EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Psikoloji https://edebiyatblog.com/rss/category/psikoloji EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Psikoloji tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. BİR İNSANIN MUTLU OLABİLMESİİNİN SIRRI https://edebiyatblog.com/bir-insanin-mutlu-olabilmesiinin-sirri https://edebiyatblog.com/bir-insanin-mutlu-olabilmesiinin-sirri BİR İNSANIN MUTLU OLABİLMESİNİN SIRRI

 

İNSANIN MUTLULUĞU SIRRINI TOLTEK BİLGELİĞİ 4 MADDEYLE ÖZETLEMİŞTİR:

1-     Sözde Büyü var: Kullandığın söze dikkat et. Kullandığın söz Spinoza’nın tabiriyle sözün muhattabı ile sözü kullananın kendisini ya neşe ve coşku katar yada hüzün ve keder katar. Spinoza derki ‘’hayat karşılaşmalardan ibarettir. Her karşılaştığın insanda ya etkilersin yada etkilenirsin. Bunun sonucuda eğer baskın durumda sen isen pozitif yüklü isen karşı tarafa neşe ve coşku katarsın. Bu da onun hayatta mutlu ve verimli olmasında direkt katkı sağlarsın. Yada aksi hüzün ve keder dolu isen karşı tarafa hüzün ve kederi aktarırsın. Karşı taradı daha mutsuz ve verimsiz yaparsın.

2-     Hiçbir şeyle özdeşleşmemek: Karşılaştığın olay sana kar getirse yada zarar getirse de, karşı taraf seni göklere çıkarsa da yerin dibine batırsa da olay nasıl cereyan ediyorsa olduğu gibi olayı benimsek ve bilim insanı gibi gözlemleyebilmek film gibi izleyebilmek, olayla kendi aranda mesafe açabilmek. (Buddha oğlu yetişkin hale geldiğinde oğluna derki ‘Bir babanın oğluna verebilecek nasihati sana verebilmek istiyorum. Çünkü sen bunu artık anlayabilecek yaştasın. Tıpkı Spinoza gibi o da derki ‘’ Hayat karşılamalardan ibarettir’’. Bir insanla karşılaştığında bir olayla karşılaştığında o insanıda o olayıda asla yüceltme olay ne ise öyle tut üzerine hiçbir şey ilave etme yada insanı da olayı da alçaltma onlardan hiçbir şey eksiltme. Yine bir bilim insanı gibi olduğu gibi gözle çünkü her yüceltmede her alçaltmada çarpıtma var. Çarpıtılış olan birşeyde sağlıklı sonuç almak imkansız hale gelir. Ancak çarpıtmadığın zaman sonuca gidersin. O da özdeşleşmemekle mümkün. Araya mesafe koyarak bir bilim insanıyla bilimsel çalışması arasındaki ilişki gibi ilişki kurmuş olursun.

3-    Hiçbir Şekilde varsayımda bulunma: Bir olayla karşılaştığında pozitif veya negatif, olumlu yada olumsuz, faydalı yada zararlı karşılaştığın bütün olaylar içinde ilişkiler içinde varsayımda bulunma. Ne ise olduğu gibi görmeye algılamaya çalış. Buddha’nın Böylesillik Felsefesi ile bak olan olmuştur, Ekard Toole Şimdiki Zamanın Gücü kitabında tespitine göre değişimin ilk adımı olanı olduğu gibi kabul etmekle başlar. Tıpkı bir tabip gibi hastalığa teşhis koyabilmek tedavinin ilk başlangıcıdır.  bir olayı olduğu gibi kabul etmek olayın üzerimizdeki negatif yükü bizim hazmedebilecek seviyeye indirir. Çünkü insanı asıl mutsuz yapan zihnindeki yaratmış olduğu düşüncelerdir. Çünkü hayvanlar bizim gibi biyolojik olarak benzer olduğumuz halde onlar bizim gibi zihinlerinde mutsuz değillerdir. Çünkü onlar zihinde değil gerçekte yaşıyorlar. Bir ceylan aslandan şiddetle kaçar, mutsuz olur ve strese girer. Aslandan uzaklaştıktan sonra otlamaya başlar ve o stresi hemen atar ve gerçekle buluşur. Ceylan için stres aslanla beraber hayatından çıkar. İnsanoğlu ceylan gibi hayatta karşılaştığı olumsuzlardan doğan stresi olumsuzluklar bittiği halde stresi taşımaya devam eder. Bu stresi eğer olduğu gibi kabul ederse ileriye doğru atılması gereken adımları atar gerçekle buluşursa tıpkı ceylan gibi stresi olumsuzluk yaşadığı işte kalır ve şu anda ki yapmakta olduğu mutluluğu yaşar. Tıpkı ceylan gibi mutluluğun dibine vurur.

4-    Her ne yapıyor isen en iyisini yap (Dinlerin tabiri ile ibadet gibi yap): Bilim ve Sosyolojik tabiri ile Nobel alacak gibi Oscar alabilecek gibi yap. Örneğin marangoz olduğunu hayal ve bir sehpa yaptığını düşün. Yaptığın sehpanın tüm dünya literatürüne damga vuracakmış gibi. O sehpanın görünmeyen kısımlarını görünen kısımlarına özendiğin gibi yap.

İnsanın mutlu olmasının ana felsefelerinin özetlendiği bu dört madde insanın mutlu olmasının kendi elinde olduğunu ortaya koymakta %90 kalıcı kendi elinde ve zihninde  %10  geçici dış etkenlerden kaynaklandığı bilimsel tespitlerle ortadadır. Mesela meditasyon ile anı yaşayanlar üzerinde yapılan deneyler Tibette yaşayan bir keşiş ABD’ne davet ediliyor. Beyninde çekilen bütün MR görüntülerinde mutluluk seviyesi en fazla çıkmaktadır. Olayı inceleyen bilim insanları keşişe soruyor ‘’ Üzerinde doğru dürüst bir elbise dahi yok, minimum seviyede besinle yaşıyorsun, ailen yok, dostun yok, bir yere aidiyetin ve mal varlığın dahi yok. Bu mutluluğun sırrı ne bizim her şeye sahip olduğumuz halde mutsuzluk içinde kıvranırken senin hiçbir şeyin olmadığı halde mutluluğun dibine vurmuşsun. Bu mutluluğun sırrını bize söylesene’’ Keşiş der ki ‘’ Çok basit ama siz yapabilir misiniz bilmiyorum. Birinci sıkıntınız her ne oluyorsa olduğu gibi kabul edebilmeye gelmek. İkincisi sıkıntı insanlar arasındaki ilişkilerde doğuyor. Bana deseler bir insan öyle bir felaket bir üretmiş ve bunu da kullanıyor deseler, onu yapan insana insandır yapar derim. Başka bir insanda öyle bir ilaç geliştirmiş ki tüm hastalıkları yok eden ilaç geliştirdi deseler ona da insandır yapar derim.

İnsanla kurmuş olduğunuz ilişkide özdeşleşmeden kişiselleştirmeden arada mesafe açarak bir bilim insanı gibi onu algıladığınızda, gözlemlediğinizde olay olduğu gibi nötr duruma gelir. Buda olaya mana ve değer vermeden anlamlı yada anlamsız bir değer yüklememiş olursunuz. İnsanın işleyiş mekanizmasını anlarsınız. Dünyanın işleyiş mekanizmasını anlarsınız. İşte mutluluğun sırrı budur. Bunu toparlarsak insanınn bir mekanizması ve işleyişi vardır. Evrenin bir işleyiş prosedürü var . Bu ikisini kavradıktan sonra etki edebildiğin şeylere üzerine düşeni en iyi şekilde yaparak devam edebilmek etki edemediğin şeylere karşıda ilgisiz ve etkisiz kalabilmektir.

 Mİmar İsak Çavuş Karakurt

]]>
Sun, 03 Mar 2024 20:09:09 +0300 Emirhan Moroğlu
DUMANI KALMIŞ https://edebiyatblog.com/dumani-kalmis https://edebiyatblog.com/dumani-kalmis Sadece tırnağı var geri kalanını bulamıyorum. Benle değil. Gitti galiba, kapının çarptığını duydum. Hiçbir şey bırakmadı bana, parmağı da yok. Bildiklerimle bilmediklerimi ayıramıyorum. Çok düşününce hiçbir şey bilmiyormuşum gibi geliyor. Hava sıcak. Soğuk severim ben havayı onu biliyorum. Masamın üstündeki mürekkepten yansıyan ışığa tutuluyor gözüm. Ölüm yakında hissettiriyor ama uzakta biliyorum. Yine d umabilir insan. Dışarıda bir bayram havası, insanlar neden mutlu hiçbir zaman anlamadım. 

Kapı çaldı.

Çalmamış.

Sigara almaya gitmiştir diye düşünmüştüm halbuki. Daha kurumadı bile içimde nedir acelesi bilmiyorum. Zaman tuhaf kavram, yatağın onun tarafına baktığımda hala duman var. Son dumanını üflemiş sanki bir kaç saniye evvel.

Ciğerlerim sıkışıyor. Çok sigara içmişiz cam kapalı. Ama bu da son dumanı burda demek. Acaba yatak odasının kapısını o yüzden mi açık bırakıp gitti. Normalde hep kaparım, apartman boşluğunda yemek kokusu gelir sıradan insanların. Hiç utanmıyorlar mı ben bu duman içinde boğulurken onlar camlarını açmaya.

Başucumda buzu erimiş rakı var dün geceden kalma. Ancak tuvalet için çıkarım bu yataktan, içeyim bari. Bir şeyleri görmeyince umabilirsiniz ya. Belki salondadır. Belki o kavuruyordur soğanı. Kimi kandırıyorum gündüz vakti yüzünü bile görmedim yemeğini mi yiyeceğim?

Kapı çaldı.

Çaldı bu sefer ama ben rakımı içiyorum o açsın.

]]>
Fri, 01 Mar 2024 17:17:08 +0300 Yaz Kızım
YAĞMURLU KAHVE https://edebiyatblog.com/yagmurlu-kahve https://edebiyatblog.com/yagmurlu-kahve Oturdum yine yalnızlığa, hava buz gibi. İstanbul’un denizi her yer. Ağzımda bir çikolata tadı. O ise sıcacık. Yağmur önümden geçen araçların camlarına yumruk gibi iniyor. Buradan hissediyorum. Yine duygularla doluyum. Eskileri düşünüyorum yalnız kaldıkça sağlıklı olmadığını bile bile. Doktorumun dediklerini umursamıyorum. Kahvemin üstündeki köpük soğuk. Daha deminki tezgahtar gülümsedi bana. Güzel buldu sanırım. Uzun yağlı, gece siyahı saçları melankolik bir hava kattı bana. Kitap okumak istemiştim ama yine yazıyorum. Ne kadar çok şey var paylaşacak. Olmasa bile ne kadar güzel yaratıyorum. Dörtlü bir grup geçti önümden. İki kız kolkola girmiş, belli üşüyorlar. Arkadaki çocukla kız ise ayrı yürüyorlardı. Ne kadar kopuğuz birbirimizden. Telefonum her zamanki gibi yanımda, masanın üstünde duruyor. Ona bağımlı olmaktan nefret ediyorum. Hiç kimsem olmadığını hatırlatıyor bazen bana. Sıkılıyorum. Akşamki programı düşünüyorum, hiç gidesim yok aslında. Bazı insanların sözü geçiyor üstümde. Bazı olasılıklar beni bir yerlere çekiyor. Aslında tek istemediğim şey İstanbul. Burada olmak istemiyorum. Gitmek istiyorum çok uzaklara. Dönmek ister miyim hiçbir fikrim yok. Tek isteğim burada olmayan bir evde, buradaki ağaçlardan kesilmemiş odunların yandığı bir şömine karşısında onla uzanmak. Ve seks içeren hiç bir şey yapmamak. Onun yorumlarını dinlemek hakkında. Arkada çalan 60ların müziğiyle sarılmak ona. Şarabımız bittiğindeyse mutfağa giderken onu izlemek. Tek izlediğim gidişin bu olmasını istiyorum. Mutsuzluk had safhada olmasın , aşırı dozda aşktan sersemleyelim. İki çift geldi yanıma oturdu. Yazdıklarımı okumalarından korkuyorum. Tek özelimin bu olması ne acı. Bütün özelim bu paragraftaki kelimelerden seçmece. Sigaram bitti ciğerim isyan ediyor. Arabama yürümeye o kadar üşeniyorum ki sanırım burada donarak öleceğim. Her yerde bir su birikintisi var. Yansımaların hiç biri yanılsama değil, dünyayı olduğu gibi gördüğümün bir kanıtı sadece, düz olduğumun bir kanıtı ve hiç görünmediğim kadar soğuk. Yağmur makyajımı bozacak büyük bir ihtimalle, yağmurun ne zaman duracağını çok meral ediyorum. Şemsiyemde bozuldu zaten su alıyor. Bir sigara daha içeceğim ve yeni aldığım kitaba bir göz atacağım.

]]>
Fri, 01 Mar 2024 16:59:57 +0300 Yaz Kızım
Platonik Aşk | Aşk, Gerçekten Deliliğin En Yüce Hali Mi? https://edebiyatblog.com/platonik-ask-ask-gercekten-deliligin-en-yuce-hali-mi-4466 https://edebiyatblog.com/platonik-ask-ask-gercekten-deliligin-en-yuce-hali-mi-4466 https://dergio.com/20230630/platonik-ask-ask-gercekten-deliligin-en-yuce-hali-mi

]]>
Tue, 21 Nov 2023 17:48:52 +0300 Nur Bersun
İnce Ruhlu İnsanların Dünyaya Bakışı https://edebiyatblog.com/ince-ruhlu-insanlarin-dunyaya-bakisi https://edebiyatblog.com/ince-ruhlu-insanlarin-dunyaya-bakisi Artık insanların bakışları boş geliyor, anlamsız geliyor. Ben mi herşeye cok fazla anlam yüklemeye başladım yoksa insanlar mı cok duygusuzlaştı? bilmiyorum...                                         Beni anlayacak bir insanda bulamıyorum. Sanırım ben cok derinleştim, benim düşüncelerim cok derinleşti, benim hislerim cok derinleşti. Ben mi herşeye cok anlam yüklemeye başladım? Bilmiyorum...  Artık hicbir şey bilmiyorum. Artık hicbir şey bilmediğimi düşünme nedenim sanırsam beni anlayan bir insanın henüz karşıma cıkmamış olmasıdır, belkide hic bir zaman karşıma cıkmayacak. İnsanlar robot gibi gelmeye başladılar, sanki herkese belli şeyler öğretilmiş ve kimse onların öğrettikleri şeyin dışına cıkmıyorlarmış gibi geliyor. Ama hayat bu değil! Hayat bunun cok daha fazlası, cok daha derini. Fakat insanlar bunu anlamaya calışmıyorlar bile. Ne acınası di mi? Ne utanc verici. Belki de biz ince düşündüğümüz icin bu dünya anlamlanıyordur, bu dünyayı yaşanabilir kılıyordur. Belki de o robotlaşmış insanlar bu dünyanın akıl ve mantığa sığamayan yönünü göremeyecek kadar kördürler. Hatta kör bile diyemeyiz onlara. Onlar, kendi gözlerini bağlayıp dünyayı görmekten kacıyorlardır belki de. Hayat... Yaşamak... Kelimeler kifayetsiz kalır tanımlamaya. Zaten kelimelerle anlatılagelen olsaydı eğer dünya o insanlar yine de anlamamak icin her türlü yolu denerlerdi.

]]>
Mon, 13 Nov 2023 01:47:12 +0300 ella karaman
KENDİNi ANLAMA ANI https://edebiyatblog.com/Kendini-anlamak,-keşfetmek,-sonuca-gitmek https://edebiyatblog.com/Kendini-anlamak,-keşfetmek,-sonuca-gitmek   İnsanın kendini anlamak adına verdiği çabalar tamamen dış etkenlerden bağımsız,  içe dönüşle mümkündür. İçte olan ne ise dışarı tamamen o yansır.  Kendini dinleyebilmek, anlayabilmek ve kavrayabilmek bazen bir anda bazende belli bir süreçte gerçekleşir. Sihirli dokunuş anı. Kendine ayırdığın, dışarıyı susturduğun o kıymetli zamanlardır. Bunun için bir çok kullanılan teknik ve öğreti olsada , insanın kendine yönelme vakti, her insan adına farklı bir zamanda tezahür eder. Yaş, cinsiyet, eğitim veya başka bir fiziksel tanımlamaya bağımlı ölçüsü yoktur. Kişinin yaşadığı olay örgülerinin, en son noktasında çıkar ortaya nedense? Olumsuz yaşantılar sonucudur çoğunlukla. Geçmişe çekilmek istenen süngerin , yeni adım atılacak olanın mucize frekansıdır. Doğru zamanda atılan ilk heyecanlı adımdır. Coşkuludur, heveslidir ve isteklidir. Tezcanlı insan mizacı bir anda olsun ister herşeyi. Oysa, sır devam etmekte saklıdır. Denge ve istikrarla. Bu gün başladığını hayat amacın haline getirebilmendir. Değişim, kendini anlamak ve olmak istediğin "sen" ve "hayatı" hedef odağına koymak, devam etmekle sağlanır. 

    Basit bir adımla başla. Önce nasıl bir insan olmak, nasıl bir ömür yaşamak istediğine karar ver.  Üşenmezsen yaz bunları. Beyin yazılanı unutmaz. Sen unutur desende bilinçaltın zamanı geldiğinde onu gün yüzüne çıkarır. Kuşkun olmasın. 

    Gün içinde dış dünyaya kapat kendini. Yanlız kal bir süre. Saniyelerle, dakikalarla başla. Kapat güzel gözlerini. Sadece dur öylece. Birşey düşünmeyeceğim diye sakın kasılma. Bu uygulamayı her gün yap. Ama vazgeçme. Bir süre sonra bu sessizlik ve kendinle kalıştan hoşlanacak , süreyi farkında olmadan hoşlanacaksın. 

     Başlar ve istikrarla devam edebilirsen ve soruların olursa bana ulaş. Sevgiyle kal. 

     

]]>
Mon, 16 Oct 2023 16:19:57 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Mutlu Oldum Gibi https://edebiyatblog.com/mutlu-oldum-gibi https://edebiyatblog.com/mutlu-oldum-gibi Mutluluk

-          - Hediyene mutlu olmamış gibisin?

-         -  Mutlu oldum ama bu hediyeye illaki bir karşılık vermem gerektiği hissi beni biraz rahatsız etti. Babasının aldığı bisiklet ile mutlu olan çocukların mutluluğundan istemiyorum. Annesinin şımartması ile mutlu olan çocuk olmak istemiyorum, çünkü her anne sever evladını... Birbirlerine kördüğüm ile bağlanan iki sevgilinin mutluluklarından istemiyorum çünkü bu sevginin gerektirdiği macburi bir durum ve ayrılık hasıl olunca verilen hediyelerin iade edildiğini de biliyorum. Akülü tekerlekli sandalyeye sahip olduğu için mutlu olan insanlar gibi de mutlu olmak istemiyorum. Bir eksikliğimin yapmacık olarak tamamlanmasıyla mutlu olmak kendi kendini kandırmak gibi geliyor. Mutluluğum bir şeylere bağlı olmasın. Mutluluğumun da sahibi ben olmalıyım. Mutluluğum benim gücüm, iradem, azmim, sevgim, kuvvetim kadar olmalı. Mutluluğum benim vicdanımın kanatları altında olmalı, bir başkasının vicdanının kanatları altında değil. Bu hediyeye karşılık bir hediye aldığım zaman, ancak o zaman mutluluğum tamamlanacak gibi. Şimdilik yarım mutluyum.

 

]]>
Sun, 23 Jul 2023 16:50:43 +0300 Nazım Köyce
Köhne Serisi / Gazel https://edebiyatblog.com/koehne-serisi-gazel https://edebiyatblog.com/koehne-serisi-gazel -Köhne Serisi 1 -

 ''Yankılanıyor kulaklarımda çınlamalar. İlmek ilmek işleniyor derime düğümler. ''

  • Sus. Susmakta susamaktan gelmezmi aslında? suya bu kadar önem veren insanoğlu neden susmayı görmezden gelir? İnanın bilmiyorum. Doğrusu hakikatın ne olduğunuda bilmiyorum. Kulaklarımla ellerimi kapatırken susuzluğumu göz yaşlarımla gideriyorum. Usulca akan her bir göz yaşında kulaç atmaya çalışıyorum. Deniz timsali göz yaşlarımın timsahların yuva yaptığı bataklıkta olduğunu fark etmiyorum. Çünkü denizde balık tuttuğumu sanarken bataklıkta timsahla dost olduğumu gözden kaçırmışım... Uğultulu bir ses kulaklarımda çınlıyor adeta. Hakikate gittiğim yoldan geri dönmemi istiyor. Düştüğüm bataklıkta çırpınmak yerine bırak kendini diyordu. Bırak içine çeksin seni. Nasıl olsa en güzel sanat eseri karanlıktan doğar diyordu. Haklı söylemlerdi bunlar fakat duygu arsızı ben için uğultulu tepelerin ardından gelen kirli bir rüyadan farksızdı bu söylemler. Asla gerçekleşmeyecek basit rüya. Kabusum timsah derisine bürünmüştü içsel benliğimde. Aslında tüm bunlar Pera'nın kısık gelen melodisiydi bir nevi. Susmak ve susamak. Susamışım hakikate. Hakikaten çok konuşmuşum benliğimle. Geriye saracak ne bir kum saati ne de ters dönecek denklemim kalmıştı. Çarpım tablosunda kendimi çarpmış karakterimi eksiltirken ruhumu toparlamaya çalışmışım. Üstelik geçmişle geleceği birbirine bölmeyi unutmuşken.  Adeta yaşananları kazımışım derime. Yankılanmış kulaklarımda çınlamalar. İlmek ilmek işlenmiş derime düğümler. Gecenin ardından süzülmüş perdeme... 
  • Gazel Özbey 
]]>
Sat, 13 May 2023 13:50:12 +0300 Edanuryd
SESSİZ ÇIĞLIKLAR https://edebiyatblog.com/sessiz-cigliklar https://edebiyatblog.com/sessiz-cigliklar "Ne çok çığlıklar sığdırıyoruz benliğimize..."

Koskocaman bir dünyada seslerimizi duyurabilmek adına çırpınıyoruz yıllardır. Biri bizi görsün, duysun ve anlasın diye yırtınıyoruz adeta.Bir kez olsun içimizde kor bir alev gibi büyüyen o sessiz çığlıklarımızı birileri duysun istiyoruz. Sadece bir kez anlasınlar. Sadece bir kez...

Anlaşılmak bu kadar zor olmamalı lakin böylesine birbirimize sağır olduğumuz bu evrende ne yazık ki anlaşılmak sanıldığından bile daha sancılı. Ve her geçen gün daha da acılı oluyor anlaşılamamak.

Ne acılı bir olay değil mi, anlaşılamamak?

Ne acı böylesine yaşamaya çalışmak ve ne acı ki, hala daha birilerinin bizleri anlayabileceğine umut etmek...

Çığlıklar hiç sessiz olabilir miydi?

Hiçbir feryat sessizce yankılanır mıydı?

Oluyordu. Bu yaşamda ne yazık ki her bir çığlığımız dönüp dolaşıp kendimize geri geliyordu. Çünkü duyulmuyor ve bir başkası tarafından hissedilemiyorduk. Çünkü herkes, sadece kendi söyledikleriyle meşguldü ve bir başkasının ağzından neler çıktığını kimse umursamak istemiyordu. İşte sırf bu yüzden çığlıklarımız kendi içimize akıyordu.

"İçimde beni yiyip bitirenleri yine kendime anlattım. Çünkü anlatsaydım eğer yine anlamayacaklardı..."

]]>
Tue, 25 Apr 2023 12:53:02 +0300 Fatma Kılınç
Geçmişe itafen https://edebiyatblog.com/gecmise-itafen https://edebiyatblog.com/gecmise-itafen Aklında veya yüreğinde olan bine itafen...

Hayat ne kadar da acımasız belki de... Belki de... İnsanlardır asıl acımasız olan. Hayatınızın merkezine hiç birini koydunuz mu? Onu ölesiye sevdiniz mi? Ya da... Hiç vazgeçtim dediğiniz anda aklınıza o geldi mi? Ben Hayal vazgeçemediğim onca kişi var diyemem tek bir kişi var. O da benden çok uzakta aramızda kilometreler var, onu geçtim onca insan var... Ona uzaktan bakmak zorundayım çünkü; hayatından kovdu beni! Hem de bir hiç uğruna... Hiç gecelerce, hatta yıllarca birine sadık kalamamanın yaşandığı bu devirde siz onun için gözyaşları döktünüz mü?  Tahmin edebiliyorum az çok insanlar dökmüştür. Bende bu insanlar içerisindeyim ve kaybolmak üzereyim... Adımın Hayal olduğuna bakmayın onca hayali kırılan hatta paramparça olan bir gençlik var karşınızda. Ben gömeceğim bir mezara anılarımı çünkü böylesi daha da acı... Ellerimde olan ve bakmaya kıyamadığım o fotoğrafları koskocaman bir kutuya koydum, ardından en sevmiş olduğum çikolataları almıştı yemeyip saklamıştım onları da ekledim kutuya, sonrasında ona aldığım kazakları, saatleri, gömlekleri koydum. En sevdiği hep gözlerimdi hep seni seviyorum demek istemişti ve bir kere bile gelememiş hep bir bahane uydurmuştu. Bende şimdi beni diri diri gömmüş olduğu o mezarın yanına gömecektim bunları, onsuz yapamam dediğin kişiyi hayattan çıkaran birinden bahsediyoruz şuan çıkarmış ve hiç bir şey yokmuşcasına hayatına devam ediyordu. Bense yıllardır aynı acıyı çekiyordum, giden geride neden bir tane kırgın bir insan bırakırdı?  Huy muydu veya acı çektirmek için olan bir eylem miydi? Her şey o kadar saçma geliyordu ki ben bile iyi değildim kendimi geçtim herkes böyle miydi? Boşversene Hayal dedi içimdeki ses ve kutuyu doldurmaya devam ettim. Bana sipariş ettiği kazağı, minik küpeleri ve sevgili bilekliğini de içine koydum. Hep derdi ki; 'Bir gün geleceğim ve o sevgili bilekliğinin tekini alacağım.' ne de inanmışım derken kıkırdadım. Kutu dolmuştu ağzını bant yardımıyla kapattım, daha sonrasında ise montumu giyip dışarı çıktım. Gömeceğimi biliyordum o yüzden arabama binip uzaklaştım evimden ve radyodan herhangi bir müzik açtım.

'Kabuklarım çocukluğumdan yana.'

Diyordu sanatçı, evet öyleydi... Anne yok başımda aynı şekilde baba da yoktu başımda tek başıma hayata tutunmaya çalıştım olmadı, olduramadım.  

'Gitmek isteyene bir teker yetermiş.'

Dedi bu sefer de sanatçı, gelmek isteyen her şekilde geliyordu o yüzden vazgeçtim beklemekten de. Eşyaları gömeceğim yere gelince radyodan müziğin sesini iyice açtım ve indim arabadan. Gözlerim artık görmek istemiyordu bunları... Bağajdan kazma ve küreği alıp ormanlık alanın en girişindeki yere gelip kazmaya başladım. Kazma işi bir kaç şarkı sonrasında bitti kutuyu içine koyup tekrardan üstünü kapatmaya başladım.

"Vazgeçmedim diyemem, vazgeçtim de diyemem ama gelsen de affetmem..."

Her şey işte bitmişti gözlerim görmeyecekti. Üstünü kapatma işi bitince etrafıma baktım kimse yoktu ve hava iyice bozmuştu yağmur geliyorum diyordu resmen. Hızla arabaya bindim üstümün çamur olmasına takılmadan ve geldiğim yolu tekrardan döndüm. Hayat hatırlamak derler hep, bence hayat hatırlamaktan çok yeni anlar içindir. Vazgeçemeyen tüm kadınlar/ erkekler hayat her daim yüzünüze gülmeyecek, siz çabalayın bir şeyler için yoksa çok canınız yanacak ve canınızı canım dediğiniz kişiler yakacak.

]]>
Thu, 06 Apr 2023 15:14:07 +0300 Medine Herzem
KİŞİSEL GELİŞEMEME GÜNLÜKLERİ&1 https://edebiyatblog.com/kisisel-gelisememe-gunlukleri-1 https://edebiyatblog.com/kisisel-gelisememe-gunlukleri-1 RUHUN ASTARI

 

Üzüntünün/yasın beş evresi, namıdiğer kubler-ross modeli bize ne anlatır? İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Yeşil, kendini seven ve çevresine yardımcı olmaya çalışan bir kurbağadır. Bir gün göle gider ve sudaki yansımadan kendine bakar.

Bir insanın anlatmaya çalıştıklarını hissetmek ve bilmek istemek bunun başarılabileceği anlamına gelmez. Konuşmak, sınıflandırmak, kendini ifade etmek hiçbir zaman ruhunu doyurmak zorunda değildir. Paranoyaklık veya çok fazla düşünerek işleri daha da karmaşık hale getirmek istenilerek yapılan bir şey değildir.

Mavi, bir balıktır ve o kadardır, başka bir özelliği yoktur. Bir şansı olsa ve sorulsaydı da şu ankinden farklı olmak istemeyecek bir balıktır. Türü, rengi, büyüklüğü yoktur. Öyledir işte. Göğsünün acıması kimi kitaplarda bir semptom bir fiziksel acıdır. Kimi kitaplarda ise öyledir. Öyle. Bir insan kendine aşırı üzülmekten okyanuslaşma teşhisi koyabilir mi? Ya da koysa çevresindeki insanlar ona inanır mı? Yoksa ilgi çekmek istediğini ya da moralinin bozuk olduğunu normal genelgeçer bir bunalımda olduğunu mu düşünürler? Gerçekten inansalar bile çaresiz şüpheci olan kişi inandıklarını mı düşünür? Bir kişinin depresyonu çocukluğuna dayanabilir mi? Yetişkinler çocuklar ergenliği bitirinceye kadar onlarla dertleşmemeleri gerektiğini tahmini ne zaman öğrenirler?

Sakinlik, ölümcül bir durağanlık, olayları karşılamadaki soğukkanlılık geçmişle ilgili bir kabullenme ve öğrenme sonucu mudur? Çok fazla soru sormak kimsenin hoşuna gitmez özellikle de kendinize soruyorsanız. Sarı; koskocaman, parlak mı parlak bir fildir. Üzgün bir fildir. Okyanusta yüzememeyi kendine dert edinmiş bir fil. Kirpikleri ağlamaktan mı yoksa sürekli boğulurken kurtarıldığı için mi ıslaktır bilinmez ama her seferinde bir öncekinde neredeyse boğulduğunu unutmayacağı bilinir. Bireysel ve iç dünyanızla yanıtlamaya çalıştığınız sorular, o anki durumlarda yol gösterici olabilir. Kendinizle barışmanızı ya da kendinizden nefret etmenizi sağlayabilir.

Kıvrımlı beyin haritanızda bir suçluyu aramak eğer besbelli siz değilseniz zordur. Eğer sizseniz çok çok zordur. Çünkü arama evresine geçtiyseniz bariz olan suçluluğunuzu inkar edebilecek argümanlarınız var demektir. Direkt ayan beyan olanı görüp suçluluk ve vicdan aşamasına geçmeniz ise genellikle iki nedenden kaynaklanır:

1-      Kendinizle barışık, öz eleştiri yapabilen olgun bir insansınız.

2-      Birinci maddeyle alakanız yok. Mağdur edebiyatı yapabilmek veya “Evet, hepsinin suçlusu benim! Zaten başkası olamazdı, hayatım boyunca hep en suçlu bendim” gibi cümlelerle self benliğinize acırsınız. Bir yandan da isyan ve kızgınlık baş gösterir.

Ortada suçluluk hükmü verilecek bir şey yoksa her şey daha da karmaşıktır. İçinden çıkılmaz bir hal alır. Tıpkı çözmeye çalışırken kaybolacağın bir labirent gibi.

Beynimizin düşünme ve karar verme yetisi kaynar su dolu bin metreküp bir kazanın milyonlarca insan üstünde asılı duran ince oya ipinin üzerinden kayarak karşıya geçmesi gibidir. Mor, eşsiz bir balıktır. Onu gören herkesi güzelliğiyle kör eder. Gözleri yerine iki tane altın oyma vardır. Yüzgeçleri yerine ise bir çift melek kanadı vardır. Suyun tanrıçasıdır. Ama yine de düşünerek bu düşüncelerimizi insanlarla paylaşarak işlerimizde yol alırız hatta bazen sonuca ulaştırırız. Ne hissettiğini söylemekten daha insani bir olay varsa o da karşındakinin hissettiklerinden etkilenmektir. Hiç birinin yerinde olmak ve çektiği tüm acıları çekmek istediniz mi? Yer değiştirmek? Ya da acaba tüm bunları anlık üzüntü ve merhametle söylediniz/düşündünüz ve şu an olsa yapmaz mısınız? “Bilemezsiniz bunu bilemezsiniz” işte tam olarak böyle kendinizi kandırdığınız içten içe bildiğiniz bir gerçek.

Herkesin seksen eli kanda olsa yine aradığında açacağı biri vardır. İçinizi rahatlatmak için söylüyorum ve yine genellikle bu insanların ortak yönleri telefonu açılan kişinin bırakın kanı ortalama sevdiği bir diziyi bile bölemeyecek olmalarıdır. Acınası ama vazgeçemediğimiz değer verme alışkanlıkları uzun vadede üzer. Bir balon teorim vardır böyle durumlarda hep aklıma gelen:

Eğer elinizde balonunuz varsa ve bunu karşınızdaki kişiyle oynamak istiyorsanız ona gidip sormayın. Direkt balonu ona atın o da karşılık versin. 

Maalesef bu sadece balon oynamak konusunda işe yarayan bir teoridir. Mesele değer vermek olduğunda eğer önce değer verip karşıdan da aynı değeri göstersin diye beklerseniz genellikle sizinki kadar yüksek potansiyelli hareketler, özveriler göremezsiniz. Çünkü sonuçta ilk adımı atan sizdiniz eğer bulduğunuz şeyden memnun değilseniz geri adımı da atabilirsiniz gayet fevkalade bir biçimde. Karşı taraf da böyle bir üstünlüğü varmış gibi hisseder çoğu zaman. Eğer siz onun bu davranışını tolere edip bir adım daha atarsanız balon oyunu değil kovalamaca oynarsınız. Kırk yılda bir hep balonu ilk atan insanların tutulması olur ve biri diğerine o balonu atar, en güzel dostluklar-ilişkiler böyle kurulur belki de. Mesele balon atanları seçebilmektir. Onları gözünden anlayabilmek ama ayarı kaçırmamak; çok fazla ilk balonu atmış bir kişi bunu yeniden denemek istemeyebilir, karşılık veren tarafına geçiş yapabilir.

Kırmızı, yani ben; bir can verenim. Kendinin katili. Duygularını anlamlandırmaya çalışan ve kendiyle bir monoloğa ihtiyaç duyan bir kırmızı. Çevresine hep güler yüzlü olan kimseyle en ufak bir sorunu olmayan insanların sevdiği ya da buna inandırdığı bir kişiyim. Kendi monoloğunda bile hiperaktivite ve dikkat dağınıklığından esintiler vermeyi marifet bilen biriyim. Mavi olmayı isterdim ama mor olmayı daha önce istedim onun yerine sarı oldum. Yeşildense hep en uzak olduğumu sandım ama aslında hep yeşildim çabaladım ve onu aynaya baktığımda görebildiğim bir renk haline getirdim. Sarının kardeşi kırmızıya geçişim ise pek kolaydı…

 

AYRİZ ÖYKÜ GÜR

 

 

]]>
Mon, 27 Mar 2023 02:10:10 +0300 Ayriz Gür
ONAY ALMA İHTİYACI... https://edebiyatblog.com/onay-alma-ihtiyaci https://edebiyatblog.com/onay-alma-ihtiyaci Sizde başkalarından onay almadan bir şey yapamıyor musunuz ?

İlk önce aklınızda ki düşüncelerinizi, hissettiklerinizi o an söylemeniz gerekiyor. Karşınızda ki insan üzülür mü, kırılır mı, öfkelenir mi ? Diye düşünmeden direk aklınızdakini söyleyin karşı tarafa. Karşı tarafla düşündükleriniz aynı olmasa bile muhakkak dile getirin içinizdekileri. Bu sizin özgüveninizi gösterir. Karşınızdakini incitmeden düşüncenizi söyleyin.

Ve kendinize ihanet etmeden, başkalarını memnun edebilirsiniz. Ama öncelikle kendinizi memnun edin. Kendini memnun edemeyen, başkalarını mutlu ve memnun edemez... Arada sırada kendinizi hatırlamalı, kendinizi sevmeli, kendinizle gurur duymalısınız.

Şöyle bir şey de var ki; Ne yaparsanız yapın, herkesi memnun edemezsiniz... Bugün bir akrabanı memnun ettin diyelim, yarın bir gün bir başka birisini. Bi gün anneni, bir gün görümceni, kayınpederini. Peki sonra ? Sonrası ne olacak... İnsanlar doyumsuzdur. Ne yaparsanız yapın kimseyi memnun edemezsiniz. Sizin yaptığınız iyilik, onlarda alışkanlığa döner. O yüzden kendinizi kesinlikle harcatmayın. Unutmayın ki; Bir kere yaptığını görmeyen, bin kere yaptığını görev zanneder... O yüzden yapmanız gerekeni yapın, içinizden geldiği gibi iyiliğinizi yapın, karşınızdaki insanı memnun, mutlu edin ama bunu size karşı kullanırsa o kişiyle iletişimi koparın. Sizi hiç kimsenin av olmasını düşündürtmeyin. Onay istemek çoğu zaman kontrol kazanma çabasıdır... Bazı insanlar, bunlar ister çevrenizde olsun, ister akrabalarınız olsun, ister arkadaşınız olsun, sizin de onunla aynı düşünce yapısında olmanızı ister. Tabii böyle bir şey olması mümkün değil. Herkesin kendi düşünce yapısı farklıdır. Hiç kimse kimseyle aynı düşünmek zorunda değildir. Sizinle aynı düşünmediği için de size bozulabilir, sizle aranıza mesafe bile koyabilir. Ortada ki bağı koparabilir.

Doğru olduğunu düşündüğünüz şeylere odaklanın. Felsefelerinizi, hedeflerinizi düşünün ve her daim kendiniz olun. Bir şeyi ya da bazı insanları sevmiyorsanız, onları memnun etmek zorunda değilsiniz. Bunun için kendinizi kesinlikle suçlamayın. Herkesi sevmek zorunda değilsiniz, hiç kimsenin etrafında pervane olmak zorunda değilsiniz. Hiç kimse için fedakarlık yapmak zorunda değilsiniz. Hiç kimse için kendiniz olmaktan çıkma zorunluğunda değilsiniz. Herkes ne yapıyorsa yapsın, siz kendiniz olun yeterli.

Onay alma

Onay isteme

Onaysız bir şey yapamama

Aslında bu çocukluğumuza dayanıyor. Çocukluğunuzdan beri, anne babanızdan veyahut etrafınızdan onay almadan bir şey yapamıyorsanız, bu sizi psikolojik olarak etkilemiş olabilir. Biraz daha konuyu açalım...

Çocukken en küçük bir şey için bile, mesela bakkaldan çikolata almak gibi diyelim. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyemiyorsanız bir çocuk olarak anne babanıza. Bu demek oluyor ki anne baba, çocuklarını çok sıkmışlar. Tek başına bir şey yapmaya yönlendirmemişler. Sonra bu çocuklar büyüyor ve kendine güveni olmayan, kendine saygısı olmayan, kendini sevmeyen, kendini önemsemeyen, hep kendinden fedakarlık eden, kendini değersizleştiren, kendini bir hiç olarak gören, kendiyle bağı olmayan, kendi özgüveni olmayan büyüyememiş yetişkinler oluyorlar. Eğer küçüklükten anne baba tarafından; çocuğun kendini sevmesine, kendisine saygı duyulmasına, kendisinin özgüvenli bir insan olmasına, yeri geldiğinde hayır diyebilmesine, kendi kararlarını verebilmesine yönelik çocuğu aşılasalardı, o çocuk büyüdüğünde kendine her yönden güvenen bir yetişkin olurdu.

Onay alma ihtiyacı bazen fazla sorumluluk almak, mükemmelliyetçilik, sosyal medya kullanımında, başkalarının beğenini fazlaca önemseme, fedakarlık, hayır diyememek gibi, davranış kalıplarıyla karşımıza çıkarken, bazen dürtüsel davranışlarla kendini gösterebilir. Kısaca onaylanma ihtiyacı her yaş grubunda görülüyor. Ve bu ihtiyacın düzeyini belirleyen ise çocukluk yaşantılarıdır. Size fedakarlık ile ilgili bir hikaye anlatmak istiyorum.

Bir aile varmış. Kadının 4 çocuğu varmış. Çocuklardan en büyüğü kız çocuğuymuş. Kadın ömrü boyunca hem eşi hem çocukları için fedakarlık yapmış. Her sabah eşi işe giderken kahvaltı hazırlamış, eşinin çamaşırlarını yıkamış, eşi için her gün istediği yemekleri yapmış, çocukları için çabalamış, didinmiş durmuş. Eve gelen pasta dan çocuklarım, eşim yesin diye “Benim canım istemiyor, sevmiyorum pastayı” diyormuş. Siz hiç pasta sevmeyen bir insan gördünüz mü ? Eve pizza söylendiğinde “Ben tokum, sizler yiyin” diyormuş. Pizza sevmeyen mi olur ? Evdeki son bir bardak kolayı bile çocukları için, eşi için içmiyormuş. Kadın bir gün kötü hastalığa yakalanmış ve ölüm döşeğindeymiş. Kadın çocuklardan en büyüğünü kızını yanına çağırmış. Kızına bir kaç tavsiyede bulunmuş. Kızına söyledikleri şunlar:

Kızım beni şimdi çok iyi dinle. Bu söyleyeceklerim kulağına küpe olsun ve sakın unutma. Kızı can kulağıyla annesini dinliyordu...

“Kızım bugüne kadar yapmak istediklerimi, hayallerimi, hedeflerimi hep eşim için, sizler çocuklarım için erteledim. Ben kendi isteklerimi bir kenara atıp sizin isteklerinizi hep ön planda tuttum. Kendime kıyafet almadım sizler alın, sizler mutlu olun diye. Cebimde ki son para ile benim yırtık ayakkabımı görmezden gelip, sizin eksiklerinizi tamamladım. Eve gelen pastayı sırf sizler seviyorsunuz diye ben bir çatal bile yemedim. Kızım demek istediğim şu; Sen sen ol hem şimdi, hem evlendikten sonra asla kendinden ödün verme, fedakarlık etme. Yeteri kadar fedakâr ol. Hiç kimse için kendini üzme, hiç kimse için kendini paralama, kimseyi memnun etmeye çalışma”... Kız annesini dinledikten sonra, annesine söz verdi. Hiç kimse için kendinden ödün vermeyecekti.

O yüzden siz siz olun hiç kimsenin onayına, hiç kimsenin aklına, hiç kimsenin zekasına muhtaç değilsiniz. Kendi özünün onayını önemsemeden, başkasının onayını almak için yaşaması, insanı mutsuz ve anlamsız bir hayata götürür...!!!

]]>
Tue, 10 Jan 2023 12:52:37 +0300 Sibel Karagöz
DEĞİŞİM https://edebiyatblog.com/degisim-3769 https://edebiyatblog.com/degisim-3769 Kendinize duygusal ve düşünsel eziyeti bırakın artık. Olmamışla olacaklar arasında kalmış, sıkıştırılmış benliğinizden çıkın. Bir yaprak dökümü kadar kısa geçen bu nadide hayatı,sararmış değil capcanlı yeşil halinizle donanın. Girdap haline gelen, saplantılı, takıntılı düşünce sarmallarından kurtulun. Dökün eteğinizdeki sizi geriye götüren ağır taşları. Yepyeni bir benlikte, yeni bir hayat planlayın kendinize ve tadını çıkarın. Her gün ilmek ilmek işleyin bu hayatı ömrünüze. Büyük hayaller kurun, tekrar tekrar getirin gözünüzün önüne. İnsanlar, durumlar çıkarmasın sizi plânlarınızdan, yeni hayat çizginizden. Israrla  sakin olun, öfke geldiği anda sahiplenin onu bir çocuğu sarar gibi sarın. Farkedin. Genelde hep aynı olana gelmiyor mu bu öfkeler. Sende bıkmadan aynı tepkiye talimli değil misin? Çık bu başı bozuk döngülerden. İçine bak, yüreğine seslen. Yanında olanlarla, sevenlerle işle duygu nakışlarını. Sadece kendi ihtiyacına karşılık arayan, kötü gününde sarmayanları bırak oldukları yerde. Kızmada onlara. Onlarda kendi  bildiği hayatın esiri. Sen yürü kendi yolunda. Değişme huzurla geçen bir anın mutluluğunu hiçbirşeyle. Keşfettikçe güzelliğini, iyiye gidenlerin, başka başka güzelliklerin peşine düş. Sana sunulmuş bu armağan bedenini ve hayatını severek katıl nefes alışlarına. Mutluluktan bağır, kalbin heyecanla çarpsın huzur ve farkındalıkla.

]]>
Sun, 23 Oct 2022 18:13:25 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Aynalar Yalan Söylüyor! : Beden Algısı Bozukluğu/Quasimodo Sendromu (Dismorfik Bozukluk) Nedir? https://edebiyatblog.com/aynalar-yalan-soyluyor-beden-algisi-bozukluguquasimodo-sendromu-dismorfik-bozukluk-nedir https://edebiyatblog.com/aynalar-yalan-soyluyor-beden-algisi-bozukluguquasimodo-sendromu-dismorfik-bozukluk-nedir

Adını romantizm akımının en başarılı kalemlerinden ünlü Fransız yazar Victor Hugo’nun dünya edebiyatı klasiklerinde yer alan ve 1831 yılında okuyucuyla buluşan Notre Dame de Paris (Notre Dame’ın Kamburu) adlı eserinin baş kahramanı olan Quasimodo’dan alır. Bu sendromun adının neden buradan geldiğini daha iyi anlamak için gelin bu esere yakından bir bakalım.

Bir gün kamburu ve farklı görünüşünden dolayı bir bebek katedralin önünde ölüme terk edilmiş halde papaz Frollo tarafından bulunur ve hayatının geri kalanını geçirmesi için katedrale alınır. Bebeğe, Frollo tarafından ‘’eksik, tamamlanmamış adam’’ anlamına gelen Quasimodo ismi verilir. Yaşı büyüdükçe katedral içeresinde, insanlara görülmemek şartıyla zangoçluk yapmaya başlar. Çan kulesinden şehre ancak uzaktan bakabilen Quasimodo dışarı çıkmak istese de, Frollo tarafından çirkinliği yüzünden insanlarda bir panik yaratacağı gerekçesiyle her seferinde durdurulur. Günler günleri kovalarken baş karakterimiz Quasimodo, papaz Frollo ve zaten nişanlı olan subay Phoebus’ı güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda’ya olan bir araya getirerek hayatlarını karmakarışık bir hale sokar. Esmeralda ve Quoasimodo’nun birbirine sarılmış iki kemikleşmiş ceset olarak bulunması ile sona eren o trajik hikaye başlar.  

Neden bu eserin sendroma ismini verdiğinin altını çizecek olursak; Quasimodo, fiziksel farklılıklarından ve kamburundan dolayı ‘’yaratık, eksik’’ gibi acımasızca ötekileştiren sıfatlarla adlandırılmış bir karakter. Çirkin olduğu gerekçesiyle hayatın akışından koparılıp bir çan kulesine mahkum edilen, sevmek, sohbet etmek, gezmek gibi insani aktivitelerden uzaklaştırılmış olan karakter gibi, bu sendromdan muzdarip bireyler de kendilerini olduklarından çok daha kusurlu görür ve hayatlarını ayna karşısında geçirerek akıştan uzakta kalabilirler. 

