Hokus Pokus 8.Bölüm
"Geçmiş, şimdinin sancısı, Geleceğin kabusuydu."
1.
İyi okumalar :)
Bölüm müziği: Dinlediğim Masallar- Murder King akustik
-Müziği bölümün ortalarında açarsanız daha iyi olur.
-Bölüm sonunda şarkı ve Pars arasındaki ilişki hakkındaki tahminleri yazarsanız çok mutlu olurum:)
8.Bölüm: Dinlediğim Masallar

Vuslat&Pars
"Geçmiş,
şimdinin sancısı,
Geleceğin kabusuydu."
Tanrı insanları yarattığında seçimlerini yapmakta özgür kılmıştı fakat ben özgür bırakılanlardan olamamıştım. Doğumumdan bu zamana kadar geçen süre aslında hiç yaşanmamış gibiydi. Dün, günlerdir hapsolduğum uykularımdan uyandığımda aslında ben ikinci defa doğmuştum. Tanrı, beni ikinci kez var etmişti ama ben yine özgür olamamıştım. Hayatımla ilgili hiçbir şey anımsayamadığım gibi hiçbir kararı da ben vermiyordum.
''Düşüncelerini kovalıyor gibisin,'' dedi Pars. ''Kaçan kovalanır, düşüncelerini kovalama. Bırak, düşünceler zihninde yer edinsin. Aksi taktirde kaçan da kovalayan da sen olursun.''
Başımı yasladığım camdan çekip onun mavi gözlerine baktım. Gözleri ustalıkla duygularını kapatırken dilimle kurumuş dudaklarımı ıslattım. Söyledikleri zihnimin, boş odalarında yankı uyandırmış; dediklerini teker teker hazmetmeme sebep olmuştu.
Üstü kapalı bir şekilde düşüncelerimi oluşturmamı değil, düşüncelerin beni bulmasını söylüyordu. Ulaşan değil, ulaşılan olmamı istiyordu.
''Düşüncelerimin peşine düşmezsem gerçekleri nasıl bulacağım?'' dedim boğuk sesimle.
''Bırak zihnin boş kalsın,'' gözlerindeki perde hafif aralanırken ''günün birinde boşluklar dolduğunda kaçacak yer aramaya başlayacaksın.'' dedi. ''Ayrıca her düşünce gerçeğin aracısı olmaz.''
Gözlerini araladığında ortaya çıkan mavileri tıpkı okyanus gibiydi. Bakan da bakılan da o gözlerde boğulacak vaziyetteydi. Bunun sebebi gözlerinin düşüncelerle örtülü olmasıydı. Pars Tekin, hiç bir düşüncesini belli etmemeye özen gösteriyordu fakat, şu an bana kendini bilerek gösteriyordu. Neden yapıyordu bunu? Gözleri ben boşlukları doldurduğumda boğuldum der gibi bakıyordu.
''Nereye gidiyoruz?'' dedim konuyu değiştirerek. Daha fazla gözlerine bakamazdım. Özellikle de gözlerinde ki yansımama.
''Eğitime.'' gözlerini tekrar yola çekti.
''Eğitimden kastınız ne?'' diyerek tebessüm ettim.
''Hafızan yok, ruhani olarak iyi değilsin, fiziki kuvvetin oldukça az, '' sırıtarak bana bakıp önüne döndü. ''Daha fazlasını sayabilirim.'' iddialı konuşmuştu, ama bunu umursamadım. Aksine haklılığı karşısında onu onaylamakla yetindim.
''Amacım seni kırmak değil, kırılmamayı öğretmek.'' direksiyonu tutan ellerini serbest bıraktı.
''Teşekkür ederim.'' dudaklarımdan çıkan kelimeler onun usulca başını aşağı doğru kaydırmasına yol açtı. Sanırım bu Pars'a göre önemli değil, rica ederim gibi bir şeydi.
Araba sağa döndüğünde otobandan çıkıp her iki tarafı da ağaçlarla kaplı bir yola girdik. Bakışlarım ağaçlarda geziniyor kendimi etrafa saçılan yapraklar gibi hissediyordum. Rüzgar nereye eserse yapraklarda ona göre savruluyordu. Ellerimi birbirine geçirip bir süre öylece yolu izledim. Pars'ın asıl demek istediğini yeni yeni kavramıştım. Zihnimin boş odalarında gezinirken tüm boşlukları düşüncelerimle doldurmaya çalışıyordum fakat bu yanlıştı. Ruhum, odalar doldukça karanlığa itiliyor odalara sığamıyordum. Ben kaybetmiştim. Kendimi, ailemi belki de arkadaşlarımı. Kayıplarımın çokluğu gözlerimin önüne ilişirken Pars kulaklarımın pasını attırdı.
