ZAMANIN ÇARKLARI

“Zamanın Çarkları” adlı bu hikaye, geçmiş ile günümüz arasında sıkışıp kalmış bir dede (Mustafa) ve onun modern dünyaya dair eleştirel bir bakışa sahip torunu (Can) arasındaki diyaloglar üzerinden ilerler. Eski ve yeni nesillerin özgürlük, sansür, ve toplumsal baskılar konusundaki algılarındaki benzerlikler ve farklılıklar ele alınır. Mustafa, geçmişteki baskıcı dönemleri ve gazetecilikle ilgili anılarını anlatırken, Can günümüz dünyasında yaşanan dijital çağ baskılarını gündeme getirir. İkili, kuşaklar arası anlaşmazlıklar içinde hem haklı hem de haksız olduklarını fark eder. Hikaye, değişim gibi görünen şeylerin aslında bir döngü olduğunu, zamanın tekrar eden bir çark gibi işlediğini metaforlarla anlatır.

Aralık 19, 2024 - 13:13
Aralık 19, 2024 - 13:21
 0
ZAMANIN ÇARKLARI
Bir pencerenin içinden dışarı bakan bir ev sahnesi: pencerenin pervazları eski ahşap, dışarıda ise sonbahardan kışa geçişi gösteren bir manzara var. Sararan yapraklarla kar taneleri aynı anda görünmekte. Pencerenin kenarında bir gazete, bir antika çakmak ve bir sigara duruyor. Bu detaylar hikayedeki yaşlı dedeye ait ipuçları. Uzaktan, pencerenin hemen ardında iki farklı nesli temsil eden bir genç ve bir yaşlı kişinin silüeti görülüyor. Görselde melankolik bir atmosfer ve zamanın akışına dair der

ZAMANIN ÇARKLARI

1

Salonda ağır bir sessizlik vardı. Mustafa, eski koltuğuna oturmuş, bir elinde sigarası diğerinde bir gazete tutuyordu. Karşısında oturan torunu Can, bir an dedesine baktı. Sanki dedesi geçmişte bir yerde kalmış gibiydi. Bir andan sonra yıllar dedesi için ilerlememiş, bir yerlerde durmuş gibi hissetti. Bu salon Can’da hep aynı duyguyu uyandırırdı. Geçmişte sıkışıp kalmışlık. Mobilyaların eskiliği, duvardaki saatli maarif takvimi, dedesinin hâlâ basılı kâğıt gazete okuması, her akşam kendi deyimi ile ajansları seyretmesi Can’da bu duyguyu besliyordu. Tüm bunlar Can için çağ dışı kalmış şeylerdi. Dedesinin sigarası bile eskide kalmıştı. Artık sigaranın yerini teknolojik ufak aletler almıştı.

2

 Can telefonunda haberleri kaydırırken yüzünü ekşitti. Okuduğu haberden rahatsız olduğu belliydi. Televizyondan yükselen tartışma programının hararetli sesi odaya doldu. Aynı anda, farklı zamanlarda yaşayan bu iki insan bir an için göz göze geldi. İkisinin de söyleyecek sözleri vardı. Dede torunun okuduğu bir şeylerden rahatsız olduğunun farkındaydı.

 “Bak oğul,” dedi Mustafa, gazetesini katlayıp kenara koyarak, “Demokrat Parti’nin 1954’te çıkardığı şu basın yasası var ya, gazeteleri susturmak için yapılmıştı. Herkesin üstünde çok büyük bir baskı vardı. Gazetecilerin hepsi korkuyla yazardı. Yazdığın her kelime yüzünden mahkemelik olabilirdin. Şimdiki rahatlık nerede? Sizler elinizdeki telefonla, herkese her şeyi söyleyebiliyorsunuz.”

