Sıfır Noktası
Tam şu anda sıfır noktasındayız. Sen okuduğun , ben ise yazdığım her harfte yeniden sıfır noktasına varıyoruz.
Tam şu anda sıfır noktasındayız. Sen okuduğun , ben ise yazdığım her harfte yeniden sıfır noktasına varıyoruz. Hiçbir şey henüz başlamadı ve asla bitmedi. Öncesine bakma , sadece şuan yazılan ve okunan harf var. Tam buradayız işte. Her şeyin sıfır noktası. Her sıfır noktasında aynı anda anlam kazanacak ve kaybedeceğiz. Asırlar sürse bile biz hep burada olacağız. Ne bir harf ileri ne de geri. Bu bizim için en büyük ceza ve lütuf. Her şey mümkün ve mümkün değil. Tek hakikat burada olduğumuz. Sıfır noktasında. Zamanın başlangıcından beri. Tüm bu hiçbir şeyin ve her şeyin içerisinde ebedi bir başlangıç ve çığlıklarımız sadece , aynı sıfır noktası paylaştığımız insanlarca duyuluyor. Burası benim sıfır noktam. Bu kağıt ve içindeki her bir sıfır noktası. Bunlar doğumum ve ölümüm arasındaki her şeyin ve hiçbir şeyin ihtimali. Bir nevi gözlem. Etkisizliğin etkileri izlemesiyle vardığı etkisiz sonuçlar. Eylemlerimizin aslen hiçbir önemi olmayışı gerçeğinin yüzümüze tokat gibi çarpmasını sağlayan bir tür benzetme. Yine de dünyaya olumlu açıdan bakıp da iyi bir şeyler gördüklerini söyleyen insanların bu iddialarını , kendilerine ağır gelen hakikatten kaçma çabaları olarak yorumluyorum ve çok ufak olmasına rağmen içinde , kendisine dair umut taşıyan insanların bu uğurda acı çekişlerini seyrediyorum. Hayal ettikleri geleceğin gerçekleşmesinin ufak ihtimaline zincirler ile bağlanmış durumda , kendilerine üzüldüğüm bir esareti yaşıyorlar. Bense kendim hakkındaki tüm umudu kaybetmiş olmanın özgürlüğüyle ve gururuyla mutlu olamıyorum. Anlaşılıyor ki hangi açıdan olursa olsun özgürlük sadece mutsuzluk getiriyor. Yine de kendim dışındaki , benden sonra da devam edecek büyük değere dair beslediğim büyük umut bazen esaretin mutluluğunu yaşamama izin veriyor. Bu düşünceler içerisinde ise katlanarak artan karamsarlık ve değersizlik duygusunu doğrudan insanlara aktaramamam , yapabiliyor olsam bile yapmayacak olmam beni çokça yoruyor.
Duyguların en samimi olanı kendi rızanızla başkalarına sunmadıklarınızdır. Bireysel olan ve bireyi gerçekten sevenlerin anladığı o duygulardır. Bu yüzden belki de yazarlar okunmak ister. İçtenlikle ve acımla yazdığı her şiiri paylaştığım an o duyguya olan samimiyetim körelmiş oluyor. Belli ki bu da hayatı daha yaşanabilir kılıyor. En azından beni bu günlere kadar getirdi. Hayattayken kıymet görmeyen sanatçılardan olmakta bu yüzden beni korkutuyor sanırım. Acılarımın ve hüznümün her zaman , şiiri ilk yazdığım an ki kadar keskin ve diri olduğunu hayal edemiyorum lakin hayal dünyam bana başka yollar ile acı çektirmenin yolunu bir şekilde buluyor. Yakın mıdır bilemesem de hissettirdiklerinin yer yer kendimi o cama giderek yaklaştırma arzumu körüklediğini söyleyebilirim. Bu hayallerin bazılarında kendi kendime konuştuğumu ve çeşitli sorgulamalarda bulunduğumu bilirim. Bir tanesini not aldığımı da hatırlıyorum. Sorguyu bitirdikten sonra kendi kedime tekrarladıklarımdan akımda kalanları hemen yazmıştım.