Hafif ama temkinli başlayan müzik sözlere girdiğinde kısa kirpiklerimi bir birine değecek kadar kısıp Pars'a baktım. Yüzünde ilk defa sahici tebessüm oluşmuştu. İstemsizce onun tebessümüne karşılık verdiğimde bakışları kısa süreliğine bana dönüp tekrar yola çevrildi.
''Gökte bir yıldız, bir de ay Gitmez hep ordalar Sanki senden sonra Dinlediğim masallarda''
''Benim dinlediklerim bir kabustan farksız.'' dedim şarkı sözüne atıfta bulunarak. ''Senin dinlediklerin?''
Sorum kulaklarında yer edinirken tebessümü silinip yerini alaya bıraktı.
''Ben kendimi dinlerim. Masalı da kabusu da anlatan benim.'' dedi adeta sesini iliklerime işlemek istercesine.
Sessizliği aramıza duvar olarak örüp şarkının sözlerine odaklandım. Benim sonram ailemdi, masal yerine koyduğum kabusum ise bana anlatılanlardı. Benim aksime Pars, sessizliği delip geçerek mırıldanmaya başlamıştı. Gözlerimi ona çevirmesemde merak duygum oluşmaya başlamıştı. Bakmamakta ısrarcıydım, çünkü ona baktığım anda merakımın daha çok artacağını biliyordum. Sanki bir okyanusa düşmüştüm ve cümleleri dalga misali beni kendine çekecekti. Pars'ın bana ilk söylediği 5'te 5'ti. Bir değil biz olmalı ve buna göre hareket etmemizdi. İlk dalgaya çekilişim bundan sonra başlamıştı. Sonuca geldiğimde boğulacak mıydım? yoksa karaya mı vuracaktım? bilemiyordum fakat, sonunda onlarla birlikte olacağımı söylemişlerdi. Oyunun sonunu birlikte yazıp belirleyecektik. Onlara inanmak ya da güvenmek anlamında henüz emin değildim, ama üzerine toprak attığım Vuslat, tırnaklarıyla toprakları teker teker eşeliyor onlara inanmayı, güvenmeyi istediğini haykırıyordu. Bu durumdan sıyrılmak adına aklıma gelen ilk soruyu Pars'a yönelttim.
''Neden onca şarkı arasından bunu seçtin?'' dedim gözlerimle şarkı listesini gösterirken.
''Ben, bana ait olanla ilgilenirim.'' dedi düz bakışlarla.
''O zaman diğerleri neden listenden var? '' dediklerini anlamadığımdan pat diye aklımdakini ortaya dökmüştüm.
''Hm.'' dedi mırıldanarak. ''Sen gördüklerine inanan tarafsın ama her görüntünün bir kamera arkası vardır.''
''Ne demeye çalışıyorsun?'' dedim.
Kaşlarımı çatarak harelerimin koyulaşmasına izin verdim. Konuyu tekrardan bana çekmesine sinirlenmiştim.
''Vuslat, Düşünmeyi ve sorgulamayı şimdilik bırak, yoksa ön yargıya kapılıp gideceksin.'' Mavileri benim kahvelerimle buluştuğunda göz hapsine tuttu.
Pars Tekin'in dünyası düşüncelerinden ibaretti ve o düşüncelerini saklamayı oldukça iyi bilen bir adamdı. Kelimelerini özenle seçiyor karşısındakini düşünmeye itiyordu. Gazel'in açık sözlülüğünün yanından bile geçmiyor, fakat Arel'in laf cambazlığında aynı ipi paylaşıyordu ama bir ipte iki cambaz oynamazdı. Başımı iki yana sallayıp düşüncelerimi rafa kaldırdım.
''Çaldığın bir müzik aleti var mı?'' ortamdaki gerginlikten sıkılmıştım.