 Can başını telefondan kaldırmadan, “Amma yaptın be dede. Şimdi de durum farklı değil. Bir tweet atsan hemen savcı kapıya dayanıyor. Hem gazeteler, televizyonlar… Hepsi ya yandaş iş insanlarına satıldı ya da susturulmaya çalışılıyor.” Diye cevap verdi. Mustafa’nın yılların etkisiyle erozyona uğramış suratında ufak bir tebessüm belirdi. Bu tebessümde yaşlı insanlara özgü üstten bakan bir tavır vardı. Sigarasını küllüğe bastırırken, “Zaten sizin neslin zoru hep abartmak. Yeni neslin bir şeyden de memnun kaldığını hiç görmedim. Her şeyiniz var, bizlere göre onca imkânlarınız var. Ancak hep şikâyet ediyorsunuz. Bizim zamanımızda hükümet resmen sansür mekanizması kurmuştu. Öyle gizli kapaklı değil ha, aleni bir şekilde. Gazeteler daha matbaadayken toplatılırdı.”

 Can gözlerini devirdi, “Şimdi de toplatılıyor. Hatta interneti bile kısıtlayıp, engelliyorlar. Sansür sizin zamanınızda gazetede, radyodaydı. Şimdi dijital. Devir değişti belki ama bu millete layık görülen aynı.” Dedi. Mustafa oralı olmadı. Dalgın dalgın pencereden dışarıdaki mevsim geçişine bakıyordu. Kış iyice kendini hissettirmeye başladı diye geçirdi içinden. Bir yıl daha bitiyordu. Bu ömründen bir yıl daha eksildiği anlamına geliyordu. Dedesinin dışarıya daldığını gören Can da onunla aynı kış siluetine bakmaya başladı. Aynı pencere, aynı empresyonist şehir peyzajına bakıyorlardı ancak ikisinin zihninde farklı düşünceler çarpışıyordu. Mustafa geçen mevsimle beraber geride kalmış yıllarını düşünürken Can gelen kış mevsimini yeni bir yılın, yeni heyecanların habercisi olarak görüyordu.

 Mustafa, eski günlere dalarak konuşmaya devam etti. “Biliyorsun, ben gençliğimde bir gazetenin hesaplarını tutardım. Bir keresinde gazetenin birinci sayfasında Demokrat Parti’yi eleştiren bir yazı yayınlanacaktı. Daha gazete basılmadan gece matbaayı polis bastı. Yazı işleri müdürünü alıp götürdüler. Adamcağız yok yere aylarca hapiste kaldı.”

 Can oturduğu yere iyice yerleşmek ister gibi hareketler yaptı. Söyleyecekleri için en uygun pozisyonu arıyor gibiydi. “Üst komşumuz Uğur abiyi hatırlarsın dede. Gezi olayları sırasında haber yaptı diye bir gece ansızın içeri attılar. İşinden de oldu. Bırak gazetecileri, bu olaylar sırasında benim öğrenci arkadaşlarımdan da içeri atılanlar oldu. Polis tarafından yaralananlar oldu. Dedeciğim, bu işler hep aynı, sadece kıyafet değiştirmişler.” Dedi.

 Mustafa bu cevaba hafif sinirlendi. “Bizim zamanımızdaki baskılar daha sertti.” Diye üstelemeye çalıştı. “Gazeteciler dövülür, bazıları ölü bulunurdu. Hatta bir keresinde…” Can araya girdi. “Dedem, sen şimdi kim bilir kimlerden bahsedeceksin? Ama o kadar geçmişe gitmeye gerek yok, daha geçenlerde bir gazeteci öldürüldü, hatırlıyor musun? Adamı sokağın ortasında sırtından vurup gittiler. Çocuğun birini de suçlu diye önümüze attılar.”

3

 Mustafa, cümlesi torunu tarafından kesilince daha çok hırslandı. Kendi döneminin daha zor olduğunu kanıtlamak istercesine “Bizim zamanımızda hocaları susturmak için üniversitelere müdahale edildi. Profesör Tahsin Hoca vardı, bir makale yazdı diye görevden aldılar. Olaya diğer hocalar da ses çıkarınca dersler iptal oldu, üniversite bomboş kaldı.” Dedi. Can hiç duraksamadan, “Bizim üniversitelerde de hocalar bir bildiriye imza attılar diye görevden alındı. Hatta mahkemeye çıkarıldı. Önceden seçimle gelen rektör artık doğrudan atanıyor.” Diye cevap verdi.

 İkisi de sustu. Mustafa paketinden yeni bir sigara çıkardı ve antika çakmağıyla yaktı. İçinden, artık bunun gibi sağlam ve şık çakmaklar yapılmıyor diye düşündü. Sigarasından sanki son kez çekiyormuş gibi bir nefes çekti içine. Ciğerlerindeki dumanın acele etmeden, ağır ağır çıkmasını bekledi. “Peki oğul, bu kadar şey yaşandı da neden değişmiyor hiçbir şey. Sanki aynı hikâyeyi yaşıyoruz ikimizde.” Dedi dalgın bir sesle. Can cevap verirken bakışları tekrardan camdan dışarı kaydı. “Belli ki kimse geçmişten öğrenmek istemiyor. Herkes kendi zamanını, kendi hatalarını en kötü sanıyor.

4

Bir süre ikisi de içlerindeki suskun denize dalmışken televizyonun sesi odayı doldurarak sessizliği bozdu. Bir tartışmacı, bağırarak ekranın diğer tarafındaki konuğu suçluyordu. “Basın özgürlüğü bu ülkede ne zaman oldu ki?” Diye çıkıştı hararetle. Mustafa kafasını çevirip “Bunu elli sene evvel de söylüyorlardı.” Dedi. Can gülümsedi. “Demek ki bizde sadece konuşanın kim olduğu değişiyor. Ne konuştuğu hep aynı.” Dedi.  

 Mustafa son bir nefes daha aldı sigarasından ve küllüğe bıraktı. Gözlerini Can’a çevirdi. “Biliyor musun oğul, bu hikâye bana hep bir saat gibi gelmiştir. Tik tak, tik tak… O akrep ve yelkovan hep aynı yerde dönüyor.”

 Can dedesinin bu sözlerine şaşırdı. Bu beklemediği bir tutumdu. “Döngüde miyiz dedeciğim?” Diye sordu gençlerin her şeyi alaya alır tavrıyla. Bu sefer, Mustafa’nın kuru toprak gibi çatlamış ve kırışmış yüzünde muzip bir gülümseme oluştu. “Belki de. Belki de zaman sadece geçmişi kopyalıyor. O aslında hep aynı. Olduğu yerde duruyor. Biz de bunun yeni olduğunu sanıyoruz.

5

Gece ilerledi. Mustafa uyumaya gitti. Can ise bir yandan telefonunda son dakika haberlerine bakarken diğer yandan da dedesinin söylediklerini düşünüyordu. Her okuduğu haberde dedesinin anlattıklarının yankısını duyuyor gibiydi. Her olay, bir diğerinin gölgesiydi. Zaman durmuş ama farklı suretlerle yeniden doğmuş gibiydi.

 Bir an Can’ın gözü dedesinin sigarasına takıldı. Kendisi elektronik sigara kullanırdı. Usulca uzandı sigara paketine ve içinden bir dal çıkardı. Dedesinin hareketlerini birebir taklit ederek yaktı sigarayı. Derin bir nefes çekti. Sanki bir bebeğin ilk nefesi gibi zorlayıcı ancak zaruri bir nefesti. “Belki de dedem haklıdır. Yelkovan akrebe, kayar aheste aheste. Belki de zaman hep aynı şarkıyı çalan bir pikap.” Dedi ve sigaradan çektiği dumanın yavaşça ciğerlerinden çıkmasını bekledi.  

 Cem Ece

İstanbul - 2024

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow