Siyah ve Beyaz

Hayat sadece siyah ve beyazdan ibaret değildi, şansımız her zaman vardı fakat yanımızda değildi...

Nisan 27, 2024 - 11:08
 0
Siyah ve Beyaz

Siyah ve beyaz... Dünyanın renkleri sanırdım. İnsanlar, ya siyah ya beyaz belki zorlarsak griydi. Kitaplarda ise siyah ve beyaz dışında 7 renk daha vardı. Uzun bir süre bize renkleri öğretmeye çalışan kitaplara gömüldüm. Fakat 7 renk yetmemeye başladı çünkü sahteydi hepsi, sayfalardan ibaretti artık benim için. Sonra fark ettim ki sanat öyle değildi. Sanat dünyaydı. Sanat hayattı. Sanat değerdi. Sanat renkti. Sanat gerçekti. Herkes göremese de sanat asıl olaydı. Her şeyde bir sanat vardı çünkü her şey bir sanattı, bizler de sanatçı. Gerçek aşk, sanattı. En azından başlarda öyle düşünmüştüm. Baharın gelişini müjdeleyen hayat bana gerçek aşkı ve gerçek baharı da müjdeleyecekti. İşte bu şekilde öğrenecektim gerçek sanatı, gerçek aşkı ve gerçek sanatçıyı...

Her şey gastronomiyi kazanmamla başlamıştı. Ailem her ne kadar destek olmaya çalışıp içten içe istemese de ben kazanıp yerleşmiştim bir kere. İlk başlarda çok korktum sınıftakilerden geriye düşerim diye. Bir ara bırakmayı bile düşündüm. Fakat yapamazdım çünkü erken de olsa başladığım projelerim vardı. Onlardan geriye düşmek istemiyorsam kendimi zorlayarak bir şeyler başarmalı ve aradaki açığı kapatmalıydım. Bu bölüm benim şansım oldu. Sadece akademik olarak değil birçok yönden şansım oldu. Burayı kazanmadan önce kendime sürekli şanssız derdim. Halbuki şansım benden uzakta geleceğim için bir şeyler yapıyormuş da haberim yokmuş. Meğer ben bunları düşünürken şansım, beni birçok yönden geliştirecek ve bir aile gibi değerli olduğumu hissettirecek olan kişinin hiç ortada yokken akademisyen olmasını sağlamış ve onun da şansı olmuştu belki de. Sadece bu değilmiş yaptığı. Bana, gerçek değeri aşılayacak olan hayatı getirecekti. Bana gerçek aşkı gösterecekti. Beni bu güzelliklerle dolu olan hayata itecekti ama önce o hayatın içeriğini hazırlamalıydı. Benim hikayemin kahramanlarını, başrol oldukları hayatlarında mucizeler yaratarak veya sabırlarını sınayarak onları kendi karmaşık dünyalarından ayırmadan benim karmaşık dünyama da hazırlayacaktı. Bunca yıl yokluğu ile beni hazırladığı gibi... Bir yandan da ne kadar “yalnız” görünsek de “yalnızım” desek de öyle olmadığını ve ister istemez kendi hikayemizde başka kahramanlar da olduğunu gösteriyordu bize. Biz ise çoğu zaman göremiyorduk. Bize olumsuz duygular getiriyordu, daha iyilerini yaşatmak için. Ve bu yıldızlara karışıncaya dek engin ve hırçın deniz gibi devam edecekti. Aşağı ve yukarı, dipte ve zirvede, yorgun ve enerjik. Buydu hayat, zıtlıkların ve benzerliklerin iç içe geçtiği girift bir yapıydı. Herkes bir arayış içindeyken o karmaşık yapısından asla ödün vermiyordu. Hatta her yeni güne yeni bir buluşla başladığımızı düşünsek de daha da çetrefilli hale geliyordu. Bu hale getiren bizlerdik. Çünkü karmaşık olan tek şey hayat değildi, bizdik. Karmaşık olan hayatları bir araya getirip ortak noktalar oluşturdu benim “olmayan” şansım. Tabii ki her şey şans değildi, farkındaydım. Bu yüzden kendimi geliştirmeye devam ettim. İlk yarıyıl bitmişti nihayet. Geçirdiğim 4 ayda çok şey öğrenmiştim fakat akıl süzgecimden henüz geçirmediğim için algılayamıyor ve daha da kapanıyordum her şeye. Olumsuz duygular yoğun sis gibi etrafımı sarmıştı ve ben ışığı göremez olmuştum. Oradan kurtulmam için gereken yürüdüğüm yolu görmeden düşe kalka ne kadar süreceğini bilmeden ilerlemek ya da bana yardım için uzatılan eli tutup yolu göstermesine izin vermekti. Başta sis yüzünden kimin olduğunu bilmediğim eli tutmayı reddettim. Riskliydi. İyi miydi kötü müydü bilemezdim. Risk almaya değer miydi? Peki ya o sisten kurtaracak yolu biliyor muydu? Bana yolu gösterirken kaybolmayı gerçekten göze alabilecek miydi? Ona ayak uydurabilecek miydim? Çekindim, yine sis yüzünden yani yine olumsuz duygular yüzünden. İşte bu durum bana bazı şeyleri açık etti. Olumsuz duygular her zaman kötü değildi. Çünkü gerçekten o eli uzatan kişi kötü olabilirdi. Ve eğer kötü olsaydı bu duygular beni kötülükten korumuş olacaktı. Fakat iyi birisi ise kendime eziyet etmekten başka bir şey yapmayacak ve belki daha da kaybolacaktım. Bu noktada risk almam gerektiğini hissettim ve öyle de yaptım. Risk alıp o eli tuttum ve yoğun sis yavaş yavaş dağılmaya başladı. Gittiğimiz yolun ucunda ışık vardı. Tek yapmamız gereken ışığa giden patikadan sapmamaktı. Sis yoğunluğunu yitirdikçe benim görüşüm netleşiyordu. Önümde yürüyen ve elimi tutan kişinin yüzünü göremesem de seçebiliyordum. Kötü birisine benzemiyordu. Bana arada durup yol kenarındaki çiçekleri izlemem ve onlarla ilgilenmem için zaman tanıyordu hatta. Işığa yaklaştıkça canlı ve soluk birkaç renk seçilmeye başlamıştı. Fakat hala bir şeyler eksikti. Hayat bu renk ve çiçeklerden ibaret değildi. Başka şeyler de olmalıydı. Başka şeyler gördüğünü iddia eden kişilere rastlamıştım fakat elle tutulur bir kanıtları yoktu ortada. Bana da mantıklı gelmiyordu. Mantıklı gelmeyen şeyler artık ihtiyacım olmuştu. Bundandır ki bir arayışta buldum kendimi. İhtiyacım olanı bulmak için tehlikeli sulara yelken açmıştım. Engin ve hırçın deniz her şeyi öngörülemez kılıyor ve aşırı zorluyordu. Bir yandan ışığa doğru giderken bir yandan da altımdaki mavi suları dinliyor, gözlüyor ve ihtiyacım olanı bulmayı umuyordum. Kolay değildi. Günlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllarca bulmayı umduğum şeyi bana vermemişti asi deniz. Ben ise hala ışığa gidiyordum. Tehlikeli sular bitmek bilmiyordu. Artık yorulmuş ve inanmak istediğim için ihtiyacım olduğunu hissettiğimi düşünmeye başlamıştım. Dinlenmek için sığ sulara çektiğimde yelkenlimi, daha önce görmediğim bir şey görmüş bulundum. İlk defa soğuğu hissettim. İlk defa ısınma ihtiyacı duymuyordum fakat bu farklıydı. Bu soğuk kemiklerime işleyen türden değildi. Evet yine tenime değince yakıyordu fakat daha fazla ve daha hoş bir şekilde. İncitmeden, nazikçe ve yavaşça. Henüz ne olduğunu anlayamadan burnumun ucuna bir kar tanesi kondu. Diğer kar taneleri eriyip suya karışıyordu, ıslatıyordu üzerimdeki giysileri ve kayboluyordu. Ancak burnumun ucuna konmuş olan kar tanesi erimiyordu. Sanki tatlı ve eşsiz halini ısıtmaya çalışıyor ve aynı zamanda benim yüreğimi ısıtıyordu. Şikayetçi değildim ondan hatta o da halinden memnun görünüyordu. O kadar eşsiz, narin ve güzeldi ki işte o an anladım sadece siyah, beyaz ve 7 renk olmadığını. Başkalarının gördükleri şeyin mantıklı olmamasının normal olduğunu çünkü kişisel olduğunu anladım. İhtiyacım olan şeyi altımda aramamayı ve üstümden gelmesini beklemem gerektiğini anladım. Güzelliklerin sadece zirvede değil dipte elmas formunda olabileceğini anladım. Soyut olanın somut olanı yönlendirdiğini anladım. Tek bir bakış ile somut olanın yakamadığı şeylerin yanacağını anladım. Mutluluğun gerçekten kolay bulunabilir olduğunu anladım. Gerçek aşkı anladım. Gerçek sanatı ve sanatçıyı anladım. Ben birçok şey anladım. Ama hala düşünüyorum o beni anladı mı, içinde bulunduğum durumu ya da hislerimi anladı mı? O da artık etrafına bakınca sonsuz renk görüyor muydu? İşte ben de bunu anlayamadım...

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow