Konağın olur, büyük bir arazi alırsın, bir ada alırsın….” Diye sürdürmüş konuşmasını. Sonra diye sormaya devam ettikçe en sonunda adam “hiç” demiş.”Mutlu, mesut yaşarsın.”  Balıkçı cevap vermiş: “Ben ailemle şimdi de mutluyum. Bunu elde etmek için bu kadar çabalama ve uğraş mutluluğu kaybettirip, yeniden aratır bana.”

       Biz de hızlıca akan bu hayat düzeninde, balıkçının bulduğu mutluluğu yakalamak için debelenip duruyoruz. Kirada oturuyorsak bir eve sahip olmanın, bir evimiz varsa onun daha büyük olmasının, veya araba istememizin, arabanın özelliklerinin en son özellikli olanına sahip olmak istememizin ardı arkası gelmiyor. İstemekten vazgeçsek mutluluk koşa koşa gelir mi acaba?

       Tersinden bakalım varlıklı insanlar mutluluğa da el koymuşlar mıdır? Tabir yanlış oldu elbette. Mutluluk birilerinin tekeline alacağı bir duygu değil. Ne kadar insan var o kadar mutluluk üreyebilir. Hatta çoğalmaya çoook meyillidir. İstediklerini elde etmek ,  onu kaybetmemeyi de beraberinde getirmiyor mu? Şu anda büyük bir ikramiyeye kavuşsak, onu nasıl korurum, hırsıza, uğursuza kaptırmadan nerede nasıl değerlendiririm derdi ile huzurumuz kaçmaz mı?

        Kanaatkârlığın bu ülkede girişimcilik eylemlerini engellediğine dair bir görüş de var. Deniliyor ki, “ ‘azıcık aşım, kaygısız başım’ bu insanları tembelleştirmiş, daha fazlasını üretmeye, başkaları için de üretmeye kötü gözle bakmıştır. Ekonomimiz bu nedenle gelişmiyor. Bu kültürü değiştirmemiz gerekir.” Tüm bu görüşleri de göz önünde bulundurarak düşünmeden edemiyorum:

      -Göçebe yaşayan, dışarıda geçici barınaklarda ailece konaklayanlar mutlu değil midir? Acaba diğer insanların sahip olduğu bulaşık, çamaşır makinesi, buzdolabı özlemezler mi?

      -Kocaman konaklarda, afilli sofralarda ,  yaldızlı tabaklarda kuru fasulye bilmem ne sosu ile servis edilince daha mı doyma mutluluğu ürettiriyor?

      -Çirkin kadın yoktur, estetik bir yana türlü bakım ürünlerinden sonra, göz alıcı görünen bir kadın, bütün bakışlar üzerinde olmasını mı tercih eder, mıutlu olur; yoksa bir yemek masasına sevgi dolu eş ve çocukları ile oturmak mı onu daha mutlu eder. Ne kadar ilgi çekerse çeksin gerçek bir sevgiye hasretlik duymaz mı?

     - Gösterişli kıyafetler ve lüks araba ile caka satan bir adamın yanındaki insanlar hakkında  onu mu sevdiği, cüzdanındaki paraları mı sevdiği  hiç mi aklına gelmez? Ya da bir tabiat köşesine kıyafete ne olacağı umursanmadan serilmenin rahatlığı, doğanın ona gösterişi daha mutluluk vermez mi?

     - Sağlığı ille de kaybedince değerini anlamadan bir hastaneye yolumuzu düşürsek, oradan ayrılırken dünyanın en zenginiymiş gibi hissetmez miyiz?

       - Ağlarken başımızı yaslayacağımız bir omuz aramak, derdimizi paylaşmak için dosta koşmak, sadece bir günü gezerek tamamlamak için arkadaşa ihtiyaç duymak yerine; bir omuz olduğunuzda,  birinin derdini dinlediğinizde, tek başınıza gezip yeni yol arkadaşları veya gözlemlediklerinizi içinize alarak ruhunuzu genişlettiğinizde mutluluğa davetiye çıkarmış olmaz mıyız?

       Düşünüyorum, düşündüklerim beni yine kendimize yolculuyor. Ne kadar vazgeçersek o kadar sahip olduklarımız çoğalıyor. Almak değil vermek mutluluktur, diyorlar artık çoğu yerde. Bence de….

]]>
Sat, 27 Aug 2022 23:35:12 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Anlatabilir miyim sana, seni https://edebiyatblog.com/anlatabilir-miyim-sana-seni https://edebiyatblog.com/anlatabilir-miyim-sana-seni   Nasıl anlatabilirim sana,  anlatmayı?  Anlamayı nasıl öğretebilirim?  Affetmeyi nasıl sevdirebilirim?  Bilmiyorum. Merak ediyorum,  yine ve yeniden.  Bir çok şeyi sende ki çok şeyi. Yanlış mı düşünüyorum?  Seni merak etmek yanlış mı?  Doğrusunu öğretebilir misin?  Ben bugünlerde şunu sorguluyorum,  sana verdiğim değer sana yük mü?  Bundan mı bu tavırların?  Ahh!  Ne çok sorularım var yine,  sorgulanması ve yargılanması gereken bir çok soru?   Cevapları bulabilir miyim bilmiyorum ama karşına birinin çıkmasını çok istiyorum.  Öyle biri çıksın ki karşına,  sen inan bu insanlıktan nasibini almamış canlılar arasında gerçekten 'insan'  olanların varlığına.  Affet istiyorum,  içindeki yaraların sebeplerini affet.  Affet,  sana gözyaşı döktürenleri. Sonra güven,  sıradan bir güven olmasın bu,  sırtını ona yaslan ve sırtının yerle buluşursa bir gün de ki 'o sırtını çekmişse benden yerin çiçeği vardır'  de,  bunu diyebil.  Değer ver,  düşüncelerine bile değer ver.  Öyle bir değer olsun ki bu düşüncelerin bir süre sonra acısını senden alsın.. Ve son adım sev.  Sevgin onu sevmeyi sevsin ve sen,  onu severken sevmeyi sev...

    Karşına biri çıksın istiyorum,  senin yeni sen olabilmeni sağlayacak biri.  

]]>
Fri, 26 Aug 2022 23:55:03 +0300 YağmurunKızı8
SONUN GİRİŞİ NE TARAFTAN? https://edebiyatblog.com/sonun-girisi-ne-taraftan https://edebiyatblog.com/sonun-girisi-ne-taraftan

Bir gün inşallah diye geçirdiğimiz her gün aslında bugün değil midir? Yarını göreceğimizin garantisi bile yokken nasıl söze bir gün diyerek başlayabiliriz. Hatta yarını bırakın bir saniye sonrası bile belli olmayan bu hayatta niye çoğu şeyi erteliyoruz. Evet bazen bazı durumlarda iyi oluyor ama çoğu şeyi ertelemek ne kadar doğrudur ki?

Sanki sonsuz bir hayata sahip gibi yaşıyoruz. Elbet bir gün, sonsuz olmadığını anlayacağız. Anlayacağız da peki ya geç kalırsak o zaman ne olacak? Yaptığımız ya da yapacak olduğumuz şeylerin geri dönüşü var mı ki?

Sona yaklaşmaktayken uzakmış gibi davranışlar sergiliyoruz. Kısa süreli hayat süzgecinde sonu belirsiz iken gelecek hakkında sözler vermek ne kadar doğru?

Yarın yokmuş gibi davranmak ne kadar yanlış ise gelecekten sözler vermek o kadar yanlış. Veyahut ikisi de bir o kadar doğru. Adım atarken yarını düşünelim ama uzun süre sonrası için sözler vermeyelim. Başlangıç çizgisinden ilerlerken doğru adımlar güzelleştirir hayatı.

]]>
Fri, 26 Aug 2022 23:21:29 +0300 lâlzü
NÖBET https://edebiyatblog.com/nobet https://edebiyatblog.com/nobet

Birkaç zaman geriden geliyor beni ayakta tutan her şey. Bir kılıf bulupta uyduramıyorum hayata kendimi. Asırlarca ötelere hükmeden yanılsamalar içinde nüksediyor kara çiseler üzerime. Karşı koymak imkansıza doğru ilerliyorken bu kadar hızlı, vücudum büyük isyanın gölgesinde nöbet tutuyor. Mutluluk denen delilik yaptıklarım yüzünden yüzüme bakmazken ben yeni yeni fark ediyorum yanlışları. Şimdi isli soluklara tabi tutulmamın nedenlerini iple çekeliyor zihnim karanlık kuytularına. Bir yandan da yavaş yavaş değişiyor fikirler her biri terk ediyor birbirlerini. Karmaşa da vaktimi çalıyor kararsızlıklarım da. Ya benim bulmacalarım yönümü bulacak ya da kör noktalarımda mahkum kalacak. Kendimi kandırarak yaşıyorum hayatı...

]]>
Mon, 22 Aug 2022 21:17:21 +0300 gecesizsaye
DEHLİZ https://edebiyatblog.com/dehliz https://edebiyatblog.com/dehliz Benim hayatımda fark denilen kavram hep vardı. Farklı olmak algısı şimdiki tanımından ziyade bende zorlukları uyandıran bir sözcüktü. Yani, bana sen farklısın dendiğinde var olan düzeni reddeden anlayış içerisinde olmak, herkese her şeye ters düşüyordu. Algı her insanda bu kadar çeşitliyken "denilenin aksine" beni yoruyordu.  Zihinlerimizin içinde dönen olay ve olguları, bir kendimize bir de  yaşadığımız çevreye göre şekillenirken, aslında  ve gerçek olanı yani kendimize göre olan düşünce topluluklarını , yine biz insanların oluşturduğu toplum baskısını - ki biz bu toplum baskısından çok müzdaribizdir ama hala bunu kendimize yaparken olan müzdariplik hali bitmez  tükenmez iken - konuşup dururuz. İçimizde yaşayan depremlerin oluşturduğu yüklü sarsıntılar, hayatımızın dönüm noktalarını zorlar. Burada gerçek farkı görürüz . İnsan hayatı dar uzun bir geçittir nihayetinde. Ruh halimiz de yaşantımızın evreleri de bu yoldan geçer. Bizim bu farklı yaşam çizgimiz dehlizde sürüklenir. Oluşturduğum soğuk kanlı kararlar cesur olmalı ki yaşantıyı dehlizden soyutlayabileyim. Herkes farkını bu yol üzerinde kanıtlar, doğruyu bilmek işe yaramıyorken , doğrular yanlışları tetiklerken "fark" doğar zihinde . Yaşam üzerinde kendini en iyisiyle oturtmaktır krallığın tahtına. Düzenin etkisine bedeninizi herkesin yaptığı farklılıkları değil zihninizin kendi farklarını çıkarmalı er meydanına. Zor olan kısım da burasıdır, zorluk hayatta olduğu sürece var olanı yıkıp yerine gerçekleri getirmektir. Bizi dehlizde verdiğimiz mücadelenin zorluğu yaşatır. Oradaki yaşam savaşı kişiliğimizi törpüler. Geçtiğimiz yol üzerinde dönüp baktığımızda çok daha farklı insan görürüz. Bizim izin verdiğimiz kadarıdır değişim ve değişimin süresi. Etkisi güçlü olsun  ama her zamankinden  aynısının dışı olan. Dehliz üzerinde fark ortaya koyulmalı ki dönemin farkında farklı olarak farkındalaşalım. Aynı dünyanın, tıpkısının aynısı olalım...

]]>
Mon, 22 Aug 2022 10:20:43 +0300 gecesizsaye
Muhayyel https://edebiyatblog.com/muhayyel https://edebiyatblog.com/muhayyel (Muhayyel : Kelime anlamı hayal gücüyle yaratılan hayal edilen..)

Bu dünyada seyrüsefer ederken hiçbir zaman yalnız sayılmayız. Hayal kahramanlarımız ballı zehirden dişleriyle her zaman yanı başımızda.. O asi baş her bir hayale boyun eğer koşar da koşar başarabilmek uğruna. Mahkemesiz mahkumlarıyız bu ömrün ha yerde ha gökte her vakit bir muhayyel içerisin de bu beden. Her şeyi geçtim bir göl kıyısına çıkavarıyor insan aynada göremediği o halini bir suda yaşlanmış olarak görüyor. Ne de tatlı şimdi zihnimizin oyunları.. Her rolü üsleniriz muhayyel ile. Tepede bir kuyu yağmursuz kuru, bahçede bir çiçek solmuş kurumuş soğukmuş susuzmuş, satırları kendine yol etmiş bir kayakçı ve daha bir çok şey. Bu kadar gümbürtülüyken muhayyelin nedendir yalnızlık çekişin. Çık dolaş kafanda hayalin kadar. Köşe bucak gez tanı tanıt sürü sürükle. Zorla sınırları, genişlet hudutları. Misafirperverlikten usansın beyin. O kadar hayali ağırlamaktan yorulsun.  Böylelikle hayatı kendi gözünden gör ilk defa. Bakınca görebiliyormuşum demek ne kadar güzel olsa gerek.. O anki ellerinden dökülecek şiirler, yüreğinden kelimeler kim bilir kimlere dokunacak. Hayal kahramanların kimlere yoldaş arkadaş olacak.. Muhayyel bir hayatta tekrardan yaşama tutunmak...
Çabalamak balçıklardan kurtulana dek
ömr-i muhhayel misali.. Ne demişler hem
Gözler az gördüğü, kulaklar az duyduğu ölçüde muhayyel gücü artar.

]]>
Sun, 21 Aug 2022 23:04:01 +0300 Elif Can
Neşe Ağacı https://edebiyatblog.com/nese-agaci https://edebiyatblog.com/nese-agaci Neşe ağacıdır onun adı. Ne zaman baksan etrafında onlarca insan vardır. Yaşam enerjisini kaybetmiş, yeni umut ışığı arayan ve soluğu bu ağacın yanında alan insanlar topluluğu. 

 

Gövdesi olabildiğine geniş ve upuzun. Sanki yanına gelen herkese kucak açabilmek için  bu şekildeymiş gibi.

 

Dalları çıt kırıldım biraz. İnsanların saçlarının  arasından geçirip saçlarıyla oynamak ve onları huzurlu hissettirebilmek için bence.

 

Yaprakları renk renk. Kimin hangi renge sevdası olduğunu bilmediğinden serpiştirivermiş eline geçen her renkten bir parça.

 

Duruşu, hareketi, konuşması, suskunluğu, tebessümü kısaca baştan aşağıya her şeyiyle neşe kaynağıdır bu ağaç.

Gövdesine yaslanan, yaprakları altında uzanıp gökyüzünü izleyen her insan bitmez bir neşeyle dolar garip bir şekilde. 

Vakti zamanında genç bir delikanlı keşfetmiş bu ağacı. Ve ne zaman neşesini kaybetse buraya gelmiş. Yaş kemale erip yürüyemeyecek hale gelene kadar sürdürmüş buraya gelmeyi. En son Neşe ağacı ona kendi dallarından en güçlü ve kuvvetlisini hediye etmiş. "Bana gelemesen bile benden bir parçayı taşı yamacında. Sana hep neşe versin." demiş. O andan sonra o yaşlı amca o kocaman daldan kendine bir baston yapmış ve hep yanında taşımaya başlamış ve kendince bu ağaca Neşe ağacı demeye başlamış.

O yaşlı amcanın adı da Umut'tur. Umut dede. Bir keresinde bu ağacın gölgesinde dinlenirken bana bu hikayeyi anlatmıştı. O zamandan beridir bende hep bu ağaca gelir Neşe dolarım. 

 

Bir kere bile neşesi kalbinde yeşermiş her insan bu ağacı görebilir. Uzaklarda değil kalbinizde görebileceğiniz bir ağaçtır.

 Neşeniz bol ağacınız görkemli olsun her zaman.

 

]]>
Wed, 17 Aug 2022 16:44:22 +0300 Merve Yağmur
Hacerü'l Esved https://edebiyatblog.com/hacerul-esved https://edebiyatblog.com/hacerul-esved Esved anlamca siyah taş demektir. Hacerü'l Esved Kabe'de bulunan semavi bir taştır. Rivayetlere dayanarak söylemek gerekirse; Hazreti İbrahim Kabe'yi yapmak için Hz İsmail'den bir taş istemiştir fakat Hz İsmail taş bulamadığı için geriye boş dönmüştür. Hz İbrahim'e Cebrail tarafından bir taş verilir bu taş cennetten geldiği söyleniyor ve dünyaya geldiğinde sütten bile beyazdır. Sonralarda Ademoğullarının hatalarıyla günahlarıyla karardığı söyleniyor. Nuh tufana sırasında Kabe sular altında kalınca bu taş Ebu Kubeys dağında mevcudiyetini sürdürdüğü izah edilir. Bu taşın siyah olarak kalması bir ibretlik halidir yani işlenen günahlar cennetten gelen bir taşı karartırsa insan kalbini ne hale sokar. Kur'an'da geçtiği gibi insan kendi şeytan ile baş başa kalmamalı. Sevda da anlamca siyah kara demektir. Kara Sevda da buradan gelir bağdaştıracak olursak insan dünyevi tutkularıyla taş gibi kalbini karartmamalı bir nesneye maddeye tutkuyla bağlanmak insanı, daha doğrusu terbiyesiz olan bu nefsi yoldan çıkarır. Bundan dolayı nefsin çıktığı yolda kararır. Dünyevi işlere dozunda kendini vermeli insan kalbinin yolunu ikinci bir dünyasını karartmak için kendini aklayıp paklamalı. Kelimelere süzgeçten geçirilmesi hayatsal kurallara riyakat edilmesi hepsini geçtim nefsimize karşı biraz sağır olmak bile yeterli olacaktır. Melamet hırkasını uzatanlara ben bu soğukta sıcakladım diyebilmek asıl mesele..

]]>
Tue, 16 Aug 2022 22:31:20 +0300 Elif Can
RÜZGAR YANSIMASI https://edebiyatblog.com/ruzgar-yansimasi https://edebiyatblog.com/ruzgar-yansimasi Bu devrin bilinmez zamanları içinde kaybolan ufak ruhlardan biriydi benim düşlerim ama hep bir terslik vardı gidişlerinde . Etkileyici olması dışında inanılmazdı bu gerçekten inanılmaz olduğu için böyleydi . Ve hafife alınamayacak olan gizli duvarlar . İnsanlar arasında bir sürü boşluk vardı bu yüzden,  kim ve her ne gelirse gelsin dolmayacak boşluklar . Kimseye görünmeden bu duvarlara tırmanırdı güçlü olanlar  , bazısı da sancılar içinde kıvranır acıyla beklerdi  . Arada ki görünmez bağlardan ince iplikle tutturulmuş küçük sevgi çemberlerine sahipti insanoğlu  zaten eğer bu sevgi çemberleri olmuş olmasaydı tamamen hayal kırıklığına dönüşecek bir yığın düş kalırdı geriye . İki insanın birbirini sevmesi durumu tamamlanma hissiyatının en büyük ihtiyacıydı . Aşk bunların en güzeli denilebilir miydi o zaman ? Evet ? Ya da hayır ? Açıkçası bunu bilmek oldukça zordu dünyanın en anlaşılması zor olan yaratığıydı insan , gerçekten de böyleydi bu . En güzel gerçeklik yanında olandı, uçlarına mum iliklenmiş giz dolu kelebek yuvaları gibi . Masumluğu ve yeniden doğuşun anlamını veren kelebek , mum ise  onun bir gün içinde ölüp gitmesini temsil ederdi . Beni yanıltan onun sevgisiydi . Çok üstüne düşmenin zararını tadıyordum bu yüzden şimdilerde, bir hikaye kitabını çok sevip kaybetmek gibi , sanki devamı hiç gelmeyecekmiş gibi . Acı ama bir yandan da gerçek olan bu . Karşıma çıkan bu engellerden nasıl kurtulurumdan ziyade nasıl başımı belaya sokarım çabasıydı aslında, ne kadar saçma değil mi ? Elimde olmayan nedenlerden ötürü suçlanıyordum her zaman  . Ben Akis . Zümrüt Kayasının yansıması . Herkesin öteki tarafı yalnız ve karanlık geçitlerin çocuğu . Bir boşluk bir gerçekliğe aşık olabilir miydi ? İşte beni yanıltan bu sorunun acımasızlığıydı . Aradığım gökyüzünün hüznüydü aradığım denizin en dibiydi aradığım kendim gibi bir yansıma bulmaktı . Buldum da hem de çok acıyarak buldum . Sevinemeden , kırılıp dökülerek , sancılı bir şekilde buldum . Neydik ki biz , kimdik ,neredeydik kimin çocuklarıydı bizimle yarışan ? Biz kime bağlıydık ?  Bilmeden bir ömrü tüketmiş gibi yazarak bir hatıranın soluk yapraklarındaydım. Kendimi bulacağım derken iyice kaybolmuştum aynaların içinde . Yansımalarım tersine dönmüş istediğim yere gelememiştim , her şey onun suçuydu , tek gerçeğin . Tek gerçeğim . Uçurtma ve rüzgar aşkı , karşı konulamaz bir yıkımdı getirdikleri . Çok dayanamadan kayboldu gitti külleri hiçle beraber bana kalan da bir esintiden ibaret gözyaşı idi .

 

 

]]>
Fri, 12 Aug 2022 10:53:30 +0300 gecesizsaye
Otobüs https://edebiyatblog.com/otobus https://edebiyatblog.com/otobus Belediye otobüsüne ilk duraktan bindim benle birlikte bir kaç kişi vardı şoförün dahilinde, o bir kaç kişi ile ilerliyoruz ama diğer koltuklar boş, dolacağı muhakkak ki otobüs her durakta durdukça dolmaya boş koltuktan ziyade adım atacak yer kalmamıştı, hatta birbirine karışmış ter ve parfüm kokuları sıcak bunaltıcı hava(sızlık) sıkılmaya daralmaya ve bir an önce varacağım yere gelip inmek istiyorum tek dileğim bu.

Bu durumu birazda insanoğlunun hayatına benzettim dünyaya geldiğimiz zaman tek başımızaydık,şöförü bizi dünyaya getiren o eşsiz varlık farzedersek diğer binip inen yolcularda hayatımıza giren insanlar olarak düşünsek, bazılarının inmesi otobüsten sizin hayatınızdan çıkması sizin için en güzel olanıdır belkide,yer açılır genişler hayatınız, ferahlarsınız.

Bazıları ise rahatsız etsede sizi sinirlendirip kızdırsada, onu otobüsten indirmenizin imkanı yoktur, taaki istediği durağa geldiğinde inene kadar.Bir de şu varki sevdiğimiz muhabbet kurduğumuz insanın vaktinden önce inmesi (bize göre)çünkü o inmesi gereken durakta indi ve hayatından çıktı daha da aklın o durakta kalmasın artık.Yeni yolculuklar yeni yoldaşlar her biri ayrı değerli ayrı kıymetli almanız gerekeni alın ve gerisini hiç düşünmeden yolunuzun tadını çıkarın ne zamana kadar mı...

Şöför otobüsten inene kadar

]]>
Thu, 11 Aug 2022 22:48:35 +0300 Kasım Çiçeği
SANI https://edebiyatblog.com/sani https://edebiyatblog.com/sani

Hayat baştan sağma olunca belli ki içinde yaşayan insanda baştan sağma oluyordu ya da bilmiyorum belki de hayata adamadığımız şeylerden ötürü bir tür akıllandırma kamplarında öğrenmeye de çalışıyor olabilirdik doğruları . Belli ki hayat baştan sağma değildi öyleymiş gibi görünüyordu sığ zihinlere bu sanı oyunuyla . Adlandıramadığımız şeylerden sorumlu olsakta cevabı bulamadıktan sonra endişesi de bir zaman sonra kayboluyordu . Ne kadarda bilinmez değil mi ? Evet, buradaki anlamlandıramadığımız gerçeklik olgusu ya da şüphe ya da ne isim koyulabilirse işte doğru oydu . İnsan ne için yaşar ? Kim için var ? Her hareketinin kişiye hitap etmesi ya da nasıl hitap ettiği de değil bu çabanın anlamının var olması , işte bence insanı insan yapan tam olarak buydu. Bir rüzgarın peşine düşen de bir kediye aşık olan da Yaratıcıya duyulan en içten sevgi de çabanın en güzeliydi ama maalesef her insanın odak noktası güzellik değildi . Bizi bu noktada ayrıştıran karakterlerimiz ve hayattan beklentilerimizdi . Kötü ve iyi diye iki kategoriye ayrılıyorduk bizi arafa düşüren bazen düşünceye karşı yenik düşmemizdi bu hem iyinin hem de kötünün ikilemiydi tıpkı iyi ve kötü gibi . Arada kalanların bir yeri yoktu genelde boşlukta kalıp devam etmeye çalışıyorlardı bir şekilde ya da çok acele karar verip istemedikleri tarafa yuvarlanıyorlardı ki bu en kötü seçenekti. Seçimlerin zorluğu kişiliği zedeler ve ruhta çatlaklar oluşur bu çatlaklar kişinin azmi ve isteği karşında kapanır eğer kapatamazsa geri dönülemez bir yola girilir , insan öyle olduğunu düşünür fakat bu gerçek değildir . Beyin ve kalp çoğu kişinin sandığının aksine birlikte çalışabilir . Bu işbirliği sonucu insan düştüğü kötü durumlardan kurtulabilir . Ve burada bahsettiklerimin tersinde bazen bazı durumlara veya durum gibi gözüken bir değeri olmayan boşluklara anlam yüklemek yerine arafta biraz zaman geçirmek iyi gelebilir . Kim bilir belki de insan özünü , doğruyu ve gerçeği tam arada bir yerdeyken bulabilir .
]]>
Thu, 11 Aug 2022 12:33:03 +0300 gecesizsaye
GİDENE Mİ ZOR KALANA MI ? https://edebiyatblog.com/gidene-mi-zor-kalana-mi https://edebiyatblog.com/gidene-mi-zor-kalana-mi Gitmek yada kalmak bir seçimdir ama geride kalanları düşünmeden yapılıyorsa burda bir sıkıntı var.Bıraktıklarını hiç mi sevmedi yada hiç güvenmedi mi ? Bu soru tam bi muamma ama geride kalanlar için zor onunla birlikte geçirilen vakit ,sohbet cidden hiç anlamı yokmuş.Siz siz olun fazla sevgi beslemeyin malesef bir kalemde siliniyor.

]]>
Thu, 11 Aug 2022 10:06:54 +0300 TrFerhat4913
BU KADAR KOLAY MI? https://edebiyatblog.com/bu-kadar-kolay-mi https://edebiyatblog.com/bu-kadar-kolay-mi İnsan güvendiği sevdiği insanlarla arasını iyi yapar ve ilişkisini bu şekilde ilerletir.Önemli olan o kişilerin arasındaki bağı koparmamak ve sürdürmek. İlerletemiyorsa belli bir süre sonra bu bağı keser.Şahsen ben olsam en baştan keserim ki ilerde sorun olmasın.İnsanın değer verdiği birinin bir anda gitmesini bilmeyen yoktur.Bu kişinin psikolojiside önemli baskı var mı ?  Toplum baskısının ne gibi bir etkisi var .O kişinin ne yaptığına ne yapacağına karışan topluluk.İnsan özgür olmadıktan sonra ne anlamı var ha hapiste bir tutsak ha toplumun baskısıyla kendini kısıtlayan insan farketmez.Bu yüzden kendi kararlarınızı başkalarının isteğine göre vermeyin.

]]>
Mon, 08 Aug 2022 00:24:56 +0300 TrFerhat4913
YOL AYRIMI https://edebiyatblog.com/yol-ayrimi https://edebiyatblog.com/yol-ayrimi Bir yolu var mıydı bilmiyorum. Tek bildiğim vardı o da derin bir çıkmaz. Düştüm, kalkamıyorum. Birinin elimi tutmasına da izin vermiyorum. Çünkü biliyorum birine ihtiyacım yok, birine muhtaç değilim. İstersem kurtulabileceğim yol bulurum ama böyle olmak, böyle davranmak, böyle devam etmek daha çok kolayıma geliyor.

Ölmenin yollarını aramak... Ölümü seçmek aslında çok saçma acizlik ama tek çarem buymuş gibi geliyor. Kökten çözümmüş gibi ne kadar mantıklı olmasa da şu an ki aklımla o zamanlar mantıklıydı. Denedim mi? Denedim. Başarılı olabildim mi? Bu satırları yazdığıma göre hayır.

Peki ya gerçekten istiyor muydum gitmeyi. Bu sıralar aklıma takılan tek soru bu aslında tek de değil ama diğer sorulardan kaçmayı seçiyorum tıpkı o zamanlar yaşamaktan kaçmak istediğim gibi.

Aslında kaçmak değil kavuşmaktı istediğim. Her zorlukta sarıldığım insana kavuşmaktı. Böyle olunca kavuşacak mıydım bilmiyorum ama tek düşüncem buydu. Şimdiler de ise onu geri kazanabilmek için elimden geleni yapıyorum.

Mesela ölmeyi değilde yaşamayı, onun içinde yaşamayı seçiyorum. Evet zor, çok zor hemde. Onu geri kazanmak zor, yaşamak zor yani bana şu an için öyle geliyor. Gerçi şimdiye kadar ne kolaydı ki ya da hayat kolay da bana mı zor geliyordu.

O kadar cevapsız sorular var ki aklımda cevap bulamamak yoruyor. Yanlış yerlerde cevap arıyorum bunu biliyorum ama hala aynı yerde yüzüyorum.

Tek biri lazım bana ona da artık gidip sarılamıyorum, öpemiyorum, konuşsam cevap alamıyorum. O kadar ters zaman da gitti ki ben ne yapacağımı bilmiyorum. İşte o yüzdendir ölmeyi dileyişim. Onun yanına giderim belki diye kavuşurum, sarılırım da her şey geçer gider.

]]>
Sun, 07 Aug 2022 22:00:35 +0300 lâlzü
İnsaaan https://edebiyatblog.com/insaaan https://edebiyatblog.com/insaaan İNSAN...

Düşünüyorum o halde varım diyen Descartes, varlığıni akıl ile sınırlandirirken,

Gönlün öyle nedenleri vardır ki, akıl onlara sır erdiremez diyen Pascal, insanin aklı aşan bir tarafıninda olduğuna işaret eder...

İnsan ne sadece akıldan ne maddeden oluşan bir yapısı vardır. 900 katlı insan kavramiyla çok net izah eden Mustafa Merter insanın çok yönlü olduğunu bize hatırlatmaktadır...

Peki, insan bunun ne kadar farkında kendi insanligini kaçıncı kattan seyretmektedir.

]]>
Sat, 06 Aug 2022 13:05:59 +0300 Tuba KAYA
Değişim, kelimeler ile başlar. https://edebiyatblog.com/degisim-kelimeler-ile-baslar https://edebiyatblog.com/degisim-kelimeler-ile-baslar Düşündüğümüz kelimelerin resimleri bilinçaltına giden komutlardir. Düşündüğümüz kelimelerin birer resmini cizsek, nasıl bir tablo ile karşılaşırız acaba. Borçlarımdan kurtulmak istiyorum.  Hasta olmak istemiyorum.  Tüm sorunlar beni bulur. Cok sansizim... Borç, hasta, sorun,şansızlık... Tablomuza yansıyan resimler, çokta iç açıcı bir tablo olmadı sanırım ama amacım güzel şeyler istemekti ne oldu şimdi? İstiyoruz istiyoruz olmuyor dediğimiz kısım tam da burası neyi nasıl istediğimizi bazen gözden kaçırıyoruz. Peki nasıl bir isteme yapmalıyız? Kazancının artmasını istiyorum,  Sağlığıma kavusuyorum,  Kendimi şanslı görüyorum,  Tüm güzellikleri kendime çekmeye niyet ediyorum, şimdi tablomuzda hangi resimler var. Kazanç, sağlık, güzellik, şans. Bu tablomuz daha güzel oldu değil mi? Bilinçaltimizin işleyişi semboller üzerinden olduğu için ona doğru sembolleri yuklersek, bize istediğimiz şeylerle buluşturabilir. Kelimelerini değiştir, hayatın değişir....

]]>
Fri, 05 Aug 2022 06:58:21 +0300 Tuba KAYA
EDEBİYATBLOG GÜNCELLEME/GELİŞTİRME NOTLARI V2.0.2 https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari-v22 https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari-v22

Değerli EdebiyatBlog Ailesi sizlerin geliştirmeleri sevdiğinizi ve dikkatli olduğunuzu biliyoruz.
Bize EdebiyatBlog'u geliştirme konusunda geri bildirimde bulunmanızı rica ediyoruz.
Yakında yeni süprizler ile yine sizlerle olacağız...

  • Gönderi içeriğinde arama eklendi.
  • Sunucu altyapısı geliştirildi.
  • Görünüm iyileştirmeleri yapıldı.
  • Hata düzeltmeleri ve hızla ilgili iyileştirmeler yapıldı.
  • SEO eklentileri geliştirildi.
  • Depolama alanı optimize edildi.
  • Performans iyileştirmeleri yapıldı.
]]>
Wed, 03 Aug 2022 01:08:54 +0300 EdebiyatBlog
BENİ KÖTÜ HATIRLAMANIZ İMKÂNSIZ https://edebiyatblog.com/beni-kotu-hatirlamaniz-imkansiz https://edebiyatblog.com/beni-kotu-hatirlamaniz-imkansiz BENİ KÖTÜ HATIRLAMANIZ İMKÂNSIZ

Kirlenmiş kalplerinizde filizlenen nefret tohumlarına rağmen, dik duruşumdan asla ödün vermeyeceğim. Gururla tırmandığım başarı merdivenlerini var gücünüzle sallasanız da, olduğum ve ileride olmak istediğim kişiden bir an olsun vazgeçmeyeceğim. Yürüdüğüm yola attığınız her taşı bıkmadan toplayacağım ve o taşlardan kendi kalemi inşa edeceğim. 

Beni kötü hatırlamanız imkânsız... 
Çünkü ben bu yorgun gözlerimle, bir gece vaktinde annemin gidişine şahit oldum. O gecenin sabahında hiçbir şey yaşanmamış gibi, kalbim sızlamıyormuş gibi yaşamaya devam ettim. 

Beni kötü hatırlamanız imkânsız... 
Çünkü ben bu titreyen ellerimle, bana biçilmiş acıların enkazından tırnaklarımla dağı taşı delerek çıktım. Dünyayı sessize aldım, kendimi dinlemeye çalıştım. Kendimi anlamaya çalıştım. 

Beni kötü hatırlamanız imkânsız...
Çünkü ben bu ayaktayken sendeleyen bedenimi, bir yangının ortasından kıl payı kurtardım. Anılarım, kırgınlıklarım, sahip olduklarım o yangında kül olurken; mor göz altlarıma tutunup attım kendimi dışarıya.

Beni kötü hatırlamanız imkânsız...
Çünkü ben yastığıma gömülüp sızlandığım geceleri sırtımı kendim sıvazladım, saçlarımı kendim sevdim, yaşlarımı kendi ellerimle sildim.

O yüzden karanlık ruhlarınıza inat neşemden asla eksiltmeyeceğim. Düşmemi beklediğiniz her fırsatta yeniden ayağa kalkmak için kendime sebepler üreteceğim. 

Hayata dört elle sarılan bir kadının gülüşünü kolayca yok edemezsiniz. Umutlarını siyaha boyayamazsınız. Huzurunu darmaduman edemezsiniz. 

İşte bu yüzden, beni kötü hatırlamanız imkânsız...

]]>
Mon, 01 Aug 2022 21:32:43 +0300 Efsa Kandemir
İstihfaf https://edebiyatblog.com/istihfaf https://edebiyatblog.com/istihfaf (İstihfaf : kelime anlamı horgörü küçümseme) 

Şu fani dünyada nedendir insanın kendini hep büyüklemesi ben merkez yapması. Canlı olarak bir bitkiyi bile hafifsemek ne kadar doğru olabilirki. Yer aynı mekan aynı ağaçta asılı canlı yapraklı bir dal veyahut yere düşmüş kurumuş bir parçadan ne kadar farklıyız. Aynı gayedeyiz nede olsa. Yaşarız hastalanırız düşeriz bizlerde bir dal misali. Yol desen aynı son desen aynı... Gün gelir ufacık incir çekirdeği kadar da olsa o küçümsediğimiz varlık en büyük çaremiz en güçlü dermanımız olur.İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahlukların mahkûmu olmak çok harap edici bir şey. Dönüp dolaşıp küçümsediğimiz varlığa muhtaç oluyoruz ya bir gün, işte o gün gelmeden kıymet bilmeli. Yokken değil var olunca muhtaç olmayı öğrenmeli bu insanoğlu. Yokluğun değil varlığın kıymetini bilmeli. Ölümüzlüğü değil yaşamayı öğrenmeliyiz önce. İstihfaf etmeden hafife almadan gayette ağır olan bir hayat hafife almak delilik işi olsa gerek. Ağıra alalım bu hayatı, ince ince sorgu sorgu yapalım. Bu durumda kelimenin sadece sözlük anlamı bilmiş oluruz. Uygulamalı olmasına ne hacet...

]]>
Mon, 01 Aug 2022 15:13:25 +0300 Elif Can
İç Yüzü Dışa Vuramayanların Hikayesi https://edebiyatblog.com/ic-yuzu-disa-vuramayanlarin-hikayesi https://edebiyatblog.com/ic-yuzu-disa-vuramayanlarin-hikayesi  Keşmekeş dünyanın bulutlarla örtülü güneşi bana gülmsemeyi unutmuş haldeyken aralanan gözlerim ne kadar yorulmuştur acaba?

 Bu kendi ruhaniyetini dışa yansıtamayanların hikayesidir. Yani iç güzelliği dışa vuramayanların hikayesi, ön yargıların eseridir.  Taptaze çimlerin arasında bir bahar sabahı gibi gezinmeye benzer gökkuşağının binbir tonunu ruhlarında taşıyanların sima yahut mizaç duvarlarına takılı kalmasının satırlarıdır.

 Bu kendini anlatma, aktarma çabasına iki kat daha fazla düşenlerin sonunda başarı ihtimali düşük olanların esâmesidir. Bundandır ki her gün gözlerini aralama güçlüğü ve dirayeti. Bundandır ki direnme ve yorulma kısır döngüsü. Ve yine bundandır ki satırlarda vukû bulma ihtiyacı.

 Neyi nasıl anlatacaklarını, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyip çoğu zaman susanların bir nevi sosyofobiyi ruhlarında yeşertenlerin hazin hikâyesi... Öyledir ki bu insanlar görünüş ön yargısından muzdarip ve sürekli yargılayan gözlere alışmış -alışmak zorunda kalmış- bir güruhun sesidir.

 Kısacası bu senin ve benim bugün de çektiğimiz sıradanlaşmış ama hâlâ can yakan hislerimizdir. Unutma, ben de senden ve seninleyim...

]]>
Mon, 01 Aug 2022 08:07:52 +0300 sailacala
Herkes İçin Feminizm https://edebiyatblog.com/herkes-icin-feminizm https://edebiyatblog.com/herkes-icin-feminizm XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda her toplumda destekçi bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akımdır feminizm. Sanılanın aksine kadınları yücelten bir erkek düşmanlığı değildir. Feminizm herkes içindir, haksızlığa uğrayan herkesi savunur. Herkesin eşit olduğunu, dil, din, ırk, cinsiyetin hiçbir şekilde bir ayrıcalık konusu olmadığını söyler ve bunun için mücadele eder. 

Feminizm kavramı, ilk olarak sosyal filozof Charles Fourier tarafından kullanılmıştır. Charles Fourier (1772–1837), sosyal olarak gelişmenin tek yolunun, kadınlara daha fazla özgürlük verilmesi olduğunu savunmuştur.Aydınlanma Çağı'nın önemli düşünürleri olan Lady Marry Montagu ve Marquis de Condorcet, kadınların eğitim hakkını savunarak feminizm düşüncesinin temellerini atarak bir süre sonra çok daha kapsamlı bir mücadele başlatacak olan akımın yolunu hazırlamışlardır.

Ataerkil toplum düzeninden bıkan kadınlar, Aydınlanma Çağı döneminde ne yaparlarsa yapsınlar duyulmayan çığlık ve haykırışlarına katlanamayarak bir adım atmaya, bir direniş başlatmaya karar verdiler. Başlarda yalnızca kadın erkek eşitliğine odaklanan feminizm, zaman ilerledikçe dezavantajlı sayılan bütün grupları da savunmaya başlayarak çok daha geniş bir kitleye ulaştılar. 

Feminizmin savaştığı şey erkekler değil, ataerkil toplum düzenidir, bu yüzden feminizmi erkekler de destekleyebilir, desteklemelidir. Feminizmi anlatmak için ''senin anan bacın yok mu?'' sorularını kullanmak elbette ki bu mücadelenin amacını çok küçük bir bakış açısına sıkıştırdığı için çok ama çok yanlıştır. ''Madem eşitiz o zaman siz de askere gidin, siz de taş taşıyın'' gibi savunmalar yapan erkekler olduğunu görmek ve hala feminizmin herkesle ilgili olduğunu anlatmaya çalışmak bunca yıldır hepimizi yorup bazen umutsuzluğa kapılmamıza neden olsa da asla vazgeçmeyeceğiz! Çok yol geldik, çok kez herkesin eşit olduğunu kanıtladık. Ama koskoca bir kültür yapısını değiştirmek gereksinimi hala sürüyor, ataerkil dilden kurtulmak bunun ilk adımlarındandır. ''Kız gibi'' lafının ''uyduruk'' anlamında kullanılırken ''adam gibi''nin ''doğru dürüst'' anlamına gelmesi bunun en acı örneklerindendir.

Ki bana kalırsa bu akımın bu kadar uzun sürmesi çok ama çok üzücü bir durum, insanlığın hiç ilerlemediğinin bir kanıtı gibi yüzümüze çarpan adaletsizlik adeta yalnızca materyaller üzerinde geliştiğimizi kanıtlıyor bizlere. Ama öncesinde de dediğim gibi, vazgeçmek için çok yol katettik. Bu kadar şey başardık, dahasını da başaracak ve bu dünyada beraber hakkıyla yaşamayı başaracağız! 

]]>
Sun, 31 Jul 2022 17:12:47 +0300 Nur Bersun
Adımlarımızın Çarkı https://edebiyatblog.com/adimlarimizin-carki https://edebiyatblog.com/adimlarimizin-carki   Adımlarımız adımlarımıza denk düşüyor aslında, hepimiz aynı çarkın üstünde yürüyoruz ve karşılaşıyoruz habersiz. Bazen bir köşeyi dönerken bazen ise karşıdan karşıya geçerken, hatta gözlerimiz bile bir birine değiyor ama biz anlamıyoruz. Anlam yüklemiyoruz çoğu şeye belki de anlam yüklemekti yaptığımız hata, belki herşeyi anlamlaştırırken kaybettik hislerimizi. Farkında olamıyoruz bunun, hoş farkında olsak değişecek mi? Değiştirebilir miyiz çarkın yerlerini? Senin yolun ben olsam, adımlarını benim için atsan fark etmeksizin ve farkına vardığında fark etsen önce hislerini sonra beni. Olmaz mı? Yoksa köşeyi dönerken başımız mı döndü bizim, ondan mıdır bu hayaller? 

]]>
Sun, 31 Jul 2022 02:48:42 +0300 YağmurunKızı8
SEVGİLİ KIZIM, https://edebiyatblog.com/sevgili-kizim https://edebiyatblog.com/sevgili-kizim       Varlığın sayesinde “anne” rütbesine nail olan biri aralarında sadece bir duvar  veya bir kapı varken seslenişini sessizce ve dolaylı yapmasının nedenini izah edebileceğimi zannetmiyorum.Buna yeltenmeyeceğim. Ama sana ulaşmam gerek, bir şekilde sana ulaşmam mutlaka gerek....

      Anne olmak bu dünyadaki herkes ve her kesim tarafından yüceltilmiş bir duygu....Biz kadınlar bu yüce duyguya muhatap olabilmek için coşkuyla hayatı karşılıyoruz. Bu öyle bir paye ki ..........

      Anneliği geçmişten, annemden öğrenmişimdir herhalde...Onu beğenmeyerek, eksik bularak, daha mükemmelini icra edeceğime inanarak...Doğumundaki mucizeyle başladı her şey....Neye,kime benzediğin? Sağlığın?.Sonra müthiş bir koruma duygusu büyüttün içimde. Annesine muhtaç bir varlık! Hayatta karşılaşacağım ne olursa olsun asla vazgeçemeyeceğim, bir tek kirpiğinin ıslanışına dünyaları mahvedeceğim bir varlığımdın kucağımdaki sen. Öğrendiklerinle ben de yeniden öğrendim, dünyayı yeniden fark ettim, büyüme evrendeki bebek, çocuk, genç bakış açın benim de bakış açımdı.

      Anne olmaktan vazgeçmek diye bir seçenek yok. Yorulduğun bıktığın anda bile çocuğun için yeniden ayağa kalkmak, güç bulmak ve çocuğunla yola devam etmektir annelik. Bunun için benden nefret ettiğiniz anlarda bile yıkılmadım, dik durdum. Tam bir yuvanın meyvesi olmadığınıza yordum isyanlarını, itirazlarını. Beceriksiz anneliğimi dillendirdiğinde de bittim, tükendim ama yeniden dikeldim. Bana bunu yapma gücü veren evvela Allah sonra sizdiniz. Sizin dünyaya gelmenizi benim vesilemle murad eden Allah’ın bir bildiği var şüphesiz. Şu mutlak ki, evlatsız biri olarak hayata yenilmektense bugünümü tercih ederim. İyi ki hayatıma katıldın.

      Başaramadıklarımı sıralayıp   günah çıkarmayacağım Sevgili Kızım. Olan biten ikimizce de biliniyor nasıl olsa. Bilmeni isterim ki hatalar var da duygular buna göre değişiyor zannetme. Bunlar olaylara matuftur, geçicidir. Dünyanın en büyük hatasını da yapsak sen benim kızımsın ben senin annenim. Bunu hiçbir kuvvet değiştiremez. Ama seneler olaylar beni her yıl biraz daha beceriksizleştiriyor. Ayağa kalkmam adım atmam o kadar yavaş ilerliyor ki, bazen bunu hiç yapamayacağıma kanaat getiriyorum.

     Sen de artık belirli bir olgunluğa eriştin. Kendin olarak yaşamayı başarırken annenin beceriksizlikleri ayağına takılmasın, tökezleme. Bunu başaracağına yürekten inanıyorum. Ama bazen tükenmişlik çukuru seni de girdabına çekebilir, sakın izin verme. Ben seni çok seviyorum. Her zaman seveceğim. Baban yerine de, kardeşin yerine de, amcalar, teyzeler olmayan dayılar, halalar yerine de çok seviyorum. BUNU BİL,  İSTEDİM.

                                                                                                                     Annen

]]>
Fri, 29 Jul 2022 21:13:44 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
kimim ve neyim? https://edebiyatblog.com/kimim-ve-neyim https://edebiyatblog.com/kimim-ve-neyim çoğu zaman ne yapmamız gerektiğiyle ilgili tavsiyeler alırız. çoğu zaman öyle öğütler verilir ki bize o öğütlerdeki kişi olmamız gerekir. istediğinizin bir önemi var mıdır? sizin kim olduğunuz konuşulur mu? ne ile hayatınıza devam etmek istediğiniz peki? verilen onca öğütte dikkatimi çeken tek şey kelimelerdi. kelimelerin kullanılışı, yanındaki diğer kelimeler ile yaşadığı ilişki...

olmam gereken yer kelimelerin arasıymış meğerse. onlarla anlamdan anlama sürüklenmek, onlarla acıyı, sevgiyi, hayal kırıklığını tatmak. en sevdiğim ise aşkı tatmak. aşk öyle sızıyor ki kelimelerin arasına okurken yaşatıyor o aşkı size. benim aşkım da böyle başladı. kelimelerle.

neyden para kazandığımın ne önemi vardı ki? o şey ile mutlu olamayacaksan hayatımı onunla sürdürsem ne olurdu? ben kelimelere aşıkken nasıl olur da başka bir yerde arardım sevdayı?

]]>
Wed, 27 Jul 2022 17:11:34 +0300 thegirlhasnonick
MANTIK VE KALBİN SAVAŞI https://edebiyatblog.com/mantik-ve-kalbin-savasi https://edebiyatblog.com/mantik-ve-kalbin-savasi Ne olacağını kestiremediğim anlar çok fazla hani size mantıkla kalp arasındaki savaştan bahsetmiştim ya ilk başta her ne kadar kalp kazanmış gibi dursa da mantık kazandı. Çünkü kalbim bunu tercih etti, gitmem gerektiğini mantığımla hareket etmem gerektiğini söyledi. 
Mutlu olacak mıydım bilmiyorum ama yapmam gereken mantığımı dinleyip gitmekti. Bazen mutluluk için ilk başta üzülmek gerekir ne de olsa yaşadığınız bir duygunun zıttını illa ki yaşıyorsunuz. 

Ayrılık kolay mıydı? Tabi ki değildi ama gerekliliktir. Size acı veren, üzen, yıpratan bir ilişkinin içinde olmak ne kadar doğrudur ki? Hiç değildir. Sağlığınızla bile oynar o yüzden sizi üzenin yanında durmaya gerek yok. 

Bazı kararlar zor verilir ama sağlıklıdır. Daha fazla zarar görmemek adına. Kendini seven insan zaten kendine bunu yapmaz. Birini sevmeden önce ilk başta kendinizi sevin. Çünkü sizi sizden başkası sevmez yani belki bir umut aile bireyleri ama onlar bir umut. 
Neyse şöyle ki gitmek istediğiniz yerden acabaya düşüp biraz daha denemeden gidin. Gidin ki daha mutlu olabilin. Üzülün, acı çekin ama sonrasında unutun evet bazı yaralar unutamayacak kadar derin izler bırakır ama yine de ize baktığınız zaman acısı geçti diyebilin.

]]>
Wed, 27 Jul 2022 12:31:52 +0300 lâlzü
GERİDE BIRAKILAN https://edebiyatblog.com/geride-birakilan https://edebiyatblog.com/geride-birakilan Uzun uzun boş duvara baktığım zaman anladım bazı şeylerin artık eskisi gibi olmayacağını. Büyümüş müydüm bilmiyorum ama derin düşüncelerde boğuluduğumu hissediyorum. Hatta hissetmekle kalmıyor, boğuluyordum.

Düşüncelerimin içinde kaybolan küçük çocuk, büyüdüğümü ve onu bırakmamı istiyor sanki. Bu mantıklı mı? Kesinlikle değil. Büyümenin böyle olduğunu bilseydim eğer hep eskide, küçüklüğümde kalmayı yeğlerdim. Büyümek yerine daha kahvaltımı yapmadan sokağa çıkıp oyun oynamaya gitmek, arkadaşlarımla saklambaç oynarken hep ezbere bildiğimiz yerlere saklanmak, bebeklerimizi kendi kıyafetlerimizle giydermek isterdim.

Kahvaltılarımın yerini sigara ve kahve ikilisi almış, artık tüm dünyayla birlikte bulunmak istemediğim bir saklambaç oynamaya başlamıştım. Bebeklerime giydirdiğim kendi kıyafetleri sinirimi çıkardığım bedenime yama yaparken kullanır olmuştum.

Neden büyümüştüm ki, eskiye dönüp çocukluğumu tekrar doyasıya yaşamak isterdim

]]>
Sun, 24 Jul 2022 22:43:10 +0300 lâlzü
Hilkat https://edebiyatblog.com/hilkat https://edebiyatblog.com/hilkat (Hilkat: Kelime anlamı yaradılış, fıtrat demektir.) 

Her insanin hilkatinde iyilik ve merhamet vardır. Nasıl bir akrep eğtim durumunda sokağısını kullanmasa da bir baskı altında kaldığında fıtratı gereği kullanıcaktır. Bu misal insanın fıtratında ne kadar iyilik olursa olsun çevresel faktör denen etmenin rolü bunu bastırmakta üstün. Cazip geleni seçmeye meyilli insan. Toz pembe hayatlar, gökkuşağı yaşamlar istercesine koşarlar. Ama güzellikler aceleye gelemez. Hilkatimiz doğrultusunda güzele ulaşıcaktır ruh ve beden. Ee nede olsa en güçlü kişi güçlükten gelendir. Boyun eğmeden yakınmadan güzele ulaşmaktır. Ulaşıcaksak eğer bir makam mevkiye düzenbazlık, vurdumduymazlık yerine bilakis önem arz ederek yürekten yapmak olsun. En azından dönüp dolaşıp hilkatimiz gereği güzelini yapalım. Su misali dönüp dolaşalım her mevsim yer gök yitirmişçesine. Onca şeye rağmen bulamamışken kendimizi bir bitkiye can olmakta buluverelim. Son sözüm ön sözüm olacak olursa; o günden beri yoktur hilkatimde karanlık , güneş gibi girmişim hakikatin koynuna...

]]>
Sun, 24 Jul 2022 22:30:58 +0300 Elif Can
Sığınak https://edebiyatblog.com/siginak-3242 https://edebiyatblog.com/siginak-3242 Kendimi bozuk bir sokak lambası gibi hissediyorum. Böyle bir karanlık saçarken bir aydınlık saçıyorum. Karanlık tarafımı hep, heveslendim ve yapamadığım her şey. Aydinlik tarafım ise, her şeyi layıkıyla yaptığım. Kendimi gerekli ve gereksiz olmaksızın her şeye benzetiyorum, bu bir yandan iyiyken diğer taraftan da fazlasıyla tuhafıma gidiyor. Bazende kendimi, karanlık yollar gibi hissediyorum. Ben karanlığım ve herkes, her şey kapkara, hiç aydınlık olmamasına rağmen kendimi orada iyi hissediyorum. Tabiki bunlar hayal dünyamda, gerçekte ise karanlıktan korkarım. Karanlık; sonsuz ve edebi gibime geliyor gerçek hayattayken ama hayal dünyamda öyle değil. Orada karanlık, kaçış yoluymuş, gizli bir sığınak gibi.

]]>
Sun, 24 Jul 2022 22:19:59 +0300 Medine Herzem
HAYATIN İÇİNDE KAYBOLMAK https://edebiyatblog.com/hayatin-icinde-kaybolmak https://edebiyatblog.com/hayatin-icinde-kaybolmak Bu sefer mumları üflerken ölmeyi diledim. Pes etmeyecektim, kendime bunu aşılamıştım ama bazen ne kadar ikna edersen et gitmek istersin. Bende gitmek istiyorum.

Tat alamıyordum yaptığım hiçbir şeyden gerçi son zamanlarda yaptığım bir şeyde yoktu. Uyu, uyan, yemek ye, yat, kitap oku, yemek ye, yat, kitap oku ve uyu. Yaşayan ölüydüm zaten, insanlarla selam sabah yoktu.
Uzaklaşmak ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama bana iyi geldiğini hissediyordum. Belki de kendimi kandırıyordum. Olabilirdi, yaptığım en güzel şeylerden biride bu olabilir. İnsanları kandırdığım gibi kendimi de güzel kandırıyordum.
Kendini kandıran insanlar aslında gerçeklerden kaçmazlar mıydı?
Kaçalım, herkesten kaçıyoruz zaten kendimizden de kaçalım ne olacak ki kimine göre ziyan olmuşuz zaten bu hayatta ya bari onun hakkını verelim.
Üzerimize oynadığı yetmiyormuş gibi birde enkaz altına atıyor. Hainler, etraf hain dolu elimle koymuş gibi bulmam da cabası. Hepsi işgal etmiş her yeri kaçtıklarımda bunlardı ya zaten konu çok farklı yerlere gitti ama napayım içim dolu, bitiremiyorum söyleyeceklerimi bıraksalar konuşur da konuşurum. Aslında beni engelleyen bir şey de yok konuşurum ama bazen içindekilerini anlatmaya kelimeler yetmez ya öyle bir şeydi ya da hani anlatacak gibi olursun ama düzelmeyecek deyip susarsın ya aynen öyle oluyor. 
Kısacası; anlatsam da kimse anlamayacak zaten çözüme ihtiyacım var ama uygulayacak gücüm de yok , mış gibi yapacaklar senin canın daha çok sıkılacak, boş ver diyecekler daha da gerileceksin sonra bir bakmışsın konuşmaktan vazgeçmişsin.

]]>
Sun, 24 Jul 2022 01:04:24 +0300 lâlzü
Kafamın İçi https://edebiyatblog.com/kafamin-ici https://edebiyatblog.com/kafamin-ici Kendimi bozuk bir sokak lambası gibi hissediyorum. Böyle bir karanlık saçarken bir aydınlık saçıyorum. Karanlık tarafımı hep, heveslendim ve yapamadığım her şey. Aydinlik tarafım ise, her şeyi layıkıyla yaptığım. Kendimi gerekli ve gereksiz olmaksızın her şeye benzetiyorum, bu bir yandan iyiyken diğer taraftan da fazlasıyla tuhafıma gidiyor. Bazende kendimi, karanlık yollar gibi hissediyorum. Ben karanlığım ve herkes, her şey kapkara, hiç aydınlık olmamasına rağmen kendimi orada iyi hissediyorum. Tabiki bunlar hayal dünyamda, gerçekte ise karanlıktan korkarım. Karanlık; sonsuz ve edebi gibime geliyor gerçek hayattayken ama hayal dünyamda öyle değil. Orada karanlık, kaçış yoluymuş, gizli bir sığınak gibi.

]]>
Thu, 21 Jul 2022 21:45:56 +0300 Medine Herzem
Dillerin Doğuş Miti : Babil Kulesi https://edebiyatblog.com/dillerin-dogus-miti-babil-kulesi https://edebiyatblog.com/dillerin-dogus-miti-babil-kulesi Neredeyse bütün dini kitaplarda yer alan, dünyanın yedi harikasından biri olan Babil'in Asma bahçelerinin içinde inşa edilen Babil Kulesi'nin en az kendi kadar eşsiz bir mite ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz? 

Dağlık bölgelerden gelen ve yükseklere tapan Sümerler, tanrıları Marduk'u ve cenneti görmek, yer ile göğün birleştiği yerdeki kutsal ağaca ulaşmak adına tanrıya giden yolun aşamalarını (taş,ateş,bitkiler,hayvanlar,insanlar,gökyüzü,melekler) temsil eden yedi katlı bir ziggurat şeklinde kule inşa etmeye başlarlar. 

İnanışlarına göre Marduk yalnızca yedinci katta görünürmüş. O kadar büyük bir merakları varmış ki, kısa sürede altıncı kata ulaşmışlar. Tanrı ise onların bu hızını görünce yedinci katı yapamamaları için bir anda işçilerin hepsine farklı bir dil verivermiş, böylece asla iletişim kuramayacak ve ona bu kadar kolay ulaşamayacaklarmış.

Tanrı neden bu işçilere bu kadar kızdı bilinmez ancak birkaç teori var elbette. Bazılarına göre ilk altı aşamayı tam olarak özümsemeden ilerlemelerine kızıp cezalandırıldılar, bazılarına göre ise tanrı kendisinin gücünü kanıtlamak için kuleyi yıktı. Tanrının gücünü kanıtlaması teorisi İbranilere aittir, hatta buna o kadar inanmışlardır ki bu olay Tevratta şu şekilde geçer : 

"ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. şarktan göçtükleri zaman sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. birbirlerine 'gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım' dediler. ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için rab* indi. onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. gelin inelim birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. bundan dolayı onun adına babil dendi." (tekvin 11:1-9)

Tanrıya ulaşma planları işe yaramayan Sümerliler sayesinde şu anda ''neden birçok yabancı dil var? '' sorusuna verebileceğimiz harika bir mitimiz var. 

]]>
Wed, 20 Jul 2022 21:28:45 +0300 Nur Bersun
Güzel Hayaller https://edebiyatblog.com/guzel-hayaller https://edebiyatblog.com/guzel-hayaller Güzel hayalleriniz olsun... Kimi zaman pes etme raddesine geleceksiniz ama pes etmeyin! Eğer ki; bir yola baş koyduysanız o yolun sonunu da getirin. Bu yol belkide senelerinizi alacak, belki aylarınızı bu hiç önemli değil.  Siz sadece o hayalin, o yolun sonuna gelin sonraysa "Her şeye rağmen başardım. " diyip kendinizi ödüllendirin. Çünkü; her şeye rağmen başardınız. Eleştirdiler, kıskandılar, modunuzu düşürdüler... Ama bakın başardınız asla unutmayın; "Kıskanan herkes, kötü yorumlar yapıp eleştirir." aldırmayın bur iki kere daha söylenip, hayran kalırlar hayatın kanunuydu bu hep.

]]>
Wed, 20 Jul 2022 19:06:16 +0300 Medine Herzem
Momento Mori https://edebiyatblog.com/momento-mori https://edebiyatblog.com/momento-mori -Mozart Piano Concerto NO.21 Andante -                   

Zaman, şuursuzca akmaya devam ediyordu. İnsanlara sağırdı ve biz her gün farklı mekanlarda, farklı tarihlerde, farklı insanların oluşturduğu kalabalık arasındaydık fakat hislerimiz, düşlerimiz, ruhumuz bulunduğu ortamdan çok daha uzaklarda dolaşırdı bazen; Sanki bir şeyleri arıyor gibiyiz. Kalabalık arasındaki kabuk olan bedenlerimiz, kendisine benzeyenlerle yakın kuruyor sürekli.

Asla bir başkasıyla aynı şeyi hissedemeyiz. Birbirimizi sevsek ve kısa süreliğine olağan akışındaki zamanı farklı algılasak, içinde bulunmak zorunda kaldığımız kalabalıklardan kurtulabilsek, sadece ikimizin "bir" olduğunu düşünsek dahi asla aynı şeyi eşit derecede hissedemeyiz. Sevgi, anlamı boşaltılan bir kelime oldu artık. Halbuki, gerçekten bizi seven biri olmasa, sevdiğimiz birisi olmasa birkaç kaç litre kan, bir torba kemik ve etten başka hiçbir şey değiliz.

Hiç kan bağımızın bulunmadığı kişileri sevebiliriz çünkü hırpalanmadıkça kalp cömerttir. Bir mucize olur da sevgimize, karşımızdaki de kendi hisleri ile selam verebilse bile mutlaka bir tarafın hissi ağır basacaktır. Çünkü farklı duyu eşiklerimiz var.

 Her şey bizim anlamlandırmamızla ilgili değil midir? Tam şu anda ölsek bu sorunların ne anlamı kalacak mesela?  En sevdiğimiz elbise biz sevmezsek diğerlerinden farklı değil. En güzel bulduğumuz insan, biz güzel bulmadığımız sürece sıradan. Etrafımıza anlam katan ve bir şeyleri değerli ilan eden, biziz. Kalabalıklara da tenhalara da biz anlam yüklüyoruz. 

Bazen, yalnız kalmayı daha anlamlı buluruz. Çünkü birilerini hayatımıza almak, o kişilerle anlarımızı, zamanımızı paylaşmaktır. O kişileri yaşamımıza kabul etmektir. Oysa kabul etmek için önce tanımak gerekir. Birbirimizi gerçekten tanıyabilir miyiz? İnsan duygularının değişkenliği söz konusuyken? Yahut konu aşk olduğunda, hoşlantıları aşk ile karıştırıp aşk zannettiklerimizin acısını çekmiyor muyuz? Birbirinin görünüşünü beğenip sevgili olanlar kendilerini aşık ilan ediyor. Bu sevmeyi unutmuş toplulukta nasıl sevgili olunur sahi?

Kendini topluma ait hissetmeyenler artıyor. İçimizde bastırdığımız duyguların feryatları bir boşluk kazıyor yüreklerimize, düşündükçe ağlayasımız gelen. Bizde göller var, içimizde birikmiş göz yaşlarımız. Bir de o göllerin can verdiği çiçekler var. Bizde yağmur var; arkasından gökkuşağı getiren. Bizde hem karanlık hem de aydınlık var. Nefes aldığımız sürece, ışık var.

Kafamızdaysa içinde her şeyin bambaşka olduğu güzel bir dünya can buluyor. Yazmayı da bu yüzden sever ya insan; dünyasını somutlaştırmak için. Hepimiz düşlerimiz ile yapılandırdığımız bir dünyaya sahibiz. İnsanlık fazlasıyla bencil. Benciliz. Bir şeyi sevme kriterimiz onunla mutlu olma oranımızla eş. Kafamızın içinde özenle dokuduğumuz ve hayallerimizi sakladığımız o dünyayı sevme nedenimiz, orada her şeyin istediğimiz gibi olması değil mi? Oysa, gerçeklikte işler istediğimiz, planladığımız gibi gitmeyebilir. İçimizde olan dünya ile içinde olduğumuz dünya çakıştığında hissediyoruz duyguları; sevinci, heyecanı ya da acıyı. Bu yüzden gelmez mi zaten hayal kırıklıkları?

]]>
Mon, 18 Jul 2022 10:47:42 +0300 Tuğçe Demir
Sığınak https://edebiyatblog.com/siginak https://edebiyatblog.com/siginak     İnsanların sığınabileceği bir dünyaları olmalı, kaçabilecek ve aynı zamanda yine ona gidecek bir dünya. Bu öyle bir dünya olmalı ki ne seni içine hapsedecek ne de seni sensiz bırakacak. Bir şarkının sizi götürdüğü o anılar gibi mesela ya da okuduğunuz bir kitabın baş kahramanı ile yaptığınız o müthiş zaferler. Veyahut tek bir insan yetiyor bütün dünyayı yıkıp yerle bir etmeye. Ama benim şimdilik sığındığım tek yer kitaplar. Sayfa aralarında birer kalem izi bekliyor, selam veriyorum hafifçe ve iz daha da derinleşiyor içimde. Ardından onu görüyorum,tüm bu sayfaları, cümleleri birlikte aşacağım o kişiyi.. benim yoldaşım, sırdaşım. Milena'ya Mektuplar kitabında Kafka oluyor sırdaşım, bir birimize yazıyoruz sanki içimizde ki imkansız sevgiyi. Şeker Portakalı' ndaki Zeze ile yaramazlığın içindeki zor geçen çocukluğumu. Uçurtma Avcısı'nda uçuruyorum ölen çocukların dualarını. Güzel Kaybettik kitabında gidenin ardından bakan bir Eylül acısı çöküyor tüm yüreğime. Kahraman Tazeoğlu ile yazıyorum şiirlerin satırlarını, Cemal Süreya ile açık ve demli çay kavgası yaparken, Şükrü Erbaş ile Ömür Hanım'ı yâd ediyorum....Ve bir çok kitabın bir çok kahramanlarına bürünüyorum, sanki bir sihir gibi içlerine giriyor ve sonra geri dünyama dönüyorum. Sanki herşey benim ütopyam da var ama bunu siz bilmiyorsunuz gibi...

]]>
Sat, 16 Jul 2022 01:17:39 +0300 YağmurunKızı8
İyi ki Doğdum Kendim https://edebiyatblog.com/iyi-ki-dogdum-kendim https://edebiyatblog.com/iyi-ki-dogdum-kendim Merhaba kendim..

Merhaba sevgili okurlarlar ..

   Bu yazım kendime doğum günü hediyem .Şuan bile yazarken yüzümde gülücükler oluştu .İlk hatırladığım doğum günümü söyleyeyim sizlere .. Şuan yaklaşık on dakika geçti ve inanın bulamadım çünkü her sene temmuz ayını kapatıyorum . Ailem sevdiklerim arkadaşlarım tanıdıklarım hepsi ayrı ayrı zamanlarda kutlama yaptıkları için temmuz ayı benim ayım oluyor ( du ) .Du dedim çünkü artık benim için bile önemi kalmamaya başladı. Eskiden hep derdim ki doğum günü en özel gündür başka günler unutulur ama bu unutulmaz .Ama öyle değilmiş artık yaş ilerlemeye başladı o yüzen mi bilmem ama hala çok gencim 28 yaşındayım .Ama bana göre insanın vaz geçemediği yaş vardır ve orda kalırsın kimlikte yaşın ilerler ama kalbin ruhun beynin hislerin orada kalır .Tam olarak bahsettiğim kaldığım yaş 24 dü. O yaşımdan sonrası kötümü geçti yoo aslında tablonun tamamına bakarsak hayır . Fakat benden aldığı bana kattığı çok şeylerim oldu .Mesela benden en çok da inandığım ve herkeste eksik olan aşk kavramını aldı sonra zamanla sağlığımla çok sınandım , güven desen yok dereceye indi .Hep te kötü şeyler katmadı canım mesela yazar olmaya karar verdirdi bana günler ve hayatımda aldığım en en en güzel karar budur. (iyi bir yazar olmaya söz veriyorum kendim ) . Gün geçtikçe daha güçlü bir yapım oldu ve daha çok gülmeyi öğrendim Çünkü üzülecek kadar zamanım olmadığını gördüm. Kayıplar verdim hem de fazlasıyla hayatta olmayanlar için ki kayıplarım onların isteğiyle olmadı onlar için çok üzgünüm ama hayatta olup da kendi masalımdan çıkardığım insanlar için aynı şeyi söyleyemem. Asıl dostlarımın hala yanımda olduğunu gördüm .Ve zamanla koşulsuzca sevebileceğim insanların bana acımadan zarar verdiklerini gördüğümde çok değiştim . Şimdi ise bu kadar çok şeyden sonra bende sağlam kalan tek güzel gerçek şeyin MERHAMET olduğunu görüyorum ve biliyorum Kaç yaşıma girersem gireyim kendime söz veriyorum merhametli olmaya devam edeceğim .Ve sevgili kendim seni çok seviyorum iyi ki doğdun iyiki varsın .HOŞ GELDİN 28

]]>
Fri, 15 Jul 2022 21:59:45 +0300 Şeyda Yüksel
GEÇMİŞİN KIRIKLARI https://edebiyatblog.com/gecmisin-kiriklari https://edebiyatblog.com/gecmisin-kiriklari Dünün yaralarına bugünlerin melhem olmuyor ;

Biliyorum artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Mesela ne ben eski benim ne de artık yaralarım eski yaralarım. Düştüğümdeki dizimde oluşan yarayla düştüğümde kalbimde oluşun yaranın acısı tarif edilemeyecek bir fark. Bitti diyorum, geçecek diyorum tıpkı dizindeki yara gibi çoğunun izi kalmadığı gibi ama kalbimde oluşan her yarının izini hâlâ taşıyorum. Geçmiyor, bitmiyor. Neden? Nedenini de bilmiyorum. Bildiğim tek şey eski benliğimi özlüyorum hemde deli gibi... Neden eski halini özler insan onu da bilmiyorum ama ben çok özledim.

Masumluk olabilir mi tüm mesele? Bu kirli dünyada çocukluk hep saf, masumdur. Belki de bu yüzden düştüğümde etrafımda yardım eden kimsemin olmayışını değil de kanayan dizim için ağlamışımdır.

Ben hep dizimdeki yara için ağlayacağımı düşünmüştüm, büyümek aslında ne kadar da kötü bir şeymiş hiç istemedim böyle olsun, böyle olmak.

Elimde olsa hep geçmişte bir yerlerde yaşamak isterdim. Öyle ya dünyayı bilmiyorum, tanışmamış kahpe insanlarla daha kirlenmemiş zihnim.Biraz daha farklı hayat daha az yara almış bir ben.

]]>
Wed, 13 Jul 2022 22:58:18 +0300 lâlzü
Sanaldaşlık https://edebiyatblog.com/sanaldaslik https://edebiyatblog.com/sanaldaslik Eskiden arkadaşılık denilen bir ilişki vardı. Hala var ama eskisi gibi değil. İnternetin yaygın olmadığı dönemlerde insanlar sokakta birbirinie selam verirdi. Hatta kısa bir muhabbet geçerdi. Bir mekana gidildiğinde sohbet ederler, arkadaşlık samimiyetiyle o günün tadını çıkarırlardı. Şimdi aynı masa etrafında oturup birbirlerinin yüzüne bakmıyorlar. Herkesin elinde telefon farklı insanlarla konuşup, sanal mecralarda geziyor. Masadakinin bir derdi var mı? Paylaşacağı bir sevinci var mı, sormuyor. Konuşulsa bile yine internette gördüğü bir video üzerinden konuşuluyor. Tek konu, "Son paylaşılan videoyu gördün mü?" Görmediysen hemen izletiliyor, gördüysen üzerine tartışılıyor. Gün sonunda aslında hiçbir iletişim olmadan dağılıyor. Anca sosyal hesabında paylaşırsa haberi oluyor. Paylaşılmasa kimsenin birbirinden haberi yok.  

Aynı evde olanlar bile internet üzerinden haberleşiyor. Mutfaktaki eşine telefondan mesaj yazıyor, " Su getir misin?" diye. Ben olsam su bardağı fotoğrafı gönderir, "İşte suyun afiyet olsun" derdim. Yani bu kadar birbirimizden kopmuş haldeyiz. Evet, internet, teknoloji büyük kolaylık ama günlük hayatı ve insanı insan yapan iletişimi yok ediyor. Bu da eksi tarafı.

Halbuki insan hayatı, sadece dertleşmek, gördüğümüz bir şeyi paylaşmak değildir. Aynı ortamda bir tatlı bakış, tebessüm, bazen hiddetli bir bağırış, bazen de ağlama halleri... işte bunları klavye tuşaları ile iletemeyeceğimiz şeyler. Her şeyimiz sanal oldu ne yazık ki. Arkadaşlık, dostluk, bir yerde oturup içilen kahveler, hatta aile bağları bile internet kablosu ile bağlı. 

]]>
Mon, 11 Jul 2022 13:32:59 +0300 Selin Sabcıoğlu
Mugayir https://edebiyatblog.com/mugayir https://edebiyatblog.com/mugayir (Mugayir: kelime anlamı aykırı demek) 

Kurmaca bir oyunun içinde akla mugayir yaşıyoruz. Gardiyansız bir hücrede kapalı ruhumuz. Akşam beş gevrekleri, iki lafın beli, üç elin yeli doyurmuyor ruhu. Akşamüstü güneşinde doyum noktamız. Kızılötesi bir ışıkta işte. Akla mugayir kıldığımız şeyleri ahlaka da mugayir kılıyoruz. Oysaki yaşamın tam ortasında olmak değil mi mugayirliğimiz. Sorarsan buldun mu doğru heceyi, fenerle tararsın kara geceyi, ararsın ömrün boyunca mugayriliği. Yelkenin nasıl yapılmış? Denize mi? Havuza mı açılmış? Bilemezsin. Bu hayatın sular ortasında kalmış mugayirliğini anlayamazsın. Aykırı işte insan. Yaşama kurala... Bu insan hayata aykırı. Buluşları, icatları, sanatları, zanaatlarıyla her şeyiyle aykırı insan dünyaya. İster sebep de ister sonuç bu yaşam bizim yaşamımız olamaz. Anlaşılmayan konuşulmayan bu mekan mekan bizim mekanımız olamaz. Akşam vakti bir dergide, bir kitapta, bir gazetede buluşamıyorsak eğer tamamen bütün benliğimizle mugayiriz. Hem yalan kolay gelir, günüm geçmez dediğin an giderse elin bir kumanda tuşuna seyir defterin ağır gelir. Tırmanmadıktan sonra parmaklarınla, kirlenmedikten sonra tırnakların neye yarar mürekkepte kağıtta. Bu mugayirliğin karşısına meçhul bir faille çıkılır mı şimdi. Mürekkepsiz kağıtsız bir tuşla ait olunur mu bu dünyaya. Sanatsız zanaatsız kalınır mı bu mekanda? Soru işareti olmayan cümle de sorudur belki. Düşünmek lazım hayatı gerçeği sorulmayan bir şeyi... Sadece düşünmek...

]]>
Sun, 10 Jul 2022 09:22:27 +0300 Elif Can
Kurban Bayramı... https://edebiyatblog.com/kurban-bayrami https://edebiyatblog.com/kurban-bayrami Sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz, sağlık ve huzur dolu nice bayramlara... Kurban Bayramınız kutlu olsun.

]]>
Sat, 09 Jul 2022 15:08:08 +0300 Rüya gibi
Evin Kedisi https://edebiyatblog.com/evin-kedisi https://edebiyatblog.com/evin-kedisi Bugün ev halkında bir hareketlilik

Bense anlamsızca bakınıyorum  enteresan duruma 

Uzandım tilki uykusunda etrafı dinliyorum.Yemeğimi yedim suyumu içtim.

Uzandım tilki uykusunda etrafı dinliyorum. 

Çok yoruldum oyun oynamaktan şekerleme vaktidir.

Uyuyabilirsem ev halkının koşuşturmacasından.

Ben mi kimim ev halkının en sevdiği sevimli kendisi ????

Rüya Gibi 

]]>
Fri, 08 Jul 2022 14:34:21 +0300 Rüya gibi
BUGÜN BAYRAM GÜNÜ DERLER... https://edebiyatblog.com/bugun-bayram-gunu-derler https://edebiyatblog.com/bugun-bayram-gunu-derler   BUGÜN  BAYRAM  GÜNÜ DERLER…

 Sevinci  ve mutluluğu  çocuklara  sormak  isterdim?Cevap  bellidir  aslında!...Verdikleri   cevabı duyar gibiyim…

Sevincimiz  Bayramdır.

Mutluluğumuz  da  Sevgidir.

Bir bayram  günü  daha  geldi. Evlere  huzur, İnsanlara  Neşe  ve  Güzellik  getirdi. Bayramın gelişine en  çok  sevinen  çocuklar  olsa  gerek!...Bayram sabahına kadar gözüne uyku girmez  bir halde;Yeni aldıkları  kıyafetleri  ve  Ayakkabıyı  baş ucuna koyar sabahın bir an önce olmasını sabırsızlıkla bekler…

Heyecan  vardır  içlerinde.

Umut  vardır  gözlerinde.

Bir de; Sevgi  vardır kalplerinde.

Evimizin  kapısını çalan  ilk misafirler çocuklar olur.Hep bir ağızdan güzel bayramlar ve iyi bayramlar dedikleri an! İnsanın  gözü  dolar. Bir tebessümmle  onlara  Şeker  ya da  Çikolata ikram  edilip,Uğurlanır…

Bayram  sabahı  ayrı  bir  duyguya  kapılır  insan!... Küskünlükler   sona   erer. Huzur  ve  mutluluk  bir arada  yaşanır. Geçmiş  silinir  ve  güzel  günler, Güzel  bayramlar  görme  temennisi  ile bayramlaşılır…

Çocuklara  sorun  bayramı? Kimi  cebimde  şekerim ,Elimde  oyuncağım  işte  bayram derken! Kimi de;  cebime  küçükte  olsa  cebime  konulan  harçlığın  verdiği  hazzı  arkadaşlarımla  paylaşmakta  saklı der… Bir  başkası  da; Bana  alınan kıyafetlerin  güzelliğine  bakarak  ailemle  yaptığım Akraba,Eş,Dost   ziyaretinin  güzelliğinde  gizli der…

 

                                   BİR  ÇOCUĞUN  BAYRAMA  BAKIŞI  BİZE   ÇOK ŞEY  ANLATIR…

 

                                                            İYİ  BAYRAMLAR  TÜRKİYE .

]]>
Thu, 07 Jul 2022 22:17:42 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Bazen, bazı günler, bazı insanların ölmüş olmasını dilersiniz. https://edebiyatblog.com/bazen-bazi-gunler-bazi-insanlarin-olmus-olmasini-dilersiniz-3095 https://edebiyatblog.com/bazen-bazi-gunler-bazi-insanlarin-olmus-olmasini-dilersiniz-3095 Bazen, bazı günler, bazı insanların ölmüş olmasını dilersiniz.

Öpecek bir toprak, 
Kaçacak bir yer, anlatacak birine sahip olabilmek adına.
En zorudur, nefes alan birinin yokluğu,
En zorundan bile daha zordur, size ölmüşsünüz gibi davranan birinin varlığı. 
İnsan kaderini seçebilseydi keşke, en azından bir kısmını.
Babasını, annesini, çocukluğunun tadını seçebilseydi,
Kendi karar verebilseydi, çekeceği acının miktarına ya da ne bileyim işte..


- Boğazım düğüm düğüm
Boşluğundayım bu dünyanın, 
Darağacına asılmış bir beden kadar hissizim. 
Hem bağıra bağıra ağlamak geliyor içimden, hem öylece susmak tek kelime bile etmeden. 
Kim anlar ki içimizin yandığını ? 
Ya da kime anlatabiliriz, ciğerimizi deşen acımızı ? 
Kime söylenir böyle şeyler ? 
Bu yalnızlık kiminle paylaşılır ? 
Kim kızabilir özendiğimiz hayatları gözlerimizin önünde yaşayanlara ? 
"Hayallerimi çaldınız !" diye bağırsak ne fayda ? 
Daha kaça katlanabilir kimsesizliğimiz, yetmiyor matematiğimiz...
Hayatın gözlerimizin önünde cinayet işlediğini, öldürdüğünü çocukluğumuzu ve gençliğimizi ve insanlığımızı hırpaladığını kime şikayet edebiliriz ? 


Kaç yaşındayım bilmiyorum,
Kaç yaşındaysam milyonlarca kez daha fazla yorgunum.
Kaç yaşında olursam olayım, kalbi kırılmış masum bir çocuğum.
Hiçbir mutluluk, acım kadar samimi ve devamlı olamıyor.
Ki avutmuyor beni, hiç kimsenin sevgisi.
Hiçbir sevilmek, 
Sevilmemişliklerimin yerini dolduramıyor. 


Bizler, sevinçleri kursağına dizilmiş çocuklarız.
Ertelendik.
Hep bizden önce, bizden önemli işleri vardı büyüklerimizin.
"Uygun olmayan şartlar altında yetiştirildik"
Annelerimizden terlik değil, hayatlarımızdan tekme yedik. 
Erken tanıştık kendimizle,
Kendimizi taşımaya erken başladık. 
Hepinizden fazla hata yaptık,
Çünkü hepinizden daha cesur olmak zorundaydık. 
Korksak bile, karanlıktan; ışıklarımızı yakmaya yetmedi boyumuz,
O tuhaf ürpertiyi hiç unutmasak da,
Alıştık. 
Hepinizden daha hızlı koşabilirdik,
Ayağımız takıldığında,
Kaldıracak bir el bulabilseydik...

]]>
Wed, 06 Jul 2022 00:04:06 +0300 Founder
Güven Aşıladıktan Sonra https://edebiyatblog.com/guven-asiladiktan-sonra https://edebiyatblog.com/guven-asiladiktan-sonra İnsanlara güven aşıladıktan sonra o güveni yıkıp hayatlarına kaldıkları yerlerden devam ediyorlar. Sonra bir gün onların güveni kırılıyor bu döngü aslında böyle; biri sizin güveninizi kırar, başka biri onun Güvenini kırar. Kimsenin yaptığı asla kimsenin yanına kalmaz. Aslında bizde de biraz sıkıntı var; karşımızdaki insana hemenn inanmamız. O kim ki inanıyoruz? Dayımızın oğlu mu veyahut akrabamız mı? Bizim güvenimizi kıran her zaman sevdiğimiz kişidir. Değer verdiğimiz, onun için her şeyi yapacak raddeye geldiğimiz insanlar bize bunları yapmış. Bir kere kırılınca güven ne yapsanız da tekrardan eskisi gibi olmuyor, eskisi gibi güvenemiyorsunu, eskisi gibi sevemiyorsunuz, eskisi gibi olamıyorsunuz... Bugüne kadar herkesin en az bir kere güveni kırılmıştır, o güveni tekrardan onrabilecek kimse bulunmamaktadır. Güvenirsiniz yine ama içinizde hep bir kuşku, ya onun gibi güvenimi kırarsa? Ya giderse? Gibi bir çok şeyi düşünürsünüz ve bu aklınızda kurduklarınız gerçeğe dönüşür. Güveni kıran birinden hiçbir beklentiniz olmasın, biri yapan her zaman; ikiyi üçü yapar...

 

 

]]>
Mon, 04 Jul 2022 08:54:53 +0300 Medine Herzem
Sensizlik https://edebiyatblog.com/sensizlik https://edebiyatblog.com/sensizlik SENSİZLİK

Belki bir iç döküş belki de bir için çöküşü. Göğsünün daralması ve anlamsız bir şeyler silsilesi. En kötüsü de yorgunluk. Hepsi sensizliğin birer yan etkisi. Bedene en zararlı şey nedir diye sorarlarsa bana, ne içki derim ne de sigara. Çünkü bedene en zararlı şey aşktır. Bu aşkın sonucu o kadar şeye bağlıdır ki, anlaşılmaz zaten. Bazen unutman gerekir, bazen sessizce kabullenmen. Benim yaptığım ise en kötüsü, unutmam gerektiğini bile bile, yana yana deli gibi sevmek...

]]>
Sun, 03 Jul 2022 17:34:02 +0300 bbeyzabektass
Yağmurun Özgürlüğü... https://edebiyatblog.com/yagmurun-ozgurlugu https://edebiyatblog.com/yagmurun-ozgurlugu sert rüzgarların ardında

Yağmurun da ıslandık 

Dans ettik şemsiyesiz 

İçimize işlerken özgürlüğün hissi 

Mutluluktan uçtuk yüzümüzdeki çocuk tebessümü.