Başını iki yana sallayıp sessizliğini korudu. Müzik ikinci defa çalmaya başladığında artık mırıldanmayı bırakmıştı. Harelerinde anlam veremediğim anlık duygular gelip geçtiğinde yanlış bir soru sormuş gibi hissetmiştim.
''Peki ya.. bir müzik aleti çalmak isteseydin bu ne olurdu?''
''Sadece piyano.'' tek bir kelime. ''Neden sordun?'' gözlerini yoldan ayırmamıştı ama yandan bir bakış atmıştı.
''Bilmem, merak ettim.'' diyerek dürüst olduğumu belli ettim.
''Sen ne çalmak isterdin?'' soru sorma sırası ona geçmişti.
''Bilmem,'' dedim bakışlarımı kaçırarak. ''neden sadece piyano?''
''Bilmem.'' Sırıttı, boş bakışlarım yüzüne tırmandığında fark etmiştim ki yüzüne maske takmamış, gerçek duygularını göstermişti. Alaylı bakışlarından ziyade içtenlik yüzünde yer edinmişti.
''Gözlerini çek.'' diyerek beni uyardı.
''Ha,'' deyip anlık tepkimi koydum. '' dalmışım.'' söylediklerim onun hoşuna gidip yüzünde sinsi bir gülümseme oluşturdu.
''Ne!'' dedim. ''Niye öyle bakıyorsun? yanlış bir şey mi dedim?''
Gözlerini kısa süreliğine bana çevirip tekrardan yola döndürdü. Gittiğimiz yolda ağaçlar gittikçe sıklaşıyor hava iyice kararıyordu. Şehir dışına doğru gidiyorduk. Bunu biz konuşurken tabelayı geçtiğimizde anlamıştım. Soruma sessiz kaldığını fark ettiğimde beklentiyle ona baktım.
Saçlarıyla aynı koyulukta olan kaşlarını çattı, mavileri ise neden baktığımı sorguluyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp bıkkınlıkla nefesimi verdim.
''Soruma cevap vermedin.''
''Çünkü gerek yok.'' dedi, düz bakışlarla ama içten içe eğleniyor gibiydi.
Onu daha fazla zorlamak istemeyerek başımı cama yasladım. Fark etmiştim ki Pars, istemediği sorulara cevap verme gereği bile duymuyor, en fazla üstü kapalı cevaplar veriyordu.
Gözlerim ağaçlara iliştiğinde yapraklar, tıpkı ruhum gibi sararmış; dokunulsa un ufak olacak vaziyette savruluyordu. Yaprakları izledikçe düşünceler zihnimde tekrardan yer ediniyordu. Pars'ın söylediklerine uyarak gözlerimi dışarıdan alıp önüme döndüm. Aksi taktirde zihnimdeki odaları teker teker açacaktım. Bunu olmasını istemeyerek kahvelerimi Gazel'in üzerime giydirdiği düz mavi sweatshirte doğru usulca kaydırdım.
Sağ elimi kaldırıp dirseklerime kadar Sweatin kollarını çekip yaralarıma göz gezdirdim. Bir hafta önce geçirdiğim kaza da bir takım morluklar, kabuk bağlamış yaralar bana 2. hayatımın ilk hediyesi önce ki hayatımın son hayal kırıklığıydı. Hayal kırıklığı diyordum, çünkü toprağın altında kalan Vuslat, tüm kalbiyle hissediyordu. Gerçekleri hafızam yerine geldiğinde teker teker öğrenecektim.
''İyileşmeyecek ama geçecek'' dedi. ''Alışacaksın.''
Ne demek istediğini ilk defa tek seferde kavramıştım. Yaralarım ve ruhumun yaraları hiçbir zaman geçmeyecekti. Sadece alışacaktım, alışmayı öğrenecektim. Dolan gözlerimi avuç içlerimin tersiyle silip ona gülümsedim. Gülümsememe karşılık verirken ağaçlarla kaplı yoldan çıkıp patika yola giriş yaptı. İstanbul'da değildik ama yakınlarında olduğumuzu az çok anlamıştım. Pars, beni bilerek buraya getirmişti olaylara ne çok uzaktık ne de yakındık.