Dismorfik bozukluk olarak da bilinen Quasimodo sendromu, ilk kez 1886 yılında başarılı İtalyan Psikiyatr Enrico Morelli tarafından kavramsallaştırılmıştır. Günümüzde daha çok ergenlik döneminde görülse de, bu sendromu belli bir yaş grubuna aitmiş gibi sınıflandırmak pek de doğru olmaz. 

Bu sendroma sahip olanlar çoğu kişi insan içine çıkmaktan kaçınarak kendilerini eve kapatırlar. Kusurlarından çok utandıklarını dile getirerek zaman zaman aynaya bakmak dahi istemezken bazı zamanlarda ise kusurlarının sayısını yeniden belirlemek için kendilerini dikkatlice incelemek için ayna karşısında saatlerini harcayabilirler ve sosyal hayattan koparak, zaman kavramlarını yitirebilirler. 

Son zamanlarda yaygınlığı artan sosyal medya kültürü ve fotoğraf filtrelerinden tetiklendiği düşünülen bu sendrom eğer tedavi edilmezse sosyal fobi başta olmak üzere obsesif kompulsif bozukluk (OKB), depresyon ve intihara meyillilik kadar büyük ve ciddi durumların yolunu açabilir.  

Sebepleri  

  • Genetik: Eğer ailenizden birinde OKB veya dismorfik bozukluk yaşayan biri varsa sizin de bu sendromu deneyimleme riskiniz artar.  

  • Beyindeki kimyasal dengesizlikler ve bozukluklar 

  • Travmatik yaşanmışlıklar (istismar ve ihmal) 

Belirti ve Semptomlar  

  • Bireyler kendilerini gereğinden fazla incelerken doğru olmayan acımasız yorumlarda bulunurlar, 

  • Kendilerinde gördükleri kusurları çevresindekilere de onaylatmaya çalışırlar, 

  • Sık sık plastik cerrahi işlemi geçirmek isterler,  

  • Başlarda kusur olarak gördüklerini engel boyutuna getirerek kendilerini hayatın akışından koparırlar,  

  • Ayna karşısında geçirdikleri zaman zarfı gittikçe artış gösterir,  

  • Özgüven problemleri yaşamaya başlarlar ve kaçma eğilimi gösterirler.

]]>
Fri, 21 Oct 2022 21:35:33 +0300 Nur Bersun
NLP ( ZİHİN PROGRAMLAMA )... https://edebiyatblog.com/nlp-zihin-programlama https://edebiyatblog.com/nlp-zihin-programlama Merhabalar... NPL nedir. Gelin hep beraber inceleyelim. NPL ( Zihin Programlama ) oldukça basit bir şekilde açıklaması bulunmaktadır. Buna göre NLP, iş, spor, sanat gibi çeşitliliğe sahip alanlarda çok başarılı olan insanların, düşünme alışkanlıklarını, davranış kalıplarını, düşünce ve inançlarını incelemek ve analiz etmektir. Üst düzeyde başarı elde eden insanları, bu başarı düzeylerine ulaştıran nedenlerin tam olarak iyi anlaşılması halinde, bu modelleri kodlamak, modellemek ve yeniden üretmek mümkün olabilmektedir. Bundan dolayı çok basit bir ifadeyle NLP, başarılı ve etkili davranış kalıplarını kopyalamaya ve bunları yeniden üretmeye dayanır.

NLP’nin 4 temel köşe taşı mevcut olup bunlar:

1- Davranışsal Esneklik

2- Dostça İlişki / Uyum

3- Sonuçsal Yaklaşım

4- Duyusal Farkındalık

1- Davranışsal Esneklik; NLP, kişilerin daha esnek olmasına ve çalışmamaları halinde eski yol ve yöntemlerini değiştirmeyi kabul etmelerine de yardımcı olur. “Değişimin tek sabit olduğu” gerçekliğinin daha çok kabul edilmesi durumunda, her daim eski şeyleri yapmanın yollarını değiştirmeye, yeni olanı benimseyerek adapte olmaya olan gereksinimleri daha kolay değerlendirme olanağı sağlar.

2- Dostça İlişki / Uyum; Başkaları ile iletişim kurma ve ilişki kurma, NLP’nin ana direklerinden biri olmaktadır. NLP’nin derin çalışması bireyi, daha iyi bir iletişimci olmaya ve başkalarıyla daha iyi uyum sağlamasına yardımcı olacak araçlar ve teknikler sunmaktadır.

3- Sonuçsal Yaklaşım; Bunun anlamı, kişinin olumsuz bir sorun modunda sıkışıp kalmasından ziyade, sonuçta ne istediğini düşünmeye başlamasını sağlar.

4- Duyusal farkındalık; NLP ayrıca bireylerin çevre, renkler, sesler, kokular ile alakalı daha fazla bilgi sahibi olmasına yardımcı olur.

NLP TEKNİKLERİ VE FAYDALARI

1- NLP Ayrışma (Dışarıdan Gözlem) Tekniği: Bireyin yolda keyifli bir şekilde müziğinizi son ses açmış giderken arabalardan biri önüne kırabilir yahut tehlikeli bir hareket yapabilir ve birey aniden sinirlenip bağırıp çağırabilir. Bu noktada bireyin NLP ayrışma (dışarıdan gözlem) tekniğini devreye sokması gerekiyor.

2- NLP Yeniden Yaratma Tekniği; NLP yeniden yaratma tekniği bireyin çaresiz kaldığı ve ne yapacağını bilemediği hallerde işine yarayacak olan bir tekniktir. Bireyin içinde bulunduğu olumsuz duygu ve düşünceye daha farklı bir açıdan bakmasına yardımcı olur.

3- NLP Çapalama Tekniği (Demirleme Tekniği) ; NLP’nin en fazla kullanımı söz konusu olan tekniklerinden biri olan demirleme tekniği olarak da isimlendirilen NLP çapalama tekniğiyle birey kendisini olumlu bir duygu durumuna sabitleyebilir. Bunun anlamı bireyin içinde bulunduğu negatif duygu durumundan pozitif duygu durumuna geçebilmesi olmaktadır. Bireyin bu pozitif duyguda kalarak kendisini iyi hisler içinde bulunabilir.

4- NLP Uyum Tekniği: Uyum, bireylerin karşılıklı ilişkinin temelini meydana getirir. NLP uyum tekniği de bireyin, diğer insanlarla doğru iletişim kurmasını sağlar. Aynalama tekniği olarak da ifade edilen bu yöntemin hedefi bireyin iş yaşamından sosyal yaşamına kadar herkesle iyi ilişkiler kurmayı başarmaktır.

5- NLP İnanç Değiştirme Tekniği: Bir bireyin hayatında pek çok olumsuz durumla karşı karşıya kalması söz konusudur. Bu noktada bireylerin zihinlerinde yaşadıkları bir olumsuz duruma bağlı olarak bazen genellemeler yapılması söz konusudur. Bu genellemeler neticesinde de o duruma bağlı bir inanç oluşturmakta ve kişiler kendilerini sınırlamaktadır...

SİZE KÖTÜ HİSSETTİREN, SADECE VE SADECE KENDİ DÜŞÜNCELERİNİZDİR...

]]>
Thu, 20 Oct 2022 23:22:50 +0300 Sibel Karagöz
SAKIN BU YAZIYI OKUMAYIN! : HAYATIMIZDAKİ PARADOKSLAR https://edebiyatblog.com/sakin-bu-yaziyi-okumayin-hayatimizdaki-paradokslar https://edebiyatblog.com/sakin-bu-yaziyi-okumayin-hayatimizdaki-paradokslar

https://dergio.com/20221006/sakin-bu-yaziyi-okumayin-hayatimizdaki-paradokslar

İnsanların en önemli yeteneklerinden biri düşünmek ve sorgulamaktır. Düşüncelerin doğruluğu ve yanlışlığı ise insanların o düşünceyi mantıklarında bir yere oturtup oturtamadığına bağlı olarak değişir. Paradokslar da tam olarak burada hayatımıza giriyor diyebiliriz. Dilimizde yanıltmaç, çatışkı veya çelişki olarak adlandırılan paradoksları basitçe alışılmış düşüncelerin zıttı şeklinde tanımlamak mümkündür.  

Paradoksların Özellikleri 

  • Mantıksız gibi görünse de aslında kendi içerisinde bir mantığa sahiptir. 
  • İki doğrunun veya yanlışın çelişkisidir. 
  • Öğreticidir. 
  • Düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eder. 
  • Zihin açmak için oldukça yararlıdır. 

Paradoks örneklerimize geçmeden önce, başlıktaki paradokstan bahsetmek istiyorum. ‘’Bu yazıyı okumayın!’’ başlığına rağmen ‘’neden okumayayım ki’’ deyip buraya gelip okuduğunuza göre bir paradoksa adım attınız bile! Okumamanız gerektiğini, okumadan anlayamayacağınız bir yazı basit bir paradoks örneğidir. Gelin hayatımızda sık sık karşılaştığımız diğer paradokslara beraber bakalım.  

Bilginiz arttıkça aslında ne kadar az bildiğinizi farkına varırsınız. 

‘’Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir’’ sözünü hatırlayanlarınız oldu mu? Aslında bu paradoks tam da bundan ibaret diyebiliriz. Bir şeyi bilmiyorsanız, neyi bilmediğinizi de bilmediğiniz için her şeyi biliyor gibi hissedersiniz. Öğrenmeye başladığınızda, bilginin okyanuslar kadar sonsuz olduğunu görür ve bildiklerinizin yalnızca o okyanustaki bir su damlası olduğunu farkına varır.  

Başarısızlıktan korkarsak, başarısızlık riskimiz artar. 

Bu durum kimilerince çekim yasası olarak kimilerince ise biraz sonra bahsedeceğim korku paradoksu olarak açıklanır.  

Bir şeyin zorluğunu ne kadar düşünürsek o kadar zorlaşır. 

Bir durumun ve duygunun anlamını biz yükleriz bu yüzden de bir şeyin önemi tamamen bize bağlıdır. İstemli veya istemsiz olarak yüklediğimiz anlamların yoğunluğunu belirler, başkasına kıyı gibi gözüken birde boğulacak gibi hissedebiliriz. 

Herkes herkesi değiştirmek ister ancak kendini değiştirmeyi denemez.  

Hepimiz değişimin yaşam için bir gereklilik olduğunu bilir ve bunun üzerine birçok şey okur, karşımızdakilere akıl veririz. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini bilsek dahi, bunu karşıdan bekler ve benim yapmamla ne olacak ki gibi bir tavır sergileriz. ‘’Ben böyleyim’’ diyerek karşı taraftan sürekli değişmesini bekleyip bizi olduğumuz gibi kabul etmeleri için baskı kurmak da buna verebileceğimiz örnekler arasındadır. 

Ne kadar çok seçeneğiniz varsa, seçtiklerinizden o kadar az memnun olursunuz. 

Seçenekler arttıkça acabalar artar ve acabalar keşkeleri getirir. Keşkeler ise anın hırsızlarıdır. Elbette ki seçeneğin olmaması da iyi değildir ancak çok fazla seçenek için de durum ne yazık ki bundan ibarettir.                                                                                                                                                                                          

Kesin olan tek şey, hiçbir şeyin kesin olmamasıdır. 

Hiçbir şey kesin değildir, sadece o zamana göre uygunluk oranı yüksektir veya o zamana kadar doğru kabul edilmiştir. ‘’Yalnızca aptallar emin olur’’ sözü de bunu destekler niteliktedir diyebiliriz. Bu paradoks, bilgi paradoksunun da bir parçasıdır.  

Bir şeyden ne kadar korkarsan, o kadar çok maruz kalırsın. 

Anneannelerimizin deyişiyle ‘’istenmedik ot, burnunun dibinde biter’’ şeklinde açıklanabilen bu durum aslında Murphy kanunlarından da tanıdık gelebilir. Hayatımızda sık sık karşılaştığımız bir durumdur ve kaçtığımız şey de tam da önümüzde beliriverir belki de bu hayatın bize korkularımızın üstüne gitmemiz için yaptığı bir kıyaktır, ne dersiniz?  

Mutluluğu aramak, mutsuzluğa sebep olur. 

Mutluluk tanımı kişiden kişiye değişir, bu yüzden de başkasının kendi mutluluğuna ulaştığı yol sizin için uygun bir rota olmayabilir ve bizi ters yönde etkileyebilir.  

Birini ne kadar etkilemeye çalışırsak o kadar az etkileriz. 

Murphy kanunlarından biri ile devam edelim. Zorla güzellik olmaz veya kaçan kovalanır şeklinde de özetleyebileceğimiz bu paradoks, ne yazık ki hayatta çok kez karşımıza çıkar.  

Tarihten öğrendiğimiz tek şey, tarihten hiçbir şey öğrenmememizdir.  

Eğer tarihten bir şeyler öğrenmiş olsaydık, aynı hatalardan kaynaklanan olayları yaşıyor olmazdık değil mi? Bunu tarih tekerrür eder şeklinde açıklasak da, bazı olayların göz göre göre yapılan hatalardan dolayı gerçekleştiğini bilmek çok acı değil mi sizce de? Tarih derslerinde olayların sebeplerini ve sonuçlarını öğreniyoruz, çözüm üretmek için bu kadarı yeterli değil mi?  

Seçim yapmamak da bir seçimdir. 

Seçim, bir şeyi seçme veya seçmeme eylemidir. O halde seçmek her ne kadar bir seçimse seçmemek de öyledir.  

Yalancı, yalanı söyleyemeyen kişidir.  

Yalancı, yalanı söyleyemeyen kişiye denir çünkü eğer yalanı söyleyebilmiş olsaydı yalan olduğunu anlayamadığımız için o kişiye yalancı diyemeyiz. Yalan söylediği belli olan kişi ise aslında yalan söylemeyi beceremediği için yakalanır ve kendisine yalancı deriz.  

]]>
Sun, 09 Oct 2022 17:32:28 +0300 Nur Bersun
KORKMA! https://edebiyatblog.com/korkma https://edebiyatblog.com/korkma

Bence her işi başarabiliriz. 

Başta korkmamak gerek. 

Bir arkadaşım vardı.

Bana yıllar önce şöyle bir şey demişti. 

Eğer sen kendini küçük görürsen, insanlar seni hiç görmez.

Sadece biraz çalışmamız lazım değil mi? 

Bence elimizden her şey gelebilir. 

Tamam her şey demeyelim ama yapmak istediğimiz, heves ettiğimiz şeyleri yapabiliriz. 

Her insanın muhakkak elinin yatkın olduğu bir iş vardır.

Her insanın mutlaka bir yeteneği vardır. 

Önemli olan o yeteneği ortaya çıkarabilmek.

Tabi bunu yaparken elbette ki yanılacağız.

Düşeceğiz, kalkacağız. 

Mesela etrafıma bakıyorum. 

Herkes bir şekilde bir şeyler yapıyor. 

Kimisi deli gibi sınavlara çalışıyor, yıllarca dirsek çürütüyor. 

Kimisi çoluğuna çocuğuna bakıp onları en güzel şekilde yetiştiriyor. 

Kimisi çalışıyor evine ekmek getiriyor. 

Kimisi çıkıyor her gün düzenli bir şekilde sporunu yapıyor. 

Kimisi sevdiği bir sanatını yapıyor. 

Kimisi hiç durmadan şarkı sözleri yazıyor. 

Kimisi kitabını yazmayı sürdürüyor.

Kısacası Bu hayatta herkes bir şeyler yapıyor.

Peki, ben ne yapıyorum?

Oturuyorum ve düşünüyorum.

Ben ne yapıyorum? 

O kadar insan, belki hayal ettiği gibi olmasa da bir hayat yaşıyor. 

Peki ben ne yapıyorum?  

Film izliyorum, kalkıyorum yemek yiyorum, 

telefona bakıyorum, uyuyorum, kalkıyorum tuvalete gidiyorum, 

yemek yiyorum, uyuyorum, kalkıyorum film izliyorum, 

telefona bakıyorum, vesaire vesaire ..

Sanki bir ben boş duruyorum bu hayatta gibi. 

Sonra duvarlar üstüme üstüme geliyor. 

Hayattan iyice sıkılıyorum. 

Kilo alıyorum, moralim bozuluyor, aynalara küsüyorum ,

depresyona giriyorum, canım hiçbir şey yapmak istemediği için spor yapmak da istemiyorum, 

kilo veremiyorum,iyice hayata küsüyorum, daha çok yiyorum. 

Ev benim evim, oda benim odam. 

Ama kalkıp da temizlemek bile istemiyorum. 

Çünkü depresyondayım. 

Peki bu nereye kadar devam ediyor? 

Hiçbir şey yapmadan seneler nasıl geçecek ki? 

Herkes bir şeylerin ucundan tutmuşken, ben neden hiçbir şey yapmıyorum? 

dedim kendime.

Ufak da olsa belki bir şeyler deneyebilirim. 

Yazı yazıyorum. 

Belki beceriyorum, belki beceremiyorum. 

Belki çok iyi bir yazar oluyorum, belki kağıdı buruşturup atıyorum. 

Ama yine de bir şeyler deniyorum. 

Ders çalışmam lazım, başlıyorum güzel bir fon müziği eşliğinde çalışıyorum, çalışıyorum. 

Belki sınavlara en güzelinden hazırlanıyorum, belki sıkılıp defteri kitabı bir yere fırlatıyorum. 

Düşünüyorum para kazanmalıyım, bir iki bileklik yapıp satsam diyorum, başlıyorum videolar izlemeye. 

Belki çok güzel bir site açıyorum ve paraları kırıyorum, belki de elime yüzüme bulaştırıp vazgeçiyorum. 

Ama ne yapıyorum biliyor musun? 

Her şeye rağmen deniyorum. 

Yanılsam da bir şeyleri başarmaya çalışıyorum.

Zaten önemli olan da bu değil mi? 

Adım atmak.. 

Bence başarmanın yarısı da  adım atmaktır.

O bir adımı atarsak, bence çoğu şey başarabileceğiz. 

Yeteneklerimizi keşfedip biz de o özendiğimiz insanlar gibi olacağız  

E sonuçta onlar da analarının karnından öyle çıkmadı değil mi? 

Sadece adım attılar. 

Sonuçta hiçbirimiz o ilk adımı atmasaydık, şu an hala emekliyor olurduk...

]]>
Fri, 07 Oct 2022 01:07:24 +0300 gezginpisi
SESSİZ ÇIĞLIK https://edebiyatblog.com/sessiz-ciglik-3700 https://edebiyatblog.com/sessiz-ciglik-3700 Bazen bir sessizliğin çığlığı, Bazen yılların verdiği suskunluğun çığlığı yükselir...

Bazı insanlar sırf sevdiklerini ve sevdiğini kırmamak için,Yapılan her davranışa,Her söylenen söze tebessüm eder.Oysa ki; Öyle bir an olur ki! Bir yerde artık senin üstüne gelinir ve seni üzmek için çaba sarf edilir. Tahammül sınırın aşılmıştır ve tepki vermek zorunda kalırsın.

Hayatın içinde yaşamak, Hayatla mücadele vermek zor olsa da! Yine de pes etmek yok dersin... Kendini iyi hissetmek ve güçlenmek adına kendini dışarı atarsın. Rüzgarın hafif serinliğini içine çeker, Gökyüzüne bakıp içindeki sessiz çığlığınla haykırırsın. Kendine İlham vermenin erkisi ile yeniden umutlanırsın.

Herşeye rağmen umudun sana yol olur. Herşeye rağmen sevgi dolu yüreğin sana huzur bulur.

Hayat seni yorsa da, Umutların hayallerin hep yaşasın...

Çığlıkların hiç susmasın...

]]>
Tue, 04 Oct 2022 22:09:05 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Ruh https://edebiyatblog.com/ruh https://edebiyatblog.com/ruh Düşünceler insanı bazen yersiz yere şüpheye ve kedere iter.En mutlu anınızda ufacık bir anda küçük bir anıyla sizi Yerlebir eder. Yutkunamaz nefessiz kalırsınız,ruhunuzun çöktüğünü hissedersiniz. sanki her an daha da sizi geçmişe döndüren bir tren yolculuğunda bulursunuz kendinizi. Anılar başlarda yüzlerde tatlı tebessümler bıraksa da sonrasında acımasız birer silah oluverdiler. Ve insan kaçmak ister…. Anılardan ve onu yaralayan,hırpalayan geçmişten yakasına yapışmış acı tozlarını silkelemek ve kurtulmak ister. Ama vücuduna o tozlar çoktan gitmiştir de onu bilmez….

”Ruhumuz acılara hazır,anılara korkaktır!”

]]>
Fri, 30 Sep 2022 22:32:22 +0300 Semira Bulut
Düşünceler https://edebiyatblog.com/dusunceler https://edebiyatblog.com/dusunceler Düşünceler insanı bazen yersiz yere şüpheye ve kedere iter.En mutlu anınızda ufacık bir anda küçük bir anıyla sizi Yerlebir eder. Yutkunamaz nefessiz kalırsınız,ruhunuzun çöktüğünü hissedersiniz. sanki her an daha da sizi geçmişe döndüren bir tren yolculuğunda bulursunuz kendinizi. Anılar başlarda yüzlerde tatlı tebessümler bıraksa da sonrasında acımasız birer silah oluverdiler. Ve insan kaçmak ister…. Anılardan ve onu yaralayan,hırpalayan geçmişten yakasına yapışmış acı tozlarını silkelemek ve kurtulmak ister. Ama vücuduna o tozlar çoktan gitmiştir de onu bilmez….

”Ruhumuz acılara hazır,anılara korkaktır!”

]]>
Fri, 30 Sep 2022 01:33:55 +0300 Semira Bulut
İsimlerini Mitolojik Karakterlerden Alan Psikolojik Sendromlar https://edebiyatblog.com/isimlerini-mitolojik-karakterlerden-alan-psikolojik-sendromlar https://edebiyatblog.com/isimlerini-mitolojik-karakterlerden-alan-psikolojik-sendromlar https://dergio.com/20220919/isimlerini-mitolojik-karakterlerden-alan-psikolojik-sendromlar

Hayatın birçok alanına isim anne/babalığı yapmış olan mitoloji karakterlerinin psikolojik sendromlara da isim verdiğini biliyor muydunuz? Psikologlar ve psikoloji alanında çalışan diğer uzmanlarca incelenen ve analiz edilen hangi mitler hangi psikolojik sendromu anlatıyor gelin yakından bakalım.  

Oedipus & Elektra Sendromu  

Yunan mitolojisinin en bilinen ve trajik hikayesiyle bilinen kahramanlarından biri olan Oedipus’tan ismini alır. Gelin önce bu mitte neler olduğunu kısaca hatırlayalım. 

Labdakos’un oğlu Kral Laios, Güneş Tanrısı Apollon tarafından oğlu tarafından öldürüleceği kehanetini öğrenir ve bunu önlemek için eşi İokaste oğulları Oepipus’u dünyaya getirdiğinde onu olabildiğince uzakta olan bir dağa sürerler ve zavallı çocuk, bir çoban tarafından başka bir kraliyet ailesine evlat olarak verilir. Birden fazla varyasyonu olan bu mitin asıl önemli kısmına gelecek olursak, Oedipus bir gün geçmişini öğrenmek için bir kahine gider. Geçmişini öğrenemese de ileride babasını öldürüp annesiyle evleneceğini öğrenir ve bunun olmaması için sarayı terk eder. Yolda önüne çıkanlarla savaşır ve haberi olmadan babasını öldürür. Bir canavarı öldürenin kraliçe ile evleneceğini duyar ve canavarla savaşmayı denemek ister, başarılı olunca da her şeyden habersiz öz annesiyle evlenmiş olur. 

Bu sendrom, erkek çocuklarının annelerine karşı duyduğu kontrolsüz aşkı yüzünden babalarını rakip görmesi durumu şeklinde açıklanabilir. Elektra sendromu ise Oedipus sendromunun ters hali gibidir diyebiliriz. Bu sefer konu, kız çocuklarının babalarına karşı duyduğu kontrolsüz aşk yüzünden annelerini rakip görmesidir. 

Freud tarafından psikanaliz çerçevesinde incelenip yorumlanarak psikoloji literatüründe yerlerini almış olan bu iki sendrom/kompleks yani karmaşa hali, libido ve egonun oluştuğu dönem olarak da bilinen fallik dönemde (3-6 yaş) görülür ancak zamanla çeşitli sebeplerle ortadan kalkar. Eğer bu durum hiç değişmeden devam ederse mutlaka bir uzmanla görüşmeniz gerektiğini de belirtmek isterim. 

Achille (Aşil) Sendromu 

Yunan mitolojisinin özgürlüğüne düşkün ve cesur savaşçılarından olan Achille (Aşil)’ in hikayesi çokça bilinen mitlerden biridir. İlyada Destanı’nda tanıdığımız Achille, ölümsüz olan Thetis’in ölümlü oğludur ancak Thetis, Achille’i ölümsüz yapmanın bir yolunu bulur. Yer altında olan ve suyu ile yıkanan herkesi ölümsüz kılan Styx nehrine Achille’i ayak bileğinden tutarak daldırıp çıkarır. Yok artık diyeceğiniz kısım ise tam olarak burada başlıyor. Thetis, ayak bileğinden tuttuğu için oraya nehrin sihirli suyu nüfuz edemiyor ve zavallı Achille’in ölümü de ayak bileğine saplanan bir oktan kaynaklanıyor.  

Peki bu sendromun bu mitle nasıl bir bağlantısı var derseniz, Achille sendromunun diğer adına bir bakalım. Sözde yatkınlık veya gizli başarısızlık sendromu olarak bilinen bu sendrom, Petruska Clarkson tarafından yazılmış olan The Achille Syndrome kitabı ile psikoloji literatüründe yerini aldı.  

Ne bu Achille sendromu diye bakacak olursak, genellikle mükemmeliyetçi ebeveynlerle yetişen bireylerde görüldüğü ile başlayabiliriz. Bu sendromdan muzdarip bireyler, çevreleri tarafından ne kadar övülürse övülsün, yaptıkları işten asla tatmin olmazlar. Başarılarının tamamen şans eseri olduğuna inanır ve bunu savunurlar. Basit sayılabilecek bir iş için bile çok fazla emek harcar ve buna bağlı olarak anksiyete yaşarlar.  

Cassandra Sendromu  

Cassandra’nın kim olduğunu Yunan mitolojisinin Truva ile ilgili kısımlarına bakarsanız hatırlarsınız. Truva’nın son kralının kızı olan Cassandra, güzelliğiyle Günes Tanrısı Apollon’un kalbini çalmayı başarır ve Apollon tarafından geleceği görme gücü alır. Ancak onunla evlenmekten vazgeçen Cassandra, Apollon’un gazabına uğrar ve bu özel gücü bir lanete dönüşür. O lanet ise, geleceği görmesine rağmen kimsenin ona katiyen inanmayacak olmasıdır.  

Bu sendromdan muzdarip bireyler, yüksek öngörü becerileri ve sezgi yetenekleri ile gelecekte yaşanacağını hissettiği olayları çevresindekileri uyarmak amacıyla anlatırlar ancak genellikle onlara inanmayan gözlerle bakanlarla karşılaşırlar. Kendilerine inanılmadığı için olayı önlemek amaçlı hiçbir önlem alamadıkları için depresif bir ruh hali içine girerler. 

Hissettikleri olası felaketler ise ne yazık ki yalnızca Cassandra sendromunun sebep olduğu sanrılardan ibarettir.   

]]>
Mon, 19 Sep 2022 20:26:31 +0300 Nur Bersun
Yokoluşsal Sancılar https://edebiyatblog.com/yokolussal-sancilar https://edebiyatblog.com/yokolussal-sancilar

Ortamızdaki antika sehpanın üstünde duran tabancaya uzandım. Daha öncesinde gümüş olduğu her halinden belli fakat yılların ardından kararmış, kabzası ahşap bir Nagant M1895 tabancaydı. Ateşlenebilecek sadece bir mermi vardı içinde. Bizse yaşamdan her türlü sarsıcı darbeyi yemiş, ölümü; bir vazgeçişten çok kurtuluş olarak gören, bedenleri genç fakat ruhları oldukça yaşlanmış, yozlaşmış iki insandık. Birbirimizin gözlerine bakamıyorduk. Zira gözlerimizin birbirine değdiği an yıllardır kırbaçlayarak yola getirmek için çabaladığımız duygularımızı dışa vurmaktan korkuyorduk. Çünkü biliyorduk ki, ipin ucunu bir kere kaçırırsak bir daha asla yakalayamazdık… Gözlerimi sıkıca yumup tabancanın soğuk namlusunu şakağıma dayadım. İşaret parmağımsa benden izinsiz, yerine, yuvasına kavuşan bir kuş gibi tetiğin üstündeki yerini almıştı. Göğsümün tam ortasında son nefesini veren bir serçe gibi çırpınan kalbime aldırış etmeden, fazla düşünmeden, titreyen elimi umursamadan tetiği çektim.

Patlama yok.

Ölüm yok.

Kahrolası hayat devam ediyor.

Tabancayı karşımdaki sehpanın üzerine bıraktım. Sıra ondaydı ve bunu zaten biliyor, uzun zamandır da bekliyordu. Hırıltılı bir nefes alarak benim aksime mutluluğunu, yüzündeki büyük, buruk gülümsemeye sığdırarak tabancayı masadan alıp hızla şakağına dayadı ve tetiği çekti.

Patlama yok.

Ölüm yok.

Kahrolası oksijeni ciğerlerine çekmeye devam ediyor.

Tabancayı ortamızdaki sehpaya bıraktı. Kalbim yine, aynı şiddetiyle kaburgalarıma vurmaya devam ederken uzanıp tabancayı kavradım. Kabullenişim, vazgeçişim, sona erişim ya da kurtuluşum… Namluyu çevik bir hareketle biraz önce olduğu gibi, şakağımdaki yerine dayarken bu sefer daha umursamaz hareket etmiş, tetiği saniyeler içinde çekmiştim.

Patlama yok.

Ölüm yok.

Kahrolası yaşamım sona ermedi.

Tabancayı kavradı, tetiği çekti…

Patlama yok.

Ölüm yok.

Kahrolası acılar hala yüreğinde sızlıyor.

Tabancayı kavradım, tetiği çektim…

Patlama yok.

Ölüm yok.

Kahrolası sancılar yerini koruyor.

Tabancayı kavradı, tetiği çekti ve…

Soğuk dört duvarın arasında yankılanarak kulaklarımın uğuldamasına sebep olan büyük bir ses.

Patlama var.

Ölüm var.

Kahrolası yaşamı sonunda sona erdi.

Oturduğum kanepeden kalkıp karşımdaki yığılmış bedene kısa bir göz attıktan sonra biraz ilerideki büyükçe komodinin üstünde duran bir avuç mermi arasından bir mermi daha aldım. Biraz önceki oturduğum yere yeniden kurulurken namluyu şakağıma dayadım. Bu Rus ruletinin bir kazananı ve bir kaybedeni değil, iki bedeni kaybeden fakat buradan kurtuluş biletini kazanan iki insan olacaktı. Parmağım tetiğin üstündeki yerini aldığında kendi kendime sırıttım. 

Patlama var.

Ölüm var.

Kahrolası düşüncelerim son buldu.

Zeynep İnci Ballı

]]>
Mon, 12 Sep 2022 07:04:43 +0300 zeynepballi
Savaştan Kalan Onurlu Yaralar ve Zafer Rozeti Dövmeler https://edebiyatblog.com/savastan-kalan-onurlu-yaralar-ve-zafer-rozeti-dovmeler https://edebiyatblog.com/savastan-kalan-onurlu-yaralar-ve-zafer-rozeti-dovmeler Yaklaşık bir haftadır TikTok'ta gezinirken karşıma çıkan bir akım var, bu öyle bir akım ki insanların eteklerindeki taşları döküyor, yüreklerindeki sızıları ve ruhlarındaki o aşağı çeken korkunç ağırlığı paylaşıyorlar…

 

Bir dövme düşünün, kocaman bir savaştan sağ çıktığınızı ve artık her şeyi kabullenip kendinizle barışmanızı sembolize ediyor… Aslında bu dövmeler bir zaferi temsil ediyor, savaştınız ve kazandınız. Tıpkı bir askerin ülkesini korumak için canı pahasına savaşıp, savaşta aldığı yarayı gururla taşıması gibi taşıyorsunuz bu dövmeyi.  Tabii ki herkes dövme yaptırmak zorunda değil, bu savaşmadığınız anlamına da gelmiyor ancak bu dövmeleri ve anlamlarını bilmenizde fayda olduğunu düşünüyorum. O halde lafı çok da uzatmadan başlayalım.

 

Medusa Dövmesi

Çoğunuzun bileceği üzere Medusa, Yunan mitolojisinin trajik hikayeli kadınlarından biri. Gorgon kız kardeşler olarak bilinen üç kız kardeşin tek ölümlüsü olan Medusa, laneti olan yılan saçlar ve gözüne baktığı herkesi taşa çevirmesiyle tanınan bir canavarmış gibi anlatılsa da aslında bu olayın bambaşka bir boyutu, bu hikayenin sanıldığından çok daha karanlık bir tarafı var.

Bir gün bu üç kız kardeş, Athena'nın tapınağında rahibeliğe başlamışlar.  Medusa o kadar güzel bir kadınmış ki onu tanrıçalar ve tanrılar bile kıskanırmış. Çok güzel altın sarısı saçları varmış. Bir gün Deniz tanrısı Poseidon,  Medusa'ya göz koymuş ve Athena'nın tapınağında onunla olması için zorlamış ve hamile bırakmıştır -güzelleme yapılacak bir durum yok ancak böyle bir iğrençliğin tek bir kelime ile anlatılmasını da doğru bulmuyorum- . Bundan sonrası için ise birbirinden farklı yorumlar var, kimine göre Athena, Medusa'nın kendisini koruması için saçlarını yılana çevirmiştir ancak kimine göre Athena bunu yalnızca onu kıskandığı ve olanların tapınağına bir saygısızlık olarak gördüğü için yapmıştır.

Hayatının kalanına ''dişi canavar'' anlamına gelen gorgon olarak devam eden Medusa, ne yazık ki bu kadar şeyin üzerine  Perseus tarafından başı kesilerek öldürülür. Öldürüldüğü sırada hamile olan Medusa, Pegasus ve Chrysar'ı bedeninden çıkarıverir. Kesilen başından dökülen kan damlaları ise yılanlara dönüşür. Athena, Medusa'dan düşen iki damla kanı  Kral Erichthonius'a armağan eder. Bu iki damla kanın birisi ölümcül bir zehir, diğeri ise bütün hastalıklara deva olan bir panzehirdir. Kimi mite göre Medusa'yı öldürmek için sözde haklı sebepler sunulmaya çalışılsa da bu hikayenin ne yazık ki tek kurbanı Medusa'dır.

Seksüel ve diğer her türlü tacizin kurbanlarının sembolü olan Medusa, günümüzde de feminist bakış açısıyla hikayesi konuşulan bir karakterdir. Güzelliği yüzünden tecavüze uğrayıp, çirkinliği yüzünden öldürüldü fikri yaygın bir düşünce olsa da hepimiz biliyoruz ki iki durum da asla bir bahaneyle açıklanamaz, açıklanmamalıdır. 

 

Noktalı Virgül Dövmesi

Öncelikle noktalı virgülün edebi anlamına bir bakalım. Yazar tarafından bitirilebilecek bir cümlenin uzatılması için kullanılan bir noktalama işaretidir noktalı virgül… Bir nevi ''henüz söyleyeceklerim bitmedi, hikayem devam ediyor'' der bizlere. İşte dövmenin de anlamı tam olarak budur. Genellikle bilek içine yaptırılan noktalı virgül dövmesi, dövme sahiplerinin depresyon, intihar düşünceleri, yeme problemleri gibi ciddi psikolojik savaşlar içerisinde olduğunu veya bu savaşı kazandığını sembolize eder.

Birçok varyasyonu olan noktalı virgül dövmesi, kişilerin kendi hayatlarına ve savaşlarına göre farklı semboller içerebiliyor ancak temelinde ''hikayem bitebilirdi ama bitmedi'' diye haykıran bu dövme, hayata yeniden tutunduklarını hatırlamak isteyenler için bir zafer rozeti haline 2013 yılında Amy Bleuel tarafından intihar eden babasını onurlandırmak, benzer ruhsal ve psikolojik savaş veren insanların sesini duyurup destek olmak amacıyla  kurulan kar amacı gütmeyen bir destek hareketi olan Project Semicolon başlatıldı. Başkalarına ilham olmayı başarsa da ne yazık ki Bleuel kendi hikayesini erken bitirme kararı alarak 2017'de intihar ederek aramızdan ayrıldı. 

 

 

]]>
Fri, 09 Sep 2022 11:12:00 +0300 Nur Bersun
EVCİLİK Mİ? EVLİLİK Mİ? https://edebiyatblog.com/evcilik-mi-evlilik-mi https://edebiyatblog.com/evcilik-mi-evlilik-mi

EVCİLİK Mİ? EVLİLİK Mİ?

Her insan  kendince mutlu bir  yaşamın, huzurlu bir ömrün yolunu kendine  göre  seçer.

Herkesin  düşünce  yapısı  farklı. Bu yüzden;kişi ne karar verirse versin! Kendisinin  vereceği  karara saygı  duymak  gerekir. Kimi insan, Mutluluğu  evleneceği  ya da evlendiği  eşi  ile yaşamak  isterken, kimi insan, Tek  başına  yaşayarak,Kimi  de; Ailesi  ile birlikte yaşayarak  yaşamını idame ettirmekte  bulur…

 EVLİLİK  NEDİR ? Bir ömür boyu  kalbi ile severek,Sevgisini yüreğine hapsederek, İyi ve kötü günde hep beraber yaşama tutunma ve yaşamın zorluğunu beraber göğüslemektir…Kutsal bir  müessese ve ömürlük  olan bu yaşamı  iyi kavramak gerekir. Bir evlilik neden yapılır? Ben gerçekten evlenmek istiyor muyum? Ben Evlendikten sonra eşime ve yuvama huzur verebilecek miyim?Vesaire… Her şeyi iyice enine boyuna düşündükten sonra! EVLİLİĞE  karar  vermeli  insan. Evlilik sadece yuva kurmak değildir! İki tarafın birbirine sadık ve herşeyi  kabullenebilecek  bir  düşünceyi  de  beraberinde getirir.Bu  kararı verirken ,Evleneyimde gerisi  gelir. Ya da sırf  evlenince  bir  yuvam  olsun,Toplumun Ailenin,Arkadaşlarının  gözünde  bir  anne  ve baba  olmak için uğraş  veriliyorsa!

Buna  EVLİLİK  değil ! EVCİLİK  oyunu  oynamak  derler.   

Kimi severek, Kimi  görücü  usulü  evlilik yapar. Mutlu  ya da mutsuz  olacağını  bile bile bu  kararı    veriyorsa! Bu  kişinin seçimi  olur. Evliliğin olmazsa  olmazı  yuvayı  şenlendirecek  bir  çocuk dünyaya    getirmek. Ona  bir  anne ve baba olmak. Eğitimini en güzel şekilde verip, Yaşama hazırlamak ve toplumda  saygın  biri  olmasını sağlamak. Çocuk  doğurmak  marifet  olmadığı  gibi; Çocuğa  bakabileceğin  şekilde her şeyi  planlayarak bu kararı  almak  gerekir. Sadece sırf baba ya da anne olmak için çocuk dünyaya  getirilmez... Çocuğun dert ve sıkıntılarına katlanmak,Onunla birlikte çözüm aramak ve onun yalnız olmadığını da hissettirmek gerek…

Evlilik yapıldıktan sonra  ilk aylar  güzel  başlar.bir heyecanla bir sevinçle yuvanın  temeli  çocuk  doğar.

YA SONRA!

İlerleyen  zamanlar  Evliliğin ardından  geçen bir kaç  sene  sonra; 

Biz  bu  evliliği yürütemiyoruz . Artık  yapamıyor olduğumuz gibi Anlaşamıyoruz. En  güzeli  birbirimizi kırmadan AYRILALIM  ve  en kısa sürede  BOŞANALIM olsun  bitsin… Bu  sözler  dilden  dökülmeye başlar  ve  yuvada  huzursuzluk , Çatırdamalar  başlar.

Sormadan edemiyor  insan?

 Bu kararı alırken  bir hevesle mi  aldınız ?

 Bu kararı verirken etrafınızdaki insanlara mı özendiniz?

Bu  EVLİLİĞİ,EVCİLİK  oyunu  oynayalım  diye  mi  aldınız ?

Birbirinizin hayatını mutluluğa  dönüştürmek  yerine, Mutsuzluğa  dönüştürmek  için mi bu kararı aldınız?

 Daha bir sürü sorulması  gereken  sorular  ve  sonuçsuz  kalan  cevaplar…

 Sonuç  olarak; Alınan karar ömür  boyu  EVLİLİK  değil! Kısa süren  bir EVCİLİK  oyunu olur. Hele ki; yuvanızda  kendi  canınızdan ve kanınızdan  çocuk  veya  çocuklarınız varsa  en  büyük  dramı  en kötü yaşamı onlar yaşar. Çocuğunuzu  düşünmeden  aldığınız  bu  karar yaşam  boyu  onların davranış ve yaşam  şekillerine  yansır.

Evlilik,Sabır ister.Yürek  ister. Hayat boyu  iyi  ve kötü  gününde  yanında  olmayı,Maddiyattan  çok maneviyatı ,Sevgiyi ,Sadakati,Şefkati   ister. Evlilik kararı  vermeden  önce  bir  kez  daha  iyi  düşünmek  ve  sonrasında  pişman  olunmayacak  bir  karara  imza  atmak  gerekir.

Evcilik oyunu  değil! Evlilik yuvası  kuran bir  yaşamın olması dileğiyle…

            GÖNÜL DE  SEVGİ DOLUNCA, YUVADA  SEVGİ  VE HUZUR  OLUR…

]]>
Sat, 03 Sep 2022 22:35:17 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Bir Doz "HAYIR" Alabilir miyim ? https://edebiyatblog.com/bir-doz-hayir-alabilir-miyim https://edebiyatblog.com/bir-doz-hayir-alabilir-miyim Eğer sizlerde “HAYIR” diyemeyen bir insansanız şu an doğru yerdesiniz. Sizlere bir hikaye anlatmak istiyorum.

Genç bir kadın yıllarca çocuklarına, eşine, ailesine, akrabalarına ve yakınlarına kendinden feda ederek hizmet etmiş. Hiç kimseye “HAYIR” diyememiş. Canı istese de istemese de her istenileni yapmış ve yıllarca kendi sevdiği şeyleri ertelemiş. Yıllar sonra kadın kalp krizi geçiriyorum diye soluğu hastanede almış. Fakat kadının kalbinde veya kendisinde herhangi sıkıntı yokmuş. Daha sonra psikiyatri servisine giden kadın, uzun süre devam eden depresyonu olduğunu öğrenmiş ve panik bozukluk tanısı almış.

Doktor durumu açıklamış;

İşte bedeninizin size armağanı bu. Bedeniniz size bu hastalık yoluyla şu mesajı veriyor: Lütfen benim için bir şeyler yap. Beni hayatında birinci plana yerleştir. Eğer sen benim için bir şeyler yapmazsan, Ben kendimi bir numara yapacağım. Onun sesini dinlemediğinizde, bedeniniz sapasağlamken yataklara düşer, hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz. Bedeniniz size daha önce depresyon yoluyla sesini duyurmaya çalışmış. Ama onu dinlememişsiniz. Kendinizi ihmal ve suiistimal etmişsiniz. Bu nedenle panik ataklarınız ortaya çıktı. Kendinizle ilgilenmekten başka çareniz kalmadı.

Hasta kadın “Peki şimdi ne yapacağım?”

Doktoru reçete kağıdına bir şeyler yazarak hastaya uzatırken;

“Bu sizin en önemli ilacınız” dedi. Kağıda okuyunca hasta şaşkınlıkla gülümsedi. Mesajı almıştı. Kağıtta büyük harflerle “HAYIR” kelimesi yazılıydı.

Ben bu hikâyeyi her okuduğumda her bir kelimesi yüzüme bir tokat misali çarpıyor. Biz hayır demeyi bilmiyoruz arkadaşlar açık ve net. Bizler gerektiğinden çok daha fazla fedakârlık yapıyoruz. Kimimiz arkadaş ortamından kopmamak adına, kimimiz eşimizle tartışmamak adına, kimimiz de aileyi akrabayı üzmemek adına sessiz kalıyoruz. Peki bu sessizliğin ardında bizim mutsuzluğumuz gizli değil mi. Çevremizdekiler, eş, dost, akrabalar üzülmesin kırılmasın diye; içimizden gelmeyerek de olsa hayır demedik mi ? Biraz daha açmak istiyorum konuyu. Çok fazla fedakârlık yapıyoruz. Evlisin, çoluğun çocuğun var. Evde yemek pişiyor. Yemeğin en güzel yerini ve en sıcak tarafını eşine veriyorsun. Eve pasta alınıyor, çocuklar yesin diye, bir çatal bile yemiyorsun. Peki soruyorum size; eşinizin sizden ne farkı var ?

Peki siz neden yemeğin güzel yerini almıyorsunuz tabağınıza. Eşiniz, kendinizden sizden daha mı değerli. Çok mu kıymetli sizden. Bu durum aşırı fedakarlığı gösteriyor. Bizler eşit davranamıyoruz. Dengeyi kuramıyoruz. Hep başkalarını düşünüyoruz. Başkalarının bizim hakkımızda kötü düşünmelerini istemiyoruz. Bizi yanlış anlamalarını istemiyoruz. İşte o yüzden hiç kimseye hayır diyemiyoruz. Bir kerede düşünmeyelim. Bir kerede içimizden geldiği gibi davranalım. Varsın bizi kötü bilsinler, varsın yanlış anlasınlar. Neden tek kişilik değil de, çoklu beyinli düşünüyoruz. Allah bize beyin vermiş. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyoruz. Başkalarının istediği gibi yaşamak zorunda değiliz. Bu hayat bizim. Tek yaşamımız, tek yaşantımız, tek bir şansımız var. Tek bir şansımız varken, neden el alemin bize dayattığı şekilde yaşayalım ki.

Bizler aslında çocuklara karşıda insafsız davranıyoruz. Onların hayatını daha küçükken yönetmeye çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse, çocuğumuzun dayısı teyzesi veya amcası gelmiş. Çocuğu öpmek istiyor sarılmak istiyor. Ama çocuk daralıyor sıkılıyor ve yanaşmak istemiyor. Ama anne babası, AA kızım veya oğlum ayıp olur hemen sarıl bakayım amcaya teyzeye. İşte bizlerde bu şekilde yetiştirildik. Bizlerde “AYIP OLUR” adı altında geldik bu yaşlara. Şunu şöyle yapmazsan, şu kişiye ayıp olur. Bak kayınvalideye güler yüzlü olmazsan, yanlış anlar. Bak arkadaşlarının dediklerini yapmazsan, seni dışlarlar. Bizim bu tarz cümlelere karşı kulaklarımızı kapatmamız gerekiyor. Bizi sıkan, darlayan, bizi kendimiz olmakla suçlayan insanlardan ayrışmamız gerekiyor. Bizi sadece biz ilgilendiriyor. Bizi ne eşimiz, ne ailemiz, ne de eşimizin ailesi YÖNETEMEZ. Biz bir bireyiz. Herkes birbirine karşı saygılı olması gerekiyor. Ama bizler o kadar yaralandık ki büyürken, küçüklüğümüzde bize dayatılan, “Yanlış anlar”, “Üzülür”, “Ayıp olur” kelimeleri cümleleri, şimdi şu an bizim canımızı yakıyor. Biz üzüleceğimize, başkaları üzülsün. Bize ayıp olacağına, onlara ayıp olsun. Bizlerin canı yanacağına, onların canı yansın. Bizler “Hayır” diyemiyoruz. Ama inanıyorum ki, bu konuda geliştiricez kendimizi. Çünkü hayır diyemezsek, kendimize büyük ayıp etmiş oluruz. Sırf başkaları incilmesin, kırılıp dökülmesin diye biz paramparça oluyoruz. Halbuki; sevmediğimize sevmedim, beğenmediğimize beğenmedim deseydik, bence bu kadar yara almazdık. Başkalarını memnun etmek yerine, neden kendimizi memnun etmiyoruz. Koca bir ömrü neden başkalarına yaranmak, başkalarını memnun etmek için harcıyoruz. Bu kötülüğü kendimize niye yapıyoruz. Nedir bizim kendimizle çözemediğimiz sorun. Peki bizler neden hep bir fedakarlık yapıyoruz. “Eşim isterse yapmam mı ben”. “Teyzem isterse o konsere gidilir”. “Kayınvalidem isterse hep onu mutlu ederim yeter ki istesin”... O, bu, şu, kimin ne istediği değil, “BEN” ne istiyorum. Ben ne yapmak istiyorum. Ben nasıl davranmak istiyorum. Benim hayatıma, benim yaşam tarzıma, benim isteklerime, benim yapmak istediklerime, benim mutluluğuma, mutsuzluğuma, benim suratımın asıklığına, benim nasıl davrandığıma, benim duygu ve düşüncelerime, benim yaşam biçimime, bana vaad edilen bu ömre hiç kimsenin karışmaya “HAKKI YOKTUR”...