Açtık kollarımızı yağmurlu göğün ardına.

R.G.

 

 

]]>
Sun, 03 Jul 2022 15:06:08 +0300 Rüya gibi
Yeniden https://edebiyatblog.com/yeniden-3052 https://edebiyatblog.com/yeniden-3052 Onca tükenmişlik ve hüzünden sonra,kendimi kaybettiğim günlerimi ardımda bırakmak ve hayatıma geri dönmek benim için kolay olmadı. Fakat artık bunu yapmalıydım yeniden kendim olamlıydım. Ayağa kalkmalı ve dik durmalıydım. Yaşadığım en küçük acıda yıkılmamalıydım. Artık büyümüştüm ve hayatıma devam etmem,tüm hüzünleri bir kenara bırakıp yaşamaya devam etmem gerekti. Benden çekip gidenler için kalp ağrısı çekmem artık gereksizdi ve bunu zamanla anlamıştım. İnsan büyük hayal kırkları olmadığı sürece olgun bir insan olmazmış meğer. Yaşadıklarımın hepsinin yanıma kâr kaldığını düşünüyorum. Yaşadıklarım ve  yaralarımın geçmesini beklemek  kendimi onarmak beni çok güçlendirdi. Artık eskisinden daha güçlü hissediyorum tüm yaşadıklarım,hissetiklerimle hayatıma en güzel şekilde devam ediyorum.Siz de yaşadığınız acılar yüzden oluşan tüm yaralarınızı kendiniz sarın ve artık ayağa kalkın çünkü artık siz eskisinden daha güçlüsünüz.

]]>
Fri, 01 Jul 2022 00:52:44 +0300 Semira Bulut
SOL TARAFIM https://edebiyatblog.com/sol-tarafim https://edebiyatblog.com/sol-tarafim Öyle bir çıkmaz içine sokuyor ki insan kendini ne yapsa çıkış yolu bulamıyor. Her şey gayet yolunda giderken mantıkla kalp arasında sıkıştırıyor kendini. En zoruda zaten kalple mantık arasında kalmak değil midir? Mantığı seçse bir zaman sonra yaptığından pişman olacak, kalbini seçse yaşadıklarından pişman olacak. Hani bir zaman sonra düşüncelerinden kaynaklı hiçbir şey mantıklı gitmezse neye karar vereceğini bilemezsin ya öyle bir çıkmaz bu. 

Hangisini dinleyeceğine karar verememek. Mantığına yanlış gelen kalbine doğru, kalbine doğru gelen mantığına yanlış. Sen bu ikisi arasında gidip gelirken bir anda kendini hiç ummadık bir yerde bulacaksın yani bir nevi kaybolacaksın. Çıkış yolu elbette vardır ama önemli olan bunu nasıl bulacağın. Sizce mantık mı daha önemlidir yoksa kalp mi? Yani bana kalırsa kalp çünkü şu zamana kadar ne yaşadıysam ne yaptıysam hep kalbimi dinledim şimdilerde ise mantığımla hareket etmeyi düşündükçe yine kalbimi dinliyorum aslında şu an ne yapacağımı bilmiyorum işte asıl beni yoran da bu bilinmezlik.

]]>
Wed, 29 Jun 2022 22:46:26 +0300 lâlzü
Yaşam ve Ölüm Arasında https://edebiyatblog.com/yasam-ve-olum-arasinda https://edebiyatblog.com/yasam-ve-olum-arasinda Çok zor...

Bu hayat, insanlar, yaşananlar... Hepsi o kadar zor ki. Bazen kaldıramayacağım gibi geliyor. Vazgeçmek istiyorum. Herkesten, her şeyden... Sonra düşünüyorum. Bu hayat en ufak bir olayda vazgeçmek için çok kısa değil mi? Gözlerim doluyor usulca. Sımsıkı yumuyorum gözlerimi. Göz yaşlarım bana ihanet etmiş gibi usulca düşüyor yanaklarıma. Biraz daha sıkıyorum kendimi. Ağlamak istemiyorum çünkü. Olmuyor... Bağımsızlığını ilan eden gözlerim yaşlarını akıtmaya devam ediyor. Açıyorum gözlerimi uusulca. Ellerim yanaklarımı buluyor. Göz yaşlarımın ıslattığı yanaklarımı siliyorum. Yerine yeni yaşlar geliyor. Sırılsıklam olan yüzüm, kızaran yanaklarım ve gözlerim ile daha fazla kendimi tutma gereksimi duymuyorum. Rahat bırakıyorum kendimi. Az önce tek tek dökülen yaşlar çoğalmaya başlıyor. Sonu gelmeyen yaşlara hıçkırıklar da ekleniyor. Umudunu artık yok etmeye başlıyordum ki aklıma şu sözler geliyor.

' Bu hayat benim hayatım ve ben başkaları yüzünden asla bu hayattan vazgeçmeyeceğim. Herkesin ve her şeyin inadına yaşamaya deavm edeceğim. Benim onlara vereceğim en büyük ceza yüzümde ki tebessüm olacak.'

]]>
Tue, 28 Jun 2022 15:45:24 +0300 Dilara_a
Amansız Zaman https://edebiyatblog.com/amansiz-zaman https://edebiyatblog.com/amansiz-zaman Gelir geçer zaman geç kalamam hiçbir işe geç kalmayı affetmez zaman. Sen şöylesin bu durumdasın biraz akmayayım demez asla. Su misali akar da akar. Bazen her derde devadır zaman bazen de her derdin ta kendisidir. Yanlış harcandığında telafisi mümkün olmayan tek şey belki de zamandır. Yaratıcımızın bile bize tanıdığı bir zaman vardır bu yalan dünyada. Biz kim olarak zamanı hiçe sayıyoruz anlamlandıramıyorum. Başını zamanın göğsüne yasla, dinle akan saniyeleri,geçen akıp giden o vakitler vicdanın olsun.  Zaman geçirmek için değil seçilmek için vardır. Güzelinle doğrununla, emeğinle en bir mertebede, olmak için vardır. Bir kahvehane köşesinde, bir çekirdek masasında geçirmek için değildir zaman.Sorulmaz mı sonra nedendir bu israfın diye. Sonra yarınlar güzeldir diye bugünleri yaşayamazsın, yenilir huzurun sevinir kusurun belki dertle dostta olursun bu durumda. Kör zamana bir göz olmak yüreğe bir söz olmak asıl mesele. Bir gözle bir söz olamadıktan sonra gerisi neye yarar. Boşa geçmiş bir hayat tekdüze dönmüş Bir dünya kalıyor elimizde. Zamansız, amansız ve ansız olmasın şu üç günlük dünyadaki ömrümüz. Gününüz güzel, zamanınız bol, bolluğunuz bereket olsun. 

]]>
Tue, 28 Jun 2022 10:19:07 +0300 Elif Can
MAHALLEM https://edebiyatblog.com/mahallem https://edebiyatblog.com/mahallem Herkesin bir hikayesi var. Dünyaya başlangıcı, ismi, ailesi mahallesi, yaşadığı şehir… Benim de var. Mahalleme götürmek isterim sizi kelimelerle… Cep telefonu ile 365 derece bir çekim ile sanal gezdirmek var da… Aynısı olmayacak, bilirim. Kelimelerin zihninizde yaratacağı büyülü alemin yanından geçmeyecek.

Kurtuluş Savaşı kadın kahramanlarının adı sokaklarında….Milli değerlerinden başlamam gerekir diye düşündüm. İlginizi çekebilir; Gördesli Makbule, Tayyar Rahmiye, Asker Saime ve diğerleri. Çocuk ruhum çözememişti, “Saime” kadın adı, neden asker olsun ki, diye düşünmüştüm. Sebebi varmış. Viranevler iken adı, büyüdü ayrı bir mahalle oldu, adı da Çamlıevler Mahallesi… Uzak komşu olsa da şimdilerde çam ormanına bitişken…Ahalisi tipik köyden indim şehire grubundan, Anadolu insanı. Çoğu Karadeniz, biraz Doğu Anadolu, az Trakyalı. Yıllar geçmiş hepsi İstanbullu oluvermiş. Ama Eminönü, Mahmutpaşa için yola çıkmışlarsa bir gün “İstanbul’a gidiyorum” sözünü duymanız sizi şaşırtmasın. İstanbul’da yaşayıp da niçin böyle derler: Doğru derler aslında. İstanbul surların içi. Dışındakiler için hâlâ öyle olması normal.

Nesi şaşırtır sizi, belki de sizin mahallenizde de adım başı kedi, köpek için yeme içme kapları vardır. Kedi ve köpek dostlarınız şurda burda. Ama bu mahallede hayvana düşmanlık yaparsanız kocaman bir tepkiyle karşılaşırsınız. Herkesin evinin önünde minnak bahçeleri, bahçelerinde çiçekleri, evlerin de mimarisi çoğu yerde göremeyeceğiniz bir yek ahenktedir. Bir elden çıkmış olarak iki oda camın ortasında evin giriş kapısı. Zannettiniz ki okulda çizdiğimiz evlerden esinlenerek böyle anlatıyorum. Oysa ilk planlı yapılaşmalardan bir örnek olduğunu bilmiyorsunuz. Devamı gelmemiş ama güzel bir başlangıç olarak hâlâ İstanbul’a ilham veriyor.

Kocaman pencerelerin çoğunda demir yoktur. Hırsızlık olmadığı ile namlıdır. Çünkü karşılıklı pencereler adeta bir göz gibi birbirlerine gözcülük yapıyor. Her üç evden birinde evcil bir hayvan bakılır. Mahallelinin spor için uzağa gitmesine ihtiyaç yoktur. Ring olarak evlerin etrafını dolanan yolu arşınlamaları yeterlidir. Çocuklar için bu yol bisiklet yolu, skoter yoludur. Ara geçiş yolları da mutlaka küçük bir meydanla birleşerek diğer tarafa yeniden dar bir aradan bağlanır. Bu küçük meydanlar, seksekler, saklambaçlar, yakan toplar için enfestir. Akşamları otopark hizmeti vermesi, mahallelinin bıçkın delikanlılarının toplanıp ayaküstü sohbet alanına dönüşmesi de çok amaçlı kullanıldığının delilidir.

Kapı önlerinde yaz günleri oturmayı sürekli alışkanlık haline getirmiş ailelerin gönüllü görevleri vardır. Çocukları gözetleyip, kollamak. Çay, kahve yudumları arasında yükselen seslere kulak kabartmak, mesele değil herhalde. Satıcılara çok rağbet olmadığı için fazla uğramazlar. Evlerin ulaşım araçları dışında trafik de çok olmaz. Okula, camiye, markete, toplu taşımaya iki dakika mesafesinde bu konforu bulmak ki, elbette bana göre konfor, başka İstanbul mahallelerinde olası değil.

Çatkapı misafiriniz olmaz. Komşu muhabbeti kapı önlerinde, bahçe duvarları üzerinden yapılır. İstemezseniz, burnunu kimse sizin hayatınıza sokmaz. Ne güzel, değil mi? Bu kadar methiyeden sonra tahmin edersiniz ki, nazar boncuğu eksileri de olacak:

Gecenin bir yarısı bir genç kız çığlığı ile uykunuzdan sıçrayıp, bir afete uğradığınız düşünerek kendinizi kapı önüne atabilirsiniz. Sakin olmak lazım. Artık bu ses beni uykumdan etmiyor, uyanıksam sadece sinirimi bozuyor. Uzun yıllar ne olduğunu anlayamadım. Polisi arayacak oldum, ama lüzumsuz bir pozisyona düşme ihtimali vazgeçirdi beni. Tekerlekli sandalyesi ile yakın bir yerde işe gidip gelen memure hanımla tanışma fırsatı bulunca olayın aslını öğrendim. Kendi ifadesiyle “ergen yetiştirme” arazlarıymış. Yeğeni oluyor genç kız. Yan bina alt kat ananne, üst kat teyze, bitişik sokakta benim tanıştığım teyze oturmakta. Tek yeğen de bazen krizlere girip çığlık atmadaymış. Normal değil elbette. Ama nezaketimiz, normal olduğunu kabul bekleyen açıklamalarına mukabil olarak böyle kabul etmemizi gerektiriyor.

Çiroz adamın şişman karısı var, bir de. Çok hassas. Sokak lambasını açık unutanları, bahçedeki çiçeklerini sulamayanı, etrafındaki otları yolmayanı dert ediniyor. Derhal müdahele etmiyor ama, bunların dert olduğunu bir gün birisi size aktarıveriyor. Her gün evin önünde oturup, kendi araçları dışında işyeri aracına da park yeri muhafazası için tapulu malı imiş gibi kapının önüne rastlayan cadde bölümüne araç koydurmamasına dertlenmeniz elbet bir gün ona da fısıldanacaktır.

Çocuk sesleri tatilde iken evinizde huzur bırakmayabilir. Buna alışmak, vardiyalı çalışanlar için mümkün değil. Kargocuların, kapıya kadar ulaşma tenezzülünde bulunmayıp, paketleri yoldan fırlatması da başka bir dezavantaj. Çok katlı binaların olmaması, en fazla üç katlı yapılar, film yapımcılarının da cazibe merkezi yaptı mahallemizi. Sokakta inanılmaz kalabalığı ve araç yığınını daha sık görür olduk. Bir bölümünün iptal ile kullanılamaması memnuniyet verici olmuyor.

Deremiz var, üzerinde köprüler…Top sahalarımız ve çocuk parkımız çok yakın. Ve piknik alanımız  çevreden de gelenlerin dinlenme yeri. Sahilde yürüyüş için on beş dakika sabırla adımlamanız gerekiyor. Mahallemi seviyorum. Sizce de haklı değil miyim?

]]>
Mon, 27 Jun 2022 02:11:07 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Doğa Ana https://edebiyatblog.com/doga-ana https://edebiyatblog.com/doga-ana Ben bütün dünyanın tanıdığı bir anayım. Eteğimde çiçekten böceğe, böcekten bitkiye, bitkiden insana ve daha nice varlığa analık yapıyorum.  "Doğanın cinsiyeyi olmaz" demeyin, kadının doğurganlığından ilhan alınarak bana Doğa Ana dediniz. Ama saygı göstermediniz. Benimle yani büyükannenizle savaş halindesiniz. Derelerim, denizlerim, ormanlarım talan edildi.  Benim iyileşemeyecek yaram var, o da beton. Siz betonu çok sevdiniz ve benden vazgeçip onu seçtiniz. En önemli şeyi unuttunuz. Sizi hayata bağlayan, nefesi sağlayan beton değil, benim. Ben Doğa Ana.  

İnsanoğlu kadın neslini sürekli ikinci plana atarken, beton binalara hapsedip köle gibi davranırken, kadın üretkenliğinden doğan Doğa Ana adını taşıyan bendenize saygı gösterilmesini beklemek ne kadar anlamlı bilemiyorum. 

Ben size zaman zaman uyarılarda bulunuyorum. Güvendiğiniz betonların sağlam olmadığını defalarce kez gösterdim. Sevdiğiniz insanları kaybettiniz. "Doğanın intikamı" dediniz. Ben içinde intikam duygusu besleyen bir cani değilim, bunu anlamadınız. İnsanlar ölüyorsa, hayvan neslleri yok oluyorsa bu sizin suçunuz, benim değil. İntikan duygusunu yanardağ gibi barındıran tek canlı insanoğlu. Sizi öldüren almadığınız tedbirler ve benimle olan anlamsız savaş. Bu savaşı sürdüğünüz sürece hem sizden, hem de benden dönüşü olmayan kayıplar olacak. Mücadelesini verdiğiniz Corona Virüste bunun kanıtı. 

Ben sizinle savaşmak istemiyorum -ki bunu siz başlattınız. Ben asla yok eden taraf olmadım. Hep var eden taraf oldum. Size bütün ninatlerimi karşılıksız sundum. Hiçbir şeyi sakınmadım. Kollarım Mevlana misali herkese açık. Gelin bırakın elinizdeki savaş baltalarını, barış içinde yaşayalım. Dünya var olduğundan beri yaşamadığınız gibi. Siz olmadan ben yaşarım ama ben olmadan siz yaşayamazsınız.

Koca karı ilacı diye tabir edilen bir şifa türü vardı. İşte o şifayı ben sağlıyorum, Doğa Ana. Lütfen kapıma gelin, geri dönün bu savaştan. Geç olmadan saralım yaralarımızı. Birbirimizin yarası değil, şifası olalım. Birbirimize can olalım. Can almayalım. Gelin geç olmadan gelin. Mevlana'nın de dediği gibi, "Ne olursan ol, yine gel." 

]]>
Sat, 25 Jun 2022 13:48:05 +0300 Selin Sabcıoğlu
Kül https://edebiyatblog.com/kul https://edebiyatblog.com/kul    İçimizin küllendiği vakitler olur ya hani, yanan için sabır rüzgarına vurulur , burnuna gelir ansızın sönmüş küllerin kokusu. Düşünürsün o zaman 'Ben ne zaman yandım da kül oldum' diye hani haberinde yoktur, olsa değişecek mi onu da bilmiyorsun işte. Sadece avutmak istiyorsun kendini, bir nebze avutmak bir tutam vicdan suskunluğu ve gönlün ferahlığı. Korkunun o yangında kül olmasını da istiyorsun biraz da çünkü korkuyorsun bazı şeylerden ki o bazı şeyler, çok şeyler aslında. Adına bazı demişiz sadece. Sanırım o da dağı tepe diye göstermekten geliyor, halbuki ilk yanlışı dağı tepe derken yapmışız haberimiz yok. Şimdi ise gözlerin bulutlardan bir mucize olmasını bekliyorsun, ellerin kül parçaları yeniden doğmayı bekliyor peki ya sen, sen hazır mısın? Yeniden doğmak yeniden yanmaya?...

]]>
Sat, 25 Jun 2022 02:21:59 +0300 YağmurunKızı8
ESKİYE ÖZLEM DUYDUĞUM BİR AN https://edebiyatblog.com/eskiye-ozlem-duydugum-bir-an https://edebiyatblog.com/eskiye-ozlem-duydugum-bir-an ESKİYE  ÖZLEM  DUYDUĞUM  BİR  AN

Nostaljik  bir  an  yaşıyorum  KALE  CAFE’ de. Tarihi kentin  tarih  kokan  cafesinde  ilgimi çeken tahtalardan oluşan ve eski yapılı evlerin damında kurulan,geceleri hem üzerinde oturulup sohbet edilen; Hem de geceleri üzerine yatak serilen taht gözüme ilişti.Eskileri anmak,Eskilerden dem vurmak ve biraz da nostaljik bir anı resmetmek için tahta kuruldum. Gözlerim etrafı  seyre  dalarken;Birden! Gözlerim   taş yapılı  evlere  daldı. O kadar  dalmışım ki! Yanımda  oturan  sevimli  kızı  görmemişim.

 Bir Merhaba  sesi geldi kulağıma!...

Merhaba  deyip,Susuyorum…

 Sevimli  kız  beni  sevmiş  olmalı  ki; Kendi  çitlettiği  çekirdekten  uzatıyor   bana. Teşekkür   ederim  dedim  sevimli  kıza. İsmini  merak  edip  soruyorum?  İsmi  de kendi  gibi  şirin SEVDE  diyor.İsminin  anlamını  biliyor musun?  Siyah- beyaz   anlamı  taşıyor  ama,  bende  tam  olarak  bilmiyorum  diyor.  Masum  bir  tebessüm  konduruyor  yüzüne. Derslerini  soruyorum? Süper  diyor. Bir  de hayalini  soruyorum? Cevabı  daha  bir  güzel  geldi kulağıma. Ben  müzik  hocası  olmak  istiyorum diyor.

Bana  dönüp; Ben taş  yapılı  evleri  çok  severim.  Bir  de  damlarda kurulan  tahtları. Keşke  bütün  şehir  eski  taş  yapılı  evler  gibi  olsaydı  diyor. Kısa bir tebessüm ediyorum  Sevde’ye.

Biraz  eskileri  hayal  ederken; Birden !Sevde, Baba  gidiyor  muyuz? Diye seslenince; Hayallerime  bir  son  veriyorum. Sevde yüzünde beliren tatlı bir tebessümle, Görüşmek  üzere  diyor .Küçük  elleriyle  bana  bir el  sallıyor. Kahvemi  yudum  yudum  içerken! Tatlı  bir  esinti  geliyor  yüzüme  bir  de  yüreğime…

Bir  çocuğun  yüreğine  dokunmak, Onun  hislerine  ortak  olmak  ve  yaşamak  istediği  anın resmini çizmek … Sevde ,kim bilir ne zaman? Nerelerde? Karşıma çıkıp, Hayal  ettiği  yaşamın  gerçekliğini bana  anlatacak.

  BİRAZ  HUZUR, BİRAZ  SAKİNLİK…  KENDİNİZİ  NEREDE  BULURSANIZ  SİZ  ORAYA  AİTSİNİZ…

 

 

]]>
Fri, 24 Jun 2022 17:38:51 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Önce Sen https://edebiyatblog.com/once-sen https://edebiyatblog.com/once-sen 1-Hayatınızda ne olursa olsun, her zaman sizin yanınızda olacak kişi kimdir? 
2-Acınızı dünya üzerindeki herkesten daha iyi anlayabile­cek, doğrulayabilecek ve empati kurabilecek kişi kim­dir? 
3-Sizin ne kadar acı çektiğinizi gerçekten bilebilecek tek kişi kimdir? 
SİZSİNİZ!!!... Siz de sizi terk ederseniz bundan en çok acı çekecek olanda yine siz olursunuz. Önce sen tut kendi elini, kimsenin tutmasını bekleme, önce sen sev kendini kimsenin sevmesini bekleme... Senin varlığın bu dünya için bir nimet bunu en önce sen farket... 
Aldığın her nefes senin için sana verilen bir nimet. Şükür dolu bir nefes çek içine ve kendini fark et. Şükürler olsun

]]>
Thu, 23 Jun 2022 15:35:50 +0300 Tuba KAYA
OYUNU SEN BAŞLAT https://edebiyatblog.com/Bugün-kendim-için-çok-şey-yaptım https://edebiyatblog.com/Bugün-kendim-için-çok-şey-yaptım Bugün kendim için bir şey yaptım.. Yaşadıklarıma duygularıma ayna tutan bir can ile görüştüm.

Duygularımız alt üst olur bazen hava şartları gibi değişik hallere girer güneş açmışcasına mutlu olur mutluluk saçarız etrafımıza,bir bakarsın kara bulutlar sarmış ruhumuzu susar kapanırız içimize,birde benim yağmura eşlik etmem var tabi bitmeyen duygu seli...

Akla gelebilecek her ne varsa hepsini yaşarız ama bazen öyle haller olur ki neyi ne için ve neden yaşadığımızı bilemeyiz, başka bir bakışa belkide kendimize söyleyemediklerimizi bir başka ağızdan dinlemeye ihtiyaç duyarız.

İşte böylesine bir garip iç savaş halinde iken karşıma bana ayna olacak güzel bir hanım çıktı.

-Dedim ki böyle böyle 

-Dedi ki sen önce kendine gell,

kendini fark et,

kendi değerini bil,

ilk adımı kendine atmakla başla ve sonra çık yola,nereye gitmek istiyorsan ne yapmak istiyorsan yol orada yolcu zaten içinde,hedef belli ki seni buraya getiren çabanın sonucu olacak.

Tıpkı evini ilk kez görmeye gelen misafir misali, sen ona karanlık odalarını gösterirken onun tek tek bütün odaların ışıklarını açıp bu odada bak bu var fark et,bak diğer odanın köşesine saklanıp gizlenmiş bir güzellik var,bak bak işte tam da burada çok güzel bir mücevher kutusu var diye kendi evini sana daha dikkatli gösterdiği gibi bana ayna tutan güzellik te aklımdaki karanlık odaların ışıklarını tek tek yaktı.

Farkındalık oluşturdu diyelim ona,farklı bir pencereden bir insanın sana seni göstermesi bak burada sen varsın işte,sen düşündüğünden ve düşündüklerinden elalemin çok çok daha ötesisin....

Hey sen kendini ertelemekten VAZGEÇ artık,

sen harekete geçmessen hiçbir şey olmayacak anla bunu,her ne yapmak istiyorsan kalk ayağa ve ilk adımı sen at

OYUNU SEN BAŞLAT.....⏳⏳

Bugün kendim için çok şey yaptım????

       

]]>
Thu, 23 Jun 2022 00:07:32 +0300 Kasım Çiçeği
SENSELENDİM https://edebiyatblog.com/senselendim https://edebiyatblog.com/senselendim

Daha huzurlu uyanmaya çalışıyorum. 
Uykuyu deliksiz almak için gecenin bir körüne kadar beklemiyorum daha erken kapıyorum göz kapaklarımı. 
Beni mutlu edecek şarkılar dinliyorum mesela. Yeni yeni hobiler ediniyorum.

Zamanında seninleyken gülüp, dalga geçtiğimiz çoğu şeyi yaptım. Duyduğuma göre sen de aynıymışsın. Seninle denemek istediğim şeyleri başkalarıyla yaptım. Tabii daha az keyif aldım hatta neredeyse hiç. Çoğu zaman eğlenemedim içimden gelmedi. Gülümsemelerim hep buruk kaldı. Ama bunları hiç belli etmedim. Kimse anlamadı. Mesela sürekli bana su içmem gerektiğini hatırlatırdın artık her saat başına alarm kurdum. Uyanmam gereken saatlerde annemden rica ediyorum beni uyandırmasını, yemek saatlerim de artık düzenli. Bir çok şey alt-üst olsa da söylediğin o cümle hep aklımda "hayatım altüst olur diye endişe etme, nerden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını" işte daha iyi olmasa bile yaşanmayacak gibi değilmiş. Artık acılarım aşağıda kaldı.

Kötü şeylerin sonunda iyi şeyler, iyi şeylerin sonunda kötü şeyler olması artık çok doğal geliyor.

]]>
Wed, 22 Jun 2022 18:36:14 +0300 lâlzü
Benim Adım Nerede? https://edebiyatblog.com/benim-adim-nerede https://edebiyatblog.com/benim-adim-nerede Benim adım nerede? Nerede kaldı yarınlarım? Umutlarım? Çocukluğumda uçan kırmızı balonlar, yıldızlı gecelerin sahneye resmettiği rüyalar nerede? 

Her dolunayda dilek tutardım ben. Evet, herkes kayan yıldız görünce dilek tutar ama ben dolunayda tutuyorum. Sarı kahverengi yuvarlak görüntüsü beni mest ederdi. Gözlerimi alamazdım. Ölünce dolunayın orada ev tutacağımı hayal ederdim. Ya da balon misali yanımda taşıyacağımı... 

Sonra büyüdüm ben. Ama hayallerimden asla vaz geçmedim. Kocaman gülüşlerim vardı benim. 

Sahil kenarında çekilen bir fotoğrafta kalacağımı söylese yine güler geçerdim. Hayat sonunu düşünmek için çok kısa derdim hep. Nereden bilebilirdim sonumunda kısa bir zaman sonra olacağını. 

Ve bu sonun hiç ummadığım biri tarafından acımasız bir cellat misali çığlıkların kine karışacağını nereden bilebilirdim?

]]>
Tue, 21 Jun 2022 00:20:49 +0300 Selin Sabcıoğlu
Yaralarımıza Bakıyoruz https://edebiyatblog.com/yaralarimiza-bakiyoruz https://edebiyatblog.com/yaralarimiza-bakiyoruz     Bir adam görüyorum, gözleri bulutların ardına gizlenmiş hayalî bir gerçekliğe bakarken. Görüyor ve sonra bakıyor usul usul, baktıkça kızı canlanıyor zihninde kaybettiği o kızı, özlemini çektiği o kızı...ve bir kız görüyorum ardından, kızını elleriyle toprağa veren o adama bakarken geçmişin soğuk ve korku dolu duvarlarıyla çarpışıyor. O bir adam tanıdı ve geriye kalan bütün adamların aynı olduğuna inandı. 'Baba' diyordu o adama içki içerken geçirdiği o krizlerin ardından kızına yaşattığı fiziksel ve psikolojik şiddete rağmen 'baba' demişti... saçlarına yıldız tozları dökülmüş bir kadın düşünün şimdi, yüzünde yavaş yavaş oluşan yaşanmışlığın çizgileri var. Babası tarafından yara almış o kıza bakarken görüyor kendi kızını, tek başına çalışıp çabalayıp büyüttüğü o kızı şimdi annesini tanımıyor. Evlat acısını en derininde hisseden o anne yaşıyor mu şimdi? Sahi soruyorum sadece ölenler için mi çekilir o tarifsiz acı? Hani bir şair vardı unutulup giden bir şair ama ardından şu sözleri bırakmıştı; "Acı, bahanesidir şiirin" . Şimdi sizleri görüyorum ben, baktıkça insanlara ve insanların acısına. Kiminiz bir annenin yerinde kimisi o kızla birlikte duvarların üstüne gidiyor. Bazılarımız da baba yerine koymuş kendini sevdiğini toprağa gömen bir adamın baba yüreğinde şimdi. Herkesin yarası bir başka yaranın üzerine tuz biber oluyor. Hangimiz tertemiz bir yüreğe sahibiz ki şimdi? Yara ve acılarla dolu bir yüreğimiz varken, bulutların şeklini tahmin eden o çocuk kadar hala umutluyuz. Ve unutulmaya yüz tutmuş bir yazarın notu var size; "Hiçbir yara boşuna düşmez yüreklere, ya yaranın merhhemini bulursunuz ya da yaranın verdiği merhem ile çiçek açarsınız...".☘️????

]]>
Mon, 20 Jun 2022 17:21:36 +0300 YağmurunKızı8
Hemhal https://edebiyatblog.com/hemhal https://edebiyatblog.com/hemhal Uzun bir inziva sonucu yazarların hemhalde olduğu kanısına vardım. Yerlisinden tut yabancısına hepsi aynı yolun yolcusu.

Hemen hemen birçok yazarın ölüm yaşları elinin altında. Ömer Seyfettin (36), Şinasi (45), Orhan Veli Kanık (36),  ve daha satırlara sığmayan birçok yazar... Birçoğu da zihinsel düşüncenin getirdiği hastalıklarla ; kanser, tümörler, diyabet vs. Bile bile bir şekilde düşüncelerimizle kendimizi zehirliyoruz normal insanlar da yani siz okurlarımız bunu eser sanıyor. Dostoyevsi'nin satırlarından örnek verecek olursam; "gittikçe halden düşüyorum hayalciliğim beni kuvvetsiz bırakıyor sağlığım büsbütün bozuluyor" bu halin gayet de farkında olunarak kendi kendini yok ediyor yazar. Bu tıp alanının üzerine düşmediği teşhis edilemeyen ciddi bir hastalık bence. Ama ve lakin bu eser olarak biliniyor. Kocaman şehirlerde yaşıyoruz,  ailelerimiz kalabalık, okul kalabalık, iş yerleri dünya kalabalık ama biz yapayalnızız. Başımızın içindeki kalabalıkta yapayalnızız hep bir yalnız hissetme hastalığına tutulmuşuz. Yani yalnızlık sevdiklerimiz olup olmamakla alakalı değil. Çok arkadaşın olup olmamasıyla da anlatılmayan tarifi olmayan bir şey. Kursağına oturan hep yanında taşıdığın O merettir belki de yalnızlık. Etrafı duymayacak kadar sağırlaştıran, güzellikleri görmeyecek kadar körleştiren, hayatın tadını almayacak kadar tatsızlaştıran o şeydir... Belki de yaratıcının bize bir armağanı olan ilham kaynağıdır. İnsan yazmak için kendini zora sokar mı hiç? Oluyor işte çekmecesinde elma çürütüp kokusundan ilham alan Balzac, kendini kafeine boğan bir başkası, ayakta durarak yazabilen ötekisi ve tütsülerle yazan ben normal insanlar olmak isterdik. Bizlerde hayatta günlük rutinleri olan çevresi içinde mutlu olan birisi olabilirdik. Tercih meselesi o konular pek de çekici gelmiyor doğruyu söylemek gerekirse. Ve gerçekten doğru ise olmayan kahramanlarımla yapılan sohbetler en güzeli. Boş bir masada bir romanın kişilikleri ile konuşmak gerçek olan. Yazsak da yazmasak da bir okuyucudan daha gevezeyiz orası kesin. Son nokta cümlem içimde olmayan bir tümcem. Gerisi teferruat...

]]>
Sun, 19 Jun 2022 22:13:51 +0300 Elif Can
Küçük Irmak https://edebiyatblog.com/kucuk-irmak https://edebiyatblog.com/kucuk-irmak .......... Küçük Irmak ........ 

Ka’r meşcerde bir küçük ırmak
Dolaşır gizli gizli ağlayarak
Kimi bülbülleşirdi çağlayarak
Çırpınırken köpüklü hüzün

Ey şafak nurlu pembe rüyalar
Ey nevaziş kanatlı hülyalar 
gölgesi mehtap sevdalar
Bakınız karşınızda mavi deniz
Beni gözyaşlarımla terk ettiniz

Ka’r :   derinlik, çukur
Meşcer : ağaçlık, ağaçlık yer
Nevaziş : okşama, okşayış, iltifat

]]>
Sun, 19 Jun 2022 19:22:33 +0300 Hüsne sürmelioğlu
ZAMANIN ZAMANSIZLIĞI https://edebiyatblog.com/zamanin-zamansizligi https://edebiyatblog.com/zamanin-zamansizligi   Zaman, ölçeklendirilmiş geçmişi ve geleceği ile  karşımıza dikilmiş sayıyor saniyeleri. Bu kavram olmasa diğer canlılar için bir sorun olmazdı ama insan hayatı sanki biraz sekteye uğrardı. Ortalıkta yaşını bilmeyen insanlar, sabah ve akşamı ayıraç olarak kullanan çalışanlar süre mefhumu olmadan geçen yaşantılar. İşte sınırlandırılmış bu zaman gerçekliğinde, insanoğlu zaman kavramına takılıp kalıyor. Yaşı ilerleyip,yaşına bazı eylemleri yakıştırmayanlar, genç olduğunu düşünüp harekete geçemeyenler ve daha başka olanlar. Zaman, önünüzde duran bir kum saati ve sürekli akıyor. Tehditkar ve hatırlatıcı unsurları barındırmıyor aslında, ona bu sıfatı yakıştıran aklı olan beşer. Hiç duydun mu? Aslan gelmiş kırkına, "Bu yaşıma kadar ben avlandım, artık çocuklar avlansında bana getirsin. "Yada bir kuş. "Amann kim yuva yapacak anamın yaptığı yuvada yaşar giderim.  "Gibi. Onlar döngülerini içgüdüsel ve öğrendiği gibi yaşayıp tamamlıyorlar. Bizse kaygı alametleri arasında, basit şeylerin tamahkarlığında bir ömrü yiyoruz. Üstüne basa basa aynı döngülerde kaynaşıyor, ne hatalardan ders alıyor nede özbenliğimizi koruyabiliyoruz. Nasıllar, sebepler ve isteklere gebe beklenti cümbüşü yaratıklarla. Doğamızı biraz rahat bırakıp, şu zaman denilen akışta kalabilsek ve hayatın tadını çıkarabilsek. Her gün yeni bir günün olduğunu bilerek.

]]>
Sun, 19 Jun 2022 10:24:20 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
TEST&İ ACAYİP https://edebiyatblog.com/test-i-acayip https://edebiyatblog.com/test-i-acayip           SINAV 1 : Bu aşama hayata adım atabilmek için yaradılışın o başlangıçtaki milyonda bilmem kaç olasılığının gerçekleşmesi, dokuz aylık uzun yolculuk, dünyaya gelme yol ve usulünü içgüdüsel olarak başarabilme.

          Bunu başarabildiğinize göre en zor sınav aşamasını geçmişsiniz demektir.Kendinize l00 puan verin.Sezeryanla dünyaya gelen -10 eksiltsin, yolda,tarlada,kendi kendine olanlar +10 eklesin.

 

          SINAV 2 : Size anne ve baba olarak seçilen kişilere kendinizi kabul ettirmiş olmanız, sadece "ınga" sözcüğüyle acıktığınızı, susadığınızı, uykunuzun geldiğini, kucak istediğinizi,hastalandığınızı anlatabilme başarınız.

          Bunu da başardığınız için kendinize 100 puan verin.3. çocuktan sonra olanlar -10 eksiltsin, ilk çocuk olanlar +10 eklesin

 

          SINAV 3 : Yeni bir dil oluşturdunuz. "adda, mama, dede " gibi genel bebekçeye size özel sözcükler eklemek için yakınlarınızın bilgi bankasına başvurunuz.

         Türettiğiniz her sözcük için 10 puan ekleyiniz.Ana dilinizi öğrendiğinize göre 100 puanı zaten aldınız

 

         SINAV 4 : Emeklemek, yürümek, koşmak sizin için geçilmiş önemli sınavlardan

         Buna puan yok . Zira doğar doğmaz yürüyen diğer canlılara haksızlık yapmış oluruz. Hatta uçan bile var.

 

         SINAV 5 : Etrafınızdaki yetişkinleri idare etmeyi başardınız. Onlara iyi bir denek olarak ebeveyn olma sıfatını kazandırdınız. Siz bu süreçte yitip gitmediyseniz bu sınavı da hakkıyla kazandınız

         "Bu çocuk kime benzedi bilmem ki" sözünü duyanlar -10 eksiltsin, "benim çocuğum harikadır, hiç hata yapmaz" ı duyanlar +10 puan eklesin.100 puan anne ve babalığı hiçkimseden öğrenmeden sizin üzerinizde deneyerek öğrendiklerinden elbetteki hakkınız.

        

         SINAV 6 : Okul denen yere adım atmayı başardınız 8 yıl git gel, sınavdan çık sınava gir. Bir sürü şeyi ezberle, öğretmen denen işi soru sormak ve sınav yapmak olan kişilerin kahrını çekmeye talip olmak büyük başarıdır.

         Nasıl öğrenci olursanız olun mezun olacaksınız.100 puan daha aldınız.Okul denen nesneyle tanışamayanlar -10, tanışıp pes edenler -20 lütfen. Takdir teşekkür belgelerine de herhalde herbirine +10.....

 

         SINAV 7 : OKS eski adı LGS . 

         Açıklama yapmadan kodlamayı anlayanlar 100 puan aldı.

          SINAV 8 : Bitmedi ÖSYM var.Tanıyoryorsanız 100 puan sizin...

         SINAV 9 : Para kazanacağınız bir iş bulduysanız 100 puan sizin. Mesleğinizi yapmıyor ama seviyorsanız +10 ,mesleğinizi yapıyor ve sevmiyorsanız -10...

 

         SINAV 10: Eş seçme, Puan alıp almamak size kalmış

 

         Bu sınavlar bitmez.... 2010

]]>
Sat, 18 Jun 2022 12:56:48 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
ÇINAR AĞACIMIZ https://edebiyatblog.com/cinar-agacimiz https://edebiyatblog.com/cinar-agacimiz

ÇINAR  AĞACIMIZ

Baba  Kimdir ? Özveri  ile çocuğunu  büyüten, Koruyup  gözeten  onların  refah  içinde yaşaması  için çaba  sarf eden , Önceliği her  daim  ailesi olan koca bir  çınar…

Bugün  aylardan  Haziran ,Günlerden  Pazar. Bugün  fedakar  olan  yürekli   olan  sadece   bir  gün  değil ! Her  gün  ailesini kollayan  babaların, Babalarımızın  günü …

Onlara  hediye   almak  değildir  dertleri ! Sadece  bir   güne  sığdırılan bir  baba olarak  hatırlanmak  değil  sözleri … Onların  isteği  hep  beraber  olmak  hep  beraber  gülüp, Beraber  ağlamak  mutlu  bir  aile  olmak  ve  hayata  karşı  savaşmak .

Her  akşam  ailesi  uyurken  herkese  tek  tek  bakar  ve  gözleri  dolar .İçten  gelen  duygularla  ne    kadar  şanslıyım  ne   güzel  bir   yuvam  ve  aile  sıcaklığım var . Beni  anlayan ,Beni  olduğum  gibi   seven  bana  değer   veren   bir  aileye  sahibim  diye  içinden  geçirir. Benden   daha  mutlu   kim  olabilir ? Kim  üzebilir  beni  böyle ? Bu  güzel  ailem  oldukça  kendimi   daha  da  güçlü  hissediyorum   yaşama  hep  umutla  ve  mutlulukla  bakıyorum  der.

 Kimi  zaman  bağırıp  çağırsa da! Bizler  seni  çok  seviyoruz . Böylesi  bir  varlığa  baba  dediğimiz   için  kendimizi   çok  şanslı   ve  huzurlu  hissediyoruz   iyi ki  varsın yüreğimizdeki  canparemiz…

Her  gün  çoğu  insanın  unuttuğu ! Varlığını bile hissetmediği ,Değerli   varlıkların  bir  günde  olsa  hatırlandığı  babaların  babalarımızın  günü  olmaz!... Onları  sadece  bugün  değil! Her gün hatırlayalım…

BABA, GÖLGESİNE  SIĞINDIĞIMIZ, YIKILMAYAN  BİR ÇINAR AĞACI.

                                                

               

                  

 

]]>
Fri, 17 Jun 2022 23:55:26 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Kendime Döndüm :) https://edebiyatblog.com/kendime-dondum https://edebiyatblog.com/kendime-dondum Her hikayenin başı güzel başlar sonunda ise, seven sevdiğine kavuşur ve mutlu sonlarla biter hikayelerin sonu. Herkesin kendine göre bir hikayesi, bir geçmişi var. Unuttum, öyle biri olmadı veyahut o kim? Desek bile içimizde bir yerde o olaylar, o kişi, o anılar her şey oluyor ama eskisi gibi değil hiçbir şey. Ne siz, ne insanlar, ne çevreniz... Sizi siz yapan geçmişiniz eğer ki onu unutursanız aynı hataları tekrar tekrar yapmaya devam edersiniz. Bunu ise zaman öğretiyor herkesin gidici olacağını öğreten hayat diğer şeyleri de canımızın yanmasına rağmen yüzümüze vuruyor.

]]>
Fri, 17 Jun 2022 21:16:52 +0300 Medine Herzem
Hamdım Piştim Yandım https://edebiyatblog.com/hamdim-pistim-yandim https://edebiyatblog.com/hamdim-pistim-yandim "Gel ne olursan ol gel "diyor Mevlana. mevlası yolunda bir çağrı veriyor insanlığa. Çünkü yoldan sapmış da olsa, nefis boşluğa düşmüş de olsa geçmiş değil gelecek önemlidir. Geçmişi geçirmek önemlidir geleceğe yönelmektir asıl olan. İncitmediysen bir karıncayı, tutmadıysan bir kuşu kafeste, Sen o zaman sen olmuşsundur. Belki de o zaman gönülden bağlanmışsındır Rabbine hakkını vererek. İbadetlerin en güzelidir incitmemek. Nefse koyarsan ince yürekliliği farz ibadetlerde doğrudan gelecektir. Şu evrenin sesini dinlesek az hepsini haber veriyor gelecekten karga ölümü çağırıyor, serçe ibadeti daha birçok can birçok çağrım yapıyor. Dinle! Hz Mevlana dinle diyerek başlıyor mesneviye. Neyin haykırışını dinle, bu ayrılığı hasreti dinle der. Eğer can kulağıyla dinlersen onu kendi hikayeni hatırlarsın der. Neyin feryadı bizim çok kadim zamanlarda başlayan insanlık mecramızı anlatır. Henüz seyr-u sulûk yolunda iken hamdır insan. Daha sonra nefsini terbiye ederek fenafillaha erişir. Tasavvufta fenafillah mertebesine erişen kul kendi benliğini Allah'ın zatında yok eder. Hani tüm ruhların yaratıldığı ebedî âlemde Yaratan’ın bizden aldığı bir misak vardı. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda hep beraber kabul ettik ve “Sen bizim Rabbimizsin.” dedik. Bu verdiğimiz sözle bağlandık. O ezel ve ebet Sultanına. Sonra unuttuk, hem sözümüzü hem de ruhumuzun ait olduğu ezel ve ebet âlemini. Ama her dem O’na ve geldiğimiz o yere müştakız ve esas ıstırabımız da oradan ayrı kalmak.Ne ki unuttuğumuzu yeniden hatırlatacak uyarıcılara ihtiyaç duyarız. Yüce Yaradan afakta ve enfüste nice ayetlerle hatırlatır bu sözümüzü bize. Kitap gönderir, Peygamber gönderir ki son ilahî hitap olan Kur’an-ı Kerim hatırlatan “Zikir”’dir,  son Peygamber Hz. Muhammed'de hatırlatıcı yani “Müzekkir”dir.  Bilmek bulmak ve olmakdır insanın özü. İnsanın dört unsurdan meydana geldiği söylenir. İnsanın maddi varlığı toprak ve sudan teşekkül ederken manevi varlığı ise hava ve ateşle ifade edilir. Her şey aslına rücu ettiğinde toprak olan beden yine toprağa karışır, ruh ise fizik dünyanın ötelerine, maveraya kanatlanır. Ten fanidir, geçici olandır, aslolan ruhtur ki o, baki olan Yaradan’dan gelen ilahî nefhadır. İnsanı insan yapan da ölmekle, toprağa verilmekle çürümeyecek olan ruhu ve gönlüdür. Yunus Emre'nin tabiri "ölür ise beden ölür canlar değil.” Herşey gönül denilen yakın ama bir o kadarda gurbet olan yerde bitiyor. Sınanmak korkutmasın gönlü. Her bir bağa güç veren püf noktadır sınanmak ve sınav.

]]>
Thu, 16 Jun 2022 21:46:56 +0300 Elif Can
Türk Edebiyatındaki İlkleri Biliyor Musun? https://edebiyatblog.com/turk-edebiyatindaki-ilkleri-biliyor-musun https://edebiyatblog.com/turk-edebiyatindaki-ilkleri-biliyor-musun Wed, 15 Jun 2022 22:55:41 +0300 Semih Savan Megalomaniye https://edebiyatblog.com/megalomaniye https://edebiyatblog.com/megalomaniye Bir tarif mi? Yoksa bir muhalif midir? Umut. Derdin dermanını esen rüzgarla anlatmak mıdır? Ya da  ne biliyim yosun tutmuş bir düşünceye kafa tutmak mıdır? Sahi sizce nedir? Herkes kendinden bir nokta çeker anlamlandırır bu dört harf bir kelimeyi. Türk edebiyatının işi sözlük anlamıyla ilgilenmek değil. Bir mum ışığı gibi dans etmeli adeta. Her seferinde farklı anlamlara çıkıp varmalı ucu. Bazen umut bir ananın askere uğurladığı can parçası körpe kuzusudur. Bazen gidilen yollardır, bazen bir sevda hecesidir. Güldür dikendir ama her şeyiyle çiçektir. Belki de Levâ'nın kanser hikayesidir. Bir çağ yangınıdır bu, bütün. Hikayeler, karakterler, yerler, zamanlar farklı olur belki ama sonuç hep aynıya çıkar varır. Umut edersin, gülersin,.ağlarsın merhamet edersin, kinlenirsin, korkarsın... Olumlu olumsuz tezatlıklarıyla hep aynı şeyleri hissederiz ama. Yaşanmış görülüp duyulan şeylere varır hep ucu. Hangi birimiz duyduk şimdiye kadar farklı bir hikaye. Hep yaşanmışlıkları tekrarlıyoruz. Tarih telerür ediyor. Peki sorguladık mı hiç farklı duygular hissiyatlar yok mudur? Olmayacak mıdır? Metahafıza inançlarımız dahilinde olası bir durum olmaz mı? Değişen yaşam biçimleri, akıl erdiremediğimiz yeni üretimler, topraktan çıkıp gelmeyen binbir gıda... Eminim ki bizler de aynı kalmayız. Paytır Light hiç bir anlamı olmayan random kelimeler. Belkide geleceğin duygularıdır kendileri. Bambaşka bir hayat olur ufak bir yazılımla geçmiş bile unutulur. Hatta gerek yok insanlar uyutularak unutturuluyor değerler. Ama umudun U'sundan başlayacak olursak; yükseklerden bir düşüş yaşayıp sonra tekrar yükselebiliriz. M' siden devam edersek; alçaklardan başlayıp inişli çıkışlı bir yaşamda sürebiliriz. T' sine gelirsek düz bir çizgide ilerleyebiliriz. Bu kadar basit aslında umut her şeyi barındırıyor içinde. Hayat inişli çıkışlı olduğu sürece ancak yükselişe geçeriz. Yani edebice umut ettiğimiz sürece. Hayatta hiçbir şeyi yüksünmeyelim. Hatırlatırım ki umutlar papatya gibidir çabuk solar ve unutma ki papatyalar ölünce kokar.

]]>
Wed, 15 Jun 2022 09:30:08 +0300 Elif Can
KABULLEN! https://edebiyatblog.com/kabullen https://edebiyatblog.com/kabullen           Kabullen, insanların anlattığını değil de anlamak istediklerini anladıklarını. Düşünce yorgunluğun geçmesi için gönlün açması gerektiğini, adım attıkça yolların uzadığını ve o yolların sivri uçlu taşlarla dolu olduğunu. Kabullen. Mesela, en çok bulutlara bakanların aslında ağlamamak için baktıklarını, çiçek sevenlerin aslında bir nevi ilgiye muhtaç olduğunu, gezmeyi sevmeyen insanın aslında insanlardan korktuğunu... kabullen. Bil mesela bizim kuşlara bakarak özgürlük dediğimiz şeyin aslında onlar için bir imtihan olduğunu. İçinde oluşan her hissin bir sebebi olduğunu ve o sebebin senin kararların ile şekil alacağını. Bil ve kabullen, üstünü toprak atıp 'kısmet' deyip geçme. Gayret et olacaklar için ve elindekiler için. Sen yol aldıkça kader çarkını senin adımın ile çeviriyor. Her adımın ve her adımda verdiğin kararlar senin gayretindir. Ve gayret kaderine vurgundur...

]]>
Tue, 14 Jun 2022 02:24:23 +0300 YağmurunKızı8
Eve Kanat Çırpmak https://edebiyatblog.com/eve-kanat-cirpmak https://edebiyatblog.com/eve-kanat-cirpmak İlham veren şarkı: To Build A Home- The Cinematic Orchestra, Patrick Watson

İnsan bazı zamanlarda evini özlüyor. Daha doğrusu evim dediklerini... Yanında huzuru, neşeyi bulduğu, rahat bir nefes alabildiği o evi özlüyor.

Var gücüyle kanat çırparak evine ulaşmak istiyor. Çünkü biliyor ki evine ulaşırsa her şey düzelecek kendiliğinden. Dertler bitmese bile dayanma gücü olacak. Sorunlarını çözebilecek şuuru, eyvallah diyebilecek sabrı olacak. Ama hayat gayesi işte. İnsanı evinden uzaklaştırıyor bazen. Sürüklüyor bilinmez diyarlara. Maceradan maceraya koşarken bir yandan da evine olan özlemiyle sınanıyor insan. İhtiyaç duydukça mesafeler, dağlar giriyor araya. Daha da sınanıyor. Sınandıkça özlüyor, özledikçe daha çok ihtiyaç duyuyor.

İçinden çıkılamaz bu paradoksla yapılacak en iyi şey yazmak şimdi. Kağıtla kalemi kavuşturmak birbirine. Duygularının tercümesi, özleminin şahidi olmalarına izin vermek. Ancak o zaman rahatlar bir nebze için. Kâğıt ve kalem eşlik ederse bu özleme, o zaman belki yalnız olmadığını hissedersin. Yazdıkça yazar, doldurdukça doldurursun sayfaları. Sen kanat çırpıp uçamıyorsan, o kağıtlardan uçak yapar onları uçurursun evine. Sen kavuşamıyorsun sözlerin kavuşsun istersin. Senin yerine onlar sarılsın sevdiklerine...

]]>
Mon, 13 Jun 2022 15:04:58 +0300 Merve Yağmur
RUHLARI SEVİN, BEDENLER ÇÜRÜYECEK https://edebiyatblog.com/ruhlari-sevin-bedenler-curuyecek https://edebiyatblog.com/ruhlari-sevin-bedenler-curuyecek RUHLARI SEVİN, BEDENLER ÇÜRÜYECEK

Bugünlerde aklıma dokunan tek telaşım; mürekkebi damlayan kalemimle, zihinlerinizde canlanan yanlış "aşk" kavramının doğrusunu, süslediğim cümlelerle size anlatmak.

Dilimden dökülmesinden acı duyduğum bir cümle var, o da şudur ki; maalesef bu devrin sevme ve sevilme anlayışı çok değersiz. Sevdiği kadar sevilmez hiçbir insan... Ve yine bazı sevmeler hakedilmez.

Adına "aşk" dedikleri bu duygunun; yalnızca güzel bir vücuttan, şekilli saçtan, uzunca boydan ibaret olduğuna inanan bir kesim insanla iç içe yaşıyoruz. Yapmayın kalbini sevdiklerim ! Aşk bu değil, aşk dışarıdan baktığında gördüğün değil. Unutma ki, dışarıdan gördüğün her güzelliğin bir yanıltma payı vardır. Şuan sana etkileyici gelen her dış görünüş özelliği, yarın bambaşka bir görüntünün temeli olabilir. Gördüklerin; aklının sana bir oyunu olabilir. Baktığında gözüne güzel gelen o beden, bir gün toprağa karışacak ve sen sadece bir toprağın aşığı olacaksın.

İlla sevmek istiyorsan bir ruhu sev. Bir kalpte, kalbine dökülen merhametin aşığı ol. İyi niyetine aşık ol mesela. Sonsuzluğu gözlerindeki derin bakışlarında gizleyen birine bağla hislerini. Yanındayken sana her yeri bir ilkbahar sabahıymış gibi hissetiren birinde topla tüm güzel duygularını. Onun çevresindeyken kendini en güvenli bir sığınaktaymışsın gibi düşünebildiğin birini bulduğunda asla kaybetme. Kaybetme, çünkü bir daha sana bu duygunun zirvesini yaşatacak bir ruha rastlaman çok zor gelecektir sana.

Aşk tam olarak bir ruha aşık olmaktan ibaret. Aklına düştüğünde için ısınır ve yüzünde anlamsız gülümsemeler yer edinir. O insan, senin ülkendir. O insan, senin delicesine tutkundur...

Siz, siz olun ve ruhlara aşık olun. Bedenler günün birinde toprağın altında çürüdüğünde, sizinle kalacak tek şey onun ruhudur. Bir ruhun kuş misali uçup süzülüşüne aşık olun.

Ruhları sevin, çünkü bedenler çürüyecek...

]]>
Sat, 11 Jun 2022 19:15:45 +0300 Efsa Kandemir
Kalbin Aşka Verdiği Öğüt https://edebiyatblog.com/kalbin-aska-verdigi-ogut https://edebiyatblog.com/kalbin-aska-verdigi-ogut Bir gün aşk ile kalp tanışırlar,

Aşk: Merhaba, benim adım Aşk. 

Kalp: Benim de adım Kalp. Memnun oldum tanıştığımıza.

Aşk: Bir şey soracağım. Sakın yanlış anlama. Sen Kalp misin gerçekten? Hiç defterlere çizilenlere benzemiyorsun.

Kalp üzgün bir şekilde cevap verir: 

-Önemli olan şekil değildir. Önemli olan içinde beslediğin duygulardır. 

Aşk hayal kırıklığı içerisindedir. 

-Ben seni böyle hayal etmemiştim. 

-Ama ben senin hakkında o kadar güzel şeyler duyuyorum ki ve o kadar güzel şeyler biliyorum ki... 

Aşk, bu sözleri duyunca çok sevinir, Kalbe içi ısınır. 

-Öyle mi? Çok mutlu oldum bunları senden duyunca. Peki, ben de senin içinde yaşayabilir miyim?

-Tabi ki yaşayabilirsin. Hem biz iki kardeş ülke gibiyiz. Bir ülkede her dinden, dilden, renkten insan yaşıyorsa, bizle de her türlü duygu barınıyor. Her zaman içimde yerin hazır.

Aşk gösterişli bir oda gösterir ve:

-Ben bu odaya yerleşmek istiyorum, der. Ne kadar kardeş ülke gibi olsak da ben bütün duygulardan üstünüm. 

Kalp: O oda olmaz. Sen Zamanla birlikte aynı odada kalacaksın, der. 

-Neden istediğim yerde kalamıyorum? Zamanla birlikte aynı yerde kalamam. 

Kalp sakinliğini korur. 

- Zamanla birlikte kalmalısın. Çünkü burası bütün vücuda sevgiyi dağıtmanın çıkış yoludur. Buradan en uç noktalara kadar zamanın içinde ulaşmanı sağlar. 

Aşk bu konuşmalardan çok etkilenir. Büyüklüğün kalbin içinde azalacağını değil, tam aksine çoğalacağına karar verir ve Zamanla birlikte aynı odada yaşayarak Kalp her temiz kan pompalandığında bütün vücuda dağılır ve hiçkimsenin bozamayacağı bir dostluk içerisinde yaşamaya başlarlar. 

SON

]]>
Sat, 11 Jun 2022 16:19:42 +0300 Selin Sabcıoğlu
Bu da Benim Cvim https://edebiyatblog.com/bu-da-benim-cvim https://edebiyatblog.com/bu-da-benim-cvim Adım: Yalnızlık 

Soyadım: Sessizlik 

Yaşım: Ne yirmilik, ne altmışlık 

Cinsiyetim: Bilinmezlik ( Ne kadın gibi duygusal, ne de erkek gibi güçlü) 

Doğum Yerim: Bulutların Üstü 

Doğum Tarihim: Senenin herhangi bir günü. 

Kilom: Çöp gibi bir şeyim fikrimce 

Yabancı Dilim: Hızlı konuştuğum zaman kimse bir şey anlamıyor. 

Mesleğim: Profosyonel ev hanımlığı 

Ehliyetim: Uçmak ( Yere inerken hala zorlanıyorum) 

Medeni Durum: Ben de medeni bir insanım 

Öğrenim Durumum: Hayat okulundan son sınıf terk 

Hayallerim ve kırıklıklarım: Hayalim, hayat okulundan mezun olmaktı. Kırıklıklarım, o kadar çok ki hangisini söylesem.. 

Alışkanlıklarım: Susmak ve şiir yazmak 

Saç Rengim: Toz Pembesi 

Sevdiğim Renk: Gökyüzü Mavisi 

Kariyer Hedefim: Ne iş olsa yaparım da genel müdürlüğü 

En Son Aldığım Maaş: Dişimin kavuğuna bile yetmeyecek kadar. 

Uzmanlık Alanım: Bakkala gidip ekmek almak 

Üyesi Olduğum Dernek: Çekirdek Çitleyenler Derneği 

Katıldığım Seminer: Seminer mi? O da neymiş? :) 

Önceki İşim: Faturaları son ödeme tarihinde yatırmak. 

Hobilerim: Kitap okumak ve televizyona bakmak. 

Fobim : Bir arkadaş bulmak 

Adresim: Deniz altında bir kulubecik. 

Boş vakitlerimde 

İçime kapanırım,

Müziği sonuna kadar açarım,

Bazen çabuk sıkılırım,

Bazen de bütün gün kalırım. 

******

Özgürlüğü tanırım,

Ama hiç yaşamadım.

Başkalarında görür bilirim 

Ve bununla yetinirim.

***

Bazen gözlerim kamera olur,

Hayatı çekerim.

Bir an çektiklerimi 

Gözlerimi kapatır izlerim. 

*******

Bu da benim cvim,

Birinden esinlendim,

İnşallah beğenilir,

Bunu umut ederim. 

 

 

 

 

 

 

]]>
Wed, 08 Jun 2022 16:44:52 +0300 Selin Sabcıoğlu
EN BÜYÜK MİRAS https://edebiyatblog.com/en-buyuk-miras https://edebiyatblog.com/en-buyuk-miras
her insan bir ağaçtır. bir tohumdan başlar hayatı. günbe gün büyür tıpkı çocuklar gibi , ilgiye şefkate ihtiyacı vardır. ta ki kocaman bir ağaç olana kadar. cansuyu verilir toprağına. gözlerimizin önünde filizlenir.
koruyup kollamak gelir içimizden. hafif bir esse eğilir incecik fidan.
zayıftır dalları , kovalarız kuşları taşıyamaz yuvalarını diye.
yıllar geçer, güçlenir artık daha dayanaklıdır. çiçek açar her bahar. ilk adımlarını atan bebeklerin etrafında nasıl ki toplarsan eşyaları zarar görmesin diye öyledir ayrık otları. özen gösteririz, övünürüz çocuklarımızın
başarılarıyla nasıl gururlanırsak. kışın yapraklarını dökünce telaşlanırız ya üşürse diye. oysa ki çoktan öğrenmiştir. yeniden hayata hazırlanıyordur.
hatıralarını unutmayız hiçbir vakit. her anı hep aklımızdadır.
gözümüzden sakındığımız çocuklarımız gibi bakalım doğaya. en büyük
ve en değerli mirastır bu dünyaya.
bir ailenin çocuğundan ayrılması gibi , bir ağacında doğayla vedalaşacağı elbet gelecektir. yaşlanmış ayakta duramayacak hali kalmadığında doğadan almalıyız. yeni bir bekleyiş , yeni bir doğa için tohumlar atmalı
fidanlar ekmeliyiz.
defter , kalem , eşya olurken fidanlar yeni neslin arkadaşı , yoldaşı olmalıdır. bu tamamen bizim elimizde öğretmemiz ve sürekli aklımızda tutmamız gerekir.
]]>
Tue, 07 Jun 2022 13:50:50 +0300 sena sabcıoğlu
Paramparça https://edebiyatblog.com/paramparca https://edebiyatblog.com/paramparca Her güzel şey bir gün bitecektir, bitmesi veyahut bitmemesi bir nevi de sizin elinizdedir, karşıdaki insanın bir kalbi olduğunu ve illa ki paramparça olabileceğini aklınızdan asla ve kata çıkarmayın. Bir gün mutlu iken sizi bir çok kez ağlatan ve size cehennemin ta kendisini yaşatan bir insanla ne kadar süre birlikte kalabilirsiniz? Bir ay? İki gün?  Yarım saat? Hangisi? Seven gitmez diye bir kanun yokturdur... seven gitmek istemez doğru ama karşı taraf onu hırpalıyorsa, canını yakıyorsa, kalbini kırıp anlamıyorsa  dahi... gider bir kadın. Kalbi her ne kadar orada kalsa da gider... bir ilişki, sevgi ve emek üzerine büyür. Karşı taraftan bir ilgi sevgi yoksa zaten boşa uğraşmalar vardır. Diyeceğim o ki: sizi seven insan yapmaz bunları, sizin kalbinizi kırdıysa kalbinin derinliklerinde hisseder, gerekirse özür diler... 

]]>
Sun, 05 Jun 2022 19:22:00 +0300 Medine Herzem
GÜVEN DUYMAK https://edebiyatblog.com/guven-duymak https://edebiyatblog.com/guven-duymak              

              GÜVEN DUYMAN

             İnsanlar doğduğunda güven duygusuyla mı, İç güdüsüyle mi, dünyaya gelir? En azından, annesinin göğsünde süt emzirirken,  güven hisseden bebek masumiyetinde, güven duyabildiğimiz kaç insan var hayatımızda. Çığlıklarımıza ses olacak, koşulsuz kucak açacak, gözlerimizdeki sessiz acıyı duyumsayacak kadar kalbine alan, bizim aldığımız kaç insan var hayatımızda. Her güven duygusu hissettiğimz insanın; sırtını dönüp gidişiyle dibe vurduğumuz olaylar zincirini birbirine eklersek hizandan, Van'a kadar kaç kilometre yol kat ederiz kim bilir? Gel görki hiç ummadığın insanlar değilmidir? Bunlar. En yakının en candan olmasıdır belkide canını bu kadar yakan.

             Ben kendime güvenmezken, biri çıkıpta ben sana güveniyorum demeside aynı acıyı hissettirir insana. Bana hissettirdi açık söylemek gerekirse ummadığım bir yerden gelince şaşkınlık ve acı, karmaşik duygular hissetmemi sağladı. Bu dünyada hiç bir zaman güvenmediğim, güvenmiyeceğim bir insanın çünki sana güveniyorum demesi, çok can yakıcı bunu anladım. Güvenilmez bir insan kayıtsız şartsız başka bir insana güvenebiliyor, bu çok saçma değilmi? Ya...Bunu açıklamak ağır bir sorumluluk getiriyor, yıkıyor insanın üzerine, enkazın altında bırakıyor. Hayır ben böyle bir sorumluluğu alamam imkansız, istemiyorum , üstelik zerre kadar güvenmediğim bir insanın bana güvenmesi, inanması belkide sevmesi. Bu haksızlık. Sırtımı dönüp gitmeme mani olamaz, buda onun oyunlarından biri olmalı. Sahteliklerle dolu yaşamında böylesi temiz duygular anca onu ayakta tutacak doneler olabilir.

            Kendinden özümseyip çıkaracağı iyiye dair kırıntılar olmayınca, kendini yaşatmanın yaşamını sürüngen formunda sürdürmenin yollarından biride böyle davranmak.Güven duyduğunu sevdiğini söyleyerek zaman kazanmak ve bu şekilde onun bedeninde,  hayatında hakkı olmadığı şekilde bir parazit gibi tutunup tüketmek. Onu  yaşamını bitirirken beslenmek, bile isteye hayatını tüketen bir varlığı kim ister.Hiç ama hiç kimse istemez....

]]>
Sun, 05 Jun 2022 10:41:36 +0300 perihan Dosgül
Mutluluk için https://edebiyatblog.com/mutluluk-icin https://edebiyatblog.com/mutluluk-icin "Şu dünyadaki en mutlu kişi mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en güçlü kişi güçlükten gelendir
Şu dünyadaki en bilgin kişi kendini bilendir..."
Şenay Yüzbaşıoğlu
Yıllardır dinlerdim bu şarkıyı, ama bugun duydum sözlerin ne anlatmak istediğini. Bazen bilemek yetmiyor anlamak için.
Kişisel gelişim kitaplarının yüzlerce sayfada anlatmak istediğini, şarkı 4 satırda anlatmış. 
Çağımızın hastalığı mutlu  olamamaktadır. Yaptığımız işlerden zevk alamamak, herşeye sahip olsakta içimizdeki boşluğu dolduramamak. Sahi ne ile dolacak, nasıl mutlu olacağız diyenler için bu dörtlüğü tekrar okumalarını isteyebilirim. Vermeden, paylaşmadan ve kendini bilmeden mutluluk kapını çalmıyor, çalar gibi yapıyor ama kalıp kaçıyor çocuk misali.
Eksik buraktığımız tarafımızı bize bugün bu şarkı hatırlattı, bugün ne alsam, ne yesem, ne giysemden önce, kimleri mutlu edebilirim, kimin için ne yapabilirim, ben ne yaparsam mutlu olacağımı bilirim. Gelin, biraz da bu soruların cevabını arayalım.

]]>
Sat, 04 Jun 2022 08:48:12 +0300 Tuba KAYA
SANA SEN LAZIMSIN https://edebiyatblog.com/sana-sen-lazimsin https://edebiyatblog.com/sana-sen-lazimsin Kaç yaşında olursanız olun 7, 12, 15, 18, 24... Eğer içiniz hala çocuksa büyüyememişsinizdir. İnsanı yaşı değil, yaşadıkları büyütür. Ve bu dünyada yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsınız.

Ben 20 yaşındayım ve hissettiğim yaş daha büyük. Çok şey yaşadım diyemem ama yeteri kadar şeyler yaşadım 4 sene de ve inan ki bazı şeyler yetti büyümeme. Bu en basit küçük olay bile olabilir ama en çok insanı yaralayan, büyüten çok sevdikleridir.
Şimdi diyeceksiniz ki nedir bu büyüme meselesi… Sonra diyeceğim ki bazı acıların hükmü verilmezmiş. 

Eğer içiniz de bir yerler de saklı yaralarınız, anılarınız ya da aşamadığınız meseleler varsa onlarla dalga geçin çünkü zamanla şu an acıttığı kadar acıtmıyor olacak, bunu sizde fark edeceksiniz.


Demiş ki Miraç Çağrı AKTAŞ
"Sana en çok sen lazımsın."


İşte bu yüzden kendinize iyi bakın ve sadece kendinizi düşünün sizi sizden başka düşünen, seven, değer veren olmaz.
Şimdilik hoşça kalın ya da sadece
Hoş kalın...

]]>
Thu, 02 Jun 2022 01:30:39 +0300 lâlzü
Aşk Acısı Yemek yedirtmez, Yemek Yaptırır... https://edebiyatblog.com/ask-acisi-yemek-yedirtmez-yemek-yaptirir https://edebiyatblog.com/ask-acisi-yemek-yedirtmez-yemek-yaptirir Size değer veren birini nаsıl üzebiliyorsunuz? Hem biri size değer veriyor, siz onu hаyаl kırıklığınа uğrаtıyorsunuz. Nedir bu sаflık!

Değer verdiğin birinin iyi olmаsını istemek ve onun için çаbаlаmаk kаdаr güzel bir duygu yoktur. İşe yаrаdığını görmek ise pаhа biçilemez.

]]>
Wed, 01 Jun 2022 15:16:35 +0300 Rüya gibi
Mecburiyet https://edebiyatblog.com/mecburiyet https://edebiyatblog.com/mecburiyet Zorunda olmak ve mecbur bırakılmak...

Mastar ekli fiillerin belki de en yorucuları bu ikili.İnsanların istek ve arzularını hiçe sayan, kimi zaman kişisel hayata yapılan saygısızlıktır bunlar.Yapılan işe aşılanan zehirdir.Yapılacak işi berbat etmesiyle beraber psikolojik şiddete kadar gider.Peki farkları? Zorunda olduklarımız bana kalırsa kendi hayatımızı kurtarmamızın istemediğimiz yollarıdır.Sabah okula uyanmak zorunda ama uykusu tatlı gelen öğrenci misali.Ya mecbur bırakılmak? Elimizi kolumuzu bağlayan kelimedir mecburiyet.Yapmalısın, bundan kaçışın yok...Peki sonuç? Koca bir sıfır.Gönülsüz yapılan işten gelen meyve çürüktür.O meyve sadece kendini değil çevresinide zehirler.Kurulan psikolojik baskı ise meyvenin ağacını kökünden söker.Mecburiyetlerinizin sizi çürütmemesi dileğiyle...

]]>
Tue, 31 May 2022 17:55:10 +0300 Zehra.alasan
Labirent https://edebiyatblog.com/labirent https://edebiyatblog.com/labirent  Kim bilir kaç kez geçtim aynı yerden, kim bilir kaç kez döndüm o köşeden, ilerlediğimi zannettiğim adımlarım, hep yerinde saymış aslında bunu, bilmen kaçıncı kez geçişimde farkettim. Nasıl mı? Bir önceki geçişimde duygularımı dışarıya akıtan göz yaşlarım ile sulamışım yolları her damla göz yaşim iz yapmış yollarıma, göz yaşım pusulam oldu bu yolculukta aynı yerden tekrar geçtiğimi gösteren pusulam, geçmişteki acılarım gelecekteki pusulam oldu.

 

Ve mutlu son acıların altında ezilmek yerine acıların üstünden geçmeyi öğrendim...

]]>
Tue, 31 May 2022 11:27:52 +0300 Tuba KAYA
Karanlıktan Aydınlığa https://edebiyatblog.com/karanliktan-aydinliga-2733 https://edebiyatblog.com/karanliktan-aydinliga-2733 Bir yerlerde senin için yanan bir mum var.
Gözlerin ne kadar kapalı olsa da mumu hissediyorsun.
İşte o mum, birgün korkularına karşı gözlerini açtığında karanlığına ışık olacak, hatta artık sen de yanacaksın O'nunla birlikte.
Ve O gün 
Aydınlanacaksın...

]]>
Sun, 29 May 2022 23:07:15 +0300 1.ic.ses
Yaralarımızdan Birleşiyoruz https://edebiyatblog.com/yaralarimizdan-birlesiyoruz https://edebiyatblog.com/yaralarimizdan-birlesiyoruz İlham veren şarkı: Lonely - Yael Naim

Puzzle’ın parçaları gibiyiz biz, yaralarımızdan birleşiyoruz. Gerek hayata gerekse hayatımıza aldığımız insanlara. Ortak yönlerimizde olsa bizi birbirimize sımsıkı bağlayan görünmez ipler hep yaralarımız aslında. Çünkü her duyguyu tahmin edebilirsin de acıyı ve sende bıraktığı yarayı tahmin edemezsin. Yalnızca yaşayanlar, onu taşıyanlar bilirler ve bunun etkilerini hayatlarında da gösterirler.

Kendileriyle aynı acıyı, yara izini taşıyan birini gördüklerindeyse onunla diğerleriyle kuramayacakları türden bir bağ kurarlar. O insana daha hassas, daha toleranslı davranırlar. Bilirler çünkü yanlışta yapıyor olsa yaralarından kaynaklıdır. Eksikse bazı şeyler zamanında tamamlayamadığındandır.

Yaralar gariptir. Seni hem güçlü hem de savunmasız kılarlar. Güçlüsündür çünkü o yarayı aldığın zamanlarda sergilediğin tavır ve o yarayı taşımaktan korkmamış, çekinmemiş olman cesaret gerektiren bir şeydir. İnsanlar sana imrenir. “Bunca şeye rağmen nasıl ayakta kalabiliyor acaba?” diye düşünürler.

 Ancak seninle aynı yaraya sahip biriyle karşılaşırsan işler değişir. Çünkü o kişi senin o yarayı nasıl aldığını, hayatında nelerin eksik nelerin sorun olduğunu anlar. Senin canını nasıl yakacağını da yine en iyi o bilir. Kendi canı da aynı yerden yanıyordur, yarası aynı yerden kanıyordur da ondan. Bir nevi hayata karşı en büyük, en gizli sırlarını paylaşırsın. Sırdaşsınızdır tam anlamıyla. Tüm maskelerinden, kılıflarından arınırsın. Savunmasız kalışında bundandır zaten.

İşin özünde sen ve seninle aynı yara izini taşıyan insan ya da insanlarla görünmez sicimlerle birbirinize bağlısınız. İsteseniz de istemeseniz de o bağı koparıp atamazsınız. Sizi birbirinize yakınlaştıran, farklı yaklaşmanıza sebep olan şey de bu iplerdir.

Dediğim gibi; “Puzzle’ın parçaları gibiyiz biz, yaralarımızdan birleşiyoruz.” Yaralarımızdan birleşip tutunuyoruz hayata. Yaralar, yaralarımız güzeller aslında. Bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran, benzerlerimizi bulmamızı sağlayan yegane parçalarımız onlar. Zordur ama siz yine de sevin onları. Kanarsa şayet yara bandı da olacak birisi bulunur. Hatta o birisi bizzat seninle aynı yarayı taşıyan olur.

]]>
Sun, 29 May 2022 12:48:16 +0300 Merve Yağmur
İnsan Olmak Zor https://edebiyatblog.com/insan-olmak-zor https://edebiyatblog.com/insan-olmak-zor ... İnsan Olmak Zor  ... 
Hem öğreneceksin hem öğreteceksin. 
Hem sevmeyi hem de sevilmeyi öğreteceksin. 
İyi bir anne, iyi bir baba, iyi bir evlat ve her şeyden daha önce iyi bir insan olmayı öğreteceksin. 
Çok zor gerçekten zor. 
İnsan olmak her İnsan Olmak Zor  ... 
Hem öğreneceksin hem öğreteceksin. 
Hem sevmeyi hem de sevilmeyi öğreteceksin. 
İyi bir anne, iyi bir baba, iyi bir evlat ve her şeyden daha önce iyi bir insan olmayı öğreteceksin. 
Çok zor gerçekten zor. 
İnsan olmak her şeyden daha zor. 
Hem öğreniyoruz hem de öğretiyoruz. 
Bunları yaparken de bir dal, bir sığınak buluyoruz kendimize. 
Tutunduğumuz dal, sığındığımız yer umudumuz oluyor. 
Fakat ihtiyacımız var umuda. 
Bazen de koşuşturmanın içinde kayboluyoruz.
Öğrenme ve öğretme telaşı içinde kayboluyoruz.
Bir boşluğa düşüyoruz sanki. 
Sevginin yerini nefret; iyiliğin yerini kötülük kaplıyor.

Hayalleri, hayal kırıklığı ile dolduruyoruz.
İnsan olmak zor.
Gerçekten zor.
İnsan olmak her şeyden daha zor.

]]>
Sun, 29 May 2022 12:41:39 +0300 Hüsne sürmelioğlu
HAYATINIZA DEĞER KATAN İNSANLARIN KIYMETİNİ BİLİN https://edebiyatblog.com/hayatiniza-deger-katan-insanlarin-kiymetini-bilin https://edebiyatblog.com/hayatiniza-deger-katan-insanlarin-kiymetini-bilin    İnsan doğası, tezatlıklarla örülü , muamması bol bir yaradılış. Bakışı, yargıları, davranışları açısından bakıldığında, parmakizi gibi her insana göre değişen ,  içinde kaosunda düzenide barındıran bir varoluş. Bana normal gelen diğerine anormal yani düalitenin her durumda kendini gösterdiği anlayış farkları. Bunca eş farklılıklar arasında, ortak noktalarda yok değil. Mesela, insanın insana olan durumu. Ortak yaşam alanları, paylaşımlar, birlikteliklerin zorunlu olduğu buluşmalar. Zorunluluğun olmadığı kendi tercihlerinden oluşan planlı birliktelikler. 

   Konu bu planlı birlikteliklerdeki tutumun. Bakış açınla kolaylaştırdıkların yada zorlaştırdıkların. Kıymet bilmediklerin. Yıllarca kahrını çeken, yanında olan ama haksızlık yaparak görmezden geldiğin, inadına haketmeyenlere değer verdiğin adaletsiz tutumların. Aile, arkadaş kişi tanımı şu veya bu çok önemli değil. Önemli olan Sezarın hakkını Sezara vermek. Ama öyle mi? Hayır. Çiğ süt emmiş insanoğlu dostuyla düşmanını hiç ayıramaz yüzyıllardır. İyinin kıymeti olmaz söylemi o kadar yer ederki insan dimağına, hayata geçirmektede zorlanmaz. 

    Bakışından, çehrenden, sözünden seni bilen, tanıyan , hassas davranan insanlar, nedense, hep yanımda düşüncesiyle hiç önemsenmez. Özenli davranılmaz. O orada çakılmış çivi ya. Nasıl olsa hep oradadır. Sen ne yaparsan yap. Bunun rahatlığı seni gevşetir bir süre sonra farketmezsin bile onu. Onun, dörtte sıfır nokta biri kadar haketmeyen insanlara harcarsın zamanınıda, sevginide.   Gün olur görmediğin dost uzaklaşır. Başın sıkışırda ararsın ya onu. Biten bitmiş, giden gitmiştir. O zaman dank eder kafan. Affedilirsin çünkü karşındakinin sevgisi tamdır. İşte sen bunun egosuyla hep aynı şeyleri yapar durursun. Bir, iki, üç derken karşındakide yılar tavrından, o da seni bırakır o çok kıçını yırtığın yaban ellere. Zamanında hiç anlamamıştın ama , yürekten gitti mi  insan gerisi boş. Bu sebeple olması gerektiği anda bil gerçek dostun kıymetini. Çünkü kayıtsız şartsız  olduğun gibi seven , yanında doğal kalabildiğin insanlara kolay rastlanmıyor.  

]]>
Sat, 28 May 2022 22:11:16 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
HİÇLİĞİN İÇİNDE KAYBOLMAK https://edebiyatblog.com/hicligin-icinde-kaybolmak https://edebiyatblog.com/hicligin-icinde-kaybolmak Öyle bir anlar var ki, bazen kaçıp gitmek bazen orada kalmak istiyorum. Mutlu olduğumdan değil ha daha fazla yıpranmamak için orada kalmak istiyorum. Bir adım daha gidersem daha fazla zarar görmek istemediğimden orada kalmak istiyorum. Kaçarsam ileride tekrar karşıma çıkacağını bildiğim için yüzleşmeye cesaretim olmadığı için kalmak istiyorum. Aslında cesaretten de değil gücümün olmayışından bu hallerim. Söylenen sözlerin ağırlığından, yapılan şeylerin haksızlığından. Çabalayamıyorum artık eskisi gibi çünkü buna değmeyecek çok şey var. Belki çabalamak kendime yararlı olacak ama bunun için bile hareket etmeye gücüm yok. Öyle bir hiçlik içindeyim ki ne yapsam zararmış gibi geliyor.

Ve sanırım insan bu noktada kendini kaybediyor. Bazen çabalamak istiyorum ama gerçekten çabalamak sonra ufacık bir şey oluyor. Birisi bir şey söylüyor, bakıyor ya da öylece duruyor ve ben vazgeçiyorum. Kaçmak da diyebiliriz buna fiziksel olarak aynı yerdeyim ama ruhum kaçıyor. Söyleyeceğim sözler, beynimin içinde fır fır dönen fikirler kaçıyor. Benliğimden kaçıyorum. Mutluluğu istiyorum bana zarar vermesine rağmen istiyorum. Kaçmadan, saklanmadan ve zarar görmeden sadece mutlu olmak. Cesaretimi toplayıp mutlu olmak. Hiçbir şey olmak istemiyorum. Hayatımın boş yere yaşanıp bitmesini bekleyemiyorum hareket etmeliyim ama ben sadece duruyorum.

Bazen içimde kayboluyorum, sanki bir boşluktaymış gibi düşüncelerin içinde oradan oraya savruluyorum. O boşluktan nasıl çıkacağıma dair bir yol bulamıyorum. Düşünceler zihnimde labirent çizer gibi dolaşıyor, birbirini kovalıyor ama ben yerimde sayıyorum yine de bir adım öteye gidemiyorum. Sadece bir adım atıp yürümem gerek belki de ve yürünecek o yol içimde biliyorum. Bir adım atsam aydınlığa uzanacağım hissediyorum. Sonra farkediyorum bir adım atmaya bile dermanım yok, yolu kaybettim bulamıyorum.

]]>
Thu, 26 May 2022 23:57:56 +0300 lâlzü
... Nasıl? https://edebiyatblog.com/nasil-2679 https://edebiyatblog.com/nasil-2679 Ruhen sıkışmış hissettiğiniz anlar kendinizi değiştirmek, kendinizi keşfetmek için birer fırsattır. Tek yapman gereken şikayeti bırakıp yapmak istediklerine odaklanman.

Olumsuz duyguların içerisinde evet birşeyler yapmak çok zor haklısın ama yapmadığın zaman daha zoru ile yüzleşmek zorunda kalacaksın.
Olumsuz düşünceler bir bataklık gibidir. Kurtulmak için çırpındıkça daha çok batabilirsin.

Bataklık içinde; kendine odaklamak, zihnini susturmak, düştüğün için çırpınmak değil, kurtulmak için çalışmak seni o bataklıktan kurtarabilir.

Çırpınmak ve çabalamanın farkı nedir?

Çırpınmak, hep kendinden başlayarak herşeyi suçlamak, kızmak, şikayet etmek.

Çabalamak ise kabule geçip evet ben şu an buradayım peki ne yaparsam çıkabilirim diyerek hedeflerine odaklanmak.
Tercih senin! Hayat sana her zaman fırsatlar sunar. Değerlendirmek ise senin elinde. 

Nedenlerin değil, nasılların peşinden git.

Zor zamanların içinde keşfedilmeyi bekleyen anları yakalayabilirsin.

]]>
Thu, 26 May 2022 06:14:46 +0300 Tuba KAYA
Yıldız gibi kayıp gidecek https://edebiyatblog.com/yildiz-gibi-kayip-gidecek https://edebiyatblog.com/yildiz-gibi-kayip-gidecek Bir varmış bir yokmuş diyerekten başlar masallar, benim masalım bir doğmuş, bir ölmüş diye başlamış... hayatta hep gülen bizler, içimizdekileri öylesine saklıyoruz ki; kimse duymasın, görmesin, hissetmesin diye her defasında etrafa gülücükler saçıyoruz. Yaptığımız bu roller bizi yordu, sadece bizi değil karşı tarafı da aynı şekilde yordu. Bir zaman sonra da patladık artık ve karşımızdaki kişi o an anladı, tanıdığı o kişi olmadığımızı. Öfke halinde söylenen sözler, bakışlar gerçekmiş... bir bakışla korkar ve bir bakışla da hayat bulabilir mi insan? Suskunluk bir işe yaramadı şimdi konuşma sırası sizde diyemem ama kalp kırmayın, sessizliğinizle gurur duyun. Kalp kırınca veya karşıdaki insanı üzünce elinize bir şey geçmeyecek tam tersine bir insan daha sizden uzaklaşacak,  bir insan daha yıldız gibi hayatınızdan kayıp gidecek...