Sweatin kollarını hızla aşağı indirip önüme döndüm. Yaklaşık beş dakika sonra Pars, bıkkınlıkla oflayıp üzerindeki siyah hırkasını çıkarttı. Gözlerim sağ koluna doğru kayarken boğazıma yumru oturmuştu. Yutkunduğum da hissettiğim acıyı umursamadan kollarına daha dikkatle baktım. Boynuna doğru uzanan dövmeler resmen ben buradayım diyordu.
''Gözlerini çek.'' düz sesi kulaklarıma iliştiğinde anında ona doğru yönelttiğim vücudumu çevirip koltuğa yaslandım.
Şaşırdığım şey dövmeleri değildi, dövmelerinin altında kalan izlerdi. Sanki tüm o kesikleri kapatmak için dövme yaptırmıştı.
''Dikkatlisin,'' kendinden emin ifadesiyle, ''Ama içindekileri dışarı vuruyorsun. Kesikler için dövme yaptırmadım.'' diyerek gözlerini bana çevirdi.
O söyleyene kadar sesli düşündüğümün farkında bile değildim. Gözlerimi utançla kapatırken vücuduma ani bir alev dalgası yayılmıştı.
''Utanmana gerek yok, yanlış bir şey demedin.'' diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. ''Gözlerini aç.''
Gözlerim hala kapalıydı ve yüzünü göremiyordum. Sesindeki tını içime su serpilmesine yol açsa da açmamakta kararlıydım. Esas aklıma takılan şey daha önce düşündüklerimi de duyup duymamasıydı.
''Merak etme daha önce hiç sesli konuşmadın.'' Gözlerime baskı yaptığım ellerim bir anda çekildiğinde refleks olarak gözlerimi açtım. Pars, gözlerini kısarak bana bakıyordu. Araba durmuş kolunu ellerime doğru uzatmıştı. Ellerim, onun avuç içlerine düşerken vücudunu bana doğru çevirdi.
''Bunlar kesik değil çaylak! benim zehrimi akıttığımın göstergesi.'' kolunu, ellerimden çekip sol eliyle dövmelerini işaret etti. Yüzümü sabit tutmaya özen göstererek bende ona doğru döndüm.
''Her yılanın kendine has özellikleri vardır. Dünyadaki tüm yılanlar duyu organlarına göre kategorilere ayrılırlar.''
Parmağımı tutup önce yılanın başına doğru götürüp durdurdu. ''Zehirli yılanların boyun kısmı belirgin, üçgen şeklindedir. Zehirsiz olanların ise başı daha oval yahut daha düzdür, boyunları ise neredeyse yok gibidir.'' gözlerini üzerimden bir an olsun çekmiyor konuşurken tepkilerime dikkatlice bakıyordu. ''Ayrıca zehirli yılanların başlarında küçük pullar bulunur.'' diyerek kaşlarımın çatılmasına yol açtı.
''Dövmen, bu iki kategoriye de uymuyor.'' dedim çatallaşmış sesimle. Başını onaylayarak sallayıp ellerimi şakalarına götürdü.
''Benim zehrim burada.'' dedi. ''Dövmelerim ruhumun yanılsaması.'' Parmaklarımı şakaklarına daha çok baskı yapıp gözlerini yumdu. Yutkunarak ona baktığımda okyanusuna beni daha çok çekerek gözlerini açtı. ''Kural 1: Akıl en büyük zehirdir. Kalbin ise aklının oyunudur. Ve sen Vuslat Sözen, kalbinin seni davet ettiği oyunda zehrini akıtmayı aklının bir köşesine kazı.'' parmaklarımı avuç içlerine alarak ters çevirdi. Gözleri, belirginleşmiş damarlarımda gezinirken merakla ona bakmayı sürdürdüm.
''Yaşam ipleri.'' diyerek gözlerinin ucuyla damarlarımı gösterdi. ''Kural 2: yaşam iplerini kimsenin ellerine verme.'' ellerimi avuç içlerinden çıkarıp son kez dövmesinde gezindirdi. Söylediklerini hayranlıkla dinlerken içimde alev alev yandığını belirten sıcaklık, tüm vücuduma yayılmaya başlamıştı. Pars'ın vücudunu hissederken onun benim aksime buz gibi soğuk olduğunu fark ettim. Arabanın içerisi dışarıya göre oldukça sıcaktı, fakat teni anlamlandıramadığım şekilde soğuktu. Üşümüş müydü? değildi. Çünkü hırkasını çıkardığından beri uzun süre geçmemişti ve bir anda bu kadar soğumuş olması mantığıma uymuyordu.
