EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Texting https://edebiyatblog.com/rss/category/texting EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & : Texting tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. HÜZNÜN KALESİ & 1 (İMTİHAN) https://edebiyatblog.com/huznun-kalesi-1-imtihan https://edebiyatblog.com/huznun-kalesi-1-imtihan

Bütün hüzün dolu yüreklere sarılıp sizi anlıyorum deyip hüngür hüngür ağlayasım var. Dağ gibi çökermiş bir insan. Gözlerinden erirmiş önce... Hüznü sîretine yansır da yakarmış bakan gözleri

Ben iki kişinin öldüğünü gördüm. Sadece bir gözde. Ama temizdi. Yalandan riyadan temizlenmiş. Huzura doymuş acılardan.

Karşılaştık.

- Acın hafifledi mi?

- Evlat acısı bu hafifler mi?

- İyi gördük ama seni sanki gençleşmişsin.

- Daha yeni ağladım bak gözlerim yangın yeri…

İçi; kurtar, der bazen insanın bakışlardan anlayan kişi sadece hissedebilir bunu. Canım yanıyor, su serp yangınıma der, o bakışlar. Bir şey söyle hadi, bir söz beni teskin etsin, diye bakan gözlere;

- Çok üzdün kendini sağlığına yazık

- Bir kaç gün sonra 3. senesi olacak. Bak işte şurası (midesini gösteriyor) her gece yanıyor. Allah kimseye evlat acısı vermesin. Anlayamazsın kızım.

- Allah merhametiyle muamele etsin. Duaların ona ulaşıyor. Anne duası bu, acıları hafifler. Hepimiz eninde sonunda orada buluşacağız. Yakındır.

- Geçmiyor ki. Her gün her gece. Üç günde bir yanına gidiyorum. Türbelere gidiyorum. Helvalar dağıtıyorum. Bak yakında koç keseceğim. Her sene yapıyorum. Yavrumun ruhu rahat olsun.

Hüzün ki bazen söze düşer yerlerde yuvarlanırda diğer bir hüzünlü kalbi arar bulur. Hüzünlü hüzünlüyü bulur. Ruhlar birbirini tanır. Teskin olmaz acılar ancak hüzünlünün gözlerine bakar da ona selam verir sır perdesinden. Bütün hüzün dolu yürekleri alıp kucaklayıp hepinizi ben anlıyorum, sabredin! demek isterdim hüngür hüngür ağlarken...

 

]]>
Wed, 09 Nov 2022 11:42:17 +0300 Gamze
Bir Gelincik Hikayesi... https://edebiyatblog.com/bir-gelincik-hikayesi https://edebiyatblog.com/bir-gelincik-hikayesi Bir zamanlar köyün birinde görkemli bir düğün yapılmış. Yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı ile dünyalar güzeli bir genç kız evlenmişler. Düğünleri dillere destan olmuş. Herkes onların düğünlerini konuşuyorlarmış.

Düğün yapıldıktan sonra herkes kendi işinde gücünde çalışmaya başlamış. Yeni evli çift de geçimini sağlamak amacıyla köydeki evlerinden uzakta olan babalarından kendilerine düğün hediyesi olarak verilen tarlayı ekerek geçinme çabası içine girmişler.

Evin erkeği her gün erkenden tarlaya gidiyormuş. Öğleyin yemeğini karısının azığına koyduğu mütevazı yiyecekler ile idare ediyormuş. Genç evliler hayatlarını bu şekilde kazanmaya çalışıyorlarmış. Erkek her sabah erkenden tarlaya gittiği için hanımın canı sıkılıyormuş. Ev işlerinden arta kalan zamanını komşuları ile geçiriyormuş.

Aradan yıllar geçmiş, çocukları olmuyormuş. Çeşitli tedavi yolları denemişler gitmedikleri doktor kalmamış, yine de çocukları olmamış. Çocuklarının olmamasına her ikisi de çok üzülüyorlarmış. Komşuları da kadına acıyarak baktıkları için kadın bir kat daha fazla üzülüyormuş. Adam geçen bu yıllar boyunca her sabah tarlaya gitmek zorunda kalıyormuş. Adam tarlaya gittiğinde hanımının evde canı çok sıkılmaya başlamış. Artık evde yalnız kalamıyormuş. Adamcağız iki arada bir derede kalmış. Tarlaya gidip çalışmak zorunda imiş. Tarlaya gittiğinde ise hanımı evde sıkılıyormuş. Aklı daima evde kalıyormuş. Tarlada çalışmasından da bir türlü verim alamamaya başlamış. Adam bu işin böyle gidemeyeceğini anlıyormuş fakat bir türlü çözüm bulamıyormuş.

Bir gün tarlada çalışken bir gelincik yavrusu bulmuş. Hemen aklına bunu eve götürür ve karısına sevdirebilirse kendisinin tarlada olduğu zamanlarda karısının da gelincik yavrusu ile oyalanacağını düşünmüş. Gelincik yavrusunu alarak akşam eve gelmiş. Karısına “bak sana bugün ne hediye getirdim. Bunu çok seveceksin” diyerek gelincik yavrusunu karısına vermiş. Karısı gelincik yavrusunu görünce çok sevmiş. Onu hemen eline almış bir çocuk gibi öperek göğsüne yaslamış. Hemen komşularına giderek gelincik yavrusunun ne ile beslendiğini öğrenmiş ve akşamdan onu kendi elleriyle beslemiş. O gece kadıncağız bir başka rahat uyumuş. Gelincik yavrusuna bir şey oldumu diyerek sık sık uyanmış fakat bundan çok memnunmuş. Ertesi sabah mutluluğuna diyecek yokmuş. Kocasını bir başka mutluluk içinde tarlaya uğurlamış. Hanımın mutlu olduğunu gören koca ise artık gözü arkada kalmadan tarlaya gitmiş. Tarlada çalışırken bir daha evi ve hanımını düşünmüyormuş. İşlerine daha çok zaman ayırıyormuş.

Aradan yıllar geçmiş, gelincik yavrusu büyümüş. Artık yetişkin bir gelincik olmuş. Evde herkes mutlu imiş. Kadın her sabah kocasını uğurladıktan sonra gelinciğe bakıyormuş. Onun yiyeceklerini hazırlıyormuş. Zaman zaman da gelincik ile konuşuyormuş.

Günler böyle geçip giderken ailenin bir çocuğu dünyaya gelmiş. Artık kadın kendilerinden başka iki cana bakmak zorundaymış. Gelinciğe eskisinden daha fazla sevgi göstermeye özen gösterirken kendi çocuğuna da tüm sevgisini veriyormuş. Eski zamanların geride kaldığını düşünerek şimdi canının sıkılmasını bırakın zamanı yetmiyormuş. Akşam eve gelen kocasıyla bile ilgilenemiyormuş. Kocası bazen kendisine takılarak “benimle hiç ilgilenmiyorsun, benim pabucumu dama atıldı” diyormuş.

Günler böyle geçip giderken komşuları kadının evine gelip “bu gelinciği artık kovalamalısın. Çünkü gelincik kıskanç hayvandır senin sevginin bölündüğünü yani çocuğunu sevdiğini görünce kıskanarak çocuğuna zarar verebilir” demeye başlamışlar. Aynı şekilde kocası da “artık bu hayvanı gönderelim bak çocuğumuz da var artık canın sıkılmaz. Gelincik çocuğumuza zarar verebilir” diyerek gelinciğin gitmesini istiyormuş. Fakat kadın “hayır ben bu gelinciği bir yere gönderemem benim en sıkıntılı günlerimde o bana yar ve yarenlik yaptı” diyerek gelinciği göndermiyormuş.

Komşulardan ve kocasından gelen tüm baskılara rağmen kadın gelinciği göndermiyormuş. Hatta onu daha sevmeye başlamış.

Günlerden bir gün, kadın kocasını tarlaya yolcu ettikten sonra evin eşiğinde otururken komşuları gelmiş ve onlarla konuşmaya dalmış. Bu konuşma sırasında bebek beşiğinde uyuyormuş. Gelincikte evin içinde bebeğin yanında uyuyormuş. Dış kapı eşiğinde konuşurken evin içinden bir gürültünün geldiğini duymuşlar. Komşuları, kadına “bak biz sana dememiş miydik, gelincik çocuğa zarar verdi, onu öldürdü” diyerek kadını heyecanlandırmışlar. Bir hışımla kadın yerinden kalkmış ve odanın kapısını açmış. Bir de ne görsün gelinciğin ağzı kanlar içinde açılan kapıdan dışarıya doğru kaçıyormuş. Bunu gören kadın beyninden vurulmuşa dönmüş. Hemen eline aldığı bir sopa ile gelinciğe vurmaya başlamış. Öyle bir vurmuş ki dakikalarca sürmüş. Artık gelincik orada hayatını kaybetmiş, fakat kadın hırsını hala alamamış. Bir zaman sonra çocuğu aklına gelmiş. Elindeki sopayı fırlatıp, koşarak eve girmiş ve çocuğunun yattığı beşiğin yanına varmış. Birde ne görsün ki; Beşiğin üzerinde kocaman bir yılan fakat yılanın başı yok. Yılan ölmüş. Gelincik yılandan çocuğu kurtarmış. Kapı açıldığında da yılanın başı ağzında ve her tarafı kanlar içindeymiş. Kadın yavrusunu kurtaran ve uzun zamandır hayat arkadaşı olan gelinciği kendi elleri ile öldürdüğüne çok üzülmüş. Günlerce kendine gelememiş ve sürekli ağlamış.

Alıntı.

]]>
Sat, 06 Aug 2022 15:33:46 +0300 Rüya gibi
Vişne Zamanı https://edebiyatblog.com/visne-zamani https://edebiyatblog.com/visne-zamani Bu parşömende çürümüş vişne lekeleri var. Eller, gözyaşları ama en çok çürük vişne. Gizlemek için çok çaba sarf ettiğim en sonunda öyle bir yere gizlediğim için yerini bulamadığım vişneler. Bekleyen her şey çürür lakin hiçbir çürümseme lekeleriyle yeniden bir hayat inşa edemez. Mürekkebini takas pazarında mezata çıkarmasını istiyorum kalemimin. İçi boşalan bir şeyi yeniden doldurmak ve yeniden yeniden yazmak. Yazmanın insana verdiği haz üzerine düşündüğüm bir zaman diliminde aralayıp penceremi hayasızca bağırıyorum sokak köpeklerine. En çok kediler gülüyor halime yine de.

Kedilerin belirli bir örgüte mensup olduklarına neredeyse emin olduğumdan asla bulaşmam akıllı halimle. Bu yüzden hızlıdan pencereden geri sokuyorum gövdemi iki göze sahip olan evime. Şerhim var ölülerin bize dar ettiği yeryüzüne. Kapı zillerinin üstündeki isimler yalan. Bulamıyorum aradığım yüzleri, bulamıyorum dairelerin duvarlarına karışmış acılarını. Vişnelerden evvel çürüyen tek şey zaman

Herkes her şeyi biliyor. Susuyorlar. Herkes yutuveriyor kabul etmediğini. Oysa neydi insan

İki göz odaya 50 yıl harcayan , yine de hiçbir şey yokmuşçasına ağzını sıkı sıkıya kapayan. Yanı başında ölse biri aman ha ben buradayken olmaz diyecek kadar çıkarlarına sarılan. Neydi insan? Kapı zillerine ölmüşlerini bırakıp kapı ardında kendini en donanımlı şövalye sanan ? Antre boşluklarını bile andıramayacak yoksunluktaki yansımaları , ellerine bakacak cesareti gösteremeyen esaretleri kadar var olamayandan başka ne olabilir ki insan

Düşünmenin ardında bir ordu var. Körü körüne inançtan birazda cehaletten uzak. Cehalet demişken hakkını veren tanıdıklarım var. Öyle cesur öyle kabalar

Sığabildikleri bir tek dünya var. Portakaldan öteye geçmeyen ama renkten de pek haberdar sayılmazlar

Ziyadesiyle doymuş ama ruhları açlıktan saldıranlar

Cümlenin anlamını yalnızca noktalamayı yanlış yere koymak bozmaz, yanlış yere attığım her adım bu paragraftaki her cümleyi asıyor yalnızlıklarından. Parşömen renk değiştiriyorken, cümlelerin içi boşalıp akıyor , birikecek hiçbir derinlik bulamıyorken bir şarkı çalıyor arka mahallede

Sanki annemin çekmecesinden çıkıp gelmiş bu sözler , küçükken o çekmeceyi hep merak eder hane boşalır boşalmaz kurcalamaya giderdim

Tıkış tıkış bir çekmece içinde annemden , babamdan, kardeşlerimden ah kardeşlerim ki görmesinler içimin çürüyen vişnelerini.

Minnettarım bu amansız çileye. Ne kadar yok saysanız da bu dünya üzerindeki izlerimi, ne kadar erkekseniz başıma vururken elinizi, ne kadar yaralıysanız çocukluğunuzdan tüm bunları affınıza sığdıramadığınızdan her sabah bayram ayakkabısı gibi koyduğunuzdan yatağımın kenarına, mutluluk sayıyorum tek başıma topraktan yetişip köksüz bir fesleğenden olma hayatımı. Ne suyunuza ne saksınıza muhtacım.

 Yalnızca çorakta olsa toprağa.....

]]>
Sat, 09 Jul 2022 01:03:42 +0300 EzoSayn2
Yabancı https://edebiyatblog.com/yabanci-3037 https://edebiyatblog.com/yabanci-3037 Thu, 30 Jun 2022 19:04:48 +0300 from_misr