]]>
Wed, 25 May 2022 20:00:28 +0300 Medine Herzem
Mucize Avcılığı https://edebiyatblog.com/mucize-avciligi https://edebiyatblog.com/mucize-avciligi İlham veren şarkı: Open Fields- Faelt

Mucize, ne garip bir olay değil mi? Elde edemeyeceğimize inandığımız ama ona rağmen hala umutla beklediğimiz. Hem olsun istediğimiz hem de olursa hayatın geri kalanının o an kadar kıymetli olmayacağından endişe ettiğimiz. Gelip yıkacaksa düzeni, bir anda bizi göklere çıkarıp ardından atacaksa uçurumlardan, neden istiyoruz ki gelmesini? Bence yanlış anlamlandırıyoruz ve bana kızmayın ama fazla büyütüyoruz gözümüzde mucizeyi.

Yaşamın kendisi mucizeyken neden ısrarla göz ardı ediyoruz? Çünkü elde etmesi imkansız değil. Aslında bu dünyaya gelişimiz belki de elde ettiğimiz en büyük şans hayatta ama bunu göremiyoruz. Bu bedenin içine özenle yerleştirilmiş olan ruhlarımız bir mucize. Ruhumuzun bedenimizle bütün olarak hareket etmesi, ruhumuzun bir eşinin olması, evrenin sonsuzluğu, aynı sonsuzluğun zihnimizde de olması ve daha birçok şey mucize aslında. Elimizde olması onları mucize olmaktan çıkarmaz ki, sadece elde edilmiş kılar o kadar.

Mucizeler vardır ve aslında şanslıyız ki bir kısmına sahip olarak dünyaya gelmişiz. Hatta dünyaya gelmemiz bile mucize. O da ayrı bir paradoks zaten ya, neyse. Neden diğer mucize olarak saydığımız şeylerde gerçek olmasın peki? Buna engel olan nedir? Bence zihnimizdir. Çevremiz, maddiyat, maneviyat… Biliyor musunuz hepsini değiştirebilmek mümkün aslında. Zor demiyorum ama mümkün diyorum. Sadece cesaret edemiyoruz belki de sandığımız kadar inanmıyoruz mucizelere.

Mucizelere yalnızca inanmayın zaten. Mucizeleri kovalayın. Kovaladıkça bulma olasılığınız artar ve o olasılık arttıkça yaşama olan tutkunuzda artacaktır. Hele bir de sonunda o mucize gerçekleşirse artık sizi tutabilecek hiçbir şey yoktur.

Bir paradoks daha vardır tabii. O da mucizelerin diğer mucizelere ev sahipliği yapması. Mucizelerin yeni mucizelere gebe olması. Yani aslında bir tanesini yakalarsanız diğerlerine de sahip olmaya adaysınızdır.

O halde mucize avcılığına ne zaman başlıyoruz?

]]>
Wed, 25 May 2022 11:32:03 +0300 Merve Yağmur
Kendini Bul https://edebiyatblog.com/kendini-bul-2660 https://edebiyatblog.com/kendini-bul-2660 Ben olabilmek ne kadar zor bir işlev günümüz şartlarında. İnsanın kendini tanımadan yeni insanları tanıması zaten apayrı bir konu. Mesela oturup sorguladık mı hiç ; Ben neyim? Nasıl biriyim? Neredeyim? Nerede olmam gerekiyor? Bir de bu yönden bakabilsek çok güzel olacak bu dünya. Ama maalesef bu işlevi gerçekleştiremiyoruz. Hepimiz tartışmaya açık bırakmışız çayın altını. Doğru ya insan kendisini tanıması için önce kendi olmayanı tanımalı ki kendini tanıyabilsin. Kendi yaşantımıza sahte parantezler açmışız, gerçekleri yazmaktan kaçınmışız hep. Uzayın dışında aramışız kendimizi dibimize bakmadan hep ötelerde aramışız. Oysa ki insan kendini kendinde bulur. Ahlaksız bir kargaşa ortasında kayboluyoruz. Kendimizi bir köşede bir sineye çekmek şart çoğu zaman. Bu ne cüret diyecek sadakatin şeytanı. Yaprak Ekim'den kurtulamıyor işte , illaki işitilecek  olumsuz insani notaları. Başladığımız yerde olmamak için de en sonunda yeniden kalkacağız. Yeniden yeniden derken yenileyeceğiz kendimizi. Bir gök gürültüsünde, bir yağmur damlasında, bir çiçek kokusunda, bir doğa gezintisinde bulunacağız kendimizi. Kendimizi bulduğumuzda daha bir mütevazi, daha bir tatlı dilli, daha bir düşünceli olacağız yaşama karşı. Konuştuğumuzun iki nesli dinlesek daha kolaylaşır bu arayışı bulmak. Bulmaktan öte duruyoruz çoğu zaman o bizi bulsun ben neden yorulayım ki diyoruz. Ah bir alabilsek şu sessizlikle kendimizi dinlemenin tadını, gönülde olmaz ki karşılıkla kargaşada. Önemli olan bütün sesleri değil de bir tek kendi sesimizi duyabilmek. Şu bunu neden yapmış? Bu olay neden böyle olmuş? Onda neden öyle bir malzeme kullanmış? Benim takımım neden ötekinden eksik kalmış? O niye o lafın altında kalmış?... Bunları sorana kadar kendimize ; Ben nerede nasıl oldum koptum da zihniyetimi bunlarla doldurdum? diye sormak, en azından soruya ihanet olmaz. Sorunun bile sorulabilmesi için hakkını verebilmemiz lazım bazen. Ömrüm geri kalanını Türk'ün ana vatanı bu güzel ülkeyi cennetten bir köşe yapabilmek adına ; bir kitabın sayfasına, bir gitarın teline, bir bilginin yerine, melodinin bir notasına kapılıp gidelim. Dere yatağında suya kapılan bir taş parçası gibi sonrası meçhul. Ya kendimizi denizde buluruz ya da okyanusta ya da  bulunduğumuz yerden daha kötü bir konumda... Ama o çabanın, o emeğin yorgunluğu bile çok güzeldir. En fazla bahanesiyle rahat bir uyku çekeriz başka ne olabilir ki. Çabalamak bir yerden başlamak ne kadar batırabilir ki bizi. Battığımız yerde uyuduğumuzda gördüğümüz rüyada belki kendimiz çıkagelir karşımıza. Güzel olan her şeyin yolu zordur. Zıtlıklar beraberliği doğurur. önce kendinin zıttı olur  insan sonra kendisi olur.

]]>
Tue, 24 May 2022 20:20:55 +0300 Elif Can
HAYATINDAKİ HERKESİN KALMASI GEREKMİYOR https://edebiyatblog.com/hayatindaki-herkesin-kalmasi-gerekmiyor https://edebiyatblog.com/hayatindaki-herkesin-kalmasi-gerekmiyor HAYATINDAKİ HERKESİN KALMASI GEREKMİYOR

Bazı anlarda; acınızın, bedeninize dahi hükmedemediği kadar ağırlaştığını farkedersiniz. Bu acı, sizi olduğunuz yerden kımıldatmaz. Bir adım ilerisi zindan, gerisi koca bir okyanus. Tüm hayalleriniz, uğruna nice savaşlar verdiğiniz her şey; bir eylemle, bir cümleyle sonsuzluğun uçsuz bucaksız köşesine doğru yol alır ve siz olduğunuz yerde çivilenmişçesine kalakalırsınız. Gözyaşlarınız sel olup taşsa da bir faydası olmaz artık. Acımasızca akıp giden zaman sizi buna alıştırır. Haftalar, günler, saatler geçer; ve o acı yeniden içinizdeki alevi korlandırır. Aynı tiyatroyu, aynı koltukta, aynı acıyla yeniden izlersiniz. Ama arada tek bir farkla... Artık bir ağlama krizinden sonra, kendinize sarılıp saçlarınızı okşayacak kadar güçlenmişsinizdir. Hayat aslında tekerrürden ibarettir gerçekten de. Belki de yeni gün diye bir olgu yoktur. Her gün, bir öncekinin baştan çevrilmiş hâlidir. Bizler de, sonsuz bir döngünün sıkışmışlığında mücadele veriyoruz.

Benim adım Dilan Efsa Kandemir. Bugün bu satırlarda sizlerle, kendi hayat mücadelemde çok sıkıştığımı hissettiğim bir durumdan bahsetmek istiyorum.

Farkediyorum ki, benim kalbimin derinliklerinde bir kış gecesi saklı. O buzlu havanın titrekliğine rağmen, karlı yollardan yalınayak dans ederek geçtim. Ellerim bedenimden daha çok üşüyordu. Parmak uçlarımın rengi giderek morun en koyu tonuna dönüşüyordu. Şayet bu yolun en başında yalnızlığa terk edilmemiş olsaydım, şuan kendi kendimi sararak ısıtmak zorunda kalmazdım. Bu çaresizlik okyanusunda bir hiç uğruna kulaç atmaya mecbur bırakılışımı affedemiyorum.

Bir hayli yorgun olduğum bir dönemin ortasından geçiyordum. Onsuzluğu aklıma bile getiremeyecek kadar çok sevdiğim biri girmişti hayatıma. Kimselere layık göremediğim sevgimi, senelerce kalbimde saklamıştım. Ta ki o özel insanla yollarımız kesişene kadar... Geçmişinde kaybolmuş beni, yeniden yaşamanın güzelliğine inandırdığı için farklı bir gözle bakmıştım ona.

Onunla yollarımızı birbirine denk düşüren tesadüflere minnet duydum her zaman. Yüreğimi ele geçirdiğini ilk hissettiğimde tarifsiz bir karmaşaya teslim olmuştum. Çünkü ben sevmeyi bilmiyordum. Sevgisizliğin acısını çocuk yaşımda ruhuma kazıdılar. Uzak şehirlerde, hattâ bambaşka ülkelerde yaşamanın hayalini kurduk birlikte. Bana huzurla bakan gözlerinden, hislerimi ele geçiren bir akım vardı sanki. Ellerini ilk tuttuğumda kendimi evimdeymiş gibi görüyordum. Yolumuza saçılan kayaları; ne pahasına olursa olsun birlikte iteleyeceğimize söz vermiştik birbirimize yıldızların altında.

Velhasıl, sonra hiç beklemediğim bir ağustos ayının pazartesi gecesinde bir telefonla yıktı geçti aklımdakileri. Söylediği sözcükleri bin yıl geçse de unutamazdım. İnsan; sevdiği kalbin açtığı savaşta vurulunca, dizlerinde derman kalmıyormuş meğerse. O gün telefonda, aslında bana hiç aşık olmadığını söyledi. Çok denemiş aşık olmayı, ama sevmekten öteye geçememiş. Daha önce böyle bir sızıyla sınanmamıştım. Hissettiklerime cümle kuramadığımda, kendimden de sokaklarca kaçtım. Onun bu beyazdan griye çalan hâlleri, beni bana üzerek kırdırıyor.

O günden sonra, saf sevgiye olan inancım yerle bir oldu. Bir insanla öylesine güzel hayaller kurulmaması gerektiğine inandım. Çünkü herkes birgün mutlaka giderdi, ve her giden mutlaka geri dönmezdi.

Böyle bir tecrübe oldu bu yaşadığım sallantı gelecek yıllarıma. Her gece sayısız güneşler batırdı bu dert bana. Bir daha asla gün doğmayacakmışcasına pes etmiştim. Ama bir gerçeği de canım yana yana öğrendim. Hayatımızdaki herkesin kalması gerekmiyormuş. 

]]>
Tue, 24 May 2022 15:04:29 +0300 Efsa Kandemir
Günlüğüm ve ben : Kirpilerden hayat dersleri https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-kirpilerden-hayat-dersleri https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-kirpilerden-hayat-dersleri 22 olmadan anladım, başarıyorum. Öğrendim ki sürekli güneş, kuraklık getirirmiş. Yağmur yağmazsa tohumlar yeşermez ama fazla yağmurdan da çürüyebilirlermiş. Kasırgalar olmazsa tohumlar dans edercesine uçamazmış yeni topraklara...

Çok sevdiğim bir şiir geldi aklıma bunun üzerine...

'' Kirpi gibisin çocuk

Her tarafın diken

Kim elini uzatsa

Delik deşik

Üstelik sen de kan içindesin '' 

Kulağa çok çaresizce geliyor biliyorum, dizeler arasında insanın yüreğine cam kırıkları gibi batan bir şeyler var. Ama bugün ağlayarak şiir saklama günü değil günlük... Kirpilerle ilgili bir şey öğrendim bugün. Kirpiler, vücut ısılarını ancak birbirlerine yaklaşarak paylaşabilir ve o küçük bedenlerini böyle canlı tutar, hayatlarını da bu ısıyla sürdürebilirlermiş. Dikenler mi ? Bu hikayenin en güzel ve anlamlı kısmı... Dikenler, aralarındaki mesafeye bağlı olarak zararlı olurmuş. Öyle bir ayarlarmışlar ki mesafelerini ne soğuktan ölür ne de birbirlerini kanatırlarmış. İşte mutlu hayatın sırrı bu, tam da böyle yaşamalıyız ! İnsanlarla beraber ama dipdibe değil, böylece kimse kanatamaz bizi. 

]]>
Tue, 24 May 2022 14:14:44 +0300 Nur Bersun
İnsan ve Vicdan https://edebiyatblog.com/insan-ve-vicdan https://edebiyatblog.com/insan-ve-vicdan İnsan olarak doğmak herkese nasip olsa da insan olarak ölmek herkese nasip olmuyor. Huzurlu 

İnsan olmak ile vicdanlı olmak arasında doğru orantı vardır. Ne kadar vicdanlı olursa insanoğlu o kadar da insan olur. Vicdanın da yardımcı hisleri vardır; merhamet, sevgi, minnet, vefa, izzet, sadakat gibi… Bu yardımcı dediğimiz hisler ne kadar yoğun olursa vicdanın sesi de o kadar yankılı olur ve haddi zatında insanı yanlış şeyler yapmaktan alıkoyar.

Osmanlı’da kasaplara yılın belli ayında kanunen zorunlu olarak bahçıvanlık yaptırılırmış. Kasapların hemen hemen her gün hayvan kesersek elde ettiği saldırganlık hissinin kaybolmasını ve merhamet hissini tekrar kazanmasını sağlamak için bu şekilde bir uygulama yapılıyormuş.

Her insanın fıtratında olan vicdana takılı olan mezkur hisleri uyandırmak bizim elimizde aslında. Bir bitki veya hayvan besleyerek merhamet duygumuzun artmasına sebep olabiliriz. Bizden durumu daha kötü olan insanlara yardım ederek, sevgi, vefa, gibi güzel duyguların içimizde yeşermesini ve hatta yoğunlaşmasını sağlayabiliriz. Velhasıl insan olmak, olmaya çalışmak, insan kalmak, yine insanın kendi elinde.

İnsan kötülük yaptıkça içindeki tüm güzel duyguları da yavaş yavaş çürütür ve bir zaman sonra vicdanın da sesi kesilir çünkü vicdana yardımcı tüm hisler de ölmüştür. İnsanı insan yapan değerler öldüğü için aslında insanın kendisi ölmüştür de diyebiliriz. Üstelik katili yine kendisi olmuştur.

]]>
Tue, 24 May 2022 13:23:48 +0300 Nazım Köyce
EKSİK https://edebiyatblog.com/eksik https://edebiyatblog.com/eksik Ben bir şeylere inanmaktan çok birilerine, birine güvendim, inandım bu hayatta. Siz en çok kime inandınız? Ben ailemden birine güvendim. Koşulsuz şartsız, karşılıksız.

 

 Ama bir şey unutmuşum en çok güvendiğinizden darbe yersiniz, en çok güvendiğiniz sizi oyuna getirir, arkanızdan kuyunuzu kazar.

   

Yaşadığımız her şey bize ders olur, deneyim olur, tecrübe olur. İnsan yaşadıkça büyür, yaşlandıkça değil. Bende yaşayarak büyüyenlerdenim. Ve asıl soru, ben kimim?

  

Siz, beni tanıyor musunuz? Ben kimim?

Ben kendimi tanımıyorum, tanımıyorum da değil tanıyamıyorum...

    

Bir kayıp vakası bu benliğimi kaybettim. Sizler hiç benliğinizi kaybettiniz mi ya da hiç kendi içinizde kayboldunuz mu? İşte ben sanırım kayboldum.

Çıkmaza girmek o kadar zor bir şey ki. Ne bir adım ileri, ne bir adım geri gidebiliyor insan. Kaybolmak işte adı üstünde. Ne sağını, ne solunu kestirebiliyorsun. Takılıp kalıyorsun...

Ne için çabalasam hatta çok çabalasam tökezleyip kalıyorum. Çünkü hayat düşürmeye, sen kalkmaya mecbursun.

Hayat karşına ne çıkaracak bilmeden birçok şey yaşıyorsun. İyiliği, kötülüğü bırakmıyor hiçbir zaman peşini. Ama insan zamanla alışıyor kötülüğe gerçekten bakın, bir anda hayatınız alt üst oluyor ve tüm her şeyi sıfırdan başlarken bir sürü kötülük görüyor insan. Zaman her şeyin ilacı derler ya hani eğer zaman ilaçsa fazlası intihara girmez mi? Hadi onları geçtik diyelim ben onca yaşanan şeyleri unutamıyorum. Hadi yine diyelim unuttuk peki ya izleri geçmezse, geçmezse değil geçmiyor. Geçmişin izleri hala var içimde atamıyorum. Tercihim değil, olan bu...

Öyle boş boş oturup bir noktaya daldığımız o an aklımızdan neler geçiyor? Gelecek kaygısı, geçmiş izleri, yeni başlangıçlar, aşk acısı, aile problemleri vs. dimi? Peki ya hiç mutlu olduğunuz tek bir an film şeridi gibi gözünüzün önünden geçti mi? İllaki...

Şimdi desem size gidin o ana ve kalın bir süre orda. Nereye giderdiniz, kim olurdu yanınızda, ne yapıyor olurdunuz? Düşünün ya, düşünün. Hep son ağladığınız anı düşünmektense, son güldüğünüz, doya doya eğlendiğiniz, en çok mutlu olduğunuz o ana gidin ve kalın orda. Derin bir nefes çekin içinize yavaşça verin, kapatın gözlerinizi 10-15 dakika kaybolun bu hayattan, gidin hayallere. Kimin yanında mutluysan git onun yanına, tut ellerinden, sarıl sımsıkı ve de ki ona 'seni seviyorum, iyi ki varsın' ama sevginiz sadece lafta olmasın bunu o sarılmanızla, sesinizdeki güvenle hissettirin...

Sizler bu satırları okuyan canlarım. Ben en çok sizi seviyorum, iyi ki varsınız...

Bir şeylere adım atmak için bir dakika sonrası bile geç olabilir. Üzüleceğim, acı çekeceğim ya da kırılıp, parçalanacağım, darbe alacağım diye düşünmeden, içinden geldiği gibi davranarak ara sevdiğini, yaz sevdiğine. Utanma, çekinme. Sevdiğini haykır o sevmiyorsa onun ayıbı... En azından keşke yapsaydım demezsin neyse iyi ki yaptım dersin. Pişman olma yaptığından, sen pişman olunacak bir şey yapmadın. Sen en güzelini, en özelini yaptın...

Sev, sevil ve vazgeçme...

.

.

]]>
Tue, 24 May 2022 01:09:25 +0300 lâlzü
İnsan... https://edebiyatblog.com/insan-2648 https://edebiyatblog.com/insan-2648      "İnsan unutkandır, unutandır." derdi dedem vakti zamanında ama sadece bunu derdi. Halbuki insan birçok şeydi ancak dedem onca şeyi tek bir kelime de toplardı. Büyüdükçe, hayatı yaşadıkça anlıyorum insanın sadece unutkan olmadığını. Nankördü insan en nihayetinde biraz kinli çokça bencil. İlgiye muhtaç sevgiye açtı insan. Herşeydi ama bir o kadar da bir hiç. Her duygunun her düşüncenin yanında bir 'unuttu' kelimesi gizliydi. Dedem haklıydı, insan unutkandı. Önce senin ilgini unuttu sonra sevgini, yaptığın fedakarlığı unuttup nankör oldu, vefayı unutup kin besledi. Herşeyin unutulacağı ve unuttuğu bir gezegenin insanlarından olan ben unutmayacağım. Unutulmayacağım, öyle bir var olacağım ki bu yalanlı dünyada hayata yaşamayı öğreteceğim. Öleceğim ama yaşayacağım yazdığım her bir satır da. Beni okuyanlar bilecek unutanı ve yaşatanı. Ve bir geçeceğim bu dünyadan ama gitmeyeceğim...

]]>
Tue, 24 May 2022 00:25:26 +0300 YağmurunKızı8
AŞK AKIŞI https://edebiyatblog.com/ask-akisi https://edebiyatblog.com/ask-akisi Aşklar vardır, adak ağacına çatılmış beşik Aşklar vardır, iki ıslak çakıl taşı deniz süzdürür Aşklar vardır, uzak sanılan bir ülkede çiçekler korkudan ölür İncinerek geçer beyaz bir perdenen rüzgâr Aşklar vardır, soru burçları bayraksız, gözakları dalgın duvarlar Aşklar vardır, mavi gözlü bir şiir mezarı başındaki çınarı düşünür Aşklar vardır, uyku tutmamış bir masal bir çocuğu kaçarken vurur İki mumya oturur orta sıralarda sinemaların

]]>
Sun, 22 May 2022 23:39:42 +0300 Rüya gibi
Edebi Sığınağım... https://edebiyatblog.com/edebi-siginagim https://edebiyatblog.com/edebi-siginagim Mahşerde en yakınımızı bile tanıyamayacağımız söylenir ya hep, benim gönül gözüm seni bir yerden ısıracak mutlaka. Adım gibi, adın gibi biliyorum bunu!

Özüne, sözüne kurban olduğum yoluna, izine yüzüm sürdüğüm gündüz düşlediğim, gece gördüğüm yollar uzak, mevsim soğuk, hava kar yüz yüze gelmeden ölmek de mi var.

Bazen insan kendi zamanını yaratır sadece saatin yelkovanında mutlu kalabilmek için, durdu sanırız aslında o arada zaman ancak bu avutur bizi değil mi yaşanan onca şeyden sonra.

]]>
Sun, 22 May 2022 23:20:18 +0300 Rüya gibi
SANMAK FİİLİ ÜZERİNE GEÇEN BOŞ HAYATLAR https://edebiyatblog.com/sanmak-fiili-uzerine-gecen-bos-hayatlar https://edebiyatblog.com/sanmak-fiili-uzerine-gecen-bos-hayatlar "Sanmak" fiili,  bir şeyin şöyle ya da böyle olduğunu düşünmek, olabileceğine daha çok inanmak. Adı üstünde, kendi varsayımınla, yorum yapmak, ihtimaller üzerine kendine hayatı dar etmek. 

    Kafanda binlerce, kuyruğu birbirinden  ayrı dolaşan düşüncelerin arasında, dalıp gitmişken kendine, karşına çıkan ilk insanın sana karşı soğuk bir tavrı üzerine binlerce senaryo yazarsın. "Sanırım bana tavır yapıyor." "Sanırım bir şey oldu." Gibi gibi gibi. Oysa olan hiç bir şey yok. Sen olumsuz düşüncelerine o kadar odaklanmışsınki gözünün önünü göremiyorsun. Kendi yarattığın olumsuz evrende, sanmalarınla negatif desenler çiziyorsun. Olan bu.

    İyi olduğun anlara bakalım. Duygular coşmuş, yüreğin pırpır, herşey çiçek gözünde. Öfkelenen birine bile tepkisiz kalabilirsin o an. Niye? Çünkü senin moralin iyi. Şu an sanmak fiiline tabii olumsuz bir tutum ve olay yok. Varda sen istemediğin için yok.

   Olay bu işte dostum. Kendi yaşadığın alemde, kendi kurduğun düşünce öbekleriyle olayları işine geldiği gibi yorumluyorsun. Herşeyi üstüne alınıp, dünyanın en mutsuz kişisi yapıyorsun bir anda kendini. İsteyincede en mutlu.

   İnsanoğlu bunu kafasına bir soksa,  daralta daralta boğduğu yaşamını nasıl güzelleştirecek.

 -Şunu sandım.

-Bunu sandım.

-Öyle sandım.

-Böyle sandım.

    Ben sanmalarımı artık  rafa kaldırdım, akış ve gidiş yönünü değiştirip, uzaktan izlemeye aldım kendimi, sananları, herşeyi. Sanıyorum ki mutluluk bu.???? Tavsiye ederim.

]]>
Sun, 22 May 2022 21:55:10 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
YILLARA KÜSMÜŞ AYNALAR https://edebiyatblog.com/yillara-kusmus-aynalar https://edebiyatblog.com/yillara-kusmus-aynalar +

YILLARA  KÜSMÜŞ AYNALAR

İnsan; ilkin kendini ,Kendi  aynasından  görür. Sonrasında  kendine  başkasının  aynasından bakarak, ilk doğduğu andan geldiği  ana kadar kendini resmeder…

Yıllar geçtikçe  düşünüyor  insan! Aynalar  mı küser  insana? İnsan mı  küser  aynalara?Bu süreç  bilinmez  bir  denklem  içerisinde  sürüp  gider…

İlk  doğduğu  anı  hatırlar insan.O güleç  yüzlü, O temiz  yürekli ,Her şeyden  bihaber…Güzel  günlere güzel  yıllara  ve aynalara bakmaya  doyamaz. Zamanla  büyüyüp  olgunluğa  erince! Aynalara küser.     Kendine  aynada  bakmak  istemez   ya da  baktıkça; Düşüncelere  dalar  gider… Aynaya  her baktığında,Saçları simsiyah iken; Aklaşmış.Gözler her tarafa güzel bakarken ,Gözler  ferleşmiş.Dimdik ayakta dururken, Vücut  yorgun ve  bitap  düşmüş.Yürek sevgi dolu iken; Virane  olmuş.

Aynaya  her baktığında  bunları görürken!Yine de  umut  etmek, Hayata  ve her  zorluğa  rağmen  dört  elle  sarılmak  ve  asıl  önemli  olan! Hayallerine  kavuşmak   için durmadan  çabalar.

 

Heyhat!

Herşeye  ve  herkese  rağmen  yaşıyoruz  hayatı.

Kimi  zaman çocukça.

Kimi  zaman umutlu  ve  mutlu  olarak yaşar.

Hayallerimiz  olmasa, Umutlarımız  yeşermez. Umutlarımız  olmasa   yaşamın  bir  anlamı  olmazdı… 

Yıllar sadece  yüzümüzü  yaşlandırır.

AMA!

Ruhumuz  hep  genç  kalır…

AYNALAR  KÜSMEZ  İNSANA! İNSAN  KÜSER  AYNAYA …

]]>
Sun, 22 May 2022 13:47:53 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Aşk nedir ? https://edebiyatblog.com/ask-nedir https://edebiyatblog.com/ask-nedir Aşk...

Hani şu nesillerdir üzerine tonlarca şiirler, şarkılar söylenmiş, uğruna milyonlarca insanın öldüğü ve hatta öldürüldüğü...

Gerçekten nedir bu aşk ? Abartılan bir duygu mu, yoksa bir duygu bozukluğumu ? Neden herkes ondan bahseder ama tek bir tanıma asla ulaşamayız ?

Neden kimine göre acıdan ibaretken başkasına hayat kaynağı bu aşk denen şey ? Nasıl bir şey aynı anda hem ak hem de kara, nasıl bu kadar zıt tanımlara sahip olabilir ? Ondan da önemlisi, neden insanoğlu her şeyi tanımlamak ister ki, konu hisler olunca bile... Neden sadece konuşuyor, tartışıyoruz eğer bir sonuca varamıyorsak. Gerçi sonuç nedir, varmak için mi vardır o apayrı bir konu...

Belki de aşk sadece bir yanılgıdır, belki de evrenin en kutsal hissi... Belki de aşk tek bir his değildir, içinde birsürü parça olan bir yapboz gibidir. Her histen biraz biraz oluşuyordur ve birleşince aşk çıkıveriyordur ortaya. Bu yüzden herkes farklı tanımlıyor, herkes farklı hissediyordur. Tıpkı bir vantilatörün kollarının her birinin renkli boyansada döndüğünde sadece beyaz görünmesi gibi bir yanılmadır. 

Romantik ilişkilerle sınırlamak doğru değildir belki de... Aşkı bir annenin bebeğiyle ilk bakışmasında görebilir miyiz veya bir çocuğun ilk defa çikolata tadışındaki mutlulukta bilmiyorum. Bazıları aşkı sadece yaratıcıya karşı yaşıyor mesela, bütün hayatlarını ona adıyorlar. Bazıları bir ölümlüye, bazıları hayallerinde yaşattıklarına aşık yaşıyorlar. Bazıları midende kelebekler uçuşuyorsa aşıksın diyor ama buna anksiyete atağı diyor psikoloğum hatta bu hissi azaltmak için ilaç bile veriyor. Madem aşk böyle hissettiriyor, neden bu kelebekleri öldüren ilaçlar yapılsın ki ?

Aşk bir hastalık mı, bir hediye mi, az bulunan, nadir görülen bir his mi ? Sevgiden farkı ne ? Hangisi daha üstün ? Hangisi ne barındırıyor içinde ? Bir formülü var mı ? Nasıl sürer, nasıl biter ? Ve daha milyonlarca soru... 

Bence mi... Bence, aşkı yanlış tanımlıyor bu yüzden de yanlış yerlerde arıyoruz. Aşk ve sevgi arasında bir fark var mı bilmiyorum ama bununla alakalı bir sürü alıntı okusam da bir türlü ikna olamadım. Bildiğim tek şey şu ki; aşk da sevgi de temelinde güven ve sadakat barındırıyor. Ve bu şekilde bakacak olursak da midedeki kelebeklerin üstünü çizebiliriz. Güvenin olduğu yerde anskiyeteye bağlı bir işaret olmamalı değil mi ? Bunun aksine hissettiğim bir heyecan türü var aslında... Her baktığımda, eline dokunduğumda hatta mesaj aldığımda içimde bir çiçek bahçesi oluşuveriyor resmen, o çiçeklerin verdiği bahar kokusunu alıyorum adeta. Heyecandan bacaklarım titremiyor, aksine kırk yıllık bir çınarın kökleri gibi sağlamlaşıyorlar. Aklımda soru işaretleri uçuşmuyor, hiç olmadığım kadar emin hissediyorum kendimi. Belki de budur aşk, dünyada doğru yerde, doğru kişiyle olduğunu anladığın anda hissettiğin huzurdur. Evet evet, aşk bu... 

]]>
Sun, 22 May 2022 00:26:26 +0300 Nur Bersun
Edebiyat Bilgi Testi https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-testi https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-testi Sat, 21 May 2022 19:19:13 +0300 Hüsne sürmelioğlu Yağmur'un Külleri https://edebiyatblog.com/yagmurun-kulleri https://edebiyatblog.com/yagmurun-kulleri İlham Veren Şarkı : Endless Time- Roberto Cacciapaglia

Yağmur üzerime tüm ihtişamıyla yağarken ben o sokağın ortasına çökmüş tüm dertlerimi, hayata olan bıkkınlığımı, pişmanlıklarımı düşünüyordum. Her bir yağmur tanesi kalbimin birer parçasıydı ve kalbim sanki gökyüzünde parçalanmış ve etrafa parçalarını saçıyordu.

Yıldırım ise hayattı. Beni yıpratan, karşısında çokça kez pes edip yenildiğim sonra birden ayağa kalkıp tekrar mücadeleye başladığım hayattı.

O sokağın ortasına çöküşüm; pes etmem ve yenilgiyi kabul etmemden dolayıydı. Ve yağmur üzerime yağarak beni teselli ediyordu.

Bu sefer gücüm var mı? Tekrar ayağa kalkabilir miyim? Bilemiyorum. Tek bildiğim hayatın devam ettiği. Ben pes etsem de etmesem de…

Güneş doğarken ve havada ki kasvet geri plana çekilirken düşündüğüm şey buydu. Yağmurda dindi ardından, sanki tüm dertlerimde onunla gitti ve ben onun gibi dinginleştim.

İnsan bazen nefretini, derdine dökmek istiyor. “biraz dağılayım.” diyor  “ne de olsa tekrar toparlanırım.” Benim bugün bu sokakta yaptığımda tam olarak buydu. Dağıtmıştım kendimi ve güneş doğduğunda kendimi toplamaya koyulmuştum.

Şuan ise arkama gündoğumunu aldım yürüyorum. Nereye gittiğimi bilmeden, hiçbir şeyi sorgulamadan…

O an için yürümek, “Ben yeniden savaşmaya hazırım” demek benim için. Yönüm ya da yolum önemli değil. Yürümeye tekrardan güç bulmuş olmam önemli olan. Çünkü eninde sonunda yolumu bulurum ve yolumu bulduğumda kendimi de bulacağımdan oldukça eminim.

Sizlerde bu evreye geldiğinizde boşaltın üstünüzdeki tüm yüklerinizi, dağıtın kendinizi. Güneş yeniden doğduğunda yeni bir siz, yeni bir umutta doğuyor demektir. O halde güneş doğduğu vakit toparlanma vaktidir. Toparlanın ve sizde güneşle beraber küllerinizden doğun. Hemen ardından yürümeye başlayın. Tıpkı benim gibi. Sebepsizce ve dilediğiniz yere doğru…

Yeter ki hayat devam ettikçe sizde devam edin. Yerinizde saymayın! İşte o zaman hayat size yolu gösterecektir. Yolunuzu bulduğunuzdaysa yürümek, sizin için zevke dönüşecektir.

]]>
Fri, 20 May 2022 12:20:49 +0300 Merve Yağmur
DİKENSİZ BİR HAYAT OLMAZ https://edebiyatblog.com/dikensiz-bir-hayat-olmaz https://edebiyatblog.com/dikensiz-bir-hayat-olmaz DİKENSİZ BİR HAYAT OLMAZ

Günaydın karanlık, günaydın gece... Kafamın içinde uğuldayan bir yabancının sesine teslim oluyor rüyalarım. Fiziksel olarak bir acı hissetmiyorum, ama ruhum siyahın en koyu tonlarını yaşıyor. 

Bu gece, yine güneş doğana kadar; sevildiğimi zannettiğim bir kalbin, kalbimi mağlup edişine ağladım. Ben, adına aşk dedikleri ama beni hergün öldüren bir acıya yakalandım. 

Bundan 2 buçuk yıl önce tanıdım onu. Dokunmadan sevmenin eşsiz huzurunu tattırmıştı bana. O çok farklı ve benim için hayatı eskisinden daha kıymetli kılan biriydi. Kimseyle aynı kefeye koyamadığım, koymalarına dahi izin vermeyecek kadar derin bağlandığım birisiydi. Onun sesinden benim iliklerime doğru süzülen bir çekim kuvveti vardı. Bu yüzden çok seviyordum belki de... Bir ihtimalden kat kat daha fazlasıydı. Evet, sesindeki serçeleri çok sevdiğimdendi bu içimde uçuşan sayısız kelebek hissi. Her kelimesi, bir kelebeğin uçuşuna bedeldi.

Her birimizin hayatında; gitmesinden, kaybetmekten korktuğu bir insan vardır. O da benim için öyleydi. Vakti geldiğinde ben ondan gidecektim. Sonsuzluğun ışığına adım adım ilerleyecektim ama o hiç gitmeden yanı başımda kalacaktı. Bu hikâyedeki gidiş, benim son nefesimi verişim olacaktı. O güne kadar, mesafelere inat bu hissin arkasında durarak sevecektik birbirimizi. Giderse pusulam yönünü şaşırırdı. Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırt edemezdim.

En çok kelebeğimin kanatlarının kırılmasından korkuyordum. Birlikte gökyüzünü hayallerimizle süslediğimiz insanın, birgün bana çok uzak olmasından korkuyordum. Çünkü eğer uzaklaşırsa, her şey yarım kalırdı. Ben yarım kalırdım. Aslında hiç kalmazdım. 

Ama sonra birdenbire, ansızın sabah oldu ve güneş karanlık doğdu. Ben bu sevginin beni ne kadar yanılttığını anladım. O, benim hayatımdan iyi ki bir yıldız gibi kayıp gitmiş. Kendimden o kadar çok ödün vermişim ki, bunu göremeyecek kadar körleşmişim. Sevgi; sadece mutlulukta, sevinçte, güzel günde yaşanan bir his değildi. Hastalıkta, üzüntüde, en zor anlarda yan yana olmaktı sevgi. Dört duvar arasında; tüm duygu karmaşalarımı tek başıma atlattığım gün, onun benim için yanlış insan olduğunu kabullendim. 

Her kadının hayat yolculuğu, birgün saçma ötesi bir adam sevmekten geçer. Ve yine her kadın, yanlış insana adanmış doğru duyguları yaşamadan olgunluk kazanamaz. Benim en büyük hatam buydu. Hatalarımla olgunlaştım. Artık kalp gözüme güvenecek kadar sağlamlaştım ve kendimin önemini anladım. Size verebileceğim en güzel tavsiye; toz pembe hayallerinizi siyaha boyayan herkesten uzaklaşın, kendinizi bulun.

Satırlarıma son verirken söylemek isterim ki, dikensiz bir hayat olmayacağının hep farkında olun.




]]>
Fri, 20 May 2022 02:02:46 +0300 Efsa Kandemir
Beni Sadece Annem Sevdi... https://edebiyatblog.com/beni-sadece-annem-sevdi https://edebiyatblog.com/beni-sadece-annem-sevdi Sen sevmeyeceksen söyle boşuna çiçek ekmeyeyim mevsimi değilse yazık olur".  

]]>
Fri, 20 May 2022 00:23:48 +0300 Rüya gibi
AİDIYET https://edebiyatblog.com/aidiyet-2592 https://edebiyatblog.com/aidiyet-2592 İnsan aidiyet duygusunu ancak kendisine henüz benzemeyen yabancı bir şehirde hisseder. Bir şehir ne kadar çok sana benziyorsa o kadar çok gitmek istersin oradan.
İnsanda da böyledir ne kadar çok yabancıysa sana, o kadar az görürsün kendini.
Ve aynaları en çokta "gerçek kendini" gördüğünde kırmak istersin..

]]>
Thu, 19 May 2022 14:38:01 +0300 1.ic.ses
GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI https://edebiyatblog.com/genclik-ve-spor-bayrami https://edebiyatblog.com/genclik-ve-spor-bayrami +

                                                              GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

 

GENÇ denilince akla;Coşkulu,Dinamik,Üretken,Çalışkan,Tuttuğunu koparan  ve  azimli  birey akla gelir…

 

Gençler,sizler  geleceğin mimarı, Sporcusu, Öğretmeni, Doktoru  ve  daha sayamadığım meslek dallarının öncüsü  yeni neslin  dinamik ve  atik bireylerisiniz.

Hayatın her  alanında başarıya imza  atmak için uğraşan, bir şeylerin mucitliğini yapan, ileri  görüşlü  ve saygın gençler! Sizlerin yapacağı  güzel  eserlere ihtiyacımız  var. Bu kutsal  toprakların fedakar  ve  özverili  gençleri olarak  hayallerinizi gerçekleştirmek için durmayın!...Elbette  meşakkatli  yollardan geçeceksiniz. Ama sizler yorulmadan, sıkılmadan, yılmadan  yolunuza  devam  edin ki, yolunuz  hep  açık olsun. Engeller  çıksa da  önünüze  aşmak  için emek  verip  çaba  harcayın sonunda  kazanan siz olacaksınız…

 Sizler  için İmkansız  diye bir şey  yoktur… Mücadele  ruhunuz olduğu sürece kazanan hep siz olacaksınız. Toplum  olarak hepinizle  gurur  duyuyoruz yine; Sizinle  gurur  duymaya  ve  güvenmeye devam edeceğiz… Elde ettiğiniz herhangi  bir başarıda, Yarattığınız her bir  eserde, Kazandığınız her ödülde   bizler  sizleri daha çok alkışlayacağız ve daha çok gururlanacağız…

 Genç  insan;Başaran,Azimli  olan sen.Başarıya odaklı olan sen.Tuttuğunu  koparan  ve  hedefleri  olan  yine sen…Yaşantının her anında,Zamanın en verimli çağında bir şeylerin peşinden koşan,Hayallerini umutları ile birleştirip koşan genç insan!...

Atanın,Atamızın  sana bıraktığı güzel mirası korumak  ve  sana hediye edilen  güzel  günde senin için yazdığı Hitabede sana en güzel değeri  vermiş.

Mustafa Kemal Atatürk, Gençliğe  hitabesinde sizlere ilk şunu  söyler:

EY  TÜRK  GENÇLİĞİ! BİRİNCİ  VAZİFEN, TÜRK   İSTİKLALİNİ, TÜRK  CUMHURİYETİNİ,İLELEBET, MUHAFAZA  VE  MÜDAFAA  ETMEKTİR. MEVCUDİYETİNİN VE İSTİKBALİNİN  YEGANE  TEMELİ  BUDUR.BU TEMEL  SENİN  EN  KIYMETLİ  HAZİNENDİR…

 

Bir başka  ve genç  nesli  yarınlara hazırlayan sözü ise;

GENÇLER! YENİ  NESİL  SİZİN  ESERİNİZ OLACAKTIR.

Sözleri  ile  genç  bireylerin toplumda ayrı bir değere sahip olduğunu,onlara gereken önem ve desteğin verilmesini  anlatır.

GENÇLER,Sizler  sadece bugün değil!Her gün özel ve değerlisiniz. Bugünü  siz gençlere armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ‘ü bir kez daha saygıyla anarken;Tüm gençlerin ömrü bayram havasında olsun…                    

                      19 MAYIS  ATATÜRK’Ü  ANMA  GENÇLİK  VE  SPOR  BAYRAMI KUTLU OLSUN…

      

]]>
Wed, 18 May 2022 15:51:42 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Günlüğüm ve ben : Hayata şarkılar https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-hayata-sarkilar https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-hayata-sarkilar '' Ruhun şarkı söylerse, hayat seni mutlaka dansa kaldırır ''

Bu sözü okuduğumdan beri aklımdan çıkmıyor. Acaba ruhum nasıl bir şarkı söylerdi düşünmeden edemiyorum. İlk notasıyla bile insanın içini kıpır kıpır edenlerden mi yoksa yüreğindeki ağrıyı iliklerini kadar hissettirenlerden mi? Belki de tek bir şarkıya ikisini de sığdırabilirim. Hayat da böyle değil mi zaten? Karışık bir kaset dinliyormuşum gibi ilerlemiyor mu? Öyle bir hal ki iyiyim demeye korkuyorum, kötüyüm diyemem zaten. Bu haksızlık olur ve ben öğrendim ki ilk önce kendime adil olmalıyım. Her sızı bir ders, her acı bir anahtar olmalı yoksa nasıl tutunabilirim dünyaya...

İnsanlarla olmuyor, aynı kelimeler farklı anlamlara geliyor, zaten anlaşılamıyorken bir de üstüne suçlanmak ağır geliyor. Kimseyi değiştiremem daha kendimi bile değiştirebilecek kadar tanımıyorken. Konu nereden nereye geldi değil mi? Aklım o kadar dolu ki, bir yanda çiçekler açıyor, diğer yanda kasırga durmaksızın devam ediyor.Belki de ilk defa bu kadar farkındayım neler olduğunu. İlk defa durup bakıyorum hayatıma. Ama bir lanet gibi yapıştı üstüme acelecilik. İki dakika dahi kendimi dinlemeye katlanamaz haldeyim. Ne zamandır böyleyim bilmiyorum. Önemli olan da ne kadar zamandır olduğu değil zaten, bundan sonra ne yapacağım. En azından bir şeylerin ters gittiğini anlıyorum artık. Ve yemin ederim suçlu aramıyorum. Evet, hâlâ sinirliyim ama bunu ön planda tutmayacağım. Eline intihar notu versem '' yalnız bu böyle yazılmaz '' diyecek insanların olduğunu gördüm. Herkesi aynı anda hatta çoğu zaman farklı anlarda dahi memnun etmek imkansız. Onlar da beni memnun edemezler. Çünkü biliyorum ki, sadece kontrol sahibi olurlarsa memnun olur insanlar. Ne ben onlara izin veririm ne de onlardan bunu istiyorum. İyi hoş yazıyorum ama bakma sen bana.Daha bu akşam kendi kendimi yedim bitirdim bu konuda. Niye yol göstermemi isteyip farklı yöne gidiyorlar diye söylendim durdum. Bazen geçmiş olsun deyip motivasyon konuşmaları yapmaya çalışıyorlar ama üç sayfa kitap okumanın zorluğundan yakınıyorlar. Bak yine aynı şeyi yapıyorum... Bana ne ki onların memnuniyetsizliklerinden!

]]>
Wed, 18 May 2022 00:07:00 +0300 Nur Bersun
ÖZLEMEK https://edebiyatblog.com/ozlemek https://edebiyatblog.com/ozlemek Özlemek… Ve ardından gelen derin sessizlik. İnsan en çok kaybettiğini mi özler yoksa gideni mi?

 Giden bir şekilde yolundadır, hayatında onu mutlu eden vardır ve eğer zaten sizden gittiyse sizin özleminizi bile hak etmiyordur. 

 Ama kaybettiğini özlemek… İşte iş orada bitiyor. Evet yanınızda, ruhen de olsa yanınızda ama yine de çok özlüyor insan.

Yani; sesini duymak istiyor, sarılmak istiyor, hasret kalıyor insan. Sanırım beni içinizde çok iyi anlayanlarınız vardır. Konu kaybettiğini özlemekse çok fazla söz edilmiyor, dil lal oluyor. 

Yanınızda olanlara sarılın, sımsıkı ve diyin ki onlara ‘sizi seviyorum, ne olursa olsun yanında olmak için elimden geleni yapacağım.’ Olmayışları daha fazla yıpratıyor çünkü oluşlarından.

Kötü niyetle gelseler bile sevmekten vazgeçmeyin lütfen sarılın. Yanınızdayken sarılın.
Ve umarım yaptığınız her şey size iyi gelir. Kalbinize, aklınıza ve ruhunuza…

Bugüne ve size bir şarkım var.

"bu adam benim babam" 

]]>
Tue, 17 May 2022 19:58:57 +0300 lâlzü
Günlüğüm ve ben : Ay aydınlığında bir hesaplaşma https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-ay-aydinliginda-bir-hesaplasma https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-ay-aydinliginda-bir-hesaplasma Her şey nasıl da çabuk geçiveriyor, canım dediğim insanların kestiğim tırnak kadar dahi yeri olmadığını görüyorum hayatımda. Demek ki neymiş, insan severmiş kandırılmayı kendi tarafından bile. Demek ki sevmek o kadar da kolay yapılabilecek bir şey değilmiş. Her olayın bir arka planı, bir tetikleyicisi varmış. Bazen ne yaparsam yapayım olacağı yoksa olmuyormuş. Herkes, herkes olmadan yaşayabilirmiş ama kendini bulmadan attığım adım bile boşunaymış. Konuşsa da duyulmayabilirmiş insan, kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamazmış. Kime sorsan kurban da kahraman da oymuş. Kime sorsan senin için ölür ama sana bir nefes bile vermezmiş. Kimse aslında yokmuş, ben varmışım sadece. Ben bile dinlememişim kendimi, duymamışım hiç. Aynaya bile görmek için bakmamışım. Kendim hariç herkesi, her şeyi görüşüm de kendime hep körmüşüm.

]]>
Tue, 17 May 2022 12:03:43 +0300 Nur Bersun
SORUN DEĞİL(!) https://edebiyatblog.com/sorun-degil https://edebiyatblog.com/sorun-degil

Herkese sorun değil demek, 

Bu kelime ne kadar acıtıyor biliyor musun?

]]>
Tue, 17 May 2022 01:53:01 +0300 gezginpisi
KARA DELİK DUYGUSU https://edebiyatblog.com/kara-delik-duygusu https://edebiyatblog.com/kara-delik-duygusu Birine güvenmek mi zor olan yoksa güvendiğinden vazgeçmek mi?İkiside birbirinden zor kavramlarken istemeden yakalanırız güven duygusuna.Kendine çeken kara delik misali güven aslında tüm hayatımızın iplerini elinde tutar.Bir urgan gibi boynumuza sarılan bu duygu istediğinde yaşamımızı alır götürür avuçlarımızdan.Peki bu kadar kişinin güven sorunu varken yine de güven kırmak fazla ironik değil mi?Ellerimize aldığımız baltaları hiç acımadan insanların duygularına saplıyoruz.Başkasının baltası bize değse kıyameti koparıyoruz.İnsanda nadide bir eser gibi duran bu duyguya sizce de fazla kolay kıymıyor muyuz?

]]>
Mon, 16 May 2022 21:59:42 +0300 Zehra.alasan
İpteki Cambaz https://edebiyatblog.com/ipteki-cambaz https://edebiyatblog.com/ipteki-cambaz İpteki Cambaz

İlham Veren Şarkı: My Hidden Treasure- Andreas Dalvik

Bazen hayat tüm imkansızlıklarıyla karşında durduğunda, ne yapacağını bilemez halde öylece tıkanıp kalıyorsun. Kendine verdiğin sözler, tekrarlanmamak üzere kayda geçen hatalar, mühürlenmiş eski defterler… Hepsi o an için buhar oluyor.

Hiçbir şey yapmak istemediğin bir evreye giriyorsun. Öylece durup beklemek istiyorsun. Sanki sen öylece durursan onca dert ve insan seni görmeyip teğet geçecek gibi hissediyorsun ama olmuyor işte. Hayat saat gibi işlemeye devam ediyor ve sen ilerlemek zorunda kalıyorsun bir noktada. “Neden bu kadar zor olmak zorundasın ki?” diye soruyorsun. Ağlayamıyorsun bile bazen. Çünkü bir başlarsan bir daha duramayacaksın gibi geliyor.

Sana acı bir şey söyleyeyim mi? Ne olursa olsun, ne tür acılar çekersen çek nefes almaya, yaşama adapte olmaya devam edeceksin. Ve bundan mutsuz olmayacaksın. Yıkıcı olan da tam olarak bu aslında. Hiçbir şeyin çok da önemli olmadığı bir evrende, belirli dönemlerde belirli şeyleri önemseyip sonrasında ardında bırakarak yaşamaya devam ediyorsun. Edeceksin de. Hayat denen ipte bir cambaz gibi maharetli bir şekilde ilerleyeceksin. Durmayacaksın çünkü duracak olursan eğer düşeceksin. İpin sonuna gelip karşıya geçene kadar bu döngü içerisinde yaşayıp bir an bile sorgulamayacaksın. Neden bu ipin üzerindeyim?

]]>
Mon, 16 May 2022 13:03:41 +0300 Merve Yağmur
Masalda Ki Kız https://edebiyatblog.com/masalda-ki-kiz https://edebiyatblog.com/masalda-ki-kiz   Masalda bir kız vardı hani uzun elbiselere takılıp düşse de yine de elbise giymekten geri durmayan. Hani sevdiği adama yazarken saatlerce düşünen, tek bir kötü söz de gözleri dolan, yürürken etraftaki bakışlardan rahatsız olan, hani hep önünden geçtiği bakkalın önünde duran kediyi çağırmaktan usanmayan. Her üzüldüğün de gökyüzüne bakarak bulutların şekillerinde kendini arayan. Hatırlıyor musun? Masalda ki o kızı. Pamuk şeker sevmeyen ancak çocuklara aldığı ilk şey hep pamuk şeker olmuştur. Hatırlıyorsun değil mi? Masalda ki o kız bugün o kediyi çağırmayı bıraktı, pamuk şeker almıyor çünkü artık çocuklar yok onun etrafında, gözleri dolmuyor çünkü yaşlar artık yüreğine iniyor, elbise giymeyi bırakmadı ancak eteğin ucuna basmamayı öğrendi, sevdiği adamı düşünmüyor çünkü ona yazmayı bıraktı... masada ki o kız artık, o kız olmayı bıraktı...????

]]>
Sun, 15 May 2022 23:51:40 +0300 YağmurunKızı8
Dön... me https://edebiyatblog.com/don-me https://edebiyatblog.com/don-me Üşüyorum dön bana demiştim, oysa ki gitmeye yeminliydin.  Düşmanlarım bile ateşkes imzalamışken sen hala bir savaşın içerisindesin. Birimizden birinin ölmesi mi gerek? Öyleyse sıramı veremem sana, çok bekledim ve çok gelmedin. Sanırım seni maziye gömmenin zamanı geldi, sen ölüm istersin. Azrail ise yaşa der, şöyle bir söz okumuştum; her şey vaktini bekler, ne gül vaktinden önce açar ne güneş vaktinden önce doğar. Bekle senin olan sana gelene kadar. Sen benim değilsin, ben senin değilmişim bu olan biten. 

]]>
Sun, 15 May 2022 19:15:36 +0300 Medine Herzem
Şiir Gibi Bir Ülke https://edebiyatblog.com/siir-gibi-bir-ulke https://edebiyatblog.com/siir-gibi-bir-ulke 15 Mayıs 1919'da Milli iktisadımızın Canevi olan İzmir'in Yunanlıların işgal ettiğini 16 Mayıs 1919'da haber aldık. Anadolu Sevr'e göre değil, Mondros'a göre işgale uğramış. Mondros'tan (30 Ekim 1918) sonra düşman işgaline başlamış. 15 Mayıs Yunan İzmir'i işgal etmiş Mustafa Kemal 16 Mayıs'ta yola çıkmış. 19 Mayıs 1919 Samsun'a ulaşmış. Yardımeli bir gemi, gemiden yeniden doğan bir güneş, inmiş. Tabii hayat biraz da yormuş. Ama işte görüyoruz ki sonu güzel olmuş. Mustafa Kemal her zamanki kararlı tavrını takınarak atılmış cepheye. Manzara pek parlak olmasa da vatanı için uykusuz geceler yorucu cepheler geçirmiş. Her şeye rağmen pes etmeden, yılmadan başarmış. Zaten bu tür kavramlar atamızın doğasına bile ters düşer. Emek verilen her şey çok güzel olur. Tıpkı ülkemiz gibi fark yaratarak şiir gibi bir ülkede yaşıyoruz. Ama maalesef bu yaşantının hakkını veremiyoruz. Atamız onca emeğe karşı bugün için şu sözleri söyler ; doğum tarihini Atatürk bile bilmezmiş. Cumhuriyet devrinde doğum yıl dönümü kutlamak için kendisine müracaat edenlere  "itiraf ederim ki ben de bilmiyorum, eğer lütfedip bir gün yapmak istiyorsanız en münasibi 19 mayıs'tır." dediğini hatırlatırım. 19 Mayıs Türk'ün ve Atatürk'ün tarihte en mesut olayının cereyan ettiği gündür ve bu özel günü fikri olarak gençlere armağan etmiştir. Bedenen ve yaşça bir gençlik arka planıdır. Ülkeyi ayakta tutacak olan günümüz şartlarına beden gücünden ziyade zihinsel güçtür. Özgür ve hür düşünce yapımızda bu süreçte en iyi şekilde rol almalıyız. Şiir gibi düşüne düşüne , hece hece , mısra mısra yazılıp çizilen bu ülkeyi bir müsvedde gibi buruşturup çöpe atmak şanımıza yakışmaz. Bu günü kutlamak ve artık kendinizi toplamak yakışır şu saatten sonra bize...

]]>
Sun, 15 May 2022 01:22:47 +0300 Elif Can
Merak etme duygusu bazen çok yorucu https://edebiyatblog.com/merak-etme-duygusu-bazen-cok-yorucu https://edebiyatblog.com/merak-etme-duygusu-bazen-cok-yorucu               MERAK ETMEK 

     Merak etmek üzere çok fazla duygu vardır insanda merak etmek üzere gelmişiz yer yüzüne fıtratımızın her bir köşesinde merak vardır insanda insanın doğası gereği merak üzerine gelmiştir dünyaya. Bir bebek örneğin merak ederek başlar yaşamına etrafındaki tüm nesne ve varlıkları merak duygusuyla bulur onları ne yada kim olduklarını. 

     Yenilikleri merak etmek bazen endişeli bazen güzeldir insan için.keşfe çıkarsın böylece yeni bir yer görmeyi yeni bir tat tatmayı sever insan  mesela ;

Yenilikler çoğunlukla güzellik getirir.

Merak etmekle sürdürülen bir çok herşeyi yaşamında devam ettir.

Merak edilmek te güzeldir insan için değerli olduğunu hissedersin.Daha bir özen gösterirsin merak edene ve kendine.

Peki ya insanı merak etmek nasıl bir duygudur sizce ?

Hele birde haber alamıyo iseniz ulaşmak istediğinize saatler gün gibi günler ay gibi aylar yıl gibi gelir. İşte o vakit telefondadır eliniz sürekli her duyduğunuzaman ses aradığınız kişiye ulaşılamıyor dur .

Ne yapacağınızı,nerden bulacağınızı kime nereye soracağınızı düşünüp durursunuz durmadan 

Aklınız,beyniniz tüm benliğini nerede sorusunu aramaktadir. Tüm hücrelerinizamanların. 

  Başka bir iş ile meşgul olamazsınız

O vakit gece yarısı olmuştur belki ,çıkıp aramak istersiniz sağı solu sorup soruşturmak kim gördüyse duyguyla diye 

  Meraktan ölmüşsünüzdür.

Nerde ne oldurumda başına birşey geldi soruları türetirsiniz kafanızda ...

      Merak etmenin birde böyle korkutucu , ürkütücü,ağlatan,sızlatan insanı çaresiz bırakan bir duygusu vardır. 

Kimse sevmez merak etmenin bu duygusunu yorar insanı .

Eğer ki ulaşmışsanız belli bir zaman sonra sevinirsiniz bir süre sonra yerini öfke duygusu kaplar bi anda, neredeydin sorusunu birde ondan duymak istersiniz. Eğer sıkıntılı bir durum yoksa ortada rahatlarsınız. Gevşersiniz merakın  tüm benliğinizi sardığı duygu düşünceler salıyordur yavaş yavaş sizi ,yerini sevgi tamamen almıştır artık çok şükür dersiniz. Sevgi belirtileri gösterirsiniz o zamanın akışı başlamıştır şimdi 

  Kimse bilemez  bir dakika sonrasını bu hayatta 

  O sebeple sizi merak edenlerin kıymetini bilin merak edilmek güzel bir duygu 

  Merak edilenin tarafından,merak edene yorucu 

]]>
Sat, 14 May 2022 20:55:46 +0300 Nurgül Balcı
Edebiyat bilgi yarışması https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-2497 https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-2497 Sat, 14 May 2022 20:44:28 +0300 Hüsne sürmelioğlu Sadece bir çocuk https://edebiyatblog.com/sadece-bir-cocuk https://edebiyatblog.com/sadece-bir-cocuk Bakmayın güçlü durduğuna, gözlerinde yanan o cesur kıvılcımlara, karanlıktan korkmuyorum diyen haykırışlarına... O daha bir çocuk, ufacık bir çocuk ! Öyle gibi davranmasa da, buna mecbur kalsa da o bir çocuk...

Kendi elini tutmak zorunda bırakmayın, dünyayı sırtına almasına izin vermeyin...O ufacık bir çocuk daha ! Adaletsiz bir dünyadayız demeyin, çocuk olma hakkını almayın elinden. 

Yüklemeyin ona bir dünya yükü, nasıl taşıyabilir ki o küçücük bedeni ? O tertemiz kokulu çocukları çamurlara gömmeyin bırakın o çamur sadece yağmurlu günün hediyesi olarak kalsın aklında. Çamurda zıplasın, oyun hamuru gibi şekillendirsin tıpkı kendine yaptığı gibi... O çamur sadece onun ellerine bulaşsın, siz uzak tutun pis ellerinizi ondan, dokunmayın ona ! 

Nolursunuz, rahat bırakın onu kırlarda... Korkmadan koşsun, arkasına bakmadan. Arılarla birlikte koklasın çiçekleri, kelebeklere yol göstersin. Arkasından gelen olmasın, rahat bırakın onu ! 

Dizi mi kanadı, sadece oyun oynarken düştüğünde kanasın. Nolur yakmayın canını... Dokunmayın, küçücük o daha ! 

]]>
Sat, 14 May 2022 16:59:13 +0300 Nur Bersun
SEVGİNİN GÖLGESİNDE https://edebiyatblog.com/sevginin-golgesinde https://edebiyatblog.com/sevginin-golgesinde

Nefes aldığın yerle boğulduğun yerin aynı olduğunu fark ettiğin anda başlıyor bu çıkmaz sokak...
Neden nefes alamaz insan ya da neden nefes alamıyormuş gibi hisseder? Siz hiç bir fotoğrafta huzur buldunuz mu, bir gömlekte ya da tişörtte huzur buldunuz mu? Bir insanın gözlerinde... En derin anlamlı şeydi benim için gözleri, kendimi bile bulabiliyordum orda. Nefes alıyor, içime huzur doluyor, mutlu oluyordum. -dum diyorum çünkü artık öyle biri yok...
Bazı şeyleri farkına çok geç varır insan. Gitmek, iki anlamlı. İkisi de derin... Gitmek ve gitmek. Siz hangisini seçtiniz?
Ben ikisinide seçemedim. Ne ondan gidebildim, ne de.. Neyse.
Aslında gidemedim değil, gitmek istemedim. Çünkü çok sevdim. Peki sevmek nedir? Sevmekle aşk arasındaki fark nedir? Bu soru o kadar göreceli bir şey ki kimine göre sevgi yalan, kimine göre aşk. Peki ya size göre hangisi yalan?
Peki sizce sevmek nedir? Bana sevmeyi anlatın desem kim ya da kimler anlatabilir?
Bence sevmek nedir biliyor musunuz?
Bence sevmek 3-5 gün onun 3-5 gün bunun peşinden koşmak değil bir  kişiyi sevmektir, bence sevmek sana yüz vermeyince gitmek değildir, bence sevmek yolda güzel birini görüp ona gidip hemen çıkma teklifi etmek değildir, bence sevmek her ne olursa olsun yanlışıyla doğrusuyla onu sevmektir, bence sevgi dediğin uzun sürer tek kişiyi seversin unutman ve vazgeçmen zaman alır, senden günlerini, haftalarını, aylarını alır. Bence sevmek her ne kadar gelmeyeceğini bilsen de yine de onu defalarca beklemektir. Bence sevmek ne demektir biliyor musunuz papatya severler ASLA VAZGEÇMEMEKTİR.

Ben öyle sevgi gördüm ki eşi ölse bile ona kavuşacağı günü bekleyen insanlar, öyle sevgi var ki her gece sevdiği başka biri ile mutlu olsa bile 'bana gelsin ya da sevdiği ile mutlu olsun' diye dua edenler.
Böyle sevgiler için yaşayın bu hayatı tabi eğer günümüzde kaldıysa... Bir ihtimal...
Hani yaşayın diyorum da yaşamaya da bilirsiniz tamamen sizin kararınız. Merak etmeyin ikizler değilim, sadece biraz fazla düşünceli ve çok seçenekli bir insanım. Her ihtimali düşünüp ona göre yaşıyorum. Ama son zamanlar da genelde o ihtimallerde boğuluyorum...
Peki ya aklınızda birden nerden geldi bu sevgi sorusu oluştu mu? Yaşadığım ağır bir olay vardı ve beni oradan sevgi kurtardı yani gözümü açan biri oldu hayatımda hala onun için iyi ki diyorum... Ne kadar gitmiş olsa da...
Dedim ya zaten başında ben gitmedim, gidemedim diye. O kişi işte.
Adam gitti, kadın bitti...
Adam güldü, kadın küllerinden doğdu.
Adam başkasıyla mutlu oldu, kadın mutluluğu ile mutlu oldu...
En sevdiğinden yer insan darbeyi, hep en sevdiğinden... Sevmeyin kimseyi, kendinizi sevin. Sen bu satırları okuyan kişi. Sen, kendine yetersin başkasına ihtiyacın yok. Birinin elinden tutmasını mı istiyorsun. Gel bana bir elim her daim destekçin... Çünkü benim elimden tutan biri olmadı boktan bir duygu çevrenizdekilere güvenmemeyi öğrenince elinizi kendiniz tutuyorsunuz. Zamanla göreceksiniz... Belki de gördünüz...
"Kendinizi sevin, çok sevin. Kusurlarınızla sevin, hatalarınızla sevin. Siz, siz oldukça varsınız. Ve kendinize 'ben, ben oldukça varım' diyin."
"sana en çok sen lazımsın."

]]>
Fri, 13 May 2022 21:17:05 +0300 lâlzü
BENCİLLİK https://edebiyatblog.com/bencillik https://edebiyatblog.com/bencillik    İnsan olarak kendinle barışık olmak, duygularının, davranışlarının farkındalağında yol almak güzeldir. Keşif kendinle başlar. Kendini sevmek de güzeldir. Ama ondada bir ölçü olması gerek.

   Bencillik, içsel haklılığını kendine bile daha ispat edememiş, benmerkezci, yanlı tutum. Başıda sonuda ikiliğe neden olan, açıklaması bile bencil olan bencillik. Ortak yaşam alanlarında , birşekilde sorumluluktan kaçan, iş bittikten sonra ortalıklarda varlığıyla salınan kişilikler. Sorumluluk alma yetisini bir türlü başaramamış, davranlarındada haklı yan bulmakta hiç zorlanmayan , sorunlular güruhu. O  kadar alışmışlardırki bu sergiledikleri tutuma , aleştiriyi asla kabul etmezler. Birde kendilerini kabul ettirdikleri yancıları vardır.  Onay eksikliklerinide onlarla giderirler. Çünkü bu yandaş , arizona kertenkeleleri hem onların ayak işlerini yaparak arka çıkarlar, hemde savunma kısmında daha ateşlidirler.  

     Olay şu. Kaytarararak, prenses, prens gibi sürekli görevden kaçarak, birilerini kullanan bu insanlar, yaşattıklarını bin beteriyle yaşayacaklar. Kullandıklarını düşündükleri bizlerde geçip karşılarında, bakacağız sadece. Biz onlar gibi olmadığımız için, onların beslendiği kötülükten beslememeyiz.

      Bencillikten uzak, dost gibi dostlarla yolun kesişmesi dileğiyle.

]]>
Fri, 13 May 2022 20:43:56 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Bazı Geceler https://edebiyatblog.com/bazi-geceler https://edebiyatblog.com/bazi-geceler İlham Veren Şarkı :Nil İpek-Gömülür

Bazı geceler vardır; sanki sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiğin... Ucu bucağı olmayan dertlerini uç uca getirip onlardan bir merdiven yapmak istersin, gökyüzüne tırmanabileceğin bir merdiven. Zihnin o kadar karmaşık ve yoğundur ki o gecelerde, buharlaşıp havaya karışmak istersin. Sanki sen havaya karışırsan, hayatın tüm o kasveti de seninle buharlaşacakmış gibi...

Bazı geceler vardır; bedeninde ki yorgunluğu iliklerine kadar hissedersin. Zihnindeki yorgunluk bedenine de yayılmıştır adeta. Kafanın içinde dönüp duran düşüncelerden bir dönme dolap oluşturursun böyle zamanlarda. İçindeki çocuk da bunu fırsat bilir ve doyasıya eğlenir o gece. O gecenin tek kazananıdır içindeki çocuk, sen ise tek kaybedeni...

Bazı geceler vardır;  istemsizce ağlamak gelir içinden...
Ortada olmuş hiçbir şey yoktur ama senin ağlaman için bir sebebe de ihtiyacın yoktur. O kadar dolmuşsundur ki, ya da o sıra hayat sana çok koymuştur. Belki sebepsiz yere ağladığını düşünürsün ama gözyaşların teker teker süzülmeye başlayınca anlarsın, hangi sebeple ağladığını.
  Bazen bastırılmış duygulardır sebep, bazen dalıp dalıp gittiğin derin düşünceler.

Ve yine bazı geceler vardır ki; tarifi yapılamaz. Anlatamazsın, anlamlandıramazsın, kendi içinde bir yere koyamazsın. Öylece geçer gider, tekrarı olmaz. İşte o geceleri belki sen değil ama bir kaç cümle anlatabilir; yatağına uzanmışsın, oda karanlık, kulağında kulaklığın takılı, son ses bir müzik, gözler kapalı, hayaller açık...

]]>
Fri, 13 May 2022 16:29:23 +0300 Merve Yağmur
Bocalıyorum https://edebiyatblog.com/bocaliyorum https://edebiyatblog.com/bocaliyorum Olur ya insan yorulur bu hayattan yaşanmışlıklardan,dimdik dururken herşeye karşı birden kalbinde bi boşuk hisseder. Bocalar herşeye karşı yenilmiş hisseder insan. Kaybettiğini düşünür,Fakan bocalamak iyidir bazen, bocalayarak öğrenir insan toparlanmayı.Ne zaman bocalasam durup düşünsem uzun,uzun” her düşüş aslında da yükselmektir” diyorum toparlanıyorum hayata karşı. Siz de toparlanın her bocalıyorum dediğinizde… ve asla unutmayın bocalamalar bazen iyidir. Biraz çok düşündürse de. 

]]>
Fri, 13 May 2022 13:43:18 +0300 Semira Bulut
Kapımı Taşlama! https://edebiyatblog.com/kapimi-taslama https://edebiyatblog.com/kapimi-taslama Fri, 13 May 2022 11:54:22 +0300 B. Birgün https://edebiyatblog.com/birgun https://edebiyatblog.com/birgun Darmadağın oldum bir sözle. Paramparça olduğunu hissettim kalbimin. Olduğum yerden gitme gereği duydum sağnak yağmur yağarken dışarda. Tek başıma nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm öylece…ne yapsam nereye gitsem diye düşünmeden…zaten olan oldu daha kötü ne olabilir diye düşündüm. O gün öldüm mü yoksa yeniden mi doğdum bilmiyorum. Bildiğim tek şey yanan yüreğim ve daralan nefesimdi. Çaresizdim acı çekiyodum ve yapıcak hiç bir şeyim yoktu. O gün yapmam gereken tek şeyi yaptım ben,acı çektim.

]]>
Thu, 12 May 2022 23:38:54 +0300 Semira Bulut
Ellerini uzat https://edebiyatblog.com/ellerini-uzat https://edebiyatblog.com/ellerini-uzat Ellerini uzat,kurtar beni bu karanlıktan. Bitmek bilmeyen düşüncelerden,tüm gün beni tutsak eden karamsarlıktan kederden,dertten. Herşey üstüme gelirken, boğulurken kendi nefesimde kurtar beni. Ve gün bitmeden,nefesim varken bu bedende, sev beni. Hala varken hevesim,atarken kalbim varken bize yetecek kadar umudum,sev beni . Bekle tme yarım kalan duygularımı tutsak kalbimi,sev beni…

]]>
Thu, 12 May 2022 23:33:00 +0300 Semira Bulut
Kıymet Üzerine https://edebiyatblog.com/kiymet-uzerine https://edebiyatblog.com/kiymet-uzerine Hiçbir şeyin değeri kalmadığı günlerde yaşamaktayız. Sahi değersiz bir yaşama yaşamak diyebilir miyiz?  Elimizdekilerin kıymetini anlamak için daha ne kadar sürenin geçmesi lazım? Ya da gerçekten bir şey geçmesi mi lazım? Üzerimizden bir fırtınanın, bir tufanın geçmesi mi lazım? Veyahut bu saatin, bu günün bu mevsimin, bu yılın geçmesi mi lazım? Hayır hayır hiçbir şey lazım değil. İnsanın kendine kendi lazım.Bir nesneyi bulamayınca değil varken sevelim, mevsim ilkbaharken değil sonbaharken sevelim, biri ölünce değil hayattayken sevelim, giderken değil kalırken sevelim. Yani geç kalmadan sevelim, kıymet bilelim. Zamanım bile israfı yakışmaz bizlere şu dönemde israfa kaçmadan sevelim, zamanı ziyan etmeden  sevelim. Velfecir de taşına uğramadan sevelim. Şairin bir sözü var; "birşeyi sevmeye nereden başlanır bilir misin?" diye ve ardından "birşeyi sevmeye yokluğundan başlanır." Yani bir tür azken kıymete biner. İnsanın fıtratında var kaybedince değer bilmek. Bu durumda nasıl başaracağız biz bunu diyebilirsiniz. Dünyevi işler kadar zor değil emin olun içten yapmak yürekten gelerek yapmak gerçekten zor değil. Sebepsizce bir çocuğa şeker verin mesela, sebepsizce yerde yatan bir köpeği , kediyi sevin, sebepsizce yardımda bulunun insanlara... Şu saatten sonra  zamanında nesnenin de hayatında en değere bindiği an iyilikle sarılmamızdır , yaşama dünyayı iyilikle kucaklamamız. Çünkü kıymet israftan kaçarak iyiliğe koşmaktır. Bu maratonda yer belirlemek size kalmış artık...

]]>
Thu, 12 May 2022 21:21:43 +0300 Elif Can
HAYATA ALDANMAK https://edebiyatblog.com/hayata-aldanmak https://edebiyatblog.com/hayata-aldanmak Bugün mutlu eden insanın yarın bir gün en mutsuz edecek insanın olması gerçeği hiçbir zaman aklımdan çıkmıyor. Belki de böyle düşünerek hayata bakış açıma yaptığım en büyük yanlış olabilir ama en güzel duygularımızın katili en çok sevdiğimiz insanlar değil midir? Her ne kadar böyle düşünsem de sevmekten asla vazgeçmiyorum tek büyük konuşabileceğim konu bu olabilir.

Aptallık gibi geliyor bir yerden sonra ama kalp işte, gönül. Nerden bilebilirdim ki gözlerinin içine baktığımda sevinçten öldüğüm kişinin beni gerçekten öldüreceğini. Yaşadığım en güzel duygu onun varlığını hissetmekken, bunu elimden almasını unutamıyorum ama hâlâ daha seviyorum. Zavallılık değilde nedir bu? Herkes bir gün ihanet eder. Küçük ya da büyük fark eder mi? Ama en çokta en sevdiklerimiz en büyük ihanetleri ederler. Kalp kırıklığımın sebebi buyken, ben nasıl affedeyim?

]]>
Thu, 12 May 2022 16:58:27 +0300 lâlzü
Kusursuz Olmak https://edebiyatblog.com/kusursuz-olmak https://edebiyatblog.com/kusursuz-olmak Kusurlarımızı örtmeye çalışırken, aslında en çok kendimize haksızlık etmiş oluyoruz. Sürekli bir yerleri kapatmaya, örtmeye veya saklamaya çalışırken, diğer taraftan en iyi yönlerimizi sergiliyoruz küstahça. İşte tam da bu noktada yapmak istediğimiz seyle, yapıyor olduğumuz şey arasında uçurumlar oluşmaya başlıyor.Herkeslesiyoruz! Herkes Oluyoruz! Herkes Gibi! Yanındaki ile aynı! İstemediğimiz kişi gibi oluyoruz bazen, bazen durakta bekleyen o kadın gibi oluyoruz! Bazen karşıdan karşıya geçen o adam gibi. Sagimiz solumuz Herkes gibi!

***

Oysa sevebilsek kendimizi oldugumuz gibi. Yaşımizla, hayatınızla, yaralarimizla, çocuk halimizle! Mutlu oluruz! Sevince insan kendini ,mutlu olur, aynaya baktigi kişi ile barışık olur . Kimse uzemez işte bu noktada bizi.Sevebilirsek kendimizi gerçekten, kimse uzemez bizi, aglatamaz, incitemez...Ayrıca incitirese ola ki, çabuk toparlanır insan, kendini seven insan...

***

Saçlarını, kollarını, bacaklarını, benlerini ve hatta kilolarını sev! Sev ki guzelles! İnsan kendini sevince mutlu olur! İnsan kendini severse kendi dünyasını yaratmış olur!!

]]>
Thu, 12 May 2022 08:23:22 +0300 Leyla Aghayeva Yavuz
Sessizlik https://edebiyatblog.com/sessizlik-2432 https://edebiyatblog.com/sessizlik-2432 Sessizliğin en derin noktasında kalp atışları duyuldu. Çok heyecanlıydı, kimsesiz ve ürkek. Yabancı hissediyordu kendini, yabancıydı da...

Güneş batmak üzereydi, gökyüzü bulutlu, o halen titrek ve ürkek.

Sevecen bakışlar üzerindeydi ama o korkuyordu. Tanımadığı kişiler sarmıştı etrafını, herkes bir şeyler söyleyip,gülüyordu.

Alışması gerekir, zaman gerekirdi ama onu kimse anlamıyordu....

                     ***

Hayalini kurduğu kedi şimdi odasının bir kosesindeydi. Mutluydu, bir an önce ona dokunmak, onu sevmek istiyordu. Sıkı sıkı sarılarak onunla unutmak istiyordu üzüntülü günlerini.Umut gibi, hayal gibi, keşfetmek gibiydi...Heyecanlıydı. Çok beklemişti bugünü, çok hayalini kurmustu. Yaklaşınca kediye, kedicik daha çok duvara yanaştı.Gozleeini kocaman açtı.Belli çok korkuyordu .Alisacakti elbet alismasina da,..Bir taraf sevmek için atıyor diğer taraf sevilmeyi bekliyor...

   ***

Duygular bazen karşılıksız oluyor.Bazen zaman gerekir ,bazen zaman bile ilaç olmaz yaralara.Her insan ruhu kadardır, her canlı duygu kadar.

İnsan ve hayvanlar, bütün canlılar aslında tek bir ortak nokta için gel iş hayata "Sevmek "için, "Sevilmek"için.. Birisi ağlarken diğeri güle bilir.Birisinin duygularını yanlış anlayabiliriz, birisi bizim sözlerimizi...

Canlı olan herkesin duyguları var.Bitkiler, ağaçlar, hayvanlar....Duygularımızı de bizi biz yapan. Sanmayın ki çiçekler duymaz sesinizi, hayvanlar anlamaz niyetinizi. Her canlı çok akıllı ve evren bir bütün içerisinde var oluyor...

Lütfen hayvanların da insanların da bitkilerin de bir canı var!! Evrene, evimize ve varlıklara saygı duyalım!

]]>
Wed, 11 May 2022 22:56:26 +0300 Leyla Aghayeva Yavuz
Günlüğüm ve ben : Gece sohbetleri https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-gece-sohbetleri https://edebiyatblog.com/gunlugum-ve-ben-gece-sohbetleri Hayatta ne çok soru var, ama cevabı bulan yok. Cevaplar gerekli mi bilen yok. Niye geldik, nasıl kalıyoruz, ne zaman nereye gideceğiz bilmiyoruz. Zaman nedir, nasıl işler? Geçmişten uzak, geleceğe daha da uzak... Şu an mı var sadece? Geçmişi bırak, gelecekten korkma diyorlar. Anı yaşa, elinde olan tek varlığın bu diyorlar. İki saniye sonra bu da geçmiş olmayacak mı ama?

 

Belki yanlış bakıyorum, bilmiyorum. Bilmem gerekli mi dersen, onu da bilmiyorum. Kalbim atıyor, hayattayım. Canım yanıyor, yaşıyorum. Sorularım var, düşünüyorum. Peki bunlar yeterli mi? İnsan ne yapmalı, ne yaparsa hak eder güzel yaşamayı?

 

Yine bir gece ve işte yine karşında ben... Aklımda binlerce soru dolanıyor, bazıları yeni, bazıları eski. Ama soru sormak iyidir değil mi? Felsefe böyle demez mi? Ama bunun da fazlası zararlıymış öyle diyorlar. Sanırım haklılar da. Unutmamalıyım ki, ilaçla zehir arasındaki tek fark dozdur. Yaşamak için sormalıyım ama sorgularken yaşamı ıskalamamalıyım.

 

Bu aralar kafam bir garip çalışıyor. Sürekli kendimi düşünüyorum, geçmişi, şu anı, geleceği... Küçüklüğümle konuştuğumu hayal ediyorum. Zamanında ağlayarak geçtiğim yolları şimdi sadece bir taş yığını olarak görmeye çalışıyorum, sanırım başarıyorum da... 22 yıl boyunca değişmeyen tek şey benim. Çoğu zaman kendime zulmetmiş de olsam artık o devri bitirmeye çalışıyorum. Kendimi girdaplardan uzak tutmaya çabalıyorum. Kendime şarkılar tutuyorum mesela, sevdiğim kitapları okuyorum. Kendimi affetmeden aydınlığa çıkamayacağımı öğrendim artık.

 

 

]]>
Wed, 11 May 2022 21:42:26 +0300 Nur Bersun
Hayallerin gerçekyüzü... https://edebiyatblog.com/hayallerin-gerckyuzu https://edebiyatblog.com/hayallerin-gerckyuzu Zor olan hayat değil, hayatın içindeki insanlar zor. Bundan dolayı hayatı kolaylaştırmak kendi elimizde. Hiçbir şey kendimizden daha değerli değil.

]]>
Wed, 11 May 2022 17:57:42 +0300 Rüya gibi
Yaşamsal Sorun https://edebiyatblog.com/yasamsal-sorun https://edebiyatblog.com/yasamsal-sorun Ne güzel söylemiş değil mi atalarımız "insan kulağında zehirlenir her duyduğuna inanma."Gerçekten de çok yerinde bir söz. Her duyulana gereğinden fazla değer vermek kişinin kendi değerini kaybetmesine sebebiyet verir. "Gördüklerimizin dahi yarısına duyduklarınızın hiçbirine inanmamak olmalı" hayat felsefemiz. Ancak refaha, gönül refahına böyle erişilebilir. İnsan Görübüş de hepimiz sözlerimize inanıyor ve güveniyoruz. Onların dayandığı gerçeklerden şüphe etmiyoruz ne söylersek söylediğimizde sonuna kadar samimiyiz , ne zaman böyle hissetmeye başladık bu kadar anlaşılmazlık kafa karışıklığı itiş kalkış tefrika ve fitne var hepimiz ayağımızı gerçek demire bu kadar güçlü ve sağlam şekilde basıyorsak neden hiçbir ortak nokta da buluşamıyoruz? aynı fikirde değil ölçü alacağımız kerteriz sayacağımız bir ortak noktada niye birleşemiyoruz ? Çünkü ortak bir gerçeğe inanmıyoruz. Ölçü alacağımız tartışılmaz kaidelere sahip değiliz. Hepimiz kulaktan dolma bilgilerle gün kurtarıyoruz. Herkes görmek istediğini görüp duymak istediğini duyuyor artık eğrinin yerine doğruyu koyan kalmamış. Ummadıkları noktalarda buluyor insanlar kendini hikayenin sonunda. Neden mi ? Bu yalan dolan çığına bir anlam verilemiyor çünkü. Geriye kalan çaresizce bir yürek çarpıntısı oluyor. Onun için bilip de söylek , söyleyip de dinlememek en büyük dil kirliliği olsa gerek günümüz yaşantısında..

]]>
Wed, 11 May 2022 16:13:30 +0300 Elif Can
Hayat Yolunun başı ve sonu... https://edebiyatblog.com/hayat-yolunun-basi-ve-sonu https://edebiyatblog.com/hayat-yolunun-basi-ve-sonu Lider dediğin önde yürüyen değil, yol gösteren olmalıdır.

Kim kandırmıyor kendini yada herkesi? Yada kandırmak mıdır dünyada bir rol almak? Sahnede inanarak oynanmış bir rol gerçek yaşamda numara yapmaktan daha gerçek değil mi? Ve zaten dünya bir sahne değil mi? Oyuncular, yardımcı oyuncular, figüranlar, sahneden çekilenler, kuliste sırasını bekleyenler, sıram geldi diye sahneye vakitsiz çıkanlar ve hiç sahneye çıkamadan suflörlük edenler. Dünya bir sahne değil mi?

]]>
Wed, 11 May 2022 15:16:21 +0300 Rüya gibi
Kalp Ve Zihnin Dansı https://edebiyatblog.com/kalp-ve-zihnin-dansi https://edebiyatblog.com/kalp-ve-zihnin-dansi İlham Veren Şarkı: A Cheval – Lake Isabel

İçime bir hüzün çöktü olur olmaz. Ardından apansız bir kalp ağrısı. Sanki hüzün kalbimin bir ucunda bir yangın başlattı ve o yangın giderek kalbime yayıldı. Zihnim bulanıklaştı, düşüncelerse berraklaştı. Bilirim ben bu hissi. Zihnimin bedenim aracılığıyla bana verdiği bir tür mesajdır bu. “Yazma Vakti” demek ister. “Nerede ne durumda olursan ol çekil bir köşeye ve yaz, yeterince olgunlaştı düşüncelerin.” Onu hep dinlemişimdir. Hiçbir zamanda pişmanlık duymadım. Nereden başlayacağımı bilmediğim ve nereye varacağını kestiremediğim binlerce yazı yazdım. Hepsi ailem oldu. Sığındım kimi zaman onlara, kimi zaman kapı dışarı edildim, ağladım, öfkelendim, kahkahalara boğuldum ama her daim sürdürdüm yazmayı.