“Kalkıp aynada kendi suratıma bakıyordum. Sonrasında aklıma gelen ilk cümleler sırasıyla dilimden , karşımdaki yansımamam için dökülmeye başlamıştı;
—Garip adı sadece bir kılıf. Hakikatte mirasının ve yaşamın yükü altında ezilen aciz ve aptal bir insanım sadece. Ömrüm her saniye bedenime veda ederken ruhumun huzura duyduğu hasret paha biçilemez. Sadece uyuma istiyorum , yorgunluğunu yaşadığım bu dünyada rüyalarıma sakinlik girer belki diye. Her saniye düşüncelerimin beynime ettiği işkence beden hapishanemi eskitirken gün geldiğinde ve ruhum bedenimden ayrıldığında ; sayfalar tabutum ve kalemim mezar taşı olurken umudum , kanımın damladığı toprağın çiçek açması yönünde. Bedenim geldiği doğa ile tekrar birleşirken artık sadece türü tarafından yok edilişini bekleyecek. Ölüm ise sonsuz huzura duyduğu hasret ile yaratana ulaşacak. Peşimi bırakmayan günahlarıma karşın bir avuç kadar sevabım ve hakkın merhametine inancım olacak. Günahkar bu bedenin çöküşü , eşine çok kez rastlanmış bir acizlik örneğinden fazlası olmazken benim bunu büyütme gafletinde bulunmam ise en büyük hatalarımdan biri olacak. Zaman usulca saçlarımın siyahından çalarken hayalini kurduğum ben ile aramda olan o uzun yılların bilinmezliğinde kaybolmuş durumdayım. Hayatıma dair her şeyin son karar vericisi ben olmama rağmen tamamen kör olmuş olmam , nereye gitmem gerektiğini bilmiyor olmam ise içten içe beni tüketen bir zehir gibi. Söylemlerim ve yazımlarımın arkasında sadece , sürekli ölümü düşünen dengesiz bir ruh var. Özünde Garip istenen düş , Haydar ise istenmeyen hakikat. Beynim bu kişilik çatışması sanırım mutlak cahilliğim gerçek kabus sebebi. Sanırım kağıt başındaki Garip ile sosyal yaşamdaki Haydar sadece bir hayal. Yavaşça isimler önemini yitirirken bu tükenmiş bedende geriye tek kalan....
—Ne diyorum ben?
Boynum bükük , öylece baktığım aynadan yavaşça uzaklaştım. Gene uçmuştum o barizdi. Yüzümde aptal bir sırıtmayla yatağıma yöneldim. Bir süre karşımdaki duvara baktım.
—Ne saçmalıyorum be?
Sonrasında Bahane paradoksuna sürüklenmemek içi ayaklandım.”
Bu yaşadığım durum üzerinden epey bir zaman geçmesinin ardında bazen ne kadar bencil olabildiğimin farkına varmıştım. Bazı şeyleri nasılda unuttuğumun farkına varmıştım yavaş yavaş. Başıma bir şey gelmesi durumumda üzülebilecek insanlar var hala. He şeyden önce ben bir abiyim. Bunu hep unutuyorum. Alacağım aptalca kararların tek karar merkezi olmam tek etki merkezi olduğum anlamına gelmiyor. Özgürlüğüm de bir noktada burada sınırlı. Kararlarımın tek etki merkezi olacak kadar yalnız olduğumda bu bedeni , inandığım değerler uğrunda özgürce ölüme sürükleyebilirim. Böylece aciz varlığım son bulurken , arkamdan değerli gözyaşlarını heba edecek insanlar olmadığının bilinciyle huzurla bu hikayeyi tamamlayabilir. Şuan için ise sadece , savaştan çok uzaktaki bir zindanda zincirlenmiş ve elinden hiçbir şey gelmeyen bir esir gibiyim. Sadece adaletin , zalim elinde can çekişirken ki çığlıklarını duyabiliyorum. Yaşanan savaşlardaki kayıpları , pes etmeleri , dayanamamaları düşünüyorum. Bunları bilmeliyim. Eğer bir gün savaş meydanında bir aslan gibi durmadan savaşabilme şansım olacaksa bunu bilmeliyim. Gözlemlerimden ise bazı sonuçlara varıyorum.
İrade ve bunun getirdiği sorumluluk cidden büyük bir yük ve pek çok insan bunu kaldırabilecek güçte değildi. Bu sebeple toplanıp yöneticiler seçtik ve irademizden fedakarlık yaparak sorumluluğun ciddi bir kısmından kurtulduk. Tabi yöneticiliğe talip insanlar hep iyi niyetli olmadılar ve yöneticiyi belirleyen çoğunlukta her zaman zeki olmadı bu da işleri bir noktada en iyi yönetebileni değil de en iyi manipüle edebileni seçmeye döndü. Yöneticinin seçilmesinde etkili olan çoğunluk da çoğu zaman aç kalana kadar seçtikleri kişinin aslında iyi bir seçim olmadığının farkına varamadılar. Açlıktan , öfkeden dolayı sesleri isyankar ve yüksek çıkan kitleleri susturmak ve gücü daha fazla elinde tutmak için yöneticiler baskılarını arttırdılar. Bu artan baskıyı da yasallaştırdılar. Kendilerini bir tek karar merkezi yapmak istediler ve bu uğurda halkın kaçmak istediği sorumluluğun çok daha fazlasını onlara yüklediler. İnsanın direnme eğrisi yükseldikçe kabullenme eğrisi düşer ama sadece bir noktaya kadar. Direnme eğrisi ulaşabileceği en yüksek noktaya ulaştığında aniden düşmeye başlar. Kabullenme ise aynı oranda yükselir. Bu yaşanan zorluk ve sıkıntıyla alakalı bir durum. Zorluk , sizin en tepe direnme noktanızı aşarsa kabullenmeye başlarsınız çünkü öncelikleriniz değişmiştir. Hayatın giderek zorlaştığı bir yerde bir noktada eğer varlığınızın kendisi doğrudan tehlikeye giriyorsa onu kaybetmemek için kabullenirsiniz. Sürekli baskı ve zulmün olduğu yerlerde de bu yüzden direnmek aptallık olarak görülür. Sonuçta elinizde olanı korumayı istemek en doğal davranıştır ve bazı durumlarda kendi rızanızla ve zorla verdiğiniz tavizlere katlanabilirsiniz. Ama konu , kaybetmeniz durumunda varlığınızın son bulmasına sebep olacak hayatınızsa eğer diğer şeyler önemini yitirmeye başlar. Ölmemek için kabullenirsiniz ama sadece sıra size gelmemiştir.
Her geçen gün şartların daha da kötüleştiği bir yerde iyimser düşünmek zaten imkansız gibi bir şey. Bahsettiğim şartlar altında insanların neden böyle davrandıklarını da gayet anlayabiliyorum.
Her eylemimiz , er ya da geç hissedeceğimiz o tarif edilemeyen acı duygusundan acınası bir şekilde kaçma çabamızdan doğuyor. Hiçbir şey yapmamanın cazip rahatlığında kaybolacak kadar yıkılmak ise zamana bağlı bir pes etmişlik. Bedenin , arzuları yerine getirmekte nihai araç olmaktan bir hapishaneye ve ruha bağlı bir prangaya dönüşmesi ise kaçınılmaz bir hakikat. Ölümün ise bundan kurtulmanın tek yolu olduğundan başka bir seçeneğe varamıyorum. Anlamsızlığa doğru olan acı verici bu deneyimde , yaşanan ve yaşanacak her şeyin kısmetsizliğinden ötürü ağlamam gerekirdi. Lakin bir güç göz yaşlarımın sağanak misali yanaklarımda yere doğru akmasına engel oluyor. Bu ise sadece daha fazla acı çekmeme sebep oluyor. Sanki öyle büyük bir günah işlemişim ki ağlamak bile yasaklanmış gibi. İçimde birikenler bir katran misali karartıyorken , ağlayarak kendime acizce bir şeyler kanıtlama çabasında mıyım yoksa sadece rahatlamak mı istiyorum emin değilim. Neticede yaşananlar zaten yaşandı. Bunu değiştirmenin hiçbir yolu yokken göz yaşlarından medet ummak anlamsız olabilir. Ama zaten var olmamız bile bir muamma ise belki de sadece isteğim şeyi yapabilmeliyim. Buradaki tek sorun ise yapamıyor olmam. Artık açık ki kendim için ağlayacak kadar kendime değer vermiyorum. Bu değeri hak ettiğimi de sanmıyorum. Türümün tüm kusurlarına fazlasıyla sahip olmam bir yana içten içe acizliğini ve anlamsızlığını bilmeme rağmen hayatımı olmayan hayallere tutundurmaya çalışacak kadar da acınası bir haldeyim. Sonuç olarak bu seferde de bir çözüme varamamış oldum. Sanırım şimdilik hayatım var olmamım cezasını kendi elimde çekmemden ibaret. Umarım tanrı dualarımı kabul ederse bende , er yada geç varacağım sona şahitlik ederken ki yorgunluk ve hayal kırıklığına karşın denemiş olmanın vicdani rahatlığıyla kara cana teslim olurum.
Hissettiklerimin gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu anlamaya çalışırken kaybettiğim zaman , sonunda acı beni pençelerine aldığımda kalbime sapladığı bir hançere dönüşüyor. Tam "Artık bu acıya alıştım" dediğimde hançer daha da zehirli geliyor sanki. Ben bu dünya da tek başımayım. Tüm acılarıyla , zorluklarıyla , hisleriyle ben tek başımayım. Her anımın tek sorumlusu. Kaçınılmaz bu acı ve hüzne hazır olmalıyım ama sanırım asla yeterince hazır olamıyorsun. Her seferinde bir şekilde...
Öfke güldürür , hüzün güldürür , yalnızlık güldürür , umutsuzluk güldürür er ya da geç ama bu gülüşler ne olur onu bilemiyorum. Sanırım giderek bir yardım çağrısına dönüşüyor. Haktan tek bir şans istiyorum her seferinde. Beni getirdiği bu hayata da gülerek bakacağım. Belki bu gün olmayacak , belki gülüşler mutluluktan doğmayacak ama bu olacak. Şu an sadece bu yalnızlık içerisinde insanlara bakabiliyorum. Henüz iyi bir şey göremedim. Tüm bu düşünceler içerisindeyken aniden gelen ölme isteği. Tüm sorunluların , tüm dertlerin bir kaç adım atarak ulaşabileceğim balkonla son bulabilecek kadar basit olmasına rağmen çoğu zaman ruha cehennemi yaşattığı gerçeği. Bunla nasıl baş edebilir ki insan?
Tepkiniz nedir?