TANGO’NUN TÜRKÇESİ
İstanbul'da Yaşam

Yeniyılı karşılamak üzere olduğumuz şu günlerde, bir yandan beynimi yanlış tarih atmamak üzerine eğitiyorum, bir yandan da herzamanki lüzumsuz sohbetlerin dışında farklı bir şey var mı diye aranıyorum.
Noel mi, yeni bir yılı karşılamak mı, Muhammedîliği perçinlemek mi, Nardoğan Bayramı mı, Chrismas Bayramı mı, eğlenelim mi, karşı eylemde mi olalımlar…. Geçtim bunları. Zira din duygularını dibine kadar kullanılan hükumetin tv kanallarında kıyasıya yılbaşı programları reklamı yarıştırılıyor. Kim nerede neci çok da görünenle yetinen biri değilim. Bir reklam sosyal medyadan…1 Ocak sabahı Gazze pretostosu Galata Köprüsü’nde koşu eylemi… Elin Avrupalısı, Hristiyanı ayağa kalkmış durumda, sokaklarda eylemler yaparken benim ülkemde duyarlılığın gölgede olması şaşırtıyor. Bir şey yapıyor muyum? Hayır. Yaptığım maddi destek, yardım kuruluşlarına. Onu da canı gönülden yapamıyorum. Çünkü oradaki insanlar çevre ülkelerle bağı koparıldığı için açlık ve muhtaçlık içindeler. Yardım kuruluşlarının bu hassasiyeti kullanarak bağış topladıklarını ama İsrail bariyerini aşarak oradaki insanlara ulaştırabileceklerini zannetmiyorum.
Konuyu bu kadar zıt bir tarafa çekeceğim için şaşırmayın. Ben de aynısını yaşadım. Bir mekandayız. Lafı uzatmamak için nedenini nasılını es geçiyorum. Yaşını başını almış adamlar, kadınlar pazarda “bunu da giyen var mı” diye ucuzluk tezgahında sergilenen gözalıcı renklerde, parıltılı kıyafetler içinde bir mekanın etrafına tek sıra dizili sandalyelere sıralanmışlar. Bizi kapıda sıcak bir karşılama bekliyordu. Kendimden şüphe duydum. Burası sık sık geldiğim benim unuttuğum bir yer mi, bu insanlar tanıdık mı? Değil, onlar rutin kapıda karşılama komitesi. Takım elbiseli olanı var, koyu yeşil gömleğin altında sırma iplikçikleri olan bir kumaştan açık renk bol pantalonlu olanı var. İçeriye rehberim oluyor birlikte geldiğimiz beni boş bir sandalyeye oturtuyor. Kucağımda mecbur kaldığım bir köpüş tutuyorum. Zihninizde canlandırın sosyetenin kürklü, fifili kokoş hanımlarını. Farkım makyajımın olmaması, pantalonum botlarımla oldukça spor giyimli oluşum.
Bu bandanalı, yüzleri kırışık beyler, eskilerin hippy gençleri kılıklarıyla meydana doluşmaya, kadın partnerleri ile ayak oyunları basen kıvırmaya başladılar ki sormayın gitsin. Kadınlar da erkekler de çok mutlu. Tango müziği çalıyor, kendileri de tangoyla küçük alakalı diyeyim, saygısızlık olmasın ritimle, figürler içinde kayboluyorlar. Aman Tanrım, delikanlılar da var, genç kızlar da, orta yaşlılar da…Sayıları azınlıkta ama var. Bu bir yılbaşı öncesi partisiymiş. Bu kadar insanın gelin damat olmadan biraraya gelmesini kayda değer buluyorum. Adeta kırsal bir yerden Avru’nın, pardon Arjantin’in göbeğine düşmüş gibiyim.
Yanıma benim yaşlarda boyu bosu endamı yerinde bir hanım geliyor. Üzerini sandalyede çıkararak içine giydiği dans kıyafeti ile ortama uygun hale geliveriyor. Biraz oranın insanı olunca, kulama eğilip “Siz neden dans etmiyorsunuz?” diye sormaz mı! Ne cevap versem de pot kırmamış olsam. Bilmiyorum, dedim, K…….dans ediyor, onu seyretmeye geldim. “K… nerdeki, iyi dansediyor mu” “Ders alıyor, ders de veriyor, şu karşıdaki mürdüm eriği rengindeki elbisesi olan”. “Kimden ders alıyor?”.Sustum. Zaten de onun yanına Roman kılıklı, bandanalı bey gelip sataştı.” O kadar bakıyorum, görmedin, selam vermedin. Yüzünde gülümseme olsun.” Gibilerinden lakırdılarını yanımdaki kadın nasıl karşılıyor öteye dönerek söylediği için biraz da müzik gürültüsünden duyamıyorum. Derken siyah gömlek, siyah pantalonlu bir bey gelir gelmez kadın fırladı dansa kalktı. Belli ki önceki beyefendiyi savsaklamak istiyor. Aralarında tatsız bir şey yaşandığını düşünmüyorum, uzun boyuna bu kısa boylu kazanovayı yakıştırmıyordu sanırım. Sonraki gelen boyu boyuna uygundu.
Dans etmeyi o kadar seviyorlar ki, alan hiç boş kalmıyor, arada batı tarzı müzikleri çıkıyor, gençler ayak uydurup coşuyor, diğerleri kenarda bekliyor. Tango müziğine geçilince kaşla göz arası meydan doluveriyor. Kimi bütün alanı dolaşıyor, dansın esas figürleri bunu gerektiriyor der gibi, kimi küçük adımlarla olduğu yerde dönüyor. Ayak atmalar, arada bacak arası figürler seyredilesi. Ben eğleniyorum ama bu insanların danslarıyla, müzikle değil. Hayata böyle yaklaşan, yetmişlik teyzemin tango tutkusuna hayret ederek. Bizim toplumumuzda tango dansını yapan bu kadar erkek var mıydı diye hayret ederek. Benim çevremde slov dansını bırakın çifte telliye bile iki duble atmadan kalkamayanlar var da…
Ve bir ara farklı müzik olarak “şakşuka” çalmaz mı? Manzarayı düşünün… Bütün güruh Türk damarlarıyla omuz silkip kalça sallayarak Arjantin kılıfından sıyrıldı, bir ayak üzerinde sekerek roman dansı yapmaya başladı. Bir iki müzik daha oyun havası gruba bütün kurtlarını döktürdü. Eğlence bu işte. Yine de kırsaldan gelip otomobille Arjantin2e ulaşmış olma hissim bu manzarayla “neysen osun, ne öğrenirsen öğren, seni ortak potada eriten kendi kültürün, kendi müziğin, kendi dansların” dedirtti.
Allah’a şükürler olsun ki ne kadar ayrışırsak ayrılalım bizi bir arada tutan kültürümüz, dilimiz, müziğimiz var. Her kesim insanın merakları, ilgileriyle de farklı kültür mozayiğimiz var. Biz diğerlerine de heves edip en iyisini yapmaya ve onları geçmeye azimli bir milletiz. Hassas terazi kendini unutmaman. Unutmuyoruz. Fars edebiyatına 15 ve 16.yüzyılda zirve yaptırıp kendi kültürünü de basit göstererek yaşamış, sonra özüne dönmüşüz.
Tepkiniz nedir?