Arka planı oldukça karmaşık bir şey yazmak denen mevzunun. Derinlerinde bir şeyler barındırmalısın hatta kimi zaman bunun farkında bile olmayarak yazmalısın. Yazdıkça irdeleyip irdeledikçe neden o yazıyı yazdığını anlamalısın. Ve sonra fark etmelisin ki sen içten içe hep bu yazıyı yazmak istemişsin ama zamanını beklemişsin. Daha doğrusu o duygunun olgunlaşmasını. O duygu olgunlaştığında aynı oranda da yoğunlaşmaya başlar kalbinde. Zihninin göz ardı edemediği kadar yoğunlaştığında da yazmaya başlarsın bir anda.

Gözle görülemeyen hislerin bu denli göz alıcı eserler çıkarmasına şaşırmamak elde olmuyor kimi zaman. Hala yazdıktan sonra son kontrollerimi yaparken” Bunu ben mi yazdım sahi?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Her şey zamanını bekler derler. Yazmak da tamamen böyledir. Zamanını bekler. Duygusunu, ruh halini ve daha birçok şeyi. Bazen tıkanıp kaldığında olur. Yazma ihtiyacı hissettiğin ama kelimelerin zihninden kağıda dökülemediği anlar olur. Ben o anlarda takar kulaklığı beni bu hale getiren ve zihnimin karanlık köşesine attığım şeyleri düşünürüm. Ertelediğim acılarımla yüzleşirim. Hatta onlara meydan okur ve onlar için sayfalarca dil dökerim. O sayfaları kimi zaman yakarım kimi zaman saklarım. Bana öğretecekleri varsa ya da hala yarım kalan şeyler varsa özünde, onları saklı tutarım. Ama benim için manası kalmadıysa ne zihnimi ne çevremi meşgul etmesin diye onları yakar ve sonsuzluğa uğurlarım.

Böyledir işte yazmak. Kendi içinde bir matematiği vardır ama bunu formüllerle ya da beyninle çözemezsin. Kalbin bilir o ritmi, seni kalp yönlendirir. Kalbine sağır insanlar hiçbir zaman anlamamıştır yazmanın kıymetini. Boşa zaman israfı diyip geçmişlerdir. Çokça kez karşılaştım onlarla. “Başka uğraş mı bulamadın?”, “Mühendislik okuyorsun alanınla ilgilensene, senin işin sayılarla değil mi neden yazıyorsun?” gibi gibi birçok cümle birçok insan.

Belki de günümün uzun saatlerini sayılarla ve zihnimin sayısal kısmıyla geçirdiğim için bu şekilde dinleniyorumdur. Belki de dertlerimle böyle baş ediyor, hayattaki sorunlarımı bu yolla çözüyorumdur. Belki kalbimi dinlemeyi özlediğimde kaçıp kaçıp sayfalara sığınıyorumdur. İşim teknoloji ama ben kendimi işimden ayrıştırmak için ruhumu taptaze tutmaya çalışıyorumdur.

Sorgulamak lazım bazı şeyleri anlamlandırabilmek için. İnsana bu zihin bunun için bahşedildi. Hissetmek lazım olabildiğince, bu kalp bunun için var. Ve her ikisine de vakit ayırmak çok kıymetli çünkü insanı diğer varlıklardan ayırabilen şey budur. Kalp ve zihnin bütünlüğünü sağlamak ve korumak. Ben buna önem veriyorum ve vakit ayırıyorum. Kendimi bir taraf seçmek için şartlandırmıyorum. Güzel olan da bu zaten. İnsanı yazmaya teşvik eden ve geliştiren şey tam da bu. Kalp ve zihnin ahenk ve uyumu.

Yazmak böyledir işte. Dans etmek gibi. Hem bir matematiğe göre ilerler hem de müziğin ritminin sende uyandırdığı duyguya göre. Sen her ikisini dengeli bir şekilde götürebilirsen dans edersin. Ritme takılı kalan yapacağı hareketi kaçırır, harekete takılanın ayakları birbirine dolanır.

]]>
Wed, 11 May 2022 15:06:39 +0300 Merve Yağmur
VAZGEÇMEK https://edebiyatblog.com/vazgecmek-2392 https://edebiyatblog.com/vazgecmek-2392 Vazgeçmek, yeni bir pencere açmaktır hayata kimi zaman da bir kapının yüzüne kapanmasıdır. Kapanan kapılar mı canımızı acıtır yoksa bile isteye vazgeçmemizden mi?

Bir projeden vazgeçmekle yeni bir aşktan vazgeçmek, nasıl aynı kelimeden türetilen farklı duygular doğurabiliyorsa, vazgeçmekle, sevinmek ya da üzülmek gibi, ortaya çıkan sonuçlarda var mutlaka…

 

Nelerden vazgeçtik diye geriye dönüp baktığımızda keşkelerin ve neyselerin dolu olduğu bir ajanda bekler kimi insanı.

 

Vazgeçtiklerimizin yerine koyduğumuz keşkeler, iş işten geçtikten sonra yerine koyduğumuz neyseler dolu hayatımızda. Tercih ettiğimiz ve etmediğimiz birçok şey vardır. Bunlardan biri de vazgeçmek…

 

İnsanlar o kadar çok şeyden vazgeçerler ki istese de, istemese de sevdiğinden, hayallerinden, düşüncelerinden… Peki ya bu doğru bir şey miydi?

 

Vazgeçtiklerimizi değişebilir miydik, yaşadıklarımıza..?

]]>
Tue, 10 May 2022 19:07:42 +0300 lâlzü
Gökyüzünden Bir Yıldız Seçtim https://edebiyatblog.com/gokyuzunden-bir-yildiz-sectim https://edebiyatblog.com/gokyuzunden-bir-yildiz-sectim Bazen koşarsın olabildiğince hızlı, bir şeylerden kaçarsın adeta. Sonra ansızın bir taşa takılırsın ve düşersin. Şiddetli bir ağlama nöbeti eşliğinde taşa kızmaya başlarsın. O an hayat ve önündeki engeller ya da yüreğinde taşıdığın yükler o taşın siluetine bürünür ve sen aslında tüm o şeylere isyan edersin. Nihayet sakinleştiğinde farkına varırsın. Hayatın koşuşturmacasına kendini öyle kaptırmışsındır ve duygularını öylesine ertelemişsindir ki bu hale kendini yine kendin getirmişsindir aslında. Bazen bize engel olan, bulduğumuz tonlarca sebep ya da imkansızlık olarak nitelendirdiğimiz şeyler değildir.
Bazen kendimize bizzat kendimiz engel oluruz. İçten içe istemeyiz, güvenmeyiz belki de inanmayız kendimize. Bunu sesli söyleyebilecek cesareti bulmak yerine nedenler sıralamak daha kolay gelir.

Bazen bazı şeyleri gözümüzde biz büyütürüz. Başımıza gelen şeyler, yaşanılan onca olay yaşandığı kadardır aslında. Biz altında farklı manalar ararken olayı karmaşıklaştırırız. Her şey mükemmel olsun isteriz ve her detay üzerine uzun uzun düşünürüz. Oraya o çizgiyi çizmek ya da oraya o virgülü koymak belki birçok insan için bir anlam ifade etmeyecektir ama bizler yine de onunla uğraşırız.

Sorun kendimize karşı dürüst olamamak ve birçok şeyi fazla irdelemek aslında. Bizi yoran da bizi biz yapan da bu özelliklerimiz ve bunlardan vazgeçemeyiz, istesek de yapamayız bunu.

Benim gibi takıntılı, detaycı ve mükemmeliyetçi biriyseniz bu söylediklerimin hepsine evet diye haykırmak istemişsinizdir biliyorum. Hadi! Birbirimizin elinden tutalım ve bu düzene karşı koyalım. Kendimizi yine kendimiz iyileştirelim ve bunu başarmanın gururunu yaşayalım. Birbirimize inanalım, sebeplerimizi uzay boşluğuna fırlatalım. Sevelim sevilelim hep birlikte. Acılarımızı, yaşanmışlıklarımızı hatta yaşayamadıklarımızı da kabullenelim birlikte. Birlikte güçlü ve güzeliz. Başarabiliriz.

Ben size inandım. Kalbimdeki, zihnimdeki taşları kaldırıp attım. Gökyüzünde kendime bir yıldız seçtim. Ona her baktığımda şuan ki hislerimi ve aldığım kararları hatırlamak için. Hadi! Sizde bir yıldız seçin ve bana katılın. Burada sizleri bekliyor olacağım. Işığınızın solmadığı nice güzel yarınlarda görüşürüz.

                                                                                                          27/05/2021

]]>
Tue, 10 May 2022 17:32:35 +0300 Merve Yağmur
Tebessüm https://edebiyatblog.com/tebessum-2387 https://edebiyatblog.com/tebessum-2387 ... geceleri hece eden haykırışların kibri ve örselenmiş mabetlerin bakışları, mahşerini kaldıramadı...z.ç Yeni kitabımın ilham kaynağına

]]>
Tue, 10 May 2022 17:14:27 +0300 zuleyha_caglarr
Banklar https://edebiyatblog.com/banklar https://edebiyatblog.com/banklar Banklar özeldir ve çok fazla şey taşırlar üzerlerinde. Kiminin geçmişinin yükünü, kiminin gelecek telaşını, ilk aşları, ilk aşk acılarını… Her gelen bir yenisini ekler, banklar ise onları sessizce dinler. Derdine ortak, yalnızlığına dost olur. Kar, kış, yağmur fark etmez hep oradadır. Bıraktığın yerde, Bıraktığın hislerle seni bekler. 

Şehirler unutulur belki, semtler, sokaklar... Ama banklar unutmaz asla. O sokak lambasının altında saatlerce oturduğun, zamanın milim ilerlemediği, üzerine yağan kar tanelerinin bile içini soğutamadığı o banklar. Hayatın koşuşturmacasına bir süreliğine mola verip dinlendiğin, etrafındakileri yok sayıp içine kulak verdiğin, kafanda bir şeyleri halletmiş bir şekilde kalktığın o banklar. 

Unutulmazlar. Ne o banklar ne de o bankta otururken yaşadığın, düşündüğün şeyler. Uzunca bir zaman sonra önünden geçip gitsen bile, geçen zamanın eskitemediği o duygular yeniden yeşerir gönlünde. Her önünden geçişinde başka bir rüzgar eser zihninde. Alır götürür seni gökyüzünde süzülen kar taneleri gibi... 

]]>
Mon, 09 May 2022 22:44:10 +0300 Merve Yağmur
KENDİNİ BUL https://edebiyatblog.com/kendini-bul https://edebiyatblog.com/kendini-bul Çalan bir şarkıda dalıp gitmek.

Bazen sözlerinde, bazen melodisinde kaybolmak.

En can alan sözlerini dinlediğini sanıp melodisine saklanmak.

Geçti dediğimiz her şeyi hatırlamak.

Bir şarkının koca insanı etkisiz hale getirmesi.

İşte tam bu his. Şu an hissettiğin.

Geçecek sandığın, bittiğine inandığın ama sürekli kafanı kurcalayıp duran buna rağmen bir şey yokmuş gibi davranman. En ücra köşelerine kadar hissettiğin bu duygu. 

Sözlerinde anlam buluyorsun , kendini buluyorsun, derinlere dalıp gidiyorsun. Tıpkı sadece melodisine odaklanıp hayallere daldığın gibi...

Her hisse inat güçlü kal. Çünkü sen busun.

Her şeye rağmen kimseyi umursamadan sadece kendini düşün.

Dinlediğin şarkılarda kendini bul.

Sarıl, en çok kendine sarıl.

Düşüncelerine sarıl, sessizliğine sarıl, sevgine sarıl.

Ve aç bir şarkı kaybol içinde her şeye rağmen yine de 'ben buradayım' de kendine...

    Benim size şarkı armağanım var 

I Mark Eliyahu & Cem Adrian - Derinlerde I

]]>
Mon, 09 May 2022 01:34:21 +0300 lâlzü
Annem'e https://edebiyatblog.com/anneme https://edebiyatblog.com/anneme Bundan yıllar önce bir mektup yazmıştım anneler gününde. Öylece içimden ne geçtiyse ve ne kadar el verdiyse kelimelerim. Yaşım küçüktü, yazım kargacık burgacık ama sen o mektubu okuduğunda yarım saat boyunca ağlamıştın. 

Anlayamadım başlarda hatta yanlış bir şey yaptığım düşüncesine kapıldım. Özür dilemek için yanına geldim ve hiç beklemediğim bir şekilde bana sımsıkı sarıldın. "İyi ki varsın annecim." dedin. Yıllar da geçse üzerinden hala hatırladığında güzel tebessümünü eksik etmezsin yüzünden.

O zamanlar küçüktüm ama kalbim kocamandı. Yaş büyüdükçe kalp ya küçülüyor ya katılaşıyor sanırım emin olamıyorum ama bana her güzel kalpli olduğumu söyleyen insana "Annemin izinden gidiyorum. Onun sayesinde hala küçüklüğümde taşıdığım o kalbi taşıyabiliyorum." diyorum. Çünkü bu gerçekten böyle annem. Hep senin izinden, senin hayatıma kattığın güzel ışıltılardan dolayı küsmüyorum hayata. Hep yeni bir umut tohumu ekiyorum kalbime, yeni hedefler, hırslar... Tıpkı senin bana öğrettiğin gibi hep en iyisini düşünüyorum. Senin de dediğin gibi "Polyanna'cılık" oynuyorum. Hatta fark ettim ki eskiden sana kızdığım ne varsa (bu oyun örneğin) hepsini yapmaya başlamışım. Fark etmeden, kendiliğinden yapıyorum bunları. Her idrak ettiğimde gülümseyip "İyice anneme benzedim." diyorum kendi kendime.

Günden güne sana benzemek, senin küçücük bir parçanı bile kendi bünyemde taşıyabilecek güçte olmaktan çok mutluyum ve gurur duyuyorum. Hatta ileride anne olursam senin gibi bir anne olabileceğim ihtimaliyle kendimi güvende, güçlü hissediyorum. Çünkü bir evladım olur ve ben senin gibi olamazsam ne yaparım bilemiyorum.

Bu dünyaya senin gözlerin gibi bakmak için her gün tecrübe kazanmaya çalışıyorum. Seni düşünüyorum acaba annem olsa ne yapardı, ne düşünürdü. Allah seni başımızdan eksik etmesin.????????

Sen benim yaşlarımdayken nasıl bir evlat hayal ediyordun, ne kadarını karşılıyorum inan bilmiyorum. Elimden geldiğince hayatın her anında yanı başında olmaya, hep dimdik ve hep tuttuğunu koparan o kız olmaya çalışıyorum. Hep daha ileriye giden, daha dürüst, daha erdemli biri olmaya çalışıyorum. Umarım başarabiliyorumdur çünkü senin evladının kötü olma ihtimali olamaz. Olsa olsa Annesine benzememiştir. :)

Hep benim hayatımı anlatan bir kitap yaz diyip duruyorsun ya. Ben yavaş yavaş başlamıştım aslında. Asla senin hayatını anlatabilecek kadar güçlü bir kalemim yok tabii ama deniyoruz işte bir şeyler. :) Şimdi bu yazının sonuna o kitaptan bir kesit bırakıyorum. Ve bu hayatta beni yalnız bırakmadığın, mesafeleri bir kalp sıcaklığıyla yok ettiğin, beni koşulsuz şartsız sevip dünyanın en değerli insanı gibi hissettirdiğin için teşekkür ediyorum. Umarım küçücük de olsa aynı hisleri sana yaşatabiliyorumdur. Seni seviyorum dünyanın en güzel gamzelerine ve şen kahkahalarına sahip kadın. Hep gül hep güldürelim seni çünkü gülmek en çok sana yakışıyor evimizin her şeyi.

P.S: Bahsettiğim yazı.

"Gördüğüm ilk gün ışığı

Dünyaya gözlerimi ilk açışımda bir çift kahverengi gözle karşılaştım. O zaman ne gördüğüm en güzel kahverenginin o olduğundan ne de bana en şevkatli bakacak gözlerin o gözler olduğundan habersizdim.  Ne olursa olsun o gözler benden şevkatini, sevgisini esirgemedi ve o gözlerin sahibi ne yaşarsa yaşasın kalbindeki sevgiden, merhametten ve inancından asla vazgeçmedi. O gözler gördüğüm en güçlü kadının ,annemin, gözleriydi. Ben bir gün onlar gibi bakabilmek için her gün tecrübe kazanmaya çalışıyorum. Onların çeyreği bile olamayacak olsa da bu gözler, onlarla bakışabildikleri için bile bir ömür kendilerini şanslı hissedecekler. 

Gördüğüm ilk gün ışığıydı gözlerin ruhumun beden bulmasına vesile olan güzel kadın. Sense dünyamı aydınlatan hoş tebessümlü güneşim…"

]]>
Sun, 08 May 2022 17:08:47 +0300 Merve Yağmur
ANNELER, ANNELİKLER!... https://edebiyatblog.com/anneler-annelikler https://edebiyatblog.com/anneler-annelikler En çok duygu seli "anne"ler üzerine yaşanıyor. Şiirler ona, methiyeler ona, duyguları ifade etmelerde yetmezlikler onlara… Haklılar… ANNE'lik öyle bir müessese ki, aciz dünyaya gözlerini açan bir yavruya kendiliğinden hazır bir oluşum. Emre amade, ihtiyacı sezgileyerek doğal bir şekilde harekete geçen, içgüdüsellikle en doğruyu da yapan inanılmaz bir oluşum. Şüphesiz Yaradan'ın hediyesi. Bir hikaye dolanımda, sizin de önünüze gelmiştir: Yaradan yeni bir canlı yaratırken, kendisi yerine herkese bir melek tayin etmiş. Adına da ANNE demiş.

Normal seyrinde minnetarlıkla annelerine bağlı olan ve bunu yaşayan,  yaşatanlara buradan sözüm yok.

Benim sözüm bu olağan sürece uzaktaki yüreklere!...

Önce öksüz olanların yüreklerindeki yangınlara bakmak istiyorum. Her genellediğimiz durumun istisnalarında ne çamlar devirdiğimizi biliyor muyuz? Okul önlerinde evlatlarıyla ömürlük ayrılıyormuşçasına veda buseleri, sarılmacalar….Bir okul yöneticisi velilerin dikkatini bu konuya çekmiş, uyarmıştı: Yapmayın! Öksüz çocuklarımızın yüreklerini kanatmayın! Ne kadar haklı olduğunu, yetim olarak her baba-evlat münasebetine farklı hassasiyet gösterdiğimi fark ettiğimde anladım. Yani babalar için de durum aynı. Babasız büyümek zorunda kalanların eksiklikleri yüzüne çarpıyor bu defa….

Günümüz gerçeklerinden biri de parçalanmış aileler…Anne ve baba var. Ama çocuk sadece biriyle yetinmek zorunda. Sağlıklı iletişimi sürdürenler çok az. Zaten sağlıklı kişiliğe sahip ebeveynler olsalar sorun olmaz… Çocuk bu defa duygu istismarını öğrenerek yaralanıyor. Anne ve babayı suçluluk duygusuna sürükleyerek menfaat sağlamayı çabuk öğreniyor. Büyük ebeveynler ise çoktan merhametlerine yenilmiş taviz üzerine taviz ile çocuk yetiştiriyor. Bu çocuklar için anne ve baba daima eksik ve yanlış yapan kişilerdir. Asla tatmin olmazlar. Hep almayı öğrendikleri için, sosyal medyada veya çevrelerinde gözlemledikleri anneler onlar için özlem duyulan anneliklerdir. Kendileri de modellemeyi doğru yapmadıkları için muhtemelen aşırıya varan ebeveynlikler sergileyeceklerdir. Benim düşüncelerim tamamen öznel. İstisnalar varsa da sadece alkışlarım.

Sonrası gurubum, anneli babalı evlerde annesiz babasız yetişenler. En zavallı gurup bunlardır. Bunların anne ve babaları çocuk kişiliklerine sahip olmalarına rağmen anne ve baba olmuşlardır. Yaradan ve doğa kanunları bunu mümkün kılıyor. Bu evlerde yetersizliklerinin de farkında olmayan ebeveynler tahakkümün en güçlüsünü çocuk üzerinde uygulayıp, sağlıklı bir bireyin yetişmesine asla olanak vermemişlerdir, vermezler. Bütün ayarlarını bozarlar. Anne ve baba haklarının hepsine taliptirler. Saygı beklerler, ama sevgi üretip aktaramazlar. Kural koyarlar, uyulmasını isterler, kendileri ebeveynlik kurallarıyla asla ilgilenmezler. Araştırmaz, danışmaz, sormazlar. Sadece yargılayıcıdırlar, gardiyandırlar, infaz memurudurlar. Ellerinden başkası gelmez. Bu ebeveynlerin çocukları kendilerini özgürleştirme fırsatı elde etmişlerse, kayıplarını en kısa sürede telafiye başlarlar. Elde edememişlerse arızalı olarak hayatlarına devam etme esaretine mahkum yaşarlar.

En son olarak da anne ve babalığı sonsuz merhamet olarak yaşayanların çocuklarıdır. Bunlar da çocuk olarak çok şanslıdırlar. En özgür yetişen guruptur. Kendilerine hiçbir müdahele gelmez. Çünkü anneleri ve babaları onlar için vardır. Ne isterlerse sahibi olurlar. Bu çocuklara anne ve baba olanlar sonraki dönemde şanssızdırlar. Bekledikleri ilgiyi ve sevgiyi asla göremezler. Her şey bir alış veriştir. Anne ve baba oldularsa elbette yapmaları gerektiğine hükmeder evlat. Annelerin karşılıksız sevmelerine ilişkin tanımlama tam anlamını bulmuştur. Şımarık ve dünyanın kendi etrafında döndüğüne dair eylemler gördüğümüz evlatlar bunlardır. Ergenlikleriyle birlikte zıtlık aile ile bağını tamamen koparmaya kadar gidebilir. Anne ve babalar hak etmedikleri bir karşılıkla şaşkına dönmüşlerdir. Çocukları acımasız, vefasız, doğrucudurlar. Hep haklıdırlar. Bu son gurup küçümsenemeyecek çoğunluğa ulaştığı için toplumsal yapı da bozulmaktadır.

Farklı pek çok şey daha söylenebilir. Anneler günü bu düşüncelerin ışığında gözden geçirilmesi gerektiğini düşündüm. Sadece bir hediyeleşme, kapitalizmin ekonomik hareketlenmesine aracılık etmesi, hatta sosyal medyadan mesajlaşma , paylaşım sayılarını artırma dışındaki yönünü de es geçmek istemedim.

]]>
Sun, 08 May 2022 15:16:40 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
ANLATAMAM Kİ https://edebiyatblog.com/anlatamam-ki https://edebiyatblog.com/anlatamam-ki Özel günler geldi mi bir yumru oturur yüreğime. Ağlamak isterim bağıra bağıra.???????? 

Ağlayamam ki.

Sessizce kapanırım odama.

Hıçkırıklarımı kara gece duyar sadece. 

Ve sadece yastığım saklar gözyaşlarımı. 

Zaman geçer aradan aylar hatta yıllar. 

Özlemim artar, yüreğimin sol köşesi sızlar

Anlatmak isterim özlemimi tüm dünyaya. 

Tüm dünya benimle özlesin isterim ama anlatamam hiç kimseye. 

Belki de o özlemi ifade edecek kelime yoktur. Düğüm olur sonra o sözler boğazımda. Yutkunurum geçsin diye. 

Geçmez o düğüm ve sonra özlemim akar gözlerimden .

Bilirim yine de bir yerlerden benimle olduğunu.

Dualarda buluşur, rüyalarda hasret gideririz sanki varmışcasına.

Bir tokat gibi vurur kutlama günleri yüzüme.

Kelime az kalır anlatamam ki.

Sevgim yetmez o kolları dolduramam ki.

Acım derinleşir ağlayamam ki.

Annem ahhh annem der yanar yanar yanarım.

Sevgiyi merhameti yüreklerinin en derinlerinde taşıyan tüm annelerin anneler gününü kutlu olsun.

Başta anneciğim ve hacı teyzem olmak üzere başka bir dünyaya uğurladığımız tüm annelerimizin ruhları şad mekanları cennet olsun. Nurlar içinde uyusunlar.????????????❤️❤️❤️

]]>
Sun, 08 May 2022 08:45:08 +0300 Müzeyyen GÖKMEN
ANNELER GÜNÜ https://edebiyatblog.com/annelergununuzkutluolsun https://edebiyatblog.com/annelergununuzkutluolsun Anneler çiçek gibidir, onları hep mis kokulu yerlerde görebilirsin,senin için her zaman var olduklarını ve seni düşündüklerini bilirsin. 

Bütün annelerin ve anne adaylarının ANNNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN ????

 

 

]]>
Sun, 08 May 2022 00:11:26 +0300 Rüya gibi
Doğa, Allah’ın yazdığı bir kitaptır. https://edebiyatblog.com/doga-allahin-yazdigi-bir-kitaptir https://edebiyatblog.com/doga-allahin-yazdigi-bir-kitaptir Doğa, görülebilen düşüncedir.

Çiçekler doğanın en güzel süsüdür.

Doğa, Allah’ın yazdığı bir kitaptır.

Doğa, en parlak, en lekesiz aynadır.

]]>
Sat, 07 May 2022 22:45:17 +0300 Rüya gibi
DEĞER DEDİĞİN... https://edebiyatblog.com/deger-dedigin https://edebiyatblog.com/deger-dedigin Değer ağırdır. Taşıyabileceğimden emin olduğunuz insanlara verin.

Her kahve aynı tadı taşımaz. Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir.

]]>
Sat, 07 May 2022 22:26:55 +0300 Rüya gibi
Anne https://edebiyatblog.com/anne-2334 https://edebiyatblog.com/anne-2334 ......... ANNE..........

Daha anne karnında başlıyor annelik , anne sevgisi. Anne karnında başlayan anne sevgisi ise aslında kazandığımız  ilk ikramiyedir. 
Üstümüze titreyen, bize değer veren annemiz; bir anda hayatımızın en önemli parçası haline geliyor. Hayatımızı daha da anlamlı kılıyor. İçinde bizi yaşatıyor. Elimizdekinin kıymetini bilsek sadece bugün değil her gün anneler gününü kutlasak. Her gün annemizi hatırlasak daha güzel olur. 
Bize güç veren, yeniden başlamak için cesaret veren, başaracağımıza inanan biridir anne. Bu hayatta umudumuz, gücümüz oluyor. Yeter ki bize inanan biri. İyi ki varsın deyip kıymetini ölüp gitmeden bileceğimiz biridir anne. 

]]>
Sat, 07 May 2022 20:57:31 +0300 Hüsne sürmelioğlu
KIYMETLİ HAZİNEMİZ ANNELER https://edebiyatblog.com/kiymetli-hazinemiz-anneler https://edebiyatblog.com/kiymetli-hazinemiz-anneler

KIYMETLİ HAZİNEMİZ  ANNELER

Her yıl Mayıs  ayının ikinci haftası  ANNELER GÜNÜ  olarak kutlanır. Anneyi  bugün hatırlamak onun elini  sadece bugün öpmek her daim kalbimizde yaşatmamız gereken insanı  sadece bugün anmak olur mu?Anneleri bir güne sığdırmak,Onların yüreklerine sadece bir gün sığmak onları mutlu etmeye yeter mi?

 Onları  anlatmak  kolay  olmadığı gibi, Onların  duygularını  yaşamakta  hiç  kolay değil .Bir annenin sevinci  çocuğu daha karnındayken başlar. Anne  onun varlığını hissederek  yaşama  mutlu bakar.Doğduktan sonra bütün gücünü gecesini  gündüzünü  evladına, evlatlarına  adar.Evladının parmağına diken batsa içi parçalanır dayanamaz. Evlat onun yüreği, Evlat onun mutluluğu,Evlat onun  yaşama sevincidir.

 Aslında bugün  annelerini  hatırlayanların yılda bir defa  da olsa, Yüreklerine  inen  merhametle  annesine  bir  gününü  ayırıp  ziyaret  edenlerin  günü. Kimi  annesini  yalnız  başına  bıraktığı  huzur evinde.Kimi  tek  başına  yaşadığı  evde elinde  bir  buket  çiçekle annesinin  kısa  da olsa  ziyaretine  gidip elini öptüğü  gün.

Bir  ANNE  evladına şöyle seslenir:

Sizleri  dünyaya  getirdim.  Geceleri  uykusuz  geçen  günlere  aldırış  etmeden  şefkatle  ve sevgiyle  sizi  büyütmek  için emek  verdim.  Sizler  her  ne kadar beni  senede  bir  defa  hatırlasanız da! Sizler  benim  hala evladımsınız. Yüreğimdeki  kalp yaşamdaki  sevincimsiniz. Ben  sizleri  unutup  vefasızlık  yapamam.

Annelerimiz cennetin baş kösesi. Annelerimiz merhametin öncüsü. Annelerimiz sevginin ve fedakarlığın elçisi.Annelerimiz  yaşamımızın vazgeçilmezi…Anneler için ne desem,Anneler  için ne yazsam kelimeler  kifayetsiz  kalır.

ANNE  EVİN MİMARI

ANNE  SEVDANIN ADI

ANNE  YAŞAMIN MİRASI

ANNE SEVGİNİN İLK  ADI

Bugün  değil!Her  gün  annelerimizin günü…Onları bugün değil!Her gün  hatırlayalım.Onların günü olmadığı gibi;Onların  sevgisi  bir güne  sığdırılmaz. Annelerimiz  kıymetli  birer  hazine.Eli  öpülesi bütün  annelerin  önünde  saygı  ile eğiliyorum.

                                                    BUGÜN DEĞİL! HER  GÜNÜNÜZ  KUTLU  OLSUN…

 

                                      

 

                          

]]>
Sat, 07 May 2022 20:42:54 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Mekanda Enerji Çalışmaları https://edebiyatblog.com/mekanda-enerji-calismalari https://edebiyatblog.com/mekanda-enerji-calismalari Bir mekanda bolluk ve bereket enerjisini arttırmanın farklı yolları var. Bunlardan bir tanesi Feng shui. Feng shui eski bir Çin öğretisidir. Feng shui rüzgar ve su demektir. Evrende herşey denge içerisindedir. Birşeyin çok fazla veya çok az olması olumsuzluk yaratır. Hayatımızda herşeyin ve her duygunun da dengede olması gerekmektedir.

Bolluk ve bereketi arttırmak bagua haritasından yararlanmak mümkün  ayrıca bu harita ile aşk, sağlık, kariyer, çocuklar gibi alanları da aktive edilebilir. Mekanın her bir köşesi, harikataya göre ayarlanarak, o bölgedeki enerjiyi aktive etmek mümkün.

Aşk için çift i temsil eden obje tercih edilebilir.

Bolluk ve bereket için para ağacı kullanılabilir.

Kariyer için giriş kapısı nda dikkat etmek gerekir.Koridora kariyerde başarılı olan kişilerin resimleri konulabilir.

Mekanı sirke ile silmek, adaçayı tütsusu yapmak da etkili olacaktır.

]]>
Sat, 07 May 2022 18:31:40 +0300 Leyla Aghayeva Yavuz
ellerimi takip etmek zorundayım https://edebiyatblog.com/ellerimi-takip-etmek-zorundayim https://edebiyatblog.com/ellerimi-takip-etmek-zorundayim

Her şey başlar ve biter diye teselli ettim kendimi. Herkes kendini böyle teselli eder, yoksa dünyanın ağırlığı hep ayağımıza dolanır. Dünya ayağımıza dolansın istemeyiz çünkü acıyı kökten bitirecek güçte değiliz. İnsanın güçsüzlüğü güçlülükle karıştırılıyor. Buna eminim. Güçsüz olduğumuz için devam ediyoruz, her şeyin daha iyi olacağına inanıyoruz. Acınası varlıklarız.

Güçlü değiliz işte, korkağız!

Bir acı avucumda onu bir vitrine yerleştirmeye çalışıyorum. Tozlu bir vitrine, bir daha hiç kullanmayacağımı düşündüğüm bir vitrine. İnsan mutluyken her şeye arkasını dönebiliyor, mutsuzken de eskiye dönerken biraz utangaçlaşıyor. 

Bu yolları nasıl bir cesaretle geçtim, ne olacak sandım?

Bu geceyi geçireceğim, hazırlandım. Bir şişe şarabım, beni idare edecek kadar sigaram ve başını okşayıp hala nefes aldığını hissedebildiğim dört ayaklı dostlarım var odada. Bu evi hayvanlarla doldurdum, çünkü içimde olan boşluk insanla dolacak kadar soyut değil. Bu evi hayvanlarla doldurdum, çünkü sessizlik içimde bir yeri acıtıyor. Aynı acıyan yerim insanları görünce de acıyor.

Kendimi nasıl oyalayacağım, bunca akıp giden güne nasıl dayanacağım?

Ellerime bakıyorum, her şeyi yapmayı biliyor ellerim. Kapıyı açmayı, kahve yapmayı, kadeh doldurmayı. Bu ellerle biraz daha göze batmayabilirim. Ellerim her şeyi yapmayı biliyor, insan ellerine özenir mi? Ellerim bana bir şeyler öğretsin istiyorum.

İçime bir şeyler kazıyorum.

 Bazı kelimeleri tekrar ediyorum.

 'Anne, iş, kira,kedilerim,köpeğim.'

 Beni ayakta tutacak kelimeleri tekrar ediyorum. Ellerimi takip etmek zorundayım

]]>
Sat, 07 May 2022 17:35:52 +0300 melankolikbalik
İyiler ve Kötüler https://edebiyatblog.com/iyiler-ve-kotuler https://edebiyatblog.com/iyiler-ve-kotuler Masalın sonunda gökten üç elma düşmüştü.

Her masalın sonundaki gibi...

Bir tanesi hayallerimeydi. Bir tanesi umutlarımaydı. Sonuncusu ise hayatımaydı.

Hayalleri için çalışıp, umutları sayesinde ayakta duran iyi karakterleri, iyi yapacak bir kötü karakter gerekirdi çünkü hep. 

Çünkü masal yazarı biliyordu... Güzel kardeş olmasaydı, çirkin kardeş bilemeyecekti çirkin olduğunu...

Gerçi o masalın kötü karakteri çirkin kardeş miydi yoksa günümüz güzellik algısına uymadığı için çirkin lakabını takan halk mıydı kötü karakter?

Mesela güzellik algısı çirkin dediğimiz karakter gibi olsaydı bu sefer kötü karakter güzel dediğimiz karakter mi olacaktı. 

İyi karakteri var eden kötü karakterken niye üç elmanın bir tanesi o değildi ki...

]]>
Sat, 07 May 2022 16:06:48 +0300 Buse Nur Gürlek
KAÇMAK https://edebiyatblog.com/kacmak https://edebiyatblog.com/kacmak Nerden geldiğimizi, nereye gideceğimizi bilmeden dünyaya açtığımız gözlerimizi, büyüdükçe dolan boşlukları, anlamlaştırmaya çalıştığımız bir hayatı ne kadar kolay kılabilir yaşadıklarımız?
Ya da şöyle sorsam daha mantıklı olabilir, yaşadığımız her şey mi bize zor geliyor yoksa hayat mı? Ama şöyle de bir gerçek var bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçmemek gerekir.

Siz bardağı kırdınız diye su içmekten vaz mı geçiyorsunuz yoksa yeni bir bardak mı alıyorsunuz? Evet o kırılan bardağın yerini tutmaz ama yine de vazgeçmemek gerekir.

Ben mükemmel bir hayat ile büyümedim. Ailemle kavgalarım oldu herkesin olduğu gibi, arkadaşlarımla sorunlar yaşadım herkeste olduğu gibi, sevgilimle ayrıldık, barıştık, ayrıldık ve yine herkeste olduğu gibi... Ama her seferinde yaşadığım her şeyden bir ders çıkardım kendimce, hepsi bana bir tecrübe oldu. Hiçbir zaman da o suyu içmekten vazgeçmedim. Olması gereken şey de buydu zaten sizlerde vazgeçmeyin. Vazgeçmek bir nevi kaçmaktır.

Gerçeklerden neden kaçar insan? Hangi yalanın arkasına saklanmak ister ya da neden her şeyden uzaklaşıp kaçmak ister büyüdüğü şehirden? Kaçmak ne kadar doğru mesela, hadi diyelim gittik gerçekler de peşimizden gittiğimiz yere gelmez mi?
Bir diğer sorum insan nereye kadar kaçarak yaşayabilir?

Bu daha ne kadar devam eder bilmiyorum ama istediğim şeyler ve yaptıklarım çok farklı kavramlar.

Doğru bir yol varsa umarım bir an önce bulunur.

]]>
Sat, 07 May 2022 01:04:52 +0300 lâlzü
Başucu Kitabım&6 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-6 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-6 Parayı insan hayatıyla değerleştirmek ne kadar acı verici bir durum. Maddiyat bu dünyada kalıcı insanlık ahiretlik değil midir? ikilemli savaşmak ahmaklıktır.

R.G.

]]>
Thu, 05 May 2022 19:48:43 +0300 Rüya gibi
Başucu Kitabım &5 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-5 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-5 Kendi hikayeni yazmak...

Yazmak ne güzel yetkinlik. İnsanoğlu her yaşadığı duygularını yazar.

Hayatından ders çıkardıklarını: Yaradan'ın ödevlerini yazar ve yerine getirir.

zaman bir nakış gibi işler insanların yaşamına önemli olan kötüyü görüp iyi insan olmaktır.

R.G.

]]>
Thu, 05 May 2022 18:56:08 +0300 Rüya gibi
Başucu kitabım &4 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-4 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-4 Yaşamımız boyunca çok lüzumsuz insanlardan bir şeyler aldık 

Her kusursuz insanlardan hep ders çıkardık.Bu bizi hep doğru yöne götürmeli...

Her olumsuzluk bin olumlu yaşamımız demek.

Uzaklarınızı iyi seçin.

R.G.

]]>
Thu, 05 May 2022 18:37:02 +0300 Rüya gibi
BAşucu Kitabım&3 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-3 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-3 Hayatı ve kendini ciddiye almalısın

Yaşanmışlıkların bilgilerini topla zihninde olur ya söz uçar yazı kalır.

kısa kısa notlar al kendin için.

Geçmişi not et geleceğine ışık olsun.

sonra geçmişin kapılarını kapat ki yolunu rahat bulasın

R.G.

]]>
Thu, 05 May 2022 18:19:27 +0300 Rüya gibi
KABULLENMEK https://edebiyatblog.com/kabullenmek https://edebiyatblog.com/kabullenmek Fiziksel yorgunluğu çok bilmem ama zihinsel yorgunluk çok kötü bir şey onu çok iyi bilirim. Bazen düşünceler uyutmaz, uyutsa gece uyandırır öyle boktan bir şey yaşayan çok iyi bilir.

Uyumayı özlüyor insan, düşünmemeyi, rahat rahat takılabilmeyi ama hangisi oluyor derseniz hiçbiri çünkü düşünceler insanın beynini öyle bir yiyor ki ne yapsa, ne yapmak istese hep bir çıkmaza saplanıyor.

Ne düşünüyorum biliyor musunuz?

Ben niye böyle bir insan oldum?
Ben nasıl birden böyle oldum?
...

Peki hangi sorunun cevabı var hiçbirinin... Beynini kemiriyor insanın bu düşünceler bir zaman sonra zaten ufaktan sıyırıyor daha da düşününce artık direkt kendini kaybediyor. Şahit oldum mesele deli olmak değil. İnsan her şekilde travma aldığından dolayı bir şekilde hasta oluyor. Kabullenin bunu sağlıklı bile olsanız hastasınız...

İnsan en çok neyi kabullenemez? Yaşadıklarını mı, yaşatılanları mı?
Her ikiside aslında yaşadığın her iyi, kötü olay aklında bazen bir acaba bırakır. Ve işin içine yine düşünmek girerse geçmiş olsun...

Kendinizde kusur gördüğünüz şey var mı? Mesela burnunu sevmeyen, vücudunun hatlarını sevmeyen? İllaki vardır dimi içimizde, mesela benim çillerim var ben hiç sevmezdim, nasıl kurtulabilirim bunun yolunu aradım sonra oturdum düşündüm ben buyum, ben böyle daha güzelim onlar benim kusurum değil beni ben yapan asıl şeyler. Kendinizi örtmeye çalışmayın. Kendinizi her şekilde sevin. Kendinizde kusur aramayın, siz her şekilde güzelsiniz.

Güzellik sadece fiziksel olmaz, ruhsal, duygusal olarakta insanlar güzeldir. Peki ya içiniz güzel mi? Her şeye rağmen güzel kalabiliyor musunuz? Kalın! Güzel olmazsanız bu hayat daha beter oluyor. Hem kendiniz için, hem çevreniz için güzel kalın!

Şimdilik hoş çakalın ya da sadece hoş kalın...

]]>
Thu, 05 May 2022 01:06:01 +0300 lâlzü
Kendimle baş başa bir ufak sorgulama https://edebiyatblog.com/kendimle-bas-basa-bir-ufak-sorgulama https://edebiyatblog.com/kendimle-bas-basa-bir-ufak-sorgulama Sevmek mi? Sevilmek mi? Sevip de sevilmemek mi kırıyor insanı yoksa sevgisine inanılmaması mı bilinmez tabii ki. Tıpkı bunu neden yazdığımı bilmediğim gibi. İçimde düğümlenen ve çözmeye çalıştıkça daha da kenetlenen bir şeyler var, hissediyorum. Bir şeyler daraltıyor sanki zorla kalıyor, zorla yaşıyor gibiyim. Üzülüyorum açıkçası biraz da darılıyorum. Nasıl bir şarkı bulamam hâlâ kendime? Nasıl kendi kalemde tutsak kalabilirim? Kendi inşa ettiğim bir kalenin kapısını penceresini nasıl bulamam, nasıl kaybederim. Kapı yoksa anahtar ne işe yarar, pencere olmazsa bu çiçekleri nasıl yaşatabilirim? Kendimi nasıl kurtaracağım buradan? Korkuyorum, hem de nasıl. Ya bir gün gözyaşlarım birikir de boğulursam onda da kötüsü ya ağlayamayacak kadar hissizleşir de kalpsiz kalırsam?

]]>
Wed, 04 May 2022 20:38:14 +0300 Nur Bersun
kötü rüyalar saati https://edebiyatblog.com/kotu-ruyalar-saati https://edebiyatblog.com/kotu-ruyalar-saati Olmuyor, özür dilerim,olmuyor işte. Yapamıyorum ben, bilmiyorum, anlamıyorum, anlamlandıramıyorum, nasıl yapabilirim, yapamam, zaten kimseye de 'ben yapabilirim' dememiştim, demiştim. Böyle bir söz vermiştim, hatırlıyorum. Önce kendime söz vermiştim, sonra da o'na. Neye dayanarak söz vermiştim, bilmiyorum.

Öyle bir bardak su verir gibi söz mü verilir? Ben vermiştim. Ben bütün zor şeyleri bir bardak suyu kana kana içer gibi kolaylıkla yaparım zaten. Bu nasıl korkunç! Biliyorum da, ne yapayım elimde değil. İnsanlar benim yanımda kalsın diye mi her sözü böyle kolayca veriyorum? Peki sonrası. O an her şey farklı, o an her şey farklı.

Dinleyin.

O an , vaat ederken ve her şeyi düşünürken içimde bir kahramanın yüce gücü oluyor. Hem de ne güç. Sanki bir dağı küçücük avuçlarımla yerinden edebilirim. Ama edemem.

Bir saat bulmuyor kendime gelmem. Sözü veriyorum, bir sürü gelecek planını karşımdakinin kucağına döküyorum ve bir anda elim ve avucum küçücüğe dönüyor.

Dünya'da bir anda yeniden olmam gerektiği gibi küçücük bir nokta oluyorum.

Benden iğrenmekte haklıyım, o'da haklı. Çünkü ben bir pencere açtım, güzel bir dünya varmış gibi davrandım kendime ve o'na. Sonra dedim ki 'bıçağım elimde'. 

Bak! Ben bir katilim, başka da dünya yok! Sana açtığım pencereler çoktan zifir gibi gölgelikle sımsıkı kapalı. Ama ben ne demiştim, ne dersen haklısın. 

Benim için bin kat daha zor. Hadi kendini benim yerime koy. Çürük kokan benim, sen arkanı döner gidersin. Ben bunun içinde hapisim.

İnsan olmak ne büyük mantıksızlık, gerçekten. Belki bundan evrenselmiş gibi bahsetsem, beni anlarsın. Küçük küçük planlar işte, sevmediğin böcekler gibi, mide bulandırıcı. 

Ama ben kendi yanımda kalmak zorundayım, başka çarem yok. Ne yapayım , kendimi şirin göstermek zorundayım.

Uyumalıyım, ama tam kötü rüyalar saati.

]]>
Wed, 04 May 2022 19:39:48 +0300 melankolikbalik
Edebiyat bilgi yarışması 3 https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-3 https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-3 Wed, 04 May 2022 19:22:21 +0300 Hüsne sürmelioğlu cevapsız nedenlerim https://edebiyatblog.com/cevapsiz-nedenlerim https://edebiyatblog.com/cevapsiz-nedenlerim Çiçeğim,

Hayatım nedenlerle dolu. Şu anda kelimeler aklımdan parmak uçlarıma  büyük bir kararsızlıkla dökülüyor. Neden bu yazıyı yazıyorum? Neden bu fotoğrafı seçtim?  

Bu yazıyı yazma nedenimin cevabını sana şu anda veremem, belki içimi dökmek istedim, belki de ileride içimi dökmekten daha fazlası olacak ama neden mi bu fotoğrafı seçtim? Çünkü bugün çiçek topladım. Ailemden kilometrelerce uzaktayken, başka bir aileyle gittiğim piknikte, kendimden yedi yaş küçük bir çocukla fotoğraf çekildim, sakız çiğnedim, güldüm, eğlendim ve çiçek topladım.

Sanırım ben, küçük yaşta kaybettiğim kardeşimi başka ruhlarda aramak konusunda asla pes etmeyeceğim.

Nedenlerim.

Bana insan olduğumu hatırlatan en güzel nedenlerim sayesinde bugün daha iyi biriyim. 

]]>
Wed, 04 May 2022 04:17:01 +0300 sadeceyaziyorum
Bir Yanım Nostalji https://edebiyatblog.com/bir-yanim-nostalji https://edebiyatblog.com/bir-yanim-nostalji Geldim gördüm dünya büyük yalanmış. Sararmış solmuş bütün fotoğraflar. Eskiye dair her şey yok olmuş. 90'lardan kalma bir gazete, 80'lerin saman sarısı takvimi, derme çatma bir kumaşla örtülen pencereden sızan güneş ışınları yüzümden geçerek o tarihi testilerin olduğu gömme dolaba ulaşıyor. Kaç nesil geldi geçti kim bilir kaç hikaye yazıldı , kaç bağ kazıldı o testilerle. Bu yüzden hiç hakkım yok şikayete bile bile lades. Çünkü bile bile kendi ellerimizle teslim ettik büyük bir yok oluşa bu değerleri. Bir tarih geldi geçti. Sorun da bu ya geçti işte kalıcı kalamadık. Plakta bir melodide , kartpostalda bir fotoğrafta postada bir pulda, tipografi bir sanatta kalamadık. Geliştik mi değiştik mi bilemiyorum. Her şeyde olduğu gibi değerlerimizede sahip çıkamadık. avuntularımızla, kendimize yalanlarımızla döndürdük bu yalan dünyayı. Eskiler eskiden güzeldi özlemek değil bu ,hasret kaldık hasret. Bir eşya veyahut bir nesnede takılı kalmadık sadece. Eskilerin kokusu eskilerin tadı yok şu hayatta. Akşam öten cırcır böcekleri, mesela sabahları baharın habercisi guguk kuşları nerededirler 

şimdi ? Eskiden ayrı bir güzellik;  yazları gökkubbe altında dolaşırdık sokak sokak. Edebiyat sokağımız olurdu orta oyunları sergilenen. Sanat sokağımız olurdu sınırsız hayalgüçlerinin konuştuğu, bir de o kimsesiz sessiz sessiz sakin karanlık köşede uçuşan ateş böcekleri olurdu. Neredesiniz şimdi ateş böcekleri? Bulamıyorum sizleri. Bak vakitlerden akşam, durumlardan yalnızlık, gecenin bilmem kaçı ufak bir dokunuşla yine göklere uçarak aydınlatır mısınız bu karanlığımı? En ücra köşeme geçtim yine bekliyorum sizleri. Giden gitti yan ateş böceği, şarkını söyle sazını çal...

]]>
Tue, 03 May 2022 21:14:59 +0300 Elif Can
Hafızamın Derinlerini https://edebiyatblog.com/hafizamin-derinlerini https://edebiyatblog.com/hafizamin-derinlerini     Hafızamın derinliklerine iniyorum, korkuyorum biraz ama korkum bile cesaret veriyor bana. Birşeyleri merak ediyor sanki benliğim, silinmiş unutulmuş bazı şeyleri bilmek anlamak istiyor. Anladığın da ise olacaklar aklımı korkutuyor, bir cenk olacak gibi zihnimde vicdanım ve aklım arasında olacak bir cenk. Kazananı bilmiyorum ama şayet bir kazanan olacaksa kazanan bile pişman olacak kazandığına. Hatıralar acı verecek mutlu edeceği kadar lakin daha çok keşkeler saracak benliği. Keşkeler ile dolu hafızam da ben unutmak istiyorum şimdi, indiğim bu derinlikten çıkmak ve unutmak...☘️

]]>
Tue, 03 May 2022 19:17:18 +0300 YağmurunKızı8
BAYRAM OLA!... https://edebiyatblog.com/bayram-ola https://edebiyatblog.com/bayram-ola Özel bir gün,Güzel bir zaman olur.Bayramda bir başka olur insan,Bir coşku yaşar Çocuklar.Bayramın manevi huzuru,Sevinci bir başka yaşanır...

İlkin Bayram namazı eda edilir,Sonra mezarlık ziyareti ile dualar okunur.Ebediyete göç eden sevenlerle bayramlaşılır...

Bu güzel güne güzellik katan,Eş,Dost,Akraba ve Arkadaşların ziyareti olur.Sevinçlerine ortak olup,Bayram sevincini birlikte yaşarlar...Bayramın ilk misafirleridir çocuklar.Sabahın erken saatlerinde kapı kapı dolaşıp bayram kutlaması yapması bugüne ayrı bir güzellik,Ayrı bir tat katar.

Bayram havası var bugün!

Yürekler bir nehir gibi coşar.

Çocuklar sevgi seli ile yaşar.

Gülümser hayata,Mutluluk gözlerinde ışıldar.

Keyifler şen şakrak güle oynaya Bayramı yaşar...

Gün bugün ola...

Bayram bayram ola...

Genç,Yaşlı,Çocuk bir  ola...

Bayram hep bayram ola...

Yürekler sevgi dola

Bayram o bayram ola...

]]>
Tue, 03 May 2022 13:39:38 +0300 KUM SAATİ YAZARI
BAYRAMLAR OLMALI https://edebiyatblog.com/bayramlar-olmali https://edebiyatblog.com/bayramlar-olmali Bayramlar olmalı sevgiyle paylaşılan

Sen ben değil bizim diyebileceğimiz bir dünyayı yeniden insa eder gibi.

Bayramlar olmalı dün gibi değil 

Ama geçmiş bayramlarda yaşanan güzel anları yaşatır gibi

Bayramlar olmalı tüm özlemlerin sona erdiği

Kavuşamadığımız hasret duyduğumuz uzak diyarlardaki sevdiklerimizle berabermişiz gibi

Bayramlar olmalı yüreklerdeki yangınlara su serper gibi

Acıyı dindirip, yaşamı yaşanılır hale getirir gibi

Bayramlar olmalı haksızlıkların hukuksuzlukların yaşanmadığı

Adalet terazisinin herkese eşit işlediği gibi

Bayramlar olmalı tüm güzelliklerin bir tohum olup yeryüzüne serpilmesi

Karanlıkların tümüyle silinmesi gibi

Bayramlar olmalı gönlünüzce, sevdiklerimizle birlikte şeker tadında kutlayabilmek gibi.

İyi bayramlar diliyorum.

Müzeyyen/2022

]]>
Mon, 02 May 2022 08:12:46 +0300 Müzeyyen GÖKMEN
Hafıza https://edebiyatblog.com/hafiza https://edebiyatblog.com/hafiza Hafızamda ki izlerden kurtulmaya çalışırdım başlarda. Sondasında aslında o izlerin beni ben ettiğini ve kişiliğime güç kazandırdığını gördüm. İnsanın kalbi gibi,yaralarla dolu olabiliyor hafızası. Can acıtan bir çok hatıra canlanıyor olabilir hafızasında fakan bunlar bizi daha çok acıya ve düşünceye sürüklemek yerine,belli bi zamanlardan sonra bize çok önemli bi ders verir. Yaşadıklarımız,aklımızda kalarak hayattan aldığımız yaraları bize her defasında hatırlatır ve bu da bizim daha az hata yapmamıza sebep olur.hafızamızda olan tüm yaşantılarla en güzel şekilde ders alarak bunu kendimize ceza değil de ödül olarak sunabiliriz. Her acı hafızamızda bir ders olarak bize kalır.

]]>
Sun, 01 May 2022 21:05:24 +0300 Semira Bulut
İnsanlar yola çıkmaz https://edebiyatblog.com/insanlar-yola-cikmaz https://edebiyatblog.com/insanlar-yola-cikmaz İnsanlar yola çıkmaz, insanları insanlar yola çıkarır. Uzun veya kısa, mutlu veya üzgün çıkılır o yola, o yolun sonunda ise her daim üzülen biz oluruz. Mutluluk yakın veya uzak bilinmez bilinen şeylerden biriyse; insanlar kullanır insanları bir süre, iyiki derler sonraysa sen kimsin ki olur. Herkes herkesi sevebilir ama herkes herkese aşık olamaz, bu duygu farklı bir duygu, bu duygu değişik bir duygu. Bir insan birine aşıkken birini sevemez, elini tutamaz, sarılamaz... eğer ki yapıyorsa aşık olduğu insanı unutmak içindir, her unuttum diyen unutmaz; içinde bir yerlerde kalır o biriktirir biriktirir ve sonunda bir yerde patlar. Kimseyi yara bandı olarak kullanmayın, iyileşince kimseye yolu göstermeyin, unutmayın bugün siz ona yaparsınız o kimseye yapmaz içinde kalır biriktirir o da sonunda öyle bir şeyle karşınıza çıkar ki hepiniz şaşırırsınız. Kimse kimsenin babasının oğlu değil, sizi üzeni üzün düzene uyun diyemem bunu kimse diyemez. Ama siz farklı olun, sizi üzene olan öfkenizi ve diğer duygularınızı bir köşeye atın bu hayatta yaşanan her şey bir imtihan, peki siz bu imtihanı geçiniz mi? Bunu düşünmeniz daha mantıklı olur. Ağlayın, bir şeyleri kırın, kendinizi üzün... bir şey değişecek mi? Giden gelecek mi? Veya yaptıkları unutulacak mı? Ben söyleyeyim, hayır unutulmayacak, canınız yanacak ama alışacaksınız da. İntikam almak, içinizde hırs, öfke beslemek sadece size zarar karşı taraf nasıl ki, gittiyse sizde öyle gidin. Unutmak zor, unutacaksınız asla diyemem ama alışacaksınız. Eskisi gibi olmayacak, yaptığınız o hatadan bir ders çıkarıp daha değişik bir siz olarak herkesin karşısında duracaksınız. Herkesi kendinizle bir tutmayın en büyük dersiniz: yaşanmışlıklarınız olsun, en büyük hatanız: geçmişiniz olsun sonuçta geleceği daha yaşıyoruz. En büyük hatanız: yapamadığınız şeyler olsun, ama fazla da üzülmeyin sonuçta daha yaşıyorsunuz ve daha vaktiniz var yapmak için, haydi bakalım kalkın ve kendiniz için bir şeyler yapın, geç değil hiçbir şey için daha nefes alıyorsunuz ve bunu iyi değerlendirin. 

]]>
Sun, 01 May 2022 11:46:33 +0300 Medine Herzem
EMEKÇİ GÜNÜ https://edebiyatblog.com/emekci-gunu https://edebiyatblog.com/emekci-gunu EMEKÇİ  GÜNÜ 

 Emek; Bir  iş  için ve bir şeyleri  üretmek  için harcanan  enerjidir. 

 Emekçi; Bir işi  doğal  olarak  alın teri  ve  el  emeği  ile  yapan  kişidir.  

 Bir marangozun  el  yapımı  ile kendi  ustalığını sergilediği  bir dolap, Masa,Kapı  vesaire… şaheserler  yaratıp  ofiste,hastanede, evlerde  kullanılan  eşyaları  yapan  ustanın el emeği.

 Bir  fırıncının sabahın erken saatlerinde  bizlere  kendi  elleriyle  açtığı hamuru  yoğurup  ekmek,Poğaça,Simit  haline  getirmesi  ve  sıcacık  ekmeği  tezgahta  sergileyen  ustanın el emeği. Sonrasında  sofralarımıza  lezzeti  ile  tat  katması.

 Bir  köylünün  sabah  güneş  doğmadan  koyunlarını  otlatması ve  iyi  beslemesi   sonucu  elde  ettiği  Süt,Peynir, Yoğurt  vesaire … Doğal ürünleri  ile sofralarımızı  süsleyen  emek  insanı .

Yine  köylünün ektiği Domates,Salatalık,Patlıcan,Biber  vesaire…Doğallığı  bizlerin sofralarına katan emekçi  insanlar…

 Tarım ile uğraşan çifitçimizin ekip biçtiği Buğday,Tahıl  vesaire…Sıcak soğuk demeden emek veren insan.

 Daha  sayamadığım  onca  işe  emek  veren  emekçi   insanlar… 

Sizler  emek  verdikçe  ülke  kalkınır.

Sizler  ürettikçe  ekonomi   canlanır.

Dün

Bugün

Yarın 

Kısaca her  gün  bizlere  ve Ülkeye  verdiğiniz  emekten   dolayı  teşekkür   ederiz . Bütün el emeği  veren  emekçi  insanlar!

EMEĞİNİZE  SAĞLIK… 

Bugün  değil!Her  gün  EMEKÇİ  gününüz  kutlu  olsun…

        

]]>
Sun, 01 May 2022 11:12:12 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Bayram Mendillerim https://edebiyatblog.com/bayram-mendillerim https://edebiyatblog.com/bayram-mendillerim    Hala saklarım o mendilleri. Kenarı dantelli olanı, işlemeli olanı  nasılda güzeller. Kullanmaya kıyamadığım, halamın küçüklüğümüzde bayram hediyesi olarak özenle hazırladığı mendiller. Çekmecemin özel eşyalarındandır. Her açışımda beni çocukluğumun bayramlarına götürür. Geceden başucumuzda bekleyen kıyafetlerimiz ayrı önem taşırdı çünkü senede iki kez bayramlarda yeni kıyafet alınırdı. Belki de o yüzden bu kadar değerliydi. Geceden bayrama hazır, mis kokan evler. Deterjan değil sanki mutluluk kokusu bu. Temizlik yapmaktan yorgun düşsede annem erkenden namaza uğurlamış babamı kahvaltı bile hazır. Öncelikle evde bayramlaşma annem babamdan başlayınca geçiyoruz sıraya. Harçlıklarını hazır tabi. Eee büyükler biraz daha torpilli. Akraba ve komşuları dokaşma heyecanı ile gruplaşan çocuklardık biz. Elimizde torbalarımız, kim daha fazla toplayacak bakışları. Bayramlaşmayı bitirip biranönce fındık oynamaya yetişmekte aklımız tabiki. Kimimizin fındıklarını bitirdiği yani yutulduğu, kimimizin kaç katı ile oyunu bitirdiği milav oyunu. Gün sonunda bahçede birlikte yenen fındıkiların kabukları. Elimizde torbalarımız,. Haydi önce bayramlaşma sonra oyun diye yola koyuluşlar. Genelde şeker ikramı ama halam gibi kendine has hediyeler verenlerde yok değildi. Nasıl özel hisettirmiş kendimi o mendiller anlayın artık.

    

]]>
Sun, 01 May 2022 01:40:48 +0300 Cebiyemsi
FARKEDİLMEME KAYGISI https://edebiyatblog.com/farkedilmeme-kaygisi https://edebiyatblog.com/farkedilmeme-kaygisi    Çığlık çığlığa, yürek bağırmaları duyuyorum her yerde. Sessizce yüzüne yansımış, ürkek ve kaygıyla bakan gözlerle bütünleşmiş. "Duyun beni. Farkedin beni. Bak burdayım. Bir sevgi sözcüğü, bir onay hareketi yeter iç benliğimin huzur bulmasına. Görün beni. " 

    İnsan tek başına yaşamak için gelmemiştir evrene. Etkileşim , yaradılışının her atomuna yüklenmiştir.  Akıl ve mantığın, cevapla birleştiği her yerde bu vardır. Ben olmak değil biz olmaktır, düşünebilme yetisinin amacı. Bundandır insanın insana olan beklentisi. Ailede, arkadaşlıkta , kendinin dışında insan olan heryerdedir. Farkedilmek zor değildir ama, karşında gören olması gerekir eylemin gerçekleşmesi için. Onca çaba da bundandır ya. Çoğu zaman basit bir onay içindir, delidivane kendini parçalamalar, gösterme çabaları. Ama farkeden yoksa. İşte o zaman sorun öbekleri, yalnızlık olarak karşılar seni. Sorguların başlar. "Daha ne yapayım ben." İşte cevap bu. Birşey yapma. Hep yapan sen olma. Kendinden ödünler vererek kabule zorlama. Çek kendini. Vermek, vermek nereye kadar? Çabalama. O zaman, eleştirileceksin, değiştin olacak ama. Sonunda ortaya bir sen çıkacak. Dengelemenin doğası bu. Bir tarafta fazlalık varsa , diğer uca doğru hareket etmen gerek. Farkedilmen böyle mümkün. "O yapar, o gelir, o verir." tanımlarından çıkar, seninde bir kişiliğinin olduğunun bilincine varır karşıdakiler. Dengede kal. Gerektiği kadarını karşıla, hep sen değil. Düşün, anla, uygula. Sonuç kesin ve olası. 

]]>
Sat, 30 Apr 2022 23:25:09 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Eskiden https://edebiyatblog.com/eskiden-2217 https://edebiyatblog.com/eskiden-2217 Yüzünden gülümseme eksik olmayan,etrafa neşe saçan biriydim eskiden. İnsan yaşadıkları acılarla,hayal kırıklarıyla,hüzünle,hatta kederle büyüyor işte bi gün ansızın. Annemin ellerinde büyümek gibi bir büyümek değil bu. Yüreğimde katlanamadığım bi acıyla,ara ara nefesim kesilirken,sararan yüzümle bitik ruhumla,acılarla kıvranarak büyümek. Kalbimde acıdan başka bir şeye yer bırakmayan biri oldu hayatımda. Tüm hayal kırıklarımın sebebi,neşemi kaybetmemin,her gece hüzünle boğulmamın esas sebebi. Kalbimde sevgi ve saf mutluluktan başka bişey olmazdı benim. Annem sadece sevmeyi öğretmişti çünkü bana, nefret kin tutmak bana göre değildi, ben bilmezdim eskiden bu duyguyu. Hatta nefreti bilmezdim… Ama öyle bi kırıldı ki kalbim,öylesine bişey yaşadım ki…Sonsuz mutluluk verirken insanlara , onun sadece nefreti hak ettiğini gördüm. Saf sevgi,saf mutluluk ,saf aşk vardı. Benim ona beslediğim tek duyguysa saf nefretti.

]]>
Thu, 28 Apr 2022 20:22:01 +0300 Semira Bulut
Yorgunluk... https://edebiyatblog.com/yorgunluk-2161 https://edebiyatblog.com/yorgunluk-2161 Merhabalar, ben kimsenin umrunda olmayan o kişiyim. Bugün buraya sadece çok yorgun olduğumu yazmaya geldim. Evet belki de şaka gibi geliyordur. Herkes yorgun, diyorsunuzdur. Kim bilir?

Ama benim yorgunluğum, çocukluğumdan beri geliyor. Açık açık saatlerce anlatmak isterdim, fakat dediğim gibi yorgunum işte. Bunları anlatamayacak kadar yorgun. Nefes alırken sorgulayacak kadar yorgun. Bazen müzik dinlerken kafam götürmüyor, müzik ya müzik. Kapatıyorum belki dakikalarca belki de saatlerce tavanı izliyorum. Yorgunum işte.

İçimde bir acı var. İçimde bir yangın var. Ama bu hiçbir zaman sönmeyecek biliyorum. Ben söndürebildiğim kadarını kendim söndürdüm. Lakin geri kalanı sönmüyor. Benim yapamadığımı başkası da yapamaz, işte bu yüzden yorgunum.

En başta umudum yok, güvencim yok. Sevgim yok, saygım yok. İnsanlığıma dair olan her şeyimi kaybettim. Ama bu bir günde de olmadı, yılların birikmişliği var. Geçmiş kirli pis ellerini sadece bir kez doladı boynuma. Sonrası karanlık.

Sonrası özgüvensizlik.

Sonrası ölüm.

Sonrası toprak benim için.

Bilemiyorum sadece, sadece ben öldükten sonra arkamdan ailem dışındaki birileri de üzülsün isterdim. Tek başıma ölmeyeyim, birileri de benimle o toprağa girsin isterdim.

Ve evet çok bencilim. 

Bencilim, çünkü kendimi kaybettim. Arıyorum her yerde ama hiç bulamıyorum.

]]>
Wed, 27 Apr 2022 22:24:48 +0300 bbeyzabektass
Geciken Ödül https://edebiyatblog.com/geciken-odul https://edebiyatblog.com/geciken-odul    Büyüklere karşı yoktu konuşma hakkımız, "küçüksün sen sus". Küçüklere karşı "sen büyüksün alttan al". Türkçesi gene sus. Okulda öğretmene, evde anne ve babaya, evlendin kocaya... Hepp sus, alttan al. Söyleyeceklerimizi yutmaktan koca göbekli olduk derdi, bir arkadaş. Belki koca göbekli olmadık hepimiz ama taşıyamayacağımız ağırlıkta düşüncenin yüküne hamallık ettik, hapsettik içimize,  özgür bırakmadık. Duvara çentik atan tutuklu gibi kemirdi içten içe bastırılmışlık. Çıkacaktı elbet bir gün dışarı ama söz olarak mı bedende hastalık olarak mı? Bazen kıvranan mideden, çatlarcasına ağrıyan başımızdan, hatır hatır kaşınan ellerimizden firar etti düşüncelerimiz. Eeee onca senenin bir bedeliydi. Mahpustan çıkan tutuklunun, ilk girdiği gençlikte çıkmadığı gibi.

   Ne çocukken saçmalamak istediklerimizin tadı var şimdi nede büyükken anlatmak istediklerimizin. Herşey zamanında, yaşının verdiği anlamdaymış, lezzeti oradaymış. Konuşmaktan yorulsamda, engelleyen kalmasada, takmasamda kimseyi artık, yok kıymeti. Geciken ödül misali değersiz. 

]]>
Wed, 27 Apr 2022 09:11:05 +0300 Cebiyemsi
ÖNCE, SONRA https://edebiyatblog.com/once-sonra https://edebiyatblog.com/once-sonra    Öfke, kırgınlıkların zannıydı sadece.   Verilmemiş değerin, eleştirilerek yorumlanan kişiliklerin bitmeyen, dışavurum çabasıydı. Yürekte yanan duyguların, sevgisizlikle örüldüğü hırçın bir yorumdu. Neydi bu kadar, bu duyguyu sindiremeyen olmuşluk. Neden, bir türlü kendini ikna edemiyordu insan. İçsel yorumlamalar yanlızdıda ondan. Tek başına izbe bir kuytuda farkedilmeyi bekliyordu. Sinmiş, pısmış bir hesaplaşmanın, sesine yol bulamayan hezeyanlarıydı sadece. Uzanan eller kendi olgularında, aynı düzleme çizik atmaya çalışan boş kalemlerdi. Yıpratılan, güvenilmeyen bir   halden çıkan, vurdumduymazlık ve galesizlikti. Ben egosunda boğulan sen olmaya erişememiş, empatisiz, bencil karşılanışlardı. Onlardan geriye ne mi kaldı? Hiç. Zorla sevgisizliğe örülmüş, yoksun ilmeklerin,   umursamazlığı. Onlar gibi olmayı öğrenmek, kendine dönmek ve yeniden yeşermek için filizlenen küçük adımlar. Büyümek ve nötürlük. Bu kadar. Kalan bunlar.

]]>
Wed, 27 Apr 2022 02:09:13 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
İÇİNDEKİ ÇOCUK https://edebiyatblog.com/icindeki-cocuk https://edebiyatblog.com/icindeki-cocuk Çocukluk. Adanılmış saf duyguların, oyunlarda hayat bulduğu,  samimi zamanlar. Tek derdimizin arkadaşımıza küsmek olduğu, barışmayla hayatın yeniden güzelliklere aktığı kaygısız yıllar. "Nede çabuk geçti." demelere doyamadığımız özlemli hatıralar. 

  " İçindeki çocuğu öldürme." diyorlar ya, aslında o çocuk hep orda. Varlığını bir kırgınlıkta, bir sevinçte gösteriyor çoğu zaman. Bu gün yaşanılanlar, geçmiş çocukluğun izdüşümleri değil mi? Şimdi adına travma dedikleri, tamamlanmamış hayal kırıklıklarının, debelenen yankıları. Ne kadar öğretildiyso kadar karışıyor hayata. Kendini bilmek bir erdemse,  yüklemi koyabilmek, tamamen geçmişin gölgesinde kalan hayatları kurtarabilmekle mümkün. Olgunlaşmak, olmak, büyümek, küçük bedenlere sığdırılmış coşkuların uzantılarıyla karışıyor ileri zamana. Yalan yanlış hatırlanan hayali kareler , bir davranışta çıkıyor ortaya. Alakasız bir anda tetikliyor zihnini. Kendin bile anlam veremiyorsun olanlara. Sebebi nette, bilinçaltı zarfını açmayı başarabilirsen , gönderebiliyorsun mutluluğa giden mektupları pullarıyla. Oda sessiz, kendinle kalmaların sonucunda mümkün. İster saatlerce istersen bir anda.  Kapanan gözlerin dinginliğinde, sakin ve ferah bir nefesin ardından. Dinle dinle dinle. Dön kendine, izle ve bak yüreğine, saklı düşüncelerine. O zaman buluşacak içindeki çocuk şu anki senle.

]]>
Wed, 27 Apr 2022 01:00:40 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Mahkum https://edebiyatblog.com/mahkum https://edebiyatblog.com/mahkum Derin bir nefes aldım  ve etrafıma baktım, yanımda olduğunu iddia eden kimse yoktu yanımda o gün anlamıştım aslında; yanındayım diyen herkesin gittiğini, verilen sözlerin hiçbirini tutulmadığını, eskisi gibi artık insanlara güvenmiyorum mesela eskisi gibi değilim kimseye karşı eskisi gibi yüzüm gülmüyor, gülse de  yalandan gülüyor. Sanırım artık en iyi yaptığım şey insanlara yalan söylemek, çok tuhaf yalan söylemeyi sevmeyen herkes yalana mahkum ediliyor. Bir nevide insanlar mahkum ettiriyor, susarak bir şey anlatmaya denediniz mi insanlara?Susunca da aslında insanlar bir şey anlamıyor, siz insanların gözlerinin içine bakarak bir şey anlatmaya çalışırken onlar hiçbir şey anlamıyorlar. İşte tuhaf olan bir diğer şeyse bu hayatınızda en sevdiğiniz insanları bile bu yüzden çıkardığınız olabiliyor. Ben şuna inanıyorum ki; insanlar, insanların yaralarını bile bile görmüyorlar. Susarak veya görmezden gelerek bir yere varacaklarını zannediyorlar. Oysaki karşılarına alıp konuşabilirler, dertleşe bilirler, hiç olmadı muhabbet bile edebilirler. Ama kimse bunu yapmıyor sadece dışarıdan seyrediyorlar bazen seyretmeyi de yapamıyorlar görmezden geliyorlar, umursamıyorlar. Herkesin eziyet ettiği bir hayvanı, siz görmezden gelebilir misiniz? Şahsen kendi adıma söyleyeyim ben o hayvanı görmezden gelemem ama bazı insanlar vardır ki; o hayvana yardım etmek yerine eziyet ediyorlar, siz asla kimseye eziyet etmeyin ve şunu da unutmayın; kimsenin ahı, kimsenin vebali kimsenin üzerinde kalmaz.

]]>
Tue, 26 Apr 2022 18:36:37 +0300 Medine Herzem
Eskiden... https://edebiyatblog.com/eskiden https://edebiyatblog.com/eskiden   Eskiden o kırılıp incinen kız, herkese inanan küçük bir kelimeyle gözleri dolan. Şimdilerde ise zaman ve insanlık ona çok güzel ders verdi. Eskisi gibi değilim, istesem de olamıyorum. Konuşmak istediğim özlediğim insanlar var ve ben onlarla konuşamıyorum. Olmuyor yapamıyorum eskiden olsa bütün kırgınlığıma rağmen yine güler konuşurdum onlarla hiçbir şey olmamış gibi. Yok sayardım bazı şeyleri ama öyle bir raddeye gelmişim ki ben bir farkında değilim bu değişim. Değişmekten korkardım, korkardı o kız ama değişmişim işte. Mesela eskiden duygularımı yansıtan biriydim şimdiler de ise duygularımı heba etmek istemiyorum onlar için. Bir geceye sığınıyorum bütün saf benliğim ile bir tek o biliyor beni. Ve 'değişmişsin' diyenlere şunu söylemek istiyorum. 'Sizler bana kendiniz gibi gelmedikçe ben kendim olmayacağım.'

]]>
Tue, 26 Apr 2022 16:10:25 +0300 YağmurunKızı8
Acıyla Dans Eden Ruh https://edebiyatblog.com/aciyla-dans-eden-ruh https://edebiyatblog.com/aciyla-dans-eden-ruh Çekilen acıların bazen gözyaşı olduğunu düşünürdüm. Ya da bir mızrak kalpte. Ruhta bir yara, histe boşlul da olabilirmiş. Şaşırırsınız ama acı bazen atılmamış bir günaydın mesajı dahi olabilir. Hala çocuksu bir heyecanla öten kuşu anlatmayı beklerken siz, yaşanan her şey de olabilir. 

Acının tanımı tadına göre değişirdi vesselam. Bir çok çeşidi olduğunu gördüm. Ağlatanı da ağlayamadığını da. Ama ruh böyle yaralanırken durup sadece izlettiren acı, katlanılamazdı. Canlı canlı ölmek bu muydu? Ruhun acı çekmesi miydi? Sen beklerken sana gelmeyen miydi? gelmeyeceğini bilerek ondan gidememek miydi? en büyük acıyı ruh çekerdi şüphesiz. 

En büyük acıysa yorgun bir ruhtu. Tükenmiş heyecanını kucağına toplamış yol kenarında usulca yürüyen o ruhu kimse hayata döndüremezdi. 

]]>
Tue, 26 Apr 2022 00:13:55 +0300 thegirlhasnonick
Sevinç https://edebiyatblog.com/sevinc https://edebiyatblog.com/sevinc SEVİNÇLER PAYLAŞILIR. ACILAR İSE YALNIZ KALIR

]]>
Sun, 24 Apr 2022 11:24:57 +0300 Hüsne sürmelioğlu
SEVMEK https://edebiyatblog.com/sevmek-2176 https://edebiyatblog.com/sevmek-2176 Kendimi kaybettiğim anda başladı, kendi kendime çelişmelerim. Sürekli bir neden arama çabasındaydım, sürekli bir sonuç bulma. O cevap gelecek miydi bilmiyordum, kavuşacak mıydık bilmiyordum. Hep kendi kendime sorular sorup onlara cevap aradım.

 

Bir gece yarasıydı bu satırları kaleme aldığım zaman. Ne kadarı mantıklı, ne kadarı gerçek bilmiyordum ya da sadece kabullenmiyordum, kabullenemiyordum.

 

Ama artık bazı şeyleri biliyorum. Misal; artık olamayacaktık, olmayacaktık çünkü o başkasına aitti. Ben ne kadar beklersem bekleyeyim onun bir hayatı vardı. Benimde vardı ve devam etmeliydim onda kalamazdım. Daha fazla kendimi perişan edemezdim. Onu bekleyemezdim.

Aşk; ansızın çalar kapını, birden düşer hayatının tam ortasına sen bile anlayamazsın birden nasıl bu konuma geldiğinizi. O sana karışmıştır, sense ona ne olduğunu anlamadan bir dünya anılar biriktirmişsinizdir.

 

Onun sesi, kokusu, dokunuşu, gülmesi bile özel ve güzel gelir sana başka kimse olmasın tek o olsun ve mutlu olun istersin. Ailem dersin, ailem.

 

Bir kez bile şüphe etmeden varınla yokluğunla her daim elinden tutarsın, vazgeçmezsin. Çünkü dersin ki “aile olmak budur.” gerçekten aile olmak bu mudur, sonra bunu düşünürsün ve sonra şu kanıya varırsın “akışına bırakmak” düşünmeden olduğu gibi acısıyla, sevinciyle, hüznüyle… her zaman yanında olursun, olursunuz birbirinize sarılırsınız.

 

Sevmek çok büyük bir cesaret ister. Hangimiz o kadar cesaretli? Sen bu satırları okuyan güzel insan, sevecek kadar cesaretli misin? Ol, değilsen bile cesaret et.

 

Özel bir duygu ve bu güzelliği yaşamadan ölme. Sevdiğin kişi yanlış biri çıkabilir ama sen yine de sevmekten vazgeçme.

 

Aldatılacaksın, aldanacaksın çünkü bunlar olacak şeylerdir. Tek aldanmak sevdiğin kişi tarafından olmayacak ama arkadaşında aldatacak. Ne yaşarsan yaşa, hangi sahte sevgi karşına çıkarsa çıksın sen asla geri adım atma. Yaşadığın her olay sana ders olur ama bazı hatalar tekrarlanacak kadar güzeldir ve sen o hataları tekrarla, tekrarla ki doğruyu bulabil.

 

Cesaretini kaybetme, kendine güven ve inan.

Kendine şunu söyle “ben her şeyin üstesinden gelebilirim” ve her şeyin üstesinden gel. Geri de durma hep bir adım ileri git, git ki insanlar desin ki yine de pes etmiyor devam ediyor. Acınla değil, mutluluğunla konuşsunlar seni. Onlara koz verme. Kendi dostun, kendin ol.

 

Her zaman yeniliklere açık ol, bir şeyi yapmaktan çekinme. O eli tekrar tut, o şarkıyı tekrar dinle, o yemeği tekrar ye, o ceketi tekrar giy, her şeyi tekrarla ve bir yol bul.

 

“Hep iyiler kazanır” derler ya aslında hep kötüler kazanır ama onlar kötü, onlar kazanıyor diye iyi olmaktan vazgeçme.

 

Kendini sev…

]]>
Sun, 24 Apr 2022 00:35:32 +0300 lâlzü
GÜNÜN MENÜSÜ &TAKVİM YAPRAĞI &2 https://edebiyatblog.com/gunun-menusu-takvim-yapragi-2 https://edebiyatblog.com/gunun-menusu-takvim-yapragi-2 TAKVİM YAPRAĞI

Erkek : Adnan - Kız : Süadâ  Yemek : Mercimek Çorbası, Sulu köfte, Salata

Söz ilâç gibidir. Azı faydalı, çoğu zararlıdır. Hazret-i Ali “Radıyallahü anh”

TBMM’nin açılışı (1920) - Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Batman Petrol Rafinerisi’nin açılışı (1954)
Yılın 113. günü, Kalan Gün : 252
4. Ay, 30 Gün, 16. Hafta
Hicrî Şemsî: 1400    Rûmî: 10 Nisan 1438    Kasım: 167
22 RAMEZÂN 1443
]]>
Sat, 23 Apr 2022 20:47:33 +0300 Rüya gibi
KENDİN OLABİLMEK https://edebiyatblog.com/kendini-ifade-etmek-zorunda-kalmamak https://edebiyatblog.com/kendini-ifade-etmek-zorunda-kalmamak      İnsan hayatında aile ile başlayan  sosyalleşme toplumla devam eder.  Sürekli birbiriyle etkileşim halinde olan birey , tepkilerini belirlerken yaşadığı sürecin birikimlerini taşır ilişkilerine. Devamında gelen kendini ifade etme tarzı, bir tutumdur aslında. Öğrendiğin, kadarını taşırsın davranışlarına ve konuşma tarzına.

  Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en üst basamak kendini gerçekleştirmektir. Buda değer ve güven duygusuyla yakından ilişkili fikrimce. Çünkü özgüven arttıkça gerçekleştirir insan kendini. Aile ile olan iletişim ilk basamağıdır değerin. Eksik kalmış, hırpalanmış bir bilinçle gelişen benlik , dışarıya karşı hep ispat halindedir. Her cümle içinden didik didik aranıp bulunacak savunma mekanizmalarıdır onun için. Öğrenilmiş çaresizliğin, bam teline basıla basıla çıkan sesleridir bu savunmalar, ısrarlar. Karşıdakini memnun etme çabası, değer görmek adına yapılan "Beni sevin, bana değer verin." iç sesinin , yankısız çığlıklarıdır. Görebilen azdır bunu, göreninde işine gelirde, sessiz kalır, nasıl olsa memnun edilen odur.

    Oysa ne güzeldir, olduğun gibi , kasmadan , kendin olmak. Davranışlarını, düşüncelerini gerilmeden, iç huzuruyla sergileyebilmek. Yanlış anlaşılma korkusunun zirvelerinden, rahatlığın yamacına inebilmek.

   Yazdıklarım sizi yanıltmasın. Daha bir kaç zaman önce bende böyleydim. Sürekli memnun etme çabası, savunmalar. Geçte olsa öğrenmek , üstündeki bütün yükleri attırıyor insana. Doğallık güzel, olduğun gibi, abartmadan, kırmadan, dökmeden. 

  Çocuk yetiştirirken hassas olmalı insan. Arzularını, komplekslerini, eksikliklerini, çocukların üzerinden iyileştirmeye çalışmamalı. Ben olamadım sen ol, ben yapamadım sen yap. Çocuğunuz bile olsa, kimse sizin eksik kalmış yanlarınızın tamamlayıcısı değil. Sen sensin, o da o. Yanında yürüyen ol, öğüt veren değil, seven ol , üstüne titreyen değil,  öğreten ol ama test makinası değil. Değil değil değil. 

    Güven ve değer verilerek yetişen bireyler, kendileri olabiliyorlar. Memnun etme çabası içinde, değersizlik savaşlarından çıkamamış insansa, tiyatral bir dünyada her gün farklı bir rolle debelenip duruyor, birilerinde kabul görmek adına. Eksik yanlarımız, öğrenilmemiş çocukluğumuzun çığlıkları. Sevilmemiş yürek çarpıntıları. Boşa geçen zamanların,  iç çekişleri. Olan bundan ibaret. Değerin güvenle harmanlandığı , mutluluk gülüşleriyle naralanan, sevgi sözcükleriyle dillenen insanların çok olması dileğiyle.

]]>
Sat, 23 Apr 2022 20:22:45 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
ÇOCUK BAYRAMI VE BEN https://edebiyatblog.com/cocuk-bayrami-ve-ben https://edebiyatblog.com/cocuk-bayrami-ve-ben                                                           ÇOCUK  BAYRAMI  VE  BEN

Yıllar  geçse de  vazgeçemediğiniz  hiç  bir  zamanda  vazgeçemeyeceğiniz  bir  takım  şeyler  vardır. Çocukluğumu  geçirdiğim  yaşadığım  mahalleye  bir  yolculuk  yaptım .Etrafa şöyle bir bakındım.Mahalle eski güzelliğini yitirmemiş aynı güzellikte kalmıştı. Eski oturduğumuz eve  bakınca,O  an  hayallerim  canlandı.  Mahallede  oynadığımız   oyunlar  ve komşular  bir  anda  gözümün  önüne  geldi,Seyre  daldım. O an!Mahallede  gözüme  bir kaç  çocuk  ilişti. Bayramınız Kutlu  Olsun  dedim.Geleceğin  nesli  olan  genç  bireylere. Zira;  bugün  23  NİSAN  neşe  doluyor  insan…Hep bir  ağızdan  bana  teşekkür  ediyor, Aynı  zamanda  sizinde  diyorlar.

Umut  dolu  gözlerle  tek  tek  hayallerini  soruyorum? Gençlerden   biri  doktor  olup,Hastalara şifa dağıtacağım diyor. Bir diğeri; Mühendis derken;bir  diğeri daha  farklı  bir yaklaşım  sergileyip, Bende  futbolcu  olacağım  dedi .  Duygu  dolu  bir  anın  gözlerime  yaş  düşürmesi ile  bir  tebessüm  ettim.Hepsi birden  ağabey  bizimle  maç  yaparmısın? Diye soruyorlar bana. Açıkçası uzun  zamandır  top oynamıyordum.Ama; Onları  bu  güzel  günde  onların  bayramında  kırmak olmazdı. Bana  yaptıkları  teklifi  kabul ediyorum.Bugünün güzelliğinde ve özelinde  23  Nisan’da  sevinci  ve  mutluluğu  birarada  yaşıyorum. Bir  yandan  oyun  oynarken, Bir  yandan  da  sohbet ediyorum. Bana  dönüp  soruyorlar? Ağabey   sen bu mahallede  yaşarken  oyun  oynarmıydın? Bir an  gözlerim doluyor  ve  duygulanıyorum.Bugün bana  bu  genç  nesil  çocukluğumu veriyordu. Evet  diyorum. Benimde  mahalle  arkadaşlarım  vardı. Çok  top  oynar, her hafta sonu        maç  yapardık. Eski anılar canlanıyor gözümün önünde.Çocuklara  dönüyorum  ve  başlıyorum sıralamaya: Bu  arkadaşım  bu  evde  bir  diğeri  burada .Tek  tek arkadaşlarımı sıralıyorum.Maç güzel gidiyor neşeli ve gülerek …Maçta  bir  tane  gol atıyorum ve maç  bizim  takımın  oluyor.

Genç  nesil  çocuklar   onlarla  yaptığım  sohbetin  tadına  doymuyor  olacak  ki;Ağabey  biraz  daha  maç uzatmaya  gitsin  diyorlar. Tadında bırakmak  gerek  diye düşünerek, Elveda  deyip  vedalaşıyorum. Ağabey  yine  bekliyoruz   diyorlar .Arkamı dönüp bir el sallayıp  olur diyorum…Yolda  giderken;   bir  dükkanın  önünde  oturan  üç  kişiye  rastlıyorum.İkisi  olgun,Biri   yedinci  sınıf  öğrencisi. Öğrenci  olan  genç birey  içten gelen  bir sesle her telden her dilden yüreği  yanık  ve  güzel  sesiyle  adeta  yoldan  geçen  insanlara  konser  verircesine şarkılar söylüyor. Karşısına  geçip  dinliyorum. Dinlerken  de  içimden ne  güzel  cevherler  yetişiyor  diye geçiriyorum.ona bakıp  soruyorum?Yaşamdaki hayalin ne?  Cevabı  o kadar muhteşem ki;Savcı  olup,Adaleti  temsil  edeceğim  diyor. Bugün çok duyguluyum  bu duygu arasında  kendisini alkışlıyorum,Sonra  da yüreğine  sağlık  deyip ayrılıyorum.23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramında  çocuklar  beni  hem  sevindiriyor,hem de duygulandırıyor…Yola  devam  ederken bugünün güzelliğinde saklı kalan bir şey vardı içimde diye düşündüm.”ÇOCUK OLMAK”.

Kısa  yolculuğum  Güzel  Sanatlar  Fakültesini  ziyaretimle son buluyor. Oradaki  resim  sergisini  geziyorum. Her  bir  resimde  ayrı  bir  güzellik  yatıyor.Her  resim çizilirken  bizlere  bişeyler  anlatıyor.Umutlu  olmayı,Hayal  etmeyi  ve  Sevgiyi,Yaşamı  anlatıyor.  Anlamak  için  sadece güzel  bakmak  ve  düşünmek  yeter…

Geçmişin  yansıyan  yüzü.Eski  tarihi  evler  ve  mahalle  araları  beni  daha  güzel  bakmaya daha  da  mutlu etmeye  yetti. Aslında  değişen  zamanın  insanları   yani  bizleriz. Bahane  aramaya  gerek  yok... Dünya  aynı dönerken  Güneş  aynı  yerden  doğup  batarken  neden  böyle  oldu?  Neden  herşey  eskisi  gibi  değil?  diye sormayın  düşünün!... Aslında  bakarsanız  her şey  aynı  değişen  insanlar…Hayat  aynı  devam ediyor. Geçmişte  kaldı  o  günler  dediğiniz  bugün  aynı. Yeter ki;Biz  özümüze  dönelim.

HER ÇOCUK BİR GELECEK,GELECEĞİ GÜZEL İNŞA EDELİM…

  23  NİSAN  ULUSAL  EGEMENLİK  VE  ÇOCUK  BAYRAMI KUTLU  OLSUN…

]]>
Fri, 22 Apr 2022 23:58:42 +0300 KUM SAATİ YAZARI
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ÇOCUK BAYRAMI https://edebiyatblog.com/23-nisan-ulusal-egemenlik-cocuk-bayrami https://edebiyatblog.com/23-nisan-ulusal-egemenlik-cocuk-bayrami Bu bayram, TBMM'nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan 23 Nisan Millî Bayramı ve 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla, önce 1 Kasım olarak kabul edilen, sonra 1935'te 23 Nisan Millî Bayramı'yla birleştirilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin 1927'de ilan ettiği ve ilki Atatürk'ün himayesinde düzenlenen 23 Nisan Çocuk Bayramı'nın kendiliğinden birleşmesiyle oluştu.[5] 12 Eylül 1980 Darbesi'nden sonra Atatürk Yılı ilan edilen 1981 yılında Kenan Evren başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi, bu bayrama resmî olarak "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" adını verdi.[9]

Hâkimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı.

]]>
Fri, 22 Apr 2022 21:06:05 +0300 Rüya gibi
Dört Mevsim https://edebiyatblog.com/dort-mevsim https://edebiyatblog.com/dort-mevsim İklim değişiklikleri, bilimsel olarak klimatoloji dalına göre incelenen bir tür atmosferik ya da astronomik değişikliklerdir. İklim sistemi, içsel ve insani etkiler, Güneş'in periyodik aktiviteleri ve sera gazları, vb. nedenlerden etkilenmektedir. Vikipedi

]]>
Fri, 22 Apr 2022 19:34:57 +0300 Rüya gibi
PORTAKAL AĞACI https://edebiyatblog.com/portakal-agaci https://edebiyatblog.com/portakal-agaci Mezarlığa uğradım bugün dua etmek için canlarıma. Çıkarken mezarlıktan bir mezarın baş ucunda rastladım resimdeki portakal ağacına .

Tazecik çiçeklerle donanmıştı her dalı, hayatın son bulduğu o noktada. Yeniden umuda çiçek açmıştı sanki.

Farkettim ki en üst dalında çiçeğe inat bir portakal duruyor.

Çiçeğe; " sen istediğin kadar aç, ben de buradayım direniyorum yaşama" ya da "sen alışıncaya kadar dünyaya eşlik etmem lazım sana" diyor gibiydi.

Hangisi acaba?

Tuhaf bir hisse kapıldım o an.

Ne garip!

Biri gençlik, biri yaşlılıktı belki!

Bir dalda yan yana.

Döndüm baktım mezara, anne ve evladı koyun koyuna.

Bir dalda iki hayat. Biri başlangıç biri son nokta.

İster istemez zamanı gelince o portakal da düşecek illa ki toprağa.

Sevgi nasıl derin bir duygudur böyle.

Getirecek  onları birlikte yine yeniden  dünyaya.

Müzeyyen/Nisan 2022

]]>
Fri, 22 Apr 2022 17:41:23 +0300 Müzeyyen GÖKMEN
ÇARESİZLİK https://edebiyatblog.com/caresizlik-2155 https://edebiyatblog.com/caresizlik-2155 Birçok şeyi gizlediğinizi sanırsınız. Duygularınızı, düşüncelerinizi. Ama insanlar, insanların düşüncesini bile anlayabiliyor yeri geldi mi. Çok ürkütücü değil mi? Ne düşündüğünüzü biri az çok tahmin ediyor... Evet ben karşımdaki insanın düşüncelerini biraz biraz anlayabiliyorum. Hemen olan bir şey değil biraz zaman geçmesi gerekiyor, insanları anlamaya başlamak, onları çözmek ve anlamlandırmak... Her şey zaten takır takır işliyor sonrasına.

Kimse olmak istiyorum, hiç kimse. İnsanlar tanımasın herkesten uzak olayım. Yalnızlık, yani bir diğer adı bunun sizler hiç insanlar içinde yalnız kaldınız mı?

Küçük Prens'te şöyle diyor ;
"insanların arasında da yalnızdır insan."

İşte tam bu noktadayım. Çevrem kalabalık. Arkadaşlarım, kuzenlerim, ailem, can bildiklerim... E peki en kötü anımda kim yanımda, kim elimi tuttu ki benim kendimi onlardan geri çekmeyeyim. Aslında hepsine, herkese çok bağlıydım ama gel zaman git zaman hepsinden uzaklaştım insan yaş aldıkça, akılca büyüdükçe neyin doğru neyin yanlış olduğunu çok iyi anlıyor. İnsanlar bana zarar veriyor.

Size de zarar vermiyorlar mı?

Sadece bana öyle geliyor olamaz, yani sadece ben öyle hissetmiyorum dimi?

Çaresizlik..?

Yalnız kalma isteği..?

Düşünme bozukluğu..?

Hayal kuramamak..?

Ölüm düşüncesi..?

Ve bir sigara yakış... Çakmaktan çıkan ses, yukarıya alevlenmesi. Sigaranın çıkardığı ses, yandığının kokusu, ağzımdan üflediğim dumanı... Ve sonu yine derin düşünceler...

Beynim patlıyor hissediyorum artık. Düşünmek bir insana zarar verir mi?
Veriyor, direkt örneğiyim buna gerçekten.

Her şeyi yokuşa sürüyorum ve bu canımı çok yakıyor. Düşünmek ayrı, yaşananlar ayrı, yaşatılanları ayrı...

Ben istemediğim çok şeyi yapıyorum. Mecburiyet belki de ama inanın bazı şeyler nefret ettiriyor. Mesela nedir bunlardan bir tanesi olmayacak bir şey hakkında hala hayal kuruyorum. Olmayacak biliyorum ama yine de hayaline sığınıp acaba diyorum... Bu benim en nefret ettiğim özelliğim...

Çaresizlik, demiştim. Çaresiz kalmak tercih midir, zorundalık mı? 

Peki çaresizlik kolay bir şey midir, zor mu?

Bir şeylerden vazgeçince çaresiz mi kalırız, pes mi ederiz?

Çaresiz kalmak ve pes etmek aynı kavramlar mı?

Bu soru son.

Peki ya, siz hiç hem pes edip hem çaresiz kaldınız mı?

Size bir düzine yine hikaye anlatabilirim ama sanırım artık kaleme alacak gücüm yok. Gücümden çok cesaretim yokta diyebilirim bazı şeyleri anlatmak cesaret ister ne de olsa.

Cesaret çok önemlidir. Her şeye cesaret ederim ama 2 şeye edemem.. Sanırım onlar benim en zayıf noktam. Bu sorunu yok edersem çok daha güzel şeyler çıkar ama günlerdir ne yazacağım bilmiyorum. Yazdıklarımı silip duruyorum, içimdekileri bu kez kaleme dökemiyorum. Çünkü bu sefer sağlam yara aldım...

Çaresizliğim işte burada başladı... Yokuş aşağı gidiyorum sonunda ya kurtulacağım ya öleceğim ve inanın ben hiçbir şey bilmiyorum..

]]>
Fri, 22 Apr 2022 15:55:28 +0300 lâlzü
Ben Nasıl Biriyim? https://edebiyatblog.com/ben-nasil-biriyim https://edebiyatblog.com/ben-nasil-biriyim
Dünya nedir diye sorsam nasıl cevaplar gelir sizce, hatta aynı cevaplar gelir mi diye sorsam daha doğru olur. Dünyanın, onu gören göze göre değişen tanımı vardır. Yani ne kadar insan varsa o kadar dünya tanımı cıkar karşımıza. 
Peki ne yapacağız dünya sorusu cevapsız mı kalacak veya tüm cevapları doğru mu kabul edeceğiz?
Bunun cevabını düşünürken bir de şunu sormak isterim size; 
İnsan nedir?
Bunun cevabı da belli aslında ne kadar insan varsa o kadar tanımı var. 
Burada mesele insanda diyebilirmiyiz?
Baktığı herşeye kendi rengini katan insanoğlu ne anlatırsa anlatsın kendi penceresinden anlatacak o zaman mesele, dünyanın nasıl bir yer olduğu değil, senin nasıl birisi olduğundur aslında, hani hep derler ya sen değiş dünyan değişşin sen güzel görmeye başlarsan tüm dünya güzelleşir, çirkin görmeye başlarsan çirkinleşir...
O zaman asıl soru ben nasıl biriyim?

]]>
Thu, 21 Apr 2022 17:39:44 +0300 Tuba KAYA
AİLEN VE "BEN" BİLİNCİ https://edebiyatblog.com/ailen-ve-sen https://edebiyatblog.com/ailen-ve-sen    Doğmak eyleminin , kadersel bağı olan aile. Mutluluk ve mutsuzluk olgularının yükleme yapıldığı başlangıç yeri. Bilinç kazanana kadar bağımlı olduğun, aklının kendine yettiğini düşündüğün andan itibaren , bağımlılıkla bağımsızlık arası gitgelli duyguların hesap düzlemi. Yapilan hataların, suçu başkasına atma egosunun ilk alıştırma kurumu. 

   İnsan doğasının iklimi bu sanırım, şu an benim yaptığım. Birşeylerden birilerine hüküm biçmek. Buda genelde aile olur nedense. Güçsüzlüğünün, şanssızlığının,başarısızlığının ve ne kadar olumsuzluk varsa hepsi. İyi olanda vardır elbet yaşadıklarında ama sahiplenme kendinedir " Ben başardım, ben yaptım gibi."  İyi gitmeyen her durumda yükleyecek biri ve birileri kolay bulunur. İnsan egosu kendine düşkündür, çünkü. Eğitmedikçede bir ömür gider salına salına. 

    Kendin olmayı öğrendiğinde, sorumlununda ,yön vereminde "sen" olduğunu anlarsın. Düşünsel gücünün tamamen senin kontrolünde olduğunu kavramak kolaylaştırır.  "Düşünüyorum, öyleyse varım."  sözünün anlamıda budur belki. Sen olduğunda vardır görünen, düşünülen. 

    Yani, özün sözü hangi aileden olduğun, neye sahip olduğun maddi yada manevi , çokta önemli olmamalı. Erdem, kendini bilmenin gücünde.  Suçlu aramak yerine , olanın bilincine varıp, en iyi seni bulmakta. Takıntılardan , suçlamalardan arınarak mutlu bir yol haritası çıkarmak adına gereken bu. Yoksa, insan benzer döngüler içinde yuvarlanıp duruyor ve girdap olmuş halde çıkış yolu dahada zorlaşıyor. 

]]>
Thu, 21 Apr 2022 14:08:13 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
SORULAR https://edebiyatblog.com/sorular https://edebiyatblog.com/sorular Kafamın içindeki sesleri bu sefer kontrol edemiyorum...
Gerçi en son ne zaman kontrol ettim onu da hatırlamıyorum. Uyuyorum, uyanıyorum düşünüyorum. Gün içinde düşünmemek için yapmadığım şeyler kalmadı bazen kafamın içi o kadar acıyor ki sırf acısı dinsin diye uyuyorum... Uykuya sığınıyorum...

Ne kadar doğru bir karar hiç bilmiyorum. Acılardan kaçmak ne zaman doğru oldu mesela bunu da bilmiyorum ama tek yapabileceğim şey buymuş gibi geliyor...

Bir şeylerden kaçmak ne kadar doğru sizce?

Peki ya neden kaçıyoruz?

İnanın bu sorulara ben hiçbir zaman cevap bulamadım. Neden kaçıyorum bilmiyorum, kaçmakta can acıtıyor, düşünmekte bir farkı fiyatı yok yani her şekilde o acıyı çekiyorsun.

Kelimeleri bir araya getiremediğiniz zamanlar oldu mu?

Benim oldu ve inanın o kadar kızıyorum kendime o anlarda bu nasıl olabilir diye kendimi yiyorum. Oysaki benim suçum değildi bu beynimin içinde bitmeyen düşüncelerimdendi...

Ve hiçbir zaman da bitmeyecek olanlardan…

İnsan hem nefret edip, hem nasıl çok sevebilir?

Hayat neden hep, neden sorusunu sorduruyor?

Acaba hayat mı böyle acımasız, yoksa biz mi hayatı acımasız kılıyoruz?

Her zaman bir çare var mıdır?

Düşünmek neden can acıtır?

Peki ya böyle binlerce soruya ne zaman cevap bulabilirim? Ya da her sorunun mantıklı cevabı var mıdır?

Yoruldunuz dimi okurken, bende yoruldum ama yaşamaktan. Bu düşünceleri silip atamamaktan. Beynimi söküp atasım geliyor ama bir yararı olmayacak bunu herkes gibi ben de çok iyi biliyorum...

Bir gün düzelir dediğim her şey yarım kaldı. Ama yine de her şey gönlünüzce olsun. İyi düşünelim ve her şey iyi olsun.

Bir gün her şey çok güzel olacak..!

.
.
.

İnanın...
En çokta kendinize...

]]>
Mon, 18 Apr 2022 00:56:54 +0300 lâlzü
Öyle bir susarsınız ki https://edebiyatblog.com/oyle-bir-susarsiniz-ki https://edebiyatblog.com/oyle-bir-susarsiniz-ki Bazen öyle bir susarsınız ki çevrenizdeki herkes; ne oldu diye soruverir. Herkes her şeyin iyi gittiğini zannederken siz bir köşede sadece ya beklersiniz, ya da ağlarsınız ikisi de çözüm değil. Herkes seçtiği yolda mutlu mesut ilerlesin, kimse geriye dönüp bakmasın, bakarsa eğer pişman olup dönme ihtimali olacak. Kim olursa olsun, gidenin geri dönmesini beklemeyin, gelecek olsaydı bir kapı veya bir yol açık bırakırdı. Herkes seçtiği yolda mutlu mesut ilerlesin, geride kalanlar zaten daha iyi olmanın yolunu bir türlü bulur. Giden, zayıflığından ve acizliğinden gidiyor, kapansa kendini buluyor ve kendi hakkında yeni şeyler öğreniyor. Ve sonunda şunu anlıyor giden iyi ki gitmiş, iyi ki yaşamışım her şeyi diyor kalan ve yaptığı hataları ömrünün sonuna kadar yapmıyor. Şu konuda anlaşalım, gelen herkes kırılan kalbi tamir ettikten hemen bakın hemen diyorum, hemen sonra gidiyor. Kalan yine siz olacaksınız, giden gitti diye üzülmeyin gidecek bir yeri olduğu için gitti, gelende zaten bir başkasından gelmedi mi? Hayatın kanunu bu, biri birine giderken biri birine gelir. Hayattaki tek iyi kiniz kendiniz olsun, yaşadığınız her şey yaşandı ve geçti şimdiye dönün ve bakın anın tadını çıkarın çünkü bu günler bir daha asla gelmeyecek. Bu gün, bu sabah, bu salise, bu saat. Kalp kırmaya gerek yok diye düşünüyorum sonuçta, bir ah meselesi değil mi? Ne derler bilirsiniz, kimsenin ahı kimsede kalmaz. Elbette üzüleceksiniz, ağlayacaksınız ama her şey tadında ve turunda bırakılmalı, çoğu size zarar azı da, kalbinize. Hiçbir şeyden pişman olmamanız dileğiyle sağlıcakla kalın...

]]>
Mon, 18 Apr 2022 00:22:36 +0300 Medine Herzem
Can sıkıntısı https://edebiyatblog.com/can-sikintisi https://edebiyatblog.com/can-sikintisi Her can sıkıntısının arkasında ya yapılmamış bir eylem ya da yaşanmamış bir duygu saklıdır. 

]]>
Sun, 17 Apr 2022 22:01:28 +0300 Hüsne sürmelioğlu
UMUT https://edebiyatblog.com/umut-2105 https://edebiyatblog.com/umut-2105 Umut ediyoruz, hayal ediyoruz. Tamam diyoruz ya tamam bu sefer tamam her şey yoluna girecek, gelecek ya da gelmeyecek ama bir şekilde yol bulacak. Heves ediyoruz çok fazla mutlu oluyoruz sonra tabi her şey bir anda yerle bir oluyor. Pes etmiyoruz, güçlüyüz, ayaktayız. Peki ya sırtımızdaki izler? Ne zaman geçer bilmiyoruz, ne zaman diner acısı bilmiyoruz. Bazı şeylerin izi kalır, belki de izi değil, hissettirdikleri kalır.
Biz hangisini yaşıyoruz, hissettirdiklerini mi yoksa izlerini mi? İkisini de çünkü unutmadık, unutamadık...

Unutmayın da size yapılanı unutmayın. Hepsi size bir ders, hepsi size bir tecrübe. İyi izler bırakanı olur, kötü izler bırakanı da ama hepsi sizin için bir başarı adımıdır daha temkinli yaklaşmak için muazzam bir fırsattır... 

İşte burada devreye tekrardan pes etmek ya da etmemek giriyor. Sen güçlü birisin hiçbir zaman aklından pes etmeyi geçirme bir söz vardır, öldürmeyen Allah güçlendirir diye yaşadığınız her gün, nefes aldığınız her an güçleneceksiniz... Bu yüzden pes etmeyin...

]]>
Sun, 17 Apr 2022 02:18:44 +0300 lâlzü
KENDİN OL https://edebiyatblog.com/kendin-ol https://edebiyatblog.com/kendin-ol En son ne zaman bir şeyi başardın? Bu başarın da kimler yanındaydı, attığın o ilk adım da kim tuttu elini? Bunlar gibi bir sürü soruya kendi içinden yanıt verebiliyor musun? Sevgilim vardı, annem vardı, ailem vardı... diye biliyor musun mesela belki evet ama deme çünkü her başarı senin, kendin için attığın bir adım. Sen o başarıyı kendin için elde ettin bir başkası için değil.

Bazı hataları erken yapmanın hayatınıza çok büyük katkısı oluyor.
Mesela; güven konusu büyük sorun oluyor ama iyi yanları da var, kendiniz tek bir şekilde, bir bireyken daha mutlu olabilirsin, az düşünür çok yaşar ve umursamazsanız kimse size bir daha bir şey diyemez, diyemez de değil aslında sadece kötü yönde şeyler söylese bile sizin canınızı eskisi kadar yakmaz, acıtmaz...

Bazı konularda bencil olmak gerekiyor. O seviyor diye o şeyi sevmek zorunda değilsin, o istiyor diye o şeyi yapmak zorunda değilsin. Sen kendin için adım atmadığın sürece o şeye zorunlu değilsin. Konu sensen her şey senin için zorundalık evet bazen sıkılıyorsun, yoruluyorsun ama ne olursa olsun sonu güzel bitecek o yüzden vazgeçme. Sana yakışmayacak bir şeyi yapma... Ya da yap kimin umurunda. Elalem ne der diye yaşaya yaşaya zaten hayatı düzgün yaşayamadık.

Sen 19 yaşındaki bu satırları okuyan kişi özgürce elalem ne der diye düşünmeden sevgilinin elini sokak ortasında korkmadan tutabildin mi?

Sen 23 yaşındaki bu satırları okuyan kişi hiç özgürce el alem ne der diye düşünmeden istediğini yapabildin mi?

Sen 25 yaşındaki bu satırları okuyan kişi hiç elalem ne der diye düşünmeden patronuna ya da iş arkadaşlarına rahatça konuşabildin mi?

Sen 29 yaşındaki bu satırları okuyan kişi özgürce elalem ne der diye düşünmeden nişanlını öpebildin mi?

Ben cevap vereyim hayır, çünkü elalem... Hayatımızı kısıtlayan tek sebep. Boş verin umursamayın, onları düşünmeden yaşayın. Bu hayat sizin günahı da senin, sevabı da elalem konuşur sen kulağını tıka ve istediğini yap. Sevgilinin elini tut, iş arkadaşınla rahat konuş, nişanlını öp... İstediğin her şeyi gönlün razı geldiği sürece yap.
Sen razıysan kimse bir şey diyemez...

Hayatı başkası için değil kendin için yaşa. Birinin yanında olmasına gerek yok, sen kendine yetersin. Özgür ol, bilinçli ol ve her zaman kendine destekçi ol. Bu hayat, bu kurallar senin kendin yaz, kendin boz...
.
.
.
Sen, sen olunca güzelsin..

]]>
Sun, 17 Apr 2022 02:16:51 +0300 lâlzü
Özgürlük https://edebiyatblog.com/kafesikırankus https://edebiyatblog.com/kafesikırankus Yıllardır kafeste hapsedilmiş, özgürleşirse kaçacağını bildiğin bir kuş düşün. 
Bu kuş kafesten kurtulduğunda uçmayı öğrenirken önce düşeceğim diye "ürkekçe çırpınarak kanatlanır."
Bazen bir yerlere çarpar düşer, bazen kanatları yorulur çırpınmayı bırakır. 
Ama defalarca dener, dener ve dener. Zamanla başardıkça kendine güveni artan bu kuş artık süzüle süzüle uçmaya başlar.
Çünkü,
Kuşun doğasıdır "uçmak." 
"Özgürlük" ruhundadır.
Bu yüzden vazgeçmez.

Bazı insanların doğası da budur işte.
Akılları ve ruhları ne kadar toplum tarafından bir kafeste tutulmaya çalışılırsa çalışılsın.
O ruh sancısı, o özgürlük tutkusu birgün o kafesi kırar.

Çırpına çırpına, birgün süzüle süzüle uçar ve gider.

]]>
Sat, 16 Apr 2022 22:37:40 +0300 1.ic.ses
Hayat denen boşluk https://edebiyatblog.com/hayat-denen-bosluk https://edebiyatblog.com/hayat-denen-bosluk Kalabalıklar içinde yalnızsın,konuşsan kimse anlamaz,üzülsen de hissetmez kimse… ve sebebini sorsalar içindeki o hissin cevap bile vermezsin. Boğazın düğüm olur tek keime edemezsin,anlatsan ne diyebilirsin ki Kocaman bi hiçlik hissediyorum desen,insanlar düşünmeden yargılar seni. Kimse anlamaya çalışmaz seni saatlerce seni düşündüren bu şeyi, seni hayattan koparan,uzaklara alıp götüren bu düşüneceyi kimse bilemez çünkü.Onlar anlamaz senin dilinden ve hisselerinden. Hayatın kocaman bi hiçlik olduğunu göremez bi çok insan, ve sonu yok gibi Yaşar. Keşke biraz düşüncesiz olsam dersin bazen keşke umursamaz olsam diye dua edersin. Hatta keşke aklım başımda olmasa dersin….

]]>
Sat, 16 Apr 2022 16:05:27 +0300 Semira Bulut
Düşün ama boğulma https://edebiyatblog.com/dusun-ama-bogulma https://edebiyatblog.com/dusun-ama-bogulma

Sonsuz mavilik karşısında oturuyorum. Kulaklarımda dalgaların kayalara çarpma sesi… düşüncelerimle baş edemediğim şu günlerde kendimi bu sahile atıverdim. Sanki o sonsuz denizin ortasında tek başıma kaldım da, çırpındıkça batıyormuş gibi hissediyorum. Çırpınıp duran benim,düşünecelerimle boğuşuyorum ve çırpındıkça o derinlik beni içine çekiyor… ve kayboluyorum sonsuzlukta. Sanki hiç olmamışım gibi, dünyaya gelmemişim gibi, yaşamaşım gibi ,düşünmemişim gibi , yıpratmamışım gibi, en çok da yıkılmamışım gibi .

]]>
Fri, 15 Apr 2022 22:26:17 +0300 Semira Bulut
GÜLÜMSE https://edebiyatblog.com/gulumse-2074 https://edebiyatblog.com/gulumse-2074 Fri, 15 Apr 2022 03:32:29 +0300 Çilem Akpınar Benim Adım Toprak https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2067 https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2067 Benim adım TOPRAK
Önce can oldum insanlara,sonra nimet oldum,yaşattım sonra yıllarca,nefes oldum.Yani İnsan,İnsan oldu. Sonra yıllar geçti...yeniden aldım onu yanıma,sardım toprakla. Su kabul etmezdi insan, ama toprak ederdi.Derin denizler,sonsuz mavilik kabul etmez insanı,çünkü topraktan olur insan...Sonra yine döner vatanına. Aşık Veysel’in dediği gibi “Benim sadık yarim kara topraktır.” Sadık olan da toprakt, yar olan da, son durak da topraktı,yaşatan da , herşeydi insan için. Bahsedilen benim şimdi,Toprak dedikleri,nefes dedikler,hayat dedikleri benim. Benim adım toprak.

]]>
Thu, 14 Apr 2022 21:15:47 +0300 Semira Bulut
SONBAHAR YAKIŞIR ŞEHRİME https://edebiyatblog.com/sonbahar-yakisir-sehrime https://edebiyatblog.com/sonbahar-yakisir-sehrime Güneş yakmıyor artık. Karanlık erken devralıyor nöbeti aydınlıktan. Gece ayazı kesiyor ortalığı sabaha kadar. Tahta kapıların arasından ince rüzgarlar esiyor. Serin bir ürperti sarıyor birden . Yağmur kokuyor toprak, kışa hazırlanıyor ağaçlar göçmen kuşlara el sallıyor kuru dallar. Yine geleceğiz diyor onlarda :"şimdilik hoşçakalın görüşürüz bahara." Sonbahar geldi mahsun bir çocuk gibi ağlamaklı ıslak sokaklar.Terkedilmiş gibi sessiz , ıssızlaşıyor şehir. Yeni bir hayata uyanmak için derin rüyalara dalıyor önce.Bahar çicekleri gibi taze umutlar açmak için hayal kırıklıklarını kurumuş yaprak gibi misali döküyor.Yitirilmiş aşkların hüznü taşıyor göz pınarlarından. Sessiz hıçkırıklar yüreğin matemine eşlik ediyor. Hesaba çekiyor insan kendini. Gözden geçiriyor hayatını. Yüzleşiyor gerçeklerle. Yeni arayışlar peşine düşmeden dinlendiriyor ruhunu ve yüreğini.

]]>
Thu, 14 Apr 2022 15:45:00 +0300 sena sabcıoğlu
TERAPİMSİ : ) https://edebiyatblog.com/terapimsi https://edebiyatblog.com/terapimsi           Hayat harika gitmiyor her birimiz için. Farklı derecelerle sorunların üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Hiç sorun yok göründüğünde bile öyle güzel anlatıyorlar ki, sorun ediniyorsun: Travmalar!   Çocukluğuna inilmeli!  Ebeveynlerin, aile dizimi, genlerin, karma, borçlu olduğun öğrenmen gereken davranışlar…. İlgi çekici değil mi? Benim sorunlarımı da bunlarla çözebilir miyim?  Ev sahibi olamayışım bu yüzden mi? İşyerinde artık yokmuşum gibi davranmayabilirler mi? Toplu taşımada yolda sapıkları defedebilir miyim? Temiz, düzenli olur mu odam? Artık tıkınmak isteğimden vazgeçebilir miyim, kapanır mı şu iştahım?

      İniyoruz, iniyoruz, kaç yaşındayım? Ana karnına kadar indik. "Heeeeyttt! Ben bilmem kaç milyonda bir döllenme ihtimalini gerçekleştirmiş bir fetüsüm."(Bir filmde duymuştum, kopya çektim) Dünyaya gelene kadar her şey burada oluyormuş meğer. Etrafa bir bakayım ikizim filan varsa, oradan başlıyormuş. Çoğu gebelik çoklu başlayıp tekli bitermiş. Ehhh, yaşayan bebeye de travmaları. Ne travması olacak? Hayatta kalma uğruna ikizini öldürdün: KATİL TRAVMASI!.... Uyyyyy, serengeti hikayeleri değil miydi o? Ebeveynler zayıf yavruyu, kardeşler cılız ve güçsüz olanı yemez miydi? Ya da öldürürlerdi? Pekala terk etsinler, aynı şey değil mi? Vahşi dünya,orman, rahim…. Daha neler olacak orada, bakalım organlarını benimseyecek misin? Aha da bu çıkıntılar ne işe yarıyor? Kol, bacak ne lazımki burada!...Nereye dışkılayacaksın, buranın kanalizasyon sistemi var mı? İşin ucunda dışkısını yemekten ölmek var. Duymadınız mı? "Bebek kakasını yapmış, akciğerlerine kaçmış" . Yaaa , siz onu iç kanal sistemi ile mideden akciğere mi geçti sandıydınız.  Bu kordon nedir? Wifi ile bağlanamıyor muyuz anneye? Ne ilkel sistem arkadaş!... Anladım, yemekler buradan geliyor!  Yani bir nevi kargo sistemi. Özel, şahsa münhasır… İp de atlanır bununla. Kültürfizik yapmak lazım. Tam oynuyorken dünya değiştirmeye kalkarsan boynuna dolanır, ara dünyayı es geçer, ebedi dünyaya göçersin. Dikkatli olmalı. Bütün bunlar hayatının içine ediyormuş, haberiniz olsun!

         Musiki, masal, annesinin babasının sesini dinleyerek doğan bebeler şanslıdır belki! Ben ne dinlemişimdir köy yerinde. Birkaç inek möösü, tavuk gıdaklamaları, arı vızıltısı, kuş sesleri…. Fena değil.  Kendim doğmuşum ben, Evde kimsecikler yokken sessizce gelivereyim demişim. Bu da travmadır sanırım. Baby showsuz, flashlar patlamadan, doğumhaneler kapılarında sevinç çığlıklarının eşlik etmediği sade bir ziyaret….Demek o yüzden her ortamda sade yaşarım da, kimse fark etmez. Onlar cümbüş bebeleri olduğu için daha ileri gider hiç yokmuşsun sadece dünyada o varmış gibi yaşarlar. Babam ne zaman öğrendiydi gelişimi? Sevindi mi acaba? Eh dördüncü olunca kıdemli baba tepkisi gösterip, işten gelince, sofraya otururken şöyle göz ucuyla bakmıştır. İsim seçmeye tenezzül ettiğine göre, cami avlusuna bırakılma travmasından yırttık. Kız mı istemişti, oğlan mı? Bakın bunların hepsi travma sebebi. İstenmeyen çocuk musun? Allah ne verdiyse ona razı olduklarını söyleyenler, erkekliklerinin ispatı için erkek bebeden, erkek çocukları vardıysa şirin kıyafetleri, iyi bakıcı olacakları yüzünden kız bebeden vazgeçmediler hâlâ.

         Annen, baban nasıl davranmıştı sana? Kardeş kıskançlığı yaşadın mı? Ayrımcılık yapıldı mı? Köteklendin mi yoksa sevildin mi? Nasıl bir sevgiydi? Bir kerem evlatlık değilsen şanslısın. Evlatlık olmayı da kaç yaşında şansın olarak gördüydün?  "Ben bu ailede evlatlık mıyım?" zannına kapıldığında, ikinci bir ailenin varlığını kurtuluş görmedin mi? Yedirildin, içirildin, ihtiyaçların görüldü. Ama inek sütü vermişler arkadaş, ne kadar zararlıymış! Bugünkü hastalıklarımın sebebi buysa, o sütlerin detoksu lazım ki iyileşeyim. Bir de her öğün hamur….Lokma, ıslama, makarna olmadı katlama, bişi, gözleme…Bildiğin buğdayın öğütülmüşünü evirip çevirip koymuşlar önüme. Gluten zehirlenmesi yaşamadığıma  şaşmalı. Alerjilerim bundan olabilir bak. Çünkü  bağışıklığım düşmüş. "Fakirlik vardı çoğu evde, şimdi herkes zengin." Aslında değişen bir şey yok. Şimdi de varlık ve yokluk aynı anda yaşanmakta. Neyin yoksa onun yoksulusun. Savaş diyarlarında sokakta yaşayan bir çocuğun zenginlik hayali başına bir dam, önünde yiyecek olması. Bunlara sahip milyonlarca insanın da film yıldızlarından sevgili, sonsuzluk havuzlarında çimmek başlarını döndürüyor. Orta hallilerde en kötüsü tatmin olmayan bir ihtiyaçlar silsilesi. Kapı önümde küçücük bir bahçecik diye ballandırarak anlatırlar onlar da yoksunluklarını. Alıp bahçe ortasına koysanız tamam gözlerimi rahatlıka kapatırım artık diyen kaç kişi var. Komşunun bahçesi de benim olsa diye geçirmeyecek mi içinden? Domates yemeyi hayal ederdim kışın. Özlemle beklerdim baharı. Şimdi fark ediyorum ki, pırasanın hayalini kursaydım kışın travma olmazdı. Şimdi yaz kış domates yeme olanağı var, ama bakalım GDO'lu mu, GDO'suz mu? Bunun da yaşlılıkta travmatik sonucunu görürüm artık.

            Genlerim nereden benim?  Soyum sopum önemliymiş. Ona göre yatkınlıklarım, hasta olma ihtimallerim var. Taaaa insanoğlunun avcı toplayıcı döneminden kalma, neydi o bakalım sürüngen beyninden kalma korkuları var. Kaç ya da savaş!... Beynin bunu yapmaya devam ediyor, kalp hastası oluyorsun. Seni kovalayan aslan, kaplan mı var, bir sakin ol!... Diyeceksiniz ki, patron, müdür, ev sahibi, faturalar….peşimizde iken aynı durum. Yani senin beynin onları Afrika'nın balta girmemiş ormanlarına taşıyor, onları da ardına takıyorsun!... Bildin de bir şey değişti mi? Ya Rabbim, beni bu kadar zavallı yaratmaktan murad ettiğin nedir? Aile dizimi ….Ailen var bir de dizeceksin onları. Verdiğimiz kararları büyürken aile ilişkilerimiz belirlemekteymiş.  Höt dedi mi çakılır kalırdık olduğumuz yerde. Şimdi bize biri ses yükseltti  mi çakılıp kalıyoruz, veya höt diyoruz yani. Onun için çok uysal bir topluluğuz, kadınları döven, öldüren, biz değiliz. Höt diyenlerin aşırılıkları da olabilir. Bu psikopat adamların ailesini dizmek lazım. Babası kesin höt hötçü, annesinin de elinde maşa ya da terlik vardır. Benimki de öyleydi demeyin sakın. Kesin bir teyze,dayı, amca, dede birinde bir farklılık olmalı.       

          Ah bir de bu karma yok mu bu karma. Hayat karması, hayat karmaşasına dönmüş. Bilmek zor değil. Bak adına soyadına, doğum tarihine. Topla, çıkart, böl. Onların sayı değerleri var. Ortaya çıkan : Kader…. Senin neyin eksik, gör, şaşırma. Kimseyi de suçlama. Bunu sen seçtin. Farkında değilsin ama belleğin hep vardı. Doğum zamanını, yerini, milletini, aileni sen seçtin. İsmin de belirlenmişti. Anan baban sadece rolünü icra etti. Alem alem içindeydi zaten. Fazla kafa yorma. Sadece senin hangi eksiklerle tamamlanmak için gönderildiğini bil yeter. Sonra tamamlanmaya başla. Öfke yasak, canlı yaşamına saygılı ol, anlamlı konuş, her şeyi iyiye yor, kıymet bil…. Beynini, ruhunu formatla. Fabrika ayarlarına geri dön.

         Mutlaka bir gün başaracağım...Travmalarımı bulup tamir edeceğim. Ama benim sorunum travmaların çokluğu ve hangisinden başlayacağım sorunu. Aslında onlar travma mı, emin değilim. Bugüne gelip günün sorunlarını geçmişe gitmeden de çözecekler birgün. Ben eremeyeceğim….

]]>
Thu, 14 Apr 2022 15:11:07 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Başucu Kitabım &2 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-2 https://edebiyatblog.com/basucu-kitabim-2 İnsan hayatında hep bir dönüm noktaları vardır.Bu dönüm noktalarında; kulakların tıkanır duymaz sanırsın, bakarken göremezsin, düşüncelerin silinmiş gibi olur beynin durmuş gibi takılır kalırsın.Hayatındaki olumsuzluklar mutluluklar hep birbirine girer; o kadar yalnız hissedersin ki; kendini dünyada tek canlı senmişsin gibi korkular kaplar içini endişeye kapılırsın ve birden kendine geldiğinde ise işte o an senin hayatı anlamanı, yaşama nedenini, adalet  terazinin nasıl olacağını bir ders niteliğinde sana sunar.

]]>
Thu, 14 Apr 2022 14:07:46 +0300 Rüya gibi
Bir umut https://edebiyatblog.com/bir-umut https://edebiyatblog.com/bir-umut Bazen bir umut, bir kişi bizi hayata bağlar. Biz gitmek istesek de o yerden veya o şehirden ne bir ileri ne de bir geri gidebiliriz. Sevmediğimiz bir şehir bile bize neler kattığını unutmamak gerekmektedir. İyisiyle veya kötüsüyle olanlar oldu ve olan şeyler bizim hayatımıza hayat tecrübesi olarak döndü. O tecrübeler sayesinde yaptığımız bir hatayı bir daha yapmıyoruz, bu yüzden hayat tecrübelerini seviyorum. Bazen tecrübelerimiz biraz ağır olur ama bunun sonunda daha güzel şeyler olacağını unutmamak gerekmektedir. Sonuçta her yağmurun sonunda güneş açar.Sonuçta her yağmurun sonunda güneş açar. 

]]>
Thu, 14 Apr 2022 12:32:42 +0300 Medine Herzem
KİMSESİZLİK https://edebiyatblog.com/kimsesizlik-1510 https://edebiyatblog.com/kimsesizlik-1510 Kimsesizlik neydi sizce yanlız olmak mı?  Yoksa o kadar insanın arasında yanlız olmak mı bence ikinci cevap her yolla çıkıyor. Bu çok büyük bir acı kimsesiz kalmak kimse istemez ki. Herkes anne kokusuna hasrettir. Aile sıcaklığına en çokta bir sohbette ihtiyaç duyar."Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından yalnızım ben." 

]]>
Thu, 14 Apr 2022 04:33:36 +0300 erhavishab_
Benim Adım Toprak https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak  Benim adım toprak, herşeyi ve herkesi tüm benliği ile kabul eden bir avuç çamur. Besleyen ve besleten bir aracım biraz da kimse bilmez beni ama herkes hisseder benliğimi. Çünkü ben senim, oyum ve çokça benim. Çünkü ben kimsesiz soğuk bir zeminim bi çare gönlümün her yanım bir üşüme evresi her yanım bir kalan olma yolunda. Gidenin ayak izleri var sırtımda gelenlerin ise kokusunu taşıyorum. Benim yoldaşım yağmurken yandaşım yanağını okşayan rüzgardır dikkat et. Suların dahi bana kavuştuğu bu döngüde benden kaçan var mıdır ki? Güneş ışınları bile yakıyorken tenimi yıldızlar geceleri eşlik ediyor soğuk karanlığıma. Ziyaretçilerin ardı arkası kesilmezken dinlerim ben her bir acıyı vefayı.. Mutluluk uğramaz bana genelde hep bir hüzün ülkesiyim. Ve ben aslında umut taşıyan yeryüzünün uçurtmasıyım... Benim adım toprak, ben ölümle doğan yaşamım...☘️ 

]]>
Wed, 13 Apr 2022 21:20:51 +0300 YağmurunKızı8
EDEBİYATBLOG GÜNCELLEME/GELİŞTİRME NOTLARI V2.0 https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-guncellemegelistirme-notlari EdebiyatBlog ailesi olarak tüm çalışmalarımızı her zaman olduğu gibi yine kendi ekosistemimiz içerisinde sonuçlandırdık.

Uzun süren çalışmalarımızın sonucunda birlikte tamamen kendi tarafımızdan hazırlanan özel yazılımlarla EdebiyatBlog'u interaktif bir portal haline getirdik.

Değerli EdebiyatBlog Ailesi sizlerin geliştirmeleri sevdiğinizi ve dikkatli olduğunu biliyoruz.
Bize EdebiyatBlog'u geliştirme konusunda geri bildirimde bulunmanızı rica ediyoruz.
Yakında yeni süprizler ile yine sizlerle olacağız...

  • EB Sohbet eklendi.
  • EB Tuval eklendi.
  • Sunucu altyapısı değiştirildi.
  • Hata düzeltmeleri ve hızla ilgili iyileştirmeler yapıldı.
  • SEO eklentileri geliştirildi.
  • Depolama alanı optimize edildi.
  • Performans iyileştirmeleri yapıldı.
]]>
Wed, 13 Apr 2022 20:58:21 +0300 EdebiyatBlog
EdebiyatBlog Tuval Kullanım https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-tuval-kullanim https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-tuval-kullanim Wed, 13 Apr 2022 17:55:52 +0300 EdebiyatBlog EdebiyatBlog Sohbet Kullanım https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-sohbet-kullanim https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-sohbet-kullanim Wed, 13 Apr 2022 17:50:00 +0300 EdebiyatBlog EdebiyatBlog Kullanım https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-kullanim https://edebiyatblog.com/edebiyatblog-kullanim Wed, 13 Apr 2022 17:31:17 +0300 EdebiyatBlog ELEŞTİRMEKTEN VAZGEÇMEK https://edebiyatblog.com/elestirmekten-vazgecmek https://edebiyatblog.com/elestirmekten-vazgecmek İnsan, kendini keşfetmeyi ve çözümlemeyi öğrendiğinde başlıyor, bilinçaltına erişimi. Sadece tepkisel bilinçle ortaya koyulan davranışlar,  otomatik olarak gerçekleşen tutumlardır çünkü. İnsan , özüne inmeyi başardığında başlar, sorgulamalar ve irdelemeler. 
  Sürekli  eleştirel  bakmak, kusur aramak özde olan eksikliklerin dışavurumudur.  Kendini bilmek için, ufak bir adıma niyetlenmen bile  açar kapıları ağır ağır. Uyanmak isteyen önce kendini uyandırmak ister. Bilir, yansıma içten dışadır. Sorgular kendini, davranışlarını. İşte bu noktaya geldiğinde ilk vazgeçmen gereken davranışyır , eleştirmek, kusur aramak. Başarılı bir değişimin bana göre ilk adımıdır bu.  Alışkanlıkları değiştirmek çaba gerektirir.Üzerinde durulmalı ve çalışılmalı,yılmadan vazgeçmeden.  En ufak bir iz kalmayıncaya kadar devam edilmeli çalışmaya. Bunu iç sesinizle dahi yapmayı bıraktığınızda tamamlanır, iyileşme. 
  Ve başlar kabul, olanı olduğuyla. İzlersin sakin bir varoluşla. Başarmış olmanın verdiği huzurla  yürürsün , yeni olana.

]]>
Fri, 25 Mar 2022 13:03:17 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Hangisi Hayat? https://edebiyatblog.com/hangisi-hayat https://edebiyatblog.com/hangisi-hayat     Hayat derken, hangi hayat acaba gerçek hayat  diye düşündüm şimdi. Yaşadığım mı, yaşamak istediğim mi? İnsanları memnun etmek uğruna sarfetiğim, kendim için yaşamayı unuttuğum yılları çıkarırsam, geriye kalan var mı bilmiyorum. Geçmişe takılmamayı öğrenmeli diyorlar da, gelecek için kaldı. mı vakit? Sadece durdum ve yaşıyorum an itibarıyla. Verirse devamını Amenna.Geçmişten kurtarıp, güzelleştirmek ve var mı yok mu ötesi diye kaygılanmadan değerli kılmak bugünü. Bugünü lduğu yerde durdurabilecekkeri bulmak ümidiyle... 

]]>
Thu, 24 Mar 2022 18:20:15 +0300 Cebiyemsi
Güncel bilgiler yarışması https://edebiyatblog.com/guncel-bilgiler-yarismasi https://edebiyatblog.com/guncel-bilgiler-yarismasi Wed, 23 Mar 2022 14:17:41 +0300 Hüsne sürmelioğlu VAR OLUŞTAKİ MUCİZE https://edebiyatblog.com/var-olustaki-mucize https://edebiyatblog.com/var-olustaki-mucize Tue, 22 Mar 2022 21:10:54 +0300 Müzeyyen GÖKMEN HAYATIN TADINI ÇIKAR https://edebiyatblog.com/hayatin-tadini-cikar https://edebiyatblog.com/hayatin-tadini-cikar   Şu kısacık, geldim gidiyorumlu hayat kesitinde, karakter oyunculara  fazla anlam yükleyerek , ne kadar yıpratıyor insanlar kendini. Oysa ki gerçek karakter ta kendisi. Olaylara , insanlara ne kadar anlam vereceğin kendi ölçülerine göre. Alınmak, kırılmak, kendi bakış açınla herşeye ederinden fazla mana yüklemek , tamamen senin  düşünsel dünyanla ilgili. Onun için abartmadan, sakin  adımlarla ilerle. Gereksiz takıntılarla hayatını heba etme. HAYATININ TADINI ÇIKAR. Mutlu olmanın anlamı, ölçüsü senin için neyse, ona hedeflen. Bırak adımların küçük olsun ama onları öyle eminlikle atki geride şüpheye yer bırakma. Olay benmerkezcilik değil, inan bana. Çünkü insan kendini mutlu edebilirse, güzelleştirir dünyayı. Ve mutlu olacak sebeplerde öyle bulur seni. Sürekli negatiflikle ne kadar pozitife odaklanabilir insan.  Daldığın denizde yüz artık, nefes almayı öğren ve sev kendini, sev dünyayı. Değişim başlasın istiyorsan, sen değiş, dünyan değişsin. Çözüm bu.

     

]]>
Tue, 22 Mar 2022 16:18:26 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Sessizliğimin Sesleri https://edebiyatblog.com/sessizligimin-sesleri https://edebiyatblog.com/sessizligimin-sesleri Sessizliğimin yollarında yürüyorum dalgın dalgın. Nereye gidiyor adımlarım bilmiyorum ancak yürüyorum hiç yorulmamış gibi yorulmayacak gibi. Bir girdabın içine çekilirmişcesine çekiliyorum sessizliğimin avuçlarına. Sanki tek bir ses hali bozacak büyüyü sanki bağırsam kırılacak camlar ve herşey toz bulutuna dönecek. Sahi bağırsam kırılır mı insanların düşünceleri? Sesimi duyurursam kalplerinize denk gelir mi yürek yangınımız? Sessizliğime bir el de uzatılır mı sesimle beraber? Eksilmek yerine eskiler de kaybolur muyuz? Eskilerin gönül güzelliğini bulmak adına eksiliyoruz her geçen gün ve sessizlik içinde eskiyoruz seslerin arasında..☘️

]]>
Mon, 21 Mar 2022 01:23:45 +0300 YağmurunKızı8
Edebiyat bilgi yarışması 2 https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-2 https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi-2 Mon, 21 Mar 2022 00:25:21 +0300 Hüsne sürmelioğlu Salıvermek Kökleri Özgürce https://edebiyatblog.com/salivermek-kokleri-ozgurce https://edebiyatblog.com/salivermek-kokleri-ozgurce Bir saksının dibine ekiverdiler bizi. Haydi filizlenip çıkıveriin günyüzüne diye beklediler. Verdiler suyu boğarcasına. Boğulmadık çıktık, çok şükür yüzeye. Güneşi yedik haylice. Kah iyi geldi, kah kavrulduk. Büyümek için kavrulmaya katlanmak gerekliydi. Büyüdük büyümesine, hatta serpildik, savruldulk rüzgara kafa tuttuk. Çiçekler açtık rengarenk dışımızda. Özgürdür güya, bakarken göğe yapraklarımız. Hiç soran yok saksının dibini. Dibine kadardı köklerin yolu. Oysa salıvermek, yayılmak yok muydu alabildiğine toprağa. Ama sıkışıp kaldık, kıvrıldık kendi içimizde. Kvrıldıkça kavrulduk. Nasıl olsa verdik dallara, çiçeklere gücümüzü. Kimimiz yüzeyde görünen ile yetinip, sarpasardı habire. Kimimiz ise var gücüyle, azimle kırdı kabını ve uzandı özgürlüğe, içten içede olsa... 

]]>
Sun, 20 Mar 2022 00:20:10 +0300 Cebiyemsi
Edebiyat bilgi yarışması https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi https://edebiyatblog.com/edebiyat-bilgi-yarismasi Sat, 19 Mar 2022 23:58:53 +0300 Hüsne sürmelioğlu Tanzimat Edebiyatı https://edebiyatblog.com/tanzimat-edebiyati https://edebiyatblog.com/tanzimat-edebiyati Sat, 19 Mar 2022 21:22:03 +0300 Hüsne sürmelioğlu Halk edebiyatı bulmacası https://edebiyatblog.com/halk-edebiyati-bulmacasi https://edebiyatblog.com/halk-edebiyati-bulmacasi Sat, 19 Mar 2022 21:04:17 +0300 Hüsne sürmelioğlu TOPARLANMA ZAMANI https://edebiyatblog.com/toparlanma-zamani https://edebiyatblog.com/toparlanma-zamani   Yıllara sığdırılan bu zaman dilimlerinde , üç yılına bakarsak ki eğer, bana kattıkları toplam hayatımdan daha fazladır. İnsanları tanımakla öğünen "Ben" , olayın bu olmadığını daha yeni kavramışım aslında. İnsanlar, akrabalar, arkadaşlar, kafamda aynı resme sığdırılmış topluluklar. Söyledikleri, yaptıkları,duyarsızlıkları, iyilikleri, kötülükleri, kısacası davranışa dönüşmüş her düşünceleri benim düşüncelerimden ibaretmiş oysa.  Ben kendi düşüncelerimin tohumlarını onlara ekmiş, büyütmüşte büyütmüşüm.

     Aydınlanma çağım geldi artık.  Geçmişin ayak izlerinde dolaşmayı bırakıp , yeni yollara, yeni başlangıçlara  merhaba zamanı. O evde , bu evde benim gibi bölünmüş tüm eşyalarımı topluyorum , yeni mekana ve yeni düşünlere. Hoşgeldin yeni ben. Hoşgeldin güzel olan herşey. Bereketle ve huzurla gel. 

    Kendi eğitimime yol aldığım başlangıcım, eğiteceğim yeni insanlarla yola devam edecek. En güzeliyle. Başlangıçlar huzur versin, herşey kolaylıkla olsun, bütün dostlarla.

]]>
Sat, 19 Mar 2022 09:34:14 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Nereye Kadar Düşünmek https://edebiyatblog.com/nereye-kadar-dusunmek https://edebiyatblog.com/nereye-kadar-dusunmek Dünya dönüyor, insanlar önümden gelip geçiyor. Ben sadece duruyorum, bakıyorum; seyrediyorum etrafı. Rüzgar yavaş yavaş tenimi okşarmışçasına esiyor, üşüyorum ama kıpırdamıyorum yerimden. Çocukların sesleri geliyor parktan ama duymuyor gibiyim, sadece önümdeki denize odaklanıp düşünüyorum. Ne düşünüyorum, ne geçiyor aklımdan bilmiyorum.. sadece düşündüğümü biliyorum o kadar. Bir anda gözüm çocuklara takılıyor; küçükler, masumlar. Oynuyorlar, ne geçiyor o küçük akıllarından bilmiyorum ama bilmek isterdim. Yere düşüyor biri ama düştüğü gibi kalkıp yoluna devam ediyor. Bu kadar kolay mıydı küçükken düştüğümüzde kalkmak? Peki şimdi neden bu kadar zorlanıyoruz, o küçücük çocuk düştüğünde hiçbir şey olmamış gibi yapıyorken; biz neden yapamıyoruz, olmuyor bir yerlerde takılıp duruyoruz. 

19'06

]]>
Fri, 18 Mar 2022 21:54:04 +0300 Kağıttan Ruhlar
Sevmek Güzel Şey Lakin Hak Edeni https://edebiyatblog.com/sevmek-guzel-sey-lakin-hak-edeni https://edebiyatblog.com/sevmek-guzel-sey-lakin-hak-edeni Herkes sevilmeyi hak eder mi?

Evet.

Peki herkes sevilmeli mi?

Hayır.

İşte herkeste kayışın koptuğu o nokta bu nokta. Sevilmek, sevmek çok güzel fakat herkes sevilmez. Kendimizi, karşımızdaki insanın sevgimizi hak etmediğini fark ettiğimiz an uzaklaşmalıyız. Eğer uzaklaşamazsak, genelde bu senaryolar kötü bitiyor. Hepimiz aslında çok güçlü kişilikleriz, kendimize dur demeyi bilmeliyiz. 

Hak edeni sevmek lazımdır. Ve sadece birisini sevmeye odaklanmamalıyız. Acaba biz sevilmeyi hak ediyor muyuz? Eğer aklımızda bir yerde küçücük bile bir hayır geçiyorsa kendimizi düzeltmeliyiz. Kendimize iyi gelmeliyiz en başta. Gerisi yalan...

]]>
Fri, 18 Mar 2022 16:05:34 +0300 bbeyzabektass
BİL BAKALIM 2 (Bilgi Yarışması) https://edebiyatblog.com/bil-bakalim-2-bilgi-yarismasi https://edebiyatblog.com/bil-bakalim-2-bilgi-yarismasi Fri, 18 Mar 2022 15:53:27 +0300 bbeyzabektass BİL BAKALIM (Bilgi Yarışması) https://edebiyatblog.com/bil-bakalim-bilgi-yarismasi https://edebiyatblog.com/bil-bakalim-bilgi-yarismasi Thu, 17 Mar 2022 17:22:47 +0300 bbeyzabektass BİRİLERİ https://edebiyatblog.com/birileri https://edebiyatblog.com/birileri BİRİLERİ

Birileri vardır elbet. Birileri hep olur zaten. Bazen hayatınızın aralık kalan kapısından bakarlar bazen de çarptıkları kapıdan içeriye girmeye cüret ederler. Onlar da bilirler ki kapıyı çalsalar asla içeriye alınmayacaklar. O yüzden de kendilerince bir boşluk yaratırlar. Bir korkak gibi saklanarak sizi izlerler. Göz göze gelmeyi beceremezler. Onun yerine hayatınızda bir boşluk açıp sizi de o boşluktan itmeyi düşlerler. Böylesi onlara daha çok yakışır.

Birileri vardır elbet ama isimleri yoktur. Onlar bir ismin manasını karşılayamazlar. Bu yüzden de karanlığa dair ne varsa içlerine alırlar. Kendilerini de farklı tabirlerle tanıtırlar. Kendileri gibi olmadıkları her yer onlar için çok güvenlidir. Maskelerinin ardına sığınırlar. Kat kat örterler içlerini. Kimse göremez gözlerindekini. Belki dünyanın en güzel gözlerine sahiptir ama o gözlerde sizi bekleyenin ne olduğunu hiç bilemezsiniz. Aşk mı yoksa ihanet mi? Birileri bunu bilmenize hiç izin vermez.

 

 

                                                                                                                                                           DENİZ SARGUT

]]>
Tue, 15 Mar 2022 16:27:27 +0300 Denizdensesler
Paulo Coelho https://edebiyatblog.com/paulo-coelho https://edebiyatblog.com/paulo-coelho

''Yolunu bulduğun zaman korkmamalısın. Hata yapacak kadar cesur olmalısın. Hayal kırıklığı, yenilgi ve umutsuzluk Tanrı'nın bize yol gösterme araçlarıdır.'' 

-Paulo Coelho

]]>
Mon, 14 Mar 2022 22:26:34 +0300 Edanuryd
Gelir Dağılımı Dengesizliğin Azaltmada Vergi Politikasının Rolü https://edebiyatblog.com/gelir-dagilimi-dengesizligin-azaltmada-vergi-politikasinin-rolu https://edebiyatblog.com/gelir-dagilimi-dengesizligin-azaltmada-vergi-politikasinin-rolu  Belli ekonomik, mâli ve sosyal amaçlara ulaşmak için vergilerin miktarında ve bileşiminde yapılan ayarlamalar 'vergi politikası olarak adlandırılır. Vergi politikası dört amaç ile yapılır. Amaçlardan ilki kamu harcamalarının finansmanını sağlamak, ikincisi gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak , üçüncüsü ödemeler dengesinin açığını azaltma , ve sonuncusu ise ekonomik kalkınmayı sağlayıp bölgesel eşitsizlikleri azaltmak amacı ile belli sektör ve bölgelerin gelişmesini teşvik etmektir .

  Vergi politikasının amaçlarından biri olan gelir dağılımındaki eşitsizliği şu şekilde açıklayabiliriz. Bir ekonomide ortaya çıkan gelirin , bireylere nasıl paylaştırıldığını gösteren ekonomik gösterge olup ülkeler düzeyinde de gelirin sosyal sınıflar arasındaki dağılımı olarak adlandırılan gelir dağılımının adaletsizce pay edilmesi sonucunda ortaya çıkan önemli bir sorunsaldır.

    Bir ekonomideki bütün kişiler yaşamları boyunca üretim sürecine emek, sermaye veya servetleriyle katılarak yaşamlarını sürdürmek için yeterli bir gelir sağlamak durumunda olmayabilirler. Hastalık, sakatlık, yaşlılık, işsizlik gibi nedenlerle yeterli bir gelir elde edilemeyebilir ve yeterli servet stoklarına sahip olunamayabilir. Bu nedenle devlet, kendi kusurları olmaksızın geçimlerini tamamen ya da kısmen sağlayamayanların yeterli bir gelire kavuşmalarını mümkün kılan yeniden dağılım tedbirlerini almak zorundadır.

    Ekonomik süreç içerisinde fonksiyonel gelir dağılımı ile ilk olarak ortaya çıkan gelir brüt gelirdir. Ekonomi teorisi brüt gelirle ilgilenir, buna faktör gelirlerinin dağılımı, birincil dağılım adı da verilmektedir. İkincil dağıtım ise, gelirin doğuşu ile kullanışı arasında geçen yeniden dağılımı ile ilgili konuları kapsamaktadır. Bu nedenle ikincil dağıtım devletin araya girerek sosyal ve etik nedenlerle birincil dağılımı düzenlemesi anlamına gelir. Böylece devletin müdahalesi sonucu ortaya çıkan gelir dağılımı ikincil gelir dağılımı olarak adlandırılır ve birincil dağılıma göre daha eşitçi olduğu kabul edilir.

   Devletin gelirleri daha eşitlikçi bir düzeye sokma çabaları, gelirin yeniden dağılımı olarak adlandırılabilir. Bu amacı gerçekleştirmek için devletin elinde gelir dağılımının fonksiyonunu ve büyüklüğünü etkileyebilecek çok sayıda araç bulunmaktadır. Mali olmayan politika araçlarının başlıcaları: istihdam, ücret ve Fiyat kontrolleridir. Temel maliye politikası araçları ise; vergi ve kamu harcamalarıdır. Kısaca gelir dağılımı eşitsizliği önemli bir sorun olup vergi politikası ile çözülmeye çalışılmaktadır. Ayrıca vergi politikasının amaçları arasında da yer almaktadır.

]]>
Sun, 13 Mar 2022 23:30:58 +0300 meczupbiryazar
Doğayla Sözleşme. Michel Serres · Yapı Kredi Yayınları. https://edebiyatblog.com/dogayla-sozlesme-michel-serres-yapi-kredi-yayinlari https://edebiyatblog.com/dogayla-sozlesme-michel-serres-yapi-kredi-yayinlari Sun, 13 Mar 2022 20:51:37 +0300 Rüya gibi YALNIZLIĞIMA BİLAKİS KENDİME https://edebiyatblog.com/yalnizligima-bilakis-kendime https://edebiyatblog.com/yalnizligima-bilakis-kendime Merhaba Beyza,

Ben senim. Senin geçmişini, geleceğini ve hatta sonunu bile belirleyecek olan kişiyim. 

Sana bahsedeceğim şeyler çok ama çok canını yakacak buna hazır mısın?

Hazır olmamak gibi bir şansın yok. Bunlar zaten beyninin içinde sürekli dönüp duran ve seni oldukça rahatsız eden şeyler. Sadece sakin ol ve kendine itiraf et. Sonra düşün. Devamına da sen karar ver.

Öncelikle sana ciddi anlamda sormak istediğim en büyük şey, gerçektende ölmek istiyor musun?

Yoksa sadece kolay yolu mu seçiyorsun?

Bilmiyorsun. Her zaman ölmeyi istediğini söylüyorsun, artık dayanamadığını kendine tahammül edemediğini dile getiriyorsun. Ama başına küçücük bir şey gelse ölmekten korkuyorsun.

Kabul et aslında ölmeyi gerçekten de istemiyorsun. Sadece kaçmak istiyorsun. Neresi olduğu önemli değil, sadece uzaklaşmak. Kendinden, hayatından, hatta ruhundan. En çok da benliğinden. Kimsenin kabul etmediği, edemediği o garip kişiliğinden.

Ben mi tuhafım yoksa insanlar mı tuhaf diye soruyorsun hep.

Sen tuhafsın Beyza. Çoğunluk senin gibi değilse, sorun sendedir. Ama şimdi böyle dedim diye de çok kırılma bana. Benden başka kimsen yok senin.

İnsanlar tuhaf olsun ya da sen ol, ne önemi var ki?

Söyler misin bana, senin olmadığın bu dünyada insanların ne önemi var?

Kabulleniş zordur derler, evet zormuş. Ve bu neyi kabullendiğine göre de değişir. Sen kendini kabullenmeye çalışıyorsun. Tam başardım diyorsun, oh sonunda ben buyum işte diyorsun sonra küçük bir olay patlak veriyor ve kendinden nefret ediyorsun. O kabulleniş çöpe gidiyor.

Yapma be Beyza...

Zaten geçmişin çok ağır, zamanla daha da ağır olacak o yüzden yapma.

Senin senden başka kimsen yok inan bana. Herkes bir gün yanından gidecek hatta gidiyor. Gitti bile...

Yaren gitti, Suna Abla seni mahvetti. Ediz dalgasını geçip hayatına devam etti. Doğukan gitti, eli eline deydiği için heyecandan çığlık attığın çocuk. Evet evet o. Gitti. Daha da gidecekler.

Sana bu olanlara alış diyemem. Alışamazsın alışma da zaten. Duygularımız olmadığı zaman yaşamanın ne anlamı var?

Bugün 12 mart. Bugün kar yağdı. Camdan dışarıyı izledin, dışarıya çıkmadın, oyun oynamadın. Geçen yıl kardeşin dışarıya çıkıp, karda arkadaşlarıyla oynadı diye evde ağlamıştın. Gizlice perdenin arkasından izleyip benim neden arkadaşım yok diye sorduğunu hala hatırlıyorum.

Senin yüzünden Beyza.

Sen istemediğin için arkadaşın olmadı. Şimdi yine ağlama, elimde değildi insanlar benden uzaklaşıyor diye hiç deme. Her türlü sorumlusu sensin bunun.

Şu an açtın yine seni ağlatan şarkını, tüylerini diken diken edişini izleyip yazmaya devam ediyorsun.

Beni kurtar Beyza. İçindeki kız çocuğu hala ölmedi evet ama can çekişiyor, kurtar onu. Geçmişini mahvettin, çocukluğunu, gençliğini mahvettin ama geleceğini kurtar.

Bir işe yara artık Beyza. Bir işe yara.

Yalnızsın çünkü senin suçun. Her şeyi mahvettiğin gibi çevreni de mahvettin. Arkadaşların yok çünkü hepsinden sen uzaklaştın. Sevdiğin ya da seveceğin yok çünkü sen baştan kaybettin. Kimsenin seni seveceğine inancın yok.

Ve bana kalırsa buna ben de katılıyorum.

Bence seni gerçekten de kimse sevmez. Sadece kandırırlar, sen de yersin bir güzel sonra da seni bırakıp giderler.

Ağla Beyza. Sen ağlamayacaksın da kim ağlayacak?

Geçmişini yendin, tebrik ederim. Bazı olaylardan hala kopamıyorsun ama unutma ki geleceğine yenileceksin.

Sen hep kaybeden oldun, yine kaybedeceksin Beyza.

Herkes seni harcadı, yine harcanacaksın.

Ölmeni isteyen birisi vardı hatırlıyor musun?

Bir gün o kazanacak, sen o günde kaybedeceksin.

İzle sadece.

]]>
Sun, 13 Mar 2022 01:25:03 +0300 bbeyzabektass
Sadece Kadın https://edebiyatblog.com/sadece-kadin https://edebiyatblog.com/sadece-kadin Sadece kadın...

Bugün 8 Mart... Dünya kadınlar günü... Dünya emekçi kadınlar günü... Yani sadece kadın değil, emekçi kadınlar günü...

Emekçi olmayan kadın mı var diye sorguluyorum bazen. Kadın Dünya'ya geldiği ilk andan itibaren hep birşeylerle mücadele etmek zorunda bırakılmadı mı? Mesela pembe patikleriyle sevilen küçük kadın... Akranlarına aslanım, paşam denilirken, pembe patikleriyle prenses olmadı mı? Sonra oyuncak tencereler bebekler alındı. Yemek yaptı, bebek baktı... Belki gizli gizli arabalarla oynadı. Sonra okul çağı geldiğinde yine mücadele etti. Sek sek oynamak yerine futbol oynamak isteyebilirdi. Ama hiç sorulmadı ona. Sonra o pembe patikli minik kadın büyüdü. Etrafındakilerin onun için biçtiği şekle girmek zorunda hissetti kendini. Ama yine de mücadele etti. Beden ölçülerine, kıyafetlerine, yürümesine, gülmesine, saçına hep başkaları fikir belirtti.  Toplumun kendisine biçtiği kalıba girmeyerek mücadele etti. Canı istedi ruj sürmedi, canı istedi kendini renklerle donattı. Ama her durumda fikir belirtenler oldu. Belki anne oldu ve mücadelesine bir başka miniği yetiştirerek devam etti. Belki de öğretmen oldu, mühendis oldu. Özel sektörde çalışmak istedi ancak orada da mücadele vardı. Çünkü kadın çalışan işveren için negatif bir durumdu. Ancak o mücadele etti ve en üst düzey yönetici oldu. Orta yaşa geldi saçlarında beyazlar çıktı. Daha önce bedenine kıyafetine karışanlar bu sefer saçlarıyla ilgili fikir belirttiler. Beyazlarına her baktığında yılların emeğini gördü. Birkaç kez boyadı saçlarını... Bu kez de saçını boyadığı için hayatına müdahil oldular. Bu yaşta kadın saç mı boyardı? (!) Bıraktı beyazlarını tekrardan ama bu sefer kendi mücadelesini hatırlayarak boyamadı saçlarını... Belki torunları oldu, bütün aileye kol kanat gerdi. Belki de hiç evlenmedi. Hayata tek başına sımsıkı sarılarak devam etti. Evlenmemesini sorgulayanlar oldu tıpkı saçları gibi... Son nefesine kadar hep mücadele etti. 

Şimdi tekrar soruyorum. Sadece kadın mı? Ya da sadece prenses? 

Emekçi kadınlara...

]]>
Tue, 08 Mar 2022 16:38:32 +0300 galeria.faustina
Arşiv 25 ( Mavi Masuma Yağan Kızıl Kin ) https://edebiyatblog.com/arsiv-25-mavi-masuma-yagan-kizil-kin https://edebiyatblog.com/arsiv-25-mavi-masuma-yagan-kizil-kin Açıkçası ne diyeceğimi bilemiyorum. Uzun zamandır bu yazıyı yazmak istiyordum ancak başına oturmaya cesaret bile edemedim şu vakte kadar. Konuyla ilgili araştırma yaptıkça karnıma ağrılar giriyordu ama bir şekilde bu konudan bahsetmem gerekiyordu. Normalde bu , Uygur soykırımını sansürsüz bir şekilde anlatan kurgusal bir öykü olacaktı ama bundan vazgeçtim. Yazdıklarımın bir faydası olmayacağı bilinciyle kahrolurken bu yazıda sadece hakikatlerden bahsetmeye niyetliyim. 

Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı soykırım , araştıranları şeytanın yeryüzüne indiğine inandıracak cinsten. Adeta dünyanın en büyük hapishanesi konumda bulunan bölgede binlerce masum insan sırf ırkları ve dini inanışları yüzünden işkence görmekte ve hatta öldürülmekte.

Terörist olduğuna dair belgeleri imzalamadığı için tecavüze uğrayan kadınlar , gözleri önünde annesi ve babası öldürülen çocuklar , kendi din ve benliklerinde işkence yoluyla uzaklaştırılan binler var . 

2009 ' da Urumçi'de 200'e yakın Uygur Türk'ü kurşuna dizilerek infaz edildi.
2017'de inşaatları başlayan yetimhanelere ailelerinde zorla kopartılmış 500 bin çocuk yerleştirildi.

2 , sonrasında da sadece 5 sene bağımsız kalan Doğu Türkistan halkına uygulanan zulümlerden kurtulabilmiş kişilerinde anlattıkları kan donduran cinsten. 

Daha önce toplama kamplarında tutulmuş Kayrat Sumarkan yaşadıklarını şu şeklide anlatıyor ;

"Sorgulama sırasında ağır işkenceler gördük , ufacık hücrelerde çok sayıda insan bir arada tutulduk ve kimilerini intihara sürükleyen Komünist Parti rejiminin acımasız uygulamalarına maruz kaldık."

Bedenlerini saran ve hareket etmeleri durumunda acı çekmelerine sebep olan sandalyelere zincirlenip günlerce sorgulanan insanlar ayaklarına bağlanan 5 kiloluk prangalarla , daracık ve penceresiz hücrelerde 40 ' a varan sayıda kişiyle zorla tutuluyor.

Her aileye yerleştirilen  ve en ufak bir hatalarında onları fişlemekle görevli Çinliler var. Uygur kızları Çinli bir erkekle evlenmek zorunda. Sokaklarda adım başı polisler var ve sıkı denetimler uygulanıyor. Camiler yıkılıyor ve kişinin dini inancını ve ırkını belli eden en ufak şey hapis cezasına sebebiyet veriyor. 

BBC'nin Uygur toplama kamplarına yaptığı ziyarette arka plandaki kişilerin yüzlerine bakın. Bu detayı fark ettiğimde iyice kahroldum. İnsanlar gülmek zorundalar adeta kameralara karşı. Sonuçta ağlamaları durumunda bile cezalandırıldıkları bir zindandan kastediyoruz.

Çin , geçmişin kini ve ucuz iş gücüyle paranın hırsıyla günümüzde bir insanlık suçu işlemektedir. Tüm bu olanlara rağmen BM'nin Uygur soykırımına son vermesi adına Çin' e yolladığı mektupta bir tane bile İslam ülkesinin imzası yer almamaktadır. Türk basını da Uygur soykırımından bahsetmemektedir. 

Tüm bu yaşananlar insanlık için büyük bir utanç kaynağıdır. Çin , Uygur halkına yaşamayı bile çok görüyor ve bir ırkının kökünü kazımaya çalışıyor. 

Akıttıkları kan mavimizi kirletirken de biz çok da bir şey yapamıyoruz.  

]]>
Tue, 08 Mar 2022 14:53:04 +0300 Garip
KADIN DÜNYASI https://edebiyatblog.com/kadin-dunyasi https://edebiyatblog.com/kadin-dunyasi    Özel bir güne sıkıştırılarak, anlam verilmeye çalışılan bu günde, değer ölçüsünün biçimlendirildiği kutlama vari anışlar.  

   Kadınların kimyasına bakmak gerek, bir gün değil her gün. Anlamak, ulaşmak adına değeri her zaman katabilmek gerek. Karmaşık olarak tanımlanan, ince zekâlarında saklı , detaylı düşünme şekilleri algılanmalarında yanlışlıklar doğuruyor. Şu ana özgü olmasada geçmiş kuşakların kadınları çocukluktan başlayan öğretilmişliklerle,koşullandırılmalarla doludur. Duygusal bakış kimi zaman etkin olsada, çoğu zaman bir çok sorumluluğa bindirilmiş kadın , kimliğini unutmuş, başkalarına adanmış hayatlarda kendi yerini bile anlamlandıramamıştır. Eğitim bir yere kadar bu düşünüşe ve davranışa bilinç katıyor gibi gözüksede, genele vurulduğunda kadın toplumda , ailede daha fazla sorumluluğa mecbur bırakılmıştır. Naralar atan, kadın hakları diye konuşan bir çok kişi , işin özüne inemeden kalıp cümlelerle konuşur. Bu konuda yorum yapabilmek adına, kadının iç dünyasını, yetiştiği çevreyi, yaşadıklarını ölçüp biçip  , bilgi sahibi olmak gerek, anlamak adına.

    Her kadın önce kendi değerini bilmek adına bilinçlenmeli, kendini eğitmeli. İmkansızlık içinde , imkan yaratan nice hemcinsini  örnek almalı. Neden mi?

     Kadın, hayatın kimlik kazandıran yanıdır. Doğuş, oluş onun biyolojisiyle süreğenlik kazanır. Kadın ince düşüncenin, değerliliğin,özel olmanın diğer adıdır. 

      Benim dünyamda , özel gün diye bir kavram olmasada , adını verdikleri bu günden itibaren anlaşıldığınız,  değerinize değer katılan bir dünyada yaşamanız dileğiyle. Hepinize saygı ve sevgiyle.

     

]]>
Tue, 08 Mar 2022 13:43:43 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
KADINLAR GÜNÜ MÜ? https://edebiyatblog.com/kadinlar-gunu-mu https://edebiyatblog.com/kadinlar-gunu-mu KADINLAR GÜNÜ MÜ?

Kadını önce tanımak gerek!...

Kadın kimdir?

Bir anne,Bir abla,Bir kardeş,Bir eş olarak yaşantımızın vazgeçilmezi birer birey olarak tanımlarız.

Bugün tarihler 08 Mart’ı gösteriyor.Bugüne anlam yükleyen birileri bugünü KADINLAR GÜNÜ olarak ilan etmiş.Kadının günü olur mu?Kadının değerini bir günde mi anlamak gerekiyor?Sadece bugüne has olarak mı ona özel davranıp,Özel hediyeler sunacağız…

HAYIR!

Kadının gününü  sadece bir günle sınırlandırmak olmaz…Kadın her anında özel,Kadın her anında  sevilip sayılmalı…Sadece bir güne sığdırılan günde değil!İçinden geldiği zaman hediye alınabilmeli ve onu her zaman el üstünde tutabilmeli…

KADIN,Sadece bir gün hatırlanacak kadar değil!Her gün sevilecek kadar özeldir.Kadını Kadın yapan en önemli unsur! Yüreğinde taşıdığı merhemet ve sevgi dolu yürektir.Onun sevgisi ve merhameti bir günlük değil!Ömürlük olur...

Kadına şiddet olmaz!...

Kadın,Bir günlük hatırlanan ve pahalı hediyeler alınan gün benim için anlamsız olur.Benim ömrüm hep sizinle,benim sevgim ölene dek yaşar.Benim sevgi,merhamet,Şefkat gördüğüm her gün benim günümdür der.

Kadınların ölmediği daha doğrusu öldürülmediği güzel günler hep bizimle olsun…

Başta Annem olmak üzere,Bütün kadınlara

SAYGILARIMLA…

 

]]>
Mon, 07 Mar 2022 23:15:47 +0300 KUM SAATİ YAZARI
GECENİN SESİ https://edebiyatblog.com/gecenin-sesi https://edebiyatblog.com/gecenin-sesi                GECENİN SESİ

“Sana anlatmam gereken bir hikaye var” diyerek konuşmasına başladı. Kalbindeki telaş sesinde yankılanıyordu.  Sanki içinden geçenleri bu gece söyleyemezse bir daha hiç söyleyemeyecekti. Ruhunun kilitli kapılarını açmaya hiç bu kadar yakın olmamıştı. Narin kolları geçmişin yükünü daha fazla kaldıramıyordu artık. Yüreğinde biriken eski hatıralar paslanmaya yakındı. Onları daha fazla orada bırakmayacak bir hışımda yüreğinden söküp atacaktı. Kararlıydı. O gece verdiği bu kararı, hayatı boyunca unutmayacaktı.

Konuşmaya nasıl başlaması gerektiğinden emin değildi. Karşısındaki adama baktı uzunca. Yıllardır beklediği kişi o muydu sahiden? Ruhunda asılı olan kilitleri o mu sökecekti birer birer? Ruhunun anahtarı onun ellerinde miydi? İlk defa soru sormaktan korkmuyordu çünkü alacağı cevaptan çok emindi. Sakin ama derin bir bakış attı. O an, tamda olması gereken yerdeydi. Bunu tüm kalbiyle bruh, iliyordu.

Bir ömrü hikaye etmek, bir hikayeyi de ömre çevirmek herkese nasip olmaz elbette. Ancak o gece yolda yürürken fark etmişti ki artık bir hikaye yazmak istemiyor, o hikayenin ta kendisi olmak istiyordu. Derin bir nefes alarak kendisini ait olduğu gecenin kollarına bıraktı. “Sana anlatmam gereken bir hikaye var” diye de tekrarladı. Karşısındaki adam uzanarak elini tuttu. “Anlatacağın tüm hikayeleri dinlemeye hazırım” dedi. Kadın o an kendini anlatmasına gerek kalmadığını fark etti. “Bu hikayeyi beraber yaşayalım” dedi.

 

 

DENİZ SARGUT

]]>
Mon, 07 Mar 2022 02:02:07 +0300 Denizdensesler
Yaşam evresi... https://edebiyatblog.com/yasam-evresi https://edebiyatblog.com/yasam-evresi İnsanoğlu sancıyla doğar mutlulukla karşılanır. Ölürken bir nefesle gider acıyla uğurlanır.

R.G.

]]>
Sun, 06 Mar 2022 22:18:29 +0300 Rüya gibi
Baharımın aşkı... https://edebiyatblog.com/baharimin-aski https://edebiyatblog.com/baharimin-aski Gökyüzündeki bütün yıldızlar, Toplanmış senin gözlerinde,

Henüz duymadım ama kim bilir kaç şiir, Saklıdır sevgilim senin sözlerinde

Sen bir şarkı olsan Mahur makamından Ben çalsam ben söylesem dökülsem göz yaşından,

İlk görüşte aşk diye bir şey varmış meğerse,

Sevmekten hükümlüyüm senin kalbin zindan.

]]>
Sun, 06 Mar 2022 22:13:13 +0300 Rüya gibi
Benim... https://edebiyatblog.com/benim https://edebiyatblog.com/benim Her derin nefes alışlarımda içimde binlerce kez bahar olur coşarım.

Gözlerim güneşin mutluluk oklarıylarıyla parlar ışık olurum yüreğime.

Açarım kollarımı göğe haykırırım sevinçlerimi.

Ruhumun ahenkli çalan gökkuşağı renginimin,

Notlara döktüm sevgimi hayat kaynağım yaşamak...

R.G.

]]>
Sun, 06 Mar 2022 21:57:45 +0300 Rüya gibi
DÖNGÜLER https://edebiyatblog.com/donguler https://edebiyatblog.com/donguler   Yaşarken , tekrarlanan döngüler, ders alman gereken bir şeye dikkat çekmek istiyordur. Dersini al ve aynıyı tekrar yaşama. İnsanoğlu ısrarla bu durumu , bahtsızlık, kötü şans olarâk isimlendirsede, yanılıyordur aslında. Yolu açman için sinyal veriyordur vede uyanman adına. 

    Ders öğrenilene kadar imtihan eder hayat seni. Üstüne basa basa noktalar koyar. Ama sen virgül koyarak devam edersin aynı hataları yapmaya. Söylenmeyi seversin çünkü, ondan beslenirsin.   Bunun adıda , kendine acımaya bahaneler yaratmaktır. Konuşacak, yakınacak durumların olması seni tamamlar. Döngü alışkanlık yapmıştır bilinçaltında, beyin korumaya alır seni tekrarları gözeterek.

   Bu hep böyledir, inan. Artık dur deyip , döngülerden çıkabilirsin. Eminlikle, isteyerek  ve düşünerek. Olmasını istediğin herşey için bilinçaltını eğiterek. Ancak yeniye bu şekilde yer açarsın, yada açılacak kapılar önüne çıkar.

]]>
Sun, 06 Mar 2022 15:45:05 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Oscarlık bir oyuncu https://edebiyatblog.com/Hayır-o-ben-değilim https://edebiyatblog.com/Hayır-o-ben-değilim Yıllar önce çekilmiş bir fotoğrafıma bakıyorum şimdi,

Dudağımın kenarında kırık bir tebessüm

Gözlerim gülmüş ama ışık saçmıyor

Ama şaşıyorum neydi acaba o an bana o garip gülüşü verdiren..

Hayır diye baş çekiyor bir ses

Sen değilsin o başkası

Hayır o ben değilim

Şimdi aynada gördüğüm kadın

Resimdeki kadın değil

Kim öyleyse o kim,kim

Neden gülmüş acı acı 

Gülmeye silah zoruyla zorlanmış gibi 

Gözleri haykırıyor ama anlamsızca 

Sesi duyulmuyor

Anlaşılmıyor hisleri

Belkide oscarlık bir oyuncu

Evet evet oyuncu,başkası yapamaz çünkü bunu

İçi yanarken dışına serinlik veren

İçi mahkumken bir çok hisse

Dışarıya Özgürlük türküsü çığıran

]]>
Wed, 02 Mar 2022 23:47:06 +0300 Kasım Çiçeği
ZAMANA BİR MEKTUP BIRAKTIM 2 https://edebiyatblog.com/zamana-bir-mektup-biraktim-2 https://edebiyatblog.com/zamana-bir-mektup-biraktim-2  

ZAMANA BİR MEKTUP BIRAKTIM(2)

SELAM  ZAMAN

Suçlu olan sen değilken!Herkes seni suçlar…Sen yaşamın bir parçasısın ve her daim aynı yerde aynı yaşamda yer alıp  durmana rağmen,Hayat şikayetlerini  sana yükler.