Bizler bunu yüksek sesle maalesef ki söyleyemiyoruz. Hep bir korkumuz var. Kimisi eşinden, kimisi anası babasından, kimisi komşusundan, kimisi kayınvalidesinden kayınpederinden korkuyor, çekiniyor. Bizler herkesin istediği gibi biri olmak için doğmadık. Eğer ki; Başkalarını mutlu etmek için yaşarsak, evet herkes bizi sever ama kendimiz hariç. İstemediğimiz olaylara, içimizden gelmeyerek evet dersek, kendimize yaptığımız en büyük değersizlik bu olur. Yeri geldiğinde hayır diyememek, kendi özgüvenimizi zedeler.

Ve şu da var ki; Kendimiz olamadığımız bu dünyada, hep başkalarından onay bekliyoruz. Hep bir onaylanma ihtiyacı hissediyoruz. Halbuki kendimizin farkında olsak, hayatımız daha güzel bir hâl alacak. Başkalarının duygu ve düşünce tarzlarına göre hayatımızı yönlendiriyoruz. İnsanlarla küs olmayalım, onları üzmeyelim diye hep onların yaşantısına göre hareketlerimizi sergiliyoruz. “El alem” ne der diye senelerimizi bu karanlık hapishanede geçirdik. Çok ciddi bir şekilde sorucam. DEĞDİ Mİ ? El alem için, kendimiz olmaktan çıktığımıza değdi mi. Yazık değil mi bize. Yazık değil mi söyleyemediğimiz, içimizde kalan sözcüklere. Sabrettiğimiz yetmedi mi. Sağlam bir geleceğe sahip olmak, sağlam bir birey olmak istiyorsanız, “HAYIR” deyin. İnsanlar sizden bir şey rica ettiklerinde ve içinizdeki ses bu isteğe hayır demek istiyorsa, lütfen bunu yüksek sesle söyleyin. İstemediğiniz her şeyi geri çevirebilirsiniz. Mutlu olmak, daha mutlu hayat sürmek için lütfen “HAYIR” kelimesini kullanın.

Ve unutmayalım ki; İçimizden gelmeyerek evet demeye devam ediyorsak, beğenmediğimize beğendim, sevmediğimize sevdim, istemediğimize istiyorum, demeye devam ediyorsak ne yazık ki mutsuz olmak kaçınılmaz oluyor.

Bizler için tek dileğim; “HAYIR” kelimesinin yaşantımızda çoğalması dileğiyle...

                                                                                                                                                    SİBEL KARAGÖZ

                                                                                                                                              @sibelin_kaleminden

]]>
Mon, 29 Aug 2022 12:35:16 +0300 Sibel Karagöz
Aile Yapımız https://edebiyatblog.com/aile-yapimiz-3498 https://edebiyatblog.com/aile-yapimiz-3498 İnsanın canından bir parça olan ailesi ile anlaşamamak çok acı verici. Bu dünya da ilk onlarla gözünü açtın sen. Ama gel gör ki bazen kanlı bıçaklı olabiliyorsun. Hele ki o küçük çocuk artık büyüyüp, bir birey olup, kendi düşünceleri, fikirleri oluşmaya başladığı zaman. İşte o zaman asıl düşmalık başlıyor. Böyle olması normal mi ki? Neden böyle olur ki? Kim, nerede hata yapıyor peki?

Bazen düşünüyorsun; benim kötülüğümü istemedikleri için böyle katı olabiliyorlar. Çünkü onlar senden büyük ve tecrübeli. Bazen düşünüyorsun; artık hiçbirinizi sevmiyorum.

Peki olması gereken bu muydu? Ailenin çocuğuna baskı yapması mıydı? Baskıcı birer ebeveyn olursak çocuğumuzun üzerinde egemenlik kurarız düşüncesi mi doğru olandı? Çocuğun sonunda hepinizden nefret ediyorum cümlesini kuracak kadar canının yanmış olması mı gerekiyordu? Sizce öyle mi?

Bence hiç öyle değil.

Herşeyden önce ailenin yapısını ele almak istiyorum. Ailenin yapısı da ilk başta eşlerin arasında ki sevgi, saygı, değer, kıymet. Bu dördüyle başlıyor.

Bunlardan önemli birşey gelmiyor benim aklıma. Birisinden birisi eksik olduğu zaman temel sarsılıyor. Sonra üzerine koymaya çalışılan tuğlalar yamuk bir zemin üzerine inşa ediliyor. Tamam belki tuğlaların şekliyle, fazla- eksik olmasıyla denge sağlanabilir, temelde ki yamukluk farkedilmez bu sayede diye düşünülebilir. Ama ya çoğumuzun yaptığı gibi tuğlalarda bozuksa. Koymaya çalıştığımız herbirisi yamuk, kırık- dökükse. O zaman nasıl düzelecek? 

Bunlar hayatımızın pek çok döneminde karşılaştığımız, ya da bizzat yaşadığımız şeyler aslında. Eşler arasında sevgi, saygı, değer, kıymet olmayınca sarsılan temelin yamukluğu yine aynı yamuk tuğlalarla düzeltilmeye çalışılıyor. Mesela ne? Birşeyin istemeyerek yapılması olabilir mi?

Örneğin; hanımı eşinden kendisine yeni kıyafet almasını ya da yeni kitap almasını veyahut akşam yemeği için eksik olan malzemeleri almasını istiyor. Eşi ne yapıyor peki? Alıyor evet. Ama istemeyerek, söylenerek, lanet okuyarak ya da hiçbirşey söylemese bile yüz ifadesi ve davranışlarıyla. Daha kötüsü de var hiç almıyor. Aynı örnek hanımı içinde geçerli tabiki. Burada tek erkekler şöyle erkekler böyle diye konuşmuyoruz. Ailenin yapısında ki problemlerden bahsediyoruz.

Başka bir örnek verelim. Eşi hanımından bir tepsi börek, bir fincan kahve ya da bir ılık söz istiyor. Ama hanımı ya içten gelmeyerek yapıyor, ya da yukarıda ki örnek gibi hiç yapmıyor. Bunlar çok basit birşey gibi gözükebilir evet. Ama bunlar aslında çok önemli şeylerdir. 

Belki bazılarımız bunu inkar ederiz bazılarımız açıkça söyleriz. Ama bu bizim yaratılışımızdan gelen birşey olduğu için hepimiz bir sıcak tebessüm, bir güvenli kucak isteriz. Muhakkak hepimizin sevgiye ihtiyacı var. Dile getirsek de getirmesek de. Hepimizin içinde o istek var. O yüzden herşey ilk başta saygıyla sevgiyle başlıyor. Eşler birbirini sever ve değer verirse kıymet verirse, zaten birbirlerini üzmeye, inciltmeye kıyamazlar. Belki bazı zamanlar yanlışlıkla olur ama onun da telafisinin güzellikle yapılması gerekir. Ufacık bir özür bile kalbi yumuşatır. 

Sevgi, saygı, değer ve kıymet. Bunlarla kurulan yuvanın içerisin de minik minik, kalbi doğuştan anne babadan gelen o sevgiyle atan çocuklar yetişir. Bu çocukların yetişmesin de de anne ve babanın ruh sağlığı,akıl sağlığı, beden sağlığının yerinde olması çok büyük rol oynar. Sağlıklı olan anne ve babanın çocukları da sağlıklı olur. Çünkü onlara kıymet vererek, değer vererek, severek ve tabiki saygı duyarak eğitim verirler. Hepimizin ilk öğretmenleri anne ve babasıdır. Bizler en ufaktan tuvaletimizi yapmayı, su içmeyi bile onlardan öğreniriz. Ve kim istemez ki öğencilerini sevip onlara kıymet veren öğretmenleri.

Herşey gerçekten bu dört kelimeyle başlıyor. Nice mutlu sevgi dolu o günlere... Şimdilik bu kadar. Başka satırlarda buluşmak ümidiyle...

]]>
Thu, 25 Aug 2022 19:15:40 +0300 gezginpisi
DAĞLAR https://edebiyatblog.com/daglar https://edebiyatblog.com/daglar DAĞLAR

Oturdum yüce dağların karşısına

Baktım uzun uzun...

Ne hevesler ,sesler,hayaller,

Heceler,hikayeler saklı bağrında...

Kimine heves,kimine vuslat

Kimine ayrılık düştü

Dağların ardında...BELHİ

]]>
Fri, 19 Aug 2022 20:44:34 +0300 Ayşe Atlı
Zorla Huzur Olmaz https://edebiyatblog.com/zorla-huzur-olmaz https://edebiyatblog.com/zorla-huzur-olmaz

Kendimiz olmak. Bu kelime bu kadar zor olamaz değil mi? Söylemek çok kolay da, ya başarabilmek?

O da kolay mı?

Hepimiz  hayatımızın bir çok evresinde başka biri oluruz. Hayır desek de, inkar etsek de bu böyledir. Başkasına mı özeniriz, yoksa bu istemsiz mi olur? Yoksa öyle olmak zorunda mı kalırız?

D şıkkı, hepsi..

Başkasına özenebiliriz evet, onun gibi güzel olmak, onun gibi zengin olmak, onun gibi zeki olmak.. Bunlara özenebiliriz. Bu doğal birşeydir.

Beğendiğimiz bir karakteristik özelliğini kendimize örnek alabiliriz mesela. Çok cömerttir, biz de elibol olmaya çalışırız. Yardımsever birisidir, biz de canlılara yardım etmeye başlarız. Doğru insanları örnek alabilmek güzeldir. Doğru davranışları örnek alabilmek güzeldir. Ama eğer ki kötü şeyleri örnek alırsak o zaman başka.. O zaman bunun farkına varıp çaresini bulmalıyız. 

Başka bir şık: İstemsizce başkasına benzemek.

Kişi içten içe birisini kıskanıyorsa, ya da onu beğeniyorsa ve bunu dile getiremiyor, daha kendisine bile açıklayamıyor, hatta farkında bile değilse eğer, işte bu şık ortaya çıkar. İstemeden onun gibi davranır. Ona benzer ama farkında olmaz. Eğer ki herşey tıkırında gidiyorsa, güzel huylara sahip oluyorsa,sorun yoktur. Ama çirkin huylara sahip oluyorsa ve etrafındakiler de  rahatsız olup dile getiriyorsa,  sorun yaşanabilir.

Ama burada asıl kötü olan şey; bilmeden kendini kaptırmaktır. Bakarsın artık kendin olmaktan çıkmışsın. Ve başkasının hareketleri kendi karakterin haline dönüşmüş. Benliğini, özünü, kimliğini yitirmişsin...

Bir diğer şık da, başkası gibi davranmak zorunda kalmak.

İşte bu en kötüsüdür. Bugünkü asıl konumuz aslında bu. Zor durumda bırakılmak.

Örneğin;çocuğumuz derslerinde başarısızsa ne deriz? ''Komşunun çocuğu sınavdan 100 almış. Sen niye onun gibi olamıyorsun''ya da '' Teyzenin oğluna bak, ne kadar başarılı, senin ondan neyin eksik?'' veya da en kötüsü,'' Seni doğuracağıma taş doğursaydım''

Bunları söylüyoruz ama, çocuğumuzun üzerinde oluşan etkinin ne kadarını bilipte söylüyoruz? Onun gururunun kırıldığını, İncindiğini, belki de bizden nefret etmeye başladığını.. Bunları görebiliyormuyuz? Anne baba belki bunu gaza getirmek için söylüyor, belki aklı başına gelsin diye. Ama böyle davranmak doğru mu?

Bunlar yerine, çocuğumuzu olduğu gibi kabullensek olmaz mı?

İlla mühendis olsun, doktor olsun, başarılı olsun, taktir edilsin, heryerde anılsın. Bu kalıplara sokmak zorunda mıyız? Kendi isteklerimiz neyse, kendi karakterimiz neyse, öyle olmaya zorlamak doğru mudur?

Biz böyle davranmaya devam ettikçe çocuğumuz da o örnek verdiğimiz, öyle olmasını istediğimiz insanlar gibi davranmaya başlar. Davranır, davranır.. Hiç olmak istemediği birisinin karakterinde yaşamaya çalışmak zorluğu altında yorulur gider. Bizim isteğimiz, hatta belki de egomuzu tatmin ettiğimiz doğrultuda, çocuğumuz kendi olmaktan çıkar. Başkasının yaşadığı hayatı, İstemediği bir hayatı yaşamak zorluğu altında yaşama hevesi söner. 

Anne ve baba çocuğunu belli bir karaktere sahip olasaya kadar ona yol göstermek zorundadır. Hani kendimi bildim bileli deriz ya. İşte çocuğumuz da kendini bilecek vakite geleseye kadar ona birşeyleri yaptırırız. Öyle olması gerektiğini söyleriz. Bunu böyle yap deriz. Ama artık kendini biliyorsa, belli bir karakteri oluştuysa, kafasında kendi fikirleri varsa, kendi istekleri varsa, artık onu birşeyler yapmaya zorlayamayız.

Bu saatten sonra olacak tek şey, zorlamayla beraber gelen kavga, gürültü, ardından nefret, ardından mutsuz bir yuva, mutsuz bir nesil.. 

Buradan şunu anlamayalım. Artık hiçbirşeye karışmamalıyız.

Bu davranış da yanlış olur. O ne kadar büyümüş olsa da, hala yardıma ihtiyacı olabilir. Büyükler görmüş geçirmiş olarak küçüklerine tavsiye de bulunması gerekmez mi? İşte biz bunun dozunu iyi ayarlamalıyız. Aslında hayat bir yemektir. Bizler, yakınlarımız ya da hayatımız da olan veya olacak olan insanlar yemeğin malzemeleri ve davranışlarımız da o yemeğe katacağımız baharatlardır.

Tek bir malzemeyle yemek olamayacağı gibi, tek bir insanla, kendimizle, ya da başkasıyla da hayatın anlamı olmaz. Malzemeler yani biz karışırız, tanışırız ki bir yemek oluşsun. Baharatları da yani davranışlarımızı da dozunda atmalıyız ki, yemek lezzetli olsun. 

Demem o ki, anne anneliğini, baba babalığını, çocuk çocukluğunu, öğretmen öğretmenliğini, doktor doktorluğunu... kısaca insan insanlığını bilir ve dozunda hareket ederse, nefeslerimiz birbirine karışan bu koca dünya da, kendini bilen insanlar sonucunda mutlu yuvalar, mutlu bireyler, mutlu geleceklerimiz olur...

]]>
Wed, 17 Aug 2022 03:07:34 +0300 gezginpisi
DENİZ ESİNTİSİ https://edebiyatblog.com/deniz-esintisi https://edebiyatblog.com/deniz-esintisi

DENİZ     ESİNTİSİ

Masmavi   denizler  alır  götürür  beni  uçsuz  bucaksız  diyarlara…Denizdeki  huzur  hiç  bir yerde görülmez .Mavi  sulara daldığımda  orada  yaşadığım  sevgiyi , Üzerinde  uçuşan  martıları  izlerken    mutluluk  aklıma  gelir . Yaşamın  en   güzel  sevinci  belki  de ; Teknesinde   gezinen   balıkçının   tebessümünde   saklı… Onun  için Denize  olta  attığı  anın keyfi  bir  başkadır .Benim  içinde  yaşamın   en   güzel  anı…   

 Masmavi   denizin   derinliklerinde  kaybolmak ,Huzur  ve  sakinliği  yaşamak …

 Huzuru  yakalamak  adına  bu  sabah  bir   simit  aldım   yanıma ,Bir de;  Peynir . Sahilde  kordon   boyu  bir  yürüyüşün   ardından  dalgaların  sesine  kapılıp  gittim. Kimi   zaman  teknesinde   gezinen     balıkçıya   selam   ederken , Diğer  yandan  içimden   gelen  duygularla  sanki  karşımda  balıkçı   varmışçasına  kendi   kendime   sohbet   ediyor  ve  sorular  soruyorum. Kimi  zaman  martılara bakıp    uzak   diyarlara  uçmak   ve   sevdiklerime   sizi   seviyorum    demek   için  kanat   çırpmak  istiyorum…  Martılara   dikkatli  bakınca ! Onların bir  birlik  örneği  sergilediğini   fark  ettim . Hep  beraber    kanatlarını   çırpıyor, Hep   beraber   gökyüzünde    süzülür  ve  hep  beraber   denizin  maviliğinde  suyun   tadını   alıyorlar.

 Uçak  gökyüzünde   havalanmış   insanları  sevdiklerine   kavuşturmanın   coşkusuyla  gökyüzünde   bir  rota   çizerken  bende   sevdiklerime   bir  selam  yolluyorum …

Adeta  gel  de beni  yer  der gibi! Mis   gibi  balık  ekmek   kokuyor . Yosun  tutmuş  kaya   taşları    arasında   duran  su  insana  bambaşka  bir  huzur  veriyor.  Karşıdan  bakınca  görünen  binalar  şehri    daha  bir  güzel   kılıyor. Bir   yandan  yazarken   bir  yandan  da ; Uzak  diyarlara  dalıyorum … 

Böylesi  bir  günde, Böylesi  bir  zamanın  ötesinde  Denizin   suyu ,Dalgaların sesi  huzur   verir Yüreğime...

]]>
Sat, 13 Aug 2022 23:36:06 +0300 KUM SAATİ YAZARI
SADECE KONUŞMAK NEYİ HALLEDİYOR? https://edebiyatblog.com/sadece-konusmak-neyi-hallediyor https://edebiyatblog.com/sadece-konusmak-neyi-hallediyor

SADECE KONUŞMAK NEYİ HALLEDİYOR ?

Konuşmak mı lazım konuşmamak mı ?

Hayata geçmişe geleceğe dair

Öğrenilecek paylaşılacak 

Onca şey varken ...

Konuşmak sadece konuşmak 

Ne acı ki bizleri bir yere götürememiş..

Herkes konuşmak istiyor 

Konuşurken de    gittikçe  yükselen ses tonu...

Kulak kabarttım çevreme...

Dinlemek isteyen kimse nerdeyse yok gibi.

Haklıyız hep haklıyız diyor konuşanlar...

Yitip giden zaman ve 

Harcanan ömür oysa 

Az çalışıp çok verim istiyor bir de çalışanlar...

Sabır emek umutla bekleyiş

İlmek  ilmek dokunan işler

Güzellikler adeta olmuş ütopya ...

Havalı ve paralı isen popülersin toplumda ...

Giderek küçülen hedefler , helal alın teri

Aranmaz olmuş çoğunda ...

Aşında ,işinde ,okulunda evinde

Birbirine yabancı olmuş bireyler 

Bir şeyler yanlış hem de çok yanlış...

Yanlışdan nasıl  dönülecek gayret te yok kimsede...

Özümüze dönmezsek

Zaman çağ ve şartlar eritecek öğütecek gibi çoğumuzu..Belhi 

]]>
Wed, 10 Aug 2022 21:22:33 +0300 Ayşe Atlı
İNSAN DÜZELİR Mİ ? https://edebiyatblog.com/insan-duzelir-mi https://edebiyatblog.com/insan-duzelir-mi İnsan hedefleri ve gayesi peşinden koşar ama arkasında neler bıraktığına da bakmalı.Yolda bıraktıkları yada vazgeçtikleri onun için önemli mi?  Ama önemli olsaydı neden bıraksın . Vurdumduymazlıkları en çok ona deger verenlere zarar verir ve değer kaybına uğrarlar.Harbiden çok değer verip sonra ilk vazgeçilen olmak o kişide onarılmayan yaralar açar. Yaralar kapansa bile aynı sevgi saygı olmaz ki bende aynen böyle. Kimseye değerinden fazla saygı sevgi vermeyin en çok üzülen siz olursunuz.

]]>
Sun, 07 Aug 2022 14:27:29 +0300 TrFerhat4913
YENİ HAYAT https://edebiyatblog.com/yeni-hayat https://edebiyatblog.com/yeni-hayat Karşında bir yol...Yolun iki ucunda sevdiğin insanlar...Hangisini seçeceksin ?Hayatta hiçbir şey boşlukta kaybolmaz.Zaman geçer insanlar değişir önceliklerimizin yerini yeni öncelikler alır.Bazen kaybettiğimizi kabul etmek zorunda kalırız,bazen hiç akıllanmayız... Bazen hiç ummadığımız bir anda ikinci bir şans çalar kapımızı onu içeri buyur ederiz.Bazen eski defterleri tekrar açar kaldığımız yerden devam ederiz.Bazen de çok büyük dersler alırız hayattan her şeyi temize çekip baştan başlarız.Yeni bir hayata adım atarız

]]>
Sat, 06 Aug 2022 20:24:17 +0300 Gunesuzun
İSTEKLER https://edebiyatblog.com/istekler https://edebiyatblog.com/istekler

Kimsenin istediği bitmez; biterse yaşama sevinci de kalmaz zaten. İnsanların isteklerinin bir sınırı da yok normalde. 

Kimi imkansızı ister kimi de kendine göre olabilecek şeyleri. En nihayetinde sürekli bir ihtiyaçlar listemiz bulunmakta. 

İsteklerin de ihtiyaç sıralamasına göre olması gerekmektedir bir yerde. Fazlasını istemek de gereklilik dışı olmakta. 

İnsanoğlu genelde yetinmeyi de bilmediği için her zaman daha fazlasına odaklı olmakta. 

Kimsenin isteği de birbirini tutmaz. ‘Kiminin yiyeceği yoktur kiminin pırlantası ufak’ sözü konu için yeterince manidar.

İnsanların istekleri aslında ulaşabildikleri ile alakalıdır. Ulaşılabilinen şeyler dışındaki eksiklikleri gidermek için bir şeyler istenir. Bunun dışında zamanında var olan ve şimdi sahip olunmayan şeylerin yoksunluğunu hissetmemek için istenir. 

Bir de hep daha fazlasını isteyenler bulunmakta. Her şeye sahip olup da hep daha fazlasına odaklı yaşanlar da bulunmakta. Bir yerden sonra da aç gözlülüğe girmekte bu durum. 

İnsanlar kendilerine fazla olanı paylaşmak yerine daha fazlaya meyilli olması nefsin terbiye edilememesiyle alakalıdır. Nefis köreltilmediği sürece de insanlık vazifelerini yerine getirmek olası olmamaktadır. 

O yüzden de isteklerin makul olması ve bir sınırı olması gerekmektedir. 

 Kişisel isteklerin haricinde insanlık için de isteklerde bulunmak gerekmekte. 

İnsanlar fiziksel sınırlarını bilse de isteklerinin belli bir çerçevede olmaması da ayrı bir ayrıntı olmakta.

İnsan kendisine yetebiliyorken daha fazlasına meyilli olması sadece bencillik olarak sayılmakta. 

Herkesin yapısı farklı olduğu gibi herkesin isteklerinin rengi de farklı olabilmekte. 

İnsanoğlu var olduğu sürece de bitmeyen bir döngü olarak isteklerinin de sınırı olmayacaktır. 

Bu isteklerin olması için de belli şartlar gerekmektedir. Yaşam şartlarının isteklerin giderilmesinde büyük rolü olduğu gibi istenilen şeylerin olmasının da kişilere uygun olması gerekmekte.

Öncelikle isteklerin yapılabilirlik oranına göre gerçekleştirilmesi gerekmekte kısaca. 

Yazar ve Şair Betül FIRAT

]]>
Thu, 04 Aug 2022 12:41:58 +0300 Betül FIRAT
Psikolog vs. Psikiyatrist https://edebiyatblog.com/psikolog-vs-psikiyatrist https://edebiyatblog.com/psikolog-vs-psikiyatrist Yeniden merhaba edebiyatblog okuyucuları, bugün birbiriyle çok karıştırılan iki uzmanlık alanını, mesleği konuşacak ve bir nebze de olsa bu durumu netleştirmeyi amaçlayan bir köşe yazısıyla karşınızdayım. O halde çok da uzatmadan konumuza geçelim. 

Psikologlar da psikiyatristler de insanların ruh sağlığı için çalışan uzmanlardır ancak farklı eğitimler aldıkları için farklı tedaviler uygularlar. Psikologlar, üniversitelerin Fen-Edebiyat fakültelerinde psikoloji lisans eğitiminin üstüne klinik psikoloji alanında 2 yıllık yüksek lisans eğitimi alarak klinik psikolog unvanı alırken psikiyatristler tıp fakültesi mezuniyetlerinin ardından TUS'tan  (tıp uzmanlık sınavı) yüksek bir not alıp psikiyatri üzerine uzmanlık eğitimi almış uzmanlardır. 

Psikiyatristler, tıp fakültesinde farmakoloji eğitimi aldıkları için reçete yazma yetileri vardır ve danışanların sıkıntılarının altındaki fizyolojik nedenlere odaklanırlar. Depresyonun altında yatan nörolojik problemleri, hormonal sorunlara odaklanır gerekli ilaçlarla tedaviye başlar. Bazı durumlarda ilaç tedavisine ek olarak psikologlarla ortak çalışarak daha derin bir tedavi yolu izleyebilirler.

Psikologlar ise aslında psikoloji alanında çalışan bilim insanlarıdır, farmakoloji eğitimi almadıkları için reçete yazamazlar, tedavi için konuşma ağırlıklı terapiler uygulayarak danışanlarda farkındalık oluşturmayı hedeflerler. Farkı terapiler uygulamak için farklı eğitimler almaları gerektiği gibi testler uygulamak için de eğitim almak zorundadırlar. 

Psikologlara danışmak üzerine en büyük yanılgılardan biri olan ''ben arkadaşlarımla konuşurum, alışverişe çıkarım bundan iyi terapi mi var'' bakış açısıdır. Sohbet etmek, sevdiklerinizle iletişimde olmak elbette ki ruh sağlı için yararlıdır ama bir psikoloğun aldığı terapi eğitimlerini yok saymak olmaz değil mi? 

]]>
Wed, 03 Aug 2022 12:39:41 +0300 Nur Bersun
BİZ PLAN YAPARKEN BAŞIMIZA GELENLER https://edebiyatblog.com/biz-plan-yaparken-basimiza-gelenler https://edebiyatblog.com/biz-plan-yaparken-basimiza-gelenler

Annem bir keresinde şöyle demişti bana 'İnsan yaşlandığını kendi anlamaz birileri ona abla,teyze diye seslenince anlar.'Aslında hayat sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir derler.Gerçekten de öyle bir an bir ses bir bakış bir anlık kararsızlık yada yanlış bir karar her şeyi değiştirebilir insanın hayatında bir anda her şey tepetaklak olabilir.Çok mutluyum derken her şey yolunda giderken bir anda ihanete uğrayabilir,gücünü tekrardan toplayana kadar saklanabilir,parçalanıp dağılabilir ama aynı zamanda parçalarını toplamaya çalışırken yeni bir hayata başlayabilir...Yeni hayat,yeni başlangıçlar,yeni arkadaşlar,yeni arkadaşlıklar...bize hiç benzemeyen bizimle aynı dünyayı paylaşan insanlar varmış meğer hayatta...bambaşka dünyalar varmış,iyi insanlar varmış,kötü insanlar varmış,beklentiler,yalanlar,çıkarlar varmış.Gerçekten de hayat biz plan yaparken başımıza gelenlermiş...

]]>
Sat, 30 Jul 2022 02:06:33 +0300 Gunesuzun
ELEŞTİRİNİN YERSİZİ https://edebiyatblog.com/elestirinin-yersizi https://edebiyatblog.com/elestirinin-yersizi Herkes bayılır yerli yersiz eleştiri yapmaya. Bugüne kadar her ne yapmış olursanız olun yine de eleştirecek bir şeyler bulurlar. Hiçbir şey tam değildir eleştiri severlere göre. 

Eleştirinin dozu ve yapısı önemlidir. Tabi ki eleştirmek lazım bazı şeyleri ama düşman savar gibi yapılanlar sadece kalp kırmaya yarar. 

Yıkıcı eleştiriye kapalı ve yapıcı eleştiriye açık durumda olunması gerekmekte. Ağzı olanın konuştuğu durumlarda genelde yıkıcı olabiliyor bu durum. 

Eleştiri denilen durum bir şeylerin daha iyi olmasını sağlamak için yapılmalıdır. İyisin ama bir tık daha iyi olabilirsin demek nere; çok kötü, berbat demek nere yani. 

Karşısındakini yok etmeye programlı olanların tercihidir sert dille yermek. Hâlbuki iyi olması istenseydi hem yumuşak bir dil kullanılırdı hem de sadece pozitif ve negatif yönleri ortaya konurdu.

Yani her zaman negatif yönlerin ortaya çıkarılmasıyla eleştiri yapılmaz. Kötülüğe açılacak ağızların hiç açılmaması daha iyi neticede. 

İnsanoğlu yapmaktan çok yıkmaya meyilli olduğu için bir şeyi irdeleme şeklimiz de o yönde olmakta. Hâlbuki iyi icraatlar yapı taşlarını üst üste güvenilir bir şekilde koymakla olur. 

Yapmak zor yıkmak kolay bu konuda da. İnsanlar kendi yapamadıklarını sanki başkası yapınca yıkmak ister gibi davranıyorlar. Hâlbuki takdir etmek de bir erdem. 

Hiçbir şey mükemmel değil dünyada; sadece onu en iyi hale getirebilecek aksaklıkları bularak mükemmele yakın hale getirebiliriz. Yani açık aramak değil neyin nasıl düzeltilebileceğine odaklanmak gerekir. 

Eleştiri aynı zamanda içinde çözüm de barındırmalı. Herhangi bir çözüm önerisi bulunamıyorsa veya belki de aksaklık olmayan konularda konuşmamak daha yararlı olmakta.

Beğenmediğiniz bir şeyin daha iyisini yapamıyorsanız da yıkmayı bırakmak daha makul. 

İnsanları eserlerine ve hayata küstürmeye gerek yok. 

Diğer yandan da eleştirilen kişilerin de bir anlamda eleştiri kabul edebilir durumda olması da önemlidir. Sonuçta dört dörtlük hiçbir şey olmadığı gibi yapılan şeylerde de aksaklıkların olabileceği doğal karşılanmalı. 

Neticede “Daha iyisi nasıl olur?” sorusuyla irdeleyebilirsek sonuca gidilmesi de o kadar kolay ve anlaşılır olur.

Eksik nerede diye bakılmamalı; nasıl tamamlarım diye düşünülmeli her zaman!

Mavinin Fecri ve Mihrinin Hicranı Yazarı 

Yazar ve Şair Betül FIRAT 

@paradoks.okur.yazar 

]]>
Fri, 29 Jul 2022 00:51:38 +0300 Betül FIRAT
KARANLIĞIN İÇİNDE https://edebiyatblog.com/karanligin-icinde https://edebiyatblog.com/karanligin-icinde Bazen öyle anlar olur ki,

Kaçıp gitmek istersin sorunlardan,sorumluluklardan,acılardan,

Kaçıp gidince geçecek sanarsın,her şeyi geri de bırakacağını düşünürsün,

Ama hiç bir şey düşündüğün gibi gitmez,hayat seni savurur durur ordan oraya,

Tüm o kaçtığın şeylerin ardında acı çekercesine çırpınır durursun aslında,

Ne yöne kaçsan umutsuzluğun da seninle beraber gelir,

Kendi kendini yiyip bitirirsin ama yapacak pek fazla da bir şeyin yoktur.

Çoğu kez “keşke” ile başlayan cümleler kurarsın.

“Keşke böyle yapmasaydım.Keşke her şey daha farklı olsaydı.Keşke öyle olmasaydı.”

Keşke,keşke diyerek kendini kandırır,yiyip bitirirsin kendini çoğu zaman.

Sonra bir de oturur kendine kızarsın inatla.

Kıyamazsın sevdiklerine bir tek kendine kıyar insan aslında.

Parça parça olmuş kalbin,umutların,hayallerin ve duygularını kitlersin bir kutuya gömersin kalbinin derinliklerine.

Yine de gülümsersin hiç birsey olmamış gibi çünkü zorundasındır “İyiyim” demeye,çünkü mecbursundur çevreni memnun etmeye.

Tüm her şey yolundaymış gibi.

İçini bir karanlık kaplar ama sen çoktan maskeni takmışsındır dışarıya karşı.

Kimseler anlamaz seni, kimselere anlatamazsın derdini,içini bir tek sen bilirsin,bir tek sen bilirsin gömüldüğün karanlığı.

Aslında anlatsan bile değişmez çoğu şeyler bunu da kabullenirsin.

Bir de sonra neler ile cebelleştiğin bilinmez,o maskenin altında,o gülümsemenin altında yatan acıları bilmedikleri için bir de iyi niyetinin nankörü olur çevrende ki çoğu insan…

Yine en başa döner “keşke” dersin,

Gözlerinden akan yaşlar ile o karanlığın için de zamanla kaybolur gidersin aslında…

]]>
Tue, 26 Jul 2022 03:52:23 +0300 Aybukedenizz
HAMURUNDA NE VAR ? https://edebiyatblog.com/hamurunda-ne-var https://edebiyatblog.com/hamurunda-ne-var Hamurunda ne var ?Nefretten mi yoksa sevgiden mi yapıldın ? Tutkudan mı alışkanlıktan mı yoksa...Seni yapan ailen seni ne ile yapıyorsa öyle bakıyorsun hayata.Aşkla mı yoğurdu annen seni yoksa öfkeyle mi savurdu baban unları... Aşk çocuğu musun yoksa nefret mi ? Hamurunda ne var senin ? Bir çocuğun en büyük hayali nedir ? Koltukta babasıyla film izlerken uyuya kalıp babasının onu yatağa götürüp öpmesi mi yoksa annenizin yanına elinizde yastığınızla gidip sıcacık omzunda sizi uyutması mı? En önemli korku da bulduğun aileni kaybetmek sanırım.Anılar yeter mi ? Yoksa yıldızlara bakmak iyileştirir mi o yarayı yoksa yaşadıkça devam eder mi ?Bazen düşünüyorum kimsin sen diye.Kendine bir kimlik yarat diyorum ağırdan al asla dalga geçme kimsin sen ? Başlangıcın ne ? Bakteriden üremediysen nereden geldin ? Senin ailen kim ? Bazen ünlü bir piyanist,bazen modacı...Sonra tekrar düşünüyorum kendime diyorum ki asıl güzel olan bana bakan bir çift anne baba bakışı...

]]>
Mon, 25 Jul 2022 23:04:34 +0300 Gunesuzun
YENİDEN YAŞAMAK https://edebiyatblog.com/yeniden-yasamak https://edebiyatblog.com/yeniden-yasamak Bir sabah uyandığınızda ölüm haberini aldığınızda sizde öldünüz mü ? Ben öldüm...

Bundan tam 5 yıl önce hem kendim hem kariyerim öldü.Artık gerçeklerle yüzleşme vaktiydi...

  Gözümü açtığımda hastanedeydim. Kafam da bir sürü soru dolaşıyordu kimsin sen ? Ben niye burdayım? Koltukta yaşına göre oldukça şık giyimli olan kadın kim ? Yoksa o mu? Ellerimi yüzümde gezdiriyorum sonra yavaşça yanıma geliyor.. “Günaydın,sakin ol hastanedeyiz sadece boğuldun küçük bir kazaydı sahilde seni baygın görünce çok korktum merak etme her şey iyi olacak’’ Şaşkınlıkla ona bakıyordum,korkuyordum,merak ediyordum ama onunla farkında olmadığı bir şey vardı  ben çoğu şeyi hatırlamıyordum bunu ona fark ettirmem gerekiyordu önce Gül’e ardından etrafıma bakınmaya başladım galiba fark etmesini sağlamıştım tam o sırada  ben “Lidya” senin dostun aynı zamanda asistanınım.Yataktan yavaşça kalktım her tarafı camla kaplı bir odadan  dışarıyı seyretmek için cama doğru yürüdüm. Denizin o kumsala vurduğu dalga sesini,kumda ardında bıraktığı beyaz köpüğü dalgayla sürüklediği kumları izledim bir süre.Dalga tam kumsala yaklaştığı an “Beni eve götür” dedim.Eve vardığımızda ev kocamandı büyük bir salonum,yazmak için ayrılmış kocaman bir odam her duvarda asılı fotoğraflarım,ödüllerim ve bana ait olan belki de tek şey kemanımdı ellerimi fotoğrafın etrafında dolaştırıyordum,kenarlarına,ortasına bakıyordum her yerden o fotoğrafı inceleyip durdum çünkü orda ki sırrı bir tek ben ve o biliyorduk çünkü..Lidya yanıma geldi

-Sana biraz çiğ sebze hazırlamamı ister misin?

-Neden çiğ sebze?

-Çünkü sen çiğ beslenen bir vegansın

-Vegan mı ? Bana bir tane sahanda yumurta yapar mısın ? Lütfen

-Peki

    Lidya  benden bunları duydukları için şaşkındı. Ama aynı zamanda da beni tekrar eski halime döndürmek için bana bir şeyler hatırlatmaya çalışıyordu onu gözlerinde görebiliyordum...

-Neden yanıma geldin? Sahile yani

-Sana kitap için fikir bulabildin mi diye sormaya gelmiştim.Biliyorsun bu son şansın yoksa evi de kaybedeceğiz.

   Masadan kalktım tekrar çalışma odasına gittim fotoğrafa bakıp duruyordum belki aklıma bir şey gelir yazabilirim diye.. Ama tekrar eski ben olmam imkansız gibi görünüyordu..

Lidya bir gün yanında bir kadını getirdi. Deniz hanım kısa siyah saçları vardı ama ona çok yakışmıştı gelip bana sıkı bir şekilde sarıldı.

-Sizinle tanışmak benim için büyük bir onur bütün kitaplarınızı neredeyse okudum size yardım etmek için sabırsızlanıyorum dedi.

Lidya  bana Deniz’in yardım edebileceğini düşünüyordu.. Deniz beni çok iyi tanıyordu bana benle ilgili ne varsa anlattı... Ama hala aklıma bir şey gelmiyordu.

Deniz bir gün bana onu sordu o fotoğrafı

-Neden o foroğrafa o kadar çok bakıyorsunuz?

-Çünkü bütün sırlarım,hayallerim orda gizli

-Nasıl yani?

-Bana bir hayalini anlatır mısın Deniz?

-Bir gün benim çalıştığım cafenin yakınınında arabanızım lastiği patlıyor ve tamirci çok geç geleceği için bizim cafede gelip bir bardak kahve içmek istiyorsunuz.İçeri geliyorsunuz size sıcak bir kahve eşliğinde yazdıklarımı getiriyorum.bana onları mutlaka okuyacağınızı ve geri dönüş yapacağınızı söyleyip beni evinize davet ediyorsunuz...

-Gerçekten hayalin bu mu ?

-Evet

-Ne komik,arabamın lastiği patlamadı ama yine de beni evimdesin..

-Siz sizin var mı ?

-Var.. Annemin geri dönmesi.. Çünkü o dönerse ben tekrar eski ben olurum..

-Nasıl yani ?

-Gel benimle.. Fotoğrafa dokunur arkasındaki defteri yavaşça alır.. Bu defter annemin defteri ben lisedeyken kompozisyon yarışmamı kazanmamı bu defter sağladı benim bu yerlere gelmemi de bu defter sağladı. Kim sırf annesi yazmayı bırakmasın diye ona uyuşturucu verir ki ? Çünkü ona bir tek onun iyi geleceğini düşünüyordu... Ne acı ama..Şimdi ise o yok o yoksa bende yokum... Kendi ellerimle anneme uyuşturucu verip onu yanlışlıkla öldüren bir insanım ben dozunu fazla kaçırmış çünkü... Ne güzel... O yüzden beni tekrar eski halime getirmeye çalışma çünkü bu olmayacak...

Deniz elinde kendi yazılarıyla beraber odadan çıktı.Bense kendimi yatakta o büyük günün gelmesini beklerken buldum... Artık ümidimi kesmişken Deniz geri geldi bana çok sinirli olduğu belliydi yavaşça bana doğru yaklaştı

-Madem artık eskisi gibi olamayacaksın,madem sen bunları çalarak yazdın şimdi de doğruları yaz seni sen yapan doğruları asıl gerçek olanı yaz yaz ki sende bununla rahatla...Seni sen yapan şeylerden vazgeçmeden yaz bunları

  • Haklıydı... Neden bunu yapmıyordum? Neden gerçeklerden kaçmak yerine bunları yazmıyordum...
  • Büyük gün geldiğinde Deniz de yanımdaydı ve evet gerçeklerden kaçmadan kendimden vazgeçmeden yazdığım kitabım sayesinde hayatımı bir kez daha kurtarmış olmuştum...
]]>
Sun, 24 Jul 2022 20:58:21 +0300 Gunesuzun
İlaç_Aşı Metodu https://edebiyatblog.com/ilac_asi-metodu https://edebiyatblog.com/ilac_asi-metodu      Hayatınızda ki probleminize olan tepkiniz ve çözme beceriniz nasıldır? Mesela, bazı insanlar direkt o sorunu ortadan kaldırma eğilimine sahipken bazıları da bunu yavaş yolla yapar. Peki sizce hangi yöntem doğrudur? Ya da sadece iki yöntem var mıdır? Benceleyin, bir problem veyahut sorunu çözmenin birden fazla yöntemi olabilir. Bu da kişinin probleme bakış açısı ile alakalıdır. Mesela, nasıl ki hasta olduğunuz da kullandığınız o ilaç hastalığı yok etmek yerine bunu yavaş yolla yapıyorsa ve hastalığının verdiği acıyı baskılayarak yok saymamızı sağlıyorsa, bizler de bunu hayattaki sorunlarımızı çözmede kullanabiliriz. Ya da aşılar gibi, aşılar oluşan yaygın hastalıkları ve ilerleyen hastalıklar için kullanılan bir metottur değil mi? Peki biz neden yaşadığımız problemlerde birer aşı olmuyoruz? Aşı gibi problemin varlığı durdurarak sorunu ortadan kaldırabiliriz. Veyahut bitki çaylarının insanlara olan etkisini düşünün. Bitki çaylarının yaptığı şey ne sorunu kaldırmaktır ne de problemin yavaş yolla çözmektir. Onlar bizi güçlü kılar ve sorunun sizden kaçmasını sağlar tâbi bir bitki çayı olmak sabır ve inanç gerektirir. Ama siz size yakışanı olun, mesela ben bir bitki çayıyım, sorunun yok olmasını sağlamak için sadece bekler ve güçlenirim. Problemlerime yapabileceklerimi gösterir ve sonra kaçmalarını sağlarım. Peki siz tam olarak nesiniz? Ya da ne olmak istiyorsunuz? 

]]>
Sun, 24 Jul 2022 02:14:24 +0300 YağmurunKızı8
ÇOK YAKIN https://edebiyatblog.com/cok-yakin https://edebiyatblog.com/cok-yakin Kafam da susması için yalvardığım bir ses var...

    Neden kimse bana inanmıyor? Niye kimse o sesi susturmamı sağlamıyor..Bağıramıyorum,hareket edemiyorum beni bu hale o getirdi... Peki bilincimin açık olduğunu farkında olan bir doktor,bir hemşire var mı ? Bu hastaneden çıktığımda buraya geri döneceğimi hiç tahmin etmezdim... Her şey o itirafı almamla başladı...

    Bir yanımda yeni ameliyattan çıkmış bir bebek...Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde gelen bir nakil sonucu kurtulmuştu.Diğer yanımda ise hayatımın aşkı kalbi o bulmuştu bana o haberi vermişti “Kurtuldu” ama nasıl olmutşu ? Bu kadar hızlı nasıl bulmuştu o kalbi?

   Bir gece yatmadan önce ansızın itiraf etmişti “Evet,ben yaptım o çocuğu öldürüp bizim çocuğumuza hayat vermesini sağladım.”

Yatakta oturmuş ellerimle kulaklarımı kapatıyordum.Duymak istemiyordum böyle bir şeyi önce gerçek olduğuna inanmak istemedim,reddettim,unutmak istiyordum yada unuttuğumu zannederken bu olay alıştığımı düşünmeye başlamıştım...Bir sabah bahçe de en sevdiğim tulumumu giyerek çiçeklerimi sulayıp,yeni aldığım çiçeklerimi dikmek için hazırlanıyordum ve o an bir ses duymaya başladım. ‘Ben senin oğlun değilim,sen bahçe işleriyle uğraşarak beni duymayacağını zannetsen de ben burdayım,her yerdeyim...’ Etrafıma baktım bahçe de kimse yoktu.. Git gide bu sesi gittiğim her yerde yalnız kaldığım her an,her dakika,her saniye duymaya başladım.. Bana iyi gelen tek şey bahçeyle uğraşmaktı... Saksıları düzeltirken’ Bak buradayım,hayır orda,yanında,arkanda ben her yerdeyim’ aynı sözcükleri tekrarlıyordu..Önce saksıları sağa sola fırlatmaya başlamıştım.. Ama susmuyordu ‘Bunları yapsan da bana değil sana olacak boşuna uğraşma’ Koşmaya başladım eve girdiğimi hatırlıyorum sonrası kapkaranlık... Uyandığımda herkes başımda telaşlı bir şekilde bekliyordu.Ama sesi hala buradaydı ‘Burdayım’, ‘Hayır bu tarafa bak aslında ordayım’, ‘ Çocuğuna bak zavallı sen bir hiçsin’ durduramıyordum... Sesi durduramamkla beraber artık kimse bana inanmıyordu. Bana acıyan gözlerle bakıyorlardı  ve o bakışlarla beraber beni o dört duvar arasına koydular.. Hep aynı teselli ‘İyileşiceksin’,’ İyi olacaksın  seni seviyoruz’.  Ama ben dört duvar arasına girmek değil sadece o sesten kurtulmak istiyordum...

Hastanede geçirdiğim süre boyunca sadece şarkı söyledim sanki benim şarkı söylemem o sesi susturuyordu.  Belki de kendi sesimle onu susturmayı başarıyordum. Hastaneden çıktığımda artık o ses beni o kadar da rahatsız etmiyordu ondan gerçekten kurtulduğumu düşünmüştüm... ‘Görüşürüz dört duvar’,” Görüşürüz ses’...

     Aradan geçen zaman sonucunda aslında o sesin beni bitirdiğini fark etmeye başlamıştım. Vücudum uyuşmaya artık hareket edemez hale gelmeye başlamıştım.Doktorların  dediğine göre ‘Katatoni’olmuştum... Kas katı kesilen vücudum içinde sadece tebessümüm aynı kalmıştı artık kimseyle konuşamıyordum, o sesi durduramıyordum hala kulağımdaydı doktorlar bilincimin açık olduğunu biliyorlar mıydı? Yoksa bilmeyerek mi hareket ediyorlardı... Tanı koymak ne kadar olaydı onlar için... Beyaz önlükleri,steteskobun  o buz gibi haliyle bana bakan ve yine o acıyan bakışlarıyla beraber döndü ve

  • Beyfendi maalesef eşiniz Katatoni geçirmiş şizofreni de görülen bir rahatsızdır. Merak etmeyin ona iyi bakıcaz.. Eşiniz tekrardan haraketlenebilir diye umut vermeden yapamıyordu ama..

Bu cümleyi kurduktan sonra bana benzeyen insanların arasında buldum kendimi... Balmumundan heykel gibiydi herkes oldukları gibi kalmıştı... Oysa ki ben sadece ses ve ben olarak kalıcağımı zannederken korkuyordum.Bekledim bir gün biri hareketlenir diye bekledim.Sonuçta hareketlenilebilir diye söylemişti doktor... Ses hala kulaklarımda ‘Öl’,’ sende beni öldürdüğün gibi öl’,’ seni ben bitiricem’ tekrsr başlamıştı susumuyordu aslında içimden bağırıp hıçkırarak ağlamak istiyordum ama kimse beni duymuyordu sadece gözümden akan yaşları görüyorlardı... Ve işte beklenen gün yanımda yatan bir hasta sabaha karşı hareketlenmiş ve tam yanında olan beni iki kere bıçaklamıştı... Dalağım ve kalbim... İki en zayıf organ... Dalağa hedeflersen onu alman gerekir anında gücünü yitirir ve kalp ona gelen uçla kalbi delip kanamaya yol açabilirsin... O da bunu yaptıktan sonra başucumda tekrar kas katı kesilmişti. Yavaş yavaş kalp ritmimin azaldığını hissediyordum sonunda o sesten kurtuluyordum...

Elveda ses, senden çok özür dilerim...

]]>
Sat, 23 Jul 2022 22:56:53 +0300 Gunesuzun
Stefan Zweig https://edebiyatblog.com/stefan-zweig https://edebiyatblog.com/stefan-zweig “Savaşacağım tek şey, içimdeki diğer bendi…”

 ????

“Savaşacağım tek şey, içimdeki diğer  bendi…” diyor Satranç kitabında Stefan Zweig .

Savaşacağı tek şeyin kendisi olduğunu, içinde yaşayan bir başka benliği olduğunu söylüyor. Aslında hepimiz için geçerli bir şey değil mi? Hepimiz içimizde yaşattığımız bir başka karakterlerle, sevdiğimiz, desteklediğimiz bir başka görüşle çelişiyor, savaşıyoruz. Bir savaş başlıyorsa biz o savaşı ilk önce içimizde başlatıyoruz, kendi benliğimizle savaşıyoruz. Kah kazanıyor, kah kaybediyoruz.

Sadece bir savaşta değil hayatımızın her alanında içimizdeki renklerle tartışıyoruz. Belki isteyerek  belki istemeyerek  sabah dışarı çıkmadan önce giyeceğimiz kıyafetimiz için bile içimizde münazara yapıyoruz.

Hayatımız boyunca içimizdeki gökkuşağının her bir rengini tek tek tanımaya çalışıyoruz, daha sonra hayatımıza farklı insanlar giriyor kendi renklerimizi tanımayı bir kenara alıp belki de asla tamamen tanıyamayacağımız, inceleyemeyeceğimiz gökkuşaklarına, renklere çeviriyoruz bakışlarımızı. Okulda öğretmenimiz bir soru sorduğunda  diğer  öğrencilerden önce cevap vermek için ufak bir yarışa giriyoruz. Kendi benliğimizi bırakıyor farklı benliklerle savaşıyoruz ve tam da bu sırada insanları engel olarak görürken bize engel olan kendi renklerimizi adeta renk körüymüşçesine göremiyoruz. Kendimizi bozuk  zannediyoruz, aslında tam da bu sırada içimizdeki o gökkuşağından muaf tutulmuş siyah ile tanışmış oluyoruz. O siyahı iyice tanıdıkça içindeki karanlıkla tanışıyorsunuz.  Burada Stefan Zweig’ın bahsettiği içindeki benliği siyah kısmı.

İçindeki bütün renkleri gördükten sonra daha da bilinçlenmeye başlıyor insanoğlu ve anlıyor ki bir savaşta da kendimizle savaşıyoruz, bir yarışta da kendimizle yarışıyoruz. Çünkü her daim bir insanın en büyük engeli kendisi oluyor. Zamanla başka insanların gökkuşaklarını tanısak bile ‘bütün’ renklerini tamamen tanımamızın imkansız olduğunu anlıyor ve bu iki kavram arasındaki farkları net bir şekilde görmeye başlıyoruz.

 

Kısacası  “Savaşacağım tek şey, içimdeki diğer  bendi…” diyor Zweig. Hepimizin aşması gereken renkleri, aşması gereken bir benliği var diyor. Hepimizin kazanması gereken savaşlar var diyor…

 

]]>
Wed, 20 Jul 2022 14:37:38 +0300 Slyheti
Stendhal Sendromu https://edebiyatblog.com/stendhal-sendromu https://edebiyatblog.com/stendhal-sendromu Stendhal Sendromu, kişinin 'kusursuz' bir sanat eserinin ihtişamı karşısında kendinden geçme halidir. Sanat zehirlenmesi veya hiperkültüremi olarak da bilinir. Hastalığa ismini veren Fransız yazar Stendhal, 19. yüzyılda Floransa'da bulunan Santa Croce Bazilikası'nı gezerken vücudunda çeşitli rahatsızlıklar (kalp çarpıntısı ve halsizlik) hisseder. Kendisi hislerini şu şekilde tasvir eder: 'Floransa’da olmaktan, o muhteşem insanların mezarında dolaşmaktan dolayı kendimden geçmiştim. Bu yüce güzelliğin düşüncesi beni avuçları içine almıştı. Bir an ilahi hislere gömüldüm. O an her şey ruhuma sahicilikle hitap etmeye başladı. Ah, keşke unutabilsem. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hayat gözlerimin önünden çekilmişti. Yürürken yere yuvarlanıp gitmekten korktum.' Böylece bu psikosomatik rahatsızlık Stendhal Sendromu ismini alır. Rahatsızlık Stendal'da olduğu gibi çarpıntı şekilde veya baş dönmesi, şaşırma hatta halüsinasyon olarak seyredebilir. Stendhal sendromunu inceleyen uzmanlar, birtakım bulgular elde etti. Sanat eserlerini inceleyen ziyaretçilerin o andaki fizyolojik durumları kaydedildi. Araştırmalar sonucunda bazı ziyaretçilerin kalp atım hızı, tansiyon ve yüz kaslarında farklılıklar gözlemlendi. Sanatseverler, 1996 yılında Stendhal sendromu adıyla bir film çekti. Sendromu yaşayan bir katilin hikayesini konu alan bu filme dileyenler göz gezdirebilir.

]]>
Sat, 16 Jul 2022 13:56:33 +0300 saruzey
'Bilinmezlik' https://edebiyatblog.com/bilinmezlik https://edebiyatblog.com/bilinmezlik Gökyüzünde kaybolmanın zamanı gelmedi mi? Açsam kollarımı sana, Allah'ım  Yorgunum, yoruldum ve üzgünüm desem, hatalarımı affedip kucaklar mısın beni? Kor cehennemin ateşinde yeterince yanmadı mı, gönlüm... Bir umut mudur yaşamak? Yoksa umudun var olmasının nedeni, kendimize verdiğimiz sebeplerimiz midir? Neden bu kadar bilinmezlik ve soru işareti vardır hayatımızda. Ve neden kimse yanıt veremiyor, Üzgünüm Allah'ım, anlamıyorum verdiğin işaretleri, bu bilinmezliğin sonu belli midir?

]]>
Sat, 09 Jul 2022 11:20:03 +0300 zeyneppiyan
Mutluluk Nedir? https://edebiyatblog.com/mutluluk-nedir https://edebiyatblog.com/mutluluk-nedir Hayatımız boyunca mutluluğu arar dururuz, bu sadece bize özel bir durum da değildr aslında. İnsanlık varolduğundan beri sürüp giden bir arayıştır bu. Peki nedir bu mutluluk ? Neden bulmak zorunda hissetmişler insanlar kendini yıllar boyunca ? İlk önce kelime kökenine bir bakalım istiyorum. Mutluluk, umutluluk ile aynı köke sahiptir ki bence bu duyguların kökü de. Umut yoksa mutluluk olmaz diyebiliriz. 

Basit bir kelimeyi tanımlamada sorun yaşamazken, duygularımızı tanımlarken zorlanıyoruz. Mutluluk da bunlardan biri. Birçok tanım görebilirsiniz mutluluk için, benim en sevdiğim tanımı ise dolu dolu yaşama isteği... Yaşamına sahip çıkmak, umutla sarılmak, yaşamaya cesaret edebilmek belki de en temel bölümleridir mutluluğun. 

Peki neden ararız mutluluğu ? Ne malum ki bulabileceğimiz ? Aslında bu bizim hayatta kalma güdülerimizden biri. Ruhsal ve fiziksel olmak üzere ikiye ayrılan mutluluğa ulaşmak en ilkel insanda dahi olduğu düşünülen bir içgüdüdür.

Nasıl mutlu olabiliriz ? Hormonlarla doğrudan ilgisi olan bu duyguyu bize sağlayan hormonlar nelerdir diyecek olursak karşımıza dört temel hormon çıkıyor. Bunlar dopamin, oksitosin, endorfin ve serotonindir. Bu hormonları üreten yöntemleri yine fiziksel ve zihinsel olarak  iki ana başlık altında toplayabiliriz. Fiziksel yöntemlerde, çikolata, muz ve ananas gibi meyveleri yemek, antidepresan ve ne yazık ki uyuşturucu kullanmak var. Uyuşturucu, yalancı mutluluk kaynağıdır, mutlu olduğunuzu düşündürür ama bu bir ilüzyondur. Zihinsel yöntemlerde ise seçilen bir amacın gerçekleşmesine karşılık vücudumuz bizi ödüllendirmek için ürettiği mutluluk hormonu ki bu yönteme ben kısaca başarı diyeceğim, sevgi, iletişim ve keşfetmek de zihinsel yöntemlerdir.

]]>
Tue, 05 Jul 2022 21:13:53 +0300 Nur Bersun
HAYATIN CİLVESİ https://edebiyatblog.com/hayatin-cilvesi https://edebiyatblog.com/hayatin-cilvesi Daha kaç yaralı yüreğe dokunacak bu yürek?

Kaç göze sığacak bu gözler?

Bilmem!

Kaç acıyı dindirecek sözler...

Yaz mevsiminin öğle saatiydi.Biraz yorgun, Biraz da düşüncelerle dolu bir kafa ile mağazaya girmiş, Kendisi için uygun kıyafetlere bakınıyordu Hakim. Dalgın düşünceler arasında birden!...

Hoşgeldiniz. 

Nasıl yardımcı olabilirim size dedi Derviş.

İçinde bir heyecan ve hafif bir tebessümle; Kendim için uygun pantolon bakıyorum dedi Hakim.

Gözlerindeki acıyı hissedercesine, Ben psikoloğum dedi Hakim.

Derviş, Benim Annem ve babam ayrı dedi.13 yaşından beri babam başka bir şehirde yaşıyor. Ben Annem ile kalıyorum dedi. Hakim,Derviş'in gözlerindeki derin acı ile birlikte; Hafif yaşaran gözlerine dikmişti gözlerini...

Derviş devam ediyor: Çoğu zaman Yalnızlığı seviyorum. Yalnız kalmak kendimle başbaşa olmak beni daha huzurlu hissettiriyor... Bazı yaşanan anlar insanı güçlü kılıyor diyor.

Hakim, O masum bakan gözlere uzun uzun baktıktan sonra, Sen güçlüsün ve yaşama tutunmak için çaba sarfediyorsun. Yaralar insanı iyileştirir... Ben  sende bunu gördüm dedi.

Derviş, Sadece mağazada çalışmıyor! Aynı zamanda karakalem çalışması yapıyor ve Beden eğitimi öğretmeni olmak için çaba sarf ediyor...

BAZI YARALAR KABUK BAĞLAR...

BAZI ACILAR İNSANI KAMÇILAR...

HER HAYATIN İZİ AYRI BİR YAŞAM...

HER YAŞANTI HAYATIN BİR CİLVESİ...

]]>
Sun, 05 Jun 2022 23:12:35 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Dertleşme Seansları https://edebiyatblog.com/dertlesme-seanslari https://edebiyatblog.com/dertlesme-seanslari İnsanlar niye bu kadar bencildi?

Başkasına ayıp etmemeye çalışırken niye hep bana ayıp ediyorlardı.

İnsanların gözünde bu kadar mı değerim yoktu?

Niye gözyaşlarımın sebebi oluyorlardı.

Sıkıldım, bunaldım.

İnsanların beni ikinci planda tutmasından bunaldım.

Bana değer veren niye hep tek benim.

İnsanlar beni harcarken ben niye hep onlara fedakarlık yapıyorum.

Eğer gerçekten bana değer veren biri varsa niye böyle hissetmeme izin veriyordu.

Çekip kurtaracak gücü yok muydu?

Niye ben yazmaya mahkum edilmiştim.

İnsanlar beni rahatça kullanırken ben birbirlerine kızmasın araları bozulmasın diye kimseye anlatmayıp içimde biriktirip sonra niye yazıyordum. 

Bana değer veren tek şey yoksa yazmak mıydı?

Artık o kadar biriktim ki kimsenin sorun etmeyeceği şeyleri sorun edecek hale geldim ve kimse bunu fark etmiyor.

Ben buradayım. Hayatınızda bir yerin de ben de varım. Beni de fark edin artık çünkü ben çok sıkıldım.

Birilerinin beni fark etmesine ihtiyacım var görmüyor musunuz?

Birinin elini bana uzatmasına çok ihtiyacım var. 

Artık ağlamak için geceyi beklemiyorum çünkü siz bana her saati gece yaptınız ve bunu görmemek için gözlerinize perde indirdiniz.

Ben size çok değer verdim ve karşılığında istediğim tek şey değer görmekti.

Fakat siz mutsuzluğa mahkum ettiniz beni.

Mahkum ne demek onu bile bilmeyen kızın yaşamı bu muydu?

Mutsuzluk mu?

Bir keresinde bana biri doğmadan önce hayatımızı izliyoruz ve eğer istersek dünyaya geliyoruz demişti.

Belki gerçek bile değildir bilmiyorum ama o zaman ona inanmıştım.

Eğer ben bu hayatı izlediysem niye istedim gelmeyi...

Eğer seçim sunulduysa neden acı çekmeyi istedim?

Görünmez biri olmak niye istedim?

]]>
Sun, 05 Jun 2022 11:10:13 +0300 Buse Nur Gürlek
Ben Daha Çok Küçüğüm https://edebiyatblog.com/ben-daha-cok-kucugum https://edebiyatblog.com/ben-daha-cok-kucugum

Bir, iki, üç...

Bir güz daha geçti.

Dört, beş, altı...

Bir yaz daha sona erdi. 

Ben büyüdüm ama ruhum çocuk olmak istiyorum diye feryat ediyor. 

Elindeki bebek ile saf bakışlarımı odamdaki dolapta gezdiriyorum.

Daha o dolap ne güçlük ile kazanıp alındığını hesap yapacak bilincinde değilim. 

Altı, yedi, sekiz...

Büyüyorum daha büyümek ne demek bilmiyorum.

Üstüme fazla yük biniyor. 

Sorumluluğum artıyor...

Bunu istiyormuyum diye kimse sormuyor. 

Oysaki ben daha oyuncak bardağıma su koyup kahve içiyorum. 

Büyümek istemiyorum fakat etrafım büyükmüşüm gibi davranıyor...

Nasıl yani? Ben artık büyükmüyüm.

Dokuz ve on...

Üstümdeki ağırlık beni boğuyor.

Annem artık benimle olgun biri ile konuşuyormuş gibi konuşuyor...

Onu anlamak istemiyorum. Dediği şeyleri duymak istemiyorum.

Hayatın bu yükünü istemiyorum.

Ben bu yükü kaldırmak için çok küçüğüm.

Kimse kabul etmesede ben daha çok küçüğüm...

]]>
Wed, 01 Jun 2022 12:54:54 +0300 Buse Nur Gürlek
Acısız bir hayat mümkün mü ? https://edebiyatblog.com/acisiz-bir-hayat-mumkun-mu https://edebiyatblog.com/acisiz-bir-hayat-mumkun-mu Mutluluk nedir, gerçekten böyle bir duygu var mıdır, saf bir duygu mudur, nasıl mutlu olunur, olumsuz duygular nelerdir, uzak durmak mümkün müdür ve daha binlerce soru duyuyoruz günümüzde. Televizyonu açınca haber kanallarını bazılarımız direkt geçiyor, bazılarımız kitlenip kalıyor. Peki kanalı değiştirenler neden bunu yapıyor ? Acıdan kaçmak için mi ? Acı gerçekten kaçılabilir bir duygu mu ya da cidden kaçmamız gerekiyor mu ? 

Motivasyon konuşmacıları ve bazı fenomenler sürekli aynı şeyi diyor ; OLUMSUZ DUYGULARDAN ARININ. Peki bu bize ne kazandıracak ? Biz acılara gözümüzü yumunca acılar bir anda yok mu olacak ? Elbette ki hayır ! O zaman ne yapacağız, acılarla dolu bir hayat mı geçireyim diyebilirsiniz, ama cevabım yine hayır olacak. Acılardan kurtuluş yok ama unutmayın ki canlı olan her şey acıyı deneyimler. Acı hayatın bir aracıdır. Sağlıklı bir hayat için yapmamız gereken şey araçlarımızı amaç yapmaktan vazgeçmek. Tabii böyle söylendiği kadar kolay olmayacaktır ancak demeye çalıştığım şey şu ki, acılarımızı hayatımızda amaç olarak görürsek yalnızca onu duyarız bu da gerçek amaçlarımızı unutmamıza sebep olur. 

Araç ile amaç karmaşası sadece acı konusunda yaşanan bir durum değildir aslında. Örneğin, eğer birini sizi sevmesi için seviyorsanız sevgi sizin için bir amaç değil araçtır. Amaç tek yönlüdür, sadece ama sadece sizi ilgilendirir. Herkesin bir amacı vardır, bu bizim doğamızda var. Amacım yok diyen biri varsa ya da siz böyle düşünüyorsanız, bu amacınızın olmadığından değil henüz onu bulamadığınızdandır. 

Acı konusuna geri gelelim. Zihnimiz acılardan bizi korumaya çalışır çünkü farkındadır ki bir acı, geçmiş bir acıyı uyandırabilir. Ama cam fanusda dahi yaşasanız, bu dünyada herkese yetecek kadar acı var. İnsan olmanın temel özelliklerinden ve zorluklarından dolayı bu konu bir çıkmaz gibidir aslında. Sonuç hem çok basittir hem de ulaşması neredeyse imkansız gibi gözükür.

Acı kaçınılmazdır ; ıstırap ise biz insanların ürünüdür, acıdan kurtulma çabasıdır ve anksiyeteye sebep olabilir - çoğu zaman olur da, içsel bir deneyimden kaynaklanır ve ne yazık ki kontrolü bizde değildir- 

Hayatta olmamızın bir sebebi olduğunu unutmamalıyız, hayatımızı bir kağıt olarak düşünüp bir tarafına mutlulukları diğer tarafa acıları yazılı olduğunu varsayarsak acıları silmek için kağıdı buruşturup atarsak kağıdın diğer yüzünü de atmış oluruz. Acılar da mutluluklar da hayatın bir parçasıdır, acıdan kaçmak mutluluklardan da kaçmak demektir. 

]]>
Tue, 31 May 2022 12:28:40 +0300 Nur Bersun
İŞİN SIRRI KONUŞMAK... https://edebiyatblog.com/isin-sirri-konusmak https://edebiyatblog.com/isin-sirri-konusmak Yaşamın olmazsa olmazı iletişimi etkili kullanmaktır...

İletişimin ilk kuralı, İnsana kendinizi sevdirebilmekten geçer.Bir insana kendini sevdirmek zordur... Güven ve Samimiyet olursa sevdirmek kolay olur...

Bir mağazada,Bir sohbette yada yeni tanıştığınız bir insanın hayata dair izlerini kendi aynanızdan görebilirsiniz.

Aynada yansıyan yüzü görmek, O anki  duygunun durumunu resmeder.. 

Her zaman söylerim:

KİŞİ KARŞISINDAKİNİN AYNASIDIR...

Bir insanla sohbet ederken, İlkin göz teması kurmak. Göz göze gelip konuşmak bir insanı daha iyi anladığınızı ve onu pür dikkat dinlediğinizi gösterir...

Konuşmaya başladığı an! Karşı tarafa güven ve samimiyet verebilmeli insan. Bunu yaptığında  karşı taraf  bu güveni görecek ve size içini dökecektir...

Gözler bir insana herşeyi anlatır. Sözler kalpten gelen bir duygunun eseri olur. Söz ağızla söylenir, Yürek hissi verir, Gözler o anın fotoğrafını resmeder...Anlattıkça kimi göz, Mutluluktan dolarken; Kimi göz, Acının ızdırabı ile dolar...

Bir insanı anlamak! Onu yüreğe hapsetmek demek...

Bir yüreği kendine hapsetmek! Onun Dostluğunu kazanmak demek...

]]>
Tue, 31 May 2022 00:44:49 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Gecenin ilk dansı https://edebiyatblog.com/gecenin-ilk-dansi https://edebiyatblog.com/gecenin-ilk-dansi Şehir karanlığa bulanmış, korku ve endişe bina duvarlarına kendini resmetmişti.

Pencereler ardına gizlenen insanların sessizlik çığlıkları gecenin sırtına tırnaklarını geçirmiş , hergün bir önceki güne nazaran daha fazla kanatıyordu donmuş ruhlarını.

Biz  seninle bu gece şehrin ve  korkunun kaçaklarıydık.

Önce fırçalarımızı alıp maviye boyadık siyah duvarları.

Sonra bedenlerimiz kavruna koştuk çıplak ayaklarımızla buz gibi kaldırım taşlarında. 

Ve uyandı sonunda yıllarca  fanusa hapsolan kelebekler . Mistik ezgilerle kanatlarını çırpmaya başladılar.

Bu mucizenin  rengine daha fazla karşı koyamadı koyamadılar. 

Her biri pencereler ardından rengarenk sokaklara çıktılar .

O gece dansları başladı .

Kaldırım taşları alev alana kadar dans ettiler. Ruhları alev alana kadar dans ettiler . Ve yeniden doğana kadar dans ettiler..

]]>
Sun, 29 May 2022 21:13:58 +0300 Bir_Paradoksun_defteri
İzlerin Ötesinde https://edebiyatblog.com/izlerin-otesinde https://edebiyatblog.com/izlerin-otesinde Bir şehir düşünün o şehirde sayısız insanlar, sayısız mekanlar, sayısız eşsiz ve kendine özgü güzelliklere hakim bir şehir.Yine bu şehirde bir insan var. Bu şehirden bıkmış gitmek uzaklaşmak isteyen bir insan sebebi sorulduğundaysa sadece tek bir yanıtı olan bir insan; bu şehrin her köşesinde anılarım izlerim var ve ben bunlardan uzaklaşmak istiyorum diyen bir insan. İz bırakanlar unutulmaz.İzi bırakanda bıraktıranda elbet aklımızın ucra bir köşesinde yer edinmiştir kendine. Anı biriktirmek bunları paylaşmak güzeldir anınız yoksa sizde hiç var olmamışsınızdır aslında hayatınız boş bir kutudan ibarettir. Ama bazı anılar vardır pandoranın kutusu gibidir açıldığında içinden kötülük ve acıdan başka bir şey yaymaz.Bu şehirden uzaklaşmak istemesindeki sebep bu aslında bu şehrin çoğu yerinde onun için pandora kutuları vardır ama az da olsa güzelliğide vardır bu anıların.Ama ne derler bilirsiniz tek bir yanlış birçok doğruyu götürür diye bu anılar içinde geçerlidir belkide.Bu şehirden uzaklaşamasada bu anılarla beraber yaşamayı öğrendi bu insan.Sizlere bu insanın kim olduğunu şimdilik söylemeyeceğim ilerleyen vakitlerde kendini zaten ortaya çıkaracak kendisi.Anılarla yaşamayı öğrendi peki ya izleriyle yaşamayı öğrenebildi mi? Hayır.Maalesef pek öğrenemedi arada ufak dersler çıkardı ama bu şimdilik yeterli değildi. İzlerin ötesinde bir şey vardı sanki onun için daha derinlerde daha koyu bir şey oda kaybolmuş ruhuydu belkide.İzlerin ötesinde kaybolmuş duyguları veya kırılmış duyguları var.Onu bu duruma getiren insanlar şu an mutlu hayatlarını yaşıyorlar ama kendisi mutsuz olmasada yalnız.Yalnızlık paylaşılmaz.

]]>
Fri, 27 May 2022 17:52:49 +0300 Castrum
DOĞDUĞUM GÜN https://edebiyatblog.com/dogdugum-gun https://edebiyatblog.com/dogdugum-gun

 DOĞDUĞUM  GÜN 

  İnsanın  ilk  hayata  adımı dünyaya  gözünü  açtığı an başlar … 

Bebek  olarak  yaşama  ilk  gözümüzü  açtığımız an! İlkin,Annenin  sevinç  çığlıkları arasında gözyşları dökülür. Sonrasında,Babanın  heyecanı ve mutluluğu bir arada olur…Bende  her  bebek  gibi  gülerek değil !Ağlayarak   geldim. Yaşam boyu hep sorar dururum…

BİR BEBEK DÜNYA’YA GELİRKEN,NEDEN GÜLEREK DEĞİL DE !AĞLAYARAK  GELİR ?

 Sorular arasında kendimce  cevap  veriyorum kendime…

Kucağa  alındım  sarıp  sarmalandım  ve  sevinç  çığlıkları arasında  yeni  ve hiç tanımadığım  bir   dünyaya   adım   atmanın  şaşkınlığı  arasında yaşama merhaba  dedim. Çocuk oldum.Okula  heyecanla  başladığım  an  unutulmazdı… Liseden  mezun  oldum.  Sıra Hayat  ve  Yaşam  mücadelesi ile  devam  etti. İlkin  Züccaciye  ile   başladığım  işe,Çeşitli işlerde çalışarak devam etti… On yıllık İstanbul  yaşantıma; hem iş hem de güzel anlar sığdırdım… ilkin turizm işi ile başladığım iş, Televizyon  kanalında  son buldu. Sevgi dolu yüreğimle,  Yıllar sonra da olsa; hayalini kurduğum yazarlığa  adım atmamla  ve  internet  sitesinde  yaptığım röportaj  ve  yazdığım yazılarla devam   ediyorum … Yaşantıma  zamananda  kısa  bir  yolculuk  yaptım.

Yıllar değil! Hayat  beni  eskitmeye  başlasa  da;  Ruhum  hep   genç  kalacak  ve  kalmaya  devam  edecek …  

Bugün  tarihler  25   Mayıs’ı gösteriyor. Yılı  yazmıyorum  çünkü ; Yıllar değişir  ama! Özel  gün  ve    anlar  hep  aynı kalır. Bugün  ben  yeniden  doğdum  ve  bugün    benim   doğum    günüm... 

                                                 YENİ  YAŞIM  KUTLU  OLSUN...  

]]>
Tue, 24 May 2022 16:16:43 +0300 KUM SAATİ YAZARI
ALBATROS https://edebiyatblog.com/albatros https://edebiyatblog.com/albatros Kanatlanıp uçmak gerekir bazen,çıkmak gerekir güvenli alanından; terketmek belki yatağını, odanı, yaşadığın şehri yada biriktirdiğin kimseleri… Bilinmezliklere yelken açmadan,sis bulutunun ardındaki meçhul güzelliklerin muhakemesini yapmadan yaşadım diyebilir misin bu hayatı? Göçmek bir ömür boyu var, alıcı kuşlar gibi. Bu kervanda Albatros olmadan ne kadar özgür olabilir insan ve ne kadar işte bu benim diyebilir sonsuz gözüken maviliklerde kanatlanıp uçmadan. Sorgulamak mı asıl olan yoksa sonunu düşünmeden yaşamak mı adil olmayan bu dünyada ? Sahi ya! Sonunu düşünen kahraman olamaz derler ancak haberleri var mı yaşadığımız toprakların jeopolitik konumundan, bize kattıklarından ve bizden aldıklarından… Kanatlanıp uçamam ben; gözlerimi kapattığımda kaçamadığım kabuslarımdan, yaşadığımı sandığım her saniyeyi boşa saymaktan,sevildim zannederken hayal kırıklığına uğramaktan vede bütün bunlara usanmadan kendimi maruz bırakmaktan. Kanatlanıp uçamam ben çünkü maruz bırakan değil bırakılan olmama rağmen bu cümleyi bana kurduran abes mücrimlerden. Hezarfen Ahmet Çelebi uçmak istemiş, kellesi istenmiş. Ben uçmak istedim beter edildim…

]]>
Tue, 24 May 2022 01:05:54 +0300 koalaamaenerjik
YAŞAM DERSİN https://edebiyatblog.com/yasam-dersin https://edebiyatblog.com/yasam-dersin An gelir, her şey kabul edilebilir görünmeye başlar gözüne. Doğru yolu bulmak denir buna, sen buna yoldan çıkmak dersin. An gelir aşkta da kumarda da kaybedersin, belki de şanstır bu, sen kendine şanssız dersin. Ayık kişi yoktur alemde. Kimi işrette küfeliktir, kimi zikrette… Edep, buna “Eyvallah” diyebilmektir. Sen tutar “Edep yahu!” dersin. Yahudi havradan havraya, Hıristiyan pazardan pazara, Müslüman namazdan namaza hatırlar yaratıcıyı, ayıptır! Sen buna din dersin. Her masum günaha koşar, imandır bu. Sen buna küfür dersin. Milyonlarca varlıkta oynaşır milyonlarca ruh, aslen aslı kadar tektir, sen buna çok dersin. Her şey sen olur ve her şeyden öte ne varsa yine sen… Sen buna “BEN” dersin. Öncekiler yapar, sonrakiler yıkar. Çökmemiş tavan kalmaz yeryüzünde, kuytusunda define aranmamış temel kalmaz. Mezarlıklar şehirlerin ortasına yürür. Sabahın ışıkları yürek gibi titrer, şehrin ral sesi kafaların içine taşınır, dogmalar sarsılır; vakur başlar yere gelir; tabular yıkılır; göz göz olur duvar gibi önyargılar. Bu hayattır. Sen tutar buna “YAŞAM” dersin.

]]>
Mon, 23 May 2022 22:25:30 +0300 Şeyda Yüksel
Boşluk https://edebiyatblog.com/bosluk https://edebiyatblog.com/bosluk      Öyle bir düştüm ki , hiçbir boşluk bu kadar dipsiz olmamıştı...

]]>
Tue, 17 May 2022 01:49:05 +0300 gezginpisi
Ey Güzel İnsan? https://edebiyatblog.com/ey-guzel-insan https://edebiyatblog.com/ey-guzel-insan

Bir sürü insan biriktirdim kendime .

Iyisiyle kötüsüyle ...

Kötüleriyle büyüdüm, iyileriyle çocuklaştım .

Son zamanlarda büyük düşündüğümden anladım .

Iyi insanlar geri de kalmış .

Çocuklaşmayı özledim ey güzel insan...

Nerelerde kaldın ?

]]>
Tue, 17 May 2022 01:30:13 +0300 gezginpisi
Özgürlük https://edebiyatblog.com/ozgurluk-2427 https://edebiyatblog.com/ozgurluk-2427 Özgürlük, pek çoğunuz için sadece bir kelimeden ibarettir.Oysa özgürlük, kafesteki ruhu gökyüzüne salabilmektir.

Kaçımız bunu basara biliyor ,peki?

Kaçımız fikirlerini ve duygularını dile getire biliyor ?

Öfkeyi, kızgınlığı kaçımız haykira biliyor?

Özgürlük, kelimelerini saygı çerçevesinde kullanarak kendi fikrini ,bakış açını dile getirebilmektir.

Ne yazık ki hayat koşuşturmacadan ibaret ve "yaşamak"hep ertelenen bir eyleme dönüşüyor.

Farkına varmadigimiz o süreç "hayattır" ...Nefes aldığımızı farkında değiliz, gördüklerimizin farkında değiliz , yaşadığımızı farkında değiliz .

Farkındalık ve özgürlük bence birbirine bağlıdir.Farkinda olan özgüdür,özgür olan ise farkında...

Mesele şu an okuduğunuz bu yazıyı kaç kişi gerçekten okuyor.Bir dakika durmanızı rica ediyorum.Nefes alıp, etrafiniza bakın, etraftaki eşyalara bakın inceleyin.Oturdugunuz koltuğa odaklanın sonra kendinize, sonra ekrana bakın ve devam edin...

Ne yaparsanız yapın bilinçli ve farkında olarak yapın.Ozgur yapın, nefes alarak yapın.

Çünkü çoğu zaman kıymet bilmek geç farkına varılan bir durumdur. Kaybettikten sonra tekrar kazanmak zor olur, en iyisi hiç kaybetmemek...

Farkındalıkla Kalın, özgür kalın!!!

]]>
Wed, 11 May 2022 22:39:20 +0300 Leyla Aghayeva Yavuz
Kadın Seni Doğurandır https://edebiyatblog.com/kadin-seni-dogurandir https://edebiyatblog.com/kadin-seni-dogurandir Kadın güçtür kuvvettir. Kadın seni senden daha iyi yapan bir nimettir. Kadın senin ilk annendir. Kadın seni doğurandır.

Nasıl başlanır konuya nasıl girilir yada ilk vurgulu cümlem hangisi olmalı hiç bir fikrim yok. Çünkü bu sefer ki konum biziz. Biz kadınlar.Hatırlıyorum da hala unutamadığım bir lise ödevim vardı. Herkes ikişerli yada üçerli gruplar halinde olacak ve kadınlarla alakalı bir sunum hazırlayacaktı, birinci olan grup konferans salonunda herkesin önünde sunum yapacaktı. Tabi o zamanlar bu aşırı önemliydi. Herkes harıl harıl sunuma hazırlandı, Ve sonuçlar açıklandı. Bizim grup en yüksek notu alarak birinci olmuştu ve ay sonu sözü verildiği üzere tüm okula sunum yapılacaktı.O gün çok heyecanlanmıştım sonuçta ben ve arkadaşlarım bizim değerimizi anlatacaktık. Ve koca bir salonda herkes bizi dinlemek için yerini aldı. Ben de ne kadar çok kişi var diye sahne arkasından bakıyordum. Hoş çoğumuz yaşamıştır böyle sunumları. Ve sunum başladı oradaki konunun ağırlığından olacak demek ki ben “KADIN” dedim ve sustum. Bir iki dakika bekledikten sonra “Allah kadınları en üstün nimet olarak yaratmıştır” diyerek başlamıştım. Bütün dinlerdeki kadınları tek tek araştırmıştım sunumdan önce ve “iyi ki biz bu ülkede bu dinde kadın olduk” diyerek konuyu bitirmiştim.Hiç unutmam herkes ayakta alkışlamıştı, beni ve arkadaşlarımı. Gururdan ağlamıştım. Ama şuan haberlerde duyduğum gördüğüm her kadın cinayetini okudukça ağlıyorum okudukça kinleniyorum. Bilerek, kafayı takarak, ayrıldı diye, diş macununu ortadan sıktı, kısa etek giydi, beni istemedi, bir filmden etkilendim denemem lazımdı, yada eski kız arkadaşıma benziyor diyerek.

Bahaneler bitmiyordu ortak olan tek şey aynı son olmasıydı. Bahaneler farklıydı ama sonlar ve acılar hep aynıydı. En yakın arkadaşlarımdan bir tanesiydi Hilal Gülçek. Beraber çalışırdık. Gündüz okulda gece ise atölyedeydik. Haber delisi olmuştu kendisi. Her Allah’ın günü en az annem kadar oda tembihlerdi beni.Aman kimseye yanaşma, aman tek otur, aman otobüsü kaçırma, aman geç kalma dışarısı çok kötü çünkü, diye diye dili aşınmıştı artık.Ve nişan gününe 1 gün kala eski sevgilisi gelip Hilal’i öldürdü. O zamandan beri her katledilen kadına daha çok ağlıyorum, üzülüyorum. Çünkü bilmiyorum ki ben de bir manyak tarafından öldürülür müyüm? “Edebiyle durana kimse bir şey yapmaz!” herkesin ağzına yuva yapmış söylenip duruyor. Lisede gururla anlattığım kadının önemini göremiyorum. Ve bütün herkes ama herkes bu konuda o kadar çok bilgili ki, kadını katleden katil bile… Savunmasında “beni tahrik etti, bana hayır dedi, öldürmeyip ne yapacaktım, o da öyle giyinip beni tahrik etmesiydi” deyip işin içinden çıktığından beri biz KADINLAR AZALIYORUZ…

Nasıl toplanır bu Dünya? Nasıl güzelleşir bu ülke? Aslında öldürülmezsek yaşama şansı verilirse anlatacağız.. Ne acı değil mi yaşama şansımıza başka birisinin karar vereceği korkusunu yaşamamız, Ne kadar acı, ne kadar bağnazca. Ama malesef konu artık buralarda. Kadın güçtür kuvvettir. Kadın seni senden daha iyi yapan bir nimettir. Kadın senin ilk annendir. Kadın seni doğurandır.

Harikalar yaratan kadınlardan bahsetmek istiyoruz, kadınların gücünü anlatan dünya çaplı bir konferans düşünün.. Mimarlar, mühendisler, inşaatçılar ev hanımları hepsiyle gurur verici bir tablo düşünün ve gurur duyun. Ben bu yazının adını koyamadım. “KADININ ÖNEMİ” desem anlatmaktan yorulan bir kesim ve anlamamak için uğraşan diğer kesim var. Sadece KADIN olmalı ki umarım ve umarım önemini herkes anlar ve artık yazılmasına gerek kalmaz.

Sizi hep sevecek olan kadınlar burada Hilal, Başak, Özgecan, Şebnem, Aylin, Tuğba, Pınar, Emel ve daha adını sığdıramadığım kadınlarımıza…

]]>
Mon, 09 May 2022 14:23:12 +0300 Şeyda Yüksel
Ölü https://edebiyatblog.com/Olu https://edebiyatblog.com/Olu    Şu soğuk asfalt üzerinde akıp giden, buharlaşan benim kanım mı? Parmaklarım kıpırdasa aslında, vücudumda biraz gezdirip bulurdum kanayan yerimi. Gerçi acımıyor bir yerim ama, ıslaklığından bilirdim. Kanın, insanın kanını donduran sıcaklığını, ben bilirim. Öfkeden dudaklarımı, son lokmadan vazgeçip dilimi ısırdığımda; iyileştirmeye yaladığım çocukluk yaralarında hep aynı tat. Metal gibi, pas gibi, çürük.
Sonra şu ışıklar var birde, her zamankinden daha kudretli, bir bıçak kadar keskin bu sefer. Karşı koyamıyor göz kapaklarım, seyretmek zorunda kaldığım filmleri hatırlatıyor bana. Araya insanlar karışıyor, geçip gidende var gölge edende. Yerden bakınca herkes daha uzun, daha tahammül edilmeyesi, daha kibirli. Şimdi geldi aklıma, insan; bir başkasına daha kibirli bakabilmek için mi arzular gökyüzünü? Ben az önce tırmandığım merdivenlerden bile utandım. Başıma ilk eğilen bir kadındı, parfümünden bildim. Kibrinden vazgeçti, eğildi, dizleri kirlendi ama şekerli parfümü kadar temizdi.
   Nefesimi tuttum ya da kesildi emin değilim. Ama göğsümün kafesindeki huzuru size tarif edemem. Sanki hadsizlik edip, yersiz yere orada duran tüm arsız misafirleri kovdum, sebepsiz yere kollarına zincir vurduğum tüm mahkumları serbest bıraktım, öyle bir boşluk. Öyle ki; neredeyse saçımı tutuşturacak izmaritten bile bihaberdim. Yalnız, insanın başındaki kalabalığın kötü kokusu, yine zihnimdeydi.
   "İyi misin?" diye soran kalabalıklar, cevabımla pek ilgilenmiyor gibiydi, sessiz kaldım. Kimseye sevdiği şarkının son dizelerini, az önce telefonunu benim yüzümden yanıtsız bıraktığı sevgilisinin sevgi dolu cümlelerini mırıldanamazdım. Ya da şu yaklaşan, gitgide kulak tırmalayan siren sesinin böldüğü sessizliği geri veremezdim, sustum.
   Kısa bir an, gözlerimi kapatma fırsatım oldu, kapattım. Gözlerimi yeniden açtığımda asfalttaki kanın sahibini tanıdım. İlk başta kendimi bu soğuk asfalta yakıştıramadım ama olsun, dinlenmek için fırsatım olmuş en azından. Yakından bakmak istedim kendime, aynada görmeye benzemez sonuçta. Kalabalıktan müsaade istemeye kalmadı, uzaktan "cık cık" layan teyzenin koluna çarpıverdim. Teyze pek oralı olmadı diye düşündüm, devam ettim. Daha bir adım daha gitmeden bu sefer bir dayının içinden geçiverdim. Yahu ben ölmüşüm meğerse.
   "Ya nasıl olur bu iş?" demeye kalmadan, duyuverdim; te şuradaki binanın çatısından atıvermişim kendimi. Hiç huyum değildir, ama canım sıkılmış belli. Ceketin iç cebinde, artık orada olmayan sigara paketinden anladım. Hep oraya koyardım. Az evvel şu yüz metre ilerdeki büfeden almıştım, bitmiş.
    Ta en başından, yerdeki kanın kokusuyla kabullenebilirdim ölümü. Bir anlık dalgınlık işte, unutmuşum. Ölümün gerçekliği karşısında, ölümden önceki her şey o kadar hükümsüz kaldı ki, ölümün sebebi bile manasız. Zaten  ölü bir adamın ağzından duymadıkça inanmayacaksınız hiçbir zaman neden öldüğüme. Üzgünüm, ölüler konuşamaz.
   Tüm gerçeklerim, bedenimle beraber bir toprağın altına gömüldü. İnsanoğlunun her cevabını bulamadığı soruyu gözünün önünden kaldırması gibi, bir rafa kaldırıldım. Gözlerimi son kez kapatacağım şimdi. Belki devamı meşgul bir yolculuğa, belki sonsuz bir karanlıktan önceki son durağa tanıklık edeceğiz. Belki filmlerde ki gibi iki meleğin kollarından semaya yükselirim, belki kocaman, simsiyah bir ekranı, bu sefer sınır tanınmayan bir ömürle seyrederim. 
   Neyse ki şimdi perde kapanıyor, oyun bitiyor. Ölmeden ölmek, seyrettiğiniz kadar anlatılıyor.

]]>
Mon, 02 May 2022 15:15:20 +0300 Anektodia
Kuru kökler https://edebiyatblog.com/kuru-kokler https://edebiyatblog.com/kuru-kokler

]]>
Sun, 24 Apr 2022 19:18:50 +0300 Bir_Paradoksun_defteri
Mat kelimesi renklerin melankoli kısmıdır. https://edebiyatblog.com/mat-kelimesi-renklerin-melankoli-kismidir https://edebiyatblog.com/mat-kelimesi-renklerin-melankoli-kismidir

]]>
Sat, 23 Apr 2022 17:40:54 +0300 Bir_Paradoksun_defteri
CEHALET MUTLULUKTUR https://edebiyatblog.com/cehalet-mutluluktur https://edebiyatblog.com/cehalet-mutluluktur Galiba ne yazacağımı bilmiyorum ama saçmalasam bile yazmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Şizofreni olan bir psikiyatr hastalığını teşhis edebilir mi ? Edemez gibi düşünüyorum... Bu sıralar çok fazla şey düşünüyorum; hiçbir şeyi, hiçbir şey içindeki her şeyi ve her şeyden bana kalan koca bir hiçliği... Kafam hep bir şeylerle dolu ancak o kadar benden bağımsızki ne düşünüyorum diye kendime sorduğum zaman yada insanlar bana sorduğunda gelen cevap hiç sekmeden ''bilmiyorum'' oluyor, bu da hayatımda tek net olduğum ve değişmeyen cevap. Hani bu hayatta değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu gerçeğiydi ?! Acaba bize yine yalan mı söyledi atalarımız? Ahh yaşlı kurtlar, yaptılar yine madiliklerini. Belkide sadece komada yıllardır uyuyan ve kabusları gerçekmiş gibi yaşayan bir kayıp ruhumdur, o kırışık bunakların bunların hiçbirisiyle yakından uzaktan ilgisi yoktur yada bunların hepsi bir oyundur... Küfür gibi biraz sanki ? Yerinde ve doğru şekilde kullanıldığında ''virgül'', ne yapacağını bilmeden yalpaladığında seni çıkmaz sokağa götüren bir kapı oluyor tüm bu sorgulamalar, en güzel yanı ise birazda damat halayı gibi; bir yerlere gittiğini, bir sonuca vardığını zannediyorsun ancak bi bakmışsın yine aynı yerdesin!

Ne yazacağımı bilmeden başladım karalamaya, şimdide ne anlattığımı bilmeden kalkıyorum masadan. Günün sonunda bildiğim tek bir şey var o da, bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.

]]>
Thu, 21 Apr 2022 17:01:35 +0300 koalaamaenerjik
Senin İçin https://edebiyatblog.com/senin-icin https://edebiyatblog.com/senin-icin SENİN İÇİN

Hayat denen şey ne kadar da kısa değil mi?

Gözünü kapatıp açıncaya dek; Her şey olmuş ve bitmiş. Ve önemli olan yaşaman. Evet çoğu zaman işler yolunda gitmez  ama sen umudunu asla kaybetme. Biliyorum bu lafları çok duydun ; Duydun ama inanmadın. Bir şeyin gerçekliğini,inanmadan bilemezsin. Sadece inan! Geriye dönüp baktığında hatırlamaya değecek bir hayat yaşa,kalp kırıklarının seni durdurmasına izin verme. Her şeyi en dibine kadar yaşa,unutma sen her şeyden daha değerlisin.

]]>
Thu, 21 Apr 2022 10:47:35 +0300 melikemtl
KAYIP https://edebiyatblog.com/kayip https://edebiyatblog.com/kayip Bencildi gözlerim; istediğini görüp istemediğine kör olacak kadar ve ruhum…

Ah o yaramaz ruhum bir çocuk kadar neşeli ve bir ateş kadar öfkeli!

Belkide bu yüzden acımasızdı sözlerim.

Sözlerim gözlerime kardeş ,geçtikleri yerin ardından felaket bırakan.

Ruhum Pastalozzi olmayı bekliyor bu izdihamdan sonra.

Bencildi özüm yarı kurtuluşumu beklemeyi dar ağacının gölgesini seçecek ve kalanları göremeyecek kadar…

]]>
Wed, 20 Apr 2022 17:18:00 +0300 koalaamaenerjik
Benim Adım Toprak https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2057 https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2057 Benim adım TOPRAK! Hep hor gördünüz, örselediniz beni, benimle ilgilenenleri, siz bana verdikçe ben daha fazlasını verdim; ama siz cömertliğimi anlayamadınız. Hep yüksündünüz hep şikayet ettiniz. Oysa aynada gördüğünüz, hayran hayran izlediğiniz ten bile benden yaratılmıştı; ama siz bunu görmezden geldiniz. Rahmetle birleşince ben, siz çamur diye tiksindiniz; size bulaşmamdan imtina ettiniz. Sizler bu ruhsuz halinizle aslında çamurdan daha çirkeftiniz.

Benim adım TOPRAK! Kıymetimi bilemediniz, ben verdikçe siz şımarıp nankörlük ettiniz. Şimdi ben de size küskünüm, haydi yaşayın bensiz yaşayabilirseniz! Benden geldiniz yine bana döndürüleceksiniz!

