Karanlığın Kalbinde

Ekim 10, 2025 - 12:40
 0
Karanlığın Kalbinde

Bir zamanlar, ışıkların hiç sönmediği bir şehir vardı. Gökyüzü, geceleri bile yıldızsızdı; çünkü her köşe başı, her cadde, her vitrin göz kamaştıran lambalarla bezenmişti. O şehirde yaşayan Deniz, gündüzlerini kalabalık ofislerde harcar, geceleri parlak tabelaların altında oyalanırdı. Onun için karanlık, yalnızca göz kapaklarının ardında, uykunun davetsiz karanlık odasında vardı.

Işıkla çevrili büyümüş bir ruh, karanlığı asla tanımaz; hatta varlığını inkâr eder. Deniz de öyleydi. Karanlığın kendisine ne öğreteceğini, ne sakladığını hiç düşünmemişti.

Fakat hayat, insana ansızın kapılar kapatmayı sever. Bir gün, işini kaybetti. Ardından dost bildikleri yavaşça uzaklaştı. Birer birer telefonları sustu, mesajlar eksildi, buluşmalar iptal edildi. Koca şehrin ışıkları yanmaya devam ediyordu belki, ama Deniz’in içindeki sokak lambaları birer birer sönmeye başlamıştı. Evine döndüğünde, odalarının sessizliği onu karşılıyordu. Ve nihayet, karanlık ince bir duman gibi kapılarından içeri süzüldü.

Önce korktu.
İnsanın alışmadığı her şey gibi, karanlık da ona düşman göründü. Geceleri kendi gölgesinden ürktü; duvarlarda beliren hayaller, bilinmez biçimlere bürünmüş bir tehdit gibi üzerine yürüdü. Uykuları bölündü, kalbi sıkıştı. Karanlık, üzerine çöken bir örtü değil, boğazına sarılan görünmez bir el gibiydi.

Ama hayat, insana en büyük sırlarını çoğu kez tesadüflerin içinde fısıldar. Bir gece, elektrikler kesildi. O an ev, zifirî bir sessizlik ve mutlak bir karanlığa gömüldü. Deniz, odasında ilerlemeye çalışırken ayağı bir sandalyeye takıldı ve yere düştü. Dizinin acısı gözlerini yaşarttı. Tam o anda, zihninde keskin bir idrak çaktı:

Karanlık ona zarar vermiyordu.
Onu inciten, kendi korkusuydu.

Gözleri yavaş yavaş alışmaya başladığında, eşyaların siluetlerini seçti. Sandalyenin, masanın, kitapların gölgelerini… Daha önce ışığın parlaklığında hiç fark etmediği ayrıntılar belirdi. Karanlık, onu kör etmemişti. Bilakis, ona yeni bir görme biçimi öğretmişti.

O geceden sonra Deniz, karanlıktan kaçmamaya karar verdi. Ertesi akşam, ışıkları kendi elleriyle söndürdü. Sessizlikte oturdu. Önce huzursuzluk bastı içini; kalbinin atışları kulaklarında yankılanıyordu. Ama sonra o derin sessizlik, içinden başka sesler çıkardı: yıllardır susturduğu korkular, bastırdığı acılar…

Karanlıkta hepsi bir bir ortaya çıktı:
Terk edilmenin soğuk korkusu…
Başarısızlığın içe çöken utancı…
Yalnızlığın ağır ve sessiz yükü…

Deniz, onlarla kavga etmedi. Çığlık atmadı, kaçmadı. Sadece oturdu ve dinledi. Karanlık, ona aynasını uzatıyordu; o da kendi yüzüne bakmayı öğrendi.

Geceler geçtikçe karanlık, düşman olmaktan çıktı. Sessiz bir dost, derin bir öğretmen oldu. Deniz, ışıklara ihtiyaç duymadan yaşamayı denedi. Pencereden süzülen ay ışığına alıştı, yıldızların sessiz parıltısına kulak kesildi. Ve fark etti ki, karanlık aslında bir eksiklik değil, başka bir varoluş biçimiydi.

Aylar aktı, mevsimler değişti. Deniz’in yüzüne yeni bir dinginlik yerleşti. Onu görenler şaşkınlıkla soruyorlardı:
“Nasıl bu kadar güçlü durabiliyorsun? İçinde fırtınalar kopmuyor mu?”

O ise yalnızca tebessüm ederdi.
“Ben karanlığı tanıdım,” derdi.
“Ve anladım ki, karanlık insana güç verir. Ama gerçek kudret, ondan korkmamayı öğrendiğinde doğar.”

Böylece, Deniz’in hikâyesi şehirde sessiz bir masal gibi dolaşmaya başladı. İnsanlar ışıklar söndüğünde artık panikle değil, hatırlayarak bakıyordu:

Karanlık, düşman değil.
Karanlık, içimizdeki en eski dosttur.
Çünkü o, kendi ışığımızı bize gösteren sessiz bir aynadır.

Yazan
Korhan KÜLÇE

Tepkiniz nedir?

Beğen Beğen 0
Beğenmedim Beğenmedim 0
Sevdim Sevdim 0
Eğlenceli Eğlenceli 0
Sinirli Sinirli 0
Üzgün Üzgün 0
Vay Vay 0
Korhan KÜLÇE Ben; Kelimelerin sessiz ama derin gücüne erken yaşlarda kulak veren; fakat bu çağrıyı kaleme dökmeye ancak yıllar sonra cesaret eden bir anlatıcıyım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda sözcükleri biriktirdim; kimi zaman defterlerin kenarına, kimi zaman zihnimin sessiz koridorlarına notlar düştüm. O yıllarda yazmak, bir eylemden çok bir bekleyişti, zamanla demlenecek bir içsel dilin hazırlığıydı. Yaşamın dönemeçlerinde sessizce biriken gözlemlerim ve iç konuşmalarım, sonunda kelimelere dönüşecek olgunluğa erişti. Yazıya geç başlamam bir gecikme değil, anlatacaklarımın derinleşmesine vesile olan uzun bir iç yolculuktu. Kalemimden dökülen metinlerde bu yolculuğun izleri açıkça hissedilir: kelimelerim acele etmez, duygularım yüzeyde gezinmez; her cümlem, yıllar boyunca içimde taşınmış bir düşüncenin ağırbaşlı yankısıdır. Benim dünyamda zaman yavaşlar, sesler usulca belirir; okur, hem kişisel hem evrensel bir anlatının kıvrımlarında kendi yolunu bulur. Kitaplarım… Onlar, içimde uzun yıllar sessizce yankılanan seslerin kâğıda bürünmüş hâli. Bir gecenin ortasında fısıldanan bir cümleden, bir sabahın ilk ışığında doğan bir düşünceden süzülüp geldiler. Her biri kendi zamanında, kendi mevsiminde yazıldı. Kimi bir yağmurun ince sızısıdır, kimi bir rüzgârın taşıdığı uzak bir hatıradır. Kelimelerimin arasından geçerken, belki kendi hikâyene benzeyen bir yankı duyarsın. Çünkü ben yazarken çoğu zaman kendime değil, sessizce bekleyen o görünmez okura seslenirim. Kitaplarım, yalnızca satırlardan ibaret değildir; onlar, kalbimin sakladığı seslerin, yıllarca konuşmayı bekleyen duyguların suretleridir. Ben sustukça onlar konuşur. Ben geçtiğim yerlerden uzaklaşsam da, onlar orada kalır, kelimelerin vefalı bekçileri gibi. Kitaplarım; Defne'nin Hikayesi - Fethiye'nin Sırları ve Kayaköy'ün Fısıltıları Elif'in Hikayesi - Gölgedeki Kadın Ece'nin Hikayesi - Güneşin Gölgesindeki Sır Alice'in Hikayesi - Küçük Bir Kalbin Yolculuğu Özlem'in Hikayesi - Zeytin Gölgelerinde Bir Tohum Farklı Hayatlar, Farklı Hikayeler İlişkiler Hakkında - 1 Biri Görür, Öteki Hisseder - Şiir Kitabı Sen de Haklısın Korhan KÜLÇE