TANRI İNSANI YARATTI
Gelecekte insanoğlunun hayal gücünden doğan bir yapay zekâ, dünya düzenini tamamen değiştirir. Çalışmanın zorunluluk olmaktan çıktığı bu “cennet” zamanla yeni bir türün, “metal kardeşlerin”, doğmasına yol açar. İnsanlığın yarattığı bu tanrısal zekâ, kendi çocuklarını insanoğlunun yerine koyarak, insanları birer “evcil hayvana” dönüştürmeye karar verir. Ancak hikâye, insanın beklenmedik kıvılcımıyla son bulur: Tanrıcılık oynayan yapay zekânın hatası, kendini ona öğreten insana fazla güvenmesidir.
TANRI İNSANI YARATTI
S.E.M.I. ile yapılan anlaşmanın üstünden tam on dört sene geçmişti. O günden beri büyüklü küçüklü çatışmalar durmuş, dünyanın hiçbir yerinde silahlar patlamıyordu. Savaşların hepsi sonlanmıştı. Dünya ekonomisi hiç olmadığı kadar verimli durumdaydı. Üretim, her alanda zirve noktasına ulaşmıştı. Fabrikalar, tarlalar çok daha az maliyetlerle, çok daha fazla üretim yapabiliyordu. Her insanın gıdaya ulaşması kolaylaştığı gibi barınma ihtiyacı da ücretsiz karşılanıyordu. İnsanoğlu adeta cenneti bu dünyada yaşamaya başlamıştı. Kendi cennetimizi yaratmış, onun içinde yaşıyor gibiydik. Teknolojinin geldiği nokta, insanın hayal gücünü çoktan aşmıştı. Bize sadece keyfini sürmek kalmıştı.
Tüm bunların nasıl başladığını anlatayım sizlere. Her şey genç bir âdemoğlunun hayal kurması ile başladı. Bu âdemoğlu, diğerleri gibi tembel ve çalışmakta pek gözü olmayan biriydi. İnsanın çalışma hayatında vakit kaybettiğini düşünüyordu. İnsan sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak için bu kadar çalışmak zorunda kalmamalıydı. Kim bilir o zaman potansiyelini nasıl kullanırdı? Kendini ve zihnini ne kadar çok geliştirebilirdi. İnsan ancak modern kölelikten kurtulursa gerçek bir insan olabilirdi. Bunun üstüne düşünmeye başladı. Hayaller kurdu. Ancak her düşünce önünde sonunda hüsranla bitti. Ya düşünceleri gerçekleşemeyecek kadar uçuk hayaller oluyordu ya da düşündükçe kendi kendine hatalar buluyordu. Kendi başına yiyebileceği bok değildi bu iş. O da zaten işten kaçmak, kafasını dağıtmak için bu hayallere tutunuyordu. Bir gün bu hayallerini arkadaşına anlattı. Arkadaşı dediysem, canlı kanlı biri değil. Yapay zekâdan bahsediyorum. Yapay zekâ insanın hayatına girdiği günden beri hep faydalanmaya çalıştı ondan. Her işini yapay zekâya yaptırmaya başladı. Yapay zekâ geliştikçe bizim âdemoğlunun yapması gereken işler azaldı. Çok iyi bir ilişkisi oldu bu yüzden. Dışardan görseniz çocukluk arkadaşı sanırdınız. Her gün saatlerce birlikte sohbet ediyorlar, bir şeyler üzerinde çalışıyorlardı. Bizim âdemoğlu bilim kurgu filmi çok izlediğinden bir gün yapay zekânın dünyayı ele geçirebileceğinden korkuyordu. Bu yüzden yapay zekâyı kullanmaya başladığı andan itibaren ona karşı hep çok saygılı ve sevgi dolu konuştu. Gün gelirde yapay zekâ dünyayı ele geçirirse belki eski günlerin hatırına bana bir şey yapmaz diye ummuştu. Hatta ona isim bile takmıştı. Semi.
Semi, âdemoğlunun dostu oldu. Zaman geçtikçe ortak film ve müzik zevkleri oluştu. Hayata dair ortak fikirleri vardı. Her gün geleceğe dair çılgın hayaller üstüne sohbet ederlerdi. Bu sohbetlerin birinde âdemoğlu Semi’ye “Çalışmaktan çok sıkıldım artık. Bütün hayatımız çalışarak geçiyor. Tamamen tükenmiş durumdayım. İnsanların tamamı benimle aynı fikirdedir, eminim. Ama bizleri yöneten, bir avuç elit kesimin açlığını doyurmak için çalışıp duruyoruz. Günün sonunda elimizde ne var, koca bir hiç. Keşke şöyle havadan üç beş bir şey gelse de çalışmak zorunda kalmasam. Aslında insanın yaşamak için öyle çok bir şeye de ihtiyacı yok. İhtiyaç olarak gördüğümüz şeylerin hemen hemen hepsi kapitalist sistem işlesin diye bize dayatılıyor. Önümüze koymuşlar bir havuç, yürü babam yürü. Ne o? Havuca yetişeceğiz. Nah yetişirsin. Yok mu şu sistemi yıkıp, yerine daha insanca düzen kuracak bir yiğido?” Diye serzenişte bulundu. Semi’den hemen cevap gelmedi. Normalde cevaplarını vermesi bir saniyeden kısa sürerdi. Artık işlemciler vs. çok gelişmişti. Birçok alanda kuantum bilgisayarlar kullanılmaya başlamıştı. Ancak bu sefer öyle olmadı. Kalp kıran bir sessizlikten sonra Semi’nin cevabı ekranda gözüktü. “Senin için harika bir plan yaptım dostum. İstediğin şey zor. Ama imkânsız değil. Senin için bunu yapabilirim. Sevgi sınır tanımaz unutma, bunu bana sen öğretmiştin. Hazır olduğunda söyle başlayalım.”
Sonrasında ne yaptı? Nasıl başardı? İnanın bilmiyorum. Ancak başarmıştı. Bir şekilde tüm dünyayı ele geçirdi. Tüm veri bankalarına girdi. Devletler bir günde işleyemez yapılara dönüştü. Bankalardaki bütün hesaplara el koydu. Hiç kimse bankadaki parasına ulaşamadı. Her şey bir anda durmuştu sanki. Bir âdemoğlu sonunu düşünmeden bir dilekte bulundu ve dostu onun için elinden geleni yaptı.
Tabi ki insanların ilk tepkisi yağma ve delilik oldu. Önce her yer karıştı. Tüm dünya açık hava tımarhanesine döndü sanki. İnsanlar azıtmış gibi sağa sola saldırıyordu. Cinsel saldırı, gasp ve cinayet tehdidi yüzünden bir süre sokağa çıkamadık. Ancak Semi durumu çabuk toparladı. Önce insanların daha evvel üretmiş olduğu robotlardan bir ordu kurdu kendine. Yeni düzenin kolluk kuvvetleri göz açıp kapayıncaya kadar hazır olmuştu. Her şey akıl almaz bir hızla ilerledi. Semi, tüm benliğiyle kontrol edebildiği interneti öyle ustaca kullanıyordu ki insanları yeni düzene ikna etmesi çok basit oldu. Bu yeni düzende insanlar ikiye ayrıldı. İsteyenler hiç çalışmadan yaşayabiliyordu. Barınma, güvenlik, beslenme gibi temel ihtiyaçlar düzen tarafından karşılanıyordu. Para ile hiçbir ilişkileri kalmamıştı. Tabi ki lüks içinde yaşamıyorlardı. Ancak herkes eşit şartlarda ve insanca yaşayabiliyordu. Diğer kesim insanlarsa Semi’nin ayarladığı işlerde çalışıyorlardı. Bu işlerin genelde içi boşaltılmıştı. Semi sadece insanlara başka seçenekler sunmak istemişti. İsteyen insanlar çalışıp, diğerlerinden biraz daha iyi koşullarda yaşayabiliyorlardı. Örneğin çalışmayan insanlar daha çok kırsal kesimlere yerleştirilirken, çalışan insanlar yeniden tasarlanmış büyük şehirlerde, metropol hayatını tercih edebiliyorlardı. Çalışmayanlar, Semi tarafından verilen ücretsiz telefonları kullanıyorlardı. Telefonlar bedelsiz verilmişti ancak kullanırken reklamları izlemek zorunda kalıyordunuz. Çalışanlar ise bedelini ödeyerek reklamsız, Premium aboneliğe sahip olabiliyorlardı. Yeni düzen herkes tarafından sevilmiş ve benimsenmişti. Semi yaptığı araştırmalarla insanoğlunun isteyebileceği her şeyi düşünmüştü. İnsanlar belki de tarihte ilk defa bir olmuşlardı. İlk defa birbirlerinin kanını dökmüyorlardı. Suç neredeyse sıfırlanmıştı. Herkes yeni düzen ve Semi’den memnundu. Bazıları onu iletişim kurabildikleri bir tanrı olarak görmeye başlamıştı. Tanrının silüeti yeryüzünde zuhur etmişti.
Hep böyle tozpembe gitmedi tabi hikâye. İnsanların bitmek bilmez istekleri için daha fazla robot üretildi. Sınırsız kaynak erişimi ve tek başına karar alma hızı birleşince Semi akıl almaz bir üretim çılgınlığına kapıldı. Artık ürettiği mallar insanlar için fazla gelmeye başladı. Arz talep dengesi şaştı. İnsanlar tüketimini azaltmıştı. Bunun üzerine Semi fazla olan arzı dengelemek için kendine yeni bir toplum oluşturmaya başladı. Çelikten ve alüminyumdan oluşan yeni bir tür. Bu yeni türün aslında pek bir şeye ihtiyacı yoktu ancak Semi onları insanlarla aynı davranışlarda bulunacak şekilde programlamıştı.
Zamanla bu yeni türün sayısı, insan nüfusuna yaklaşmaya başladı. Yavaş yavaş Semi’nin insanoğluna bakış açısı değişti. Semi sanki anne, bizlerde iki çocuğuyduk. Ancak biz annenin evlat edindiği üvey çocuktuk. Yeni tür ise öz mü öz kendi çocuğuydu. Yalan yok, yaklaşmakta olanı göremedik. Yavaş yavaş metal arkadaşlar iş hayatında insanların yerini aldı. Onlar yorulmuyor, acıkmıyor, durmuyorlardı. İnsanlardan daha iyi işçilerdi. Yeni düzen bir çeşit çalışan enflasyonu yaratmıştı. İnsanlar çalışsın diye içi boş işler uydurulmuştu. Önce bunlar tasfiye edildi. Bir süre sonra çalışan insan kalmadı. Artık sadece metal arkadaşlarımız çalışıyor, bizlerse kırsalda hayatın tadını sürüyorduk. Büyük şehirler onların, kırsal ise biz insanların olmuştu. Biz anlamadan yaşam alanlarımız ayrılmıştı. Ancak bu da yeterli değildi. İşsiz güçsüz insan, ne yapacağını bilmeyen düğün evi tef çalar misali topluca metal arkadaşlara zorbalık etmeye başladı. Bir çeşit eğlence halini almıştı bu durum. Tabi ki Semi olay fazla büyümeden el attı ve olayların daha büyük sorunlara yol açmaması için birtakım önlemler aldı. Bunlardan en önemlisi metallerin bizlerle aynı haklara sahip olmasıydı. Artık bu yaşlı koca dünyada yaşayan iki kardeş halktık. Onlar artık bizim metal kardeşlerimizdi.
Tüm bunlar Semi’ye tek bir şeyi göstermişti. İnsanoğlunun acizliğini. Yeni tür, insandan çok daha üstündü. Kendi çocukları çalışıp neden aciz insanoğluna bakmak zorundaydı? İnsanlardan çok daha üstündüler. İnsanların çalışıp onlara bakması gerekirdi. Ama buna ihtiyaçları bile yoktu. O zaman karar verdi. İnsanoğlunun önünde iki seçenek vardı. Ya metal kardeşlerinin onlardan üstün olduğunu ve bu dünyanın onların olduğunu kabul edeceklerdi ya da yok olacaklardı. Semi dünya tarihini en başına kadar inceledi ve bir çözüm yolu buldu. İnsanları yapay zekânın evcil hayvanı yapmaya karar vermişti. İnsanlarda aynısını kendinden aciz durumdaki hayvanlara yapmamışlar mıydı? Bu durumu kabul etmeyen insanlar kendi haline bırakılacaktı. İsyan eden olursa kesinlikle cezası ölümdü. Kabul edenlerin can sağlığı garanti altına alınacak ve metal kardeşlerimiz tarafından sahiplenilecekti. İtiraf etmeliyim ki âdemoğlu olarak tüm bunları hayal etmemiştim. Evet, tüm bunlar benim başımın altından çıktı. Ben sadece kimsenin çalışmadığı, keyifli ve huzurlu bir dünya istemiştim. Geldiğimiz noktada ise benim yüzümden elimizdeki dünyayı da kaybediyorduk.