]]>
Thu, 14 Apr 2022 14:27:00 +0300 Serve
BENİM ADIM TOPRAK https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2052 https://edebiyatblog.com/benim-adim-toprak-2052 Negatif-pozitif, bir ucu artı diğeri eksi ancak birlikte bir bütün olanım ben, annesinin çocuğunu açlığından attığı çığlıkları dindirmek için vücudunun süt üretip beslemesi gibi seni ve bir çoğunuzu besleyenim ben, önce besleyip büyütürüm sevgine şefkatine bütünüyle karşılık veririm yeter mi peki ? Yetmez! En sonunda ise daha doğmadan anne rahmindeki seni koruyan kollayan zar gibi son nefesinde bağrıma basıp korup kollarım seni... Kim miyim ben? Benim adım toprak, kimisine vatan,kimisine mezar, kimisine bayram, kimisine muharebe meydanı ama en çok senin kadar dünyalıyım ben. Bu sistemin bir parçasıyım yetim koyup susuz bırakma, üstüme basıp geçme öylece benim. Benim adım toprak ben senim, senin annen, baban, deden ve bütün atalarınım çünkü hepsini bağrımda sakladım sen büyürken onların gülüşüyle yetiştirdim meyvemi ve sebzemi. Benim adım toprak , çocuklarım beni hatırlasın, kimsesiz bırakmasın. Kararmış ve pürüzlü, yaşlanmaya yüz tutmuş varlığımın tek isteği budur.

]]>
Thu, 14 Apr 2022 13:21:16 +0300 koalaamaenerjik
Büyümek Üzdü https://edebiyatblog.com/buyumek-uzdu https://edebiyatblog.com/buyumek-uzdu Çocukken büyümek isterdim hep . Kötu bir ailede olduğumu yada mutsuz bir çocukluk gecirdigimi soyleyemem . Hatta aksine ailem enn mutlu aile çocuklugum ise en güzeliydi. O çocukluk zamanların verdiği cahillik( çocuk aklı ) ile büyüdüğümden dolayı herşeyi kendim yapicam , istediğimde istediğim yerde olucam , uzun boylu olmak istiyorum , çok güçlü olucam ... 

Büyümek için bahane çok . Öyle böyle arada bir söylemden de büyüdüğümü farkettim . Ve olmasını çok istediğim şey oldu artik büyümüştüm. Her yeni yaşıma girerken sevinçle üfledigim mumlar , gerçekleşmesini istediğim için tuttuğum dilekler artık çok ta içimden gelmiyor. Henüz yirmi sekiz yaşında olmama rağmen büyürken çok şey kaybettim belkide kaybederken büyüdüm . İnsan tanıdım güvenimi kaybettim , insan tanıdım hevesimi kaybettim , insan tanıdım sadakati kaybettim .. Büyümek aslında çok da cezbetmemeye başladı . Ben insanları Matruska Lara benzetiyorum matruskaları bilirsiniz en büyüğünün içinde toplanır diğer kendi ile aynı olanlar . Açtıkta biri daha biri daha ve biri daha çıkar . İşte insanlarda böyle büyüdükçe o matruskaları tek tek çıkartıyorsun. En başında söylediğim gibi küçükken büyümek istiyoruz . Şimdi ise artık küçülmek ve tekrardan çocuk olmak . Mümkünse ağır ağır büyümek . Tek maktuska olmak istiyorum . Ve tek kalmış matruskalari bulmak . ... Büyümek zormuş..

Büyümek üzdü...

]]>
Thu, 14 Apr 2022 12:55:21 +0300 Şeyda Yüksel
ARAF’A HOŞGELDİN… https://edebiyatblog.com/makale https://edebiyatblog.com/makale Yaptıklarının “farkında değildir canım, yoksa yapar mıydı?” Dediğim herkes,

Aslında  her şeyin farkındaydı.

Sadece ben, bu denli canımı acıtabileceklerinin farkında değilmişim.

Kendini ifade etmek ile, terbiye sınırı arasındaki o ince çizgide buldum hep kendimi…

Kime, duygularımı-öfkemi-kırgınlığımı ifade etmeye çalışsam, ki üslupsuzluk asla etmem,

O çizgi ile sınırlandırıldım…

Benim sınır ve çizgilerim kimsenin umurunda olmadı, ya da önemsenmedi,

Belkide bu önemsenmeme duygusu önemsetti bana bu durumu, bu denli.

Kötülüğün, yalnızca bir insanın canına kastetmek olmadığını, baskının, terbiyesizliğin, hiddetin, provake etmenin de bir şiddet olduğunu anlamam çok uzun sürmüştü.

Sürekli olarak kendimi “yok, öyle demek istememiştir” cümleleri içersinde buldum.

Fakat tam da öyle denmek istenmişti.

Sınırlarıma saldırılıp, çizgilerim yağmalanmış, öz güven duygularım yerle bir edilmişti.

Nerede isyan edebileceğimi, neresinde “ yeteeerrrr” diye haykıracağımı düşünüyorlar herhalde diyordum-diyordun-diyorduk…

Ben, sen, o, bu farketmez herkes yaşamıştır mutlaka kendi ARAF’ını bu Dünyada.

Tüm bu kısır döngülerde farkına vardığım gerçek ise, bu durumumu “cennetten bir köşeymiş meğer, meğer ne kolaymış insanları suçlamak” dedirtircesine kaynar suları kafamdan aşaya döktü bir an için.

Herkesi affederek, yol vererek yüreğimdeki öfkesini salarak arınacağımı, huzur bulacağımı düşünüyor, hatta kişisel gelişim kitapları ve eğitimlerinin sonuçlarında, bunun yüzde yüz olacağını da biliyordum.

Ta ki bir gün, kendim ile olan savaşımı fark edene kadar…

Beynim, benliğim ve kalbim arasındaki bu amansız savaşta sürekli  olarak iç Dünyamın kayıplarını yaşıyor ve bunun sonucunu günün sonunda birilerine yıkmak düşüncesi ile rahatlıyordum…

Suçlanacak birilerini bulmak çok kolaymış meğer,

Kendi ARAF’ımın tanımı, yine kendi savaşım ile ilgili olabileceği ihtimalinin düşüncesi bile beni ürkütüyor doğrusu…

Bu döngünün kırılmasına “ANKA” uyanışı diyorum, silkelenerek uyanıyor, uyanık iken gördüğün o gaflet uykusundan uyanıyorsun diye…

Kendi benliğin, duyguların, mantığın arasında öyle bir savaş veriyorsun ki, kimse ile uğraşmaya, suçlamaya halin kalmıyor açıkçası, “eee herkes aynı, yine devam ediyor her şey, değişen ne ki sana güllük gülistan geliyor bu durum” dediğiniz bile oluyor, yani anlayacağınız “ Ağacın kurdu kendi içindedir” tıpkı insan gibi, dışarıdan kast edilmedikçe bir zarar gelmez, gelemez,

Biz istemediğimiz ve izin vermediğimiz sürece…

Bu senin ARAF’ın

ARAF’a hoşgeldin

]]>
Thu, 14 Apr 2022 12:38:32 +0300 siirsel__sanat
benim hayatım benim kararlarım... https://edebiyatblog.com/benim-hayatim-benim-kararlarim https://edebiyatblog.com/benim-hayatim-benim-kararlarim Wed, 13 Apr 2022 22:44:46 +0300 erhavishab_ HİÇLİĞİN GETİRDİĞİ ERMİŞLİK VE YOKOLUŞ https://edebiyatblog.com/koalaamaenerjik https://edebiyatblog.com/koalaamaenerjik HİÇLİĞİN GETİRDİĞİ ERMİŞLİK VE YOKOLUŞ

Ne zayıflığımı kabul edebiliyorum ne de güçlü olmayı başarabiliyorum. Ruhum çok yorgun..... Kalbimde, ellerim hatta tüm bedenim gibi titriyor.... Kış ayazında çıplak ayaklarıyla asfaltı dövercesine yürürken, daha "isyan" nedir bilmeden feleğin çarkına çomak sokarcasına çabuk büyümek zorunda kalan bir küçük gibi; her bir adımında yol katettim zannederken bir milim bile ilerleyemediğini gören ve ölüme giden yoldaki, bütün umutlarını kaybeden. Çaresizliği kabullendiği için kendine küfreden lösemi hastası küçük bir çocuk gibi; hâlâ çocuk- bir şey yaparken yanında bir yetişkin desteğine ve sevgisine deli gibi muhtaç olacak kadar, biraz yetişkin- hiç hali yokken yetişkinlerin çocukluklarına değinecek- olmayan gücünü onlara verip kendinden geçip birazcıkta onları anlayacak kadar ve bütünüyle korkmuş- hasta yatağında ölümü bekleyen, her bir hücresi çürüyüp giderken değiştiremeyeceğini bildiği gerçek ile hep yaptığı gibi sahte bir maske takan- kendini güçlü ve gamsız "mış" gibi gösterirken ruhunu kızgın falakalara yatıran, olduğu gerçekten kaçmaya çalışırken hem taktığı maskenin altında yanan hemde bunun bilincine sahip olduğu için çıkmaz sokakların duvarlarından dövülmüş kamçılarla kendine vuran bir kadınım. Ben ruhu arafta kalmış bir hiçliğin üç boyutlu varoluşuyum... Işığa koşarken karanlığın elinden tutan ve kendi bok çukurunda tekrar, tekrar ve tekrar boğulan.... Bu ilk vasiyetimdir; mezarıma çiçek dikilmesin, etrafı taşlarla bezenmesin aynı kimsesiz birisi yatıyormuş gibi toprağın altında kimsesiz kalsın mezarım; benim nefes alırken bir hiç, değersiz ve kimsesiz hissettiğim gibi...

]]>
Wed, 23 Mar 2022 16:46:39 +0300 koalaamaenerjik
Kendini İncitmeye Değer mi? https://edebiyatblog.com/kendini-incitmeye-deger-mi https://edebiyatblog.com/kendini-incitmeye-deger-mi Kendini bu kadar zor anlayabilmişken basit bir şekilde parçalayabilmen ne kadar doğru? Sıkıntı her yaşta baş edilmesi zor bir durumdur ancak düşünmeden atılan adımlar bir ömür boyu katlanılması gerekilen kötü sonuçlara sebep olur, kulağını kapatıp duymak istemeyeceğin olayları sürükler peşinde. Hatırladıkça utanç olur, yük olur, vicdan azabı olur ki çekmesi çok zordur. Tutarsızca sergilenen davranışlar insanı felakete sürükler. Belki koparıp atamayacağın bağların vardır, arkanı dönüp gidemeyeceğin gerçekliklerin, inkar edemeyeceğin yaşanmışlıkların vardır, iki yabancı olmayı dilediğin insanlar girmiştir hayatına, keşkelerin vardır.. ancak üstesinden gelmek bir zorunluluktur, eğer hayatının ortasındaki o direk yıkılırsa altında kalan tek kişi sen olursun.

]]>
Sat, 19 Mar 2022 12:07:00 +0300 Karanlık Dünya
Keşkelersiz İyiki Hayat https://edebiyatblog.com/keskelersiz-iyiki-hayat https://edebiyatblog.com/keskelersiz-iyiki-hayat Hayatımızda acaba, keşke olmamalı iyi ki olmalı. En büyük hatamız bile iyi ki olmalı. Çünkü o hata olmasa güçlenemezdik. Hayatımıza “İyi ki” katalım… ve kendimize İYİ Kİ VARIM diyelim.

Bazen düşünüyorum da neleri geri teptik istemeden? Mesela otobüse binmek yerine yürüseydik her şey farklı olur muydu? Sokakta yerleri inceleyerek yürüyeceğimize dimdik yürüseydik hayatımızın aşkı köşeden döner miydi ki ?

  Her zaman ki mekana gitmek yerine sahilde otursaydık bu seferlik düşünür müydük hataları. Yada yaş kaç olursa olsun parka gidip sallansaydık daha çok eğlenceli olmaz mıydı . Daha çok gülmez miydik. 40 yaşında sokakta su savaşı yapsak rezil olurum yerine çok eğlendik ya demez miydik mesela. Kestirmeden gideceğimize uzun sokakta sallana sallana gitseydik, her gece “keşke bir daha göre bilseydim ” dediğimiz kişiyi görür müydük. Hatta belki de birbirimizi görür selam verip gülümserdik. Çekindiğimiz için soramadan kaç kişiyi kaç şansı ittik kendimizden kim bilir. Cesaret edip de ” seviyorum seni ” diyemediğimiz için mi başkaları oldu sevdiklerimiz..

Keşkelersiz iyi ki hayat 

Kavgaların sonunda özür dileye bilseydik eğer ayrılmazdık bence en sevdiğimiz insandan. Çok sıkılınca dijital ortamda takılmak yerine resim yapıp kitap okusaydık daha başarılı olurduk mesela. Size bir soru hep aynı yolu tercih ettiğiniz için mi dümdüz gidiyor hayatımız? Bilmiyoruz ve asla bilemeyeceğiz. Çünkü her zaman iki seçenek vardır elimizde ve biz birini seçebiliriz bazen dakikalar içerisinde bazen saniyeler içinde.

Ne yazık ki bu uzun yolculukta sağ camdan baktığımız da sol camdakileri soldan bakınca da sağ camdakileri kaçıracağız. Kaçırdıklarımız için üzülmemeli ve ben benim için olanın en iyisini seçtim demeli ve devam etmeliyiz. İşte hayat bu arkadaşlar iki seçenek. Ve aklımız seçmediğimizde kalıyorsa doğru kararı vermemişiz demektir… Çünkü hayatımızda acaba keşke olmamalı iyi ki olmalı .. iyi ki seni seçtim, iyi ki o okula gittim, iyi ki yürüdüm, iyi ki varım, iyi ki iyi ki iyi ki… En büyük hatamız bile iyi ki olmalı. Çünkü o hata olmasa güçlenemezdik. Size, kendime, bize verebileceğim tavsiye yaptıklarımızın dışında bir şeyler yapalım hayatımıza “İyi ki” katalım… ve kendimize İYİKİ VARIM diyelim.

Ben iyiki varım ????

]]>
Thu, 17 Mar 2022 23:41:01 +0300 Şeyda Yüksel
Doğrunun Yanlışı https://edebiyatblog.com/dogrunun-yanlisi https://edebiyatblog.com/dogrunun-yanlisi    Bazı anlar vardır sizi etkisi altına alan ve atacağınız o adımın seyrini değiştiren. Bugün o anlardan birinin içindeyim. Kaderi değiştirebilir miyiz? diye bir düşünce düşüyor aklıma. Sahi olabilir mi? İnsan kaderini değiştirme yetkisine sahip midir? Ben kadere inan biriyim ve kaderin seyrinin de bizim elimizde olduğuna da inanırım. Seçeceğimiz yollara atacağımız adımlar bizim gideceğimizi yeri değiştirebilir. Verdiğimiz o an ki doğru olan karar hayatın yanlışı olabiliyor. Hatta bence çoğu kişi bunu yaşamıştır. Çünkü insan verdiği o an ki kararın gelecek de nasıl bir yanlış olduğunu fark etmiyor. Peki farkına vardığımız da ne yapmalıyız? Silmek. Evet, farkına vardığın o an yanlışı silerek hayatınızdan çıkarın ne doğruya çevirmeye çalışın ne de o yanlışın doğru olmasını bekleyin. Çünkü yanlış, yanlıştır. Doğruya çevrilmez çevrilse bile bunun sonucunda kendinizden bir parçayı kaybedebilirsiniz. Kaybettiğiniz o parça geçmişinizi temsil ediyorsa geri kazanmak diye bir kaide yoktur. Bu yüzden geçmişten gelen doğru geleceğin yanlışı ise silin..

]]>
Sun, 13 Mar 2022 10:39:12 +0300 YağmurunKızı8
Göster Gününü Dünya'ya https://edebiyatblog.com/goster-gununu-dunyaya https://edebiyatblog.com/goster-gununu-dunyaya   Çocukken kum saatlerini severdim, alırdım elime çevirir çevirir izlerdim akıp gidişini. Şimdilerde ise günlerimi izliyorum sanki, o kum tanelerini izleyen çocuk büyümüş yaşadığı hayatın kum tanelerini sayar olmuş. Bitsin de çevireyim tekrar diyen o çocuk, bugün büyüdü ve bitmesin akıp gitmesin nefesim der oldu. Peki zaman acımasızlığı ile akıp giderken sen ne yapıyorsun? Düştüm diye ağlıyor musun mesela ya da bugün terk edildin onun ahını mı tuttun? Ne bu tükenmişlik sendromu? Kum tanen akıp gidiyor bitiyor nefesin? Farkında mısın? Senin elinde ne var peki kos kocaman bir hiç mi? Yoksa ben herşeye rağmen bunu başardım. Dedin mı? Soruyorum sana onca şey yaşadın sen yoruldun tükendin bittin ama hâlâ burdasın değil mi? Belki aileni kaybettin belki sevdiğini belki herkes uğruna kendini ama neden bu aynı adımlar? Birşey yapmanın zamanı değil mi? Hadi kalk ayağa, kalk ve şu dünyaya gününü göster. Gül hep gül hatta o kadar güzel gül ki kıskansınlar seni. Bu hayatta bir izin olsun senden sonra gelenler desin ki "Biri vardı eskiden burda, eskiden vardı ama yeni ve çok yeni şeyler yaptı" desinler.. ☁️

]]>
Mon, 07 Mar 2022 23:26:29 +0300 YağmurunKızı8
Oradan buradan hayatların içindeki insanlar... https://edebiyatblog.com/oradan-buradan-hayatlarin-icindeki-insanlar https://edebiyatblog.com/oradan-buradan-hayatlarin-icindeki-insanlar

]]>
Mon, 28 Feb 2022 15:19:38 +0300 Rüya gibi
Benlik https://edebiyatblog.com/benlik https://edebiyatblog.com/benlik Kimine göre yaşam sadece dışa bağlı olmaktan geçiyor . Kimine göre de belli bir arayışlık peşin de . İnsan unutmuş vaziyette kendini, derinde var olan gizli hisleri.  

Bazen belki de kaçmak bazen yüzleşme korkusu. Bilinmiyor ... Bilinemiyor...  Oysa yaşamın temel amacı biz üzerine kurulmuş bir yasa içindeydik. Sadece biz biz olalım diye var olmaktı tek amacımız. Ama unutulmuş durumda . Artık temel amaç sadece yaşamaktı!!! Ne kadar yaşam deniliyor ise ...belki de tartışmaya açık bir konu üzerinde milyonlarca defa tartışılması gerekilen bir konu ... Fakat önemliydik her mana da her zerre de ...

Nefes almaktan yeterli değildi yaşamak . Sadece bir maddi çıkar ilişki üzerinde harcanması gerekilen bir canlı değildik. Biz ki yaşamak için misafir olarak gönderilmiş bir Eşref-i mahlukatık.. ama bu manayı da kaybettik öyle bir hâle gedik ki dışa bağlılık sonucu oluşan ilişkiler !!! Olmadan bir mana ifade etmediğimizi düşüncesi doğuyor benliğimiz de oysa ki ne acınası bir durum ..  

ben olmak neydi ?

Kendi olmak neydi ?

Ne için var oluştu bu ?

Kime ve neye göre yaşamdı bu ? 

Sorularını dahi sormaya ve cevaplamaya cesaret bulmadık ... Belki de hiçbir zaman bulamayacağız ...

]]>
Tue, 22 Feb 2022 00:20:44 +0300 Mümine
Hayır https://edebiyatblog.com/hayir https://edebiyatblog.com/hayir “Yarın sınavım var gelemem,” dedi telefonun diğer ucundan. Yarınki sınavını unutarak, tam da sınav saatinde ona buluşma teklifi yapmakla utandım açıkcası. Böylesi küçük potlar kırdığım zamanlarda, kızmaz, aptallığımı yüzüme vurmazdı. Benim anlamamı beklerdi. Çünkü pişman olmayı biliyordum, hatamı düzeltmeyi de. Bu özelliğimi o da biliyordu. Tanınmanın, çok iyi tanınmanın mutluluğunu yaşıyordum açıkçası. 

“Tamam,” deyip kapattım telefonu. Daha fazla uzatıp da canını sıkmak istemedim. Sınav öncesi stresli olurdu. 
Beş dakika sonra kendisi aradı. “Ne oldu,” sorusunu ağzımda bırakarak, “Sınavdan sonra beni, Yaşgünü Pastanesinde, ikinci katta, aynı masada bekle,” dedi. 'Ne oldu?' sorusu gibi ‘Tamam, beklerim,’ cümlesi de ağzımdan çıkmadan kapattı telefonu. Güldüm. Güldüm çünkü biliyordum ki telefonun öbür ucunda yaptığı bu muzipliğe kendisi de gülüyordu. Neden sonra aklıma geldi, iyi de saat kaçta gidecektim pastaneye. Sonra her kpss sınavının standart olarak saat iki de bittiğini anımsayınca rahatladım.
Bu tür buluşmalarda sabah erkenden başlardı hazırlığım. Banyo yapılacak. Elbiseler ütülenecek. (Çoraplarımı bile ütülerdim.) En sevdiği parfüm sıkılacak. Traş olunacak. Traşı sinek kaydı olmuyordum. Kirli sakalı severdi. Sadece yüzümde karartısı belli olan sakalımın etrafını makine ile düzeltiyordum. Saat ikiye doğru hazırlığım bitti. Anneme ne zaman, 'ben çıkıyorum,' desem, hava kararmadan gelmemi söylerdi. Onun gözünde ben hep küçüğüm, tüm anneler gibi.

Son anda hatırladığım, onun en sevdiği beşiktaş amblemli saatini de koluma takıp çıktım evden. Yürüme mesafesiyle beş dakikalık yoldu Yaşgünü Pastanesi. Pastanedeki herkes beni tanırdı. “Oooo Metin beyler teşrif etmişler. Yeriniz hazır efendim,” konuşmaları eşliğinde sanki bir tören havasında ikinci kata benim için ayrılmış olan masaya gider otururdum. Beklediğim gibi de oldu. İkinci kara çıkıp her zaman oturduğumuz masaya oturdum. 

O anı çok seviyordum. Sevdiğim insanı bekleme anı, müthiş huzur veriyordu. Geleceğini bildiğimden olsa gerek umut hep yeşil ışığını yakıyordu kalbimde. Geleceği saati kesin bilsem de önceden yollara bakıp, ona benzer birini gördüğümde o olmasa bile anlık olarak “işte geliyor,” heyecanı mutlu ediyordu beni. Nihayet kapıdan girdiğini gördüğümde ise garsonu çağırdım. Onun ne içeceğini sormama gerek yoktu. Aç da olsa her sınav çıkışı önce sade kahve içer yemeğini sonra yerdi. Ve sonunda gelip oturdu karşıma. Çok mutlu görünüyordu. Sınavının nasıl geçtiğini sorduğumda ise iyi demişti coşkuyla.

Çağırdığım garsonun, “ne alırdınız bey efendi?” sorusu şaşırtmıştı beni.   Çünkü hepsi beni tanır ve hiçbir şey istemeden sevgilimle oturduktan beş-on dakika sonra iki kahve gelirdi. Dalgın şekilde dışarıyı izlerken afallamış gibi kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Beni tanımıyor musun sen?” Dedim. Bu defa afallama sırası ondaydı. Sevdiğim kadının yanında olay çıkarmamak için sakince garsona iki kahve getirmesini söyledim. Lise öğrencisi gibi bir görüntüsü olan bu genç garsonun hala ağzı oynuyordu fakat sesi çıkmıyordu. “Konuşsana bilader,” dedim. Gülecek gibi oldu. “Bey efendi iki kahve diyorsunuz da diğeri kime?” Dedi. Bu saçma soru karşısında sinirlendim. Beynimden vurulmuşa döndüm. Sonra Aysel’i işaret ederek, “görmüyor musun kardeşim?” dedim hiddetle. Masanın örtüsünü çekip, fırlatıp attım ortaya bir hışımla. Gürültüye olsa gerek tanıdığım garsonlardan biri geldi,  “Tamam Metin abi kusura bakma, özür dilerim arkadaş adına , kahvelerinizi hemen getiriyorum,” dedi. Ben de Aysel'den bu tatsız olay için özür diledim. Beş dakika sonra kahvelerimiz geldi. Biz sohbet ederken kızdığım garson ve yanındaki dışarıdan bir arkadaşı uzaktan konuşuyorlardı. Arada bir bize doğru baktıklarından benim hakkımda konuştuklarını anlıyordum. Sonra yine öfkelendim bu rahatsız edici bakışlardan. Masadaki tuzluğu fırlattım üzerlerine. Kürdanları da atacaktım demeye kalmadan oktor sözümü kesti.
"Bu olaydan sonra tekrar pastaneye aldılar mı seni?" 
“Evet sorun yok hep gidiyoruz aşkımla oraya.” 
“Aysel’in tepkisi ne oldu peki?”
“Aysel yanımda ona sorsanıza.”
“Orada Aysel yok. O senin beyninde oluşturduğun kurgu. Kurgu da değil aslında, geçen sene bir pazar günü kpss sınavı çıkışında sonra seninle buluşmaya gelirken yolda araba çarpması sonucu vefat eden sevgilindi o senin. Her pazar günü de aynı saatte o masada oturup birlikte sözde kahve içiyorsunuz. Onun öldüğünü kabullenmelisin. Artık onu unutmalısın. Eğer bir daha insanlara zarar verirsen seni hastaneye yatırmak zorunda kalacağım...” 

nazım | köyce

]]>
Sun, 20 Feb 2022 19:17:45 +0300 Nazım Köyce
Dağınık düşünceler https://edebiyatblog.com/daginik-dusunceler https://edebiyatblog.com/daginik-dusunceler Dağınık düşünceler.

Canım çok sıkılıyor hayat hiçte istediğim gibi gitmiyor. Sanki hayat bana güzelliklerle değilde hep zorluklarla geliyor. Mücadele etmem gerektiğini biliyorum ama yapmayacak kadar da eriniyorum. Sanki çabalarsam işler daha da sarpa saracak gibi geliyor ne yapmalıyım? Ben bilmiyorum ... İnsan hayattan ne ister huzur... Ben daha ne istediğimi bilmiyorum. Ne hissettiğimi de bilmiyorum dağınığım şu sıralar hayatta hiç olmadığım kadar . Ne düşünmek istediğim bile belli değil onu da bilmiyorum ama aklıma ne gelirse düşünüyorum ama düşünmekten de yoruluyorum. İnsanlar beni yoruyor onlar beni mutlu etmiyor daha çok üzüp rahatsız ediyorlar kirli düşünceleriyle...

Daha ne olabilir ki dediğim an başka bir şey yaşayacağını bilmek sana bir korku yaşatıyor. Dağınığım toplamak istediğimden daha çok.

]]>
Sun, 20 Feb 2022 16:21:43 +0300 Emine Genç 1
mutluluğun anahtarı küçük şeylerde gizlidir. https://edebiyatblog.com/mutlulugun-anahtari-kucuk-seylerde-gizlidir https://edebiyatblog.com/mutlulugun-anahtari-kucuk-seylerde-gizlidir

]]>
Sun, 20 Feb 2022 15:22:51 +0300 Rüya gibi
Vedalar Güzeldir https://edebiyatblog.com/vedalar-guzeldir https://edebiyatblog.com/vedalar-guzeldir Sanmıştık ki ikimiz

yeryüzünde ancak

birbirimiz için varız.

İkimiz sanmıştık ki

tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız

       Atilla İlhan' ın şiiri ile başlamak isterim .

Bütün insanlarin ortak noktasıdır "veda"  

Kimi gözünün içine bakar vedalaşırken, kimi sarılır kimi bir mesaj atar kimi ise içten veda eder ve tek kelime etmez yada sekiz harften  oluşan hoşçakal'a sığdırıp gider. 

  En samimi vedalarin otagarda olduğunu bir durup bakınca anladım. Orada otobüse yarım saat kala elimde bir kahveyle insanları izlerken daha net gördüm .Kimileri bu vedayı büyük hayalleri için yaptı . O çok çalışıp kazandığı okul için veda etti ailesine. Kimi uğruna canını verecegi vatan borcu için. Kimi ise yeni hayat kurmak için yaptı .Amaçlar farklı ama eylem aynı . Kos kocaman bir "VEDA" .

  Ben ise orda en çok boğazda düğümlenen yutkunsan bile geçmeyen ve o sırada gözlerinden pütür pütür damlalar akan veda da kaldım .

   En zorudur belkide sevgiliye veda . Bazı vedalar anlatılmaz. O an , ne zamanın geldiğinin farkındasın dır nede muavinin seslenişinin. Acelen olduğunda otobüsün hemen kalkmasında ki isteğin yoktur . On bire almışsan bileti on ikide kalksın istersin yada hiç kalkmasın .

Okadar cümle vardır ki aslında söylenecek ama hiç birşey soyleyemez olur sadece içinden konuşursun " Bırakıp gittiğimiz her neyse ona adamış tüm parçalarımız onla kalır " Artık söylenmemiş cümlelere mecburi noktalar koyup adımlarını zorda olsa ileri götürme vaktidir. Çünkü bir insanın bir insana sonsuza denk vedası nasıl kolay olur ki ?? 

  Hayaller gider, birikmiş olanlar kalır kafanda . Şimdi ise sadece el sallamak kalıyor geriye, belki bir yılına belkide yıllarına veda etme vakti . Artık senin için seçmiş oldugun yere oturur ve derin bir nefes alırsın belkide son bir kez bakarsın o karanlık ta vedana . Çevren de insanların olduğunu yeni yeni görmeye basladigin an farkına varır sın birdaha hiç birşeyin eskisi gibi olmayacagını .Çünkü alışsan bile bazı vedalar unutulmaz .

Aslında vedalar da güzeldir , güzel yapıldığında .Ne de güzel demiş Dostoyevski "iki insan birbirini en çok ayrılmak üzereyken tanır " . 

       Vedalar zordur ama güzel olmalı kolay olsaydı eğer Atilla İlhan vedasını şiirlere dökmezdi ...

      Hayatınızdaki ayrılıklara saygı gösterin ve veda etmesini bilin Hoşçakal..

]]>
Fri, 18 Feb 2022 14:53:47 +0300 Şeyda Yüksel
Daha da zor... https://edebiyatblog.com/daha-da-zor https://edebiyatblog.com/daha-da-zor Daha da zorlaşıyor

Ruhumdaki tüm noksan parçaları tek bir zamanda görmek zorunda mıydım? Hepsinin hedefi benim. Düşmanları benim. Bana saldırıyorlar ve alt benliğim kenarda rahatça tırnaklarını incelerken bana sesleniyor. " Hah, bunlara dert mi diyorsun? O zaman kesin karşılaşacağın şunlarla hiç baş edemeyecksin." Ve bana zaten hiç güvenmemiş olan benliğim. Yine kendi yetersizliğimi fark ediyorum. 

Önceden, yıl olarak az olsa da benim için baya önceden, babamla konuşurdum. Kendi ruh halimi, ideallerimi, hayallerimi, endişelerimi... Ama şuan kimseye anlatamıyorum bu satırlar dışında. Çünkü anlattığımda hep yüzeydeyim olup biten derinde olmasına karşın. Ve ben oraları ziyarete açmıyorum. Yani hiçbir yararı yok konuşmamın. Ve kendimi tanımaz bir hal alıyorum. Hırçınlaşıyorum. İnsanları kırıyorum ben ağlarken yaklaşırlarsa.

Her seferinde buna dayanamayacağımı bayılmayı, zihnimin bunlarla ben acı çekmeden savaşmasını diliyordum. Hem belki birileri beni bulup bu kıza ne olmuş derdi. Görünmeyen acılarım somutlaşirdi en azından. Çünkü bu çok fazla. Zihnimin tiyatrosunda bu acıları çeken karaktere fazla geliyor. Dizleri bükülüyor dimdik taşımak isterken. Ve yere çöküyor. Ağırlıkla birlikte zeminden bir toz bulutu kalkıyor. Perdeler kapansa da karakter acı çekmeye devam ediyor. Öyle ki ruhunun parçalanmasını saymıyorsak bile tüm vücudu kasılıyor. İçindekilerden dolayı gözlerindeki ve damarlarındaki basınç artıyor, kulakları uğulduyor, tırnakları kendinden başka tutunacak yeri olmadığından kanatacak kadar derisinin içine gömülüyor. 

Her seferinde daha fazla olamaz dedikten sonra neden bu acı sınırları zorluyor. Neden sürekli farklı bir şeyden dolayı dayanılmaz acılar çekiyorum. Kendime şaşırıp kalmıştım birkaç hafta önce hiç yaşamadığım derecede buna benzer bir zamandı. Sonra uzun sürdü bu seferki beni de şaşırttı ama geçti işte ya ben hayatıma bakayım dedikten sonra daha fazlasıyla yine geldi. Bu sefer ne kadar sürecek bilmiyorum ama öncekinin toplamından daha fazla acı çektiğim kesin.

Ve şimdi de kalbimde bir sızı. Belki de tümden giderim birazdan. Bunu isteyip istemediğim önemli değil sonuçta. Ölüm gelirse gideriz yanına. Zaten zor...

]]>
Fri, 11 Feb 2022 18:25:04 +0300 ex aliis mundi
Eskiler mı? Güzel yoksa dinler mı? https://edebiyatblog.com/eskiler-mi-guzel-yoksa-dinler-mi https://edebiyatblog.com/eskiler-mi-guzel-yoksa-dinler-mi       Eskiler mi? Eskidi yoksa biz mi yenilere çok alıştık. Ya da gördüğümüz bu göz alıcı renkler tarafından aldatıldık mı? Yaşadığımız bu hayatın her dünü bizim için eski ve her eski bizim için daha güzel oluyor. Nedeni ise biz her yarını daha güzel yaşamak yerine dünün altında kalarak yarını da bugünü de mahvediyoruz. Aslında yapacağımız tek şey, dünü ibret alıp bugünün parçalarını bularak yarını inşa etmek. Şimdi herkes dünü düşünsün, yapmış olduğumuz hatayı yanlışı, pişmanlığı tek tek düşünelim ve bugünün parçaları ile birleştirelim. Yarını daha güzel inşa edelim. Dünü unutun demiyorum sadece dünü kabullenin ve altında ezilmek yerine üste çıkarak görmeniz gerekeni görün..

]]>
Tue, 08 Feb 2022 00:09:44 +0300 YağmurunKızı8
Sevme Sevilme İhtiyacı https://edebiyatblog.com/sevme-sevilme-ihtiyaci https://edebiyatblog.com/sevme-sevilme-ihtiyaci Amerika'lı psikolog Abraham Maslow 1943'de insanların ihtiyaçlarını bir piramide aktarır. Ve o piramidin 3. basamağında ait olma sevme ve sevilme ihtiyacı yer alır. İnsan toplumsal bir varlıktır. Her ne olursa olsun nefes aldığı sürece başkasına ihtiyaç duyar. Tam da bu noktada sevgisizlik öldürür mü? sorusuna evet sevgisizlik öldürür cevabını vermek yanlış olmaz. Ait hissetme ve sevgi bireyin sosyal ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçlar gerçekleşmediğinde birey de yalnızlık ve umutsuzluk hissi ortaya çıkar. Çocukken alınamayan sevgi bireye değersizlik hissi olarak geri döner ve ruhunda derin bir boşluk oluşturur. Hiçbir şey o boşluğu dolduramaz. Tam da bu noktada işe kendimizi sevmekle başlamalıyız. Unutmamak gerekir ki her birey değerlidir ve sevilmeyi, sevmeyi hak eder. 

]]>
Sat, 05 Feb 2022 16:16:21 +0300 melek
Yalnızlık Üzerine https://edebiyatblog.com/yalnizlik-uzerine https://edebiyatblog.com/yalnizlik-uzerine İnsanlar yalnız olduklarını sanıyorlar. Oysa ki sadece etraflarındaki insanları göremiyorlar. Herşeye sadece kendi tarafından bakarak yorumlamak da kolay geliyor aslında. Ama asıl yalnızlığı kim bilebilir ki? Günlerce içinde biriken çaresizliği ve sebep arayışını... Kafandaki suçlayıcı ve aşağılayıcı sesleri susturmak için bir şeye tutunmaya çalışmanın zorluğunu kim bilebilir? Şımarıkça zor anında herkesi arayabilecek bir insan iki gün yalnız kalınca anlayabilir mi yalnızlığın ne olduğunu? Ailenin bile seni yük olarak gördüğünü düşünmenin ağırlığını bilebilir mi?! Zannetmiyorum. O derinliği anlamak kolay değil. O derinliğe düşmek de kolay olmamalı aslında fakat kimilerine yoldaş olarak başlayan yalnızlık  kimilerine de bir hastalık gibi yapışıyor zamanı gelince. Bir zamandan sonra bağışıklık geliştirilebilse de geçmişte yaşanılan acılar zaman zaman hatırlatıyor yarayı. Aslında Oğuz Atay'ın dediği gibi "Bir dostun varlığı güzel bir şeydir fakat bir dosta ihtiyaç duymadan yaşayabilmektir önemli olan." Ne olursa olsun her insan bir gün yalnız kalacaktır. Bunu deneyimlemek bir alışkanlık getiriyor insana. Zaman geçtikçe kendi başına olmanın seni daha farklı kıldığını ve eğer bunu atlatabildiysen kimseye ihtiyacın olmadığını düşünüyorsun. Ama eğer aşamadıysan acıya bağımlılığın olmaya başlıyor. Sanki o yoldaki tek yoldaşın o yalnızlığın acısı gibi geliyor. Aldatıcı bir bağımlılık bu. Her zaman bir umut vardır. Belki yıllar geçecek ve en yakın arkadaşınıza bu yalnız zamanlarınızdan bahsedeceksiniz. Belki de aynı yerde yalnızlığınızı paylaşacaksınız beraber. İnsanlardan fazla bir şey beklememek lazım aslında. Dizilerde, hikâyelerde gördüğümüz arkadaşlıklar apayrı tabi. Bir inancımız, umudumuz olsun diye varlar. Gerçek dostluk var ama aşk gibi; siz bulamazsınız hayat size vermeli. Kendini sevmeli bence insan. Kendiyle dost olmalı; asla sıkılmamalı demiyorum ama kendini tanıyarak yaralarını sarmayı da bilmeli. Kimseye bel bağlamamalı. Kitaplara, karakterlere güvenebilir insan. Başkalarına gerek yok. Çünkü bu belli bir şey:'İnsanlar güvenilmezdir.' Hangi insan bir kitap karakteri kadar güvenilir olabilir ki? Bu apayrı bir konu zaten -İnsanların var ettiği şeyler insanlardan çok daha güzel, çok daha güvenilir.-

]]>
Thu, 03 Feb 2022 21:26:48 +0300 Fatma Tuğba Öztürk
Gelecekte Yaşamak https://edebiyatblog.com/gelecekte-yasamak https://edebiyatblog.com/gelecekte-yasamak Yalnızca kendi deneyim ve düşüncelerimi yazıyorum. 

Biz insanlar ister istemez kendimizi geleceği düşünmekten alıkoyamıyoruz... Rahat olduğumuz bir dönemde bu günlerin de geçeceğini ve yoğun dönemlerin tekrar başlayacağını düşünüyoruz. Vaktin hızlı ve değersiz geçtiğini hissediyor ve depresif bir duruma düşüyoruz.

Bizzat bu durumu yaşarken çok düşündüm ve çözüm yolları aradım, kendime bazı sorular sordum. Dinlenme dönemi bitince ne olacak? Erken kalmaya başlayınca ne olacak? Yoğun bir döneme girince ne olacak?

Sonuçlarına baktığımızda kabus olarak görünüyor. Fakat o dönemleri daha önce de geride bıraktık. Daha önce defalarca kez atlattık. Ve tekrar başlayacak bir dönem için kendimizi şimdiden strese sokarsak gelecekte yaşamaya başlarız...

Biraz da geçmişe baktığımızda asla eski yıllara dönemeyeceğimizi kolaylıkla anlayabiliriz. Şimdi de geri dönemeyeceğimiz bir vakti neden harap edip gelecekte yaşamaya devam edelim ki?

]]>
Tue, 01 Feb 2022 09:30:57 +0300 Nurlan EYUB
İnsan ve Düşünceleri https://edebiyatblog.com/insan-ve-dusunceleri https://edebiyatblog.com/insan-ve-dusunceleri          İnsanların düşüncelerine önem verebilirsiniz bu çok güzel birşeydir ancak düşüncelerine önem vermek ve insanların düşüncelerini düşünerek hareket etmek arasında fark vardır. Önem vermeniz karşıdaki insanı önemsediğinizi ve ciddiye aldığınızı gösterir ama insanların düşüncelerini düşünerek hareket etmek bu sizi siz olmaktan çıkarır. Onların düşüncelerini düşünerek hareket etmeyin önemseyin ve size makul olanı yapmaya devam edin. Çünkü ne kadar çok düşünürseniz bu bir o kadar sizi sizden çıkarır. Karşıda ki insan sizi kıracak birşey mi yaptı bunu ya belirtin yada ikincisine izin vermeyin ama o kırdı diye sizde onu kıracak şeyler yapmayın. Bu şey gibi, 'o benim oğlumu öldürdü bende onun oğlunu öldüreceğim' yani kısasa kısas yapmak her konuda iyi bir sonuç vermez.  Kısasa kısas yapmak yerine mesafeye koymanız çok daha etkili sonuç alacaktır. Unutmayın bir insana yapacağınız en büyük kötülük onu yok saymaktır...☘️

]]>
Mon, 31 Jan 2022 21:17:34 +0300 YağmurunKızı8
Adı ÖMÜR https://edebiyatblog.com/adi-omur https://edebiyatblog.com/adi-omur Sat, 22 Jan 2022 10:15:48 +0300 siirsel__sanat İnanç https://edebiyatblog.com/inanc https://edebiyatblog.com/inanc   ' İnsan, inandığı şeyi yaşarmış ' derdi, saygı değer bir hocam . Yaşadıkça ve yaşlarıma her yıl birer merdiven dayadıkça anlıyorum hocamın dediğini. Allah insan beynini öyle mükemmel yaratmış ki şükür sebeplerimizin güzel yerini alıyor. Şimdi size kısa bir örnek ile anlatacağım, hoş çoğunuz bu anlatacağım şeyi biliyordur ; "İşinde başarılı bir doktorun vakti zamanında bir olay geçer. İki hastası vardır ve bunların birinin iki ay diğerinin ise iki yıl ömrü olduğunun kanısına varır. Meslek gereği bunu hastaya değil de yakınına iletir ve iki hastası da ayrılır hastaneden. Aradan iki gün geçmiştir ki iki yıl ömrü kaldığını düşünen hastasının vefat haberi ulaşır. ' Umduğumdan daha azmış ' der. Diğerinin yani iki ay ömrü kalan hastanın da öldüğünü düşünür. Ve aradan iki yıl geçer doktor her zaman ki gibi acili kontrol ederken iki ay ömrü kalan hastanı görür ve şaşırır. 'Siz ? ' der ancak o konuşamadan hasta konuşur. ' Ben kanser olmuşum doktor bey yanlış teşhis koymuşsunuz ' der. Bunun üzerine bakışlar hastanın eşini bulur. ' Bakın doktor bey, söylemem gerekiyordu ama söyleyemedim ve yaşadı görüyorsunuz ' der. Bu olay doktorun kafasına iyice takılır ve piskolog bir arkadaşına bu olayı açar. 'İnsan beyni hem çok tehlikeli hem de basittir. Hastanın eşi hastaya iyileştiğini demiş, bunu duyan hasta ise kendini piskolojik olarak iyi hissettiği için beyin de kendini iyi hissediyor ve hasta iyi olduğuna inandığı için hastalığı arka plana atılıyor. Yani sevgili arkadaşım herşey beyin de başlar.'. ..

   Bunun gibi bir çok testler yapılmış ve onaylamıştır. İlginç öyle değil mi? İşte tam bu yüzden bugünden itibaren yaşamak istediğiniz şeye inanın olmayacak demeyin, olduğunu kadarını yaşayın. Geçmişi cebinize atın, yaptığınız hataları yanlışların ise elinden tutun. Ve geriye kalan yoldan ilerleyin. Yere mi düştünüz? Düştünüz yerdeki çiçekler den bir demet yapın ve kalkın ayağa. Unutmayın, sizden güçlüsü olabilir güçsüzü de ama sizinle aynı güçte olan kimse yok. Sizden bir tane var ve sizin hayatınız da bir tane. Şimdi bu yazıyı okuyanlara soruyorum. Siz neye inanmak istiyorsunuz? Yaşamak istediğinize mı yoksa çevrenizin yaşattığina mı? ...

]]>
Sat, 22 Jan 2022 01:06:22 +0300 YağmurunKızı8
Bir gece yarısı https://edebiyatblog.com/bir-gece-yarisi https://edebiyatblog.com/bir-gece-yarisi İlk okulda bir arkadaşım vardı. İp atlamayı çok severdi. Ama onu kimse almazdı yanına. Bir gece yarısı atladığı iple kendini astı. Öldü.. Lisede bir arkadaşım vardı. Sakallarını çok severdi. Sevdiği kadın sakalına hiç dokunmadı diye sakallardan vazgeçti.. Ve sakallarını kestiği jiletle bileklerini kesti.. Öldü.. Kendimi seven bir ben vardım.. Sevilmediğimi görünce içimdeki boşluktan kendimi aşağı attım. Ölmedim.. Sevdiğim bir kadın vardı.. İlaçlarla ayakta kalmaya çabalayan.. Neyse.

]]>
Fri, 07 Jan 2022 23:47:44 +0300 meczupbiryazar
NASIL OLABİLİYOR? https://edebiyatblog.com/nasil-olabiliyor https://edebiyatblog.com/nasil-olabiliyor İnsan, nasıl olabiliyor? 
En olduğu duygulara bile uzak. 
En sevdiği duygulardan habersiz. 
Ya da nasıl olabiliyor? 
Onları hiç yaşamamışım gibi. 
Bu mümkün mü? 
Bu iyi mi yoksa kötü mü bilemiyorum ama insan artık yeniden doğmalı. 
O alıştığını düşündüğü güzel duyguları doğru bir şekilde öğrenmeli. 
Tüm yanlışları bir köşeye koyarak, güzel bir sayfa açmalı. 
Ve o sayfayı doldururken  önce kendini ve hayallerini düşünmeli. 
Bence güzel olan her şey bu şekilde olmalı. 
Eskiyi ve kötüyüm bir köşe de bırakıp yalnızca yeni adımlarına odaklanarak. 
Sonra gökkuşağı açacak ve o güzel renkler belirecek. 
Senin yüzünde tebessüm olarak yerini alacak. 
İşte, işte insan o günün geleceğini ve bu anları yaşacağı günlerin ümidini asla kaybetmemeli

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:44:58 +0300 Gizem akar
Geç kalınmış. https://edebiyatblog.com/gec-kalinmis https://edebiyatblog.com/gec-kalinmis

İnsan bazen bazı şeylere geç kalıyor. 

Yalnış yerde, yalnış zamanda ve yalnış insan da olabiliyor. 

Ve çoğu zaman da bunu farkına geç varıyor. 

O yüzden oradan gitmek ve başka gelişlere yelken açması kolay olmuyor. 

Bir gidişler bir de geri dönüşler var anlamsız. 
Gereksiz. 
Olmaması gereken. 
Gelmek veya gitmek kolay eylemler değildir. 
Her gidişte bir vazgeçiş
Olabiliyor ama her gelişte umut olamayabiliyor.
İşte gelmek ve gitmek arasındaki fark ta böyle anlatılabilirdi. 
Her gidişe bir iç çekiliyor ama her gelişe bir tebessüm verilemiyor. 
Her gidiş bir sevdanın bitişi olabilir ama her geliş yeni bir başlangıç olamayabiliyor. 
Bazen bazı şeylere geç kalınıyor. 
Bazen bazı şeyler anlamsız ve yarı yolda kalabiliyor. 
Kalması gerekiyor. 
Hiç zannetmesen de oluveriyor. 
Gidişler kolay olabiliyor ama gelişler öyle olmuyor. 
Ya da bir gidiş bir şekilde kabul edilse de tadı unutulan duyguların gelişi kabul edilemiyor. 
O yüzden ya gidiş ya da geliş için insan doğru karar vermeli. 
Çünkü bazen bazı şeylerin geri dönüşü olmuyor

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:41:15 +0300 Gizem akar
ŞEKERLİ SAKIZ https://edebiyatblog.com/sekerli-sakiz https://edebiyatblog.com/sekerli-sakiz Birçoğumuzun küçükken bir türlü bırakamadığı, çoğu zaman çiğnemeden yuttuğu o meşhur şekerli sakızların tadı yok mu? Şimdiler de çiğnense, yine o zaman ki tadı arar oluyor insan. Değişen; paketin içinde bekleyen, tadını renginin ardında gizleyen şekerli sakızlar mı bilinmez. Ama sanırım sakızdan ziyade en büyük değişimi bizler yaşadık. Büyüdükçe, küçükken çiğnediğimiz o minik sakızların tadı; yerini, telaşa, korkuya, heyecana, üzüntüye, zaman zaman mutluluğa, kaygıya bıraktı. İnsan olmanın en büyük getirisi olan duyguları, büyüdükçe eksik yaşayıp yanlış tanımlar olduk. Bu yüzden sürekli mutluluğu,huzuru,eğlenceyi, dostluğu, çocukluğun masum anılarına gömdük. Eskileri her geçen gün daha çok arar olduk anın telaşları içinde. Ama dünü anarak buüne bir şey katamayız. Bugünü dünden daha güzel kılabiliriz. hem de şekerli sakızla:)

O nasıl olacak dediğinizi duyar gibiyim. Çok basit bir yöntemle mümkün. Gün içinde canınızı sıkan her türlü eylemi, kişiyi, haksızlıkları, kötülükleri, size iyi gelmeyen, enerjinizi düşüren tüm negatif yükleri sakız çiğnerken düşünün. Sonra balon yaparken daha yoğun hissedin. Şişirin, şişirin, şişirin. Ve sonra BOMmmmm.

Negatif enerjinizle günü bitirmek zorunda olan halinizden eser yok şu an. Şimdi daha rahat, daha mutlu bir sen ve daha şekerli bir sakız. Gerçekten hissederek yaptığınızda çok daha güzel hislerin sizi bulacağına eminim. denendi ve onaylandı:) İşte bu kadar basit. Şekerin tadına da hayatın mayasına katmak bu denli mümkün.

]]>
Mon, 03 Jan 2022 23:40:52 +0300 Büşra özdaş
Arşiv 10 (Sosyal Medya Etkisi) https://edebiyatblog.com/arsiv-10-sosyal-medya-etkisi https://edebiyatblog.com/arsiv-10-sosyal-medya-etkisi Herkesin onaylayacağı ve kimseyi karşıma almayacak bir cümle yazmalıyım çünkü ilgiye aç bir mahluk olarak özellikle sosyal medya ile herkesin ortalama benim gibi olduğunun farkına vardım ve bu beni sıradan kıldı. O sebeple kendimi geliştirerek ve bir baltaya sap olarak farkımı ortaya koymaktansa insanların aciz egolarını tatmin edecek cümleler yazarak kazandığım etkileşimler ile farkımı ortaya koyduğumu sanmalıyım. Çünkü ben özgür düşünceden bile aciz , popüler kültür kölesi bir insanım.

]]>
Wed, 29 Dec 2021 09:04:28 +0300 Garip
Geçecek... https://edebiyatblog.com/gececek https://edebiyatblog.com/gececek Çürüyorum. Bunu hissediyorum. Zihnim, gerçekliğim değişiyor. Hastalıklı olduğunu bildiğim düşüncelere inanıyorum. Yine dalganın gelişini hissettim. Yine bir şey gelmedi elimden. Çünkü benim yaptığım her bir şey yanlıştı, hataydı. Ait oldukları yer benim kafamın içiymiş tarzı bir rahatlıkla kafamın içine giriyorlar. Yine. Batıyorum. Boğuluyorum. Dayanamıyorum. Ayağa kalkmam gerek. Sıyrılmam gerek ama ben hiç bir şeyi beceremedim zaten. Yaşamak istiyordum. Şuan uzak gelse de... O anların kıymetinden ölmek istemiyorum şuan. Bazı insanlara uzak bunlar. Okudukları birkaç satırdan başka bir şey değil. Ve ruhsal bir bozukluğun kağıda yansımaları... Ama okuduğunuz şey benim gerçekliğim. Hayal edemeyeceğinizi biliyorum ama ben, ben bunun içinde yaşıyorum. Neden? Çünkü önceden ben de hep okurdum. Hatta bir karakterle kurduğum güçlü empati yüzünden tüm gün yorganın altından çıkmadığım olmuştu. Ama... Ama ben bunlara uzaktan yakından yaklaşamamışım. Ve bunda hiçbir sorun yok.

Kendimle tek kalıyorum. Zaten zor bir şey de değil bu. Çok arkadaşım yok. Önce suçluluk. Sorumsuz biriyim çünkü. Yapmam gerekenleri yapmadım. Sonra kendine güvensizlik. Önceden ne kadar iddialı konuştuğumu duysanız şaşarsınız. Ama istediklerimin olmayacağına inancım tam. Ve geçmiş ile ilgili ne var ne yoksa ortaya çıkar. Tüm pişmanlıklar, hatalar, suçluluklar, her şey... İstediğiniz metaforu kullanın. Bataklığa gömülmek, duvarların üstüne gelmesi... Dayanamamak aslında bunların çıkış noktası. Seni rahatlatacak bir yere kaçsan, uzaklaşsan... Ama evindesin. En güvenli yer, tek sığınağın... Ve sen kaçmak istesen de kaçacak yerin yok buradan başka. Yok. O an ölmek zorundasın. İşte bu noktada yanımıza bir konuk geliyor bize daha az bir acı çektirmeyen. Ataklar vb. Emin olun bunlar işin en kolay kısımları. Her neyse. Daha devam ediyor tabii ki. Beynin sana yapay ve zor bir saldırı verirken sen baş etmeye çalışıyorsun. Ve halloluyor bir şekilde. Bu halledildikten sonra...

Her neyse. Hep geçti. Yanımda kalsa da üzerimden kalktı. Hep. Yine öyle olacak. Ben mahvolsam da hep geçecek.

]]>
Wed, 29 Dec 2021 01:36:48 +0300 ex aliis mundi
Arşiv 6 (Eğitim) https://edebiyatblog.com/arsiv-6-egitim https://edebiyatblog.com/arsiv-6-egitim İdeal birey , idarecilerin emirlerini sorgusuz sualsiz uygulayan bireydir. Buna ihtiyaç duyulur. 
•İlkokul ve ortaokul süreçlerinde size empoze ettirilen rekabet duygusu ve ezberci sistem liseye geldiğinizde ise sizi kendi özgün fikirleri olmayan , rekabete zorlayan düzenle yoğrulurken iyice benci bir kişiliğe bürünmenize sebep olur.
•Dürüst olalım kaç genç gerçekten yapmak istediği iş için akademik eğitim alıyordur. Çoğu genç parası işin o işi seçmiş oluyor. Para elbette önemli ama sevmiyorsan , hergün çalışmanın ne manası var. O para ne kadar mutluluk getirebilir. Unutturabilir mi ertesi gün olmak istemediğin o çalışma ortamına gideceğin gerçeğini.
•Hayatındaki insanlar ve  aldığı yanlış karar yüzünden sorunlar ile boğuşan birey çözüm yolu göremiyor çünkü ona bu öğretilmemiş. Para=Mutluluk. "Para kazanıyorum. Peki neden mutlu değilim."

Dominoların bir bir devrilmesi gibi işler bu sistem. Eğitim sistemi ile bencil ve özgün fikirden yoksun olarak yetişen genç geçimi sağlamak için verdiği zorlu mücadelelerden dolayı giderek apolitik ve sosyal yaşamdan uzaklaşır. Bu da onu anlık mutluluklara bağımlı eder. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi bu anlık mutluluklara ihtiyaç duyar ancak bu anlık mutluluklar sadece çözememekten korktuğu sorunları halının altına itmesine neden olur. O sorunlar orada birikir birikir birikir... Ta ki artık anlık mutluluklarını yaşamak için , o hayat odasında sorun olmayan bir nokta kalmayana kadar. Belkide kendini bir binanın yüksek bir noktasında umutsuz bir şekilde bulana kadar.
Bu kişi daha pek çok etken yüzünden ulusal ve uluslar arası sorunlar hakkında bir fikir edinmesi . Çoğunluk ne yaparsa onu yaptı belkide. Hangi görüş çoğunlukla onun yanında gözüktü. Patronları hangi partiye oy veriyor ise ona oy verdi. Arkadaşları ve yakın çevresi hangi dini görüşe inanıyorsa ona inandı. İdeal bir insan oldu ama neye mâl oldu.

]]>
Mon, 27 Dec 2021 10:35:47 +0300 Garip
KENDİ DEĞERİNİ BİLMEK https://edebiyatblog.com/kendi-degerini-bilmek https://edebiyatblog.com/kendi-degerini-bilmek     Benlik, o sensin. O olmazsa sen olmazsın.  Algıladığın, gördüğün , tepkin hepsi seninle anlamlı. O yüzden farkına var kendinin. Hayat düzleminde, sapmalar olsada , kendinin farkındaysan , ya barışırsın yaşamınla, yada küfrederek, kahrederek tökezleye tökezleye ilerlemeye çalışıp  yerinde sayarsın, aynı  şeyleri tekrar tekrar yaşayarak.

Hayatın eğitmenlik şartı bu. Hatalarından ders almaz isen , kendi kıymetini bilmeden, yürürsen bu yolu, kafana vura vura öğretir tekrarlar.  Amaaa ya öğrenirsen , yeni deneyimler, yeni bir bakış açısı çıkar önüne. Bunlar nasıl mümkün?

    Kendini dinlemeyi öğrenmek ve dinginleşmekle.

   Gün içinde muhakkak kendine , tamamen kendine ayıracağın  özel zamanlarım olsun. Kapan içine, keşfet ruhunu. Sor kendine, ruhuna, derinleş.

Mutlu muyum?

Huzurlu muyum?

Ben ne istiyorum?

Doğru yerde miyim?

Hayatımdaki insanlar beni tökezletiyor mu, ileriye mi götürüyor?

Daha iyi bir ben nasıl olabilirim?

   Her gün yap bunu, yaz , kendine sor, cevaplar ızamanla  tek tek bulacaksın. Değer kat kendine. En iyi halin için çalış. Yeni şeyler öğren , hiç bir şeyi engel olarak görme kendine.

   Kendini sev , saygı duy ve şımart. Hep barışık ol, hatalar yaptığında horlama kendini, kabule geç, ayağa kalk ve yeniden başla kendini keşfetmeye.

  Herşey seninle başlar, sen iyiysen dünyanda iyileşir. Sen olumluysan dünyanda da  olumlu olan seni bulur. Sen ışıksan ışıkta, karanlıksan karanlıkta bulursun kendini. Bu gün, şimdi hadi uyan ve başla en iyi seni bulmaya. 

    Başaramadığını düşünürsen yaz, ben destek olmaya çalışırım sana. Sen yeter ki işte. O zaman gelir yardımda , mutlulukta. Sevgiyle.

  

]]>
Wed, 22 Dec 2021 15:35:00 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
Yaşadığın Şeylerden Keyif Al https://edebiyatblog.com/yasadigin-seylerden-keyif-al https://edebiyatblog.com/yasadigin-seylerden-keyif-al Yaşadıklarından keyif almalısın çünkü yaşanılanların geri dönüşü olmaz. Bir daha okul çağına, gençlik dönemine dönemezsin. Yaşadıklarını bir daha yașayamazsın.

Yaşadığın kötü şeylerden çıkarabileceğin yararlı şeyleri düşün. Bir şeyleri denemekten korkma. Belki çok klişe olacak ama anda kal:)

Yapamadıklarından o kadar çok pişmanlık duyan insan gördüm ki artık hiçbir şeyden pişmanlık duymak istemiyorum. Elbette hatalarım olabilir, olacak. İnsanlık hali, olabilir.

Çok yönlü bir insan olmak benim için önemli, hayatı çok basit şeylerle dolduran insanlara çok kızıyorum. Öyleyse neden hayata geldin ki? Hayalinin peşinden koşacak bile cesaretin yok.

Hepimizin bazı sıkıntılı dönemleri oluyor ama hepsi gelip geçici nihayetinde. Derdi veren Allah dermanını da veriyor. Her şeyin kötü yanına bakma, iyi şeylerde var. Yalnızca kötü şeyler geçiriyor olamazsın.

Hayata çok farklı açılarla bakmaya çalıș. Farklı düşünmekten korkma. Her şey iyi olacak... 

]]>
Sat, 18 Dec 2021 21:31:26 +0300 Nurlan EYUB
BAŞARININ ÖYKÜSÜ https://edebiyatblog.com/basarinin-oykusu https://edebiyatblog.com/basarinin-oykusu                                                            BAŞARININ ÖYKÜSÜ

Basketbol takımı çok iyi oynuyor ve üst üste maçlar kazanıyordu.Bu takımın hedefi kupayı kaldırmak.

bu basketbol takımı bire bir maçlara çıkıyor ve önlerindeki rakibin güçlü veya güçsüz olduğuna bakmadan,her maça farklı bir taktikle hazırlanıyordu.Maçlara çıkmadan önce "BAŞARACAĞIZ" diye çıkarlar.Basketbolcuların her birinde İnanç,Hırs,Azim,Başarmak ve sonunda hayallerine kavuşacakları bir son vardı.Her bir maçta iyi oyun sergiliyor ve maçı kazanıyorlardı.

Bütün maçlara çıkarken aynı disiplenle oynuyor ve uyguladıkları taktiklerle bütün maçları kazanıp sıra final maçına geliyor!...

Final maçı başa baş,kora kor giderken "SON" on saniyeye maç berabere devam ediyor.

Yapılacak yanlış bir top kaybı rakibe kupayı kazandıracak ve hayalleri başka bir sezona kalacaktı.

Çünkü onlar her attıkları basketi kupa olarak görüyarlardı.Bu düşünce ile alakalı bir taktikle maçın bitimine "BİR" saniye kala,üçlük atıyor ve hedeflerindeki daha doğrusu hayallerindeki kupayı kaldırmanın mutluluğunu yaşıyorlar...

Yaşamda başarı tesadüf değildir...

HAYAT BÖYLE BİR ŞEY  İSTERSEN,HAYAL EDERSEN GERÇEKLEŞİR...

]]>
Wed, 01 Dec 2021 15:38:36 +0300 KUM SAATİ YAZARI
Merhaba De Kendine https://edebiyatblog.com/merhaba-de-kendine https://edebiyatblog.com/merhaba-de-kendine Bu sabah içimde kıpır kıpır bir sevinçle güneşin doğuşunu izledim. Uzun geceden sonra, koyu karanlıktan aydınlığa geçiş anı çok kısaydı. Aynı sandalyede oturup kaç gün doğumunu gözyaşları ile karşıladığımı, çok şükür geçti diyerek hatırladım. 

 Oysa hayatımda henüz değişen çok bir şey yoktu. Dünkü şartlara maruzdum ama değişim içimdeydi. Artık gözle görülür hale de gelmişti. Çevremdekilerden her şeye olumsuz bakanlar neşemi garipsese de yıllar önce bir gün yitirdikleri insanın tekrar geri dönmesine memnun olanlar da vardı. Ama bu duruma en çok sevinen bendim. Çünkü, hayatın karmaşası içinde unuttuğum kendimi çok özlemiştim.

 İnsan çok olasılıklı bir varlık. Bazen bilinmez sığ bir su, bazen gürül gürül bir ırmak. İçimiz ne kadar geniş. Her şey sığıyor. Sevgi, öfke, aşk, özlem, huzur, kıskançlık, nefret, intikam, arzu… Melek gibi bir insan, “an”lık bir cinnetle bir katile dönüşebiliyor. Yıllarını evlatlarına saçını süpürge ederek geçirmiş bir kadın bir anda arzularının esiri olabiliyor. Her çiçekten bal alıp çiçekleri soldura soldura ilerleyen bir çapkın, bir gün bambaşka bir yol seçebiliyor. Yani insan içinde hem kadını hem erkeği hem katili hem sevgiliyi hem bir çapkını hem iyi aile babası ile hassas bir anneyi barındırabiliyor. “Çok bencil!” diye yaftaladığımız birinin içinden, başkasının yaşamı için kendinden vazgeçecek kadar fedakâr bir gözü kara çıkabiliyor.

 İnsana, benliğin o tekinsiz arka sokaklarından aydınlık pırıl pırıl sabahlara yürüyebilecek bir güç bahşedilmiş. Sarkacını dengede tutarsa her şeyin üstesinden geleceği bilgisi verilmiş ama olabilirlikleri o kadar fazla ki, salınımı, tek başına doğru bir ritimde yapmak istediğinde çok zorlanıyor. Onun için hayatı verene teslim olmanın huzuru diye bir his var ki, kolay kolay tırmanılabilen bir zirve değil. Oraya çıkış için, ihtiyaçlarını karşılayacak araç gereçle doldurulmuş ağır bir sırt çantası, güçlü bir kanca, sağlam bir ip, tabiatla uzlaşıp onun kurallarını kabul etmek, hata yaptığında canınla ödeme gibi bedeller var. Bunlar aynı zamanda insanın elini kolunu sallayarak bu dünyada gezinmesi özgürlüğünden feragat etmek demek. Tabi, bunca zorluğun karşısında, tedbirini alıp kurallara riayet edersen, yani tam teslim olursan kalbinden korku silinecektir. 

 Hayatı bize zor yapansa hem teslim olmayıp hem her şeyin karar makamı gibi sürekli düşünüp akışı bozmak ve teslim olmuş gibi yapıp görünürde sırtlandığın çantayı, güçlü kancayı, sağlam ipi unutup tırmanış esnasında dengeyi bozacak hareketler yapmak. Çantadaki malzemeleri, suyu, yiyeceği beğenmeyip ya da umursamayıp çaresizlikle savrulmak. Üstüne üstlük hiç bu zahmetlere girmeden ben güçlüyüm, kendim tırmanırım diyerek yola çıkan, ağırlıksızım diye uçmaya çalışanları taklit ederken uçurumdan yuvarlanmak. Hem yük taşıyıp hem de korkudan emin olamamak, hayatı çekilmez kılan.

 Hayatı kolaylaştırmak lazım, akışına bırakmak, seyretmek lazım. Bunu bir gereklilik değil de tercih ile yaptığımızda huzur dağı, düz ova oluyor. Onun için akışa güvenelim. Ama hepimizin varlığına ad olmuş “İnsan” denen bu meçhul kimi zaman kendinden, salınımdan, varlıktan, yokluktan bunalıyor ve dipsiz bir kuyuya saklıyor kendini. Özellikle de insan, herkesin hayatını, çeşitli kılıklara bürünmüş belalarla, sıra ile gezen kriz zamanlarında, bir yerlere sığınmak, başka şeyler düşünmek, bilmediği yollardan yürümek ve rahatlamak istiyor. Çantayı kenarı koyuyor ama bırakmıyor, kullanmıyor da. Bir nevi isyan ediyor, bunca yükü taşıdım ama yaşadıklarıma bak diye söyleniyor içinden, karanlık onu hızla içine çekerken. 

 Sonra o yalnızlığa, karanlığa alışıyor, günleri geceler üzerine deviriyor, dünün aynısı nefessiz vakitler yaşayıp duruyor. Kendi kendinin sabotajcısı olduğunu fark etmiyor. Zaman geçiyor, gücü azalıyor, karnı acıkıyor, ruhu sızlıyor, sıcak bir nefes, iki güzel söz duymak istiyor. Bazen en güvendiği, sıkıca tuttuğu dallar kırılıyor. Düşüyor. Kendi iradesiyle indiği, tercih ettiği sığınak bu sefer karanlığına karanlık katıyor. Bir yandan kuyunun suyu yükseliyor, boğulmamak için daha çok çırpınıyor. Çırpındıkça batıyor. Suyun soğuğunda üşüdükçe ısıtacak yeni şeyler arıyor. Aslında güneşi görmeyi reddedip kuyuda kaldıkça tam manasıyla ısınamayacağını kendisi de biliyor. Ama oradan çıkınca ne yapacağını kestirememek, yine ağır yükler taşıyacağını düşünmek ürkütüyor insanı.

 Hani sık örnek verilen bir benzetme vardır. Yumurta dıştan kırılırsa hayat biter ama içeriden kırıldığında yeni bir hayat başlar diye. İşte vakit tamam. Yumurtanın içinden sesler geliyor. Kabukta çatlama belirtileri baş gösteriyor. İzin verelim çatlasın ve bu zor karantina günlerinde başını uzatıp merhaba desin bize. Selam olsun kendimize.

 

 

]]>
Sat, 27 Nov 2021 23:58:41 +0300 Seslenen Yazılar Handan Kılıç
Kitabım https://edebiyatblog.com/Kardelen https://edebiyatblog.com/Kardelen

]]>
Sun, 14 Nov 2021 21:52:38 +0300 Kardelen Şeyda Öğretmen
ACI https://edebiyatblog.com/aci-990 https://edebiyatblog.com/aci-990 İnsan acısını içinde yaşar değil mi? İçine gömer çoğu şeyi; içini mezarlık, dışını bağ bahçe... Kimse görmesin, duymasın, hissetmesin diye saklamaya ne hacet var ki; insan evladı zaten sağır olmaya dünden meraklı değil mi? 

Sen gözlerinle anlatırsın derdini kör olurlar, anlatmak istersin sağır kesilirler. Bu kadar zor mu bir insanı anlamak? Bazen sadece dinlesen, yanında olduğunu hissettirsen yeter; kelimelere gerek dahi yoktur. 

Sen sus, sadece sarıl... sarıl ki kalbini onun kalbi doldursun; senin acını o, onun acısını sen hissedebil. Sarıl ki kalpteki yaraya dokunabil!

Yaraya merhem, başkasının yarası olamaz mı? Belki iki yara birleşip birbirlerini daha iyi iyileştirebilir, kim bilebilir ki...

Hem ne demişler "insan, yarası yarasına denk geleni severmiş..."

28'10

]]>
Sat, 13 Nov 2021 23:44:59 +0300 Kağıttan Ruhlar
MEDİTASYON NASIL YAPILIR?(2) https://edebiyatblog.com/meditasyon-nasil-yapilir2 https://edebiyatblog.com/meditasyon-nasil-yapilir2 Meditasyonla kazanacakların

- Konsantrasyon

- Farkındalık

-Hayat amacını bulmak ve kendini keşfetmek

-Anda kalmayı öğrenmek.

Meditasyona Hazırlık

- Rahat kıyafetler giymek, dar ve esnek olmayan kıyafetler zorlayıcı olur.

- ortam sessiz olmalı, yeni başlayanlar için gerekli, bu işte ilerledikçe oda sorun olmayacak. İstersen sözsüz meditasyon müzikleri dinleyebilirsin.

-Ne kadar süre meditasyon yapacağına karar ver. İlk olarak 5 dakika idealdir, ilerledikçe süreyi zaten kendin uzatacaksın.

- Rahat bir pozisyonda bağdaş kurarak  yere otur, zor geliyorsa sandalyedede oturabilirsin.

-Omurganı düz hale getir.  Yani sırtın tam düz olsun.

-Gözlerini kapat.

- Diyafram nefesleri almaya başka. 6 ya kadar sayarak bir çiçeği koklar gibi burnundan çek, 4 e kadar say ve nefesi vermeden bekle, 8 e kadar sayarak bir mumu üfler gibi nefesi ağzından ver. İki nefes arası yine 4 say bekle ve ikinci nefese geç.

- 10 adet diyafram nefesi al bu şekilde.

- Daha sonra normal nefes al ve nefesine odaklan. Kafana düşünceler gelecek, umursama , o anda yeniden nefesine odaklan. Bu şekilde 5 dakika bu çalışmayı yap. 

      Yavaş yavaş meditasyona alışıp ilerlediğinde meditasyon süreni uzat. 

   Farklı meditasyon çeşitlerinde uygulayacağız, zamanla. Önce Temel  Meditasyonla başlıyoruz. Sevgiler.

-

]]>
Mon, 08 Nov 2021 20:36:26 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
MUCİZE DEĞİŞİM https://edebiyatblog.com/mucize-degisim https://edebiyatblog.com/mucize-degisim   Hayatında ilerleme ve hayallerine kavuşmam adına bazı şeyleri her gün yap ve bilinçaltını yeni hayatına kodla.

]]>
Sat, 06 Nov 2021 00:01:57 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
DAVRANIŞSAL VEFA https://edebiyatblog.com/davranissal-vefa https://edebiyatblog.com/davranissal-vefa İnsan Olmanın Ilmini Anlayabilmek Için, Içe Dönüş Şart. İyileşme Süreci Önce Benlikten Başlar. Kim Olduğunun Altına Attığın Imza Tamamen Sana Ait. Sosyal Ve Ailesel Etkileşmenin Izdüşümlerini Ne Kadar Taşısak Da Sorgulayan Bir Beyin Doğru Olanı Kendinde Yola Getirecektir. Yeter Ki Iyi Olanı Istemek Ve Uygulamak Erdemine Ulaşsın.  

   İnsanın, insana, doğaya kısaca herşeye davranışı ve bakışıdır yaratılışındaki yüceliğin incelikleri. Bencillikten ve yabani duygulardan arınan bir varoluşla bütünleşmelidir davranışlar. Nasıl ki anlaşılmayı bekliyorsan karşıdan, sende ne kadar anladığına bakmalısın denklik açısından.

  Güzel davranışlara sahip olmak, yaradılanı sevmek, kızgınlık anında kırmadan kendine hakim olmak, duygusal ve fiziksel hiç bir eziyette bulunmamaktır, davranışsal vefa. Vefa demem şundandır ki.  Gerçekten sevmeyi bilen vefa gösterir, düşünüşüne de, davranışına da. Vefa, bağlılıktır sürekliliği sağladığında. Hep aynı olan olgun yapıda kalıp, sevgini devam ettirdiğinde. Ödün vermeden, devamlılığı başardığında.

  Üç gün sokak hayvanlarına yiyecek ve su verip dördüncü gün bırakmadığında. Her davranışını her gün sükunetle kontral altına aldığında, kızmadığında, kırmadığında ve insan olma sanatını ömrün boyunca sergileyebildiğinde. Ancak o zaman yakalayabilirsin vefayı. Güzel olana, iyi olana kilitlen ki açan anahtarda getirsin sana vefakar olanı.

     Tüm vefalı, yüreği sevgiden geçen dostlara.

   

]]>
Tue, 02 Nov 2021 16:13:24 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
OLUMLAYIN https://edebiyatblog.com/olumlayin https://edebiyatblog.com/olumlayin Kendi hedefleri, idealleri olmak zamana, yaşa veya bir duruma bağlı değildir. Bu heves içinizde olduğu sürece, aşılacak yollar ve ümit vardır. Hedefsiz ve amaçsız olmak boşluğa atılan boş imza gibidir.

Genç, yaşlı fark etmez kaç olursan ol yaşamın içine kat kendini. İllaki bu zenginlik, lüks yapılarda yaşamak, kariyer demek değil. Her şeyin hedefi olabilir. İstikrarla yapılan her şey hedeftir bana göre.

Dil öğrenmek, yeni yerler gezmek, kitap okumak, yardım için çalışmak ve daha nice konular. Zevk, beceri ve heves doğrultusunda adını kendin koyabilirsin. Yeter ki istekli ve istikrarlı ol.

Bir işe başlayıp yarısında vaz geçmek geçiyorsa içinden bir es ver. Ve bu es süresinde kendini motive et. Hatta bunu o an değil her zaman yap. Motivasyonun en iyi arkadaşı olumlu düşünme ve kendini olumlamaktır.

Kendine ait olumlu cümleler yaz, bunu telefonuna kaydet ve her gün dinle. Kullandığın yüklemler şimdiki zamanda, cümlede tamamen olumlu olsun.

"Ben her yaptığım işi başarırım."

"Ben çok güçlü ve çalışkanım."

Hangi konuda eksik hissediyorsan bunu olumlu cümlelere dök. Para, zenginlik, ders, iş ne olursa olsun. O konuyla ilgili kendini dönüştürecek cümleler bul. Cümle seni tanımlasın, okuduğunda ruhuna cevap versin. Hazır olumlama bulabileceğin yerlerde var. Ama kendini kendin daha iyi tanıdığına göre, bu cümleler senin buldukların olursa daha kolay motive olursun.

Yıllardır olumlamalar üzerine çalışan insanlar var. Etkili olmasa bu kadar ısrarcı olmazlardı. Uyku öncesi ve sabah ilk uyanılan anlar bilinçaltını en güzel kodlayacağın zamanlardır. Kaydettiğin kendi sesini sabah akşam dinle. Ve bunu yaparken gülümse. Gülümsemek pozitif düşünmeye ilaçtır. Beynini bile kandırırsın.

Çaresiz ve kala kaldığın anlarda bir gülümseme patlat kendine. Otomatik psikolojin değişecek. Ve arkasından şöyle diyebilirsin." Benim moralimi hiç bir şey ve kimse bozamaz. Ben değerliyim ve hayat çok güzel." Gülümsemeye devam et bu arada.

Bende şu an beklentilerimin içinde kendimi dönüştürmeye çaba harcıyorum. Geçen yıla göre çok iyiyim. Hedeflerime ulaşıyorum. Bir iki şeyde oldu mu halim süper.  Bu arada olumlamaların faydasını çok gördüm. Kendinize iyi bakın dostlar.

]]>
Tue, 02 Nov 2021 15:49:17 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
SEV https://edebiyatblog.com/sev https://edebiyatblog.com/sev İnsanların duygularını eksiltmeden sevebildiğin gün insansın. Özünü, sözünü bozmadan. Kendine hesap sordurmadan. Sevmek çoğalmak değil midir? Duygularda, varoluşta, bitirilmişliğe üç kala.

Karşılık beklenmeden söylenen sevgi sözcüklerinden daha güzeli var mı? İnsan yeniden tutunmuyor mu hayata bu sözcükleri duyarak. Ve sevesi gelmiyor mu her şeyi.

Güne "Günaydın, güzel insan." diyen biri uyandırsa sizi ,eminim o gününüz güzel insan olarak geçer. Olumsuz bir sözcük, mutsuz bir yüz ifadesi koparıyor bizi bağ kurmaya çalıştığımız var olandan. Kirlenmiş, kötü sözleri kusmamalı insan. Ölçmeli, biçmeli ve öyle demeli herşeyi.

Anlaşılamadığını düşünmek, dışlanmış hissedişin yadigarıdır bence. Ben mutlu edildiğimde şakıyorum ve oradan biliyorum bunu. Biraz empati, biraz sağduyu, birazda incelik. Zor olmasa gerek. Sevmeye niyet et yeter ki .

]]>
Tue, 02 Nov 2021 15:43:48 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
MEDİTASYON NEDİR VE NASIL YAPILIR? (I.BÖLÜM) https://edebiyatblog.com/https:youtube.complaylistlistPLmmLeydupP9FMX3v7LgzGSbCA6tZkN2yV https://edebiyatblog.com/https:youtube.complaylistlistPLmmLeydupP9FMX3v7LgzGSbCA6tZkN2yV    MEDİTASYON, kelimesinin etimolojisine bakarsak Latince "meditatio" kökünden gelir ve "derin düşünme"anlamını taşır. Başka bir bakışta "medicine" ilaç kelimesiyle ortak kökenlidirler. Bir nevi  zihne ilaç da diyebiliriz, neticede  ilaçta vücuttaki bir hastalığı iyileştirmek içindir.  Tasavvufta "istiğrak" olarak isimlendirilir.

     İşin özü denge, iç ve dış uyumu bedensel boyutta yaşayabilmek,  ruhsal, duygusal ve zihinsel olarak dengelenmiş huzuru eterik  yani fiziksel bedene taşıyabilmektir. 

      Bir çok kadim öğretilerde, meditasyonun yeri her zaman vardır. Düaliteden yani ikilikten , birliğe açılan kapıdır meditasyon. Beden dediğimiz mucizenin içinde yaşıyoruz fakat onunla olan ilişkimizin farkında mıyız bilinmez.  Otonom sinir sistemi sen komut vermeden vücudunun canlılığını devam ettirirken, bilemezsin içerde neler olduğunu. Nefes alırsın, kalp atar, yemekler sindirilir ve daha nicesi. Bu mükemmel işleyişte senin yapman gereken farkındlığındır.İşte meditasyon yapmak farkındalık bilincinin basamaklarını aydınlatır sana, kök çakranla topraklandığın hayat taç çakranla seni Yaradanınla buluşturur. 

   Bu kadar farklı konulara girmem tefekkür içindir. Hafife almaman için. Basit kalıplarla bağdaş kur, otur , nefesine odaklan, zihni boşalt galesi değildir yanlızca. Yaradılış amacına binaen halifesi olarak yaratıldığın bu âlemde değerini bilmen, hiçlik makamını adımlayacaksan yolunu düşünerek, erdemine vararak bulmandır.

     Meditasyon yapmaya başladığım ilk zamanlar sıkılacak, kendine verdiğin zaman diliminin bitmesine odaklanacaksın. Sakın vazgeçme, attığın ilk adım seni uyanışa giden huzurun, aydınlanma bilincine ulaştıracak.  

   İlk olarak odaklanma çalışılmalı kesinlikle. Bunu hiç bir meditasyon eğiticisinden duymadım. Basit alıştırmalarla başla . Önce gözleri açık bir nesneye  odaklan. Bak uzun uzun ama dikkatini ondan ayırma. İlk anlarda 5 dakika bak. Sonra uzat süreyi.   Birde derin diyafram nefesleri al, bunu sırtüstü uzanarak yap. Çiçek koklar gibi burundan al , göğsünü değil karnının şişmesi gerek, sonra bir mumu üfler gibi aldığından daha uzun bir sürede ver nefesini ağzından.Nefes bilince açılan kapıdır. Önce  10 nefesle başla giderek artır. Bu konuda daha önce çalışman yoksa baş dönmesi, öksürük vs. olabilir, ama bunlarda yaptıkça gider. 

   Direkt meditasyonla başlamak istiyorsan sana nasıl doğru meditasyonu yapacağını, meditasyon çeşitlerini detaylıca anlatacağım. Ama bunun öncesinde hayatın nasıldır bilemem ama şükür bilincini beynine yerleştir. Şükür herşeyi çoğaltır. İsyankar bir bilinçaltı , meditasyonda zorlar seni. Ben biraz derin giriyorum mevzuya ama ben böyle en iyi yolu aldım çünkü.  

    Diğer yazımda meditasyonu a dan z ye tanıtacağım. Görüşmek dileğiyle ve sevgiyle.

]]>
Tue, 02 Nov 2021 12:05:40 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
GEÇMİŞLE BAĞLARI KOPARMAK https://edebiyatblog.com/https:youtu.beY7os4EOPc7w https://edebiyatblog.com/https:youtu.beY7os4EOPc7w Fri, 29 Oct 2021 23:42:12 +0300 Gülbeyaz Gürsoy İçimdeki çocuk… https://edebiyatblog.com/icimdeki-cocuk https://edebiyatblog.com/icimdeki-cocuk İçimdeki çocuğun yaşını düşünüyordum,

Şimdiki yaşımın yarısı desem,

Genç biri oluyorum ama

Yine çocuk olmuyorum.

Hayatın bana hissettirdiği yaş

desem,

Sekseni geçmiş birisi oluyorum.

Peki, içimdeki çocuk kaç yaşında ?

Nerede, ben onu kaç yaşında bıraktım da büyüdüm ? Desem,

İşte, o zaman anlıyorum.

O pamuk şekerini yediğim vapurda,

Leblebi tozunu yerken tıkandığım okulda,

Ve bir gün bulurlar diye,

sayfa sayfa

Yazıp bir şişeyle denize bıraktığım

Şiirlerde.

Ve içimdeki çocuk,

Sen hep dur orada bir yerlerde...

]]>
Tue, 26 Oct 2021 00:42:58 +0300 siirsel__sanat
SEN KİMSİN? https://edebiyatblog.com/sen-kimsin https://edebiyatblog.com/sen-kimsin Hadi duruyor musun öylece?c Mucize denilen, hala inanmakta güçlük çektiğin gerçek, inandıramadı mı seni. Neden inandıramadı? Sorun sende mi ki? Ne dersin? 

   Sabah güne uyanman bile onca ertelenmişlikle on ikilerde olmuyor mu? Her gün yeni bir karar alıp, iki dakika yetmiyor mu, yarın başlarım bahanelerine. Başında annen varken bir şekilde uyanıyordun hazır kahvaltıya. Şimdilerde yalnız, duvara ve aynaya yansıyan aksinle  baş başa bahanelerin var sana arkadaş. Birde kendini acındırma konusunda uzmanlaşmış benliğin. Gerçi kahvaltıyla veda edeli çok zaman oldu, filtre kahveyle filörtleşmeye başladığından beri. 

   Hala gün aydın değil sana. Hep geceden kalıp öğlen uyandığından. İnternet saatlerini yedi, haberinde var zaten. Biraz hasetlendin birilerinin gözüne sokarak yayınladığı mutluluk resimlerine. Biraz evlenenlere söylendin gülücüklü çocuk resimlerine bakarak. Hani onlarla aynı yaştasın ya. Zamanında erken dediğin yaşın bak otuz oldu. Hala kavrulan beyninin savrulan düşüncelerinde otur sen. Gökten üç elma düşmüştü ya biri sana da düşer elbet. Bekle sen. Ne kendine inancın var nede olana. Uyannnn. Hişşşt. Uyan, uyan.

   Evet.. Önce sabaha uyan. Biraz erken kalk. Tamam altı yedide olmasın. Sen dokuzda uyan. Hafif bir kahvaltı et kendince. Kalori hesabını boş ver gitsin. Birazdan yürüyüşe çıkacaksın ya. İnternet sensiz kalsın bir güncük. Bakmayı ver resimlere. Bakmadıkça belki daha mutlu olacaksın. Sporda aradan çıktı ohhh.

   Hani diyorlar ya. Değiş, geliş, oku. İşin özü harekete geç. Bu gün bir şeyle başla yarın o iki olur. Ertelenen, üşenilen her adım yaşınla mukabil ayrılıyor senden. Unutma coşku hareketle gelir. Bu gün dışarı attığın bir adım, yarınki geleceğinin izdüşümleri olur.  İçin biraz kıpırdasın. Erteleme, üşenme sakın. Geri adım yok. İnanç, senin adın. Yaşaman, nefes alman en güzel olan. 

      Sen kimsin? Oturmaya mı geldin? Kalk artık. Kıpırda. Bak ne güzelsin.

      Önce şükret, derin bir nefessss. Ohhhh. Hoş geldin…. 

 

]]>
Tue, 19 Oct 2021 22:36:06 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
VEDA https://edebiyatblog.com/veda-754 https://edebiyatblog.com/veda-754   İçimi tüketen, şükretmeyi bilmeyen , sürekli kusur arayan, hayatımda ne kadar insan varsa, hepsiyle vedalaşıyorum. Köstek, kıskanç, hazımsız, beni kişiliğimin sakin  kimliğinden  çıkaran herkesle vedalaşıyorum ve hepsine iyilikler diliyorum. Ben artık özgürüm, yolları açık olsun.

      Yıllardır kendimde başardığım şeylerin üzerine ekleyebilmek  için uzaklaşıyorum bu insanlardan. Çevrendeki insanlar seni motive etmeliki, iyinin  daha iyisini bulabil. Sürekli negatif ortamlarda kalmak enerjini tüketiyor. Auran bozuluyor. Bunu engellemenin en güzel yolu bu. Bu negatifliklerde  harcayacağınm zihinsel, duygusal ve bedensel eforu, kendime saklamak gerek. Tekdüze, sabah akşam aynı kelimeleri konuşan, sevgili çevrem güle güle. Ben değiştim, sizinde değişmeniz dileğiyle. 

]]>
Tue, 12 Oct 2021 12:50:43 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
FESAT İNSANLARIN ZİNCİRİNE HALKA OLMAYIN https://edebiyatblog.com/fesat-insanlarin-zincirine-halka-olmayin https://edebiyatblog.com/fesat-insanlarin-zincirine-halka-olmayin Uzun yıllar varki, insanları tanımak adına çok yol katettim. Kimisi hoş bir sedayla, kimisi boş bir hatırlanmayla geçti ömrümden.  Adını koyduklarım dost, koyamadıklarım da isimsiz kaldı. Küskünlüklerim, kırgınlıklarım, yanlış anlaşılmışlıklarım vede anladıklarım.

     Ömür hatıra ve gelecek arasındaki çizgide adını yaşamak olarak aldı. Bunca geçen yıl çok şey öğretti, örseleye örseleye, yanılta, pekiştire. En çok insanlar oyalıyor ömrü kendi baktığın pencereden. Heleki fesatları. Her olura bir olmaz bulan, olumsuzluk elçileri. Üzerine basa basa yaşamak istediğin güzel bir ömrü, konuşmalarıyla, hareketleriyle kirleten, ezen fesatlar. Onlar kendi haz denizlerinin  dalgasıyla sallanırken, sen ortada ve kendini hiç gibi bulursun. Onlar kötü cümleli kusmuklarını galesizce bırakıp giderler üzerinde, duygularında ve yüreğinde. İşte bundandır söylemim. FESAT İNSANLARIN ZİNCİRİNE HALKA OLMA diye. 

    En iyi öğrendiğim kendi doğrun sağlamsa, kimsenin bunu yıkmasına izin verme. Kıskanç insan, eksik yanlarını seni ezerek bertaraf etmeye çalışıyor. Öğüt veren arkadaş maskesinin gerçeğini aslında görüyorsun. Bakışlar, o fetbaz bakışlar asla yanıltmıyor. Yandan yandan, samimiyetsiz bakışlar.  Bu insanlara karşı yürekte uyarıyor zaten. Eminsen , asla pirim verme bu insanlara, besleme fesat ve hazımsız duygularını. Kendi dünyasında kalsın, yorma güzel kalbini bu insanlar için. Bir dakika bile zaman harcama. Mutluluk işte tam o anda başlayacak vede huzur. 

Hepinize  sevgiyle.

 

]]>
Fri, 08 Oct 2021 13:52:36 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
SAMİMİ MİSİNİZ? KİŞİSEL GELİŞİM EĞİTMENLERİNE BİR NOT https://edebiyatblog.com/samimi-misiniz-kisisel-gelisim-egitmenlerine-bir-not https://edebiyatblog.com/samimi-misiniz-kisisel-gelisim-egitmenlerine-bir-not

 Uzun yıllardır inceliyor ve izliyorum. Bizzat bu konuyla kendi meşguliyetim de olduğu için daha iyi gözlem yapma şansına sahip oldum diyebilirim. Neyse edebiyatı bırakıp konunun ucundan dalış yapalım.

   Kişisel gelişimci topluluğu.

   Bu konuda sayı vermek çok zor. Yüzlerce kişisel gelişimci var. Söylemlerini ve videolarını mercek altına aldığınızda hepsinin üç aşağı beş yukarı aynı çizgide farklı yaklaşımlarını görürsünüz. Kimisi belli tekniklere bağlı kalarak yorumlamış, kimisi daha inançsal boyutlara taşımış eğitme biçimini. Onların öğreti ve eğitimlerinin kalitesini tartışmak gibi bir niyetim yok. Benim sorun gördüğüm nokta başka.

   Ne kadar samimiler?

   Kendi hayatlarını anlattıklarında, aydınlanma frekansını yakalayana kadar çok çile çektiklerinden, parasız kaldıklarından ve benzeri konulardan dem vuruyorlar. İşte sorun bu? Ne kadarı gerçek. Kendilerine bir kitle oluşturmak adına insanların duygularıyla mı oynanıyor bilemiyorum. Gerçek olanları vardır tabi ki ama olmayanı da çok. Bu kişileri takibe alıp sosyal medyalarından incelerseniz ne dediğimi daha iyi anlarsınız. 

   İllaki insanlara şirin gözükmek için arabesk takılmaya gerek yok. İşin buysa ver eğitimini, acitasyon yaparak: "Bende çok fakirlik çektim, terkedildim." demek zorunlu mu? Resimlerine bakıyorum yıllardır aynı kişiyle birlikte. Ekonomi eskiden de iç güveysinden halliceymiş, şimdide. Tamam, insanın halinden o derdi çeken bilir de. Sen çekmemişsin ki. Bu samimiyetsizlik niye. 

  " Dibi gördüm." Senin algın da ki dibin ölçüsü ne? Ben sana dibi anlatayım. Bak dip bu. Yıllarca  aynı döngünün içinde çare aradın , ekonomik sıkıntıyı sıfırla yaşadın mi vs vs. Yaşadıysan amennah. Yaşamadıysan da kendi dünyanın ölçütleriyle anlat kendini. Başkalarının acılarından beslenerek cebini doldurma. Kişiliğimizi geliştireceksek önce insana saygılı ve samimi olmak şart. Olmadığı hayatı yaşamışcasına göstermekte kandırmak ve kandırılmak. 

    Güzel olana iyi olana niyet biçtiysen önce kendin güzel ol iyi ol. 

    Bu yolda emek veren gerçek uzmanları ayrı tutarım. Saygıyla.

]]>
Fri, 08 Oct 2021 13:36:58 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
KİŞİSEL GELİŞİMDE NASIL YOL ALINIR? https://edebiyatblog.com/kisisel-gelisimde-nasil-yol-alinir https://edebiyatblog.com/kisisel-gelisimde-nasil-yol-alinir     İnsan, yaşadıkları, kırgınlıkları, kararları, pişmanlıkları,duygu gelgitleri ile bir bilinmez de   sürüklendiğini düşünebilir. Olan bu değildir aslında. Bilinçsiz bir ağla bağlanmaya çalışmaktır, kabulsüz ve yargıyla. Bilinç, bilmek, hissetmek ve anlamlandırabilmektir gerçek. Her hücreni taşıyabilmek, beyin ve kalp arasındaki dengeyi tam kurabilmektir gerçek olan. Aldığın o kusursuz nefesin tadına varabilmek, sorgulamadan, olanı kabule geçiştir hayat ve sen.

     Kişisel gelişmek, kendini bilmek, huzuru adımlayabilmek  şahsi çabanla doğru orantılı. Bu konuda yol almak istiyorsan herşeye kendini koyacaksın, eleştiri, yargı, kızgınlık, hırs , olanı kabul etmemek, kendinle ve çevrenle barışamamak, silinecek beyin hücrelerinden. Bunu kendin yapacaksın, azmederek, çalışarak kendinle ve yılmayarak.

     Birinci adımda sensin, aldığın yolun her adımıda sen. İlerledikçe anlayacaksın , sen iyileştikçe, yaşamında iyileştiğini ve güzelleştiğini.  Bir çok teknik var bu yolda, bir çok kişinin geliştirdiği isimlerle dolu bir dünya. Ama hepsi aynı kapının önünde bekliyor, "KİŞİSEL GELİŞİM VE DÖNÜŞÜM". Birileriyle yada kendin devam edebilirsin bu yola. İllaki deli paralar dökmene gerek yok gelişmek adına. Youtube, instagram vs bir çok medya kanalı bu kişilerin ücretsiz videoları ile dolu. Sen önce çalışmaya başla, biraz yol al. Baktın ilerleyemedin o zaman çalışırsın bir uzmanla.

    Yapacağın ilk şey, kendini değiştirmeye karar vermek. Eksik gördüğün yanların, zaafların, öfken , geçmişinle barışamadıkların vs. üzerinde çalışmak. 

     Ben önce kendim başladım.  Herkes kendini bilir. Neye kızdığını, alevlendiğini, ne zaman değersiz hissettiğini, mutlu olduğunu. Ben önce eksik gördüğüm yanlarımı bir bir belirledim ve her gün üzerine gittim. Örneğin öfke. Beni kızdıran kişi ve konularla uğraşmayı yavaş yavaş bıraktım. Sessizlik. En iyi öğretmen. Sessiz kaldım, içimden şarkı söyledim bir şekilde o öfke anının geçmesini bekledim. Yıllardır aynı şeyler zaten. Bu öfke bana yol aldırdı mi? Hayır. Boşuna zamanımı çaldı. İnsan karşıda neye kızarsa inanın o kendi eksik yani.  Ben bunlarla hesaplaşa hesaplaşa , şu an sinirleri alınmış bir insan oldum. Ailem bile şaşırıyor tepkisizliğime. Oysa, önceleri kızılca kıyamet kopardı, aynı konu için. 

    Biraz uzun oldu ama, istek olursa bir yol haritası çizeriz gelişmek adına. Konu derin ve uzun. Sevgiyle.

]]>
Thu, 30 Sep 2021 09:10:31 +0300 Gülbeyaz Gürsoy
SİZLER DE BENİM GİBİ Mİ? https://edebiyatblog.com/sizler-de-benim-gibi-mi https://edebiyatblog.com/sizler-de-benim-gibi-mi Benim kadar üstüne vazife edineni yok dağın, taşın, kurdun, kuşun derdini. Bir ben mi duyarım yoksa sizler de duyar mısınız bebeklerin ağlama seslerini? Bir ben mi görüyorum kardeşler, evlerden birinde kopan küçük kıyametleri. Sizin de duvarlarınıza yansıyor mu annelerin hüzünleri. Boynu bükük, nasırlı ellerin hayat gaileleri sizleri de düşündürür mü? Saçlarınızda kaç tane ak var saydınız mı? Benim yirmidördümde yirmi. Bir benim mi yüreğimin ucunda ucu keskin bir kılıç batıp çıkar, yoksa size de olur mu böyle bazenleri? Tren düdükleri ürkütür mü sizleri? Mavi renkli duvarlardan korkar mısınız? Nedir sizin korkularınız? Bir bana mı gelir böyle eserekler? Sizin de canınız burnunuzda mı yürürsünüz, sanki arkanızdan atlılar kovalar gibi? Benim gibi tavşan uykusuna mı dalarsınız doğduğunuz günden beri? Yere tüy inse duyup sıçrar mısınız, yoksa ölüm uykusu mu sizinkisi? Bir ben mi böyle aç açına belki günlerce-gecelerce yememiştir diye  birileri, yemem de üzülürüm? Sizleri de kitaplar çarpar mı? Beni olduğu gibi sizleri de sarsar mı? Sizlerin de burnunun direkleri sızlar mı? Yutkunamadığınız zamanları ne sıklıkla? Sizler de benim gibi çok soru sorar mısınız? Meraklı mısınız yoksa umursamaz mı? Kafayı yemeye yatkın mısınız yoksa bir dahi kadar akıllı mı? Ben soyumu sopumu red ettim. Ya sizler? Sizler bir aristokrat kadar seçkin misiniz? Ruhunuz büyük müdür, yoksa küçük mü? Benim ruhum sığmaz bazen kafesime dar gelir. Sizlerin de göğsü daralır mı? Gitmenin zorluğunu bilir misiniz, yoksa sizler kalmanın kolaylığını mı seversiniz? Geceleri karabasanlarla gündüzleri alkarılarıyla uğraştığınız olur mu? Sizler ne kadar savaşırsınız tutkularınızla? Böyle sorular sorup da hiç cevabını alamadığınız olur mu?

]]>
Mon, 27 Sep 2021 11:46:32 +0300 Zeynepwesen
Araf… https://edebiyatblog.com/araf https://edebiyatblog.com/araf Sun, 19 Sep 2021 00:53:17 +0300 siirsel__sanat İ&kin&ci ben… https://edebiyatblog.com/i-kin-ci-ben https://edebiyatblog.com/i-kin-ci-ben Gördüğümü görüyor musun? Dedim kendime,hiç bu kadar büyük bir ağaç gövdesi görmemiş olmamın verdiği şaşkınlıkla...

Kendime ikinci tekil kişi gibi soru sorduğumu epeydir fark etmemişim,o an anladım,

alıştım da bir süre sonra.

Zamanla duyduğum sempati gibi yanlızlığa.

Ne çok konuştuk ben,ve ben o ağaçla.

Rüzgârların,yılların,

Bir sürü izi vardı onda da,

Ama sapasağlam oradaydı işte hala.

Sesi vardı, tınısı vardı dallarında.

Eve dönüş yolunda anladım ki,

O da çok uzakta duruyordu insanlara...

]]>
Wed, 08 Sep 2021 22:10:01 +0300 siirsel__sanat
Abıhayat https://edebiyatblog.com/abıhayat https://edebiyatblog.com/abıhayat           İnsanoğlu var olduğu günden bu yana yaşamı anlamlandırmaya çalışmış hep. Oysa hayat bu kadar kısayken dakikalar sonrasına planlamış olacaklar. Göz kapaklarının ardına saklanan hayalleri birken bin olmuş sis perdelerini aralayan umutlarıyla. Kendi içinde çelişmiş bakmak ve görmek, hissetmek ve dokunmak, dinlemek ve duymak. Elbette herkes fikir sahibi, kendince emin adımlarla ilerler hikayesinde. Hatta derler ki; akılları çıkarıp pazara koymuşlar, herkes gidip kendi aklını satın almış.

           İşte böyle tükenip giderken hayat suyu, anlam verme arasında gelip giderken yaşam, kendini derin kuyularda hisseden de, bulutlar üzerinde uçan da, rüzgarda savrulan da vardır fütursuz. Yaşama anlam yüklerken o akıp gider kendi doğasında, olması gerektiği gibi. Öyleyse ne duruyorsun? Titre, hopla, zıpla, bir şeyler yap dağılmadan. Bütün parlak ışıklar değil midir karanlığı içinde saklayan? Hatta karanlığın ta kendisi içindir ışıklar.

        Yukarı aşağı, sağa sola, öne arkaya dön bir bak, neler oluyor? Görmüyor musun? Yaşam bizim çemberimizde döndürmüyor dönüşünü. Biz yaşamın içinde küçük dönüşümleriz sadece. Yukarıda kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüp uçarken yerdeki karınca kışın kaygısına. Sağdaki teyze bastonuyla güçlükle yürümeye çalışırken soldaki küçük çocuk koşmaktan. Önünde duran simitci simitleri satma telaşı içindeyken, arkanda insan seli bir yerlere yetişmek için acele etmekte. İşte sen, seni bu koşturmacanın içinde bulmaya çalışır,  bir de anlam yüklemek istersin kendince hayat suyuna.

       Bırakmalı bu doğal akışı. Bazen sakince seyretmeli olan biteni oturup bir kenardan. Anlam yüklemeye çalışırken akışa, bir kitap bir de çay almalı yanına. Rüzgar da ilişivermeli yanına bir nefes gibi. Çayının mis kokusunu koklayıp içerken yeni duygulara, yeni hayatlara yelken aç kitabına. Derinden bir nefesle doya doya çek ciğerlerine oksijeni. Bakarsın yarın bunu da yapamazsın kim bilir? Şimdi kapa gözlerini, sınırsız, uçsuz bucaksız yerlere uçur ruhunu cennetten diyarlara.

                                                                                                          Çiğdem Karaosmanoğlu Culha

]]>
Thu, 19 Aug 2021 17:05:16 +0300 Çiğdem Culha
UMUDUN OLSUN https://edebiyatblog.com/umudun-olsun https://edebiyatblog.com/umudun-olsun Umudun olsun, hayallerin olsun. Unutma senden başka sen yoksa bu dünyada, seni kim mutlu eder senden başka ? Bak geçmişe geride kaldı her şey, maziyi öyle bırak kocaman bir şimdi var onu yaşa gönlünce. Unutma sevecen, eskide yaşadığın acılar, sancılar bir zaman sonra unutulmuşsa, emin ol taşımakta olduğun sancılar yine yerini mutluluğa bırakacak. Zaman ilacı her şeyin, mutlak sen sabredersen ruhun hem güçlenir hem de ışıltılı yarınlar seninle olur. Unutma sevecen, yaşam cesurları sever. Her sabah yeniden güneş doğuyorsa, senden ışığını esirgemiyorsa, yağmur yüklü bulutlar dünyada kötülüklere rağmen her zaman rahmetini sağanak sağanak yolluyorsa, kirlenmiş sevgilere inat gökkuşağı tüm cömertliyle renkleriyle kuşatıyorsa, her sabah bahçene konan kırlangıç kuşu sevgiyle ötüyorsa, her akşam ay karanlığa inat ışığını veriyorsa  hala senin için, benim için, insanlık için umutlar vardır. Unutma yaşam devam ediyorsa umutlar da devam etmeli değil mi ?

Umutları, kendini affetmeyi kendine çok görme. Umut etmedikçe, çözümler aramadıkça, kendini geçmişi affetmedikçe söyle bana bundan kim zararlı çıkar ? Sevecen; yaşamın sona ermesinden ziyade yaşamın anlamını kaybetmektir asıl vahim olan. Çünkü ölüm yaşam gibi gerçek bizler için, fakat yaşarken ölmek belki ızdırapların en kötüsü. Sevecen, unutma ki sorunlar hep olacak ve anlayacaksın ki sorunların yalnız sende çözüldüğünü, anlayacaksın üzüldüğünde yalnız senin üzüldüğünü.

Bugüne kadar seni kırdılar, üzdüler iyi niyet adına, acılarını anlamadan hissetmeden yanında oldular ki bu sendeki yalnızlığı bitirmedi. Ve anlıyorsun ki asıl yalnızlık kimsesiz olmak değil çevrendeki insanların seni anlamaması, acılarının derinliğini bilememesi sonucu yaşadığın yalnızlıktır. Sevecen, çık doğaya, dağa taşa sevgini söyle, kuzuların meleyişine, çağlayanların iç kopartan sesine kulak ver, o tertemiz oksijeni çek içine sanki ilk kez yaşama gelmişcesine. Ve yaşamak coşkuyla, acılara bile gülümseyerek, her şeye rağmen küçük şeylerden mutlu olarak yaşamını kutsa. Bir karıncaya yoldaş ol, ondaki azme gülümse. Unutma sevecen bilge olmak istiyorsan yaşamdaki her şeyden, kötülüklerden bile ders almasını bil.

Kalıcı öğrenciliktir bilgelik sevecen.  Hadi bugün kalk kollarını gökyüzüne doğru uzat, derin bir nefes al ciğerlerine Unutma sevecen bilge olmak istiyorsan yaşamdaki her şeyden, kötülüklerden bile ders almasını bil. Kalıcı öğrenciliktir bilgelik sevecen.  Hadi bugün kalk kollarını gökyüzüne doğru uzat, derin bir nefes al ciğerlerine ''Kendimi, yaşamayı, insanları, tüm canlıları seviyorum'' de.

Bunu zaman zaman yap. Hayat mutsuz olmayacak kadar kısa, mutlu olacak kadar geniştir aslında. Sevilmek istiyorsan sevmelisin, vefa görmek istiyorsan vefa göstermelisin, insanlara, doğaya neyi verirsen onu alırsın. Ve sevecen unutma ki kendinde bulamadığın sevgiyi, coşkuyu başkalarına veremezsin.

Sevgi ol, dost ol, bilge ol, aşk ol sonra doğ ruhlara ...

Engeller olmazsa başarı olmaz bunu unutma...

Yaşama hoş geldin, tekrardan merhaba ...  :))

]]>
Fri, 13 Aug 2021 14:36:40 +0300 Halil1903
YAŞAMINI FARKINDALIKLA YAŞA https://edebiyatblog.com/farkinda-olarak-yasa https://edebiyatblog.com/farkinda-olarak-yasa Kendine acımaktan vazgeçersen gerçekten sağlıklı olabilirsin mutluluk dışarıda değildir mutluluğu kendi içinde bulabilirsin. Huzur parada pulda değildir başkalarının ilişkilerinde onlarla bunlarla şunlar da değildir senin tamamen içinde zihninde bilinç altındadır. Ve sen bakış açılarını değiştirmezsen hep negatiften bakarsan yerle yeksan olursun. Etrafında ne tarz insan varsa bil ki onlar senin yaşamaya güvenmeyen korkak yanlarını, senin negatiflerini tekrarlayarak sana hatırlatmak için vardır. Benzer enerjiler her zaman birbirlerini çekerler çünkü. Başkalarına tutunmadan kendine tutunmayı öğrenebilirsen eğer, kendine sarılmayı öğrenebilirsen eğer, seni sevenlerin sayısı sana değer verenlerin sayısı atmaya devam edecek.Ve sen kendine ne kadar çok değer verirsen bu kadar sana değer veren insanlar olacak etrafında. kendini kabule geçmelisin. Eksiklerinle hatalarınla iyi kötü tüm özellikleriyle kendini kabul edebilir sen eğer o zaman sen sen olursun. Önce sen kendi varlığını kabul etmelisin. Başkalarının hayatına imrenmeye devam ettiğin sürece kendine olan güvenini yitirirsin. Korktuğun negatif kurgu oluşturduğun ve başına gelmesine inandığın kötü düşünceler mutlaka bir gün karşına çıkmıştır daha önce. İşte bütün bunlardan ders almalısın. Asıl olan kendi gerçekliğine farketmen indir. Kendi gerçekliğini farketmen sende farkındalık oluşturacaktır.
Her zaman ideallerin olsun, hobilerin olsun, amacın olsun. Eğer böyle olursa hayattan her zaman keyif alabilirsin. Düzenli ve tertipli olmak kafanın da düzenli ve tertipli olmasına sağlar beynin rahat olur. Kendini fark et zekanın fark et. Oku yaz sana fayda sağlayacak ne varsa onun peşine düş.
Aynaya bak ve kendi değerini fark etmez fakat egonu yükseltme nefsini yüceltme...
Allah'ı an Allah'a Güven Allah'a teslim ol ve sevginin kendisi ol gözbebeklerinden yansıt içinde barındırdığını fark ettir. Senden yansıyan başkalarına da ışık olsun.

]]>
Wed, 28 Jul 2021 17:23:56 +0300 Nur Sema CANSOY
Çaresizlik https://edebiyatblog.com/caresizlik https://edebiyatblog.com/caresizlik Ben o gece dişlerimi sıktım, tırnaklarımı etime geçirdim, avuçlarım kanamış. Ama dönüp sarılmadınız, o gece yine uyumak isteyip saatlerce uyanık kaldım, ben o gece yine yastığa sarıldım. Çaresizliğin de bir tanımı yok....

]]>
Mon, 26 Jul 2021 02:47:33 +0300 Founder
2749'a giden adam https://edebiyatblog.com/2749a-giden-adam https://edebiyatblog.com/2749a-giden-adam  Al Bielek, 1927 yılında doğmuş bir insan. Onu ilginç yapan şey ise zaman yolculuğu yaptığını iddia etmesi.

 The Montauk Deneyleri sırasında alıkonulan ve psikolojik savaş tekniklerinden zaman yolculuğuna kadar pek çok deneyde kullanılan Bielek, ünlü Philadelphia Deneyi'nde de yer aldığını söylüyor.

 Bielek, deneyde kullanılan gemi olan 1240 tonluk USS Eldridge gemisinden atladıktan sonra başından ilginç şeyler geçtiğini, kardeşiyle birlikte zamanda yolculuk yaptığını belirtiyor.

Gelelim gelecekle ilgili söylediklerine;

 Kardeşiyle birlikte, gelecekteki bir hastanede, 6 hafta boyunca radyasyon nedenli yaralanmalardan yattığını söylüyor Bielek ilk olarak.

 Geleceğin tıp sisteminin titreşim ve ışık tabanlı tedaviler üzerine yoğunlaştığını, televizyon programlarının tamamının eğitici veya haber niteliği taşıdığını da söylüyor.

 Bunlar dışında 2025 yılından itibaren Dünya'nın coğrafi yapısında pek çok değişiklikler gerçekleştiğini de ekliyor. Bu bilgiyi o programlardan öğrendiğini, ABD ve Avrupa kıtalarının kıyılarının ve iç kesimlerinin günümüzden çok farklılaştığını belirtiyor.

 O tarihlerde ABD ve Kanada hükümetlerinin tamamen çöktüğünü de iddia ediyor.

 Bölgesel askeri kuralların olduğunu, merkezi bir devlet anlayışının kalmadığını da söylüyor. Bir diğer iddiası ise dünya nüfusunun 300 milyona düştüğü. ABD nüfusu ise 50 milyon imiş o tarihlerde.

 Gezegenin manyetik kutuplarının değiştiğini de belirtiyor. Zaman içerisinde bunu geri almak amacıyla yapay kutup bölgeleri oluşturulmuş ve değişim geri çevirilmiş.

Çarpıcı iddialarından bazıları ise günümüzü kapsıyor;

 2003-2005 yılları arasında bazı problemlerin baş gösterdiğini, yeni dünya düzeninin dünyayı kontrol altına almaya başladığını, fakat bu durumun yavaş yavaş gelişen bir savaş nedeniyle yerle bir olduğunu belirtiyor. Savaşın bir tarafının Ruslar ile Çinliler olduğunu, diğer tarafının ise ABD ile Avrupa olduğunu ekliyor.

 Savaş sonucunda bazı ABD şehirlerinin yerle bir olduğunu, yeni dünya düzeninin tamamen çöktüğünü de söylemiş kendisi. Bu iddiaları 2000'li yıllardan önce yaptığını belirtelim kendisinin.

 Devletin o dönemlerde 3. Dünya Savaşı'ndan kalma radyasyon hasarını ve nükleer atıkları birkaç gün içerisinde tamamen temizleyecek teknolojiye sahip olduğunu da ekliyor.

 Şehirlerin yapısının da değiştiğini belirtiyor kendisi. Bazı şehirler hala yerdeyken, artık uçan şehirler de bulunuyormuş. Bu uçan şehirler, dünyanın herhangi bir noktasına taşınabiliyormuş.

 Yüzen bir kristal yapı bulunduğunu, bütün işlemleri bu sistemin yürüttüğünü de söylüyor. Dünya genelinde herhangi bir devletin kalmadığını da ekliyor.

 Ayrıca toplum yapısı tamamen sosyalist hale dönmüş ve tüm insanların temel yaşam ihtiyaçları karşılanıyormuş.

 Bielek, tüm bu 2 yıllık seyahatinden sonra kardeşiyle birlikte günümüze geri döndürülmüş.

 Dediklerine inanmak elbette güç, ancak komplo teorisyenlerinin iştahını açtığı da bir gerçek. 

]]>
Sun, 11 Jul 2021 17:52:25 +0300 Elifqunduz
Philadelphia Deneyi https://edebiyatblog.com/philadelphia-deneyi https://edebiyatblog.com/philadelphia-deneyi  Bugün normalde hiç yazmadığım bir konu üzerinde yazacağım: Philadelphia Deneyi.

Oldukça esrarengiz bir deney olan ve bazı kısımları korkutucu dereceye gelebilen Philadelphia Deneyi oldukça fazla adını duyduğumuz bilim insanlarının içinde bulunduğu iddia edilen bir deney. 

 Philadelphia Deneyi, 28 Ekim 1943 tarihinde Amerikan donanmasının Pensilvanya eyaletine bağlı Philadelphia şehri limanında yaptığı iddia edilen deneydir. İddiaya göre donanmaya ait bir koruma destroyeri olan DE 173 sınıfı 1240 tonluk USS Eldridge birkaç dakika içerisinde 600 km'den fazla bir uzaklığa gidip tekrar gelmiştir. Deneyin varlığı konusunda hiçbir delil bulunmamaktadır. Amerikan donanması da böyle bir deneyin kayıtlarda var olmadığını belirtmiştir. Al Bielek hariç deneye katıldığı iddia edilen tüm askerler bunu yalanlamış, hikâyenin bir aldatmaca olduğunu söylemişlerdir. Bielek'in hikâyesi de daha sonra yalanlanmıştır.

 Gökkuşağı Projesi (Rainbow Project) adıyla da bilinen bu deney, 1984 yılında beyaz perdeye aktarılana kadar ciddiye alınmamıştı. Ancak o tarihten bu güne kadar resmî makamlarca defalarca yalanlanmasına rağmen en çok merak edilen konulardan biri olmuştur.

 Deneyin İddia Edilen Hikâyesi;

 Deneyin yapılmış olma ihtimalinden ilk söz eden kişi Morris K. Jessup'dur. Jessup amatör bir gök bilimciydi ve UFO'lar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyordu. Deney ile olan ilgisi ise 1955 yılında eline geçen bir mektupla başlar. Mektup, Carlos Miguel Allende adında birinden geliyordu ve deneyden detaylı olarak bahsediyordu. İddiasına göre Allende, deneye gözlem gemisi olarak katılan SS Andrew Furuseth adlı şilepte görevli bir denizciydi. Deneye baştan sona şahit olmuştu.

Deneyin Hazırlık Aşaması;

 Deneyin temelinde Einstein'ın Birleşik Alan Teorisi vardı. Teori basitçe, nesneler arası çekim esası ve elektromanyetizma üzerine kurulmuştur. Einstein, 1920'lerden itibaren bu teorisi üzerine yoğunlaşmış, 1925-1927 yılları arasında Almanya'da bir fizik dergisinde yaptığı çalışmaları yayımlamış, ancak bu çalışmalarını hiçbir zaman tamamlayamamıştır.

İddiaya göre deneyin çalışmaları 1930 yılında Chicago Üniversitesinde başlamış, bir yıl sonra da Princeton Üniversitesinde devam ettirilmişti. Hatta Albert Einstein Dr. John von Neumann ve Dr. Nikola Tesla'nın da zaman zaman proje dâhilinde çalıştıkları iddia edilmiştir.

Birleşik Alan Teorisi'nin deneye uygulanışı ise "çok güçlü bir elektromanyetik alan oluşturup gemi üzerine gelen ışığı (ve radar sinyallerini) kırarak ya da bükerek optik görünmezlik sağlamak" şeklinde düşünülmüştü. Bu doğrultuda 75 VA gücündeki iki dev jeneratör geminin ön top taretlerinin altına monte edildi, buradan geminin güvertesine 4 manyetik ışın yayılacaktı. 3 RF vericisi (her biri iki megavat CW gücündeydi ve onlar da güverteye monte edilmişti). 3000 adet 6L6 güç artırıcı tüp, iki jeneratörün oluşturduğu gücü yayacaklardı, özel eşleme ve modülasyon devreleriyle diğer ekipman, oluşan kütlesel elektromanyetik alanları kullanılırlığa indirgerken, kırılmış ışınlar ve radyo dalgaları gemiyi saracak ve sonuçta gemi düşman gözlemcileri için görünmez olacaktı. 

 Amaç görünmezlikti fakat iddiaya göre donanma bu deneyde tesadüfen de olsa maddenin ışınlanmasını gerçekleştirdi.

Deneyin Gerçekleştirilişi;

 Allende, deneyin 22 Temmuz 1943'te sabah 09.00'da jeneratörlere güç verilerek başlatıldığını söylüyordu. Bu aşamadan sonra yeşilimsi bir sis gemiyi örtmeye başlamış ve USS Eldridge ortadan kaybolmuştu. Devamını şöyle anlatıyordu Allende:

"Bir an sadece geminin çapasını görebildim, sonra o da kayboldu, ortada artık ne sis ne USS Eldridge vardı; bomboş denize bakıyorduk, bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları korku, dehşet ve heyacan içinde nefeslerini tutarak bu inanılması güç başarılarını seyrediyorlardı. Gemi ve mürettebatı hem radarda hem de gözlerimizin önünde yok olmuştu. Her şey planlandığı gibi yürüyordu, 15 dk. sonra emir verildi ve jeneratörlerin şalteri kapatıldı. Önce hiçbir şey olmadı, arkasından yeşil sis tekrar ortaya çıktı ve USS Eldridge yeniden görünmeye ve ortaya çıkmaya başladı ama gemi nereye gitmiş ve nereden geliyordu? Sis azalırken, bir şeylerin tuhaf gittiğini hissediyorduk. Hemen gemiye yanaştık, ilk önce mürettebatın çoğunun geminin yanından sarkıp kustuklarını gördük, diğerleri ise geminin güvertesinde şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı,sanki hiçbirinin bilinci yerinde değildi. Yetkili ekipler gemiye girerek bütün mürettebatı kısa süre içerisinde uzaklaştırdılar ve yerlerini hazır bekletilen yeni bir mürettebat aldı. Bir iki gün sonra, yeni bir deneye daha karar verildi. Gemi istenen radar görünmezliğine ulaşmıştı, donanım değiştirildi ve 28 Ekim 1943'te deney yine aynı gemide tekrarlandı. Jeneratörler çalışmaya başladıktan hemen sonra Destroyer hemen hemen görünmezlik çizgisine ulaşmıştı, sadece burnu ve arkası görülüyor, arada ise bazı çizgiler belli belirsiz seçiliyordu. Sonra sadece su üzerinde tekne boyunda bir çizgi kaldı. Bir iki dakika sonra mavi bir ışık parladı ve o çizgi de yok oldu. Şimdi gemi tamamen yok olmuştu. Birkaç dakika sonra millerce uzakta Norfolk'ta ortaya çıktı. Göründükten biraz sonra bilinmeyen bir nedenle yine kayboldu ve Philadelphia'da tekrar ortaya çıktı. Bu kez durum çok ciddiydi, tüm mürettebatın başı beladaydı. Bazıları yok oldu ve bir daha geri dönmedi. Bu olayın en korkunç bölümü ise beş denizcinin geminin eriyen ve sonra yine katılaşan metal levhalarının içinde kalmalarıydı. Bu çok feci bir durumdu. Denizcilerin birisi kurtuldu fakat bir daha eski hâline dönemedi. Aklını tamamen yitirmişti ama yapacak hiçbir şey yoktu. Bazılarının psişik yetenekleri gelişmişti, sokakta yürürken kaybolan ve yine ortaya çıkan insanlar vardı. Manyetik alanın içinde kalan mürettebattan kaybolanlar ancak birisinin yüzüne ve eline dokunulmasıyla görünür hâle geliyorlardı, yani dokunmanın giysinin olmadığı bir yere yapılması gerekiyordu. "Donma" adı verilen bu olay saatlerce, günlerce sürebiliyordu, hatta bir tayfa tam altı ay donduktan sonra kurtarılabildi. Elektronik kamuflaj başladıktan sonra geminin ve mürettebatının bütünüyle kaybolup, çok uzak bir yerde ortaya çıkıp ve sonra yeniden geri dönmesine neden olan neydi?"

 Bu hikâyeye göre USS Eldridge, 28 Ekim sabahı Philedalphia limanından 640 km ötedeki (375 mil) Norfolk askerî deniz üssüne gidip tekrar gelmiş ve bu olay birkaç dakika içerisinde olmuştu. Jessup bu inanılması güç hikâyeye temkinli yaklaştı. Allende'ye gönderdiği cevapta daha fazla ayrıntı ve varsa olayın gerçekliğiyle ilgili kanıtlar istedi. Allende'nin cevabı ise aylar sonra geldi fakat bu sefer gelen mektupta Carl M. Allen imzası vardı. Allen kanıtı olmadığını yazıyordu ancak hipnoz seansına katılabileceğini ya da pentotal (bilinci uyuşturarak iradeyi kıran doğruyu söyleten bir ilaç) alarak gördüklerini anlatabileceğini savunuyordu. Jessup bu mektuptan sonra yazışmamaya karar verdi.

Morris Jessup'un İntiharı;

 1957 ilkbaharında Jessup, Deniz Kuvvetleri Araştırma Bürosu'ndan bir davet aldı. Büroya ulaştığında kendisine yine kendisinin yazdığı (ve çoğunlukla ününü borçlu olduğu) The Case for the UFO isimli kitap gösterildi. Bu kitap bir yıl kadar önce büroya postalanmıştı. Kitabın dikkat çekici yanı ise sayfalarda alınmış olan notlardı. Notlarda üç farklı yazıyla yazılmıştı ve binlerce yıl önceki uygarlıklardan söz ediliyor, dünyaya gelen uzay araçları tarif ediliyordu. Sonunda ise güç alanlarından, bir maddenin nasıl kaybolup nasıl ortaya çıkarılabileceğinden ve 1943'te yapılan deneyden söz ediliyordu. Jessup yazılardan birinin Allen'a ait olduğunu fark edip durumu bildirdi. Sonrasında diğer yazıların da aynı kişiye ait olduğu, farklı renk ve özelliklerdeki kalemlerle yazıldığı anlaşıldı.

 Bu olaydan sonra Deniz Kuvvetleri Jessup ile yeniden bağlantı kurup Allende'nin mektuplarında belirttiği adresin terk edilmiş bir çiftlik evine ait olduğunu, ayrıca Jessup'un kitabının üzerindeki notlarla ve Allende'nin mektuplarıyla birlikte yeniden düzenlenerek Deniz Kuvvetleri bünyesinde dağıtılacağını bildirdi. Rakam tam olarak bilinmemekle beraber bu şekilde 100 kadar kopyanın Deniz Kuvvetlerinde dağıtıldığı sanılmaktadır. Bu baskıdan üç kopya da Jessup'a gönderilmiştir.

 Bu olaydan iki yıl kadar sonra, 20 Nisan 1959'da Morris Jessup, Miami'de Hammock Parkı'nda, kendi aracı içerisinde ölü bulundu. Polis raporlarına göre egzoz gazıyla intihar etmişti. Carlos Allende ise bir daha ortaya çıkmadı ve olay bu şekilde kapandı.

Alfred Bielek'in İfadesi;

 Bugün bilinen, hikâyenin çoğunun 1984 yapımı Stewart Rafill'in yönettiği "Philadelphia Experiment" (Philadelphia Deneyi) isimli filmden uyarlandığıdır. 1990'larda Eldridge gemisinin mürettebatından Alfred Bielek deneyin içinde yer aldığını ifade etmiş, bu ifade internet aracılığıyla yayılmıştır. Ancak 2003 yılında Bielek'in hikâyesi küçük bir araştırmacı grup tarafından yalanlanmış, deney sırasında geminin yakınında bir yerde olmadığı gösterilmiştir.

Hikâyedeki Tutarsızlıklar;

 USS Eldridge gemisi 27 Ağustos 1943'e kadar hizmete girmedi, Eylül ayına kadar da New York limanından ayrılmadı. 1943'ün Ekim ayında gemi Bahamalar'a doğru ilk deneme seferine çıkmıştı. Eldridge gemisinde görev yapanların da üyesi olduğu bir savaş gazileri birliği, Nisan 1999'da yayımladığı bildiride geminin asla Philadelphia limanına uğramadığını belirtmiştir.

Alternatif Açıklamalar;

 Araştırmacı Jacques Vallee, USS Eldridge yanında demirli bulunan USS Engstrom gemisinde amacı gemileri manyetik algılayıcılı mayınlara karşı görünmez yapmak olan ve benzer şekilde elektromıknatıslarla yapılan bir deneyi tanımlamıştır. Gemi elektromıknatıslarla degauss edilerek manyetik görünmezliğe ulaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu deneyin internette gezen hikâyeyle hiçbir alakası olmadığını söylemektedir.

Kaynakça;

^ "Resmi ABD Donanması Tarihi". 20 Şubat 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2006.

^ "Arşivlenmiş kopya". 9 Ekim 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Kasım 2006.

^ "USS Eldridge'in 1943 yılı seyir defteri mikrofilmlerini de içeren 2. Dünya Savaşı tam raporu, item # NRS-1978-26, ABD Donanma Tarih Merkezi, Washington Navy Yard, DC 20374-5060.". 22 Haziran 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Mayıs 2007.

Berlitz, Charles (1977) Without A Trace. (Türkçe çevirisi: Gönül Suveren, İz Bırakmadan, Eylül 1977, 317 s., Altın Kitaplar)

]]>
Sat, 10 Jul 2021 18:06:31 +0300 Elifqunduz
Anılar https://edebiyatblog.com/anilar https://edebiyatblog.com/anilar  İnsanın hem güzel hem kötü anıları olur. Bazen en güzel anıların olduğu yerlerde kötü bir olay yaşarsınız ve bütün güzel anıları çöpe atıp o yerleri gözünüzde kötü, acı verici yerler olarak canlandırırsınız. 

   Aslında doğru olan yaşadığınız acı verici olayları bir kenara bırakıp, güzel anılarınızı yaşadığınız yerleri benimsemektir. Çünkü her ne kadar acı verici şeyler yaşanmış olsada o acıları unutup mutlu hissettiren şeyleri düşünmek gerek. Gülümseten hatıraların yaşandığı yerler daima huzur ve güven verir. 

   Daha önce bir blogumda söylediğim gibi acı verici olaylar unutulur. Ancak mutlu hissetmenizi sağlayan olaylar aklınıza kazınır. Bunun için biraz acı verse bile size güzel hatıralar canlandıran yerleri, mekanları sevin. 

   İnsan her zaman doğru olanı yapmaz. Bazen yanlışlar insana doğru gibi gelir. Bir acıyı unutmak için o acının yaşandığı yeri, her ne kadar orada güzel hatıralar olsa bile, silmek gerektiğini düşünür insanlar. Fakat asıl yapmanız gereken acıyı yaşadığınız yeri eskisinden bile daha çok sevmektir. 

  Söylediğim gibi, yaşadığımız acılar, üzüntüler bize tecrübe katar. Bu yüzden acıyı silmek değil zamanla unutmak gerekir. Çünkü unutulan acı içimizde bir yerlerde yaşar. Ama silinen acı yok olur. Yok olursa bize yardımcı olamaz. 

  Son olarak tanımadığım dostum, önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Acılarına rağmen gülümse. Çünkü acıların yanında insanın ruhunu iyileştiren güzel hatıralar da var. Üzülme... Ağlama... Sadece gülümse ve dik dur. 

 Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak.

]]>
Tue, 06 Jul 2021 13:28:42 +0300 Elifqunduz
Acı https://edebiyatblog.com/aci https://edebiyatblog.com/aci   Acı… Herkesin farklı bir acısı var. Çok kolay ve düz bir kelime: "acı". Kiminin rengarenk, kiminin kapkara. Kimse kimsenin acısını anlayamaz. Kimine az yara veren; kimine, onu paramparça edecek kadar çok yara verir. 

  Acıları rengarenk olan birinin; bir gün saçma veya değil, herhangi bir nedenle siyaha dönüşmesi ise… Bu duyguyu kelimeler tam anlatamaz, hiçbir beyin, akıl bu duyguyu tam olarak algılayamaz. Sadece hisseden bilir. Rengarenk bir acıdan tecrübe kazanırken, bir anda acısı siyaha dönüşüverir. İnsan elinde olmadan afallar. Üzülür ama üzüntüsünü kelimeler anlatamaz. Yıkılır… Acısını renkli görmeye alışmış birinin gözünün önündeki renklerin bir anda yok olması, ister istemez afallamasına sebep olur.

Beyza Alkoç ; "Artık o acıların hiçbiri rengarenk değil, bugün hepsi siyaha boyandı" diyor. 'Rengarenk Acılar'... Çok büyük acı çeken insanlara saçma gelen iki kelime… Her acı bir gün siyaha boyanır mı? Bilmiyorum. Her acı bir gün mutlaka rengarenk görünür mü? Bilmiyorum. Bildiğim şey, bir gün mutlaka yürüdüğümüz yolda taşlara basacağız ve canımız yanacak; ama hiçbir yol tamamen taşlı olmadığı gibi, yürüdüğümüz yolda da pürüzsüz bir kısımla karşılaşacağız. 

  'Acı' kelimesini anlatmak için kullanılabilecek kelimeler yetersiz kalıyor. Çünkü 'acı' bir tane değil. Çeşit çeşit 'acı' var. Rengarenk bir acı tatmak daha zordur. Çünkü, o acı siyaha boyandığında; kişi uzun bir süre karanlığa alışamayacak, afallayacak, zorlanacak ve daha fazla yorulacaktır. Ancak acıyı başından siyah tanıyanlar, acısı arttığında sadece biraz daha yorulacaktır. Ama alışmakta zorluk çekmeyecektir. 

  Hiçbir acı tamamiyle renkli değildir. Bize görünen kısmı renkli olabilir ama göremediğimiz kısım bizi karanlığa düşürür. Hiçbir acı tamamiyle siyah mıdır? Bilmiyorum. Aslında bu konu hakkında pek bir açıklama bulamıyorum. Dediğim gibi kelimelerim 'acı' kelimesini açıklamaya yetmiyor. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Acılarını sev. Ama daha fazla acı yüklenme. Renkli ya da siyah, farketmez. Acı asla tamamen tarif edilemez. Acıyı yaşayan acının ne demek olduğunu bilir ama acıyı yaşayan biri bile onu açıklayamaz. Sen her şeye rağmen yüklendiğin acılarını sev.

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak ve gülümsemeyi unutma…

]]>
Tue, 06 Jul 2021 13:28:37 +0300 Elifqunduz
Yanlışlarla Doğru Yola https://edebiyatblog.com/yanlislarla-dogru-yola https://edebiyatblog.com/yanlislarla-dogru-yola

"Kabul edilen bir yanlışlık, kazanılmış bir zaferdir." ~L. Gascoigne.. Çoğu kişi kabul etmez değil mi, yanlış yaptığını? Hatta bazen inadına direndiğimiz konular vardır. Yanlış olsada buna inanmak istemez, kendimizi kandırmaya çalışırız; bize, yanlış olsada doğru gelir. Ne kadar inanmasakta, dirensekte yanlış yanlıştır. Bunu kabul etmek bize bir şey kaybettirmez, aksine hayatımızdaki yanılgıları çıkarmış olur ve kazanan biz oluruz. 

Çok yanlış yaptığımı ben biliyorum, kabul ediyorum ve ben bu yanlışı karşımdaki insana yaptıysam özür dilemekten çekinmiyorum. "Hiç yanlışlık yapmayan biri, hiç bir iş yapmamış demektir" ~Edward J. Phelps.. Hatasız kul olmasını zaten bekleyemeyiz. İlla bir yerlerde yanlış yapmışızdır, önemli olan bunun farkına varmak değil mi? 

"Yanlış insanlar hayatınıza girmişse sevinin, çünkü doğru insanı bulmanız için gelmişlerdir." ~Aşkım Kapışmak.. Ben buna inanıyorum.. hayatımıza çok giren-çıkan olacak, oluyorda. Neredeyse çoğu kalıcı değil, büyük ihtimalle olmayacaklarda; ama şu var ki doğru kişileri görmemizle aramızda mutlaka bir köprü olacaklardır. Ya da yanlış insanlarda harcadığımız zamanın, doğru kişilerdekinden farklı olduğunu görüp, aralarındaki ilişkiyi ayırt etmemizde kuşkusuz etkili olacaktır. 

"Elde edilebilecekler yerdeyken, uçmaya çalışıyorsan bu işte bir yanlışlık vardır." ~Jay Crownover.. Bence o kadar haklı bir söz ki.. Güzel şeyler yakınımızda olsa dahi hep bir uzakta arama isteği, hep bir imkansızlık. Gözümüzün önündekilere kör kesilip, görünmeyenlerden medet umuyoruz. Bize iyi gelecek şey çok yakınımızdadır belki, elimizi uzattığımızda ulaşak mesafede..

"Dünya ağır adımlarla dönüp dursa da zaman hiç kimseyi durup beklemez. İnsan bütün hatalarından ders alsa da hayat hata yapmadan öğrenilmez." Çok hata yaptım ama sonunda doğru olanı buldum.. diyebilmeli bir insan. Hata ders alınmak için var, bu görmezden gelinmemeli ve insan ikinci defa aynı hataya düşmemeli. 

İyi insan mutluluk birazcık huzur ve güven, kötü insan tecrübe zamanımızı harcar ama bir şeyler mutlaka öğreniriz, yanlış insan ders sınavımızı geçmemizde etkili olacak kadar bilgi, mükemmel insan iz bırakır güzel ve kalıcı..


--Ona yazdığım satırların sonu şöyle bitiyordu; 
Yanlış zamanda girdin demeyeceğim hayatıma. 
Sen doğru zamanda, doğru yerde girdin,
Ben yanlış değeri verdim sana..--

--"Hala şansımız varken, sen geçmiş anılarda yaşayan beni bugün doğru yere taşıdın ancak ben yanlışlarımı senden önce gömmüştüm."*İ--

05'07

]]>
Mon, 05 Jul 2021 21:37:32 +0300 Kağıttan Ruhlar
Karmakarışık https://edebiyatblog.com/karmakarisik https://edebiyatblog.com/karmakarisik Sevgi yeterince güçlü bir kelime değildir, diye fısıldadığını hatırlıyorum şafak batarken. Her şeyin sevgiyle güzelleşebileceğini sandığım herhangi sıradan bir gündeydik. Sen, aksime gerçekleri ikinci plana atarken ben hakikatı önüne sunan bir adamdım. Bir insan daha kendini tanımamışken, bir başkasının ruhunu görmek ister miydi? 
Gün yavaş yavaş batarken parmaklarımın arasındaki izmariti, kimselerin keşfetmediği kalbimin tam üstünde söndürmene gözlerimi yumarken anladım, karmakarışık ruhunun her uvuzunu görmek isterdim...

]]>
Fri, 25 Jun 2021 23:00:32 +0300 Roza
Yol https://edebiyatblog.com/yol https://edebiyatblog.com/yol   Hayat çok zor. Her insan kendi yolunda yürüyor. Kiminin yolu kısacık bir yolken kiminin ki yürürken uzunca zamanını alıyor. Daha önce söylediğim gibi, ömür adında bir yolculuğun içerisindeyiz. Bir yolda yürüyoruz. Bu yol pürüzsüz değil, mutlaka taşlara basacak ayaklarımız. Ancak tamamen taşlı değil, bir gün yolun pürüzsüz kısmına ulaşacağız. 

   Taşlara geldiğimizde düşeceğiz. Yara alacağız. Ama bir süre sonra kalkıp yürümeye devam edeceğiz. Tecrübe kazanacağız. Taşlara geldiğimizde daha dikkatli yürüyeceğiz. Belki de koşacağız. Hayat bize izin verirse koşmayı da başarırız. Ama koşmak önemli değil. Her adım sağlam olmalı. Sağlam olmazsa düşeriz ve yara alırız. 

  Doğru yolu bulmalıyız dostlarım. Yanlış bir yolda yürümemeliyiz. Zaman kaybedemeyiz. Çünkü ömrümüz kısalmış olur. Dediğim gibi çok zor biliyorum. Ama tadını çıkarın hayatın. Çünkü tadını çıkarmazsanız daha da zor gelir. Her zaman en iyisini hedeflemeyin. Her zaman yapabileceğinizin en iyisini hedefleyin. Bu çok zor olan hayatın sizi kırmasına izin vermeyin. 

   Uzun zaman oldu. Çok uzun zamandır evlere kapanmış durumdayız. Her şey daha da sıkıcı oldu. Ama sıkılmanıza izin vermeyin, lütfen. Her saniye çok değerli. Nefes aldığımız her saniye çok değerli. Belki de bazılarınızın sorunu ruhuyla, mental anlamda. Buradan yapabileceğim bir şey yok ama, lütfen kendinizi üzmeyin dostlarım. 

   Pek çok duygu var içimizde, farkındayım. Yalnızlık, çaresizlik, üzüntü, sıkıntı, yorgunluk... Daha da fazlası. Ama her şey bitecek. Üzülme ihtimalimiz var ama üzülmeden aldığımız nefesin bile değerini anlayamayız. Her insan üzülür. Bazıları minik bir üzüntüyle tecrübe kazanırken kimisi hayattan soğuyacak kadar üzülerek tecrübe kazanır. 

  Bir söz bırakacağım beyinlerinize, Beyza Alkoç Aydın '3391 Kilometre' adlı kitabında;
"Yürüdüğün yol doğru olsaydı kaybolmazdın." demiş. Kaybolmanıza izin vermeyin dostlarım. Doğru yolu bulun ve kaybolmayın. Düşün, yara alın, ayağa kalkın, yürüyün. Kendinizi harika hissettiğinizde koşun. Ama koştuğunuz yol doğru yol olsun.

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Doğru yolu bul. Kaybolarak ömrünü kısaltma. Her zaman söylediğim gibi kendini sev.

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak...

]]>
Fri, 25 Jun 2021 22:19:03 +0300 Elifqunduz
Özgürlük https://edebiyatblog.com/ozgurluk https://edebiyatblog.com/ozgurluk   Daha önce de söylediğim gibi insan özgür bir varlık. Bazı insanlar birilerinin esareti altında kalsa da her insan hürdür. Herkesin bireysel hakları var ve bu haklar her insanın hürriyetini koruma altına alıyor. 

   Ancak bu özgürlük sadece insanlar için geçerli değil. Aynı zamanda bizimle Dünya'yı paylaşan canlılar da özgürdür. Bir hayvanı zorla hapsedemeyiz ya da bir bitkiyi olduğu yerden koparak yaşamına son veremeyiz. 

  Kendimizi sevmeliyiz, insanları sevmeliyiz,canlıları sevmeliyiz. Az da olsa Dünya'yı sevmeliyiz. Özgür canlıların haklarını korumalıyız. Ancak öncelikle kendi özgürlüğümüzü korumalıyız.

   Bir insan kendine karşı gösteremediği duyguları karşısındaki insanlara ya da canlılara gösteremez. Bundan dolayı özgür olun tanımadığım dostlarım. Önce kendiniz özgür olun, sonra da diğer canlıların hürriyetini koruyun. 

  Bir insan nasıl istediği gibi sokakta dolaşma hakkına sahip olabiliyorsa, bir hayvan da sokakta dolaşabilmeli. Bir hayvan, canının derdine düşmeden yaşayabilme hakkına sahip olmalı. 

  Canlıları sevin dostlarım. Onları koruyun. Özgür olmayı öğrenin. Özgür olmak bir ihtiyaç aslında. Yaşayan, canı olan, her varlık için bir ihtiyaç. Bundan dolayı hürriyetinizi doyasıya yaşayın. 

   Son olarak tanımadığım dostum, aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Özgür ol. Kendi özgür iradenle, kendisini insanlardan koruyamayan canlıların özgürlüğünü koru. Özgür olmak bir ihtiyaç bunu sakın unutma. Anlayışlı olmalısın dostum. Dünya'ya karşı az da olsa anlayışlı olmalısın. Canlılara karşı anlayışlı olmasın...

  Artık kendini sevebildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak...