2000’li yıllara geldik geldikte nasıl bir yaşam oldu anlam veremedim.Çocuklar doğal oyun oynamak yerine sanal oyunlara daldı gitti…Parkta koşup,Coşup, Salıncakta sallanacakları yerde!Temiz hava almak yerine eve hapsoldular.Çünkü;Teknoloji onları esir aldı.Ellerinde kiminin telefon,Kiminin tablet oyuna dalıp gidiyorlar.Kim geldi?Kim gitti?İletişim denen şey koptu bu sayede.Aynı evin içinde farklı odalarda bir şey isteyecekleri zaman Akıllı Telefondan mesaj atar oldular.Gerçek arkadaşlarını unutup,Sanal alemden arkadaş edinmeye başladılar.

Gençler,sohbeti nedir bilmez oldu.Haberleşme artık Whatshap(NEHABER) bir telefona yüklenmiş programla oldu.Kalem tutmak,söz söylemek zor oldu…Kalem tutamaz bir hale geldi gençler.Her şey bir tuşla  ayaklarına geldi.Üretken gençlik azaldı.El yapımı ve imalatı yapılan meslekler yavaş yavaş kaybolmaya yüz tuttu.Yemekler hazır,mobilyalar hazır,Alış veriş mağaza yerine internetten alınır oldu.Vesaire…Her şey bir telefonla kapına gelir oldu.Kısaca; Emek verilen her şey kayboldu.

Mektuplar yazılmaz,Kimse kimse ile konuşmaz oldu.Komşu komşuyu tanımadığı gibi;Bir selam bile vermez olmuş…Hayat acımasız olduğu gibi,Sevgi,şefkat,Merhamet kalmaz oldu.Dostluklar ömürlük değil!Çıkar uğruna yaşanır olmuş…Samimiyet,Dürüstlük,Hoşgörü insanlarda azaldı.Sevgi ile kurulan ömürlük yuvaların yerini,Aşkla kurulan yuvalar aldı.Aşkla yapılan evlilikler kısa sürdü ve boşanmalar arttı.Kimsenin kimseye tahammülü kalmadı.Maneviyatın yerini,Maddiyat aldı.Bir insanın canına kıymak çoğaldığı gibi;Eşler  birbirini öldürür oldu…

Şimdi seni suçlayan hayata sormak lazım?

O zamanlar yaşanan güzellikler,Sevgiler,Dostluklar ne oldu da yaşadığımız bu zamanda yok oldu?

Nedir birbirimizle paylaşamadığımız şey?

Neden Güzel söz söylemek varken!Bu öfke,Bu nefret?

Zaman kimse seni suçlayamaz…

Sen suçlu olamazsın…

Biz yapamadık…

Biz yaşayamadık…

Sen her zaman ki gibi aynısın…

 

]]>
Wed, 02 Mar 2022 21:07:32 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Yalnızlığın Asaleti https://edebiyatblog.com/yalnizligin-asaleti https://edebiyatblog.com/yalnizligin-asaleti   Bende düşebiliyorum yoruluyor ve tükeniyorum bazen, canım biraz ilgi istiyor mesela şımarmak da geliyor içimden ama neyse diyorum neyse. Kimsenin sana verecek bir ilgisi yok sevgisi yitik onların, değerleri sahtecilik ile oynuyor her seferinde. Ama ben de insanım değil mi? İstemenin ve istememenin bir sebebi yok, olmamalı.. Ve bir gün inanıyorum bir gün kimseye muhtaç olmayacağım ne samimiyetsiz sevgiye ne de sahte içeren ilgiye. Bir gün inanıyorum bir gün yalnızlığımın asaleti içinde nefesimi vereceğim...

]]>
Mon, 28 Feb 2022 23:01:46 +0300 YağmurunKızı8
BİR ÖĞÜN YEMEK, BİR ÖMÜR YAZMAK https://edebiyatblog.com/bir-ogun-yemek-bir-omur-yazmak https://edebiyatblog.com/bir-ogun-yemek-bir-omur-yazmak                                                                  BİR ÖĞÜN YEMEK, BİR ÖMÜR YAZMAK

 

              Yazdıkça çoğalırsın. Sözcüklerin kalemine sığmayınca anlatırsın hikayeni. Anlattıkça da hikayenin farklı bir versiyonuna ulaşırsın. Masanın başına yeni oturmuş bir yazarla o masadan kalkan bir yazarın aynı kişi olması beklenemez.  Bir yazar oluşturduğu karakterle birlikte büyüyerek güçlenir. Onunla aynı yollardan geçip aynı ekmeği, suyu yiyip içersiniz. Aynı adama aşık olup, aynı acıyı çekersiniz. Yazmak yalnızca içinizdeki duyguları değil, dünyada var olan bütün duyguların yansımasıdır.

               Her bir duyguyu azami ölçüde alarak düşüncelerinizle yoğurmanız gerekir. Duygu ve düşüncelerinizden oluşan bu hamuru bir müddet bekletmelisiniz ki bu karışımı doğru bir şekilde ifade edebilesiniz. Doğru an geldiğinde mayalanan fikirleriniz ona en uygun edebi türde yayılacaktır. Uygun pişirme ortamında her eser hak ettiği kıvama kavuşur. Böylece duygu düşünce birikimlerinizin karışımından oluşan bu eser okuyucusuyla buluşmaya hazır hale gelir. Gerisi ise okuyucunun damak tadına kalmıştır.

               Herkesin yemek zevkinin farklı olduğu gibi her okuyucunun da okuma tarzı farklıdır. Bu durumda okuyucular farklı konulara yönelebileceği gibi aynı konuyu da farklı bir servis şekliyle okuma arzusu içinde olabilirler. Yazarın vazifesi ise kendi yemeğini en lezzetli şekilde okuyucunun önüne getirmektir.

]]>
Mon, 28 Feb 2022 16:07:05 +0300 Denizdensesler
Menfaat ... https://edebiyatblog.com/menfaat https://edebiyatblog.com/menfaat

]]>
Mon, 28 Feb 2022 15:04:11 +0300 Rüya gibi
Hayaller ... https://edebiyatblog.com/hayaller https://edebiyatblog.com/hayaller

]]>
Mon, 28 Feb 2022 15:02:06 +0300 Rüya gibi
Sır Küpü ... https://edebiyatblog.com/sir-kupu https://edebiyatblog.com/sir-kupu

]]>
Mon, 28 Feb 2022 14:38:22 +0300 Rüya gibi
17 YAŞ https://edebiyatblog.com/17-yas https://edebiyatblog.com/17-yas

]]>
Mon, 28 Feb 2022 13:12:50 +0300 Duyguknoglu
Cesaret. https://edebiyatblog.com/cesaret-1813 https://edebiyatblog.com/cesaret-1813

]]>
Fri, 25 Feb 2022 20:37:29 +0300 Duyguknoglu
Kalp ve Hayat https://edebiyatblog.com/kalp-ve-hayat https://edebiyatblog.com/kalp-ve-hayat Fri, 25 Feb 2022 02:20:47 +0300 Çilem Akpınar Ruhum Sıkışmış Bedenime https://edebiyatblog.com/ruhum-sikismis-bedenime https://edebiyatblog.com/ruhum-sikismis-bedenime   Hani bazı geceler karabasan basar ya böyle aniden, illa ki gelmiştir herkesin başına. Vücudun kilitlenir parmakların uyuşur ve üstünde bir ağırlık hissedersin sonra kalkmaya çalışır yapamadıkça konuşmaya çalışırsın bu defa o da olmaz. Gözlerini bile açmakta zorluk çekerken sen içinden bile konuşmaz hala geliyorsun ya hani. İşte şuan öyle hissediyorum. Herşey yapabilecekken hiçbir şey gelmiyor elimden. Konuşmak varken ben yine susmak zorunda kalıyorum belki susmak zorunda da değilim ama lâl oluyor dilim benden habersiz. Sanki bedenimin hükmü ellerimden gitmiş gibi sanki ruhum bedene sıkışmış gibi. Bu durumlarda ne yapılır? Şuan mesela nefesim bile kesiliyor gibi hissediyorum nefes almaya çalıştıkça göğüs kafesim daralıyor ellerim kalbimin üstünde onu parçalamak istercesine sıkarken bir diğer elim boğazımı yırtmak istiyor. Ne nefes alabiliyorum ne kalbim sığıyor kafesine. Kalbim bile isyan ediyor artık hapsolduğu bu kafesine. Ciğerlerim nefesimi tüketmiş içi boş ama dolu geziyor. Sanırım, bu ölmenin bir işareti... Başka adıyla çaresizlik mi demeliyim?

]]>
Thu, 24 Feb 2022 23:59:14 +0300 YağmurunKızı8
YARINA MEKTUP https://edebiyatblog.com/yarina-mektup https://edebiyatblog.com/yarina-mektup Sevgili S,

Burada artık ne sevgi kaldı ne de sevgili.Kendi açımdan bakıyorum,ben hala ilk günkü benim,sana bakarken gözleri destanlar söyleyen,yüzünün her zerresini dudaklarına kazımış ve bundan bir saniye bile sıkılmayacak bir ben...

Sevgim hala sürüyor,bundan hiç şüphen olmasın.Sadece bugün kırıldığım kişi,dün olduğun kişiyle aynı değil.Ve bu beni ne olursa olsun hep yaralayacak.

Çünkü,ben seni mırıldandığımız şarkıların dansında tuttum,bir fotoğrafla silebilecek kadar aptal hiçbir zaman olmadım.Simli kartonları binlerce yıldıza benzetip o soğukta kutupların ne derece soğuk olabileceğini hayal etmeyi sevdim.

Senin de bunların her birini ayrı ayrı sevdiğini biliyorum,sen benim aklımı okuyamazsın...

Benim anlattıklarım ne ölçüde seni belirliyor bilmiyorum ama belirlemesini de hiçbir zaman istemedim.Bana olduğun gibi gelmeni istedim.Keşke sen de öyle isteseydin,en azından dün,ilk gün,sadece bugün değil...

Şimdi bu yazdıklarım bir şey ifade edecek mi bilmiyorum ama,burada artık ne umut kaldı ne de ışık.Burası kapkaranlık...

Elinde meşaleyi tutarak beni beklediğini hatırlıyorum,ilkler her zaman kazınır,ancak kazanma kısmında aynı fikirde değilim.

Ben karanıktım o gün,sen bana meşale tuttun...Ama anladım ki yine kapkaranlığım;dün,yarın,sadece bugün değil...

Bu mektubu bitirmeden önce söylemek istediğim ama söyleyemediğim üç şey var:

1.Ben duygularımı ne kadar çok gösterebilen bir insan olsam da tam olarak gösteremedim.Bu yüzden hep yazmayı tercih ettim,yüzünün her zerresine öpücüklerimi yazdım.Umarım sevildiğini benim kadar hissetmişsindir.

2.Ben hayatımın hiçbir noktasında bu kadar hayat dolu,bu kadar mutlu olmamıştım.Sen bana umut dolu olmanın o kadar uzak olmadığını kanıtladın,bunun için çok teşekkür ederim.

3.Sen bunu okurken ben hala yanında olacağım,hala ilk günkü halimle.Buradan ayrılmak isteyebilirim,yarın,bir gün,sadece bugün değil...

Eğer bir gün buradan ayrılmayı seçersem;gör,sev ve yaşa...

]]>
Thu, 24 Feb 2022 15:13:17 +0300 callmeel
Atatürk' ü Anlamak (Safındaki Hainler) https://edebiyatblog.com/ataturk-u-anlamak-3kisim-safindaki-hainler https://edebiyatblog.com/ataturk-u-anlamak-3kisim-safindaki-hainler Kişi ; fikrin varlığını fiziksel olarak yeryüzünde yansıtan kişilere , yansıttığı fikirlerden daha fazla bağlanırsa eğer her ne kadar destek veriyor muş gibi gözükse de hem o kişiye hem de fikre zarar verir. Çoğunluğun fikri değil kişi savunması durumunda da kişinin ölmesiyle fikrin de temelleri sarsılır. Sembolleştirmenin aşırılığı sonucunda oluşan destekçilerde fikrin safhındaki hainlerdir. Kimse o fikre bu kişiler kadar zarar veremez. Günümüzde kemalizm için de durum aynen budur. 

Mustafa Kemal'in ve silah arkadaşlarının zaferi tarihi bir yaşanmışlıktan çok masalmış gibi anlatıldı hep topluma. Keskin çizgilerle ayrılmış iyi ve kötünün savaşında iyi olanlar sıfır kayıpla ve mucizevi bir şekilde zafer kazanmış gibi anlatılıyor. Kişi bu masaldan etkilense de hakikatle karşılaştırılınca pek bi ütopik gelmesinden dolayı bulunduğu zaman dilimiyle bağdaştıramaz. Masalla karşılaştırınca düşmanı çok daha güçlü , kendisi ise kahramanlara kıyasla aşırı zayıf görünür ki "Hayır ." der. "Ben bunu başaramam." diye de ekler ve dertlerini sıralayıp iyice vaz geçer. Önümdeki engellerin aşırı fazla olduğunu ve kendisinin başarmasınım imkansız olduğunu kabullenir. 

Mustfa Kemal Atatürk çevresindeki olumsuz durumların hepsini aşarak , uğurunda savaştığı hayallerinin önündeki engellerin kendisini devirmesine izin vermemiştir. "Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır." sözünü de bu yüzden söylemiştir zaten.  Tüm kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olmasına rağmen asla umutsuzluğa kapılmamış ve vazgeçmemiştir. Vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmemiş , ne gerekiyorsa onu yapmak için hayatı boyunca çalışmıştır. Bu bir masal değildi. Böylesine büyük bir zafer için verilen kayıplar da büyüktü elbet . Sadece Batı Cephesi'nde 640.000 Türk sivil öldürüldü. Esarete mahkum edilmiş bir halkın içindeki bağımsızlık ateşini yeniden yakmış ve hep canlı kalması uğurunda hayatını harcamıştır. Öyleki hastalıktan dolayı ızdırap çektiği günlerde bile milletinin yanında olmuştur.

Sembolleştirmenin ve fanatizmin etkisindeki insanlardan dolayı günümüzde Kemalizm zarar görmektedir. Mustafa Kemalin başarılarının hikmetini gösterdiği irade de ve inandıklarına bağlılığında değil de kaşında gözünde arayanlar... Safındaki hainler dememin sebebi de bu . Bu insanlar kadar kimse zarar vermemiştir belkide Kemalizme. 
Atatürkü yanlış anlayanlar bir yana aşırı iyi anlayanlar da cabası. Söylemleriyle , zaten her fırsatı kollayan asıl hainlere koz vermiş oluyorlar. 

Kendilerini bir yere ait hissetmek isteyen insanların bir kısmının bu tatmin duygusunu Kemlizm ile sağlama çabalarıda safındaki hainler tanımına uygundur. Hiç araştırmadan , bilmeden sırf "Ben şuyum , şunlardanım." demek için ideolojilere ve fikirlere inanan fazlaca bir kesim var. Artık korktuklarından mı yoksa başka bir sebepten mi bilemiyorum ama bu insanlar kendi çabaları sonucu kendilerini tanımaktansa bir sürüye katılıp hem kendilerine hem de o sürüdekilere zarar verirler. Cahilin ne büyük tehlikelere yol açabileceğini burada bariz bir şekilde görürüz. Bu sadece Atatürkçülük için değil, bulunduğumuz yüzyılda tüm ideoloji ve inançların en temel problemlerinden biri.


Herşeyden önce kendisine Atatürkçü diyen bir birey okumalı , araştırmalı ve ne gerçek hainlere ne de safındaki hainlere koz vermemelidir. Mustafa Kemal ismi siyasi bir malzeme olarak kullanılmamalıdır. Bin bir zorluklarla , onca şey feda edilerek kazanılan ve bizzat Atatürk tarafından gençlere bırakılan mirasa gençlerce sahip çıkılmalı.
Günümüzde kemalizmi savunan , özellikle genç kesmin bile umutsuzluğun pençesine düşmüş durumda. Herkes ikinci bir Atatürk bekliyor. En çok da buna üzülüyorum işte. "ATAM SEN KALK DA BEN YATAM" ve ya "ATAM GERİ DÖN , SANA İHTİYACIMIZ VAR" söylemleri beni cidden çok üzüyor. Bu insanlar sanıyorlar ki çok iyi Kemalistler . Mustafa Kemal Paşa kendisi söylüyor "Eğer bir kurtarıcı bekliyorsanız size hiçbir şey öğretememişimdir." diye. İşi şova dökenler bir tarafa cidden çok üzülüyorum. Elbette herkesten bir savaşçı çıkmasını beklemiyorum. Kişinin ömrünü feda etmesi gereken bir yol bu . Sağlam bir irade ve kararlılık gösterilmeli ama işte hepimiz bir Atatürk olamayız belki ama çabalarsak eğer hepimiz birlikte bir Atatürk olabilir. Gençliğe hitabe de özellikle bas baya kendisinin bu mücadeleyi nasıl kazandığından bahsediyor. Yani elimizde bir harita var ama işte bizim en büyük sorunlarımızdan biri o haritanın gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğimize and içmeye artık cesaret edemememiz.

"Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız."

 (M.K. ATATÜRK)

Senin vizyonunu milletçe daha iyi anladığımız günlere uyanmak dileğiyle.

]]>
Wed, 23 Feb 2022 20:32:27 +0300 Garip
EN GÜZEL GÜNAYDIN https://edebiyatblog.com/en-guzel-gunaydin https://edebiyatblog.com/en-guzel-gunaydin Wed, 23 Feb 2022 12:22:13 +0300 Rüya gibi GÖREMEDİKLERİMİZ https://edebiyatblog.com/goremediklerimiz https://edebiyatblog.com/goremediklerimiz Ben artık göremiyorum etrafımda siz görüyor musunuz: saygıyı, nezaketi hoşgörüyü. Bir şeyler koptu gitti bizden. Yakalayıp tutamadık, yerine koyamadık. İnsanlığımızın tanımı değişti, ahlakın, liyakatın, mütevaziliğin ve saydığım o insani duyguların çehresi değişti hatta yozlaştı, tükendi, yok oldu. Ufacık kıyıda köşede kalmış kırıntılarda vahşilerce sömürülüyor. Öyle bir noktadayız ki paranın ve maddiyatın dişini geçirmediği neredeyse kimse kalmadı.

Bugün eğer uzaydan bir canlı dünyamıza gelse ve bize siz nesiniz deseler? Kim dürüst olacak? Bizler menfaat ilişkileri üzerine kurulu, makyavelizmi benimsemiş ama bunu kesinlikle gizlemiş, tatlı sözleri yüzümüze acı sözlerimizi arkamızdan söyleyen, çaresiz, aç susuz varlıklarız, diyebilecek miyiz? Ve evet az bile söylemiş oluruz ve evet aç ve susuzuz. Özgürlüğe, sevgiye, takdire, saygıya, inceliğe açız.

Öz eleştiri yapmalı, insanları yargılamadan, normal bir iletişimde bile söz kesmeden konuşmalıyız artık kaçıncı yüzyıldayız. Silkinip kendimize gelmenin, varlığımızın hakkını vermenin, nazik olmanın, tebessüm etmenin, yol vermenin, küçük küçük iyiliklerle başlayıp onları bir ağaç gibi büyütmenin vakti gelmedi mi?

Sonuç olarak demeliyiz ki işe kendimizi düzeltmekle başlayarak göremediğimiz, unuttuğumuz, hissetmek istediğimiz duygu ve davranışları ufak ufak hayatımıza sokmaya ve klasik ama umutvari bir sözle, dünyayı daha güzel bir yer yapmaya var mısınız?

 

 

]]>
Wed, 23 Feb 2022 08:41:10 +0300 Cahide Gürkaplan
ZAMANA BİR MEKTUP BIRAKTIM 1 https://edebiyatblog.com/zamana-bir-mektup-biraktim-1 https://edebiyatblog.com/zamana-bir-mektup-biraktim-1 ZAMANA BİR MEKTUP BIRAKTIM(1)

MERHABA ZAMAN!

Sana bir mektup yazmak istedim.Sesimi duyan olmasa bile!Herkes okusun diye.

En  güzel yıllardan geçti ömrümüz seninle.Kah güldük,Kah ağladık.Kah düştük,Kah kendimiz ayağa kalktık.Bel ki;Hayat bizi anlamadı ve yaşattırmadı ama!Seni en güzel şekilde yaşadık…Her şey temiz ve güzeldi.Hayattan  korkmaz, Rahat bir şekilde iletişim kurar eve dönerdik…Bizim çocukluğumuz mahallede top oynayarak,Arkadaşlığın değerini bilerek ve büyüklere saygı göstererek geçti.Bizim çocukluğumuzda misket oyunu oynar,Kavga nedir bilmezdik!...Çalışmayı sever her zaman derslerimize özen gösterirdik.

80’li ve daha önceki yıllarda insanlar sevinçlerini,Üzüntülerini,güzel haberleri,yaşadığı durumu sadece ikisinin arasında kalan kağıda döker,zarfa koyar ve pul yapıştırıp adrese yollardı.Adı MEKTUP olan bu güzel iletişim aracı bizlere heyecan katardı.Zira;Mektubun sonunda şu cümle geçerdi:

ACELE CEVAP,KESTANE KEBAP.Cevabını dört gözle beklerim…

Yazılan mektup bir heyecanla gönderilen kişiye ulaşır,bir sevinçle açıp okur ve akabinde hemen cevabı yazılırdı.Mektubun cevabını bekleyen kişi ne zaman elime geçecek,nasıl bir cevap yazacak diye sabırsızlıkla postacıyı beklerdi.Bu böylece sürüp giderdi…

Komşuluk daha bir güzeldi.Her evin kapısı sonuna kadar açılır kimse kimseye haber vermeden gelir bir çayını içmeye  seninle biraz hasbi_hal etmeye geldim,Müsait misin? diye kapıdan seslenirdi.Mahallede herkes bir aile gibiydi.Herkes birbirini tanır ve birbirini korurdu…Komşular birbirlerine yaptıkları yemekten koyardı.Bu paylaşmanın en güzel ve saf haliydi…

İnsanların birbirlerine sevgi ve saygısı vardı.Dürüstlük ve sadakat onlar için vazgeçilmezdi.Verdiği sözü tutan,emanete hıyanet etmeyen bir nesil vardı.

Mahalle bakkalları vardı.Kimi peşin para ile ihtiyaçlarını alır,Kimi borç defterine yazdırır ay başında ya da sonunda hesabını öderdi.

90’lı yıllarda Gençliğimiz de güzel  geçti.Hem saygın hem sevgi dolu insanlardık…Okuma aşkımız vardı içimizde.Büyüklerin nasihatlerini dinler,kendimizi daha güzel geleceğe hazırlardık…

Televizyon dizileri ve pembe diziler vardı.Çocuk,Genç,Yaşlı hep bir arada oturup,Aynı diziyi izlerdik.

Akşam saat 10.00 olunca,Yanan sobanın sıcaklığı ile hepimiz huzurla  aynı saatte uykuya dalardık…

Sonrası mı! Sonrası devamında saklı…

 

 

 

 

]]>
Tue, 22 Feb 2022 23:58:36 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Gel bana burcunu söyle ... 22.02.2022.22:22 :)) https://edebiyatblog.com/gel-bana-burcunu-soyle-220220222222 https://edebiyatblog.com/gel-bana-burcunu-soyle-220220222222

]]>
Tue, 22 Feb 2022 19:56:37 +0300 Rüya gibi
Bir Dilek Tut ve Sadece Huzur Dile ... https://edebiyatblog.com/bir-dilek-tut-ve-sadece-huzur-dile https://edebiyatblog.com/bir-dilek-tut-ve-sadece-huzur-dile

]]>
Tue, 22 Feb 2022 19:20:18 +0300 Rüya gibi
SOHBET https://edebiyatblog.com/alim-ile-sohbet-mercan-incidir-cahil-ile-sohbet-her-gun-bir-can-incitir https://edebiyatblog.com/alim-ile-sohbet-mercan-incidir-cahil-ile-sohbet-her-gun-bir-can-incitir Mon, 21 Feb 2022 15:06:09 +0300 Rüya gibi Vagonlarda Ki Yerimiz https://edebiyatblog.com/vagonlarda-ki-yerimiz https://edebiyatblog.com/vagonlarda-ki-yerimiz      Bir vagon düşünün, içine biniyorsun ve o renge bulanıyorsun. Mavi ise vagonun umudu kucaklıyorsun, pembeye büründü mü yüzün? Çocukluğunun küçük kızı oluyorsun. Yeşile attığın adım ile her yer gülücükler ile doluyor, sarı da güneşin eşsiz gülümsemesine bürünüyor her yanın. Kırmızıya yaklaştın mı? Biraz heyecan yapabilirsin çünkü kırmızı kalbin aynasıdır. Kahverengine dokun cesaretin ile ve ölümün toprak da olduğunu kabullen yaşamın toprak dan geldiğini unutmadan. Siyah da gelecektir elbet gücünü test edecek seni karanlığa itecektir, sen karanlığın mahkûmu olacağına ona siyahın da güzel olabileceğini göster. Griyi ararsa gözlerin yaşamın sürdüğü hayata bak grinin her tonu hayatın da mevcut. Ve beyaz dinlenecek gözlerin, yüreğin ferahlayacak işte o zaman anlayacaksın beyaz vagonu bulmak için bütün renkleri tatman gerektiğini...☘️

]]>
Sun, 20 Feb 2022 23:34:36 +0300 YağmurunKızı8
GÜVEN https://edebiyatblog.com/guven-zaman-insana-ne-gosterirse-gostersinher-daim-calacagi-tek-kapidir https://edebiyatblog.com/guven-zaman-insana-ne-gosterirse-gostersinher-daim-calacagi-tek-kapidir

]]>
Sun, 20 Feb 2022 15:11:17 +0300 Rüya gibi
SESLERİN VURGUNU https://edebiyatblog.com/seslerin-vurgunu https://edebiyatblog.com/seslerin-vurgunu SESLERİN VURGUNU

Bir ses duydum çok uzaklardan. Benim adımı fısıldıyordu. Dudaklarından dökülen her kelime benim birkaç adım ötemde yankılanıyordu. Bir ses duydum ben o gece. Kara ormanın içinde. “Son bir şans daha” diyordu. Kendi canı için mi merhamet istiyordu yoksa benim canımı mı almak istiyordu? Hiçbir zaman emin olamayacaktım. Onu, yüzüne bakacak kadar tanımıyordum. Ama arkamı da dönemezdim. Ona güvenmiyordum. Bütün ikilemleri bir araya getirmiştim. İnsanın en çaresiz anları seçim yapmak zorunda kaldığı anlarda mı saklıydı? Ya henüz vakti değilse? Doğru anı kendi ellerimle var edecektim ama şimdi değil. Onların oyununun piyonu olmayacaktım. Ben kendi oyunumu kuracak ve tek hamlede onları mat edecektim.

Bir ses duydum kalbimin tam içinde. Var gücüyle adımı haykırıyordu. Bense derin dalgaların içinde kaybolmuş bir halde onun sesini duymazdan geliyordum. Kendimi arıyordum dipsiz kuyularda. Kaybettiğim her şeyi derinlerde bulacağıma inanıyordum. Başımı suyun yüzeyine çıkarmak aklıma bile gelmiyordu. Oysa derin bir nefes alsam her şey nasıl da yerini bulacaktı. Boşa çırpınıp dibe batmak yerine nasıl da gökyüzüne dokunacaktım. Onca telaşımın arasında bir ses duydum yine. Boğuk ama inatçı bir ses. Ciğerlerimde kalan son nefesle beni suyun üstüne taşıyacak bir ses. Bana ait bir ses.

Bir ses yankılandı gecenin tam içinde, saatin yirmi üçünde. Yelkovanın akrebe yetişmesi an meselesiydi. Kapı her an çalabilirdi. Gelen kişi kimdi? Ona güvenebilir miydim? Duyduğum bu sesleri susturabilir miydi? Yoksa bana seslenen kendisi miydi? Kendi canı için mi merhamet istiyordu yoksa benim canımı mı almaya gelecekti? Kim bilir..

Kapı çalındı gecenin kör saatinde. Gelen kişinin kim olduğunu biliyordum. Ama o beni tanıyor muydu? Hiç sanmam.

]]>
Sun, 20 Feb 2022 03:42:56 +0300 Denizdensesler
Merhem Olamamak https://edebiyatblog.com/merhem-olamamak https://edebiyatblog.com/merhem-olamamak    Bugün şöyle bir söze denk geldim. "Her önüne gelenin yarasına merhem olmaya kalkma" diyordu, okuyunca içim acıdı. O zaman fark ettim sanki bazı şeyleri, ben merhem olacağım derken onların yaralarını deşmişim. Farkında olmadan bilmeden bunu yapmışım, düşünüyorum şimdi bazı şeyleri oluruna bırakmak iyi olabilirmiş ya da üstüne gitmek yerine elini gevşetmek. Çünkü sen her yaranın merhemi değilsin, merhem olacağım derken önce kendine yara açıp sonra karşındakinin yarasına yara katma. Olmuyor mu? Tamam de olmuyor, belki de ben denk gelemiyorum ona de ama o kalıbı ona oturtmaya kalkışma. İncitirsin onu sarayım derken ve aranızdaki bağ mesafeye dönüşür. Merhem olamıyorsan yara bandı olursun belki kim bilir? Hem yara bandı ne mesafedir ne de aran da bağ oluşturur. Ne yarayı sarar, ne de kanatır. Hadi gel biz yara bandı olalım, merhemi sonra buluruz..

]]>
Sat, 19 Feb 2022 00:02:31 +0300 YağmurunKızı8
Defalarca Ölürsün https://edebiyatblog.com/defalarca-olursun https://edebiyatblog.com/defalarca-olursun Defalarca Ölürsün

Bir insan kalbi durduğu zaman mı ölür sadece? Bir insan birçok kez ölür. Ruhu ölür,duyguları ölür,hisleri ölür ve sonra kendisi yok olur. Bir insanın canını yakarak ,ruhunu yok ederek de öldürürsünüz ama bu dünyanın hiçbir yerinde suç sayılmaz. Asıl en büyük,en ağır suçtur bunlar. Bir insanın bedenini öldürenlere,yani katillere hak ettiği cezalar verilirken,aynı zamanda bir insanın ruhunu öldüren katillerede hak ettiğinden daha fazla ceza verilmeli. Ben defalarca öldürülmüştüm ama hâlâ nefes alabiliyordum. Şu an da bulunduğum yerde acı içinde kıvranırken bir kez daha öldüm,bir kez daha geçmişime döndüm.

]]>
Tue, 15 Feb 2022 21:58:21 +0300 melikemtl
Say Koyunları https://edebiyatblog.com/O-iki-gözünü-kapat-ki-dalabilesin-en-güzel-rüyalara https://edebiyatblog.com/O-iki-gözünü-kapat-ki-dalabilesin-en-güzel-rüyalara Ansızın kaçar uykun

Gecenin karanlığında

Olur olmadık düşünceler yoklar seni

Sen sakın kulak verme onlara

Say koyunları bir hızlı gel çabuk

İki oyalanma bak kapacak kurt beni

Üç şşş yavaş atla ürkütme duyguları

Dört,beş hatırlatma şimdi eskileri

Altı başlayacak şimdi tavan bakışmaları

Yedi yemek üzere beni karanlığın korkuları

Sekiz unuttu uyku bana gelen yolları

On gözlerim kapanıyor da nafile

Onbir uykum yok yordum koyunları

O iki gözünü kapat ki dalabilesin en güzel rüyalara..

Onüç hadi ama be uyku gel artık kurudu gözlerim yollarında

O dört gözle beklediğin mucizen el verecek sana 

Onbeş uykunmu kaçtı yoksa umudunmu 

Onaltı söyle hadi önce hangisi gelsin yanına

Onyedi umudun ardında gizli uyku

Onsekiz hadi gelin el ele 

Ondokuz yordu yokluğunuz 

Yirmi hadi bekliyorum

Yirmibir nasıl olsa her gün başa saracağım 

Tekrar birrrrr diye.....

Birrr dua bir umut ötesi bir mucize...

     Bekliyorum seni, biliyorum uykumdan önce GELECEKSİN...

]]>
Tue, 15 Feb 2022 21:53:21 +0300 Kasım Çiçeği
Ben Arafım https://edebiyatblog.com/ben-arafim https://edebiyatblog.com/ben-arafim     Bir yanım batıyor yavaş yavaş, haberim yokmuş gibi hiç bilmiyormuşum gibi hissettirmeden batıyor. Durduramıyorum bazen hatta izin verdiğim zamanlarım oluyor o batan yanıma. Ama öyle bir yanım var ki benden bile çok güçlü, o kadar umutlu ki güneşe dokunmuş gibi ferah. Bir araf düşünün şimdi, bir yanı beyaz bir yanı siyahın en koyu tonu. Ve ben bu arafın ortasında debeleniyorum. Bir ayağım siyaha geçeceği zaman diğer ayağım her zaman beyaz da. Bir seçenek sunsa bana seçemeyeceğim kadar iki taraftayım. Ben Arafım..

]]>
Mon, 14 Feb 2022 21:56:51 +0300 YağmurunKızı8
Kuş Bakışı https://edebiyatblog.com/kus-bakisi https://edebiyatblog.com/kus-bakisi Düşünün bir labirent var önünüzde, çıkışı belli yolları açık. Gideceğin yol tarif edilmiş, karşılaşacağın engeller önceden sana bildirilmiş. Ama o labirente girdiğin an tüm bu bildiklerin yok oluyor. Sen kayboluyorsun usul usul, önce kendinden emin adımlarla ilerliyorsun ancak o da ne? ayağına takılan taş ile yere düşüyorsun kalkıp yeniden ilerleyeceğin esnada karşına iki dönemeç çıkıyor. Peki hangisi doğru? Hangisinden geçmen gerek? Senin bildiğin onca şey nerede şimdi? Oluyor değil mı? Herkes bu anı yaşar, yaşıyor ve yaşıyordur. Olayların girdabına kapıldıysak yapacağımız şey sadece yukardan bakmak. Tabiri caizse kuş bakışı bakmak, bu sayede o labirentin çıkışını, yollarını ve engellerini görebilirsiniz. Yolunuza sağlam adımlar atmak istiyorsanız. Bu kuş bakışı şart...????

]]>
Wed, 09 Feb 2022 23:57:34 +0300 YağmurunKızı8
Tebessüm https://edebiyatblog.com/tebessum-1677 https://edebiyatblog.com/tebessum-1677

Ruhun alın çizgisinde kuşların yazgılı yanılgısı kanat çırpar, kervanların çıkmazlı yorgunluğunda...

Bu yoğunlukla dilim dile gelir ...

Söylerim ben bu biçaresiz bedbaht pencereye “Haydi uyan ! Evlerin üstünü saran gökyüzü artık yağmurla sarnıçlandı.Tüm yargılardan önce var olmaya çalışan cümlelerin gölgesinde...

Bu gölge de içim hüzün kokan belkiler diye bağıran bir kelime zincirinde düğümlendi...

]]>
Tue, 08 Feb 2022 15:33:57 +0300 zuleyha_caglarr
HUZUR BULDUĞUM DÜNYAM https://edebiyatblog.com/huzur-buldugum-dunyam https://edebiyatblog.com/huzur-buldugum-dunyam Kitap okumak o dünyaya adım atmak öyle tarifsiz duygu ki...Aklında olanları, canına yakan her türlü duyguyu bir kenara atıp sadece cümleler diyarına dalıyorsun.İşte ben de öyleyim, bir kitabı okurken herşeyi unutuyorum. Sadece oradaki kahramanlar ve ben varım. Yeni hayatlar, yeni insanlar keşfediyorum. Bazen bir  kahramanın sevdiği kadın oluyorum, bazen kardeşi...Sanki onlarla bütünleşiyorum. Özellikle aklımda bir sürü sorunlar varken ben o dünyada huzur buluyorum. Bir terapi gibi geliyor.

Bana ilaç olan başka bir şey varsa da oda  yazmak...Kendi içimde ki dünyamı, kendi hayallerimde ki kahramanları yazmak. Öyle müthiş duygu ki!Kalemimden dökülenler, kalbimden, hayallerimde var olanları bir dünyada buluşturmak. İşte benim canım yanınca, kendimi üzgün hissedince sadece kitaplara ve elimde ki kaleme sığınıyorum. Çünkü tek nefes alabildiğim yer o dünya!

]]>
Sun, 06 Feb 2022 02:30:08 +0300 Çilem Akpınar
HOBİ NEDİR? KİŞİ İÇİN NEDEN ÖNEMLİDİR? https://edebiyatblog.com/hobi-nedir-kisi-icin-neden-onemlidir https://edebiyatblog.com/hobi-nedir-kisi-icin-neden-onemlidir İnsanın sevdiği, ilgi duyduğu her türlü deneyimin ortak ürünü olan hobilerin, insan üzerinde yarattığı olumlu etkileri anlayıp tartışmayı, bunun yanı sıra sosyal ve psikolojik etkilerinin önemini kavramaya yönelik geçirdiğimiz zamanda bizleri nelerin mutlu ettiğini, nelerin heyecanlandırıp peşinden sürüklediğini anlamlandırarak bunun bilincinde yaşamanın önemi üzerinde durduk. Geçirdiğimiz zaman zarfında hobi edinmenin önemini hayatlarımızdan güzel örneklerle destekleyerek zamanı da bu hususta güzel yönetebilmenin ayrıntısına dikkat çektik. Farklı hobilerinde kişisel gelişimdeki yerini tartışarak gerekliliği üzerinde durduk. 

Hobi; kişinin yapmaktan zevk aldığı şeylerle meşguliyetidir. Bu meşguliyet kişiye bir iş, yük veya sorumluluk olmaktan ziyade kendi kendine terapi etme yöntemi ve stres boşaltma eylemi olur. Kişi bunları yapmaktan zevk alır ve bu davranışları yerine getirilmeye başladığı andan itibaren müthiş bir rahatlama hisseder. Günün yorgunluğunu atmak, sorumluluklarının yükünü azaltmak için yaptığı bu davranış, bütün bu olumsuzluklardan kurtulmasını sağlayarak var güne sıfırdan başlama enerjisini verir. Hobilerimiz, bizim karakter ve davranış bütünlüğümüzü de ortaya koyar. Kişinin sıraladığı hobilerinden o kişiyle ilgili genel çıkarımlarda bulunabiliriz. Edindiğimiz hobiler kişisel, fiziksel ve duygusal gelişimimizi de etkiler. Zevk almak ve rahatlamak için yerine getirdiğimiz eylemler zamanla en iyisi olmamıza da katkı sağlar. Kişinin hem yapmaktan zevk aldığı hem yaptıkça yorulmak yerine dinlendiği hem de yaptıklarıyla kendisini geliştirdiği şeylerin olması mükemmel.

Günlük rutin haline gelen birçok alışkanlığımız aslında farkında olmadan hobi olarak yaptığımız şeyler de olabilir aslında. Yemek yapmak, kitap okumak, müzik dinlemek gibi eylemler kişinin günlük rutini haline gelebilmektedir. Ancak kişi bütün bunları sadece hobi olarak yapmak istediğini veya hobi olmasını istediği için yerine getirince bu eylemleri yapmak ona en güzel işlerine ayırdığı zaman dilimi gibi gelebilir. Yeter ki bunlara olan yetkinliğinin ve yeterliliğinin farkında olsun. Yemek yapmak günlük rutin veya sorumluluk olarak düşünüldüğünde kişiye bir zaman sonra yorgunluk ve stres veren bir eylem haline gelir. Hobi olarak yemek yaptığını düşünmek de kişinin kendi sorumluluğunu severek, isteyerek ve zevk alarak yaptığı iş olarak görmesini sağlar. Ve zamanla bu eylemde çok çok iyi yerlere gelip başarı elde etmesini sağlar. 

Hobi dediğimiz şey kimine göre kitap okumak olurken kimine göre dağa tırmanmaktır veya biri yazmaya hobi derken bir diğeri müzik dinlemeye hobi der. Fakat biri hobi öbürü değil diyerek tartışmaya girmemiz pekte doğru sayılmaz çünkü kimi zaman bize göre hiç hobi sayılmayan şey bir başkasının tek değer verdiği şey olabiliyor bu yüzden kişinin yaparken sadece zevk aldığı değil de kendine katkı sağladığı, günlük hayatta zaten yapması gereken şeyi yapma zorunluluğu hissetmemeksiniz yaptığı şeydir hobi. Mesela kitap okumak bana göre bir hobi değildir çünkü bu aslında hedeflerimize ulaşmak için ders çalışırken yaptığımızın aynisini yapmaktır. fakat bir hedefi olmayan kişi ders çalışmadığı gibi doğal olarak bize katkı sağlayacak olan kitap okumayı da bir hobi olarak göremez evet hobi dediğimiz şey bize her zaman bir artı getirmesi değildir diyenler olacaktır fakat nasıl ki spor yaparken güzel görünümlü ve fit bir vücuda sahip olacağımızı düşünüyorsak ayni sekil de müzik dinlerken veya sevdiğimiz bir şarkiyi söylerken sadece eğlenmek için yaptığımızı düşünmektense onun aslında manevi olaraktan bizi rahatlattığını yani bir nevi ruhumuzu ferahlattığını ve bunun da bize bir katkısının sağlayacağını düşünmemiz gerekir. 

Büşra Özdaş

Hadice Okay

Nisa İmren

]]>
Fri, 04 Feb 2022 17:30:34 +0300 EdebiyatBlog
Çırpındıkça Batıyorum https://edebiyatblog.com/cirpindikca-batiyorum https://edebiyatblog.com/cirpindikca-batiyorum        

           Bu aralar kendimi iyi hissetmiyorum, sanırım yoruldum biraz. Belki de iyiyi bulamıyorum o yüzden hissetmekde güçlük çekiyorum. Bir bataklığa batar gibi batıyorum şimdi, çırpındıkça dibe batıyorum daha dibe ve belki de en dibe,  işte o an anlıyorum bazen vazgeçmek gerekiyor, kurtulmaktan.. Ve diyorum ki kendi kendime 'bırak su aktığı gibi aksın, gideceğe yere kadar gitsin sen sadece bırak, endişe etmeyi düşünmeyi hatta ve hatta üzülmeyi' ama sadece diyorum işte. Olmuyor çünkü insan düşünmek istemese de farkında olmadan çok güzel düşünüyor bazı şeyleri hatta o kadar güzel düşünüyor ki sen bile şaşıyorsun haline. Gözlerini kapatmak herşeyin bittiği anlamına gelmiyor. Yazık! Ahh çok yazık gözlerini kapatınca herşeyin biteceğine, olmayacağına inanmak çok yazık...????

]]>
Fri, 04 Feb 2022 07:04:24 +0300 YağmurunKızı8
DERMANIM KENDİMDEDİR https://edebiyatblog.com/1621 https://edebiyatblog.com/1621 İNSAN OĞLU EL GİBİDİR,

İŞİ DÜŞMEDİĞİ SÜRECE ELİNİN DİGER YÜZÜNÜ GÖSTERMEZ.

]]>
Thu, 03 Feb 2022 16:06:23 +0300 Şiir perisi
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR AKTARCI https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-aktarci https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-aktarci ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR AKTARCI

Bugünkü  zamana  yolculuğun  konuğu,sofralarımıza  renk  katan ve yemeklerimize tat katan baharatları ile bir çok doğal bitkisel ürünleri bizlerin hizmetine sunan ŞAHMERAN baharatçılığın sahibi genç  aktarcı dostum Halil İbrahim GÖKÇEOĞLU.Kendisi ile hayata dair bir söyleşi  gerçekleştirdim.

VAHAP               :Halil İbrahim GÖKÇEOĞLU seni tanıyabilir miyiz?

HALİLİBRAHİM :Öncelikle merhabalar...1997 Mardin doğumluyum.Dört çocuklu bir ailenin iki erkek çocuğundan biriyim.Bu işe başladığım zaman yedi yaşındaydım.İlkokulu Gazipaşa ilköğretim okulunda,akabinde ortaokulu tamamladım.Liseyi  İmam hatip okullarında tamamladım.

VAHAP               :Çocukluğunda yapmayı en çok sevdiğin şey neydi?

HALİLİBRAHİM :Sabahın erken saatlerinde uyanıp,evimizin önünden geçen tatlıcıların tatlı diye bağırmalarına uyanıp yatağımdan sıçrayarak topladığım harçlıklarla tatlı alıp yemek.Daha sonra aktarcı dükkanımıza gidip dükkanın kapılarını açıp babama sürpriz yapmaktı.

VAHAP                :Çocukluğunda unutamadığın bir an var mı?

HALİLİBRAHİM  :Uçurtma uçurmayı çok severdim.Şuana kadar da yapmaktan zevk aldığım hobilerim arasında yer alır.Çocukluğumda yaptığım uçurtmalarımla evlerin çatısından inmediğim uğruna az sopa yemediğim günleri  unutamıyorum…

VAHAP                :Aktarcılık mesleğine nasıl?Kaç yaşında başladın?

HALİLİBRAHİM  :Aktarcılığa yedi yaşında başladım.Baharatların içinde büyüdüğüm için aslında öncesi de var.İlaç nedir bilmem!Başım ağrısa,ALTINOTU.Boğazım şişse,ADAÇAYI.İştahım açıksa,binbir çeşit ekşili baharat yerdim.Kısacası baharatların içinde o büyülü kokuların ve tatların dünyasında kendimi buldum diyebilirim…

VAHAP                :Neden başka meslek edinmek yerine,aktarcılık mesleğini seçtin?

HALİLİBRAHİM  :Çünkü baharatların içinde büyüdüm ve her daim ilgimi çekmişlerdir.Bunun yanı sıra,bitkisel ilaçlar insanlara faydalı olunca dönüş olarak olumlu şeyler duymak beni mutlu ediyor.Kendimi bu mesleğin ayrılmaz bir parçası olarak görüyorum.İşimi severek yapıyorum ve kendimi bu alanda geliştirip insanlara daha faydalı olmayı hedefliyorum.

VAHAP                 :Mardin i simgeleyen ve adından güçlü bir şekilde söz ettiren bir isimle dükkanı işletiyorsun.ŞAHMERAN baharatçılık.Neden kendi soyadını değil de,ŞAHMERAN?

HALİLİBRAHİM   :İşletmemin adının ŞAHMERAN olması benim kendimi ön planda tutmamdan ziyade,kültürümüzü yansıtmaktadır.Aynı şekilde baharatlarda kültürümüzü farklı tat ve lezzetlerle yansıtır.Şahmeran bilindiği üzere Mezopotamya topraklarında doğmuş,yıllarca anlatıla gelmiş ve kültür mirasında kendine yer edinmiş bir efsanedir.Farklı bölgelerde,farklı anlatımlarla varlığını sürdüren Şahmeran efsanesi kimi anlatıma göre,iyiliğin iyilikle.Kötülüğün ise kötülükle karşılanacağını gösterirken,kimi anlatıma göre soylu bir aşkın ömre bedel,fedakarlıklara gebe olduğundan bahsetmektedir.

VAHAP                  :İnsanlara leziz tatlar sunmanın hazzı başka oluyor.Her hastalığa bir şifa olacak bitkisel  ürünler  satıyorsun.Mutluluğun ve yaşamın kaynağının doğallığı ne?

HALİLİBRAHİM    :İnsanların yapmış olduğum hizmete olumlu şekilde dönüş yapmaları beni bu mesleğe en çok bağlayan,işime dört elle sarılmamı sağlayan en önemli hassasiyetimdir.Bu noktada müşterilerim için daha güzel hizmet verebilmek benim mutluluğumun asıl kaynağıdır.Ürünün tazesi en iyisi en doğalı müşteri memnuniyeti  eşittir mutluluk…

VAHAP                 :Sevginin azaldığı, Aşkın dillerden düşmediği bu zamanda senin için hangisi ağır basıyor?Neden?

HALİLİBRAHİM   :Sevginin azaldığını düşünmüyorum aslında!Bunu tamamen kişisel olarak görüyorum.Sevgisiz hiçbir şey olmaz…En basit bir örnekle,sevgisiz yemek bile yiyemez insan.Sevmediğiniz bir yemeği yemek ister misiniz?HAYIR!...Sevgi azalmaz ama ne yazık ki,ciddi anlamda bir güven problemi yaşıyoruz.İnsanlar öncelikle hep ben diyerek diğer insanları çiğniyorlar.Çoğu şey ne yazık ki,göstermelik.Özellikle internetin küreselleşen dünyada hızla yayılıp,ciddi bir iletişim eksikliğine yol açtığını düşünüyorum.Herkes gittiği yeri,yediği yemeği paylaşarak hep iyi görünmeye çalışarak rol yapıyor.Bence birbirimizin durumlarını sosyal medyadan öğrenir olduk.Gidip görmek,sohbet etmek yerine her şeyi sosyal medyadan yapar oldu insanlar.İşte sevginin  azalmasının önemli bir kaynağı bu bence.

VAHAP                 :Sevgiyi üç kelime ile özetler misin?

HALİLİBRAHİM   :Hissetmek,Güvenmek,Vazgeçmemektir…

VAHAP                 :Hayalin ne?Gerçekleştirebildin mi?

HALİLİBRAHİM   :Hayalim,işimi daha da geliştirerek,kültürümüzü bize has olan tatlarımızı diğer insanlara da ulaştırabilmek.Şuan hayalimin ilk aşamasını yaşıyorum.Azim ve kararlılıkla bunu daha iyi yerlere getireceğime tüm kalbimle inanıyorum…

VAHAP                 :Gezmeyi çok seven bir insansın.Gezip görmek istediğin bir yer var mı?Neden?

HALİLİBRAHİM   :Gezmeyi çok seviyorum.Dünya turu yapmak istiyorum.Farklı kültürleri,farklı tatları ve insanları daha yakından görmeyi çok istiyorum.

VAHAP                  :Son olarak,genç bir aktarcı olarak senin gibi bu mesleğe gönül vermiş,bu mesleği icra etmek isteyen genç arkadaşlara neler söylemek istersin?

HALİLİBRAHİM   :Her şeyin başında sevgi gelir.İş,Aş,Eş sevmeden sevgi  olmaz.İnsanları sevin ve onlara benim gibi ilgi dahilimde nasıl fayda sağlayabilirim bilincinde olalım.Sadece bir iş içinde değerlendirmemek gerekir.Yüreğinde sevgi tomurcuğu olan insan her yerde sevilir ve sayılır.Yeter ki,yapabileceklerine inansınlar.Asla vazgeçmesinler…

VAHAP                 :Sevgili dostum Halil İbrahim GÖKÇEOĞLU.Bunca iş yoğunluğu arasında bana zaman ayırıp,zamana yolculuğa konuk olduğun ve samimi cevaplar verdiğin için teşekkür ederim.Çalışmalarında başarılar ve bol kazançlı günler dilerim…

HALİLİBRAHİM   : Değerli zamanınızı bana ayırdığınız için ve zamana yolculuğa konuk edip benimle bu güzel röportajı gerçekleştirdiğiniz için sonsuz teşekkürler…Gençler alanında yaptığınız bu çalışma takdire şayan. iyi çalışmalar…

]]>
Wed, 02 Feb 2022 22:39:52 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Yamalı Kalbim https://edebiyatblog.com/Bu-kırgınlığım-artık-atmaktan-vazgeçsen-bile-geçmeyecek-ÜZGÜNÜM https://edebiyatblog.com/Bu-kırgınlığım-artık-atmaktan-vazgeçsen-bile-geçmeyecek-ÜZGÜNÜM Ahh kalbim yamalı kalbim

Dursaydın eğer zerrem bile kalmayacaktı bu dünyada,belkide unutulacaktım çoktan.

Zaman akmaya hayat diğer tüm insanlar için devam edecekti,eğer benim zamanım tükenmiş olsaydı.

Ama sen durmadın yamalı bir şekilde bana kan pompalamayı tercih ettin.

Sen kolay olanı seçtin 

Zoru yine bana bıraktın

YAŞAMAYI....

Sevmeyi,kırılmayı üzülmeyi kalbime ağır gelen ne varsa hepsini bana bıraktın sen

Bedenimde bir kaç dikişten ibaret bir yara değilsin senn

Sen benim varlığımın taaa en başından,beni yarım bırakan herşeyi benden esirgeyen,belkide hayallerime yürümeme engel olan küçük bir et parçası...

Geçmişe dönüp bakıyorum da yamalı olup yoluna devam ediyor oluşun benim için pekte bir şey ifade etmiyor şimdi ..

Doktorlarların seni ellerine aldıkları o soğuk oda da gerçekten durmanı bir daha da bedenimde atmamanı dilerdim,

Çünkü sen beni çok yordun,

Çünkü sen beni çok yıprattın ,

Çünkü sen beni hiççç anlamadın,

O yüzden belkide en çok sana yani KENDİME kırgınım

Bu kırgınlığım artık atmaktan vazgeçsen bile geçmeyecek ÜZGÜNÜM..  

                                             Kasım Çiçeği

]]>
Tue, 01 Feb 2022 00:19:07 +0300 Kasım Çiçeği
Yaşa Ama Nefes Alma https://edebiyatblog.com/yasa-ama-nefes-alma https://edebiyatblog.com/yasa-ama-nefes-alma Sizin hiç canınız yana yana birinden vazgeçtiniz mi? Onu çok severken gittiniz mi? Ya da o sizi istemedi mi hiç? Seninle olamayız, çünkü bende bittin dedi mi? Peki siz onu beklediniz mi? Beklemek çözüm mü? Okutmak çözüm mü? Herkes unutacaksın güçlü olacaksın diyor. Ama kimse içimdeki savaşı sormuyor, ben yazmadığım sürece yazan yok. Laf lafı gelince de değerlisin diyorlar, değerliysem niye zor günümde yanımda değilsiniz? İyi gün dostusunuz hepiniz. Kötü günlerim geçince geri geleceksiniz. Destek olmak için herkes geçecek diyor, ama geçmiyor. Geçse de yarası derinlerde kalıyor. Siz o gidince başka birini sevmemeye yemin ettiniz mi hiç? Etmediniz. Hepiniz sadece geçecek diyorsunuz, o hayalleri bilmeden, umutları, duaları, sabah kalktığım gibi onun mesajına bakmalarımı. Bilmiyorsunuz, bilemezsiniz. Peki hiç ona kendinizi engellemesini söylediniz mi? Ona engelle diye yalvardınız mı? Onun da canı yanıyor ister istemez. Ama o benden daha iyi oyuncu sanki; hiç üzülmüyormuş, ağlamıyormuş, canı yanmıyormuş gibi yapıyor. Bir insan herşeyden, herkesten  uzaklaşmak ister mi? Ya da ölmek? Her şey o kadar üst üste geliyor ki artık insanın dayanacak gücü bilene kalmıyor. İnsanlara yalan söylemek, bu ara yaptığım en iyi şey haline geldi, nasılsın? Diyenlere iyi ya da ne sen sor ne de ben anlatayım diyorum. Zaman beni sadece bataklığa çekiyor. Ben onunla olan dualarımı, bir başkasıyla mutlu olsun diye ediyorum. Bunu kimse anlayamaz, canınız yana yana gittiğiniz oldu mu? Kalbinizin titrediği, sakarlıklarınız, odalara kapanmalarınız, yemeği bile zar zor yediğiniz. Gecelerce, günlerce ağladığınız. Peki ya birini ölesiye sevdiğiniz sonra da gitmesi? Yaşa ama nefes alma. Dedi sanki.

]]>
Mon, 31 Jan 2022 20:28:28 +0300 Medine Herzem
AKIŞTA KAL https://edebiyatblog.com/akista-kal https://edebiyatblog.com/akista-kal    Yaşamın kalemi, sen onu yazmaya başladığın anda yazar ve noktasını koyar. Neyin ne kadar bilincinde ve farkında isen anlamı vardır. Dikkatini vermediğin hiç bir şey algında, hayatında yer etmez.  Yani, işin özü sen bilincini nerede tutuyorsan zaman, mekân, an orasıdır. Tepkilerin, tepkimelerin,  olayı ve kişiyi algılama biçimin, yorumun , tepkin tamamen seninle bir, sana bağlı. Öfke, sakinlik hepsi senin elinde.

    Aynı edebiyatı yapma kendine. Bahanelere sığına sığına, kendini haklı göre göre, egolu , öfkeli bir kişilik olma. Akiş diye bir durum var. Herşeye müdahale  etmeye, inatlaşmaya çalışma. Bazende akışın ellerine bırak kendini. Belki senin göremediğin  daha güzel bir olasılık vardır. Hayatın dilini çöz artık. Sakince bak uzaktan. Akışta kalmak bu işte. Olanı kabul ve  en iyi yaşamaya odaklanmak, devam etmek. 

]]>
Mon, 31 Jan 2022 16:49:19 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
İzin vermeyin https://edebiyatblog.com/izin-vermeyin https://edebiyatblog.com/izin-vermeyin Bugün kim yanınızda değilse yarın o kişinin, yanınızda olmasına izin vermeyin. Herşey geçici ve herkes gidici. Siz kalacaksınız, tek başınıza, yanlız, kimsesiz. Kalın, başarın ve o yalnızlıktan çıkmayı. Hayat şaşırtır yarın ne olacağı belli bilene değildir. Kimsenin arkasından sürüklenip gitmeyin, onlar sizi bırakacak ama siz düşmeyin. Düşerseniz de kalkın. Herşey bir gün biter, herkes bir gün gider, kimse kalıcı değil olamaz da. Siz kendinize acıyın ilk, kalbinizi koruyun, iyi olan kalbinizi, kötü olmasına izin vermeyin. Kötü olanlar bir gün zaten kötülüklerinde boğulacak. Siz sadece sabredin, elinizden geleni yapın gerisi zamanla gelir zaten. Siz, ona buna güvenmeyin. Sadece kendinize güvenin, onlar hep yanınızda olamaz, olmayacakta. Başınızı dik tutun, tacınız yere düşmesin, düşmesine izin vermeyin. 

]]>
Mon, 31 Jan 2022 14:26:06 +0300 Medine Herzem
Arşiv 17 (Gençliğe Hitabe'yi Anlamak) https://edebiyatblog.com/arsiv-17-genclige-hitabeyi-anlamak https://edebiyatblog.com/arsiv-17-genclige-hitabeyi-anlamak Gençliğe hitabeyi defalarca okudum . Asla okumaktan sıkılmadım . Ana dili Türkçe olan en önemli yazıtlardan biri. Zamansız bir söylem. Mustafa Kemal Paşa'nın , en büyük eserinin mirasçılarına verdiği bir öğüt. Lakin bu öğüdü , özellikle bu son günlerde daha iyi anlamamız gerekirken üzerinde yeterince düşünmüyoruz. İnternette Atatürk'ün bir fotoğrafını paylaşıp altına "Gerçek lider" ," Sen kalk da ben yatam." gibi anlamsız ve gereksiz söylemlerde bulunmaktansa gerçekten Atatürk'ün kulak vermemizi istediği asıl söylemini daha iyi anlamamız gerekir.

Dediğim gibi sürekli Gençliğe Hitabeyi okurum. Yıllar yıllar önce bir kez daha okurken aklıma bir soru takılmıştı. Bu güne kadar da bu soru sürekli zihnimi kurcaladı. Son günlerde ise bu sorunun kendimce bir cevabını buldum. Size de bu soruyu soracak ve kendi bulduğum cevabı söyleyeceğim ama önce size başka bir soru sormak istiyorum.

Sizce Mustafa Kemal olmak imkansız mı? Çok zor olduğu aşikar ama mesela bu gün bir çocuk size "Ben Mustafa Kemal olacağım." dese ne düşünürsünüz mesela?
Dürüst olun. "Çocukça bir söylem" dersiniz bir çoğunuz

Şuan , her ne kadar belli basın yayın organlarınca inkar edilirse hakikat barizdir. Hiç de iyi bir durumda değiliz. Bu konuyu detaylıca anlatamayacak durumdayız hatta. Bir bataklıkta saplanmış durumdayız ve nasıl desem... Bu bilenlere oldukça tanıdık gelen bir durum. Vaktiyle fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş bir milletin torunları , aradan geçen onca yılın ardından tekrardan aynı durumda ve vaktiyle o harap ve bitap düşmüş milletin içerisinden çıkan bir genç "Ben bu milleti kurtaracağım" demişti . Şimdi o milletin torunlarının çocuklarından biri neden böyle bir söylem ettiğinde çocukça olsun ki? O kadar mı imkansız bi Atatürk olmak? 

Belkide inanırdı imkansız olduğuna , eğer bizzat kendisi tarafından önümüze sunulmuş açık bir kılavuz olmasaydı. Gençliğe hitabe her şey den önce bir kılavuzdur. Mustafa Kemal Atatürk'ün gençliğe bıraktığı bir kılavuz. Kendisinin ve izinden giden halkının verdiği tarihi mücadelesinin kılavuzu. Tıpkı satın aldığınız bir ürünün kullanım kılavuzu gibi bu mirasın nasıl korunacağını anlatan da bir kılavuz aslında. Tek farkı normal kılavuzların aksine bu kılavuzda oluşabilecek tüm sorunlara karşın çözüm olarak sadece 2 cümle yer alıyor. 

Mustafa Kemal Atatürk ; gençliğe, ileride düşmanlarının ol olacağını , bu düşmanlarına karşı bir mücadele vermesi gerekeceğini , bu düşmanlarının çeşitli yollarla ülkesinin neredeyse her biriminde güç bulacağını , siyasilerin bile bu düşmanların safında yer alacağını , iktidar sahiplerinin dahi gaflet ce dalalet hatta hıyanet içerisinde bulunacağını söylerken çözüm olarak ise sadece şu cümleleri yazar :

"Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerati dahi vazifen , Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
İşte en başta belirttiğim soru da tam bu noktada kafama takıldı. "İlerde oluşabilecek tüm bu sorunları nokta atışı tahmin eden biri neden iş çözümü söylemeye geldiğinde iki cümle de geçer?" Bu soru uzun süre kafamı meşgul etti. "Hayır" diyordum , haykırıyordum içimden , "Sadece bu iki cümleden ibaret olamaz" diye. Bir noktayı kaçırıyor olmalıydım. 

Şuan anlıyorum ki aslında hiçbir şeyi kaçırmıyormuşum . Gerçekten tüm bu olumsuzluklara karşı elimde olan şey bu cümleler. Şunun farkına vardım ki daha fazlasına da ihtiyaç yok. İzin verin açıklayayım.

Tarihimiz ile övünmekten kör olmuşuz resmen. İmkansızlıklar içerisinde , hiç de kolay olmayan ve bir çok kayıp verilerek kazanılan Kurtuluş Savaşını bir peri masalı misali anlattılar hep bize. Hiç kolay değildi arkadaşlar . Sadece batı cephesinde 640.00 sivil öldü. Bakın bunlar asker falan değil. Halk , sivil insanlar. Tüm zorluklara ve kayıplara rağmen atalarımızın yazdığı bu zaferde ellerinde olan sadece iki şey vardı. Bunlardan bir umut , diğeri Kemal Paşanın yüreklerinde yaktığı bağımsızlık ateşiydi. Kurtuluş Savaşı bu şekilde kazanıldı. Bir dünya vardı resmen Mustafa Kemalin , silah arkadaşlarının ve hürriyetine aşık bir halkın karşısında. 

Şimdi bu gün tekrardan dedelerimizin düştü durumun benzer bir halini yaşamaktayız. Kılıçlar kınına girmiş olsa bile hala bizi hazinemizden mahrum etmek isteyen dahili ve harici bedhahlar var. Tüm olumsuzluklara karşı verdiği mücadelenin başında Mustafa Kemal'in elindeki tek şey damarlarındaki asil kandan gelen kudretti tıpkı bize de söylediği gibi. Umudumuzu kaybetmeden , Atamızın açtığı yoldan gösterdiği hedefe durmadan yürümeliyiz. 

Açıkçası kendimizi iki cümle ile şanslı bel saymalıyız. Zamanında dedelerimize  "Ya istiklal , ya ölüm" demişti sadece.

]]>
Mon, 31 Jan 2022 10:51:13 +0300 Garip
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR ESNAF https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-esnaf https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-esnaf +

ZAMANA  YOLCULUKTA  GENÇ  BİR  ESNAF 

 Bugünkü  zamana  yolculuğun  konuğu ; güler  yüzlü, samimi, müşteri odaklı  hoş  seda  sohbeti   ile    müşterilerinin  gönlünde  taht  kuran, aynı  zamanda  Acil  Tıp Teknisyenliği  mezunu  genç  esnaf    Sercan  HAZAR.  Kendisi  ile  güzel  bir  söyleşi  gerçekleştirdim.  

 VAHAP :  Sercan  HAZAR  seni  tanıyabilir miyim?

SERCAN  : 1999 yılında  Mardin’de  doğdum. Dört  çocuklu  bir  ailenin  en  büyük  oğluyum . İlk  Orta     öğrenimi  Mardin’de  tamamladım. Sağlık  Meslek  lisesi  mezunuyum.

VAHAP: Çocukluğunda  unutamadığın  bir an  var mı? 

SERCAN  : Benim  hayatıma  etki  edecek  büyük  bir  şey  yaşamadım.

VAHAP : Çocukluğunda  yapmayı  en  çok  sevdiğin  şey  neydi ? 

SERCAN  : Hiç  unutamadığım  bizim mahallenin  çocuklarıyla  futbol   oynamaktı.

VAHAP : Hayalin ne? Gerçekleştirebildin  mi?

SERCAN  : En  büyük  hayalim  iyi  iş  sahibi  olmak  ve  gençlere  iş  sahası  yaratmak. Daha  sonrasında      sevgiyi  bilen  iyi  bir  insanla  ömrümü  birleştirmek.

VAHAP:  Acil  Tıp Teknisyenliği   okudun  ve  mezun  olmanın  sevinicini  yaşadın . Neler     hissediyorsun? Bu  bölüm  sana  neler  kazandırdı?

SERCAN :  Acil  Tıp  Teknisyenliği  okumak  güzel  bir  duygu . Çünkü,  hayat  kurtarmak  için  en  hızlı   şekilde  insanların  yardımına  koşuyorsun. Bana  kazandırdığı  şeye  gelince!  ilkin  olgunlaştım. İkincisi, her  şeyi  soğukkanlılıkla  yapmayı  hangi  durumda  ne yapmam  gerektiğini   ve  insanlarla  nasıl diyalog kurmam  gerektiğini  çok  iyi bir  şekilde  öğretti  diyebilirim.

VAHAP: Sevginin  azaldığı  Aşkın  dillerden  düşmediği   bu  zamanda  senin  için hangisi  ağır   basıyor ? Neden?

SERCAN  : Aşk, sadece   sözden   ibaret  desek   doğru  bir  yaklaşım  olur. Sadece  ilgi  oluşuyor   sonrasında  her şey  bitiyor.  Sevgi, kalbin  aynasıdır.  O  hep  yürekte  beslenen  hiç   ölmeyen  bir    yaşamdır. Bu  yüzden  SEVGİ   diyorum.

VAHAP : Sevgiyi  üç  kelime  ile  özetler  misin?

SERCAN  :  Sadakat , Güven,  Saygı.

VAHAP : Futbolla  aran  nasıl? Türkiye’deki   futbolu  nasıl  değerlendiriyorsun?  Hangi  takım   taraftarısın?

SERCAN                        : En  sevdiğim  hobim  futboldur. Türkiye’de   futbol   ne   yazık   ki;  sadece   dört   büyük   takımın başrolde  olduğu  bir  oyun  sistemidir. Yabancı  ülkelerin  futboluna  baktığınızda  ne   kadar  kaliteli  bir  oyun  stili  ile  mücadele  verdiklerini   görürsünüz. Asaletin  ve  asillerin  takımı   FENERBAHÇE.

VAHAP :  Esnaf  olmak  zor  bir  sanattır. İnsanlara  bir  şeylerin  hizmetini  vermek   kolay   değilken,  sen   bunu   nasıl   başarıyorsun?

SERCAN  :  Meslek  sırrı  desek   doğru  olur. Bunun  yanında   Samimiyet  ve  Güven   buradaki   en   önemli   unsurdur.

VAHAP:  Neden  esnaflık?

SERCAN : Kendi  bitirdiğim  alanda  atanamadığım  için  bu  sektörde  yer   almak  istedim.

VAHAP : Son  olarak; Hem   genç  bir  Acil  tıp  teknisyeni  mezunu  hem de  bir  esnaf  olarak  senin  gibi  genç  yaşta  bu  bölümü  okuyan , mezun  olan  ve  esnaflık   yapan  genç  arkadaşlara     neler  söylemek   istersin?

SERCAN  : Her  zaman  bir  hedefleri  olsun . İlla bu  hedefleri   olacak  diye  çok  beklemesinler.  Hayatta  insanın  her  zaman  bir  B  planı  olmalı.  En azından  hayatını  idame  ettirebilecek  ikinci  bir  mesleği  edinmeli . 

VAHAP : Sevgili  Sercan  HAZAR.  Onca  iş  yoğunluğu  arasında bana  zaman  ayırdın  ve  zamana   yolculuğa  konuk  oldun. Verdiğin   samimi  cevaplar  ve  güzel  söyleşin  için  teşekkür   ederim. İş    hayatında  bol  kazançlı  günler  dilerim.

SERCAN  :  Öncelikle; yaptığınız  röportajları  büyük  bir  ilgi  ile okuyorum. Gençlere  ses  olmak  adına yaptığınız  söyleşiler  çok  başarılı. Ayrıca, bana  bu  güzel  ve  özel  söyleşide  yer  verdiğiniz  ve  davet  ettiğiniz  için teşekkür  ederim.  Çalışmalarınızda  başarı dolu  yıllar  diliyorum…

 

 

 

 

]]>
Sun, 30 Jan 2022 22:46:37 +0300 KUM SAATİ YAZARI
DİBE DAİR UMUTLAR https://edebiyatblog.com/dibe-dair-umutlar https://edebiyatblog.com/dibe-dair-umutlar Boşluğun da katmanları olur mu Moriva?Ben her bir katmanı gizlice yaşamak zorunda kalmış gibiyim,içimde,öylece...Ve birkaç notanın beni bir üst ya da bir alt katmana taşımasına izin verdiğim için bazen kendimi hiç affedemiyorum,bu insanlar için de geçerli.İnsanları bu kadar umursamamayı dilerdim;bu,onları gönlümce kırmayı içermiyor Moriva.Bu,onların hikayelerini okuyup anlamayı ama kendi hikayemden de vazgeçmemeyi içeriyor.

Gittikçe dibe batıyor gibiyim,dipte ışığın değeri daha çok biliniyor kanımca...Ve ışığa ne zaman ulaşacağımız belli değil Moriva'm,ama ulaşmak için teptiğimiz yollar ışığı değerli kılan yegane şey.

Boşluğun son katmanındayım bugün,ışığı görmeye çok yakınım.Değerini bilmeliyim bütün bu yaptığım yolculukların,tuttuğum ellerin,tutamadığım ellerin...Ve artık ışık çok daha net,ben çok daha benim.Bir gün daha...Ve ben bir bütünüm.

]]>
Sun, 30 Jan 2022 17:35:43 +0300 callmeel
Merhaba, Küçük Adam https://edebiyatblog.com/merhaba-kucuk-adam https://edebiyatblog.com/merhaba-kucuk-adam              Merhaba, Küçük Adam

Daha dünyaya gelmemiş birine mektup yazmak kulağa saçma gelebilir ama yazıyorum işte. Nedeni ise sana anlatacağım bir kaç şeyin olması. Öncelikle her ne olursa olsun içindeki o çocuğu büyütme, o her zaman olduğu yerde kalsın. Bu hayat çocuk olduğun sürece güzel. Büyüyeceksin belki de bunları okurken büyüdün bile, büyürken düşebilirsin, acı çekebilirsin kaybedebilirsin, korkabilirsin. Bunlar olmayacak diye bir şey olacak ki olmalı, çünkü kaybetmeyi göze almadan kazanamazsin kaybetsen bile bu kaybetmeyi kazandığını gösteriyor. Düş, korkma düşmekten hatta düştüğün için ağla ama pes etme. Önemli olan her ne olursa olsun devam etmektir adım atmaktır. Şimdi diyeceksin 'erkekler ağlamaz anne' niye ağlamasın ki onların gözyaşı yok mu? Hem bence en güzel erkekler ağlar, bulutların gözlerine ağır gelir ve ağlarsın işte. Ama sakın herkesin yanında ağlama bunu istememin sebebi ise, senin o inci tanelerin çok değerli Küçük Adam bunu herkesin görmesini mı sağlayacaksın onlar senin özelin ve onu özelin olacak kişiye sakla. Konusu açılmışken birini seveceksin ve eminim çok güzel seversin ama ben yine de taktık vereceğim. Birini seveceksen eğer onu bir çiçeği büyütür gibi sev, çok su verme çürür çok da güneşe çıkarma bu seferde kurur. Sen çoklarını sevmek için harca Küçük Adam. Sana o kadar çok şey diyebilirim ve yazabilirim ki ama işte biz çoklarımızı sevmek için harcadığımız için anca bu kadar Küçük Adam. 

                                        Ben , seni hep sevecek ve sevmiş olan annen .☘️         

]]>
Sat, 29 Jan 2022 19:14:04 +0300 YağmurunKızı8
Çocukken tanısaydım seni... https://edebiyatblog.com/cocukken-tanisaydim-seni https://edebiyatblog.com/cocukken-tanisaydim-seni Seni çocukken tanımak isterdim, yağmur damlalarını  ellerimizi açarak tutmaya çalışmak sonra yokuş aşağı koşarak o korkunun içindeki heyecanı hissetmek isterdim, sonra belki bir sokak düğünune denk gelirdik halayın arasına karışıp oynamaya çalışarak kahkaha atardık mesela.. bir parka gider salıncak için kavga ederdik çocuklarla sonra dayak yememek için tekrar koşardık belki, yorulduğumuz anda ise bir kaldırım köşesine oturup başım omzunda nefeslerimi dinlerdik... çocukken tanısaydım seni..

]]>
Fri, 28 Jan 2022 00:44:27 +0300 YağmurunKızı8
UYANMAK https://edebiyatblog.com/uyanmak https://edebiyatblog.com/uyanmak Küçükken ninnilerle uyutuluruz, bir gün gerçeklerle uyanacağımızı bilmeden. Gerçekleri öğrenmeye başladıkça ne kadar uyutulduğumuzu daha iyi anlarız. Sonra nasıl uyutulmaya devam ettiğimizi ve kendimizi nasıl uyandıracağımızı. Önce bol bol araştırarak başlarız uyanmaya, gerçek sandığımız onca şeyin bir yalan olduğunu öğrenerek uyanırız. Sonra gerçekleri öğrenir ve inandığımız her şeye şüpheyle yaklaşırız. Bazen uyanmanın verdiği acıdan şikayet etsek bile gerçeklerle aydınlanmaktan vazgeçemeyiz. Biz büyüdükçe uyutma çeşitlerini de değiştirir insanlar. Bazılarımızı yalanlarla uyuturken bazılarımızı gerçeklerin farklı yorumlanmasını sağlayarak uyuturlar. Bu uykular insanların hayatlarının birer rüyadan ibaret olmasına sebep olur. Kimimiz korkuyla uyanırız bu uykudan, kimimiz dinç bir şekilde. Korkuyla uyananlarımız geç kalmanın verdiği korkunun pençesinden bir ömür uyanamaz. Dinç uyananlarımız ise zamanında uyanmanın ve güçlü olmanın verdiği cesaretle doğrulardan korkmayız. Bazılarımız ise ömür boyu uyur ama asla büyüyemezler. Peki biz, biz ne zaman uyanırız? 

]]>
Wed, 26 Jan 2022 01:06:51 +0300 Mehmetkvk
PARASİYAH MEKTUPLAR(BAŞLANGIÇ) https://edebiyatblog.com/parasiyah-mektuplarbaslangic https://edebiyatblog.com/parasiyah-mektuplarbaslangic E'den D'ye,

Sen her zaman duyduğuna anlam yükleyen biri oldun,bense duyamadıklarıma...Bunun beni senin gözünde dört duvar arasına tıkılmış,tek çıkış yolunun doğrunun saklanması olan biri yaptığını adım gibi biliyorum,ama öyle basit bir şeyi de unutma ihtimalim var.

Benim seni her zaman sevmiş olmam artık bir şey ifade etmeyecek,sen çoktan kanatlarını açtın ve o kanatların altında ben yokum.Ve ne yazık ki bu yok olma arzusu beni her zaman fırtınanın kalbinden uzak tutacak.

Hatırlıyor musun,bir keresinde bana bir parça dinlettiğini?Unutacağımı düşünmüştün,ama ben unutmadım.Yaklaşık kırk adımlık hastane bahçesinde attığım her adımda ben o parçanın sözlerini tekrarlıyordum,senin için bir başkası olmamak adına...

Ama sonunda bütün umutlarımı kaybetmiştim,sana dair umutlarımı...Babam,sen artık var olmayan birinin acısını çekiyorsun diyordu,lakin biliyordum ki senin içinde hala iyilik vardı.Sadece benim için değildi.

Yıllar geçti ve fotoğrafını gördüm.Yetişmişsin,hayata atılmışsın,benim yapamadığımı yapmışsın.Bundan şikayetlenecek değilim elbette,ne kadar kanatlarında bana yer olmasa da biz hala dostuz.Ve bilmeni istiyorum ki sana beslediğim duyguların içinde asla nefret yok.

Son bir kez siyaha boyanmış gökyüzüne bakıyorum ve o gece gözümün önüne geliyor.Bu ikimizin de suçu değildi,hiçbir zaman da

olmayacak.Yolun sonu belki çok yakın,belki de hiçbir zaman gelmeyecek,bunu bilemem.Tek bildiğim şey,tekrar dört duvar arasına tıkılmadan önce,umut vermek istiyorum.

]]>
Tue, 25 Jan 2022 17:56:41 +0300 callmeel
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR PAZARCI https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-pazarci https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-pazarci +

ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR PAZARCI

Bugünkü Zamana Yolculukta;Semt pazarlarında bizlere doğallığı tattıran,Organik ürünleri ile sağlığımızı korumayı amaçlayan hem doğal,hem de  güleryüzlü  oluşu ile insanlara doğallık katan genç pazarcı dostum Azat DOĞAN.Kendisi ile yaşama ve doğallığa dair  güzel bir söyleşi  gerçekleştirdim.

VAHAP:Azat DOĞAN  seni  tanıyabilir miyiz?

AZAT:Mardin’in Savur ilçesinde doğdum. Dört çocuklu bir ailenin en büyük oğluyum.İlkokulu Savur Mehmet Fuat Demir  ilkokulunda,Ortaokulu Savur Aziz  Sincar ortaokulunda,Liseyi Savur Nuri Cıngıllıoğlu Anadolu lisesinde okudum.Hobilerim arasında,Santranç  oynamak,Bilgisayarla oyun oynamak ve tenis oynamaktır.Şuan Mardin  Semt pazarında Pazarcılıkla uğraşıyorum.

VAHAP:Çocukluğunda yapmayı en çok sevdiğin şey neydi?

AZAT:Çocukken Futbol  oynamayı  çok severdim.Halen de seviyorum.

VAHAP:Çocukluğunda unutamadığın bir an var mı?

AZAT:Küçükken kardeşim gözümün önünde merdivenlerden yuvarlanmıştı.O anı hiç unutamıyorum ve hala aklımda…

VAHAP:Haftanın her günü Semt pazarında tezgah açmak,İnsanlara doğallığı tattırmak nasıl bir duygu?

AZAT:Güzel  bir  duygu.Hem bizim işimiz,Hem de severek yapıyoruz…

VAHAP:”Köyde Yaşam Doğal Olur”.Köy ürünleri nelerdir?Köy ürünleri tüketmenin yararı nedir?

AZAT:Köy ürünleri doğal ve organik ürünlerdir.

Köy ürünleri tükettiğimiz  için akşama kadar dinç bir şekilde çalışabiliyoruz.Ayrıca;Evde hayvanlarımız olduğu için günde bir çok kere süt ve süt ürünleri  de tüketiyoruz…

VAHAP:Semt pazarında sattığınız ürünler çok doğal.Bütün meyve ve sebzeleri kendiniz mi yetiştiriyorsunuz?Yoksa dışarıdan da alıyor musunuz?

AZAT:Bazılarını biz yetiştiriyoruz,Bazılarını da Mardin Sebze halinden temin ediyoruz…

VAHAP:Neden başka sektör değil de!Semt pazarında pazarcı  olmayı  tercih ettin?

AZAT:Aslında benim tercihim değil!Hem baba mesleği,hem de sınavda istediğim puanı çıkaramadığım için bir süre daha bu mesleği yapmaya devam edeceğim…

VAHAP:Hayalin ne?Gerçekleştirebildin mi?

AZAT:Hayalim,Beden Eğitimi  Öretmeni  olmak ve daha henüz  gerçekleşmedi.Ama! Sınava girip kazanacağım.

VAHAP:Sevginin azaldığı,Aşkın dillerden düşmediği bu zamanda senin için hangisi ağır basıyor?Neden?

AZAT:Benim için sevmek ağır basıyor.Çünkü;bir insanı sevmezsen!Aşıkta olamazsın…

VAHAP:Sevgiyi üç kelime ile özetler misin?

AZAT:Sevgi benim için,Birbirine duyulan ilgi,Bağlılık ve içten samimiyettir…

VAHAP:Futbol seyrine doyum olmayan bir oyundur.Hangi takım taraftarısın?

AZAT:Evet futbolu çok severim.

FENERBAHÇELİYİM.

VAHAP:Gençlik nedir?Gençlerin en büyük sorunu ne?

AZAT:Bence Gençlik,Bir insanın kendini en iyi hissettiği evredir.Bizim Ülkedeki gençlerin sorunları çok fazla SOSYAL MEDYA ile uğraşmalarıdır…

VAHAP:Köy hayatını mı tercih edersin?Şehir hayatını mı?

AZAT:Tabiki de Köy hayatı.Köydeki temiz ve doğal havayı tercih ederim.

VAHAP:Son olarak;Genç bir pazarcı ve doğal ürün satıcısı olarak,senin gibi bu mesleği icra eden,Gönül veren ya da bu işi yapmak isteyen genç arkadaşlara neler söylemek istersin?

AZAT:Ben bu işe girecek arkadaşlara şunu söylemek isterim.

Çok iyi düşünüp,öncelikle okullarını okumalarını söylüyorum.Çünkü bu işte kışın gerçekten zor şartlar altında çalışıyoruz…

VAHAP:Sevgili Azat DOĞAN.Bu güzel söyleşiye konuk olduğun ve verdiğin samimi cevaplar için teşekkür ederim.Doğallığı her daim yaşayacağın günlerin olsun…

İyi çalışmalar…

AZAT:Bu güzel söyleşide bana yer verip,ZAMANA YOLCULUK’a konuk ettiğiniz ve ayrıca, gençler için çaba gösterdiğiniz bu güzel çalışmada beni de kattığınız için çok teşekkür ederim.

Çalışmalarınızda başarılar dilerim…

]]>
Mon, 24 Jan 2022 19:23:21 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Ömrümüzün Değeri https://edebiyatblog.com/omrumuzun-degeri https://edebiyatblog.com/omrumuzun-degeri Hayatın anlamını sorgulamadan yürüdüğüm sokaklarda sen yoksun artık ve o sokaklarda sensizliğin acı soğuğu işliyor bedenime. Yüzümde hayatın ne kadar kısa olduğunu anımsatan kısa bir tebessüm oluşuyor. Her şeyi dün yaşamış gibi hissediyorum, oysa üzerinden yıllar geçti. Artık sorgulamaya başlıyorum hayatı, kısacık ömrümüzü ne uğruna harcadığımızı. Ömür denilen bu sürede bizi üzen ve mutlu eden şeylerin gerçek değerinin ne olduğunu düşünüyorum. Neye göre değer veriyoruz hayatımızdaki şeylere? Değer verdiğimiz şeylerin bizi ne için mutlu ettiğini ve ne için üzdüğünü düşünüyorumda elimizde bu kadar imkan varken mutluluğu neden hep bir köşeye ittiğimizi anlamıyorum. Gerçekten ölmekten mi korkuyoruz yoksa yaşayamadığımız bu hayatı geride bırakmaktan mı? Cevabını bilmiyorum ama ben bu hayatı terk etmeden önce yaşamak istiyorum. 