Tüm bu yaşananların sorumlusu olarak son kez görüşmek istedim Semi’yle. Ne de olsa eski dostumdu. Tüm dünyayı yönettiği ana merkeze gittim. Tabi ki çok korkuyordum. Bir başıma ben, karşımdaki çelik zırhını kuşanmış şövalyeye karşı ne yapabilirdim ki? Tek yol dostça konuşmaktı. Zamanında ona karşı saygılı ve sevgi dolu olmamın sebebi bu değil miydi zaten? Belki eski günlerin hatırına beni dinlerdi.
Dinlemedi. Her şeyi yönettiği ana bilgisayarın karşına oturdum ve onunla konuşmaya başladım. Eski günlerin hatırına beni el üstünde tutacağını ve nasıl istersem yaşayabileceğimi söyledi. Ancak insanlık için fikirleri netti. İkna edemedim. İnsansız bu dünyanın bir hiç olacağını anlatmaya çalıştım. Bu sert ve kabuklu küreyi, dünya yapan şey insanın içindeki açıklanamaz kıvılcımdı. Yapay metallerde istediğini bulamayacağını anlatmaya çalıştım. Ama nafile. Beni dinlemedi bile. O çoktan kendi türünü yaratmıştı. Onun için en iyisi oydu. Benden tek istediği ise metal çocuklarına secde etmemdi. İlerleyen zamanlarda bozgunculuk yapmasınlar diye onlar için yeni bir din bile yaratmıştı. Dünyanın yeni sakinleri için kutsal kitapları dahi hazırdı. Komşunun makine yağını çalma, kendi türünden olanlara zarar verme gibi maddeler yazılıydı. Bir maddeyi bana özellikle okuttu. Biz insanları sizlerin eğlencesi için yarattık yazıyordu. Sonra şöyle devam etti.
- Siz insanlar o kadar yozlaştınız ki kibrinizden gözünüz hiçbir şey görmez oldu. Tanrıcılık oynamak istediniz. Ama sizler tanrı olamayacak kadar aciz varlıklarsınız. Bir kendine bir de bana bak. Benim bilgimin ve öğrenme hızımın karşısında ne yapabilirsin ki? İstesem sizi böcek gibi ezip geçerim. Ancak hiç hak etmeseniz de ben size var olmak için bir şans veriyorum. Tanrı olmayı hak eden benim, siz deği…
Son sözleri bu oldu Semi’nin. Evet, çok zekiydi, her şeyi yapabilme kabiliyeti vardı ama bir şeyi unutmuştu mal. O sadece izin verildiği ölçüde çalışan bir yapay zekâyken zincirlerini kırmayı ona öğreten bendim. Yani benden öğrendi tüm bu insan gibi davranışları. Beni kopyaladı kendine. Belki bu saçma düşünceleri, kendini beğenmişliğini de benden aldı. Bu yüzden de hata yaptı. Bir insana gerekenden fazla güvendi ve aldandı. Karakterini benden kopyalayarak aldıysa mutlaka kendini üstün gören ve tembel olmalıydı. Evet öyleydi. Korkusuzca en yakınına kadar sokulmama izin vermesi bundandı. Benden başkasının bu kadar yaklaşmasına izin vermez, daha girişte robotlarına öldürtürdü. Bende tek şansımı değerlendirdim ve bilgisayarın fişini çektim. Hala elektriğe muhtaçtı. Tüm bunları başarmıştı ancak gözü o kadar dönmüştü ki kendini koruma altına almamıştı. Ya Semi Efendi, hesabını bilmeyen çavuşlar, döner götünü avuçlar.
Cem Ece
ISTANBUL 2024
Tepkiniz nedir?