]]>
Thu, 24 Jun 2021 19:26:27 +0300 Elifqunduz
Yolcuğumdaki Oyun https://edebiyatblog.com/yolcugumdaki-oyun https://edebiyatblog.com/yolcugumdaki-oyun Konuşmak saçma gelsin,önemi yok. Konuşmak, cümleler, sözcükler, heceler sadece ama sadece birer araç. Rüzgarın seni alıp götürmesini beklerken uğrayacağın bir ağacın gövdesi sadece. O ağaç orda durmasada, sen o ağacın gövdesini kendine yuva edinmesende, orada durup bir soluklanmasanda o rüzgar er ya da geç gelicek. İnsanlar onların suratlarına içi boş bir kabuk gibi bakmanı hissettiriyorsa o insanlardan uzaklaş. Yeni insanlarla konuş, elbet seni anlayan,en azından anlamak için çabalayan insanlar çıkar bu yolda karşına. O insanların hayatında önemsiz olduğunu düşünme.  Hiçbir insanın hayatındaki yerini düşünme.  Onların senin hayatındaki yerini düşün. Çünkü bu senin hikayen, onlar senin oyununun bir piyonu. Tabii ki sende onların oyununun bir piyonusun. Konuşmaya mecalin yoksa, kendinde o gücü sarf edecek nefesi bulamıyorsan konuşma. Ama anlatmaktan vazgeçme. Anlatmak sadece kelimelerle olmaz. İnsanlara karşı davranışlarınla, bakışlarınla, onlara karşı açığa çıkardığın duygularınla, hatta ve hatta nefes alış şeklinle bile milyonlarca şeyi anlatıp, milyonlarca şey katıyorsun bu oyunun hamlelerine. Sen kendine güveniyorsan hiçbir dedikodu önemli değil, sen kendini biliyorsan bu sana yeter. Sen kendine inanırsan o şeyler, yolculuğunda radyoda karşına çıkan atlayamadığın ve dinlemek zorunda kaldığın ama bir o kadar da umursamadığın bir fon müziği olabilir yolculuğuna sadece. Bedeninin bulunduğu yer önemli değil. Hem de hiç. Çünkü bedenin sadece ruhunun mücadelesinde bir silah. Ama başka silahlarında var. Tek savunman değil. Tek güvencen hiç değil. Ruhunun yolculuğunda haritan ruhunsa evet, evet özgürsün. Hemde hiç olmadığın kadar."Deli misin?" Belki de 'deli' olarak nitelendirilen insanlar da fazladan şeyler yoktur. Belki de eksik olan diğeleridir. Hayatın tabularına karşın daima ayakta dur. Ama engel olma akışa asla ama asla engel olma. Düğümü ne kadar kurcalarsan o kadar karışır. O yüzden o düğümü önce sakince bırak, ardından derin bir nefes al ve yine sakince o düğünü eline al. Ama çözmeye çalışma. Onun yolunu bulmasına izin ver, bu kadarı yeter de artar. Düğümleri ruhuna göre değil, düğümlerin istediği şekilde çöz. Evet karışık. Hayat çok ama çok karışık düğümlerin yok olmasını bekleyeme onları çöz.

]]>
Tue, 22 Jun 2021 23:49:36 +0300 Nazlı Zilan Öztürk
Hayat https://edebiyatblog.com/hayat https://edebiyatblog.com/hayat  Çünkü hayat; üzülmeye,ağlamaya,kahrolmaya değmeyecek kadar acımasızdı. Ama hayat bir o kadar yaşam doluydu. Ömrümüzden daha fazla nefes azalmadan önce yaşamanın, nefes almanın önemini anlamamız gerekliydi ancak insanların gözü körleşmiş, hiçbir şey göremez olmuştu. Ve insanlar sanki sağır olmuş, duyamayacak kadar acımasızlaşmıştı.

  Hayat çok acımasız ve zordu. Dünya bir cehennemdi. İçinde yaşayan canlılar anlayıştan yoksun kalmış, masum canlılar yorulmuştu artık. Kalbinin temiz olduğunu söyleyen herkesin kalbinde bir miktar kir vardı.

  Anlayışlı insanlar azalıyordu ve Dünya anlayışsız insanlarla dolduğunda canlıların sonu gelecekti. Kalpler durmayacak, nefessiz kalınmayacak, ölüm olmayacaktı. Ama 'son' gelecekti ve bu 'son' Dünya da yaşayan canlıların başına gelebilecek en kötü şeydi.

  Kalbinizde olan kir bırakın dursun, dostlarım. Ama lütfen sağır olmayın. Etrafınızdaki felaketi görün ve biraz anlayış bekleyen masumları dinleyin. Hayat çok zor ve yanınızda biri olmayınca, sizi dinleyen biri olmayınca, daha da zorlaşıyor. Bu yüzden başkalarının yapmasını istediğiniz her şeyi yapın. Çünkü son gelmeden önce az da olsa, kısa da olsa yaşamın tadını çıkarmalıyız. Ve ümidi kesmemeliyiz. 

  Çünkü Beyza Alkoç Aydın'ın da dediği gibi;
"Hayat her zaman bir yolunu bulup yeşerir". Bu yüzden hep bir umut vardır. Hep devam etmek, pes etmemek için bir neden vardır. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Unutma! Her zaman bir umut vardır. Hayat acımasız olduğu gibi bir yaşamla karşılar bizi. Ve ömür aslında bir yolculuktur. Her nefes alışımızda biraz daha ilerleriz ve bu yol ölüme gider. Nefeslerimiz tükenene kadar nasıl istiyorsak öyle yaşamalıyız. 

  Artık kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum tanımadığım dostum. Kendine iyi bak ve gülümsemeyi unutma…

]]>
Tue, 22 Jun 2021 17:33:46 +0300 Elifqunduz
toza dumana ~ https://edebiyatblog.com/toza-dumana https://edebiyatblog.com/toza-dumana Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım “İnsanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum onların sana bakamayacağı bir yere git" demişti. “Kıyametin ortasına git.” O kadar yaşlıydı ki öldükten bir hafta sonra sanki 10 sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil, toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum, hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım, rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpü ile değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa, gerçekten yemek lazım; yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş’ta bıraktığımız o ev... Bırakabildiğimiz tek ev... Beş kat, seksen iki basamak... Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle başka bir cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar, düşen atları hatırlatır. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar... Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı...

Emrah Serbes / Hikayem Paramparça - Toza Dumana

]]>
Sun, 20 Jun 2021 15:41:16 +0300 Roza
Veda https://edebiyatblog.com/veda https://edebiyatblog.com/veda

Veda edemediğim sokaklar ve veda edemediğim insanlar oldu çünkü ben en çok yaralarımdan kaçardım. Veda etmek en büyük zaafımdı. Artık içinde olmaya dayanamadığım fakat ait  olmak zorunda olduğum yeri terk ettiğimde kan revan içindeydim. Saçma sapan bir döneme girmiş, herhangi bir insan tanıyacak mecalim kalmamıştı. İnsanlar yalnızca pişmanlıktı. Pişmanlık. Güçlü müydüm yoksa güçlü mü davranmaya çalışıyordum, tartışılır bir meseleydi. Çünkü bazen kocaman bir dağın karşısında duracak kadar güçlüydü bazen bir çocuk kadar savunmasızdım. Ve sanırım bu gece bir çocuk kadar savunmasızdım.

]]>
Sat, 19 Jun 2021 23:28:32 +0300 Roza
Hapis https://edebiyatblog.com/hapis https://edebiyatblog.com/hapis Şizofren olmak istedin mi hiç?

 Doktorumla konuştum, ona yaşadıklarımı anlattım; bana şizofreni tanısını koydu. Yaşadıklarım beynimin bir oyunuymuş. Herkes masum, tek suçlu benmişim. Cezam da uzlet bir hayatta müebbet yemekmiş...

 Ey insanoğlu! Seni özgür bırakıyorum ,suçluyu buldum . Suçlu olan da, haksız olan benmişim... İnsanoğlu, tahliye olmuştu artık; özgürdü. Evet, müebbet yemişti kalp. Ama hiç bu kadar hızlı çarpmamış, yaşamak için can atmamıştı. Hafiflemişti, belli. Bundan sonra o da özgür kalacağı günü beklemişti. Kalp kafesten çıktıktan sonra ölürdü. Özgürlük ölüm, yaşamak ise hapisti.

Ve kalem kırılmıştı...

°°°

]]>
Wed, 16 Jun 2021 07:34:25 +0300 Pesimistim
Yolculuk https://edebiyatblog.com/yolculuk https://edebiyatblog.com/yolculuk   Bir insanın ömrü aslında bir yolculuktan ibarettir. Ömür yolculuğumuz doğum ile başlar ve ölüm ile son bulur. Uzun bir yolculuktur bu. Mola vermek, dinlenmek gerekir. Bu molalar yolumuzu uzatır. Kimine göre kötü kimine göre iyi birşey olan yolun uzaması düşüncesini ben kendime göre yorumlayarak her zaman olduğu gibi sizi motive etmek istiyorum. 

  Normal bir yolculukta olsak ve yolumuz uzasa hepimizin sinirleri bozulur. Ama bu yolun sonunda ölüm olursa eminim ki bir çok kişi yolun uzamasını, yaşamın devam etmesini ister. Ama bu düşünceme ters olan bir nokta var. Bazı insanlar yaşamının bitmesini ve 'hayat' adlı cehennemin son bulmasını ister. Buna da yaşamdan zevk almama denir. 

   Daha önceki bloglarımdan birinde de söylediğim gibi hayatın tadını çıkarmak için kısa bir zaman var. Aslında çok uzun olan bu süre, hayatın tadını çıkarmadan yaşayınca kısacık olabiliyor. Sona geldiğini hissedince anlıyor insan ne kadar fazla zaman kaybettiğini. Kısa zaman kalınca da hiçbir şeyin tadı çıkmadığı gibi, hayatın da tadı çıkmıyor. 

  Bundan dolayı hayatın tadını çıkararak 'ömür' adlı yolculuğumuzu uzatabileceğimizin altını çizmek isterim. Eğer yaşamın süresini uzatmak isterseniz, hayatın tadını çıkarmayı deneyebilirsiniz. 

  Son olarak tanımadığım dostum, daha önceki bloglarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Bunu başkaları için değil kendin için yap. Yolculuğunu uzatmak istersen yazdıklarım yanında olacak. Hayatın tadını çıkar. Çünkü çok az zamanın kalmış olabilir. 

Kendini sevmeyi başarabildiysen, seni seviyorum...

]]>
Tue, 15 Jun 2021 14:07:39 +0300 Elifqunduz
Son https://edebiyatblog.com/son https://edebiyatblog.com/son  Beyza Alkoç Aydın 'Karantina' adlı kitabında diyor ya 'mutlu son diye bir şey yoktu, son varsa mutluluk yoktu' diye. Aslında bir bakınca son olan yerde mutluluk olduğu bir olay yok. 

   Birinin yaşamı sona erince müzik açıp dans edilmiyor, tam tersine insanların içinde bir hüzün oluyor. Ya da biri sizin işinizse son verirse mutlu olmazsınız. Çok sevdiğiniz bir kitap bittiğinde üzülürsünüz. Çok sevdiğiniz bir dizi final yapınca içinizde yine bir hüzün oluşur.

   Ama olaya başka bir pencereden bakınca bütün bu hüzünlerin bir gün sona erdiğini görüyoruz. Unutuyoruz çünkü bu olaylar geçiyor. Üzüntümüz azalıyor. Biri öldüğünde bile bir kaç yıl sonra onu unutmuş oluyoruz. Her şey bir gün biter. Her güzel şey bir gün biter. 

   Bir bakımdan önemli olan o güzel şeyi yaşarken tadını çıkarmak. Her şey çok kısa. Hayat bile bu kadar kısayken, onun içinde yaşanan bir takım olaylar daha da kısa oluyor. Bize düşen ise bu güzel olayları mutlu bir şekilde ve gülümseyerek yaşamaktır. 

   Son olarak tanımadığım dostum, önceki yazılarımda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ama acele et. Çünkü hayatın tadını çıkarmak için çok az zamanın var. Bize verilen süre dolmadan, hayat sona ermeden önce tadını çıkar...

]]>
Mon, 14 Jun 2021 12:49:49 +0300 Elifqunduz
Bitmeli https://edebiyatblog.com/bitmeli https://edebiyatblog.com/bitmeli Her şey kibritçi kız masalıyla başlamıştı. Her birimiz soğuk bir yerde evsiz ve kimsesiz değilmiydik kibritçi kız gibi. Arada alevler keşfettik hayatımızda, alevlerin yakabileceğini unutup verdiği ışığa odaklandık hayat boyunca ... 

Kibritçi kız gördüklerinin gerçek olup olmadığını bilmeden sadece ufak bir umutla elinde kalan son kibritlerini de yaktığı gibi bizler de yanan alevleri hayatımızdaki cennet seçip ulaşmak için hayallerimizi, umudu ve  güvenimizi  verdik. Yaklaştıkça alevlere, koca denizin içinde yanmaya başladık ama nasıl olsa denizin içindeyiz alevleri söndürür deniz diye umutlarımız bitmedi. Ama o kocaman deniz, cehennemi söndürmeye yetemedi. Yine kaybettik. O deniz de yok oldu. Tek umudumuz gözyaşları. Gözyaşımız çoğaldıkça ateşi küle çevircek diye bekleyişimiz başladı şimdilerde...

]]>
Sat, 12 Jun 2021 17:05:05 +0300 Pesimistim
Beklenti https://edebiyatblog.com/beklenti https://edebiyatblog.com/beklenti   William Shakespeare " Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musun? Çünkü kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar" diyor. Diyorum ya; herkes bir gün giderse senin yanında kalacak tek kişi sensin, diye. Anlatmak istediğim tam olarak bu. 

  Mutlu hissetmek için kendinizi mutlu etmeyi öğrenmeniz gerekir; ancak bu 'öğrenme' işini zorunluluk haline getirerek değil, gerçekten öğrenmek için, içinizden geldiği için gerçekleştirmeniz gerekli. 
 
  Shakespeare'in de dediği gibi başkalarından bir şey ummayın. Çünkü başkalarından beklediğiniz, umduğunuz bir olay size daima bir acı ya da yara getirir. 

  Dediğim gibi, bir gün herkes herhangi bir nedenle ya da nedensizce giderse yanında kalan tek şey ve tek kişi kendin olacaksın. Bunun için kendini mutlu etmeyi ve kendinden bir şey ummayı öğrenmelisin. İnsan bazen kendinden olan beklentisinin karşılığını alamazken, başkalarından bir şey umması saçma geliyor. 

  İlk iş olarak kendinize verdiğiniz sözü tutun. Sonra karşınızdaki insana bir söz verin. Ya da kendisine verdiği sözü bile tutamayan birinden bir beklentiniz olmasın. 

  Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorum farkındayım ama mutlu olmak bir ihtiyaç. Şimdi tüm dünyayı boşverin ve mutlu olun. Kendinizi mutlu ettiğinizde ise karşınızdaki insanları mutlu edin. Sevdiğiniz insanları gülümsetin. Çünkü bazen öyle zamanlar geliyor ki yanınızda olduğunu hissedebileceğiniz, sizi gülümsetecek birine ihtiyacınız olabiliyor. 

  Son olarak tanımadığım dostum. Aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ama acele et. Mutlu olmak bir zorunluluk haline gelmeden bunu yap. Kendini mutlu et ve sevdiğin insanları gülümsetmek için çabalamaya başla. Ancak şunu sakın unutma, öncelik sensin. Önce kendini sonra diğer insanları mutlu et. Seni sevdiğimi söylemek isterdim ama, kendini sevmeyen birini bir başkası sevemez !

~ KENDİNİ SEV ~
  

]]>
Sat, 12 Jun 2021 16:54:26 +0300 Elifqunduz
Her Şeye Rağmen Mutluluk https://edebiyatblog.com/her-seye-ragmen-mutluluk https://edebiyatblog.com/her-seye-ragmen-mutluluk   Hayatta önceliğimiz her zaman kendimiz olmalı. Çünkü bir gün eğer yalnız kalırsak, yanımızda bizi mutlu edecek kimse kalmazsa kendi kendimizi mutlu etmeyi öğrenmek zorunda kalırız. Zorunlu olmak çok kötü bir şeydir. Herhangi bir şeye zorunlu olabiliriz. En kötüsü ise ihtiyacımız olan bir şeye zorunlu olmaktır. 
  
   Mutluluk ihtiyacımız olan bir şeydir. Ama biz hayatımızda kendimizi değilde başkalarını mutlu etmeyi öncelik haline getirirsek ihtiyacımız olan 'mutluluk', zorunluluk olan 'mutluluk' halini alır. Zorunlu olmak insanlar için itici bir şeydir. Bir şeyi zorunlu olduğumuz için yaparsak o iş bizim yararımıza da olsa itici gelir. 

   Aslında baktığımızda mutluluğa, mutlu olmaya zorunlu olmamalıyız. Bunun için de söylediğim gibi herkesten önce kendimizi mutlu etmeyi, zorunluluk haline gelmeden öğrenmeliyiz ve en kısa zamanda mutlu olmalıyız. 

   Mutlu olmayı öğrenmek bir bakımdan bir işi öğrenmek gibidir. Şimdi düşünün, biri size bir şeyi yapmaya zorlasa ve siz bu işi yapmak istememenize rağmen yaşama tutunmak için yapmak zorunda bırakılsanız... Hoşunuza gitmezdi. Kimsenin gitmez. İnsan özgür bir varlık. Ancak mutlu olmak yaşama tutunmak için bir ihtiyaç. Bundan dolayı bunu zorunluluk haline gelmeden öğrenmeliyiz. Çünkü insan zorunda olduğu için yaptığı şeyleri unutur. İsteyerek yaptığı şeyler ise beynine kazınır. 

   Şimdi kendinize sorun "mutlu muyum?" diye. Ama kendinize yalan söylemeyin. Gerçekten nasıl hissediyorsunuz. Cevabınız evet ise gülümseyin. Eğer ki hayır ise mutlu olmayı öğrenin. Ama isteyerek öğrenin. Zorunlu olduğunuz için değil. Kendinize yalan söylemeyi bırakın. Daha önce de söylediğim gibi, sizi gerçekten mutlu edecek olan kişi sizsiniz.

   Son olarak tanımadığım dostum, önceki yazılarımın sonunda da söylediğim gibi aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Ve acele et. Çünkü zorunluluk haline gelirse çekilemez olur. Gülümse ve mutlu ol. Bunu ben istediğim için değil, kendini düşünerek yap...
 

]]>
Tue, 08 Jun 2021 21:15:12 +0300 Elifqunduz
YANSIMA https://edebiyatblog.com/yansima https://edebiyatblog.com/yansima  Hey sen satırlarında -satırlarımda- kaybolan, benliğini yok sayan, zihnime kurban ettiğim kadın/adam. Ayağa kalkmayı deneme vaktin gelmedi mi artık ya da ruhunu arama? Kalk ve yansımanı ara ya da yalancı bilirlerini bul bedenin gibi mesela. Geç aynanın karşısına. İşte, tam karşında. Hadisene kaldır başını, korkma ondan! O tümüyle ben ve bir miktar sen. Bütün halinde gösteriyor seni bu saçma yansıma, toparlan ve parçalarını ara. Bütünü parçaya bölmek ve parçaları toplamak senin ellerinde. Elinde bir kalp, varsay ki o bir taş. Her kalp bir taş. Şimdi onu fırlat aynaya, parçalarında kaybol usulca. Yerde sana arsızca gülümseyen ufak, keskin olduğunu sanan bir parça ayna. Alaylı tebessümlerinden bahşet ona, yakıcı bakışlarından ya da. Keskin olan arsız cam parçası değil ruhunun ta kendisi, bunu ASLA unutma!

 Denemek ister misin, ya da öğrenmek? Üzgünüm ne haddime öğretmek. Peki ya soru işaretleri kafanda beliren, onları susturabilecek misin bensiz. Sen asla bensiz değilsin, sen tümüyle sensiz bir bensin. 

 Zihninin sana oynadığı ufak bir oyun, kaderin tarafından usulca çizilen sonsuz soru işaretleri. Cevap ver bana! Bedenin mi acır, ruhun mu daha fazla? Cevapsız kalan her soru bir ben eder benliğinde, benliğim yok oluyor sensizliğimde. Bileğinde ufak bir çizik. Yok olacak bir çizik. Ben gibi, sen gibi ve en çok da herkes gibi.

 Yokluğum sırt çevirsin aynalarına, yüzündeki alaycı tebessüm bile ufak bir cam parçasına. İliştir hadi bileklerine durma. Bunca yıldır hasret ruhun olmasa da bedenin acıya...

]]>
Tue, 08 Jun 2021 19:49:35 +0300 Roza
BEN https://edebiyatblog.com/ben https://edebiyatblog.com/ben Küçük ama bir o kadar da büyük, mutlu bir o kadar da mutsuz bir hayattı ki benimkisi. Gün geçtikçe büyüdüğüm, büyüdükçe küçülen duygularımın nefessizliğiydi nefesim. Olurda bir gün biter diye başladığım bu hayata ben dışında herkesin hükmetmesi beni oldukça yok etmiş, kendi içimde kaybolmaya zorlamıştı. Anlıyamadığımda bu kaybolmuşluğun içerisinde, bbedenimi bırakmayan ufak huzur kırıntıları ve hayatımın üstüne sürülmüş bulanık hayallerim...

Gözlerime yağmuru giyderen ailemdi. Oysa ne çok isterdim bembeyaz, lekesiz giyinmeyi. Ailem ne çok korkardı lekelerden. Bilerek ya da bilmeyerek  bana giydirdikleri acı ipliği ve nefret şişlerinin oluşturduğu hayya belki de birazcık namus ya da az biraz hüzün derisinden oluşan hayat giysilerini giydirdikleri günden itibaren azrail(a.s) kahraman ilan edilmiş, kurtuluş yolu olarak ölüm seçilmişti...

]]>
Mon, 07 Jun 2021 20:27:49 +0300 Pesimistim
Kendin https://edebiyatblog.com/kendin https://edebiyatblog.com/kendin   Herkesin kırıkları var. Kiminin büyük kiminin küçük, kimi kolay, kimi zor atlatıyor. Ama bu kırıklar insana güç veriyor. Düşünsenize herkes istediğini istediği zaman elde edebiliyor. Sıkıcı olurdu. Çünkü insanlar hayatta acı ya da başarısızlık gibi duygularla tecrübe edinirler. Öğrenmek için önce herhangi bir konuda başarısız olmak gerekir. 

 Şimdi kendinize sorun "Herkes giderse beni mutlu edebilecek biri var mı?" diye. Eğer kendinizi mutlu edemediyseniz cevap 'kimse'. Eğer kendinizi mutlu etmeyi başardıysanız cevap 'kendiniz'. 
  Şimdi bir dönüp bakın etrafınıza. Yanınızda olan ya da olamayan  herkes herhangi bir nedenle ya da nedensizce gitse size ne kalır ? Elde tutulur bir şeyden bahsetmiyorum. Mutluluk, sevgi, özgüven, huzur, tecrübe...

   Yanınızda kimse olmasa bile yüzünüzde saçma fakat anlam veremediğiniz bir gülümseme olsun, her daim içinizde ufak bir mutluluk olsun. Başkalarının size verdiği mutlulukla tatmin olmayın ve kendinizi mutlu etmeyi öğrenin. Ne olursa olsun yüzünüzde bir tebessüm olsun. Ne olursa olsun !

   Evet tanımadığım dostum. Şimdi benim için aynanın karşısına geç ve gülümse. Gülümsemenin sana ne kadar yakıştığını gör. Artık kendini mutlu et. Çünkü bir gün herkes giderse yanında kalacak tek kişi kendin olacaksın...

]]>
Mon, 07 Jun 2021 18:58:33 +0300 Elifqunduz
Çok Kusurum Var!! https://edebiyatblog.com/cok-kusurum-var https://edebiyatblog.com/cok-kusurum-var Çok çabuk üşüyorum.. başkasına sıcak gelicek havada üşüyorum.
Kolay ağlıyorum.. başkasına basit gelicek konuda ağlıyorum.
En küçük şeyde kırılıyorum.. başkasına normal gelicek laftan kırılıyorum.
Her şeyi takıyorum..başkasına ufak gelicek durumu takıyorum.
Hemen alınıyorum.. başkasının kale bile almayacağı şeye alınıyorum.
Çok düşünüyorum.. başkasının umrunda olmayacağı şeyleri bile düşünüyorum.
Nolursa olsun vazgeçemiyorum.. hayatımdaki insanlardan vazgeçemiyorum.
İnsanlara kendimi göstermekten korkuyorum. 

Hassas biriyim bazılarınıza basit geleceklere ben dayanamıyorum. Ruhum kaldırmıyor, bedenim kaldırmıyor acıyı; pes ediyorum. Ne kadar güçlü durmaya çalışsamda, değilim, olmuyor. Yapamıyorum.

Benim zaafım ağlamak. Büyük bir şeye gerek yok, en ufak bir şeyde o damla gözden ayrılıyor. Ağlamak zayıflık değildir diyorlar ama benim için zayıflık, her şeye mi ağlar bir insan? Sinir oluyorum. Nefret ediyorum.. ağlamaktan, kırılmaktan, alınmaktan, düşünmekten, her şeyden, herkesten... en çokta kendimden.

Benim yenilgim olan her şey benim için bir kusur. Çok kusurum var..biliyorum. Hiç kimse kusursuz değildir, her insanın kusuru vardır, önemli olan kusurlarımızı sevmek değil mi? Kendime sözüm olsun bir gün bütün kusurlarına aşık bir ben olarak hayatıma devam edicem.

"İyi kalpli insan başkalarını hased ettirmemek için, kendisinde birkaç kusur bırakır."

~Benjamin Franklin

02'06

]]>
Thu, 03 Jun 2021 21:59:03 +0300 Kağıttan Ruhlar
Gitmek ve Kalmak https://edebiyatblog.com/gitmek-ve-kalmak https://edebiyatblog.com/gitmek-ve-kalmak Gitmek ve kalmak arasında ince bir çizgi vardır. Çünkü bir insan gitmek istediği zaman mecbur kalıp kalabilir, kalmak istediğinde ise canı yana yana gidebilir. Hem gitmek cesaret işidir. Herkes yaşadığı bir şehirde, bir evde, bir kalpte kalabilir; oysa çoğu kişi gitmeye cesaret edemez. Bunun için her şeyini, herkesi arkanda bırakıp gitmek zordur bu hayatta. Bir de insan alışkanlıklarını bırakmak istemediği için kalmaya yönelir. Oysaki bizi iyi hissettirmeyen alışkanlık neye yarar değil mi? Gitmeyi bir seçenek olarak önümüze koyan hayatımızda, neden kalmak için sebepler arayalım ki? Gitmek; bazen kaçış değil, çözüm yoludur. Kaldığında aynı şeyleri yaşayacağını ya da üzüleceğini biliyorsa veya tahmin ediyorsa insan bunu tercih etmemeli. Bir şeylerin farkına vardığında gitmeli insan çünkü kalmak sadece bazı şeyleri geciktirmeye yarar. 
Gitmek ve kalmak değildi, asıl mesele hissetmekti. Bazen sevildiğini, bazen güvenildiğini, bazense beğenildiğini.. Ve bu, hissettiklerinin sonuçlarıydı gitmek ve kalmak.

Hiçbir şey düşünmeden, hiçkimseyi umursamadan gitmek istiyorum çoğu zaman. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı hiç düşünmeden; arkama bakmadan çekip gitmek. 
Gitmek istiyorum, bir müzik eşliğinde; bir rüzgar esintisiyle, yollar beni nereye götürürse oraya gitmek.

29'05

]]>
Mon, 31 May 2021 21:46:05 +0300 Kağıttan Ruhlar
Başımın Abus Ağrıları https://edebiyatblog.com/basimin-abus-agrilari https://edebiyatblog.com/basimin-abus-agrilari Başımın abus ağrıları;

Başım ağrıyor. kendimi kaybediyorum çokça kelimelerin, manaların, suskunlukların ortasında buluyorum kendimi. Kayıp bir şekilde, çok kızıyorum kendime ama yine de bahaneler türeniyor kafamda. kendimi temize çıkarma konusunda. Onlarca rota çiziyorum her bir diyara ufka bakıp tüm ciğerimi dolduruyorum şişiriyorum coşkuyla bağırıyorum yelkenler fora tüm gaz ileri bunları söylerken Kıyıya vurmuş bir gemiden ölü tayfalara seslendiğimi unutuyorum. Yol alamadıkça da küçülüyorum sırasıyla ciğerim sönüyor omuzlarım düşüyor elimdeki pusula manasını kaybediyor yüzümü döküp oturuyorum ufka karşı oturuyorum. Sadece adaleti sorguluyorum sonra hayatın yüzme bilmeyen insanlara verdiği o koca gemileri kıyıya vurmuş bir sandaldan izliyorum. Hemde denize aşıkken. Adaleti işte sadece o an düşünebiliyorum. Haksızlığa uğradığımı düşünürken haklıyım çünkü ben her şeyden memnunken başkalarını dert etmekle meşgul olamıyorum kendi çıkarım uğruna adaleti yaratıyorum. işte o zaman adaletinde bir anlamı kalmıyor. herkese hak ettiğini veren bir tanrıya inanıyorum, ama kendi kusurumu hakkettiğim kötülüğün sebebini bir türlü çözemiyorum. ve bu kez, var edenin adaletini sorgulamaya başlıyorum. Yanlış yoldayım farkındayım ama ne dediğimi gayet iyi biliyorum. Beni savunmayan herkesi inkar ettiğim için bende vasat bir insan oluyorum...

]]>
Mon, 31 May 2021 18:19:01 +0300 Çetin
Risk https://edebiyatblog.com/risk https://edebiyatblog.com/risk     Birisine âşık olup onunla birlikte olmak, tüm psikolojinizi ve duygusal oluşunuza bağlı olarak hayatınızın belli bir bölümünü alt üst etme yetkisini birinin ellerine vermek demektir. Kısacası büyük bir risktir. Şahsen ben bu yüzden birisiyle birlikte olma konusuna uzak bakan biriyim. En azından bu tanımı yaptıktan sonra böyle olmaya karar verdim. Eğer yine de âşıksam ve biriyle birlikte olmuşsam da tüm bu psikoloji ve hayatımın belli bir bölümü zımbırtılarını göz ardı edecek kadar seviyorum ve güveniyorumdur o kişiye. Ayrıca güvenebilmenin ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğunu etrafta kimseye güvenemeyen binlerce kişi varken açıklamama bile gerek yok. Tabi bir de sorunumuz var. Kimseye güvenemeyen o binlerce kişinin her biri zamanında birilerine benim kadar güvenmişti.
Sevmek mi yoksa güvenmek mi daha riskli bilemem ama bir zamanlar cesaret olan riskin adının bu zamanlarda aptallık olduğunu bilirim ve bu ismi verenler de korkaklardan başkaları değildir.
Cesurca bir risk.

]]>
Sun, 30 May 2021 18:51:08 +0300 Yasin
Ölüm Gelsin Artık https://edebiyatblog.com/olum-gelsin-artik https://edebiyatblog.com/olum-gelsin-artik Her an gecesi ve gündüzüyle ölmeyi kendime plan yapmış gibi programımdan hiç sapmadan, geriye bir ceset bırakmadan, ölümle birlik oldum ben. Bedenim ölsün diye her namaza, her oruca, her besmeleye ölümü isteyerek başladım. Ölümü istemek isyan değil de ibadetim haline gelmişti. Bana verilmiş tüm dilek ve dua hakkımı ölüme kullanıcak kadar çok istedim...  Bugün nefesimin sonuydu, bundan sonra vücudumun her bir yeri nefesizliğimle boğulmuş olucaktı. Gelinlikle değil, beyazlarla kefen sarmıştı vücudumu. Yine el üstündeydim, bir çukura atıldım soğuk buz gibi, ama evimdeymişim gibi hissettim; yabancı değildim mezara. Güneş yine yoktu gitmek için kendimi bu kadar heba ettiğim dünyada. Yine kara bulutlar vardı, şimşekler çakıyordu belkide dünya gidişime sinirlenmişti canımın daha fazla yanmasını istemişti oysaki... Üzerime toprak atıldı, her bir avuç toprak tüm sıkıntımı almış gibiydi, o kadar rahattım ki sanki kuş tüyu bir yataktaydım. Her yer karanlık olmuştu dünyadaki karanlığım gibi yine aynıydı duvarlar üstüme geliyordu çok dardı, odamın duvarları daha mı iyiydi bilemedim...

Sadece bir gece odamdaki duvarların dibine çöküp; 'artık üstüme gelmeyin, bana merhamet edin, acıyın bana' diye haykırışlarım geldi gözümün önüne. Şimdi ne olacaktı; yaşamak benden uzaktı, acı yoktu, artık kurtuldum mu, bitti mi artık ?  Vasiyet etmiştim ben ölünce kalbimi ve beynimi çıkarsınlar beynimin bedenimi terkettiği yalnızlıkta, kalbim beynimden hesap soracaktı. Beynim yine tüm bencilliğiyle "ben düşünmekten vazgeçtim, hesap veremem" deyip bu hesaptan da kaçacaktı. Kalbimde son bir güçle "dinle beni biz artık bağlı değiliz senin yaptıklarının bedelini ben ödemeyeceğim çünkü ben yaşamaktan vazgeçtim" deyip bu en başından adaletsiz başlayan yaşam oyununu bitirecek ve bu çıkışı olmayan labirente kocaman bir çıkışla son noktayı koyacaktı...

]]>
Sat, 29 May 2021 12:43:49 +0300 Pesimistim
KIRMIZI https://edebiyatblog.com/kirmizi https://edebiyatblog.com/kirmizi Bir zamanlar kelimelerin gücüne inanırdım. Çocukluk sanrılarımın kafamda dönüp dolaştığı, çok uzaklardaki ağaçları tanrıya benzettiğim vakitlerde... Kıvrak bir düşünce hemen ardından gelen özür dileyiş. Ayaklarım uzun süre boşlukta kalsaydı biri koparacaktı. İşe yaramaz bir saat gibi bozuk olan uykularımla yatakta süs gibi durduğum zamanlar çarşaf onları görmemi engellerdi mesela. Dağlar çok uzak, ulaşılmazdı. Sonra üç araba siyah hemen ardından üç tane beyaz bazen süpriz bir istisna; kırmızı. Bir yaz günü tanrı ile ilk kez göz göze iken yollar kırmızıya boyandı. Bir annenin feryadı, bir kardeşin acı dolu iniltileri... Duran zaman, bir süre sonra devam etmeye başladı. Gülümsemeye başladılar. Gülümsememeliydi kimse verilmiş onlarca ağıtların ardından. Ve ben gülümsediğim bir zaman diliminde tanrıyla göz göze geldim son kez. Kaybettiğim şey kan kaybetmedi, yerlere serilmedi, kimseler görmedi. Belkide sorun buydu; kimse tavrıyla göz göze gelecek kadar yaramaz olmamalıydı...

]]>
Sat, 29 May 2021 00:27:33 +0300 Roza
Ben, yenilgiyim. https://edebiyatblog.com/ben-yenilgiyim https://edebiyatblog.com/ben-yenilgiyim İçimizde paramparça olup ufacık kırıntılarına kadar bölünmüşken hayat, içimizdeki okyanusların en derinlerinde boğulmuşken umutlar, içimizdeki yangınlar acımasızca alev almışken, içimizdeki tüm parçalar, tüm inandiklarimiz, tüm dirençlerimiz, tüm dayanaklarımız, tüm çocukluğumuz paramparça olmuşken, içimiz yıkık bir savaş yerini andırırken, içimiz terkedilmiş bomboş bir şehirken, içimiz rüzgarlıyken, içimiz sessizken, içimizdeki depremlerden ve kıyametlerden sonra en ufak bir canlı belirtisi yokken, nasıl oluyor da hâlâ ruhumuz içimizde? Nasıl oluyor da kalbimiz hâlâ atıyor? Halâ nasıl nefes alıp, nasıl da direniyoruz hayata? Bakmayın gülümsedigime, bakmayın ayakta durduğuma, bakmayın,dışarıdan normal göründüğüme, ben paramparçayım.

Ben, yenilgiyim.

]]>
Thu, 27 May 2021 23:43:43 +0300 Founder
Zaman https://edebiyatblog.com/zaman https://edebiyatblog.com/zaman  Zaman kavramını 7-8 yaşlarımda, saliselerin gözlerime yaş diye bıraktığı dakikalara saatlerce gömülüp, hıçkırıklara boğulurken aldığım nefesle öğrenmeye başladım. Akrebin tek bir hareketiyle yelkovan ve saniyeyi deliler gibi döndürdüğünü, her başlangıcımın geçmişime atılan yepyeni adımlar olduğunu öğrenmeye başladığım zaman; çıkmaz bir labirentte olduğumu anladım. Labirentin duvarlarına işlenmiş yaşantılarım ve yalnızlığım, çığlıklarımın susturduğu sessizliğim ve zifiri karanlığımla bir ömür pesimist olmaya zorlanmıştım.Günler geçtikçe rendelediğim acılarım yapışsaydı birbirine, her şey eskisi gibi olabilseydi keşke. Yorgunluğumu dile getirecek birkaç kelime bulabilsem ordan oraya savurabilseydim gönlümce, tüm yorgunluğum bu olsa sadece. Zamana yenik düşen ben değil de yaşadıklarım olsa, karşımda durcağına yanımda dursa hayat; belkide nefes aldığım  yerde boğulmazdım, pesimistliğimin içinde...

]]>
Wed, 26 May 2021 12:06:00 +0300 Pesimistim
SANRI https://edebiyatblog.com/sanri https://edebiyatblog.com/sanri    Saatlerce oturdum o balkonda, bilirsin soğuktur bizim şehrin geceleri; buz tutar parmaklarım, kavuşmaz dudaklarım. Belli belirsiz yanan sokak lambaları, buğulu birkaç gölge, nerden geldiği bile belli olmayan kesik fakat keskin çığlıklar, evlerin açık pencerelerinden sokaklara taşan eşsiz kahkahalar. Birileri acı içinde kıvranırken birileri gülmekten ağlar.  

   Bir adam gördüm seni ararken uzaklarda, elinde camdan bir şişe. Sanki bana doğru kaldırdı ya da bunu da kafamda kurdum, inan bilmiyorum. Artık zihnimdeki sanrı ve gerçek arasındaki çizgiyi korumakta zorlanıyorum. Sonra o geldi işte oturdu yanıma, lafladık biraz; dizlerine uzandım usuldan, saçlarıma dokundu yavaştan. Bir damla bıraktım gözlerimden, o damla yere düşmeden tuttu ellerimden. Ne kadar da büyümüşsün sen öyle diye parladı bir anda, anlam veremedim. Kalk bir bakayım sana dedi, itiraz etmedim; kahretsin ki kalktım dizlerinden. Arkamı döndüğümde yoktu, kaybolmuştu. Ağladım biraz, sonrasında sabahın soğuğuna yenik düşüp buz gibi olmuş parmaklarımın arasına sıkıştırdığım hırkamla hızlıca sildim gözlerimi. Görüntü netleştiginde ise belki şişesini bir kez daha kaldırır diye direkt adamı aradı gözlerim. Onu da götürmüş yanında. Yine gelecek, biliyorum. Hep geldi.-

   Belli belirsiz kendime geldiğimde kulaklarıma dolan sesten sonra bakışlarımı kaldırdım gökyüzüne. Kuşlar vardı; yalnız ama özgür kuşlar. Benimse her yerim prangalar...

]]>
Tue, 25 May 2021 20:59:24 +0300 Roza
İÇİMDEKİ RENKLER https://edebiyatblog.com/icimdeki-renkler https://edebiyatblog.com/icimdeki-renkler   Her rengin çağrıştırdığı, hissettirdiği şey farklıdır insanda.
  Yemyeşil bir ormanda, temiz oksijeni içime çekerek koşmak isterim mesela. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı hiç düşünmeden; arkama bakmadan, sonu belli olmayan o yerde koşmak. Nefes nefese kaldığım yerde durup, kuşların cıvıltılarına şarkıyla eşlik edip özgür hissetmek isterim kendimi. Bazense masmavi bir deniz kenarına gidip, ayaklarımı suya sokup hayal kurmak isterim. Sonra gözlerimi kapatıp dalgaların attığı vaveylaları dinlemek. Sonraysa yüzümdeki acı bir tebessümle, hayatımın tüm karmaşıklığını anlatıp alıp götürmesini, derdimi azaltmasını beklerim. Birazda kumsalda yürüyerek etrafı seyretmek. Kimi zaman tek olacağım yere gidip kafa dinlemek, kimi zaman ise kalabalıkla renklerin içine karışmak isterim. Her bir hayat demek, her bir yaşanmışlık; her bir insan demek, her bir farklı renk demek değil midir? Daha sonra gecenin simsiyah karanlığını en iyi izleyebileceğim bir tepeye çıkmak. O karanlıkta ruhumun ortaya çıkışıyla birlikte, ayın ve yıldızların geceyle o muhteşem uyumunu büyük bir kıskançlıkla izlemek isterim. 
  Ve belki de bunları tek başıma değil de, biriyle yapmak isterim..

"Dünyanın renkleri karşısında insan nedir? Dünyanın renkleri, insanın duygularından da büyüktür."
~Juan Ramón Jimenez 

A°21'05

]]>
Mon, 24 May 2021 22:07:50 +0300 Kağıttan Ruhlar
Dokunmayın Bedenime https://edebiyatblog.com/dokunmayin-bedenime https://edebiyatblog.com/dokunmayin-bedenime Hayat , asırlardır devam eden bir korku kapanıydı... Gözyaşlarımla bir okyanus, suskunluğumla kulak zarını delen bir cehennem! Nefessizliğimden ciğerlerim şikayet eder hale gelmiş, gözlerim artık görmeyi reddetmiş, beynim ise düşünmekten vazgeçmişti.O küçücük çocuğa dokunulduğu an bedeni çoktan tüm işlevlerini kaybetmişti.O çocuk büyüdü ama yaşamıyor çünkü yaşayacak bir hayatı yok sadece yapacak işleri, hissizlikle geçecek ardı sıra günleri var. Zerre kadar dahi olsa dokunmayın o çocuklara çünkü dokunduğunuz anda ölüyorlar, büyüyor ama yaşayamıyorlar...

]]>
Sun, 23 May 2021 00:46:33 +0300 Pesimistim
Bir ya da HİÇ https://edebiyatblog.com/bir-ya-da-hic https://edebiyatblog.com/bir-ya-da-hic Usul usul tükendiğimi hissediyorum. Bu dert yanma, iç dökme yazısı değil çünkü artık içim de dışım da bir. Dışarıdan bakıldığında çektiğim sancıları görebileceğiniz kadar şeffafım ama sizler bakmaya bile tenezzül etmeyecek kadar bencil varlıklarsınız. Biliyorum sonu yok kan revan sürüklenişlerimin, telafisi yok ruhumun çırılçıplak tartaklandığı gecelerin. Su toplamış bedenim ve her yerim cerehat. Damla damla eriyorum; üstüme kusmuşum kahrımı kimsesizlik kokuyorum. Ne yiyebiliyorum ne içebiliyorum ne ağlayabiliyor ne de gülebiliyorum. Tek yaptığım yürümek; upuzun yolları, kimsesiz caddeleri, karanlık sokakları yürümek. Halsizlikten bayılacak gibi olsam da yürüyorum. Şakaklarımda bir silah var gibi hissediyorum; bir yanım babasının öfkesinin dinmesini kapı önündeki buz gibi kaldırımda oturup bekleyen çocuk gibi tir tir titrerken diğer yanım öyle bitap düşmüş ki yorgunluktan, bassa da tetiğe son verse bu kâbusa diye içinden saniyeleri sayıyor. Neyim var bilmiyorum. Kimseyle konuşmak istemesemde herkese anlatmak istiyorum. Kulaklarını tıkayacakları aklıma gelir gelmez hemen vazgeçiyorum bu düşüncemden. Cümlelerimin ortasında ağlamaya başlıyorum. Hıçkırıklarım boğazıma takılıyor, nefes alamıyorum. İşte bu sefer bitti diyorum, bitti. Ama bitmiyor; her defasında yeniden , çok daha güçlü bir biçimde bu bilinmezlik can buluyor paramparça olmuş ruhumda. Acı çektiriyor, soluk soluğa bırakıyor , deli gibi canımı yakıyor. Artık devam edemiyorum, etmek de istemiyorum. Hiçbir şey çözüm değil içinde savrulduğum duruma çünkü sorunum ne gerçekten bilmiyorum. İlaçlara mı başlamalıyım? Okulu mu bırakmalıyım? Yaşamıma mı son vermeliyim? Bildiğim tek şey ise bir hayat istediğim, gerçek bir hayat. Bir gezegen, bir evren, bir insan, bir gülümseme. Bir ya da hiç...  

]]>
Fri, 21 May 2021 01:04:32 +0300 Roza
Hiç https://edebiyatblog.com/hic https://edebiyatblog.com/hic Bir anının, bir fotoğrafın, kıyıda köşede yok olmaya yüz tutmuş birkaç cümle yazının insanı tepetaklak ettiği ve geçmişe götürdüğüne şahit olduğu herhangi bir gecedeyedi. Yorgun bakışları o gün her şeye baktı, yardımlar diledi; fakat yine duvarda asılı kalan gözleri ve bükülmüş dudaklarından firar eden iniltililer duyulmadı. Duyulsun istemiyordu. Kimseler onu duysun istemiyordu. Kaderini çizen ve kusursuzca ölçen Tanrıydı. O, sadece kaderin bir figüranıydı. Kalemin bir gün kırılacağını, oyunun son bulacağının farkındaydı. Soğukkanlı bir şekilde gülümserken ne garip, diye fısıldadı. Ölümü dileyenin, ölümden korkması.
Cümlelerin birbirine karıştığı, anlamlarını yitirdiği bir zaman diliminin sonundaydı. Kendisiyle çelişmekten Tanrıdan korkar gibi korkuyordu. Sonunda, diye fısıldadı sonsuzluğa kucak açmadan birkaç dakika önce. Sonunda bitiyordu bu sıradanlık. Tanrı onu neden yaratmıştı ki? Yıllar boyunca camdan bir fanusun içinde yalnızlıktan kıvrınması için miydi? Dünyaya gelme sebebi bu olamamalıydı. Hafif rüzgârlar eserken, bir sonbahar gecesi gözlerini yumdu. Zaten içine hapsedildiği dünyasında hiçbir zaman yaz olmamıştı.

]]>
Fri, 21 May 2021 00:38:46 +0300 Roza
Bütün dünyayı sevmeye hazırdım https://edebiyatblog.com/butun-dunyayi-sevmeye-hazirdim https://edebiyatblog.com/butun-dunyayi-sevmeye-hazirdim Bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı. Renksiz gençliğimi kendime ve dünyaya karşı girdiğim savaşta tükettim. Alaya alınmaktan korktuğum için en iyi duygularımı yüreğimin derinlerine gömdüm, orada silinip gittiler. Hep doğru söyledim, inanılmadım. O zaman kandırmaya başladım. Kibarların dünyasını, toplumun işleyişini iyiden iyiye kavrayınca, hayat biliminde ustalık kazandım. Başkalarının bu ustalığı kazanmadan mutluluğa nasıl ulaştıklarını gördüm. Benim hiç yılmadan erişmeye çalıştığım önceliklerin tadını, onlar kendilerini hiç yormadan çıkarıyorlardı. O zaman içimi bir karamsarlık kapladı. Tabanca kurşunuyla giderilecek türden bir karamsarlık değildi bu. Soğuk, çaresiz, sevimliliğin, iyi niyetli bir gülümsemenin altına gizlenen bir umutsuzluktu. Ruh yönünden sakat olmuştum. Ruhumun yarısı yoktu; solmuştu, uçmuştu, ölmüştü.. Ben de o yarayı kestim attım. Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya...

]]>
Wed, 19 May 2021 23:33:57 +0300 Founder
Susamak mı yoksa susmak mı? https://edebiyatblog.com/susamak-mi-yoksa-susmak-mi https://edebiyatblog.com/susamak-mi-yoksa-susmak-mi Susmak mı yoksa susamak mı?
Aşk'susamak değildi bizimkisi.
Bizimkisi aşk'a susmadı.
Kelimelerin ya da anlamlarını dahi bir önemi olmayan bir yerdeyim.
Özdemir Asaf misali
Öyle bir yere geldik ki hiçbir sokağın adı yok.
Öyle yerlere gömdük ki tüm güzel duygularımızı, birdaha bizi bulamayacak kadar uzak ve imkansız.
Sözlerin, ya da susuşların hiç bir manası yok.
Çıkılan yolun sonu yok. 
Kapanan gözlerin bir hayali ya da rüyası yok. 
İçinde zerre umut yok. 
Hiç bir şeye hevesin yok. 
En çok ta inancın yok. 
Peki tüm bunlar yok mu oldu kalmadı mı? 
Bence kalmadı. 
İnsan her şeyi tüketti. 
Her şeyi yeterince ziyan etti.
Hoşçakal sevgili, 
Hoşçakal anılarım, 
Hoşçakal tüm yaşanmışlıklarım
Bugün bir kez daha uğurladı seni bir kere daha gittin benden

]]>
Tue, 30 Nov -001 00:00:00 +0155 Gizem akar