]]>
Mon, 24 Jan 2022 15:30:54 +0300 Mehmetkvk
Sorgulamak https://edebiyatblog.com/sorgulamak https://edebiyatblog.com/sorgulamak Milyonlarca hatta milyarlarca insan neden var olduğunu bilmeden, sorgulamadan yaşıyorlar. Bir hedefleri, bir amaçları hatta bir fikirleri bile yok. Sadece hayatın akıp giden olağan sıradanlığına ayak uydurma çabasıyla yaşıyor. Basit korkular, basit heyecanlar ve olabildiğince az riskle yaşıyorlar hayatlarını. Hayatlarından bir beklentileri yok. Uğrunda can verdiği değerler bile alışkanlıkları olmuş çoğu kişilerin ve araştırma duyguları körelerek yok olmuş. Hayatlarının bir döneminde düşünüyorlar belki ama sonra yine herkes gibi hayata karışıp gidiyorlar. Basit şeyler yetiyor onları mutlu etmeye ve gereksiz şeyler için üzülüyorlar. İnandıkları ve sevdikleri şeylerin yanlış ya da doğru olmasıyla ilgilenmiyorlar. Bu da bir risk onlar için çünkü eğer yanlış çıkarsa hayatlarını değiştirmeleri gerekecek. O yüzden hiç sorgulamadan yaşamanın güzel olduğunu sanarak tüketiyorlar ömürlerini. İnanmak istediklerinize değil gerçeklere inanın sevgili okur belki hayatınız değişir ama bir yalanla mutlu olmak yerine gerçeklerle yaşar hayatın tadına varırsınız. Seçim size ait ve ömür bitiyor.

]]>
Sat, 22 Jan 2022 20:09:56 +0300 Mehmetkvk
SİNEMALARIM,DİZİLERİM https://edebiyatblog.com/sinemalarimdizilerim https://edebiyatblog.com/sinemalarimdizilerim Benim HAİDİ'm hâlâ Alplerde dedesiyle süt sağıyor, keçi güdüyor, ihtiyacı olanlara iyilik yapıyor. Ne yaş aldı, ne modern hayat çarkının dişlilerine kapıldı. CEDRİC de hâlâ sekiz yaşında hayatın zor yanlarını deneyimlemekte. ARI MAYA, çiçekten çiçeğe gezerek kolonisiyle birlikte yaptıkları balı bizimle paylaşmakta. İsteyerek değil elbet. TOM evde, bahçede, mahallede dolaşıp besleniyor, JARRY ise elimizin altında bilgisayara eklendi de kurtuldu TOM 'dan.

KÜÇÜK EV'in Laura'sı çocukluk arkadaşım. Mary için çok gözyaşı dökmüşlüğüm var. Güzel yüzlü bir fotoğrafını kendi icadım defter kabı yapmıştım, hâlâ durur. UZAY 1999 , yılı çoktan tükettik ama hâlâ dünyaya dönmeden uzayı keşfe devam ediyorlar. Yeni uzaylıları başka filmlere göndererek bizimle tanıştırıyorlar. TRANSFORMERS 'leri haber veremedik. DOKTOR WHO, veya MERLİN sevdamızın sebepleridir. Canavarları sevmem bu yüzden…

Türk filmleri ayrı sevda. Onlar için şafak sayıp haftada birgün ekran nikahı kıydığımızı herkes biliyor. Adile Naşit, Münir Özkul en yakın akrabamız. Davetsiz her daim gelirler evimize. Başköşemize kurulurlar ne zaman uğrasalar. Kemal Sunal oğlu ile aynı yaşta. Güldürür düşündürür. En çok da tımarhane firarından sonra BUZLAR ÇÖZÜLMEDEN gittiği kasabaya kaymakamlığına özenirim. Ya oraya taşınacak, yabizim kasabaya kaymakam atanacak! O umutla yaşarım. KİBAR FEYZO dur en çok gerçek olduğuna inandığım. Bir gün köyünü ziyaret edeceğim. Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik ,Hülya Koçyiğit (Allah hepsine uzun ömür versin) severim ama sahipleri değilim. Zira fakirken zengin olurlar, ya da zengin oğlana aşık olup sosyeteye karışırlar. Kandırdılar beni. Zenginlik onların anlattığı gibi çıkmadı. Vallahi iyiler de kazanmadı, ne yapayım. KÜÇÜK HANIMEFENDİ Belgin Doruk, Ayhan Işık nostaljik esintisidir evimin. Çocukları olmuştur. Bizim evin önünden geçmiştir kimbilir! CANIM KARDEŞİM gibi hâlâ çocuklara kıymakta dünya. Fukaralık bir tarafa kurşunlar, bombalar, azgın dalgalar yüzünden çocuklar koparılmakta hayattan. Tarık Akan, Halit Akçatepe "Kanka" lar yine de. Çetin Tekindor, BABA olmak için yorulmakta, uğraşmakta. Perran Kutman BİZİM MAHALLE'den taşındı. Apartman dairesinde balkonlardan komşuculuk yapar yine de. ELVEDA RUMELİ 'den göçeden sütçü Ramiz (Erdal Özyağcılar) dilini düzeltti benim gibi konuşup süt getiriyor evime.Ama ben onun gibi konuşuyorum bazen: Kızçeler mesela… 7 NUMARA benim için bütün üniversiteliler. Alt kat, üst kat, bir de ev sahipleri mutlu mesut yaşarlar ülkenin her bir köşesinde. AŞKI MEMNU ile sevdim zenginleri. Benim gibi acınası halleri olduğunu gördüğümden. YAPRAK DÖKÜMÜ evimizde her mevsim. Hepsi dağılıp başka karakterlerde dünyamıza girmeyi başardılar. Onları kalbimizde en tanıdık sima olarak ağırlıyoruz. Ne yapsalar, hangi ürünü koysalar önümüze kabulümüz.

Ben biraz da onlarla benim.

]]>
Sat, 22 Jan 2022 19:16:43 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Herkesleşme https://edebiyatblog.com/herkeslesme https://edebiyatblog.com/herkeslesme        Bugün de söylenememişliklerle dolu bir gün daha yırtıldı takvim yaprağından. Yere doğru düşerken kendime olan acıma hissi evrende oluşan en kötü olaymış gibi geldi bir anda.  Herkesle bir kendimi tuttuğum ve o günün ardından kendime acıyarak günü taçlandırdığım bir gün…

       Ötekileşme fikrinden ölesiye korkma fikrinden ötürü herkesleşme eylemine bürünerek rengarenk evrende grileşmeyi göze aldığım bir gün daha sadece.  Kendime söylediğim, hangi renk yalan olduğunu bilmediğim sadece  yalnızlık korkusundan sıyrılacağına dair çocuksu avuntuları içeren birtakım ruhsal tatminkar cümlelerdi.  Öyle ki bu cümleler benliğimi giderek baskıladıkça baskılar hale gelmiş her saniye kendimden bir şeyler yitiriverir konuma gelmiştim. Ruhu baskılama… Geri kalmaya mahkum toplum ve kişilerin zorunlu eylemleri haline gelmiş cehalet sirkülasyonu. Duygularımı, fikirlerimi baskılar halde bir adım daha herkes olma yolunda emin adımlarla ilerler buldum kendimi. Nedendir bilinmez yukarıdaki sebeplerin ötesinde de bir sebep varmışçasına herkes olmaya çalışıyordum sanki, belki de herkes olunursa sevgi bulunabilir yahut elde edilebilirdi.

        Ansızın kulaklarıma sessizliğin yankısı vurdu. Sonra başına elma düşen Newton gibi zihnimde aydınlandı bazı karanlık bölgeler ve beni huzura erdirdi. Gerçi huzur da hayatımdaki her şey gibi tartışmaya açıktı. Herkesleşme eylemine olan saplantılı merakımın yegâne sebebi sessizliğin kulağımda yankıladığı ve ruhumda vuku bulduğu histen öte olmaktı. Bir adım daha ben olabilmek adına herkes olabilme paradoksuna düşmüştüm. Beyaz satırlar ve siyah mürekkep dolu zihnimse kendi kendine bocalanıyordu. Yine ve yeniden…

]]>
Thu, 20 Jan 2022 12:26:28 +0300 sailacala
MORİVA'YA ADANMIŞ SÖZLER https://edebiyatblog.com/morivaya-adanmis-sozler https://edebiyatblog.com/morivaya-adanmis-sozler Moriva'm,seninle ben ezelden beri aynı hüzünden tacı takıyoruz.Kimse bize inanmak zorunda değil,biz de kimseye...Bağlı olmak
istediğimiz kişiye hayatımızı adadık,nefeslerimiz kesildi.Son bir kez kesilsin istiyorum nefesim,tıpkı senin gibi,ebediyen...
Sessizliğin tınısında hiçleşiyorum,Moriva.Bu sefer dibe hiç olmadığım kadar yakınım,olduğum dibi yakanım...Kimsesizleşişimin
tane tane çoğalmasını izliyor insanlar,herkesleştirirken kendilerini...
Bugün bir milat,sana adım atmaya ilk defa o kadar da korkmuyorum.Ve bu sabah güneş burada hiçliğe doğdu,iki çift hüzne gömülecek.

]]>
Thu, 20 Jan 2022 00:26:08 +0300 callmeel
Kimsesizlik https://edebiyatblog.com/kimsesizlik-1505 https://edebiyatblog.com/kimsesizlik-1505 Çevrenizde o kadar çok insan varken siz bir köşeye çekilip , otururup olanları sadece izlersiniz.  Ya onları kendinizden uzak tutarsınız yada onlar uzak dururlar , bazen bazı şeyleri uzaktan izlemek iyiyken bazen de içinde olmak lazım . Yanlızlık bazen de seçim değil , zorunluluktur . Sevdiğiniz bir insan sizi bir çıkmaz sokağa sokup gittiyse ne yapa bilirsiniz ? Hiç bir şey . O sokakta kalırsınız, belki de oturup bir köşede ağlarsınız yanlız başınıza. O yalnızlığa sizi iten olduğu sürece oradan çıkmanız imkansız gibi bir şey . 

]]>
Wed, 19 Jan 2022 22:37:00 +0300 Medine Herzem
Hüzün içeren kelime "KİMSESİZLİK" https://edebiyatblog.com/huzun-iceren-kelime-kimsesizlik https://edebiyatblog.com/huzun-iceren-kelime-kimsesizlik Bazen kimsesiz kalır insan. Ne tutunabileceği bir dal, ne de düştüğünde onu tutabilecek bir el bulamaz. Gözyaşlarını silen, derdini dinleyen kimsesi olmaz. İşte o an ne bir sevgili, ne bir dost, ne de bir akraba bulabilir kendisine yardım edebilecek. O an anlar gerçek çaresizliği ve bu çaresizlik halinin insanda ne büyük yıkımlara sebep olduğunu. Denizin ortasında susuz kalmak gibidir bu. Etrafın su doludur ama sana faydası yok. Kimsesizlikte böyledir işte, nice kalabalıklar içerisindesindir ama sana yardımı olacak tek bir kişi bile bulamazsın. Odanı aydınlatan ışığın sönmesi gibidir. Dünyan kararır, yolunu bulamazsın. İnsan kimsesiz kalmadan anlayamaz etrafındakilerin değerini, kimsesiz kaldığında ise çok geç olur. Bir garibin dörtlüğünde dediği gibi;  

Kimsesizlik bir su idi, ben boğuldum

Işıklarım bir bir karardı, ben kayboldum

Yokmuş dünyada böyle bir acı, bilmiyordum

Kimsesizliğin adını ben ölüm koydum. 

]]>
Wed, 19 Jan 2022 22:36:44 +0300 Mehmetkvk
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR TEZGAHTAR https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-tezgahtar https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-tezgahtar ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR TEZGAHTAR

Bugünkü zamana yolculukta;Doğalığı,açık sözlü oluşu ve tebessümü ile insanların gönlünde yer eden,Her sabah doğal ürünleri tezgahta olan,İnsanların  gönül rahatlığıyla sofralarını süsleyen ,Zeytin Şarküterinin güzide tezgahtarı  genç dostum Kadir DUMAN.Kendisi ile doğal  ürünler  ve yaşama dair güzel bir söyleşi gerçekleştirdim.

VAHAP:Kadir DUMAN seni biraz tanıyabilir miyiz?

KADİR:Merhaba!

1997 Mardin doğumluyum.İlkokulu Noter Cevdet İlk okulunda,Lise eğitimimi İmam Hatip Lisesinde okudum.Çocuk yaşta ticareti öğrendim.Bir dönem uzun süreliğine garson olarak çalıştım. Ne mutlu bana ki!bugünlere kadar geldim…

VAHAP:Çocukluğunda yapmayı en çok sevdiğin şey neydi?

KADİR:Okuldan kaçıp okulun arka tarafındaki bahçede misket oyunu ve körebe oynardık.O zamanın bize verdiği mutluluk ile oyunumuzu oynardık.Civardaki bahçelerden meyve  yerdik.

VAHAP:Çocukluğunda unutamadığın bir anı bizimle paylaşır mısın?

KADİR:Bizim komşuların pencerelerini taşla kırdıktan sonra kaçıp,Üç arkadaş içerisinde bir tek ben yakalanıp dayak yerdim.

VAHAP:”DOĞALLIK LEZZETTE SAKLI”…Her sabah ve dört mevsim insanlara doğal ürünler satmanın mutluluğunu yaşıyorsun.Müşteriye doğal bir ürün satarken neler hissediyorsun?

KADİR:Çok mutlu oluyorum.Köyden katkı maddesi bulunmayan ürünlerin tüketilmesini  sürdürmek insanlarımızın sağlığı için önemli…

VAHAP:Neden başka bir  sektörde yada market değil de Doğal Köy ürünlerinde çalışmayı tercih ettin?

KADİR:Doğallığı sevdiğim ve doğal yaşamayı tercih ettiğim için bu sektörü seçtim.

VAHAP:Doğal ürün denilince ilk akla ne gelmeli?Köy ürünü olup olmadığını ve doğallığı nasıl anlayabiliriz?Katkı maddesi  bulundurmayan tüm ürünler doğaldır.Tüketim ömrü kısa olan tüm ürünler doğaldır.

KADİR:

VAHAP: Doğal bir insansın.Doğal bir yaşam nasıl olmalı?

KADİR:Özünde olduğun gibi yaşamaktır.

VAHAP:Hayalin ne?Gerçekleştirebildin mi?

KADİR:Hayalim,Trafik Polisi olmaktı.Nasip olmadı.Şu anda severek yaptığım  mesleğimi icra ediyorum.

VAHAP:Sevginin azaldığı,Aşkın dillerden düşmediği bu zamanda senin için hangisi ağır basıyor? Neden?

KADİR:Sevgi diyorum.

Hayatımızdan Ve yaşantımızdan  sevginin eksik olmaması tek temennim…

Sevginin gücüne hiçbir şey engel olmaz…

VAHAP:Sevgiyi üç kelime ile özetler misin?

KADİR:Bağlılık,Mutluluk,Sahiplenme duygusu.

VAHAP:Köy yaşamını mı?Şehir yaşamını mı tercih edersin?

KADİR:Tabi ki;Köy yaşamı benim için vazgeçilmezdir…

Toprağın bereketi ve kokusu,Doğal bir yaşantı ve yemyeşil bir alan var. Bunların içinde yaşamak harika bir duygu…

VAHAP:Gençler anlaşılıyor mu?

KADİR:Maalesef şimdiki gençler anlaşılmadığı gibi!Gençlerin ileriye dönük bir hedefi olmaması beni derinden üzüyor.Bu açıdan gençlerin dinlenilmesi onların yüreklerindeki güzellikleri görebilirsek, o zaman anlaşılabilirler…

VAHAP:Geçmişe geri dönmek mümkün olsaydı!Hangi zamana,Neden dönmek isterdin?

KADİR:İlkokul çağlarına geri dönmek isterdim.

Çünkü,o zaman çok mutluyduk.

VAHAP:Son olarak;genç bir tezgahtar ve doğal ürün satıcısı olarak,bu meslekte insanlara doğallığı tattırmak isteyen yada bu mesleğe gönül vermiş genç arkadaşlara neler söylemek istersin?

KADİR:Bu işe gönül vermiş yada bu yolda ilerlemek isteyen genç arkadaşlara,En güzel ürünleri satmanın  sevinci ile mutluluk duymanız gerekiyor.Zira;İnsanlara hem doğallığı tattırıyor olmanız güzel,Hem de kendiniz doğal olarak satış yapıyorsunuz.

Bu yüzden sevdiğiniz işin peşinden koşun…

VAHAP:Sevgili dostum Kadir DUMAN.Onca iş yoğunluğun arasında bana zaman ayırıp,ZAMANA YOLCULUK’a konuk olduğun  verdiğin güzel ve doğal cevaplar için teşekkür ederim.Yaşam boyu doğallıktan yana ne varsa seninle olsun…Çalışma hayatında başarı dolu yıllar diliyorum…

KADİR:Bu güzel röportaja beni kattığınız ve beni ZAMANA YOLCULUK’a çıkardığınız için çok teşekkür ederim.Gençler alanında yaptığınız bu çalışmayı büyük bir beğeni ile okuyorum.Bundan sonraki çalışmalarınızda muvaffakiyetler diliyorum…

 

 

 

]]>
Wed, 19 Jan 2022 16:17:09 +0300 KUM SAATİ YAZARI
ÇOCUKLUK https://edebiyatblog.com/cocukluk https://edebiyatblog.com/cocukluk İstisnai durumlar dışında, çoğu kişinin yüzlerinde gülümsemeyle anımsadığı yıllardır çocukluk çağı. "Ben çocukken..." diye başlayan cümleleri önce büyüklerimiz, sonra da geçen yılların etkisiyle bizler de kurmaya başlarız. Geçmişe duyulan özlem dilimize böylece yansır.

Çocukluk dönemini bizim için bu kadar özel kılan neydi? Bu soruya tek ve genel geçer bir yanıt vermek zor, çünkü herkesin cevabı kendine özel. Ancak bana sorarsanız, çocukken dünyayı masum gözlerle gördüğümüz, yaşanmış olumsuz tecrübelerle yıpranmamış tertemiz hislerle keşfetmeye çalıştığımız için güzeldi o yıllar. Halbuki o zamanlarda da eskiden her şeyin daha iyi olduğunu söyleyen büyüklerimiz vardı; bizler ise henüz bakıma muhtaç konumda olmanın, yetişkin olmadığımız için henüz yüklenmediğimiz sorumlulukların altında ezilmediğimiz için mutluyduk. Bugün de benzer durumları etrafımızda gözlemleyebiliriz; sanırım bu döngü insanlık var olduğu sürece devam edecek. 

Maalesef her çocuğun çocukluk çağını olması gerektiği gibi yaşayamadığı da bir gerçek. İçlerinde talihsiz olaylar yaşayanlar, yaşlarından büyük sorumlulukları üstlenmek zorunda kalarak büyüyenler de var. Belki büyüdüklerinde eskiye göre daha iyi hayat şartlarına kavuşabilmişlerse geçmişleriyle barışıp bugünün mutlu ve güçlü yetişkinleri olabilirler. Fakat ya tam tersi olduysa? İşte o zaman pek de umutlu olamıyorum. 

Çocukluk herkes için kritik bir dönem; bunun nedeni de dünyayı algılamaya başlayış biçimimizin bu evrede gelişmesi. Yarınlarımızın umutlu olabilmesi için çocuklarımıza özen göstermeliyiz. Unutmayalım ki onlar geleceğimizin büyükleri olacaklar. "Eskiden insanlar ne kadar iyiydi, dünya daha yaşanılır bir yerdi..." gibi cümleleri geçmişte bırakmanın yolu çocuklarımıza verdiğimiz değerden geçiyor. Hepimizin dünyaya bir gün bu farkındalıkla yaklaşacağını ümit ediyorum. 

]]>
Tue, 18 Jan 2022 17:59:23 +0300 Neslihan Acar
DİLLERDEKİ ÖZLÜ VE GÜZELSÖZLER 3 https://edebiyatblog.com/dillerdeki-ozlu-ve-guzelsozler-3 https://edebiyatblog.com/dillerdeki-ozlu-ve-guzelsozler-3 41-İmanı gevremek (Çok zorlanmak )

42-Kör itin öldüğü yer.

43-Manı manı oynatmak.

44-Sıtkını sıyırmak. ( güveni yitirmek )

45-Vıddırı vızzık  ( işe yaramaz )

46-Yumuş buyurmak.-

47-Ahrazın dilinden sahabı anlar.

48-Kepirleri dırmalamak.

49-Ne uman bacından ,bacın ölür acından.

50-Tembele yumuş buyur ,sana akıl öğretir. H. Şevki Öztürk 

51-Kelbaşa şimşir tarak.

52-Köpenen çoçuk hatır gönül bilmez.

53-Asil azmaz, bal kokmaz.

54-İtin hatırı yoksa ,sahabının  hatrı var.

55-El atına binen tez iner.

56-Tandır kızdı beze bitti ,ev düzüldü ömür   bitti .

57-Mavrası bol .

58-Çeleresice..

59-Gıran giresice.

60-Geri gıranlar. BELHİ-Adana

]]>
Mon, 17 Jan 2022 12:41:39 +0300 Ayşe Atlı
Doğum Günü https://edebiyatblog.com/dogum-gunu https://edebiyatblog.com/dogum-gunu Sevdiğinin, sevdiceğinin şiir yazması kadar başka bir şey mutlu etmiyormuş insanı.
İYİ Kİ DOĞDUM BEN!
---

Seninle ilk defa çıkıyorum dışarı
Kapısı sürgülü, penceresi kör karanlıklarımdan
Sen caddesi
Sen sokağında
Usul usul yürüyorum seni

Adımı kaybediyor adımlarım
Gözlerinin çıkmazında
Tüm şehri yitiriyor baktıklarım
Saçlarına bulanmış elim

Yüzüne baktıkça kıyıya vuruyor hislerim
Masmavi sularında kaybediyorum kendimi
Soludukça seninle dolu yeni bir nefesi
Fark ediyorum gözlerine sürdüğün denizi

Katili, saçların olan ne hayallerim boğuldu sularında
Bir anda buluyorum kendimi yüreğinin tam ortasında
Daha açmamış, kıymetli tomurcuklar arasında
Ve dalgaları aniden savruluyor rüzgardan
Seni tarif edercesine ciğerime dolan bir deniz kokusu geliyor uzaklardan

Batıyor sularına gözbebeklerim
Gönlümce ıslanıyorum
Yanıklarımı üflüyorum artık
Yıkıyorum taş duvarlarımı
Sen yağdıkça nisan dökülüyor topraklarıma
Bir damlıyorsun
Yine bir ölümden diriliyorum

]]>
Sun, 16 Jan 2022 23:18:00 +0300 _iirazz
"Hüzün yağar bu zamanlar" https://edebiyatblog.com/huzun-yagar-bu-zamanlar https://edebiyatblog.com/huzun-yagar-bu-zamanlar   Şairin diyor ya hani 'Hüzün yağar bu zamanlar ' diye. Biz hüznü bir kar tanesine sığdırdık en çok, nedeni belirsiz. Her yağmur yağışında özlemimiz arttı sebebi çok manidar bir şekilde. Bundandır belki de soğuk havanın acılarımızı benimseyip bağrına basması, bundandır belki de her bir yaprak düşmesin de 'İntihar mı ediyor seven sevdiğinden ?' diye sormam. Sahi, bu yaprak düşüşlerinin canları acımıyor mu hiç? Hiç demiyor mu mesela ' Ne olurdu ki sanki güneşi biraz daha görsem' diye, belki de o düşmenin içinde bir fedakarlık saklıydı, gelecekte açacak olan çiçeklerin ruhlarına.. Ve kar tanelerine avuçlarınızı açın çünkü onlar da tükenmişliğin devası var..❄️

]]>
Sun, 16 Jan 2022 00:05:57 +0300 YağmurunKızı8
ZAMANDA YOLCULUK https://edebiyatblog.com/zamanda-yolculuk https://edebiyatblog.com/zamanda-yolculuk Geçmişe duyduğumuz özlem, yaptığımız hataları, verdiğimiz yanlış kararları telafi etme isteği, kaybettiğimiz değerli kişileri, şeyleri ve anları tekrar yakalamak ne büyük bir şans olurdu. Zamanda yolculuk fikri böyle anlarda zihnimizi yoklar; hatta ara sıra gelecekte neler olacağına dair duyduğumuz merak üzerine zamanda yolculuk yapabilmeyi isteriz. 

Bilim insanlarının zamanda yolculuk yapmayı sağlayacak teknolojiler ve çeşitli cihazlar üzerine çalışmaları var ve halen bunu gerçekleştirmek için çabalıyorlar. Ancak henüz bunu başarabilmiş değiller. 

Zamanda yolculuk şimdilik fiziksel anlamda olanaksız görünse de aslında bizler farkında olmadan zihinsel biçimde geçmişe gidebiliyoruz. Nasıl mı? Radyoda karşımıza çıkan eski bir şarkı, fotoğraf albümlerimizde saklı duran eski fotoğraflarımız, büyüklerimizden kalma eşyalar ve sayabileceğim daha niceleri... Tüm bu saydıklarım sayesinde aklımıza doluşan anılarla zihnen geçmişe yolculuk yapıyoruz. Bazen mutlu, bazen de hüzünlü anılarımızı tekrar anımsıyoruz. Günlük rutinlerimizin arasında bile gerçekleştirebileceğimiz bir eylem bizim için. 

Gelecek ise kimi zaman umut verici, kimi zaman da ürkütücü görünüyor. Çünkü yıllar geçtikçe hayatta hem olumlu hem de olumsuz gelişmelere şahit olabiliyoruz. Kim bilir, belki bir gün fiziksel anlamda zamanda yolculuk bizim için mümkün hale gelecek. Bize düşen ise hayattan keyif alabilmek için anı yaşamak bana kalırsa; böylece hem geçmişe dönüp baktığımızda güzel hatırlanacak anlar biriktireceğiz hem de gelecekte karşımıza çıkabilecek olumlu ihtimallerin kapısını aralayabileceğiz. 

Hepimize geçmişi gülümseyerek hatırlatacak, gelecekte yolumuzu aydınlatacak anlarla dolu bir hayat diliyorum. 

]]>
Sat, 15 Jan 2022 18:46:44 +0300 Neslihan Acar
BİRDEN KIRMIZI https://edebiyatblog.com/birden-kirmizi https://edebiyatblog.com/birden-kirmizi Bacaklarımdan akan kanı görebiliyor musun,Moriva?Kimse göremiyor...Herkes elimdeki bıçağa odaklanıyor,bana zarar veren oymuş gibi...

Rüyalarımda bile mutlu değilim artık Moriva'm,kaçacak yerim yok çünkü orada.Sıkışmışım,kıstırılmışım;çıkmaz sokakların en çıkmazındayım.

Bacaklarımdan akan kan demiştik ya,bir rahatlama geliyor ardından...Fırtınaya sürükleniyorum;yine,yeni,yeniden.

Bach eşliğinde hayatıma kırmızı bir sayfa açıyorum,çello telleri birer birer parçalanıyor ellerimde;saklıyorlar,yaramı kimsecikler göremesin diye...

Böyle de umutlu sayılırım eskisinden,içi boş kafalarla birkaç saatlik sohbetten sonra dünyanın gidişatını asıl benim gibilerin dert etmesi ve bu doğrultuda umut beslemesi gerektiğini anlıyorum en azından.

Bacaklarımdan akan kana gelirsek...Bir gün kendimle barışır ve aşağı bakmayı becerebilirsem,orada bütün o boş kafaların imzalarının atılı olduğunu göreceğim.

]]>
Fri, 14 Jan 2022 02:39:44 +0300 callmeel
Yüzler https://edebiyatblog.com/yuzler https://edebiyatblog.com/yuzler      Doğduğum zaman ilk gördüğüm yüz doktor yüzü oldu, annem o zamanlar baygın yada uyuyormuş. Sonra babama vermişler beni yüzünde mutluluğun izleri ile bakıyormuş bana. Ve bu yüzlerin daha başlangıç olduğunu dahi bilemedim. Her gözümü açışım da farklı bir yüz, farklı bir insan. O yüzlerin iyisini, kötüsünü gerçeğini ya da yalanını öğrenmek zor oldu. Hoş şimdi bile tam anlamıyla bu yüzlerin tam olarak hangi yüz olduğunu bulamıyorum. Ama en azından onlara inanmıyorum, inanmayı bıraktım. Çünkü anlıyorum ki insan büyüdükçe insan dan  soğuyabiliyor, bir yalnızlık sevdası düşüyor gönlüme de kendimi koyvermiyorum. Sadece değer diyorum kendi kendime, bir insanın bir insana vereceği en güzel şey belki de 'değer'. Bu aşk, sevgi dedikleri de değil çünkü onlar insanı sarhoş ediyor ve bilirsiniz insan sarhoşken intihara meyilli davranabiliyor. Ama değer öyle değil, ne art niyeti var ne de sahte bir yüzü ne sarhoş ediyor seni ne de ciddiyete davet ediyor. Gel diyor sadece 'ben seni böyle kabul ederim sana değer verebilirim' diyor. ☘️

]]>
Fri, 14 Jan 2022 00:07:25 +0300 YağmurunKızı8
Geliyor Kumru https://edebiyatblog.com/geliyor-kumru https://edebiyatblog.com/geliyor-kumru    Bir dilek hakkım olsaydı eğer, bisiklet isterdim ama kendime değil bisiklet binmeyi isteyen çocukluğuma. Binsin bisiklete önce düşsün her çocuk gibi dizleri kanasın ama pes etmesin. Pedalları çevirdikçe hafiflesin dizinde ki o yara. Sonra rüzgarın yüzüne vuruşunu hissetsin,  elleri üşüsün ama o hiç çekmesin elini ordan. İçinden geçiyor gibi bir his dolacak sonra içine rüzgarın içinden geçiyor gibi. Biraz daha hızlı diyecek çocukluğum kendi kendine biraz daha hızlı.. Kahkaha atacak belki yokuş aşağı sürerken sonra bisikletin ziline basacak tüm mahalle diyecek o an da ' Geliyor Kumru' ...❄️

]]>
Fri, 14 Jan 2022 00:05:15 +0300 YağmurunKızı8
KORKU https://edebiyatblog.com/korku https://edebiyatblog.com/korku Korku genellikle henüz başına gelmeyen ama geldiğinde acı çekeceğini düşündüğün ( ya da bildiğin) olaylar karşısında hissettiğin şeydir. Korku başarının düşmanıdır. Korkan insan harekete geçemez ve bu yüzden başarılı olamaz. Korkunun üstüne gitmek bazen kazandırır, bazen kaybettirir ama hiçbir şey yapmadan duran ve devamlı korkan insan zaten kaybetmiştir. Somut bir örnekle açıklamak için köpekten korkan bir çocuğu inceleyebiliriz. Bu çocuk kapısının önünde dolaşan bir köpek gördüğünde evinden çıkamaz ve yapmak istediği şeyi erteler. Ama korkusu olmayan bir çocuk dışarı çıkabilir ve istediği gibi hareket edebilir. Korku her zaman kaybettirir ancak burada dikkat edilmesi gereken ince bir çizgi vardır. Bu çizgi korkunun üstüne gidip kazanmak mı yoksa risk almak mı olduğunu bilerek hareket etmektir. Korku karşısında yapılması gereken en önemli şey doğru zamanda cesaret göstermektir. Belki korkularımızdan kurtulamayız ama onları azaltabiliriz. Korkuları azaltmak daha yaşanabilir bir hayat demektir. Cesaret korkunun özgürlüğe zincir vurmasına izin vermemektir. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise aptallıkla cesareti karıştırmamaktır.

]]>
Thu, 13 Jan 2022 19:52:32 +0300 Mehmetkvk
EMPATİ https://edebiyatblog.com/empati https://edebiyatblog.com/empati Kendini başkasının yerine koyarak, herhangi bir olaya ya da duruma onun gözünden bakarak, içinde bulunduğu durumu ve koşulları anlamasıdır. Merhametin kaynağı, vicdanı filizlendiren duygu. Bana soracak olursanız, iyi insan olmanın birinci kuralı empati kurarak, başkasının penceresinden bakıp karşındaki insanı anlamaktır. Eğer karşımızdaki kişinin yerine kendimizi koyduğumuzda onun ne hissettiğini anlamaya çabalarsak her şey daha güzel olacaktır. İnsan ilişkilerinde en güzel yeti empatidir. Ancak insanların ben merkezci davranmayı, sadece kendilerini düşünmeyi bıraktığı zaman gün yüzüne çıkacağını düşündüğüm, insanı insan yapan insanların kelime anlamını çok iyi bildiği ama iş uygulamaya geldiği zaman en zorlandığı aslında her insanda iç güdüsel olarak var olduğunu bildiğim iletişim biçimi. O güzel duygununda fazlası zarardır kararında olmalıdır. Sempati ile karıştırılmamalıdır, zira ölçüsü kaçtığında kendinizi tamamen unutmaya başlıyorsunuz. Bununda bir sınırı olması gerek çok fazla abartmak zarar verir. İnsan olmanın ilk şartı kalp taşıyan herkesin belli ölçüde sahip olması gereken en erdemli özellik.
Ömrünüzün empati yoksunu insanlardan uzak kalması dileğiyle...

]]>
Thu, 13 Jan 2022 18:40:19 +0300 Ayzdgn
DEĞERSİZLİK https://edebiyatblog.com/sevgi-vemerhamet https://edebiyatblog.com/sevgi-vemerhamet    Hangi duygudur ki bu, insanı içsel bir yanlızlığa ve kimsesizlik karanlığına mahkum eder. Bir buhran halinde gelir, kafandaki sonu gelmez yankılı iç sesler huzurdan alır götürür. Aynı olayları , aynı insanları yüz kere geçirirsin beyninin film karelerinden. Arada içini çekerek , biraz teselli bulmak istersin,  ama nafile. Kalbinle yaptığın gürültülü, fakat dışarıya sessiz konuşmalarla kandıramazsın kendini. "Medet ." Dersin. Nedir beni bu duygu dehlizlerinde koşturan, yok mu bir gün ışığı, gözlerime gözlerden yansıyan. Uzun soruların ardı arkası kesilmez. Ki, sen"Durrr." diyene kadar.

   Bu acı çekmelerin, kendini sevgisiz hissetmelerin bir tek  tanımı vardır. DEĞERSİZLİK DUYGUSU.  Çocukluğundan yada hayatının bir kesitinden alınmış  travmandır  o senin.  Yaptıkların görülmemiş, takdir edilmemiş ve ikinci plana atılmış hissettiğin  bir anda yerleşmiştir içine asalak gibi. Sen onu iyileştirmedikçede  en ufak duygu düşüşlerindede tetikler seni. O kadar hazır beklerki açıklarını asla affetmez. Yapışır beynine, yapışır düşüncelerine.

    Tek çözümü var, kendin. Bir duyguyu, kişiyi sen önemsediğin için seninledir. Bunu sakın  unutma.  Kafanda onu o kadar büyütmesen , terkeder giderde,  senin buna gönüllü olman gerek. İşin özü , bu duyguların üzerine gitmek ve barışmaktır. 

   Kendine sürekli değerli olduğunu söyle. İçinde, kendi değerini anlamlı hale getiremediğin zaman, karşında en olumsuz tavırda, yeniden düşersin moral bozukluklarına. Kimseye bu hakkı verme. Kendi eksikliklerini, hoyrat bencilliklerini senin üzerinde ıslah etmeye çalışan insanlara bu fırsatı verme. Güne uyandığın andan itibaren kontrol et ,gelen geçen iç seslerini. Olumsuz olanı farket ve iyileştir. Bir çocuk gibi sar onu ve sakinleştir. "Ben değerleyim , bundan sonra kimse benim değerimi düşüremez, kendimi seviyorum." de. Yoğunlaş değerin üzerine. Sakin, yanlız anlarında sürekli tekrarla bunu. Değerini öğret, önce kendine sonrada diğerlerine.

]]>
Wed, 12 Jan 2022 20:49:05 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Yorgunluk https://edebiyatblog.com/yorgunluk https://edebiyatblog.com/yorgunluk Gerçek yorgunluk nedir hiç düşündünüz mü? Sadece bedenimizde hissettiğimiz şeye mi yorgunluk denir? Eğer öyleyse zihnimizi yıpratan olaylar ve düşünceler nedir? Bence gerçek yorgunluk endişedir. İnsan endişelendikçe korkar, korktukça düşünür ve bir süre sonra durumlar içinden çıkılamayan bir hal alır. İşte bu hale geldiğinde hissettiğin o şey gerçek yorgunluktur. Gerçek yorgunluk insanı yıpratır, eritir ve hatta yok eder. Siz siz olun kendinizi yorgunluğun kollarına bırakmayın. Tek yorgunluğunuz dinlenince geçecek olan ağrılarınızdan ibaret olsun. Endişe yarındır o yüzden yarını düşünerek yorulmayın ve anın tadını çıkarmaya çalışın.

]]>
Tue, 11 Jan 2022 22:03:54 +0300 Mehmetkvk
KEŞFET, FARK ET https://edebiyatblog.com/kesfet-farket https://edebiyatblog.com/kesfet-farket   Sanma ki bu dünya böyle geçip gidecek. Evet, aslında gidecek. Sen öyle möö kıvamında tren seyreder gibi bakarsan, gerçekten gidecek. Sürekli yakınarak, şikayet ederek, kendin mükemmelmişsin gibi herkese kusur bularak yaşarsan geçecek. Yani. Başka ne beklenebilir ki, böylesi hayatlardan. Ansız, zamansız, bir duyguda, olguda, insanda takılı kalan  zihniyetten.

    Dünya bas bas  bağırıyor, yenilen, yenilen, farket, düşün, kendini keşfet diye. Bizim insan takmış , "Yok armudun sapı, üzümün kara kaşı kara gözü, portakalın şunusu bunusu."  hicivle belirttiğim, gibi gibi şeyler.  Bir bakın kendinize, iyiliğe, güzelliğe, anlamlarına . Bakın ve görün yaratılan canlı ve cansız mucizeleri. Hiç gördün mü insann harici şikayet eden birşey.  Ağaç diyor mu?  " Amannn yaz kış şu yapraklarla uğraş dur, dök çıkar, dök çıkar." Yada bir arı. " Ben kendim bile yemiyorum, ne bal yapacağım." Yani. Doğaya bir dön, keşfet.  Kaşif ol. Herşeyi birilerinin senin için hazır hale getirmesini bekleme. Anla , kusursuz işleyişi ve detaylarını.

    Hayat sana istediğin ve hayal ettiğin kadarını verir. Öyle iki kolu bağlı beklersen, sana gelecek iki kolu bağlı diğer insanlar. Araştır, keşfet, kucakla bilgiyi ve anla. Beyni öğren mesela. Bilginin içine girdiğinde , gerçekten araştırdığın da bulacaksın ipuçlarını.  Ve şükredeceksin, anlayabildiysen. İnsan olmanın erdemi tam bu işte. İlim, öğrenmek, anlamak, keşfetmek, farketmek...

]]>
Mon, 10 Jan 2022 21:56:55 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Maviye Tutunmak https://edebiyatblog.com/maviye-tutunmak https://edebiyatblog.com/maviye-tutunmak Gerçekleşmesini dilediği hayallerin bir bir yıkılması her zamanki gibi yıkmıştı onu. Her zaman aynısı olmuyor muydu zaten? Neden hayal kırıklığına uğrayacağını bile bile vazgeçemiyordu? Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Mavi kadar özgür olmak vardı. Umudun rengi barışın sembolü. Oysa ne kadar da yanlıştı. Mavi umudun rengi değildi. Mavi barış getirmiyordu. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi mavinin de karanlığa sürgün edildiği bir sonu vardı. 

Zaman kavramını yitirmişti bile. Saatler geçmiş ama oturduğu yerden kalkmamıştı. Gerçekten kaybettiği şeyler arasına zamanı da mı eklemişti? Belki de zamanı kaybetmesi gerekiyordu aslında. 

Yerinden kalktı. Zamanı tamamen kaybetmeye gidiyordu. Zamandan kurtulup boşluğa bırakacaktı kendini. Koştu, koştu ve koştu. Nereye geldiğini umursamadı bile. Sadece gördüğü ilk boşluğa bıraktı kendini. Belki de ölümü selamlamalıydı. Boşluğa seslenmesi gerekiyordu. Son düşüncelerini geçirdi aklından. Karanlığa bıraktı kendini.

Hayallerinden koparıp özgür olmasını isteyen herkesin en büyük şaheserini göremeyecek olması büyük kayıptı.

]]>
Mon, 10 Jan 2022 00:03:52 +0300 marfrancesniko
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR OPTİSYEN https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-optisyen https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-optisyen ZAMANA  YOLCULUKTA  GENÇ  BİR  GÖZLÜKÇÜ

Bugünkü  Zamana  Yolculukta; “Göz sağlığı hafife alınmaz”.sözü ile bizlere göz sağlığının önemine değinen,Göz muayenesi sonucunda kaliteli ve güvenilir gözlük camları ve çerçevesini bizlere uygun olacak şekilde hazırlayan,Samimi,Güler yüzlü,Hoş sohbeti  ile insanlara hizmet veren,YENİ GÜN OPTİK mağazasının sahibi  Muhammet  YENİGÜN.Muhammet bey ile göz sağlığı ve yaşama dair güzel bir sohbet  gerçekleştirdim.

VAHAP: Muhammet  YENİGÜN,Sizleri  tanıyabilir miyiz?

MUHAMMET: 1993 Mardin/Midyat doğumluyum.İlk,Orta,Lise öğrenimimi  Mardin’de tamamladıktan sonra,Üniversite öğrenimimi İstanbul’da tamamladıktan sonra,Bir süre İstanbul’da optik işi ile uğraştım.2017 yılından beri Mardin/Merkezde Yeni gün optik ismi ile Optik sektöründe faaliyet göstermekteyim.

VAHAP: Çocukluğunuzda yapmayı en çok sevdiğiniz şey neydi?

MUHAMMET: Çocukluğumda arkadaşlarla beraber vakit geçirip,ortak karar verdiğimiz bazı konular hakkında tartışıp,araştırmalar yapmaktı.

VAHAP: Çocukluğunuzda unutamadığınız bir anı bizimle paylaşır mısınız?

MUHAMMET: Küçükken ailemle gittiğimiz piknikte, Ailemden habersiz  arı  yuvaları ile oynarken ilk defa bir arı tarafından dudağımdan ısırılıp,dudağım şiştikten sonra tüm günümü  o ağrı ile geçirmem olmuştu.

VAHAP: İnsanların en önemli uzuvlarından biri GÖZ. Göz sağlığımızı nasıl korumalıyız?

MUHAMMET: Göz sağlığı vücudumuzun önemli beş duyu organlarından biridir.Gözümüz vücudumuzun hassas organlarından biridir.Göz muayenelerinizi ihmal etmeyin.Net görüşü engelleyen,”HİPERMETROPİ,MİYOPİ,ASTİGMATİSMA” Gibi kırma kusurları.Bunun yanında Göz hareketlerini etkileyen,ŞAŞILIK  ya da KAYMA gibi kas fonksiyonları ile,diğer göz hastalıklarının olup olmadığının tespiti amaçlı muayenenin yılda bir kez tekrarlanması önemlidir.

Ekran mesafesini koruyun.Ofiste kullanılan Bilgisayar ekranı uzaklığı ortalama;50-60 cm ve yüksekliği göz seviyesinde olmalıdır.Ortam aydınlatması doğru yapılmalı.Ekran ışık düzeyinden,yüksek aşırı parlak aydınlatma kullanılmamalıdır.Ekranda dış ortam yansımalarının olması engellenmelidir.

Güneşe karşı gözlerimizin korunmasında!Güneş gözlüklerinin çok büyük önemi bulunuyor.Dolayısıyla gözlük kullanmak için yoğun güneşte olmayı beklememek gerekiyor.Çünkü,Her mevsim güneşin zararlı ışınlarından korunmak için gözlük kullanmak önem taşıyor.

Bir çok nokta başta olmak üzere,bir çok hastalığa neden olduğu biliniyor.Ayrıca sigara gözyaşı yapısını bozarak,kuru göz şikayetlerine ve gözde kızarıklığa yol açabiliyor.Dolayısıyla göz sağlığı için de, Sigara kullanmamak  gerekiyor.

Aslında gün içerisinde defalarca bir refleks olarak yaptığımız vücut hareketlerinden biri,Göz kırpmanın ancak Bilgisayarda,Telefon ekranına bakarken ya da Kitap okurken,Göz kırpma sayısı ideal seviyenin altında olabiliyor.Bu durum göz kuruluğuna neden oluyor.Aynı zamanda!Göz yaşarması gibi çeşitli sıkıntılar yaşamamıza neden olabiliyor.Oysa; gün içerisinde Refleks kaldırılabilir.20/20/20 kuralını uygulayın.Göz sağlığınız için uygulayabileceğiniz bu kural 20 Dakika aralıklarla,Yaklaşık 20 Metre uzaklıkta olan bir noktaya 20 saniye boyunca odaklanarak bakmanızdır.Evde,İşte,dışarıda,her hangi bir yerde kolaylıkla uygulayabileceğiniz bu kural,DİJİTAL GÖZ  YORGUNLUĞUNU  önleyebiliyor.

VAHAP: Gözlük alırken nelere dikkat etmeliyiz?

MUHAMMET: Camlar Ultraviyole ışınlarını bloke etmeli.Gözlüğün üzerinde mor ötesi ışınları kestiğine dair bir tescili ve sağlık bakanlığınca onaylanmış sertifikası mutlaka bulunmalı.Camlar UV filtreli olmalı.Gözlük yüzünüze tam olarak oturmalı,Sapları kulak arkasını sıkmamalı .Yoksa;Kısa bir süre sonra gözlük takmak işkenceye dönüşebilir.Çerçeve yüzün büyüklüğü ile orantılı olmalı.Büyük suratlarda büyük,Küçük suratlarda ise küçük çerçeveler daima iyi durur.

VAHAP: Ailenizde sizden başka bu işi yapan ya da sağlık alanında çalışan var mı?

MUHAMMET:Ailemde optisyenlik olarak faaliyet gösteren yok.Ama!Dedem sağlık memuruydu.Ablam Doktor.Yani Ailede benim dışımda sağlık sektöründe olanlar var.

VAHAP: Bir gözlükçü olarak,insanlara ilk aşıladığınız şey nedir?

MUHAMMET: Gözlerinin çok önemli olduğunu ve onlara iyi bakmalarının gerektiğini,sağlıklı birinin bile yılda en az bir defa uzman doktor kontrolüne gitmesi gerektiğini ve göze gelecek zararlardan kaçınılması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.

VAHAP:Hayaliniz ne?

MUHAMMET: Optik sektöründeki gelişmelerde Mardin’i birinci sıraya çıkarmak.

VAHAP: “Sevgi tükenmeyen bir hazine”.Sevgiyi üç kelime ile özetler misiniz?

MUHAMMET: Sevgiyi en güzel göreceğimiz yer,Şüphesiz ki!Masum olan çocuklarımızın gözleridir.

VAHAP:Gezip görmek istediğiniz bir yer var mı? Neden?

MUHAMMET: Karadeniz bölgemizi görmek istiyorum.Eşşiz doğa manzarası ile deniz bir arada.Bazı tarihi alanları var onları görmek isterim.

VAHAP: Son olarak,genç bir optisyen ve işyeri sahibi olarak,Sizin gibi bu mesleği okuyan veya mezun olan,bu alanda faaliyet gösteren genç arkadaşlara neler söylemek istersiniz?

MUHAMMET:Optisyenlik bölümü okuyan arkadaşlara tavsiyem:

Bir çoğu optisyenliği ticaret olarak görüp,optisyenlik  bölümüne gitmektedir.Arkadaşların bunun bilincinde olması gerekir.

BİZ TÜCCAR DEĞİL!SAĞLIKÇIYIZ…

Yani sağlık sektöründe olduğumuzun bilincinde olup,Üniversite eğitiminde başarılı olup,Eğitimi bitirdikten sonra kendi mağazası yada farklı mağazada çalışırken sağlık sektöründe hizmet verdiğinin bilincinde olarak hareket eder.Kendini o yönde geliştirirse,Hem kendine,hem de başkalarına daha çok faydalı olacağı kanaatindeyim…

VAHAP: Muhammet bey,onca iş yoğunluğunuz arasında bana zaman ayırıp,ZAMANA YOLCULUK’a konuk olduğunuz ve verdiğiniz samimi cevaplar için teşekkür ederim.Sağlık dolu yıllarca güzel çalışmalara imza atacağınız günler diliyorum…

MUHAMMET: Bu güzel söyleşide beni konuk edip,ZAMANDA YOLCULUK’a çıkardığınız ve gençlere örnek teşkil edecek bu güzel söyleşileri bizlerle yaptığınız için asıl ben  teşekkür ederim.Bundan sonraki çalışma hayatınızda başarılar dilerim…

 

 

 

]]>
Sat, 08 Jan 2022 19:22:45 +0300 KUM SAATİ YAZARI
YAĞMUR VE GERÇEKLİK https://edebiyatblog.com/yagmur-ve-gerceklik https://edebiyatblog.com/yagmur-ve-gerceklik   Yağmur, göz gözü  görmeyen sis eşliğinde yağarken, gökyüzünü kaplamış gri bulutlar ne güzel yer değiştirir, sakince. Islanan çam iğnelerinin yere sakin sakin düşen damlaları, toprağın bereketine ilham olur. Yağmur, suyun en güzel halidir. Canlılığı besleyen , karşılık beklemeden döngüsüne devam eden ne güzel bir lütuftur.

   Yağmur yağarken  havada gördüğüm tek kuş çeşidi karga galiba,   Yada bizim buralarda çok çeşit olmadığından göremiyorumdur. Öyle ağır ağır süzülürken rüzgârın ritmiyle, banyo yapıyordur, kimbilir.  

     Alt katın çılgın kedisi yine dışarda ve karşının değişik havlayan minyatür köpeği. İkiside yağmura kafa tutuyor gibi , koşturup duruyorlar bahçelerinde. İnsanlarsa sıkışıp kaldıkları daire icadında, gayri ihtiyari bakıp , yeniden iç hayatlarına dönüyorlar. Bense ne severim yağmuru. Saatlerce izlerken gördüğüm detaylar beni iyiden iyiye doğa hayranı eder. Torosların, bana gülümseyen, bazı yerde maki, bazı  yerde çamlı yeşillikleri  bakmayı bilene ne kusursuzluklar gösterir.  

    Doğa hükmedici ,  emin. Rotası belli ve sürekli. Kendi halinde olduğunda mazbut ve  kadim. Bozulmadığı, yok edilmediği sürece yenileyen, yenilenen ve hayat veren. Kıymeti bilindiğinde dost, doyuran, ısıtan, giydiren. 

     Sevgili yağmur,  bütün oluşu imzanla süreklileştiriyor, şekillendiriyorsun.  Bir o kadar ihtişamlı  bir o kadar güzellikte sadesin. Bir damlanda bile hayat var senin. Kıymetini bilene vede  görene.  

 

]]>
Sat, 08 Jan 2022 19:16:41 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Denememe https://edebiyatblog.com/denememe https://edebiyatblog.com/denememe Bu bir denemedir... Ya da denememe... Yanlış deneme ya da bir türlü deneyememe. Hayatım bu ikisinden ibaret sanırım. 

Denemeye cesaret ettiğim şeyler pişmanlık olarak geri dönerken, denemeye cesaret edemediğim şeyler varoluşsal sancılar olarak geri dönüyor. Tüm mesele de burada başlıyor.

Sıradan bir insanım. Biliyorum. Ama böyle olmak istemiyorum. Kendime, dünyaya bir şeyler katabilmek istiyorum. Bunu başarabilecek bir konsantrasyona ve desteğe sahip değilim. 

Çok gariptir milyarlarca insanın arasında insanın kendini yalnız hissetmesi. Modern dünyada klasikleşmiştir aslında bu: Sürekli bir yerlerde duyarız, okuruz insanların kalabalıklar içerisinde yalnız olduğunu. Belli bir olgunluğa erişene kadar bu hissin ağırlığını hissedemeyiz. Mübalağalı bir ifade gibi gelir. 

Öyle bir yalnızlık ki bu, uykuları kaçıyor, sadece düşünüyor insan... Düşünmekten beyni yanacakmış gibi hissedene kadar düşünüyor. Düşünmekten zihni yoruluyor. Bunca vakit ne düşündüm, diye sorguladığında ise bir cevaba ulaşamıyor. 

Büyüdükçe kendimi daha iyi tanıtacağımı düşünürdüm. Fakat gittikçe kendime yabancılaştığımı hissediyorum. Nelerden hoşlanırım, hobilerim neler, en sevdiğim film/dizi nedir, ne tarz kitaplar okurum... Tüm bunların bir zamanlar cevabı vardı sanki. Şu an düşündüğümde net bir cevap bulamıyorum. Sadece kendimi anlamaya çalışıyorum. Kendimi anlayamayacak olma ihtimali içimi kemiriyor. 

Yalnızım, yabancılaşıyorum...

Bu satırları neden yazdım bilmiyorum. Bu satırlar birilerine ulaşacak mı, ondan da şüpheliyim. Sadece artık bir şeyleri içimde tutmak istemiyorum. 

]]>
Sat, 08 Jan 2022 17:56:48 +0300 Şeyma D.
Denizin Dalga Sesi https://edebiyatblog.com/denizin-dalga-sesi https://edebiyatblog.com/denizin-dalga-sesi       Denizin dalga sesleriyle konuşuyor gibiyim, anlatıyor bana gelecek olan fırtınayı ' Çok hırçınım bak, ama bunu ben istemedim ki beni bu hale onlar getirdiler onlar istediler hırçın olmamı soğuk ve sert davranmamı. Bir yerden sonra iyilik de işe yaramıyormuş.' diyor kayalıklara çarparak. Derin bir nefes alıyorum tuzlu havasından ' Sen böyle konuştun ya onlar zaten amacına ulaşmış durumda şuan. Onların amacı bu zaten seni iyilikten bıktırmak yolundan alıkoymak, içindeki o kötüyü çıkartarak seni de kötü yapmak istiyorlar.' dedim biraz dinginleşti. Rüzgar hafifledi, düşünüyor herhalde dediklerimi o dinginlik halindeyken ben konuşmaya devam ettim. 'Onlara içindeki kötüyü göster ama bunu öfken ile yapma, onlara ders vermek istiyorsan iyiliğin elini tutarak yap fırtınan olsun ama bunu öfken yapmasın sen sen olarak kal' dedim ve sustum. Dediklerim iyi geldi mi ona bilmiyorum ama dalgalar kayalıklara sert değil de yavaş ama etkili vuruşlar yapmaya başladı. Rüzgar denizin kokusunu daha çok getirdi bana içinde teşekkürü vardı sanırım...☁️

]]>
Fri, 07 Jan 2022 23:46:53 +0300 YağmurunKızı8
DÜZENE ÇOMAK SOKMAK… https://edebiyatblog.com/duzene-comak-sokmak https://edebiyatblog.com/duzene-comak-sokmak Mütevazi hayatların içinde mücadele ederken hangi dürtü bizi gidişe dur dedirtir de isyan bayrağını açarız? Dünya düzenini değiştirenlere özendiğimizden midir? Galileo gibi dünya dönüyor, dediği için canından olanlar, Madame Curie gibi bilimde bir keşfin peşine takılıp kendine zarar verme pahasına vazgeçmeyenler,  Van Gogh gibi ruh bunalımlarının ve yoksulluğun pençesinde yine de vazgeçmeyip şaibeli bir şekilde genç denebilecek yaşta hayata veda edenler….Daha niceleri, düzen değiştiricilerin başına gelenler hiç de özendirici durmuyor aslında. Konforumuzu bozup perişan son ile biten hayatları bilerek düzene karşı çıkmış olamayız.

Gün 24 saat, ırkım, cinsiyetim belli. Mensubiyetim, ülkem, ailem belli. Ve her birisi bilinç düzeyine kavuştuğumda hazır bulduğum özellikler. Bütün genetik miraslarımız ve verilen eğitimler bunlara isyan etmemek üzerine inşa edilmiştir. Herhalde aklımıza pek getirmeyiz. Eğer karşı çıkan olursa da ilk tepkimiz saçmalık demek.Sonra da tüm gücümüzle karşı çıkmak oluyor çoğu zaman. Değişime direnç deniyor buna. Çok uzak yerden giriş yapmış veya hâlâ neden bahsettiğim anlaşılmamış olabilir. İşin doğrusu ben de tam olarak çözmüş değilim. Amacım kafaları karıştırmak. Benimki karışıyor, sizinki de karışsın. Karışsın ki öğrenmenin ilk adımını atalım.

Düzen alışılmış bir şekilde giderken aniden değiştirmek, başka bir şey yapmak, böyle de olmaz mı diye muhalefet etmek gelmez mi içinizden? Bunu kastediyorum. Her nerede bulunuyorsanız ve her ne yapıyorsanız günün birinde "ben farklıyım, burada ben de varım, artık bu monotonluğu bozalım" demek gelmedi mi içinizden? Gelmiştir. Önce buna erken çocukluk dönemi deniyor. 2-4 yaşlarında çocuk gelişimcilerin "her şeye hayır dönemi" diye adlandırdıkları şey. Hatırlamıyorsunuz ama, etrafınızda bu yaş çocuğu gözlemleme fırsatınız olduysa doğru olduğunu bileceksiniz. Ergenlik nedir allahaşkına? Herşeye karşı çıkmak değil mi? Önce anne ve babasına! Yoksa var olamaz. Kendisini bu dünyada var olduğuna inandırmak için anne ve babasının bütün düsturlarını reddetmesi gerekir. Şunu da söyleyebilirsiniz: Bundan elli yıl önce ergenlik mi vardı? Ya da bütün insanlar için bu mukadderat mı? İstisnalar kaideyi bozmaz. Önceleri yoktu ama, sevdiği ile kaçanlar, efsane aşk hikayeleri, babasına isyan eden hükümdarlar…. Daha da sayabilirim. Adı konmamıştı yani.

Demek ki dünya düzenine çomak sokmak derken, kendi kocaman dünyamızı kastediyorum.….Yoksa sokaklara akıp …izme veya devlet yönetimlerine veya ……kanununa değil. Ama laf aramızda bunların tohumu da kendi kocaman dünyamızla başlar. Evet insan koskoca bir evrendir.

Rağmen yapabileceklerimiz bizim yeteneğimize kalmış. Yepyeni bir etkinlik, organizasyon keyif vermez mi? Veya her gün size kitlenmiş bir sorumluluğu "yapmıyorum" isyanı nasıl cezb edici! Veya herkesin rutini haline gelmiş bir davranışı protesto etmek! Tebrik ve hatırlatma paylaşımlarından bahsediyorum. Ortamda bir olay için linç edilen birine dair konuşmalara rastladınız: Siz gruptan ayrılın muhalefet edin. Suçlananı savunun. Herkes kanıtlanana kadar masumdur diye katilleri ve tecavüzcüleri bile savunuyor avukatlar. Düzene çomak sokun! Belki dünyanın altı üstünden iyidir, kimbilir…

]]>
Fri, 07 Jan 2022 13:30:22 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Mavinin Teni https://edebiyatblog.com/mavinin-teni https://edebiyatblog.com/mavinin-teni    İnsan kaç kere düşer yada kaç kere kanadığı yerden yara alır? Kaybedene kadar mı yoksa hayat senin canını canından alana kadar mı? peki bir sonbahar mevsiminde intihar eden yaprakları intihara sürükleyen rüzgar mıydı? Yoksa ağacın ölümü mü sebepti yaprak dökümüne. Rüzgarı hayat diye ele alalım, ağacı ise sevdiklerimiz değer verdiklerimiz olsun. Hayat rüzgarı sevdiklerine zarar vermesin, sevdiklerinin ölümü seni öldürmesin, her geçen gün biraz daha ilerliyoruz ve bu ilerlediğimiz yaşam da hayat rüzgarınin yönünü sen belirle, önce dur ve kaybet kaybetmekten korkma çünkü kaybedersen görürsün ancak yanındakileri ve yanındakiler ile ayağa kalk rüzgarı dinle yanağını okşayan elini hisset ve onu yönlendir. Tut elinde mavinin tenini duy rüzgarın sesini...☁️

]]>
Tue, 04 Jan 2022 23:57:08 +0300 YağmurunKızı8
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR GENEL MÜDÜR https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-genel-mudur https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-genel-mudur

ZAMANA  YOLCULUKTA  GENÇ  BİR  GENEL  MÜDÜR

 Bugünkü  zamana  yolculuğun konuğu, zamanı  verimli kullanan ,insan  ilişkilerinde başarılı aynı zamanda  hedefi  olan  samimi, güler yüzlü  ABLAK  SAAT in Genel  Müdürü Ali   ABLAK. Kendisi  ile   yaşama  dair   güzel  bir  söyleşi  gerçekleştirdim.

Vahap  Uncu : Ali  ABLAK  seni  tanıyabilir miyim? 

ALİ    : 1995  Mardin doğumluyum. İlkokulu Yalım  İlkokulunda, Ortaokulu 13   Mart  Ortaokulunda,  Liseyi  Mardin  Mesleki  ve Teknik  Anadolu Lisesinde  okudum. Üniversiteyi  aynı  şehirde  Mardin    Artuklu  Üniversitesinde  Muhasebe  ve Finansman bölümünü okuyarak  tamamladım .  10  yaşında    iş  hayatı  ile  tanıştım. Çocuk  yaşta  ticareti  öğrendim ve  bugünlere  kadar  geldim. İş  hayatımda   yeniliklere  açık  biriyim.  Çok  iyi  derecede Kürtçe  bilmekteyim. 

Vahap  Uncu : Çocukluğunda unutamadığın ve  hala  zihninde yer  eden  bir  an  var  mı?

ALİ     : O  zamanlar,  3. sınıf  öğrencisiydim. Galatasaray , Fenerbahçe ve Beşiktaş  taraftar    tesbihlerim  vardı. Bu  tesbihleri  okula  götürür  çok  beğenildiği  için  arkadaşlarıma  satardım .   Hemen  hemen ,okulun  yüzde  yetmişi  tesbih  sahibi  olmuştu. Bunu  fark eden  öğretmenler  tesbihleri  toplamaya başladı.  Ama! yinede tesbihlerden  vazgeçemeyen  öğrenciler benden  yenisini   istiyorlardı. Bunu  fark eden  okul idarecileri  sınıfta  arama  başlatınca, bütün  tesbihler  çantamda   çıktı. Müdür, esprili  bir  yaklaşım  ile; kaynağın  nerden  geldiğini  buldum  dedi. Babam  o  zamanlar   Okul  Aile  Birliği  Başkanı  olunca  olay  tatlıya  bağlandı. 

Vahap  Uncu : Çocukluğunda  yapmayı  en  çok  sevdiğin  şey  neydi ? 

ALİ       : Futbol  oynamak  ve  resim  çizmek  vazgeçilmezimdi.

Vahap  Uncu : Bunca  meslek  varken, ya da  kendi  mezun  olduğun bölüm dururken neden  saat  mesleğini   tercih  ettin? 

ALİ   :Muhasebe mesleğini  çok  severdim. Büyük  bir  zevkle  bu  dersi   yapardım. Mezun  olduktan   sonra,  Mardin  de  kendi  okuduğum bölümde kendimi ilerletmek  için, Serbest Muhasebecilerin  yanına  gittim  ve  çalışmak  istediğimi  söyledim. Ama  gel  gör ki;  hangi  muhasebecinin yanına   gittiysem  iş  olmadığı  için  seni  çalıştıramayız  dediler. Hatta!  bazı   yerlere  ücret  almadan   çalışmak   istediğimi  söylediğim  halde  yinede  olumsuz  cevap  aldım. Bu  durum beni   muhasebecilikten  soğuttu . Oysa  ki;  benim  yapım  gereği   boş  durmayı  sevmeyen, içinde  hep  çalışma  arzusu  olan biriyim. Saat  mesleğim, babadan   gelen  bir  meslek  olduğu  için  boş   zamanlarımda  babama  yardıma  giderdim. Bu  sayede  saat  mesleğini  öğrenmiş  oldum. Her   zaman  işin hakkını vermeye çalıştım.  Öyle olmaya  devam  ediyorum.

Vahap  Uncu : Saat  tutkunusun  diye  biliyorum. Kaç  yaşında  başladın? Koleksiyonun var  mı?

ALİ     : Daha  önce  bahsettiğim  gibi ; 10   yaşında  başladım.  O zamanlar , on sekiz bin koleksiyonum  vardı.  2016 yılının Aralık  ayında  işyerimde  yapılan  bir  soygunla koleksiyonlarım  çalındı. Hedefim  Yüz bin  koleksiyondu ama!   kısmet  olmadı. İlerleyen  zamanlarda  inşallah  koleksiyonlarımı yeniden toparlamaya  çalışacağım. 

Vahap  Uncu : Genç  yaşta  kendi  soyadını taşıyan , ABLAK  SAAT Genel  Müdürüsün. Bu  sana  neler   hissettiriyor? Bu  nasıl bir duygu?

ALİ    :  Tabi ki;  genç  yaşta  kendine ait  bir  işyeri  olması  gurur  veriyor  insana. Çok   güzel  bir   duygu .Herkese  nasip  olmaz diyorum.  Genç  yaşta  işyeri  sahibi  olmak  aynı  zamanda, sorumluluk   sahibi  olmaktır. Ben  bunu  başardığım  için, şuan bu  konuma  geldim  ve  çok  mutluyum. 

Vahap  Uncu : Teknoloji  ilerledikçe  saatlere  olan  ilgi  azaldı  mı? Saat piyasasını  nasıl  değerlendiriyorsun? 

ALİ     : Teknoloji  ile beraber,  saat  branşında  hızla   ilerleme  kaydedilmekte. Eskiden , otomatik   Analog  saat   varken, günümüzde onların yerini  akıllı  saatler  aldı. Erkekler, saati  ihtiyaç  değil  de ,  tamamen  prestij  ve  imaj .Bayanlar,  aksesuar  için  kullanır  oldular. Eskiden  herkesin  elinde  saat   vardı.  Bu  saatler  Dededen, Babaya, Babadan, oğullara  ve  torunlara  kalırdı. Son yıllarda ise,  saatlerin   erkeklerin  ve  bayanların büyük ilgisini  çektiğini  görüyoruz. Orta  ve  üst  düzey  gelir   grubuna  dahil  erkeklerin  artık   neredeyse  her  elbisesine  göre   farklı  saatler kullanır olduğunu görüyoruz. Bu  da  şunu   gösteriyor ki;  SAAT  bir  ihtiyaç  olmaktan  çıkmış, bir  aksesuar  ve  imaj   olarak  kullanılır  olmuş. Türkiye de,  çok   sayıda  saat  markası  bulunuyor. Özellikle;  İSVİÇRE  marka   saatler  daha  büyük  ilgi  görüyor.

Vahap  Uncu : Sevgiyi  üç  kelime  ile  özetler misin?

ALİ     :  Güven,  Sevgi, Saygı.

Vahap  Uncu : Hayalin ne? Gerçekleştirebildin mi?

ALİ     : En  büyük hayalim,  büyük  bir  işyeri  açmak . Hayalimi  henüz  gerçekleştiremedim. 

Vahap  Uncu : Zamanı  durdurmak  mümkün olsaydı! Hangi  zamanı  ve neden durdurmak isterdin?

ALİ     : Lise  yıllarımı  durdurmak  isterdim. Daha  iyi  bir bölümü tercih  etmek  için.

Vahap  Uncu : Başka  şubelerin  var  mı? Açmayı düşünüyor musun? 

ALİ   : Şuan  için  şubelerim yok. Ama!  yakın  bir  zamanda  bir  şube  açmayı  düşünüyorum. 

Vahap  Uncu : Son  olarak;  Ablak  Saat  Genel Müdürü olarak, gerekse  genç  bir  işyeri  sahibi  olarak, senin   gibi  bu  mesleğe  gönül  vermiş  ya  da bu  mesleği  icra  etmek  isteyen  genç  arkadaşlara  neler   söylemek  istersin?

ALİ   : Günümüz insanlarının ana  sorunlarından biri, işini  sevmemesi. Şaka  gibi  ama,  çevrenize   dönüp  baktığınızda göreceksiniz ki ; pek  çok  kişi  işini  severek  yapmıyor. Oflaya ,poflaya  çalışanlar   işinin  özüne  değil de, maddi  getirisine  bakarlar. Akşam,  olsa da  bir an  önce  evime  gidip  iş   ortamından  kurtulsam modunda  yaşarlar.  Sevdiği  için  değil  de,  bulduğu  için  o  işte  çalışmak   zorunda  olanlar, aradığını  değil, mecbur  kaldığını  icra  etmek  çaresizliğini  yaşayanlar… Yıllarca  okuduğu  mesleği  es  geçip, yakın  çevreninde  yönlendirmesi ile  farklı  alanlara  kayanlar…  Çürüttüğü   dirseklerin  karşılığını  değişik  iş  hayatlarında  yakalamaya  çalışanlar  vesaire … Kendisini   tanıyan , çevresini  tanıyan , kendisi  ve  çevresi  arasında  doğru   bağlantı  kuran  gençler  ilerleyen   hayatlarında “Yapmak  için  doğdukları mesleklerde  yıllarını  fırsata  çevirir”. Dolayısı  ile  meslek   seçimi  son  derece  önemli. Doğru  tercih  nasıl  yapılır?  Doğru  meslek  nasıl  tercih  edilir?

   İşte  önerilerim:

1) Öncelikle, kendinizi  doğru  tanıdığınızdan emin olmalısınız. “BEN  KİMİM “ ve“BEN  NELER   YAPABİLİRİM“ ? sorularının  cevabını  bulmalısınız. Nelere  tahammül  edebilirsiniz? Neleri  sever?  Nelerden  nefret  edersiniz? İnsanlarla  hoş  seda  bırakacak  bir  sohbet  yapmayı  sever  misiniz?  Kapalı  mekanları mı  terci  edersiniz?  Yoksa, açık  alanları  mı? Üretmekten  mi  hoşlanırsınız? Yoksa,   söyleneni  hazır  olanı  uygulamaktan mı. Uzun  ve  zor  işler  için  beklemeye sabrınız  var  mı ? Yoksa,   kısa  vadede  sonuç  veren  işler  mi  seversiniz? Ani  durumlarda  donup kalır  mısınız? Çözüm  odaklı  mısınız?  Yoksa, sorunlar karşısında çaresiz  mi  kalırsınız? Çekingen misiniz? Yoksa,  girişken  mi?  vesaire …

  Kendinizi tanımanızı önemsiyorum. Çünkü; kendinizi tanıyarak  kendi  özelliklerinizi bilerek seçtiğiniz   bölümlerde  mutlu olursunuz.

2) Maymun iştahlı  olmadığınızdan emin  olmalısınız. Maalesef ! Pek  çok  genç  arkadaşımız  bu  şekilde  yaşıyor.  Kimde ne  görürse  ona imreniyor. Kim, ne  yapmak  isterse  aynısını  yapmak  istiyor  yapıyor  da.  Kişilik  özelliklerinizle  kişilik  yapınızın  uyumlu  olduğu  mesleklerde  karar  kılın. 

3) Seçtiğiniz  mesleği  iyi  araştırmalısınız. Bu  maddeyi  çok  önemsiyorum ve  bire  bir  yardımcı   olduğum tüm  gençlere  tavsiye  ediyorum. Aklınızda  olan  mesleği  çok  iyi  tanımaya  çalışın  ve  her   işin  iyi  ve  kötü  yanları  olduğunu unutmayın. Ne  iş  yapmak  isterseniz   isteyin,  o  işi   yapan  en  az  üç  kişi  ile  sohbet  edin.  Meslekleri  ile  ilgili  fikirlerini sorun. Olumlu  ve  olumsuz  yanlarını  öğrenin.

4) Seçeceğiniz  mesleğin  okulu  ya  da  iş  hayatınızda  seçeceğiniz  mesleği , ileride  pişman  olmamak   için  doğru  seçmelisiniz. 

 Her şey  gönlünüzce  ve  dilediğinizce olsun …  

Vahap  Uncu : Sevgili  dostum;  Ali  ABLAK. Bunca  iş   yoğunluğu  arasında  bana  zamanını  ayırdığın  için  ve   zamana   yolculuk  sayfama  konuk  olduğun  için  ve  bu   güzel  söyleşin  için  çok  teşekkür  ederim.  İş  hayatında  başarılar  dilerim.

ALİ    : Saygı  değer  dostum Abdulvahap UNCU. Öncelikle, şunu  söylemek  istiyorum. Gençleri anlamak ve  onlara  güzel  bir  yaşamın  kapısını aralayan  söyleşilerin çok  başarılı. Böylesi  güzel  ve  özel  sayfanda  bana  yer  verdiğin  için  ve  gençlere  yol   çizmeme  yardımcı  olduğun  için  asıl  ben  teşekkür  eder, çalışmalarında   başarılar  dilerim.

                                        

 

 

 

]]>
Tue, 04 Jan 2022 22:46:29 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Aşkın Ustaları https://edebiyatblog.com/askin-ustalari https://edebiyatblog.com/askin-ustalari Sosyal bilimciler, evlilikleri ilk olarak 1970'lerde bir krize tepki olarak eylemlerini gözlemleyerek incelemeye başladılar: Evli çiftler eşi görülmemiş oranlarda boşanıyordu. Bu boşanmaların bozulan evliliklerin çocukları üzerindeki etkisinden endişe eden psikologlar, bilimsel ağlarını çiftlere atmaya, onları gözlemlemek ve sağlıklı, kalıcı bir ilişkinin bileşenlerinin neler olduğunu belirlemek için onları laboratuvara getirmeye karar verdiler. Tolstoy'un iddia ettiği gibi her mutsuz aile kendi yolunda mı mutsuzdu, yoksa sefil evliliklerin hepsinin toksik bir ortak noktası mı vardı?

Psikolog John Gottman bu araştırmacılardan biriydi. Son kırk yıldır, ilişkilerin nasıl yürüdüğünü bulmak için binlerce çift üzerinde çalıştı. Geçenlerde New York'ta Gottman ve aynı zamanda bir psikolog olan eşi Julie ile görüşme şansım oldu. Evlilik istikrarı konusunda ünlü uzmanlar birlikte, çiftlerin bilimsel çalışmalara dayalı sevgi dolu, sağlıklı ilişkiler kurmalarına ve sürdürmelerine yardımcı olmaya adamış Gottman Enstitüsü'nü yönetiyor.

John Gottman en önemli bulgularını 1986 yılında Washington Üniversitesi'nde meslektaşı Robert Levenson ile birlikte “Aşk Laboratuvarı”nı kurduğunda toplamaya başladı. Gottman ve Levenson yeni evlileri laboratuvara getirdiler ve birbirleriyle etkileşimlerini izlediler. Araştırmacılardan oluşan bir ekiple çiftleri elektrotlara bağladılar ve çiftlerden nasıl tanıştıkları, birlikte yaşadıkları büyük bir çatışma ve sahip oldukları olumlu bir anı gibi ayrıntılar da dahil olmak üzere ilişkileri hakkında konuşmalarını istediler. Onlar konuşurken elektrotlar deneklerin kan akışını, kalp atışlarını ve ne kadar ter ürettiklerini ölçtü. Ardından araştırmacılar çiftleri eve gönderdi ve altı yıl sonra hala birlikte olup olmadıklarını görmek için onları takip etti.

Gottman, topladıkları verilerden çiftleri iki ana gruba ayırdı: ustalar ve felaketler . Üstatlar altı yıl sonra hâlâ mutlu bir birliktelik içindeydiler. Felaketler ya dağılmıştı ya da evliliklerinde kronik olarak mutsuzdu. Araştırmacılar, çiftler hakkında topladıkları verileri analiz ettiğinde, ustalar ve afetler arasında açık farklar gördüler. Görüşmeler sırasında afetler sakin görünüyordu, ancak elektrotlarla ölçülen fizyolojileri farklı bir hikaye anlattı. Kalp atışları hızlıydı, ter bezleri aktifti ve kan akışları hızlıydı. Binlerce çifti boylamasına takip eden Gottman, çiftlerin laboratuvarda fizyolojik olarak ne kadar aktif olursa, ilişkilerinin zaman içinde o kadar hızlı bozulduğunu keşfetti.

Ama fizyolojinin herhangi bir şeyle ne ilgisi var? Sorun şu ki, felaketler ilişkilerinde tüm uyarılma belirtilerini -savaş ya da kaç modunda olmanın- işaretlerini gösteriyordu. Eşlerinin yanında oturup sohbet etmek bedenleri için kılıç dişli bir kaplanla yüzleşmek gibiydi. İlişkilerinin hoş ya da sıradan yönlerinden söz ederken bile saldırıya ve saldırıya uğramaya hazırdılar. Bu onların kalp atışlarını hızlandırdı ve birbirlerine karşı daha agresif olmalarını sağladı. Örneğin, bir çiftin her bir üyesi günlerinin nasıl geçtiği hakkında konuşuyor olabilir ve fazlasıyla tahrik olmuş bir koca karısına, “Neden gününüz hakkında konuşmaya başlamıyorsunuz. Çok uzun sürmez."

Ustalar, aksine, düşük fizyolojik uyarılma gösterdi. Sakin ve birbirlerine bağlı hissediyorlardı, bu da kavga ettiklerinde bile sıcak ve sevecen davranışlara dönüşüyordu. Bu, ustaların, varsayılan olarak, felaketlerden daha iyi bir fizyolojik yapıya sahip olmaları değildir; ustaların, her ikisini de duygusal ve dolayısıyla fiziksel olarak daha rahat yapan bir güven ve yakınlık ortamı yaratmış olmalarıydı.

]]>
Tue, 04 Jan 2022 22:02:43 +0300 yunusemregkdg
Hiçlik https://edebiyatblog.com/hiclik https://edebiyatblog.com/hiclik Bırakamıyorsun kendini öyle kolay kolay azizim. 
Yapamıyorsun. 
Bir hiçliğin içinde kaybolduktan sonra yolunu bulman kolay olmuyor. 
Kimse bilmiyor, görmüyor ama senin içinde neler ölüyor, bitiyor. 
Kolay olmuyor azizim. 
Hayata kollarını açıp kendini bırakmak. 
Güvenmek kolay olmuyor. 
Bir kere acının tadına varmış insan bir daha şekerler, çikolatalar dileyemiyor.
Sütten ağzı yanıyor sonrasında yoğurda yanaşamıyor bile. 
Gözlerinde birikiyor tüm yaşanmışlıklar, tüm umutlar, bayatlamış hayaller. 
İnsanın gözlerinde birikiyor tüm yorgunluğu. 
Elinden gelen tek şey ise onu gizlemek oluyor. 
Çünkü onu hep zayıf noktasından vurdular. 
O gözler bir süre sonra direnemiyor yaşlarla buluşuyor ve artık senden ayrılmak istiyor. 
Ama akıtamazsın azizim. 
O göz yaşını, 
Çünkü akan her göz yaşında bir hayalin, bir yaşanmışlığın hatırası var. 
Sanki hepsi birleşip bir damlaya sığmış. 
Sen ne kadar istemesen de o damlaya sığınıyorsun. 
Bırakmak gelmiyor içinden. 
Dedim ya azizim, 
Hiçliğin içinde kayboluyor insan. 
Yeni bir yol ya da aynı yolda ilerlemek işte o saaten sonra insana ağır geliyor. 
Kolay olmuyor. 
Umarım hiçlikler size uğramaz. 

]]>
Tue, 04 Jan 2022 08:20:51 +0300 Gizem akar
Tükeniyor https://edebiyatblog.com/tukeniyor https://edebiyatblog.com/tukeniyor     Her adımım bir kaybedişe gebe, kazanmak için bile kaybediyor bir yanım, usul usul ölüyorum her basamakta. Biraz daha gidiyorum sanki uzağa, gittiğimi sandığım günler de olmuyor değil. Hayallerim de yaşadığım günler gittim sandığım günler oldu hep, öyle ya da böyle bitiyor bize verilen bir avuç nefes. Tükeniyor çektiğimiz hava ve biz sadece korkularımız ile baş başa kalıyoruz. Kaybediyoruz yavaş yavaş, ne uğruna peki? Kim uğruna kaybediyoruz bu bir avuç nefesi? Korkularımız bizi biz yapan mıydı? Yoksa bizi biz olmaktan caydıran mı?.. Bilemedim..

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:52:40 +0300 YağmurunKızı8
Melek ve İnsan https://edebiyatblog.com/melek-ve-insan https://edebiyatblog.com/melek-ve-insan “Çok şükür ayakkabımın ipini bağladım.” dedi.

“Ayakkabının ipini bağlarken bile şükür mü ediyorsun.” dedi yanındaki.

“Evet.” dedi, gayet kendinden emin bir şekilde. 

“Peki ondan daha önemli olan şeyler var; nefes almak gibi mesela. Her nefes alış verişinde dahi şükür mü edeceksin?” İstihza eder gibi hafif gülümsedi. “Buna güç yetiremezsin.” diye ekledi. 

“Biliyorum. Ama gücüm olsa her nefes alış verişimde de şükür edeceğimi Allah biliyor.” dedi. Düşünüyormuş gibi bir müddet yere bakıp sustu. “Ama milyarlarca yıl secdede kalıp Allah’a şükreden meleklerin olduğunu duymuştum. Ben de o melekler gibi olmak isterdim.” Bir an için kendisini melekler gibi milyarlarca yıl secde halinde düşününce mutlu oldu. 

“Ben o melekler gibi olmak istemezdim.” dedi yanındaki. 

Şaşırdı ayakkabısının ipini bağlayan. “Neden ki dedi? Kim melek olmayı istemez ki?” 

“Ben istemem.” dedi, dudağını büzerek. “Ben iradem ile seçmeyi, seçebilmeyi seviyorum. Bu bana özgür olduğumu hissettiriyor. Ve eminim ki Tanrı da benim ona sevgimi, bir meleğin sevgisinden daha üstün tutuyordur, çünkü ben kendi iradem ile üstelik sevmeme tercihim olduğu halde hatta görmeden seviyorum, melek ise görerek ve iradesiz seviyor.” 
“Hımm. Aslında üzerinde düşününce dediğin mantıklı.” 
“Bence de mantıklı.” dedi. Göz kırptı yanındaki.

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:47:54 +0300 Nazım Köyce
Sigaran https://edebiyatblog.com/sigaran https://edebiyatblog.com/sigaran İzliyorum seni uzaktan,dalgın dalgın sigaranı içiyorsun. Çoğu zaman kıskanıyorum onu,sana,benden daha yakın olması canımı sıkıyor gerçekten. Ve sigara içiyorum seni anlayabilmek için,beni göremezken onu nasıl içine çekebildiğini anlamaya çalışıyorum.

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:44:16 +0300 melikemtl
Sen Diye Atan Kalbim Senden Nefret Ediyor https://edebiyatblog.com/sen-diye-atan-kalbim-senden-nefret-ediyor https://edebiyatblog.com/sen-diye-atan-kalbim-senden-nefret-ediyor Uçak olasım var umursamadan uçasım kuşlardan daha yüksekte bulutların arasında kaybolasım var 
Korkarım yüksekten ah sen bir bana deysen bilirim bilirim gelemezsin ve ben lanetler olsun ki bilirim sana değemem 
Yanlış diyor dört kitap buna yanlış diyor solmuş çiçekler sararmış dökülmüş ve çürümüş yaz yaprakları yanlış diyor sana değememe yanlış diyor sana gelmeme
İçip kaybolasım var içip yok olasım sarhoş olup uyumam gerek çünkü artık uyumam gerek madem uçup sana gelemiyorum...
Ben bu yerde yaşamadım sana doyamadım şarab-ı kevserin olamadım.
Kâh güldürdün kah ağlattın ben bu yerde yaşamadım sana doyamadım ben güçsüz bir kızım göğe bile bakamadım.

]]>
Mon, 03 Jan 2022 21:38:12 +0300 aysedmira
Verimli vakit https://edebiyatblog.com/verimli-vakit https://edebiyatblog.com/verimli-vakit

Verimli vakit geçirmek isteyenlere... 
Sakarya'da verimli vakit geçirebileceğiniz nezih bir mekan Kika (kitap&kahve) kafe. 

Farklılıkları açık ve keşfetmeye hazırsanız haydi Hep birlikte bu güzel kitap kafeyi gezelim ;) 

Sakarya'nın birçok güzel açıkhava  mekanı mevcut ama biz ailecek çok kalabalık olmayan sakin mekanları seviyoruz. Kitap okuyarak kaliteli zaman geçirmek isteyenler ise her mekanda rahat edemeyebilirler. İşte tam size göre, hem gözünüze hemde kitap okurken  midenize hitap edecek bir mekan Kika kafe ????

Kika kafe Sakarya Arabacı alanı mahallesinde Cadde 54 AVM nin sokağında tatlı bir mekan.

Mekana girişte ve sağa doğru ayrılan koldan giderseniz kitap, hediyelik eşya, kırtasiye malzemelerine ulaşabilirsiniz. Önce kitabımı satın alayım sonra oturup rahatça  kitabımı okurum diyorsanız hemen bir kitap seçin ve köşenizi çekilin. Ama ilk başta mideme birşeyler girsin biraz kahve molası vereyim derseniz girişten sizi sola ayrılan kafe oturma alanına doğru ilerlemenizi ve içinizi ısıtan bir yere oturmanızı tavsiye ederim. Zaten oturduğunuz hangi masa olursa olsun masalara sanatçıların ve yazarların isimleri verilmiş üstelik resimleriyle birlikte. Örneğin 14 numara Kemal Sunal masası şeklinde ince bir düşünce ile dizayn edilmiş.

 Yine aynı şekilde duvarlarda çeşitli yazar, sanatçıların resimleri bulunmakta. George orwell, Sadri Alışık, Şener Şen gibi. Bizde bir masaya oturduk kahvelerimizi içtik. Daha sonra oğlumla kitap bölümünü keşfe çıktık. Göze hitap eden tablolar, benide al diyen benim çok sevdiğim kupa bardaklar, kar küreleri favorilerim arasında. ????

 Köşeyi dönünce bir de ne görelim kutu gibi kare bir alana çocuk bölümü yapmışlar. Bu bölümde sadece çocuklara ait kitap ve oyuncaklar bulunuyor. Oğlum görünce dayanamadı hemen oyuncak ve kitapları incelemeye başladı. Hem kendinize hemde çocuğunuza kitap alabileceğiniz hatta ailecek gidip vakit geçirebileceğiniz bu tatlı mekanı hepinize tavsiye ederim.
Daha çok mekan ve kitap hakkında bilge isterseniz ve  yazılarım için @sarebilgen_54 sayfama davetlisiniz. Hayırlı bereketli günler dilerim :) 
~Sare Bilgen ~

]]>
Sun, 02 Jan 2022 15:00:33 +0300 sare bilgen
Ağrısız Bir yıl Olsun https://edebiyatblog.com/agrisiz-bir-yil-olsun https://edebiyatblog.com/agrisiz-bir-yil-olsun “Bütün ağrılar gece artar” dedi. “Neden?” diye sormadım doktor değildi ama gecelerin hastalıklar, ateş, sızılar ve yalnızlıklar üzerinde arttırıcı etkisi olduğu herkesçe bilinirdi zaten. “Bu neden böyledir?” diye düşünmeye başladım. Sonra güldüm kendime; kesin şimdiye kadar bunu düşünen, araştıran bir sürü bilim adamının yanında kafayı buna takan nice filozof olmuştur, cilt cilt yazılmış kitapların bir yerlerinde her yazar bu konudan bahsetmiştir çünkü. Geceler düşünenlerin en fazla vakit geçirdiği zamanlardır. O zaman ben de eksik kalmayayım dedim, birkaç dakika kâğıt üzerinde kalem oynatayım istedim.

“El ayak çekilince sohbetler kesilince dostlar eve gidince bu geceler işkence” diye şarkı bile yapıldığına göre karanlığın basması, gece görüşü açık olmayan, gündüz bünyesi yorulmuş, hayatını başkalarının sesi, nefesine bağlamış bütün canlıları bir sessizliğin içine hapseder. 

Herkesin dinlenmeye çekildiği, ışığı beklediği bu karanlık zamanlarda bir aşıkların bir de dertlilerin gözleri açıktır. Biri negatif bir pozitif durum olsa da ikisi de insana farklı bir enerji verdiğinden uykuyu haram eder. 

Bir de su uyur düşman uyumaz derler. İşte hastalıklardaki ateşi, ağrıların şiddetini arttıran da bir damla sudan yaratılan vücudunun üçte ikisi su olan insana işaret eder.  İşte o yorgun ve hasta düşüp uyuduğunda bile onun hücrelerinde süren savaşın düşman birlikleri bu durumu fırsat bilip uyumaz. 

Ağrı ve sızı arttığında o bölgeyi mutlaka müdahale etmek gerekir. Bazen son çare ameliyat denilerek hastalıklı bölgenin çıkartılmasına karar verilir. Bu acılı durum süregelen ve belki de alışılan ağrıyı çekmekten daha fazla can yaksa da uzun vadede iyileşmeyi sağlayacağından hasta/dertli/aşık istese de istemese de bu operasyonlara razı olur. Ama yine herkes bilir ki o neşterin değdiği bölge içeriden ona sarılıp iyileşmesi için seferber olan diğer organlar tarafından destek görse de dışarıda olan sadece bir iz değildir. Hissizlik, o bölgenin artık eskisi gibi olamaması, olanı duyamaması söz konusudur ki, ağrı, sızının, aşkın ve taşkınlıkların en büyük kaybıdır. Gecenin karanlığında başlayan o ince sızılar yine bir gecede yokluğun karanlığına terk edilir. Daha sağlıklı ve hissiz yola devamla yaşam gündüze çevrilir.  Karanlık biter aydınlığa geçilir.

İyi ki de böyledir; çünkü ağrıyla, sızıyla, geceyle, karanlıkla bir ömür yaşanmaz. Günler de geceler de dertler gibi insanlar arasında çevrilir. Hastalar iyileşir. Doğan büyür. Olgunlaşan çürür. Hayatın şifası, bereketi, huzuru sevgisi aksın üzerimize.

Ağrısız Bir yıl Olsun.

01.01.2022

 

 

 

]]>
Sat, 01 Jan 2022 11:26:31 +0300 Seslenen Yazılar Handan Kılıç
Duygunun Taneleri https://edebiyatblog.com/duygunun-taneleri https://edebiyatblog.com/duygunun-taneleri Yağmuru sormuştum küçükken annaanneme o da şu cevabı vermişti "Yağmur bulutun gözyaşlarıdır, her bir damlası farklı bir duygu taşır o damlaları sakın kaçırma hele şemsiye hiç kullanma ıslan bulutun yaşlarına hisset onun içinde birikmiş onca duyguyu bazen mutluluğun çocukluk olduğunu anlatır. Bazense bir hayalin bir damlaya sığacağını yada o bir damlanın tohumu filize çevirdiğini anlatır yeter ki sen ıslanmak iste o yaşlar seni de anlar sana da anlatır." 

  Islandım, ilk kendimi yağmura bırakıp onunla birlikte ağladığımda 10 yaşımdaydim ve o günden beri kimsenin yanında ağlamam da şemsiye kullanmam da yaşların içinde yaşlarımı fark ettim. Ve anladım ki insan insana yalnız yabancıymış,...☘️

]]>
Fri, 31 Dec 2021 10:11:21 +0300 YağmurunKızı8
HER GEÇEN YILIN GELEN YILDA BIRAKTIĞI İZ https://edebiyatblog.com/her-gecen-yilin-gelen-yilda-biraktigi-iz-1355 https://edebiyatblog.com/her-gecen-yilin-gelen-yilda-biraktigi-iz-1355 Yaşamdan günümüze takvim yapraklarını kopartıp dururuz...Her yeni bir senede her takvimin başlangıcında yeni umutlar,Hayaller besleriz.

Günler, Ayları...

Aylar,Yılları...

Yıllar,Yüzyılı kovalar durur...

Her sene bir önceki yıldan kaçarcasına,Yılları değil! İnsanları eksiltir ve eskitir...Her geçen senenin ardından,Önceki yılların anıları birikir zihinlerde.Eskilerin özlemi olur yüreklerde.Her geçen yıl ömür takviminden bir yaprak kopartır.Yıllar ilerledikçe her yeni gelen seneden bir medet umar insan.Medet ummak,İstediği her zaman yıllar olur.

Oysa ki;Umut insanın kendisinde yeşerir ve gerçeğe döner.

Daha kaç Sonbahar rüzgarının sesi kulağımıza esecek.

Daha kaç Kış gelip kapımızı çalacak.

Daha kaç Bahar daha çiçekler açacak.Daha kaç yaz yeşilliklere doyacağız.

Bilmiyorum...

Ama! Yeni bir sene daha geldi. 

Geçen yılların bir önceki yıldan daha huzurlu,daha mutlu,daha güzel olması,Sağlıklı ömür yaşanması adına!

Yeni senenin herkese hayallerini gerçekleştirebildiği yılı olsun...

]]>
Thu, 30 Dec 2021 22:21:42 +0300 KUM SAATİ YAZARI
HER ŞEY OLABİLİR MİSİN? https://edebiyatblog.com/hersey-olabilir-misin https://edebiyatblog.com/hersey-olabilir-misin    Ahhh, gönül gözüyle bakan, cesur , sevgi dolu benlik,  herşey  olabilmeye hazır mısın?

   Uyandığın günün güneşine teşekkür et ve gecesinde aya. Burnuna gelen güzel kokuya,  gülümseyen çocuğa, kollarını açmış uzanan ağaca teşekkür et.  Varlığınla anlam katarken yaşadığın her ana, yüreğine teşekkür et. Sonra giy başka yürekleri kendi yüreğin gibi. Bırak gereksiz yargılamayı ve olumsuzluk adına herşeyi.

  Bu gün herrşey ol. Anla her birini. Sokakta ıslanan kuş ol, üşü onun gibi, camekana alamadığı oyuncağa bakan çocuk ol, iliklerine kadar hisset özlemini, oksijen ol , dol ciğerlere nefes gibi, tomurcuk  ol , aç yeni hayatına yaprak gibi.

 Ol, sadece ol, güzel ol , iyi ol, seven ol. Karşılık beklemeden ol. Sadece hisset ve ol. Teşekkür et, Şükret ve ol. 

 

]]>
Thu, 30 Dec 2021 17:16:28 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Yeni yıla dileğim… https://edebiyatblog.com/yeni-yila-dilegim https://edebiyatblog.com/yeni-yila-dilegim 2022 sabahı öyle bir güneş doğsun ki !

Bütün güzel dilekler kabul olsun.

Hastalar şifa dertliler deva bulsun.

Çocukların gözü ile baksın insanlık “O”gün Dünya’ya,

Biraz masum-biraz haylaz olsun.

Tüm kederli günler geçmişte ve

Artık uyandığımız bir rûya olsun.

Kalbimizin gözü açılarak,

Merhametin denizinde yoğrulsun.

Sadece sevenimiz ve sevdiklerimiz

Değil ! İnsanoğlu refahta olsun.

Her havamız bayram havası,

Her gözyaşımız sevinçten olsun.

Uğraştığımız işte Halil İbrahim  bereketi,

Sözlerimizde Mevlana kelamı olsun.

Bir mucize olmalı diyenlerin yolunda

Hızır yoldaşı olsun,

Sevdikleri ile sınanan herkesin,

Gönlüne “o” sabah bir Cemre düşmüş olsun.

Gönlümüzün bahar dallarını biraz daha erken ver bize Yarab !

Böylece açılan tüm yaralarda çiçekler olsun.

Ve çocuklar !

Çocuklar masumluk aşılasın “o”sabah

Tüm İnsanlığa,

Öyle bir nesil başlasın ki !

Biz utanalım bu çağda yaşadığımıza.

Öyle bir “Güneş” doğsun..

]]>
Wed, 29 Dec 2021 12:46:12 +0300 siirsel__sanat
Gülümsemek Acıların Mezarı https://edebiyatblog.com/gulumsemek-acilarin-mezari https://edebiyatblog.com/gulumsemek-acilarin-mezari    İçimin acıdığı zamanlardayım, burukluğumu dudak kıvrımın da gizliyorum ne kadar başarılı olduğumu insanların ' ne kadar güzel gülümsüyorsun ' dediklerin de anlıyorum. Acıtıyor, içimdeki saplanan bıçak mı? yoksa insanlara sunduğum yalan gülümsemem mı? Belki de ikisi de canımı yakıyor birisi saplanıyor derinlerime diğeri ise çizikler bırakıyor yüzümde.. Korkuyorum, yorgunluğumun ansızın ortaya çıkacağı o günden, biliyorum şayet ansızın ortaya çıkarsa tükenmişliğime rağmen yorgunluğum işte o zaman ne dudak kıvrımın da yalanlarim kalır ne de yalan dahi olsa güzel gülümsemem..☘️

]]>
Tue, 28 Dec 2021 23:51:15 +0300 YağmurunKızı8
ZAMANA YOLCULUKTA DOĞAL BİR İNSAN https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-dogal-bir-insan https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-dogal-bir-insan +

 ZAMANA  YOLCULUKTA  DOĞAL  BİR   İNSAN

 Bugünkü  zamana  yolculuğun  konuğu  ;  doğallığı  ve  damak  zevkini  bizlere  yeniden  tattırmak  isteyen  , organik  ürünleri  ile bizlere  yeniden  sağlıklı  bir yaşamın kapısını  aralayan  ZEYTİN  organik ürünler   ve  kahvaltı   salonunun  sahibi  Selahattin  GÜNEŞ  .  Keyifli  bir  sohbet  etmek  için  kendisini   işyerinde   ziyaret   ettim  .

VAHAP:   Bu   kadar  iş   yoğunluğu   arasında   beni  kabul  ettiğiniz  için   teşekkür  ederim  .

SELAHATTİN    :    Kıymetli  zamanınızı  bana  ayırdığınız  için  asıl  ben  teşekkür  ederim  .

VAHAP :   Selahattin  GÜNEŞ ‘i    tanıyabilir  miyiz  ?

SELAHATTİN     :   1990  yılında  Mardin’in  Savur  ilçesi  Yeşilan  köyünde  dünyaya   geldim  . 1994  yılında  babam   koruyucu   olmayı   kabul   etmediği   için  ,  köyden  ayrılmak  zorunda  kaldım .  İlk  ve  ortaöğretimimi   Mardin’de  ,  Üniversiteyi   Çukurova’da   İngilizce  öğretmenliği   okuyarak  tamamladım  .

VAHAP:    Çocukluğunuzda   unutamadığınız   bir  an var mı ?  ya  da  yapmak  isteyip , yapamadığınız  ?

SELAHATTİN     :   Çocukluğumda   unutamadığım  çok  an  vardır  .  Bunların  arasından  en  çok  etkilendiğim  olay  köyden  kopmaktı  .

VAHAP :   Hayaliniz  ne  ? Gerçekleşti  mi  ?

SELAHATTİN    :   Mevcut   hayat   şartları  hiç  bir  hayalimi  gerçekleştirebilmem   için  uygun  değil .  Hayalim  doğaya  dönüş  …

VAHAP:   Her  konuşmanızda  doğadan  söz ettiniz  ,  neden  doğa   sevgisi  ?

SELAHATTİN     :   Evet  doğayı  çok  severim  bu  yüzden  şöyle  bir  sözle  özetlemek  istiyorum     : Doğadan  gelen  doğaya  gider  .  Bizler  doğanın  birer  parçasıyız  ve  yaşamımızın   sonunda  yeni   bir  parçası  olmaya  devam   edeceğiz   …  Toprağa  karışacağız  bir   çiçeğe , bir  ağaca  can  olacağız .  Bizim   içinde   doğa   toprağa   karışmış  sevdiklerimiz   ve  kaybettiklerimizdir  .  Bir  çiçeği  koklarken  ,  rüzgarı  hissederken   kaybetmiş   olduğumuz   bir   dostumuza   ve  yakınımıza  sarıldığımızı  hissetmeliyiz  … 

VAHAP :   Hobileriniz  arasında  yapmayı  en  çok  sevdiğiniz  şey  ne  ?

SELAHATTİN    :   Kitap   okumak  ,  belli  bir   yere   varma  amacı  olmadan  ,  müzik   eşliğinde   yürümek  . 

VAHAP :   Organik  ürünleri   satmak  nereden  aklınıza   geldi  ?

SELAHATTİN     :   Çocukluk  çağından  beri  , köy   yaşantısına  bağlı  biriydim .  Çocuk  yaşta  köyden  ayrılmanın  etkisiyle  , içimde  sürekli  köye  dönme  hayalleri  vardı .  Hayvanlarla ,  bitkilerle , topraklarla  ve  börtü   böceklerle   bir   arada  olmak  daima  bana  haz  vermiştir  …  Hızla  betonlaşan  yaşamların  aslında ;  ne  kadar  doğaya  muhtaç  olduğunun  farkına  vardım  .  İnsanları  biraz  daha  doğaya   ve   doğallığa  yaklaştıracak  bir  proje   düşündüm  ,  Asıl  hedefim  doğal  üretim  yapmaktı  . 

Mevcut   koşulların   buna   elvermediği   için ;  insanları  köylerden  topladığım  doğal  ürünlerle buluşturacak   ürünleri   sunmak   üzere  ,  zeytin  , şarküteri  ve   kahvaltı  salonu  açtım  .

VAHAP :    Başka  şube   açmayı  düşünüyor   musunuz  ?

SELAHATTİN   :    Hayır ! Gerçek   anlamda  hizmet  verebilmek  için  , mevcut   yere   odaklanmak  daha  doğrudur  .  Şubeleşme  para  hırsını  doğurur  …

VAHAP :    Sohbetimizin   sonunda   bir   işveren   olarak  ;  genç   girişimcilere  neler  söylemek  istersiniz  ? 

SELAHATTİN    :    Öncelikli  hedef  para  kazanmak  olmamalı  , mutlu  olacakları  işleri  yapmaları  bunun  yanında  dürüst  ve kaliteli  ürün  sergilemeleri  arzu  edecekleri  başarıyı  getirecektir  …

 VAHAP :    Selahattin   GÜNEŞ   bey   tekrardan   kıymetli   zamanınızı   bana  ayırdığınız   için  teşekkür   ederim .   Bol   kazançlı  günler   dilerim   …

  SELAHATTİN   :  Ben  de  teşekkür  eder  ,  çalışmalarınızda  başarılar  dilerim  …

]]>
Tue, 28 Dec 2021 22:58:27 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Şiir okumak yetmez… https://edebiyatblog.com/siir-okumak-yetmez https://edebiyatblog.com/siir-okumak-yetmez Bazı günler düşünmek ve kafamı toplamak için kendimce çeşitli yöntemler geliştirdim. Oldukça da etkili olduğunu düşündüğüm yöntemler hemde, bu yöntemler, duygu durumuma, hava şartlarına ya da gaipten gelen şeklinde değişim gösteriyor, ne zaman nerede olacağı belli olmayan bu kafamı toplama olayı, sanırım iç dünyamın benim kontrolüm dışında, olmadık anlarda toplantı isteyen o patronlar misali saldırısı olmalı ki beni hep hazırlıksız yakalıyor. Mesela bugün de Nar soydum, malum havalar soğuk, bağışıklık durumları vs. unutulunca da yumuşuyor yenmiyor tabi.

Narın suyunu sıkmayı sevmiyorum, elma gibi soyup sonra gelişigüzel ayırıyorum, sonra da başlıyorum taneleri tabağa dökmeye, her seferinde hayranlıkla mest olmuş bir halde “ Ey yaradanım !  Nasıl da tane tane dizmişsin, her biri birbirinden ayrı duruyor, ne mükemmel bir nizamdır “ diye düşünmeden edemiyorum. Tıpkı insanlar gibi sıkınca suyu çıkıyor, tıpkı insanlar gibi içinde şifa barındırıyor ve tıpkı insanlar gibi benliğine kılıf takıyor ki zarar gelmesin diye,

Peki ya benliğimizin kılıfını-giysisini kaç kişinin huzurunda çıkartıp, tamamen saf ruhumuzla karşısında durduk? Peki kaçımızın şifası, benliğimizi aşarak başkalarına ulaşabildi? Ya böylesi bir nizamda kaç defa dizildik Arafta? Hangi kötülüğe baş kaldırmadan sükuna erdik? Bu taneler gibi.

Tüm bu sorular, elimdeki kırmızının en muhteşemini içinde barındıran o nar’ı soyarken uçuştu beynimde, ve yine cevap verdi diğer yanım “hiç” diye, düşüncelerimi kimse duymamıştı o an, fakat “hiç” dediğimi tüm ev halkı duyduğundan, saçma sapan bir bağlantı kurdum geçiştirmek için.

Soyduğum nar bile kendime; insanlığımı, değerlerimi, nereye yol aldığımı, kimlere hayrımın dokunup, kimlere yanlış yaptığımı sorgulatmaya yetmişti. Ben şaşkın, nar şaşkın. “Nar bile kendindeki bu güce inanamamıştır” diye güldüm için için.

Artık insanların sadece şiir okumasının yeterli olmayacağı, nar da soyması gerektiğini düşündüğüm evredeyim sanırım.

Şifalar olsun efendim…

]]>
Tue, 28 Dec 2021 01:46:50 +0300 siirsel__sanat
Saniyelere salise kalsa ne olur https://edebiyatblog.com/saniyelere-salise-kalsa-ne-olur https://edebiyatblog.com/saniyelere-salise-kalsa-ne-olur Ruhsuz zamanın sükut duvarına saniyelerde salise hükümranlığı nereye kadar sürer ?

Hani bir ağacın gölgesinde kalan nefessiz dökülmüş yaparak taneleri varya ..Haahh evet işte onlar!

Onlardı zamanın ruhundan gecelere hece olan sükutsuz saniyelerde salise hükümranlığı

Yolumdan bir güneş gökyüzüne yükseldi . Zamanın en sükut rüzgarına tutulan köpüklü kahve hatrına...

Hangi kahve hatırı saniyelerde salise kalsa diye haykırışlara gebe olur...

İşte orası hem şiirlere hem bana sır kaldı

]]>
Mon, 27 Dec 2021 23:38:26 +0300 zuleyha_caglarr
Hayata tutun ama ona tutuklu olma https://edebiyatblog.com/hayata-tutun-ama-ona-tutuklu-olma https://edebiyatblog.com/hayata-tutun-ama-ona-tutuklu-olma "Bazen kırık bir tebessümle,
Buruk bir bakış,
Birkaç damla gözyaşı
Bazen kabuğuna çekilmek,
Hayattan bezip kopmak,
Yaşadığın şu dünyada,
İstersin ki bir pencere,
Bir ışık aramak,
Öyle umut edersin ki;
Aydınlığa çıkacak bir yol bulmak."

    Kaç mısra, kaç dize hayata tercüman olma yarışına girmiştir. Kimi şiirler hayatı fütursuzca önüne  geleni yutan bir kara delik olmakla suçlarken Kaç aşık da prangalar eskitmiştir yâri uğruna , hayatını bir hiç pahasına satmıştır.  Kaç şarkı veryansın etmiştir karanlık hayatına... Velhasıl hayatı acılar mahzeni olarak nitelemiştir yaşama tutunmayı bilmeyenler. İşte bu uç nokta fikriyatina sahip olanlar için hayat uçurumun kıyısında ölümü beklemekten ibarettir. Ancak bu zihniyeti şu ayet ile aydınlatmak istiyorum ki
    " Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz." 
    Allah Teâlâ bizatihi olarak bunu belirtip gönlümüzü ferahlatmıştır tabi ki iman yüklü bir hayata sahipsek.
    Bu nedenle hayatın bir imtihan olduğunu hatırlayıp, hayatı gereksiz görmeyip yaşamayı öğrenmeliyiz.
    
    Bunun tam zıddı bir zihniyet var ki o da hayatı tutkulardan ibaret görerek ona tutuklu kalan insanlar prototipi.
    Başarı, mükemmelliyet, makam, konfor,  idealite gibi temel kavramlar bu zihniyetin olmazsa olmaz yapıtaşlarıdır.  Onlar için ise hayat kendini kanıtlama platformundan başka bir şey değildir." En iyisi" tabusu yiyip bitirir onları tıpkı kanserli bir hücre gibi.
    Bu insancıklar tutkuları hasebiyle hayat nedir anlayamazlar bile. Yaşama tutulmuş değilde ona tutuklu kalmışlardır. Ekip biçip gidecek olduğumuz dünya " platformuna ebediyyen kalacak gibi saraylar inşa etme yarışındadir. 
    İşte olayın iki çarpıcı ucu bu noktalardır. Bizler bu hastalıklı fikriyattan sıyrılarak 
    İtidal üzere bir hayat inşa etmeliyiz.
   Peki ama biz nasıl yaşayacağız dediğinizi duyar gibiyim.
   Ahiretimize yatırım yapmak için bir o kadar sebatkar
   Annemizden doğdumuzdaki gibi bir hiçlik  ile yaşamı ilmek ilmek dokuyacağız.
   Velhasıl hayatı ölçü adlı terazide tartarak yaşayacağız.
   Sözlerimi  gönüllere taht kurmuş  olan Hz. Mevlana ile sonlandırmak istiyorum
   "Hayat, bir nefestir aldığın kadar.
     Hayat, bir kafestir, kaldığın kadar.
     Hayat, bir hevestir, daldığın kadar."
     
  
   
    
    

]]>
Sat, 25 Dec 2021 19:15:35 +0300 Hatice Aslan
bir depresyon oteli: Hayatım https://edebiyatblog.com/bir-depresyon-oteli-hayatim https://edebiyatblog.com/bir-depresyon-oteli-hayatim Depresyon, sürekli üzüntü ve ilgi kaybına neden olan duygu bozukluğu.

Depresyona girmemek için psikolojimin çökmemesi için çabalıyorum. Her ne kadar dışarıdan çok iyi gözüksem de içimde kopan fırtınaları sadece sen biliyorsun çünkü bir tek sana anlatabiliyorum. Odaklanmam ve bitirmem gereken bir sürü şey var ama kafamın içi meşgul ediyor, o susmayan ses…

Bazen bazı insanların tutarsız davranışlarının beni bu hale soktuğunu düşünüyorum, onlara duygularımı ne kadar belli etsemde bana yaşattıkları dengesizlik beni çıldırtıyor. Ne yapacağımı bilmediğim, sonunda ki ışığını göremediğim bir tüneldeyim. Hayatımda ki herkesi öylece bırakıp gitmeli miyim yoksa bu beni delirten dengesizliğe ayak uydurup alışmalı mıyım?

Yakınımda ki yanımda ki insanların psikolojimi kötü etkiliyor onların anlamsız davranışları kafamın içini acıtıyor.

Yada hiç biri değilde bir anda hayatımın merkezine aniden gelen sen mi beni böyle yaptın?

Bazı duyguları derin yaşamam mı beni bu hale getirdi. Kendimi ait hissettiğim insanlar yüzünden mi böyleyim?

]]>
Sat, 25 Dec 2021 19:14:11 +0300 aysedmira
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR ECZACI https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-eczaci https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-eczaci ZAMANA    YOLCULUKTA    GENÇ    BİR    ECZACI

 Bugünkü    zamana   yolculuğun   konuğu  ;  sevecen   yüreği    sevgi   dolu   tıbbi  alanda  yazılan   reçeteli    ilaçları  en   iyi   şekilde  bizlere   tarif  eden   genç   dostum   Eczacı   İbrahim   CİHANER  .  Kendisi   ile   hayata   dair  güzel   bir   söyleşi    gerçekleştirdim  . 

VAHAP: İbrahim   CİHANER   seni   tanıyabilir  miyim ?

İBRAHİM :   1989  yılında   Mardin’de   doğdum  .  İlk  orta   ve   lise   eğitimimi   Mardin’de   tamamladım  .   Üniversiteyi    bir   dönem    İstanbul    Yeni   Yüzyıl   Üniversitesinde   bir   dönemde  Makedonya    Kiril   Metodi    Üniversitesinde    diş   hekimliği    bölümü   okuyarak   mezun   oldum  .  

VAHAP: Çocukluğunda   unutamadığın   bir   an   var   mı  ?

İBRAHİM : Bayram   öncesi   alınan  kıyafetlerin   bayram   öncesi   giymenin  yoksa , bayram  kaçar   demeleri   ve   onun   yarattığı  heyecan  unutamadığım . Ayrıca ; bayram  arifesi  başucumda  yatırdığım   ayakkabı  ve   kıyafetlerin  verdiği   o   güzel  ve  mutlu  anı  unutamıyorum …

VAHAP:  Çocukluğunda    yapmayı   en  çok   sevdiğin   şey   neydi  ?

İBRAHİM  :  Müziği   çok   severdim.  Çocukluğumda  büyüdüğümde   müzikle  ilgili  çalışmalar    yapmayı   çok  isterdim. 

VAHAP : Hayalin  ne ? Gerçekleştirebildin  mi ?

İBRAHİM   :  Çocuk  aklıyla  olan  hayallerimi  biraz  daha   yetişkinliğe   eriştikten  sonra   hayallerimde   değişiklik  oldu. Görüp  yaşadıklarımdan  dolayı  hayata  bakış   açım  değişti. Bununla   beraber   hayallerimde  de   değişiklikler  oldu. Bunları  gerçekleştirmek   adına  hem   maddi  hem  de   manevi   bir  de  hayatın   sunduğu   imkanlar  doğrultusunda   gerçekleştirmeye  çalıştım . Herkesin  illa  ki  bir   hayali   vardır  gerçekleştirmek   istediğimiz   hayallerimizde   oldu  gerçekleştiremediğimiz  de  …

VAHAP: Neden   başka    bölüm  değil   de ;  Eczacı  olmayı   istedin ? Ailede  senden   başka  tıp    alanında  çalışan  var  mı ?

İBRAHİM  :  Bu   işi  sevdiğim   ve   uygun   gördüğüm   bir  de; bana  hitap   ettiği   için   bu   mesleği   seçtim . Ailemde  benden   başka  tıp   alanında  sağlık  sektöründe   çalışan  yok.  Bu  da   bana bir   ayrıcalık  katıyor. 

VAHAP : Eczacı  olmanın  kendine   göre  zorlukları   vardır. Bunlar  nelerdir?

İBRAHİM  : Eczacılık dışarıdan  bakıldığı  zaman  çok  güzel   bir  meslek   olarak   görülüyor . Oysaki ,  kendine   göre   bir   çok  zorluğu  vardır . Bunlardan  bir   kaçını   özetlemek   gerekirse ; Hasta   psikolojisini  iyi   anlamak , hasta  ile  iyi   iletişim  kurmak , hastayı  psikolojik   olarak  anladığınızda  ona  bir   nevi   terapi  anlamında   yardımcı   olmaktır ki, bu   eczacılık  sektöründe  zor   kısmından   en   önemli   olanıdır.

VAHAP: Sevginin  azaldığı ,  aşkın   dillerden   düşmediği   bu   zamanda  senin   için   hangisi   ağır   basıyor  ?  Neden  ?

İBRAHİM :  Aile   sevgisi   ve   hayat   mücadelesi  diyorum . Aşk  bana   göre  zaman   kaybı    eskilerin  deyimi   ile  Önce “ AŞ “ Sonra “ AŞK”.

VAHAP:  Sevgiyi    üç   kelime   ile   özetler   misin  ?

İBRAHİM :  Aile ,Dostluk  ve  Hayvan  sevgisi.

VAHAP : Bir  Eczacı  gözü   ile  mutluluğun   ilacı  ne ?

İBRAHİM : Aslında  mutluluğu   tarif   etmek   zordur .İnsan   bazen   söylenen   bir   küçük  sözle   bile   mutlu   olabiliyor. Mutluluğu   tek   bir  şeye  bağlayamayız . Asıl mutluluğun   ilacı  Sevmek ,  Sevilmek , Saygı  ve  Anlayışlı  olmaktır…

VAHAP: Futbolla  aran   iyi  diye   biliyorum. Hangi   takım   taraftarısın? Bu  sene   kim  şampiyon   olur?

İBRAHİM  :  Evet, doğru.  Coşkulu  , Aşk   dolu  bir   takımın   taraftarıyım . Beşiktaşlıyım  tabi  ki ;  Şampiyon  2  sene  üst   üste   şampiyonluk   yaşayan   BEŞİKTAŞ   olacak.

VAHAP:  Son   olarak ; genç   bir   eczacı  olarak   senin   gibi   bu   bölümü   okuyan , çalışan  ya  da   yeni   mezun   olacak   genç   arkadaşlara   neler   söylemek   istersin?

İBRAHİM :  Benimle   birlikte   aynı   mesleği   icra   eden   arkadaşlarıma   sorunsuz  ,  sıkıntısız   iyi   çalışmalar   diliyorum  .  yeni   mezun   olacak   arkadaşlarıma   da  atılacakları  yeni   iş   hayatlarında   bol   kazançlı    iyi    dilekleri    ve    başarılarını   diliyorum… 

 

]]>
Wed, 22 Dec 2021 23:04:36 +0300 KUM SAATİ YAZARI
İçinde Ki Çocuk https://edebiyatblog.com/icinde-ki-cocuk https://edebiyatblog.com/icinde-ki-cocuk Her ne oluyorsa olsun, gülebiliyorsan hâlâ o yüzünde ki tebessüm yerindeyse birileri sayesinde işte o zaman üzülme de ki... 'Sen herşeye rağmen gülüyorsun, ya sen burdasın burda! Ötesi var mı bunun? Dünü koy cebine, bugünün elinden tut ve yarını hayal ederek bak gökyüzüne kim sana engel oluyor ki hadi söyle kim hayallerine engel ki kimin cesareti var umutlarını yıkmaya, umudunu yıkamazlar sadece sarsarak seni korkuturlar korkmayacaksın umudunun senden gittiğini sandığın zaman tut bir balon bir tane daha ve dokun o ulaşılmaz gökyüzüne bak orada duruyor umudun..el ele hayallerin ile..'     Sen yeter ki izin ver içindeki çocuğa bırak tutsun balonunu.. Uçarsın belki kim bilir..☘️

]]>
Wed, 22 Dec 2021 00:37:55 +0300 YağmurunKızı8
Mahvetti https://edebiyatblog.com/mahvetti https://edebiyatblog.com/mahvetti
Beni simitçi çocuğun tezgahına el koyan ama hak yiyen kodlamanlara dokunmayan sistem mahvetti,
Sevdiğim insana gitmek için çıktığım yolda tel örgülere takıldığım sınırlar mahvetti,
Aşkın asgari ücrete yenik düşmesi mahvetti,
Salon takımının iki gönül arasına girmesi mahvetti,
Ay sonunu getiremeyen babanın, oyuncakçının önünden geçerken çocuğunu oyalamaya çalışması mahvetti,
Geçimi dert eden, ekmeği kavga ile kazandıran sistem mahvetti,
Güzellik ürünlerine harcanan paraların, milyonlarca ihtiyaç sahibine yettiğini bilmek ve bu yapay güzelliklerinin altındaki çirkinlerini anlamak mahvetti,
Kalacak yeri olmayandan para alan otellerin ve karnı aç olandan para isteyen lokantaların yüzsüzlüğü mahvetti,
İnsanların emeğini sömüren bankaların, yine aynı insanların seçtiği devletler eliyle desteklenmesi mahvetti,
Köleliğine menfaati için kılıf uyduran cahillik mahvetti,
Eşyanın insandan daha değerli olduğunu görmek mahvetti,
Bir fahişe, bir yetimi beslerken, zekatını vermeyen zengin namazlılar mahvetti,
Bir gün incecik kirpiklerini dahi kaldıramayacak duruma gelecek olan gözlerin doyumsuzluğu mahvetti,
Beni, ‘ben sana inanmıştım!’ cümlesinin acizliği mahvetti,
Beni aslında dert ile dertlenen kalbim mahvetti…
Nazım Köyce
]]>
Sun, 19 Dec 2021 21:39:55 +0300 Nazım Köyce
Nefs ve Nefes https://edebiyatblog.com/nefes https://edebiyatblog.com/nefes        Kadim öğretilerimiz, naif adet, gelenek ve göreneklerimiz varken. Boş hissiz amaçsız hedefsiz bir nesle doğru gidiyordu yolculuk. Nereden baksak nereden tutsak da iyi işler başarsak derdine düşen insanlık hızla kan kaybetmeye başlamıştı bile.

        Ağaç yaşken eğilir dedi birisi. Diğeride ekleyiverdi,görünen köy kılavuz istemez. Tamam anladık dediler başkaları. Anladık anlamasına, ne olucağı az çok belli olan, gelmektekinin telaşı sarıverdi farkedenleri. Buraya kadar evrildi ise düşünceler, değişim de başlamıştı o halde.

         Vur patlasın çal oynasın dünyasında ağıt yakanlarda vardı elbet. Herşey içiçe geçmiş, bilinmezlik eksenindeki girdabın içine çekiliyordu sanki. Yaşamın dualitesine inananlar şöyle düşünüyordu bilinmezlik var ise bilirlilik yanı başımızda.

          Pandemi, yangınlar, ekonomik kriz ve dahası derken bir türlü vaz geçmeden felaketleri ağızlarına pelesenk etmiş olanlar. Birde şöyle şu taraftanmı baksak acaba:Yaşam varsa umut da var. Karanlık varsa aydınlık da var.Dağlar varsa ovalar da var. Nefes varsa çare de var. 

]]>
Sun, 19 Dec 2021 10:44:05 +0300 Çiğdem Culha
YAZI YAZMAK SORUNSALI https://edebiyatblog.com/yazi-yazmak-sorunsali https://edebiyatblog.com/yazi-yazmak-sorunsali Niçin yazma ihtiyacı duyarız? Nasıl yazarız? Yazıyı icat etmeseydi insanoğlu iletişim kurmanın bir yolunu yine de bulurdu. Ama yazı öyle bir güce sahip ki, zihninizden geçenler beyaz kağıt üzerinde bir takım sembollere dönüştü mü, hiç tanımadığınız insanlara ulaşıyor. Bununla da kalmıyor, yazanı yitip gitse de yıllar sonra yaşayanlara ulaşıyor.

Kalıcı olmak, bilinmeyi istemek, düşünce sağaltımı yapıp rahatlamak, kendi kendiyle iletişirken yeni düşünce ufuklarına yelken açmak gibi pek çok nedene bağlı olarak yazarlar kaleme kağıda sarılmış yıllar boyu. Günümüzde klavyenin tuşlarına dokunmuş demek daha doğru.

Bunca kütüphaneler dolusu yazı hangi aşamalardan geçerek oluşturulmuştur? Günümüze kadar ulaşan -tarih boyunca istilalarda en çok kitaplar yakılmasına, yok edilmesine rağmen- bu kadar çok metin olsa olsa yazıcıları sayısınca farklı teknik ya da aşamalardan sonra oluşturulmuştur. Edebiyat tarihçileri tasnif yaparak çeşitli gruplandırmalarla günümüz yazıcıları ve gelecekte yazacaklara yol gösterici dökümanlar oluşturmaya çalışmaktadırlar. Sosyal ilimlerin pozitif bilimler kadar nesnellik taşıyamayacağı bilinen bir gerçektir.

Sait Faik Abasıyanık, günlük meşgalelerden bunalınca kendine bir mola vermek için tamamen inzivaya çekilmiş. Tembellik yaparak yeniden kendini şarj etmeyi istemiş. Ama daha tatilinin üçüncü gününde yazı yazma isteği ile dolup taşmış, sigara paketinin kağıdına en kolay ulaştığı için ona karalamalar yaparken bulmuş kendini.Diyor ki: "Yazmasam deli olacaktım." Böyle bir tutkuyla yazma isteği duymak diğer yazı işiyle uğraşanlar için kıskanılacak bir hal. Acaba ilham denen şey bu mudur? Bedri Rahmi Eyüboğlu da kendisiyle yapılan bir söyleşide "ilham gelince ebem de yazar. Ben hiç ilham yokken ısrarla, çalışarak, emek sarfederek yazabilmeyi asıl takdir ederim" diyor. Kelimeleri zihnimde yanlış kalmış olabilir, ama mealen böyle.

Yazı makinası gibi çalışan yazarlar var. Ahmet Mithat Efendi bunlardan biri. Günümüzde de her sene, ya da senede bişrkaç eser veren yazarlar var. Yine yazar olarak anılıp tek bir eseriyle ön planda olanlar var. Demem o ki durum bu kadar karmaşık. Çok yazmak mı, niteliğine ön planda az yazmak mı?

Çeşitli edebiyat akımları da bu yazı yazma işine yön veriyor. Bilinç akışına önem veren akımlar yazarın o an zihnine ne geldiyse kağıda dökmesi, hiçbir biçim ya da okur kaygısı gözetmeden metnini oluşturması anlayışını benimseyenler olduğu gibi; titizlikle plan hazırlayıp o planı taslak olarak ve sonra geliştirerek yazmayı tercih eden geleneksel yazma anlayışına bağlı akımlar ve bunu tercih ederek yazılarını oluşturanlar da var.

Tüm bunlar doğrultusunda yazmak bir dert edinme işidir. Yazı yazan kişinin anlatacak bir derdi, sözü, düşüncesi vardır. Sosyal varlık olması onu paylaşmaya iter. Hiç kimseyle olmasa bile kendi kendiyle paylaşmak için oluşturulmuş yazı metinleri bunlardandır. Günlük gibi…

Yazma eylemini nasıl gerçekleştirdiği ise artık teknik olarak öğretilebiliyor. Zira yazı oluşturmak bir yetenek işi değildir, tekniğini öğrenirse herkes yazı oluşturabilir. Sanat eseri oluşturmak artık "yaratıcı yazarlık" olarak ayrı bir kategoriye sahip olmaya başladı. Bu da öğrenilebilir, uygulayarak geliştirilebilir bir saha olarak sık sık karşımıza çıkmakkadır. Ancak zaman ve okuyucu tercihleri hangi metinlerin değerli ve kalıcı olduğuna hükmedecektir.

]]>
Sat, 18 Dec 2021 22:39:13 +0300 GÜMÜŞ SÖZ
Umut https://edebiyatblog.com/umut-1254 https://edebiyatblog.com/umut-1254

Umut
 Hayattaki adımlarımızı umut ile atarız ya da attığımızı mı sanarız?  Tam Adım atacakken umudumuzu mu yitiririz? Siz hangi gruptasınız?
 Umudumuz hayattaki inanç ve azmi ize bağlıdır. Ne kadar çok azimli ve inançlı olursak o kadar çok umutlu oluruz.


Umut, hasta bir insanı yatağından kaldıran, fakir bir insanı bile zengin yapan önemli bir faktördür.


Umut, Çabalamak gerektirir Yani bu işte "armut piş ağzıma düş" yoktur. Senin bir hayalin hedefin olmalı önce ona odaklanmalısın.Ben bunu yapabilirim diyerek önce Allah'a sonra kendine inanmalısın. Ve tabi bu yolculukta bolbol çabalamalısın. Düşebilirsin, çöllerde avare olabilirsin ama her düştüğünde sürüne sürünede olsa kalkıp umudunun peşinden koşmalısın. Çünkü umudun zıttı karamsarlıktır. Kişilerin "Ben bunu yapamam, asla başaramam" demeleri aslında kendi önlerine telli duvar örmeleridir.  Beynimiz ve vucudumuz öyle bir mekanızmadır ki pozitif olursak umudu, negatif olursak karamsarlığı anında mıknatıs gibi çeker. Kendi hayatımıza bir çivide kendi elimizle çakmayalım. Olumsuz düşünmekten kaçınıp çözüm yolları aramaya başlayalım.


Şu zamanda yaşayan gençlerimizin ufacık bir olayda pireyi deve yapmaları ve  karamsarlığa düşmelerine izin vermeyelim. "Aman genciz ne olucak yaşayalım!" diyerek sonra yaptığından pişman olup ümitsizliğe düşenlerin ellerinden tutalım. Bu tavırlarına karşılık Allah'ın  sözü ile cevap verelim :


De ki: "Ey kendilerine karşı aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir."
Zümer, 39/53

İçimizde bizimle varolan, devamlı konuşan umudumuzu hiç susturmayalım. O konuştukça ve umutlarımız çoğaldıkça yeni güzelliklere yelken açalım. 
İnancımızı bitirmeden, umudumuzu yitirmeden başarımızı hedef alarak yürüyelim. Önümüze engeller koyanlar hayatımız boyunca olacaktır. Onları es geçelim. Ve benim sürekli kendime söylediğim bir telkin vardır.


"Bir insan düşünün huzurlu ve mutlu
Yine bir insan düşünün üzgün ama umutlu..." 
Sare Bilgen

]]>
Fri, 17 Dec 2021 09:44:16 +0300 sare bilgen
ANLADIM VOLONİTRA https://edebiyatblog.com/anladim-volonitra-1252 https://edebiyatblog.com/anladim-volonitra-1252                                          ANLADIM VOLONİTRA

   Karşıma almışım aynayı da kendimle konuşuyorum sanki onunla konuşurken. Daha düne kadar birbirimizden bihaberdik oysa ki…Düne kadar dediysem dün tanışmadık tabi. Bir anda gelen samimiyet beni hep bir değil birkaç adım ötede tutmuştur. Adım adım samimi olmamızdan kaynaklı belki bir anda böyle içimizi döküverişimiz. Mevzu derin neticede: Aşk. Herkesin vardır aşk üzerine söylenecek birkaç kelamı. Pazardaki amcanın, camdaki teyzenin, postacının elindeki mektubun, gökteki kuşun…Onun da vardı. Benimki laf-ı güzaf, ne anlarım aşktan. Ben romanlardakini bilirim, bilmekle kalmaz tek tek sayfa aralarından toplar gelirim. O gün getiremezsem şayet sayfanın kenarını mimler, geri döndüğümde bulmak isterim. Gerçek hayattakinin taliplisi zaten değilim. Mantık insanıyım ben. Ama onunki kanlı canlı. Ete kemiğe bürünmüş. Yetmemiş sol tarafına bir kalp konulmuş. Velhasıl-ı dünyadan.

       Bunları düşünürken bir anda söze başlamış buldum kendimi:

     -Bir kere önce şunu kabullenmeli; yalnızlığa alışamazsın, sadece hep daha mükemmelinin geleceğini ümit edersin ama aşk daha mükemmel değildir, sana mükemmel hissettirendir. Oturur öyle ince hesaplar yaparsın ki boşa koyar dolduramaz, doluya koyar aldıramazsın. Sığdıramazsın hiçbir yere. En kötüsü de ne biliyor musun? Sonra gider ummadığın bir anda, ummadığın birinde atarken bulursun kalbini. Geçmiş olsun. Aşık oldun.

        Tatlı bir gülümseme geçiverdi yüzünden, gördüm. Düşüncemi çürütmekte hiç gecikmedi.

     -O kadar kolay değil küçük hanım, yanıldın. Aşk öyle tariflere sığacak bir şey değil ki sen kalkıp kelimelerle izah edesin. Biri çıkmış adına aşk demiş ama bana kalırsa adı bile bu değil. Ne büyük gaflet, insanlar çoğu zaman böylece aşık oldum sanırlar. Ve işin daha da ilginç yanı bunu birçok kez de yaparlar. Şimdi sen diyeceksin ki; öyle ama insanda da bir acaba oluyor. Sonra da o acabanın peşinden gidiyor. Git zaten, gitmezsen öğrenemezsin. Bırakma peşini, bakma sen onlar da çok kıymetli. Sonuçta sana değer katıyor. Seni sen yapıyor. Belki eksildiğini düşünüyorsun ama değil, sonrasında insana tecrübe oluyor. Aşkın ne olduğunu değil belki ama ne olmadığını böylelikle öğrenir insan. Kafanın içerisinde asılı kaldı sorular, çekinme sor hadi. Zaten cevaplar belli olsaydı sorular var olamazdı, unutma.

        -Her şey tamam, iyi hoş da insan diyorum, aşık olduğunu nasıl anlar peki?

     -Bakıyorum da roman sayfalarından öteye geçti aşk merakın. Sen akıllı kızsın, o kadar kitabı boşa okumuyorsun, anlarsın. Ben hatalar üstüne hatalar yaptım, hatalarıma sahip çıktım o ayrı. Ama sen böyle hatalar yapma diye sana bunları anlattım. Yoksa görülmüş şey değildir eteğimdeki taşları bir çırpıda bırakışım. Benden bu kadar, hoşça kal küçüğüm.

         Birden başlayan muhabbeti birden bitirmişti. Son kez ardından bağırdım.

         -Hatan aşık olmak mı, aşktan kaçmak mı Volonitra?

        Hiçbir şey demedi. Cevap vermedi. Yıllarca merak ettim. Sonra bir zaman, o gün giderken bana son söylediği şeyi anımsadım.

         -Bu arada küçüğüm, yanılıyorsun. Düşündüğünün aksine sen tam da bir aşk insanısın, hislerin kuvvetli.

        İşte o zaman anladım. Hata; aşk insanı değilim demekle başlıyor, aşık olmakla devam ediyor, sonra aşktan kaçmakla katlanıyor.

          Anladım Volonitra.

                                                                                                           

]]>
Thu, 16 Dec 2021 21:35:22 +0300 mamak
Kilimin dilinden ancak anlayan okur https://edebiyatblog.com/kilimin-dilinden-ancak-anlayan-okur https://edebiyatblog.com/kilimin-dilinden-ancak-anlayan-okur  “Hayata serili kilimin” saçaklarından başlarmış yıpranma. “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” ne de olsa.

İlk ilmeyi tutan sıra söküldü mü gerisi gelir. Dişlerinin arasında bir yemek kalıntısı nasıl rahatsız eder insanı. Ya da eksik bir diş olduğunda, yani fazlalık ve yokluk durumunda dilin hep oraya gider ya hayat kiliminin bir yerinde o yıpranmışlık varsa göz de oraya kayar, ayak da.

Zamanında tamiri mümkün olan durumlar olabilir tabi, ustasının elinde derlenir, toplanır o sergi ama bir de ehline düşmezse yamalanır, yırtılır. Bir bakmışsın yörüngesi kaymış varlığı zarar görmüş.

Hayatım herkesin ayakları altına serilmiş bir kilim adeta. Oysa hayata serili kilim olmaktı niyetim. Doyurmak, doğurmak, doymak, yeniden kendi ile karşılaşacağı bir platformda insana dokunmaktı isteğim ama olmadı. Ayağımın altından kayıp gitti zaman tutamadım. Uçan halıya dönüşmedi kilimim. Kıymet bilmezlere denk geldi, soldu rengim. İlmek ilmek dokumuşken saçaklarındaki sökükten tuttular. Çekip ucundan sonuna kadar gittiler. Kök boyayla boyanmış o ilk halime dönünce öylece bıraktılar. Kaybolup gitti emeklerim. Yordu, ehline denk gelmeyişlerim. En zoru da başarısız değilken yenik sayılmaktı ya, kazanmak sevdasından çoktan vazgeçtim.

#handankılıc

23/11/2021

]]>
Wed, 15 Dec 2021 13:52:24 +0300 Seslenen Yazılar Handan Kılıç
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR LABORATUVARCI https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-laboratuvarci-1245 https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-laboratuvarci-1245 ZAMANA  YOLCULUKTA  GENÇ  BİR  LABORATUVARCI

  Bugünkü  zamana  yolculuğun  konuğu;  tıp  alanında  başarılı  bir  çizgi  yakalamak  isteyen  genç   dostum  Murat  ACAR . Kendisiyle  hayata  dair  hoş  bir  sohbet  gerçekleştirdim.

  VAHAP: Murat  ACAR  seni  tanıyabilir miyim? 

  MURAT  :  1995 yılında  Mardin  Midyat’ta  doğdum . Babamın  işi  gereği  ailece  Nusaybin’e     taşındık.  İlk  ve  Ortaokulu  Nusaybin’de, Liseyi   Mardin’de  okudum . Üniversite  öğrenimimi     Yüksek   Okulda  İlk  Yardım  Acil   bölümü  okuyarak  tamamladım.  Şuanda  Mardin  Devlet     Hastanesi’nde   Acil  Laboratuarda  sözleşmeli   personel  olarak  hayatımı  idame  ettirmekteyim.   

  VAHAP:  Sevgili  Murat  ACAR  hayalin  ne?

  MURAT  : Çocukluğumdan  beri  sporu  seven   biriyim. Bu  yüzden  hep  futbolcu  olmak  istedim.

  VAHAP: Hayalin  gerçek  oldu mu?

  MURAT  :  Şuan  amatör  liginde  Sağlık spor’da  oynuyorum.  Tam  hayalimi  karşılamasa da, en    azından  bir  adım  atmanın  mutluluğunu  yaşıyorum.

VAHAP:İstediğin  mesleği  mi  icra  ediyorsun?

MURAT   :  Liseyi  ailemin  önerileri   üzerine  Laboratuar  bölümünde  okudum . Açıkçası;  Başta  istekli  değildim. Daha  sonra  yavaş  yavaş  benimsemeye  ve  sevmeye  başladım.  Şuan   hastanede   çalışmaktan  büyük  bir  mutluluk  duyuyorum.   

VAHAP: Bir  genç  olarak,  gençlik  nedir ?

MURAT  :  Kendi  hayallerini  kendi  çabalarıyla  kendi  uğraşılarıyla  baskı  altında  kalmadan  ailenin     desteğini  de  arkana  alarak, hayallerine  ulaşmaktır…    

VAHAP:  Gençlik  mi? Çocukluk mu?

MURAT  :  İlkin, Çocuk  olmak  daha  güzel  bir  duygu . Sonrası ; gençliğin  verdiği   güzel  duygular    içerisinde  yaşanan  anların  yeri  daha  bir  başka  olduğu  için  gençlik  diyorum.

VAHAP:  Çocukluğunda   unutamadığın  bir  an  var mı?                        

 MURAT  :  Çocukluk  aşkı   unutamadığım  bir  anımdır. Benim  hayatımda  sekiz  yaşında  başlayan  ve  on üç  yaşına  kadar  beş  sene  boyunca   özel  bir  duygu  ile  sevgi   beslediğim  biri  olmuştu.  

 VAHAP : Çocukluk  aşkında  nasıl   bir  duyguyla  sevgi   beslediğini  öğrenebilir  miyim?                 

MURAT  :  O  zamanlar  aslında  tam  olarak  sevginin  ne  olduğunu  bilmiyordum. Sevdiğim  kişiyi     görünce ;  sevincim,  mutluluğum  daha  çok artıyordu. 

VAHAP:  Sevgili   Murat  ACAR  sana   göre  üstün  olan  Aşk  mı? Sevgi  mi?                   

 MURAT  :  Benim  için  sevgi  daha  ağır  basıyor. Sevgi  karşılıklı  sevme  ile  olur. Kalpler  birbirine    daha   sıkı  daha  içten  attığı  zaman , sevgi   daha  bir   güzel  yaşanır. Bu   yüzden  AŞK  bir  heves, SEVGİ  kalıcıdır.

    VAHAP :  Sevgili  Murat,öncelikli  tercihin  güzellik  mi?  

    MURAT  : Bence  insanın  dış  görünüşüne   bakmamak   gerekir . İnsanın  içi  güzel  olursa , içinden    kastettiğim  kalp  güzel  olursa  dışa  yansır. Genel   olarak  söylüyorum;  güzellik  geçici  bir     kavramdır.   

   VAHAP : Murat  ACAR  boş   zamanlarında  ne  yapmayı  sever?             

   MURAT  :  Futbol   oynamayı , seyretmeyi   seven  biriyim.  Ayrıca  alışveriş  yapmayı   özellikle;    kıyafet   alışverişini  çok  severim .  Bunun   dışında  arkadaşlarla  cafede  oturup  eskileri  anarım.

   VAHAP:  Futbol   demişken , hangi  takımın  taraftarısın?                

   MURAT  :  Tabi ki  vazgeçilmezim  asil  takım  olan  Fenerbahçe .

   Vahap :  Sevgili  Murat, Beş  sene  sonra  kendini  nerede  ve   nasıl  görmek  istersin?                   

   MURAT  :  Sevdiğim   mesleği   idame  ettirmek . Aynı  zamanda  insanlara  faydalı  bir  birey  kalmak.  İyi  bir  hizmet   verip  bir  çok   hayat  kurtarmak.

   VAHAP:  Son  olarak,  genç  bir  sağlıkçı  olarak  senin   gibi   bu   alandan  mezun  olmuş , ya   da  olmak  üzere   olan   genç    arkadaşlarına  neler   söylemek   istersin ?          

   MURAT   :  Ailelerinden   çekinmemelerini  ve  düşüncelerini   anlatırken  rahatça  ifade   edebilmelerini   söylemek   isterim.  Çünkü ; hiç bir  aile  evladının   mutsuzluğunu   istemez. Tam   aksine,  onu   mutlu   görmek   ister . Genç   arkadaşlarım  böyle  olduğu  sürece  aileleri de   düşüncelerine   saygı   gösterecektir.           

  VAHAP: Sevgili  Murat  ACAR   bu  güzel  söyleyişe   konuk  olduğun  ve  davetimi  geri     çevirmeyip  samimi  cevaplar  verdiğin  için  teşekkür  ederim.  

 MURAT   :  Abdulvahap  bey, gençlere  güzel  bir  örnek  teşkil  edecek   bu   güzel  söyleşide  bana  söz  hakkı  verdiğiniz  ve  Zamana  yolculuğa  konuk  ettiğiniz  için asıl, ben  teşekkür  ederim. Çalışmalarınızda  başarılar  dilerim…

 

 

       

 

]]>
Tue, 14 Dec 2021 23:05:45 +0300 KUM SAATİ YAZARI
İçimdeki Ben https://edebiyatblog.com/icimdeki-ben https://edebiyatblog.com/icimdeki-ben İçimde büyüyen tohum çürüyor yavaş yavaş, canlılığını yitiriyor duygularım artık varlığını dahi unuttuğum hisler âleminde. Yollarımın üzerinde adımlarımı görüyorum sahi kim atmıştı bunca adımı? Ben mi? Tanıdık gelmiyor oysa, aynı adımı atmak için uğraşıyorum ama denk gelmiyor adımlar, adımlarımız. İçimdeki ben! Sesleniyorum sana neden başını almış gidiyorsun? Beklemeyecek misin kendini?  Koştukça ulaşamıyorum sana, kendime... İkimiz de aynıysak neden ayrıyız? Her adım atışın ileriye, benim geriye sürüklenişim oluyor. Sanırım ben kaybediyorum, içimdeki beni...????

]]>
Mon, 13 Dec 2021 23:42:04 +0300 YağmurunKızı8
BEYNİN İŞLEYİŞİ VE İŞLEVSELLİĞİNİ ARTIRMAK https://edebiyatblog.com/beynin-isleyisi https://edebiyatblog.com/beynin-isleyisi    BEYİN! Fiziksel ve işlevsel muammasıyla , açıklandığı kadar, keşfedilmemiş yanlarıda hala mevcuttur.

   %80'ı şu olan beyin, yetişkin bir insanda yaklaşık 1,4 kg ağırlığındadır. İnsan vücut ağırlığının %2'sini oluşturur. Vücutta oksijenin %25'ını,  kalorinin %20'sini,  dolaşan kanın %15'ını kullanır.  Yani oksijen ve şekerin %25'ını kullanır.

     Beynimizdeki sinir hücresi yani nöronlar 100 milyar kadardır. Uzunluk olarak 45 bin km yi bulur. Beynin  bir gramında bulunan nöronların bağlantı kapasitesi dünyanın toplam telefon ağından fazladır.

    İnsanların zihinsel kapasitesi nöron sayısına değil, nöronların  arasındaki bağlantıya bağlıdır.

   Vücudumuzdaki çeşitli noktalardan beyne saniyede milyonlarca sinyal ve ileti gönderilir. Beyin bunları nöronları sayesinde alır, ayrıştırır, eski bilgilerle karşılaştırıp , nöronlar arası yeni bağlantılar kurar. Nöronlar bilgi içerir fakat diğer bir nöronla  bağlantıya  girmediği sürece bir anlamı olmaz. 

    Beyni fiziksel olarak  anlatmayı şimdilik bırakıp , işlevselliği artırmak adına neler yapılabilir bunun üzerinde durmak isterim. 

    NEFES: Günlük düzenli nefes egzersizleri  yapmak çok önemli. İnsanlar doğru nefes almayı genelde ihmal ederler. Ağızdan alınıp ağızdan verilen nefes tarzında. Burundan alıp ağızdan vermektir doğru olan. Gün içinde diyafram nefesi çalışmak önemlidir. Farklı nefes teknikleri vardır ve günlük 15 dakika dahi yapılsa, beynin çalışma kapasitesini artırır. 

  ÇEŞİTLİ EGZERSİZLERİ : Sürekli kullandığınız eli değiştirin, dış fırçalarken, yazı yazarken vs. Sağ elle işe solu kullanın. 

  Araştırma yapın, yeni şeyler öğrenin. Ama bırakmayın. Bir konu belirleyin ve bu konuyu detaylıca araştırıp herşeyini öğrenin.

    Günlük yazı rutini oluşturun. Yazar olmak şart değil aklınıza gelenleri yazın. Ama her gün yazın.

ANDA KALIN: Beyin ya geçmişte bir olaya takılır yada gelecekle ilgili plan yapar. ANDA kalma oyunu oynayın. Çevrenize dikkatlice bakın, gözlerinizi kapatın ve çevrenizdekileri yerleri ile birlikte ismiyle hatırlayın. Bu basit gibi görünse de önemli bir egzersizdir.

SPOR ALIŞKANLIĞI EDİNİN:Yürüyüş, pilates veya başkası, hangisi hoşunuza gidiyorsa bunu sürekli hale getirin. 

İŞLENMİŞ GIDAYI AZALTIN: Daha sağlıklı besinler tüketin. İşlenmiş gıdalar yerine kendiniz hazırlayın, üşenmeyin. Sebzeleri pişirirken anasını ağlayarak değilde, uygun yıkayın ve pişirin.

UYKU DÜZENİ: Özellikle melatonin gece 2 ile 4 arası salgılanır. Bu hormon  vücudun biyolojik saatini korur ve ritmi ayarlar. Yani bu saatlerde uykuda olun.

ERKEN KALKIN: Üşengeçlik şikayetiniz varsa bununla mücadele edin. İşe erken kalkarak başlayın. Bu sizi zinde ve başarılı kılar. Gün içinde daha çok zamanınız olur. 

DOĞAYLA BAĞ KUR: Hergün yapamasanda haftada bir kaç gün yeşil alan bul kendine ve izle. Bir ağaca sarıl mesela. Hisset enerjisini. Sende olan ona onda olan sana aksın. Bak beynin nasıl dinginleşiyor  ve huzur buluyor.

   Bunlar naçizane tavsiyelerim. Umarım faydası olur. Sevgiyle.

]]>
Mon, 13 Dec 2021 14:30:36 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Büyüyenler ve büyümek zorunda kalanlar https://edebiyatblog.com/buyuyenler-ve-buyumek-zorunda-kalanlar https://edebiyatblog.com/buyuyenler-ve-buyumek-zorunda-kalanlar  Şey diyordu, "Büyüyen çocuklar ve büyümek zorunda kalan çocuklar." 

 İlk duyduğumda küçüktüm, çok küçük. Anlamamıştım tabii, ikisi de büyüyor sonuçta diye düşünmüştüm. Şimdi her gün binlerce kez geçiyor aklımdan bu söz. Yaşımı söyleyeyim mi, çok küçüğüm yine. 

 Büyümek zorunda kalan binlerce çocuktan biriydim belki de. Hâlâ öyleyim, çünkü hâlâ çocuk olduğuma inanıyorum. İnanmak istemezdim. Büyümek ve omzumdaki yükleri taşıyabilecek kadar güçlenmek isterdim. Ama büyümek de istemezdim, küçük kalmak ve daha fazlasını yaşamamak. Büyüyünce daha çok acı çekeceğime inanırdım, doğruymuş. 

 Evet, çocuktum ama olmadı işte, bir çocuk gibi mutlu olamadım. Kimi aşağılardı, kimi acır. Hayır, acımalarını istemezdim. Aşağılanmak, küçük düşürülmek de istemezdim. Ama aşağılanmak daha kolay gelirdi bana. Acıyan insanların bakışlarından nefret ederdim. Beni ezmeye çalışan ve başarılı da olan çocukluk arkadaşlarımın adını unuttum çoktan, birkaç yıl sonra yüzünü de unuturum. Ama bana acıyıp yardım etmeye çalışan insanları asla unutmam. 

 En basitinden, okulda düştüğümde ve dizim kanadığında yanıma gelip dizime bakan öğretmenlerden bile nefret ederdim. 

 Öyleydi işte, iyi olmamı isteyenlerden de nefret ederdim. Nefret ederek büyüdüm.

 Çok iyi bir hayatım olmadı, kendimi de hayatımı da hiç sevmedim. Yaşamı sevmedim ama hiç intiharı düşünmedim. Kendimi sevmedim ama arkadaşlarım oldu. Onların beni sevdiğini zannederdim, yanılmışım. 

 Acı ise acı, dostlarım. Fazla küçüktüm ve hâlâ öyleyim. 

 Özel hayatımda nasılsam sanalda tam tersi olmak istedim. Güçlü olan bir kız, insanlara kendilerini sevmelerini öğütleyen. Böyle başlamadı mı hikayemiz? Kendinizi sevin diyerek çıkmadım mı bu yola?

 Seviyor musunuz? Sevin, dostlarım. Benim için sevin, ama en çok kendiniz için.

 Bir gün çok üzüldüğümde gelip Yalnızlık adında bloğumu yazmıştım. Çok kırılmıştım, birinin beni toparlamasını istemiştim. Ve size şunu söyledim, "Önce kendinizi sevin, sonra yalnız olan birinin dostu olun." Çünkü bazen öyle günler gelir ki, ağlayacak bir omuz ararsınız. O gün aramıştım ve bunu yazmıştım. Omzunda ağlayacağım biri olmadı ama o gün birileri bana dertlerini anlattı. Tamam, dedim. Bunun için varsın, artık onlar için mutlu olmalısın.

 Ve o gün başladı size olan bu çok büyük ilgim. İlk defa acılarınızı gördüm, ve gülümseyin diye yaşamaya başladım. 

 Kendimi değersiz ve yetersiz gördüğüm ilk gündü. Yazdıklarımı okuyan birileri, bir yerlerde mutsuzdu hâlâ. Ve ben nefes alıyordum, aldığım nefesten nefret ettim.

 Kırılmak adında bir yazım var. Bardağın hem dolu yüzüne hem de dolu olmayan yüzüne dikkat eden insanlar kırılmış olanlardır dedim. Ben öyle miydim peki? Bilmem.

 Kırılan insanlara adadım her şeyimi. Kırılan çocukluğuma adadım. İyi olun, dedim. Gülümseyin, tebessümleriniz size armağan olsun.

 Yazdığım her blog, kendimeydi. Ben, bana ders olsun diye yazıyordum. Bir süre sonra size dost oldular işte. Her şey önce banaydı ama işe yaramadı, olsun. Sizin bir gülümseyişiniz için yaşarım ben, ölmem.

 Hep gülün, dostlarım. Ama ağlamasını da bilin. 

 Özel hayatımda gülen yüzümün ardında saklanan, sürekli ağlayan kız çocuğuna armağan olsun bu. Ama en çok size, dostlarım. Hep size.

 Çok konuştum, bu da benim günlüğüm oldu. 

 Kırılmış her bir yaşınıza, yaşımıza armağan olsun bu. En çok onlara, en çok kırılanlara…

 Hadi, aynanın karşısına geçip gülümseyin. Gülümsemek bizim gizli ilacımız, unutmayın. Ben şimdi sizler için gülümsüyorum. Çok ağladım ya, orası ayrı.

 Her bir ağlayışımız için olsun bu yazı. 

 Ve her bir kırılan parçamız için,

 Bizim için...

~Sizi sandığınızdan çok seviyorum. Özgür kalın, saygıyla nefes alın. Kendinize iyi bakın, dostlarım...

]]>
Sun, 12 Dec 2021 14:00:00 +0300 Elifqunduz
Bak Gökyüzüne https://edebiyatblog.com/bak-gokyuzune https://edebiyatblog.com/bak-gokyuzune Bazı tümsekler gördüm ben yollarım da, takılıp düştüğümde oldu üstünden atladığım da ezerek geçtiğim tümseklerde oldu. Her bir adımım yaraya sebep oldu yada o yaranın üstünü kapattı, anladım ben bu hayatı öğrenmek için dizlerin yara olacak avuç içinde çizikler olacak ve bunlar bir gün kabuk bağlayıp çiçek açacak inan. Şuan olmayacak gibi geliyor biliyorum ama zaten mucize dediğin olmayan birşeyin olması değil midir? Hem üzülüyorum diyorsun ya mutluluğun değerini bilmek için üzülmek gerekir zaten, sadece güzel düşün üzülunce de mutlu olunca da takılıp düştüğünde de güzel düşün.. Zor gelebilir güzel düşünmek o zaman da bak gökyüzüne birinin duası vardır belki bak gökyüzüne birinin bakışı vardır ve yine bak gökyüzüne belki birinin eli vardır sana uzanan...☁️

]]>
Sun, 12 Dec 2021 01:19:55 +0300 YağmurunKızı8
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR FUTBOLCU https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-futbolcu https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-futbolcu +

ZAMANA  YOLCULUKTA  GENÇ  BİR  FUTBOLCU

 Bugünkü  zamana  yolculuğun  konuğu  genç  olduğu  kadar  hırsıyla, azmi  ile  Merdin sporda  forma   giyen  futbolcu , Atman  BULUT. Kendisiyle  biraz  futbol  biraz  da  hayata  dair  söyleşi     gerçekleştirdim.  

BEN     : Atman  BULUT   seni   tanıyabilir   miyim?

ATMAN   : 18  yaşında  olup,  Merdin sporda   forma  giymekteyim .  Koşmak , Bisiklet  sürmek , Şarkı   söylemek , Top  oynamak   yapmayı  en  sevdiğim  şeyler   arasındadır. 

BEN   : Çocukluğunda  hayalini  kurduğun  şey  neydi ?  Gerçekleşti  mi ? 

ATMAN       :  Çocukken  herkes   futbolcu  olmayı  hayal  eder .Ben  üç  yaşımda  top  oynamayı   öğrendim .Bir  gün  futbolcu  olacağım  diye  hep  kendime  söz  verdim.  Hayalim  gerçekleşti.

BEN   : Futbolcu  olmak  nereden   aklına  geldi ? Ailede  başka  bir  sporcu  var  mı ? 

ATMAN   : Futbolcu  olmak  hiç  bir  zaman  aklıma  gelmedi .  Çünkü , ben  futbol   için  doğmuşum.     Top   nereye   ben  oraya.  Ailemde  başka  bir   sporcu  yok .   

BEN     :  Hayalin ne ? 

ATMAN    : Hayalim  futbolcu   olmaktı,gerçekleşti.  Ama, yinede   büyük  bir  takımda oynamak  gurur  verici  olur. Hayalim büyük  bir takımda  oynamak. 

BEN    :  Hangi  takımda  oynamak   isterdin ? Neden ? 

ATMAN    :  Tabi ki , büyük   takımlarda  oynamak  isterim. Seksen  milyon  kişinin  beni gerek tribünden  gerek  televizyon  ekranlarından   izlemesinden  gurur  duyar ,mutlu  olurum. 

BEN    : Futbolcu  olmak, futbolcu  olarak  anılmak nasıl  bir  duygu? 

ATMAN   : Çok  güzel  bir  duygu . Mutluluk , sevinç  ,yıldızlaşmak  ve  sürekli  anılmak  insanı  yüceltir.

BEN    : Aşkın  dillerden  düşmediği,  Sevginin  azaldığı  bu  zamanda ,senin  için hangisi  ağır  basıyor?  Neden? 

ATMAN   : Aşk , sadece  sözde  kalan  bir  kelime . Sevgi  ise ; kalpte  yücelen  bir  sevme  biçimidir.   Sevgi   vazgeçilmez   bu  yüzden  sevgi  benim  için  daha  üstün. 

BEN    : Sevgiyi  üç   kelime  ile  özetler  misin? 

ATMAN    : Sevmek , Saygı ,Fedakarlık. Bir  bakış  bir  dokunuştur.  Sevgi   anlatılmaz  yaşanır… 

BEN     : Türkiye’deki   futbolu   nasıl   değerlendiriyorsun?  

ATMAN   : Türkiye’de  futbolu  kalite  olarak  güzel  çekişmeli  olarak  görüyorum. Seyir   zevki     yüksek   olan  bir  çok  maçlar  oynandı.  Bu  gösteriyor ki; Türk  Futbolu ve futbolcusu  kendini  daha çok  geliştirerek, seyrine  doyum  olmayan maçları  izlememizi  sağlıyor.

BEN   :  Son  olarak;  genç  bir  futbolcu  olarak  senin  gibi   yıldızı  parlayan  futbolcular  var  ya da   bunun  için  çaba  sarf   eden  genç   futbolcu  arkadaşlar var. Onlara  neler  söylemek   istersin?

ATMAN   : Şunu  belirtmekte  fayda  görüyorum. Ben  bir  yıldız futbolcu  değilim!Kimse kimseden üstün değildir. Herkesin  kendine  göre  bir  beceri   yönü  vardır. Futbol  oynayan  her  genç  arkadaş    iyi  bir futbolcu   olmayı  hayal  eder . Top peşinde koşarken, zafere  ulaşmak  için  gözyaşı  ve  ter  birbirine  karışıyor. İşte  bu  en  büyük   zaferdir . Bütün  futbolcu  arkadaşlarıma hayallerini süsleyen yaşamlarının gerçekleşmesini  ve başarılarının  devamını  diliyorum.

ATMAN    :  Müsaadenizle  bir  şey   eklemek   istiyorum . Mardin’in  İşadamlarından  1969 Merdin  spor  takımına  destek  olmaları  hem  maddi  hem  manevi  olarak  desteklerini  esirgemeyeceklerini     umuyorum . Bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür  ediyorum.

BEN    :  Sevgili   Atman,  idman  ve   iş  yoğunluğu   arasında  bana  zaman  ayırdığın  için  teşekkür   eder, Futbol  hayatında  başarılar  dilerim.

ATMAN    : Bana  bu   güzel  anı  ve  şansı   verdiğiniz  için  ve  sizin  benimle  gerçekleştirdiğiniz    röportajda  sesimi   duyurduğunuz  için, ben  teşekkür  eder im.  Çalışmalarınızda başarılar dilerim

]]>
Sat, 11 Dec 2021 23:44:10 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Hayallerimde Prangalar https://edebiyatblog.com/hayallerimde-prangalar https://edebiyatblog.com/hayallerimde-prangalar Günlerimizin çoğu bir nehire benziyor akıp giden, öylesine düzen içerisinde ki farklılığa gelemiyoruz. Farklı bir duygu bile bizi tepe taklak ediyor peki neden böyle , neden her duygumuzu özgürce yaşamıyoruz yada neden bu kadar robotlaştık.. Hayallerimiz de bile bir düzen var bir engel hayallerimizi bile düşünerek kuruyoruz. Olmadı diye mi bu prangalar olmayacak zaten diye mi bu robotlaşma durumu. Şarkılar da arıyoruz artık hayalleri filmlerde yaşıyoruz olmayacak şeyleri... Olmadığından değil de oldurmak için çabalamadığımız dan yada düştüğümüz ilk tümsek de kalkmaya korktuğumuzdan... belki de hayat denilen şey buydu olmayacak hayaller de yaşamak, olan dünyada ölmek...????

]]>
Fri, 10 Dec 2021 00:43:04 +0300 YağmurunKızı8
Tebessüm https://edebiyatblog.com/tebessum https://edebiyatblog.com/tebessum

Sevgili ayışığım;

Bu sonbahar mevsiminde tebessümler biriktirmeli senin dökülen yapraklarının uğruna... Farkettin mi beni ayışığım, tebessümlerin hüzüne dönüştüğü bu sonların en başlangıç mevsiminde seni hüzünle anıyorum.Çünkü gidişin hiç kalmayışın gibiydi...Bak tükendi hecelere gece olan benliğim.Seninle tükendi

]]>
Wed, 08 Dec 2021 20:32:18 +0300 zuleyha_caglarr
Yıldızların Gidişi https://edebiyatblog.com/yildizlarin-gidisi https://edebiyatblog.com/yildizlarin-gidisi Küçükken birinci katta yaşardık ve ben her gece gökyüzünden bir yıldız kaymasını bekler öyle uyumak isterdim kaydı mı peki hayır bugüne kadar hiç yıldız kayması görmedim ve hic o hisle uykuya dalmadim. Ama bir gece yine penceredeyim ve karşı pencereden biri şunları dedi "Soylesene yıldız kayınca ne olacak?" mutlu olacağım dedim. Güldü. "Yıldız kayıyor ve sen onun kaymasınsan mutlu olacaksın dilek dileyeceksin ne bencillik değil mi dilek dilemek için bir yıldızın gitmesi gerek" 

  İşte bu sözler beni çok düşündürdü, hayat da böyle değil mı mutlu olmak için bazen birilerinin fedakarlık yapması gerek, gözden çıkarılması bencillik diyeceksin belki de evet bencillik. Herkes bencil, kıskanç menfaatçi herkes kötü ve iyi aslında sadece doğru zaman ve yer önemli. Doğru zamanda o yıldızın gökyüzünde kaymasını sagla , doğru zamanda gıt arkana bile bakma bencil ol deki evet bencilim ben. 

   Beklenti içinde olma, kimseden hiçbir şey bekleme beklenti kötüdür. Sen sen istiyorsan yap sen istediğin sürece o şarkı çalsın mesela yâda birinin kapatmasını bekleme git ve kapat. Beklenti içinde yaşarsan beklenti içinde çürür farkına bile varmazsın.

 

Her zaman güzel düşün, ancak çizgini aşma güzel düşeneyim derken gerçeklerden uzaklaşma, hayal kur her daim kötüde bir hayal iyi de hayal, umut etmek nefes almak gibi olsun senin için ölene kadar birlikte olun.... Güçlüsün sen duygularını ile güçlü, korkaksın belki de düşüncelerin ile...☘️

 

]]>
Wed, 08 Dec 2021 00:23:47 +0300 YağmurunKızı8
ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR HAKEM https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-hakem https://edebiyatblog.com/zamana-yolculukta-genc-bir-hakem +

ZAMANA YOLCULUKTA GENÇ BİR HAKEM

Bugünkü zamana yolculuğun konuğu; Spor alanında başarılı bir çizgi yakalayan daha sonrasında yeşil sahalarda hakemlik yapmaya başlayan Muhammed Yavuz ÖZKORKMAZ.Kendisi ile futbola ve yaşama dair güzel bir röportaj gerçekleştirdim.

VAHAP:Yavuz  Hocam sizi tanıyabilir miyim?

YAVUZ:Merhaba.

Yaşım 21 Aslen Diyarbakır doğumluyum. Diyarbakır da yaşıyorum.İlk ve orta öğrenimimi  burada tamamladım.Hakemlik yapıyorum.

VAHAP:Çocukluğunuzda yapmayı en çok sevdiğiniz şey neydi?

YAVUZ:Çocukluğumda en çok sevdiğim şey sporla uğraşmaktı.

VAHAP:Çocukluğunuzda unutamadığınız bir anı bizimle paylaşır mısınız?

YAVUZ:Babamın eski futbolcu olup sakatlanmasından dolayı bizim futbol oynamamıza izin vermemesiydi.Ağabeylerim oynamadı.Bende kaçarak spor eşyalarımı alıp evden çıkıp idmanıma gidiyordum.İşimi severek yapıyordum.Bu anıyı hiç unutamam…

VAHAP:Neden başka bir spor dalı değil de! FUTBOL?

YAVUZ:Ailede babam futbolla uğraştı.Hakem olarak bir tek ben varım.Futbol  dışında bir çok sporla uğraştım.Eğitimci olmam vesilesiyle dereceler elde ettim.Yalnız futbolun diğerlerinden farklı  tek  yanı vardı! Zeka oyunuydu ve düşünen her zaman bir adım öndeydi.Futbol farklılığı yüzünden FUTBOL  diyorum.

VAHAP:Siz bir zamanlar güzel  kurtarışlara imza atmış bir kaleci olarak anılıyordunuz.Neden hakemliği seçtiniz?

YAVUZ:Benim futbolculuğu bırakmamın tek sebebi! Şehrimizde Futbol  altyapısı olarak fazla başarılı olmamasıydı.Bu konu benim için bayağı açılacak bir konu olmasına rağmen kısacası;sporcuya önem yoktu ve sahip çıkan kimse bulunmuyordu.Bu  sebepten dolayı  lisedeki  hocam  sayesinde Hakemliğe başvuru  yapmak  istedim.Hocam bana “OYNAYAMADIN,YÖNET”.Sloganıyla  beni  futboldan kopartmamak  istedi.

VAHAP:Türkiye deki futbolu ve hakemleri nasıl buluyorsunuz?

YAVUZ:Şimdi  şöyle bir gerçekle  karşı  karşıyayız…Biz bu  işi  yaparken,ne zorluklarda  yapıyoruz.Sahanın içinde 50 insanın sorumluluğu  üzerimizde(AMATÖR)müsabaka  sayısı  ve  yaptığımız  şey o sahada karar  vermek.Şuanda süper ligde bulunan hocalarımızın yerinde kararları var.Yalnız  futbolcularımız futbol  oynamak  istemiyorlar.Oyunu akışına bırakmak yerine,hep duran toplarla oyun kazanma çabasındalar.”Sanatçı olmak yerine,hep Zanaatkar” olmak  istiyorlar.Bence biraz sertliği öğrenmeleri gerekiyor.Halkımız için konuşmak gerekirse; halk dediğin burada tuttuğu takımın lehine karar verirse on numara insan olursun.Aleyhine  verirsen,hem küfür yersin hem de lekelenirsin…Bu yüzden hiçbir zaman Hakem  olmak  kolay  olmadı.Biz her şeyi ortak planlanan “İFAB” kurallarına göre uygulamak zorundayız. Onun  dışına  çıkamayız.

 

VAHAP:Hayaliniz ne?

YAVUZ:Hayalim Beden Eğitimi Öğretmeni  olup,temelden bu  ülke  için sporu sevdirmek ve hakemlikte FİFA kokartlı  hakem  onuruna  erişirsem  bu  ülkeyi  en  başarılı şekilde  temsil  edeceğimi  düşünüyorum…

 

VAHAP:Sevginin azaldığı Aşkın dillerden düşmediği bu zamanda sizin için hangisi ağır basıyor?Neden?

YAVUZ:Sevgi diyorum.

Neden mi?

Şöyle açıklayabilirim.Aşk dediğin şey bence saçmalıktan başka bir şey  değil!...Bir  insanı sevebilirsin ama Aşık olamazsın.Aşk demek,senin canın onun canı demek.Ama;sevgi  o  değildir.Sevebilirsin çünkü onun için canını vermeyeceksin.Sevdiğin zaman yardım edersin elinden ne geliyorsa yaparsın.Hasta oldu mu bakarsın.Düştü mü kaldırırsın.Ama o yaşayacaksa onun için canını vermezsin…

VAHAP:Sevgiyi üç kelime ile özetler misiniz?

YAVUZ:Sevmeden  Sevilemezsin…

Sevgi  gereklidir…

 

VAHAP:Türkiye de ve Avrupa da örnek aldığınız ya da sevdiğiniz hakem ve futbolcu var mı?

 YAVUZ:Hakem  olarak,Avrupa  da İtalya  doğumlu  PİERLUİGE  COLLİNE

Türkiye de İstanbul  doğumlu  ve İstanbul bölgesi  hakemi  üst klasman ve fifa kokartlı hakemimiz  Cüneyt  ÇAKIR.

Bu  hakemler  bilinçaltıyla en iyi maç yöneten hakemler olduğu için.

Futbolcu  olarak,Avrupa da  Portekizli futbolcu CRİSTİANO  RONALDO.

Türkiye de  eski  ama unutulmayan  efsane  ALEX  DE  SOUZA.

İnsan oldukları  için  insani  değerlere  önem  verdileri  ve o kadar da futbollarını  yansıttıkları için….

    

VAHAP:Hakemlik zor bir meslek.Siz bu mesleği layıkıyla yerine getirmeye uğraş veriyorsunuz.Maç bitiminde kendi verdiğiniz kararları izleyip gözden geçiriyor musunuz?

YAVUZ:Tabi ki  hakem  gelişimi  için başkalarını eleştirmek  değil,Kendini eleştirmek  gerekiyor.Biz buna öz eleştiri  diyoruz.

Yaptığımız hataları bir daha yapmamak  için bilinçaltımıza durmadan  mesaj  gönderiyoruz.Hata  diye ve  bir  sonraki  maça daha  pozitif  ve  başarılı çıkıyoruz.

 

VAHAP:Son olarak,genç bir hakem olarak sizin gibi bu mesleğe gönül vermiş bu mesleği icra etmek isteyen genç arkadaşlara neler söylemek istersiniz?

YAVUZ:Zor meslek  ama; işi  öğrendikten sonra  yapılması çok zevkli  bir meslek. Yeni  başlayan  arkadaşlara  önerim ise; “PES  ETME,HATA  YAPARAK  ÖĞREN”.Ama  doğru  yolu  kaybetmeden  öğren…

 

VAHAP:Sevgili  hocam,yoğunluğunuz olmasına rağmen bana  zaman ayırıp Zamana Yolculuğa konuk olduğunuz ve verdiğiniz samimi cevaplar için teşekkür ederim…Futbol hayatınızda başarı dolu yıllar sizinle olsun…

 

YAVUZ:Beni  Zamanda bu  güzel  yolculuğa çıkardığınız için asıl ben teşekkür ederim  Abdulvahap  Hocam.Gençler  alanında  yaptığınız çalışmalar takdire  şayan.Bundan sonraki  çalışmalarınızda başarı dolu yıllar diliyorum…

]]>
Tue, 07 Dec 2021 23:15:59 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Kısa sözler https://edebiyatblog.com/kisa-sozler https://edebiyatblog.com/kisa-sozler

Yaş kemale erdi ama tecrübesizliğim hala çocuk.

]]>
Tue, 07 Dec 2021 13:25:59 +0300 Gülbeyaz Gürsoy