''Kural 3: Sabırlı ol! engerek yılanı gibi zehrini verdikten sonra sadece bekle ve bu süreçte de avını takip et. Yolun sonunda avının ölüsü ayaklarının dibine düşecektir.'' ellerimi bırakıp gözlerindeki soğuk bakışları yok ederek gülümsedi. Gülümsediğinde yanaklarının kenarlarında oluşan çizgileri yeni yeni fark ediyordum. Pars Tekin, beni yeni yeni kabulleniyor ve ruhunun yanılsamasını ortadan kaldırıp kendi gerçekliğini bana ilk defa tattırıyordu.
''Şimdi devam edelim mi? yoksa saksıyı boşaltacak mısın?'' deyip kaşlarını yukarı doğru kaldırdı.
Yola devam edelim mi? yoksa aklındaki soruları dile getirecek misin? kendi kendime cümlesini düzeltmemle gülerek bakışlarımı ona çevirdim. Başımı iki yana sallarken sırtımı tekrardan koltuğa yasladım. O da benim gibi yapıp arabayı tekrardan çalıştırdı. Gülmemi durdurduğumda artık Pars'ı anladığımı fark ettim ya da öyle sandım. Bilemiyorum.. ama bilmek için elimden geleni yapacaktım. Arel'in insanlara taktığı lakaplar gibi Pars'ta kendine bir lakap seçmişti, fakat Arel'in aksine bunu sadece tuzak olarak kullanıyordu. Tebessüm ederek az önce dediklerini zihnimden bozuk plak misali başa sarıp sarıp durdum.
Kural 1: Aklını kullan.
Kural 2: Hayatını koru.
Kural 3: Sabırlı ol.
Eğitime gitmek için yola çıkmıştık, fakat eğitim çoktan başlamıştı. Pars, en başında tahmin ettiğim gibi kendi dünyasında yaşan biriydi ve bu durum onun, başkalarına karşı kalkan görevini üstlenmesine yol açmıştı. Gözlerim ara sıra dövmesine kayarken yılanın haricinde başka dövmeleri daha olduğunu fark ettim. Dürüst olmak gerekirse kolu tıpkı kaosu andırıyordu. Birbirine geçmiş çizimler ve yazılar yılanın etrafında duruyordu. Tüm bunlar, birbirlerine ne kadar zıt dursa da bir o kadar da uyum içerisinde ahenkle dans ediyor gibiydiler. Öne çıkarılan yılan dövmesinin yanındaki figürler ilgimi daha çok çekmeye başladığında hızla gözlerimi yola çektim. Pars'ın şuan üzerine yolladığım bakışların her birinin farkında olduğuna yemin edebilirdim ama sessizliğini korumakla yetinmişti.
Akşam güneşi batmaya hazırlanırken Pars, arabayı usulca durdurup iki katlı gri villanın garajına doğru yöneldi. Gideceğimiz yere vardığımızı anladığımda şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. Böyle bir yeri asla beklememiştim.
''Pars Tekin'in dünyasına hoş geldin.'' dedi neşeyle.
Direksiyonu kavrayan ellerini serbest bırakıp arabadan indi. Bende peşinden indiğimde arabanın arkasında Gazel'in, Pars'a zorla taşıttığı çantaları yere bırakıyordu. Göz ucuyla bana bakıp elime siyah bir sırt çantasını verdi.
''Al bakalım bunu çaylak.''
''Çaylak mı!'' dedim yüzümü buruşturarak.
2.defa aynı kelimeyi söylüyordu...
''Hoşuna gitmedi mi?'' diyerek eliyle çattığım kaşlarımı düzeltti. Şaşkınlığım daha çok artarken ona bakmayı sürdürdüm. Başını sağa doğru yatırıp elime küçük valizlerden birini tutuşturdu. kafamı iki yana sallayıp hoşlanmadığımı belirttim.
''Hoşuna gitmeyecek bir sürü şey olacak.'' eğlendiğini belirtip yarı ciddiyetini sundu. ''Alış bunlara çaylak!'' elindeki valizle önümden geçerek yürümeye başladı.
Peşinden gidip ona ayak uydurmaya başladım. Nasıl bir eğitimle karşılaşacaktım bilmiyordum, ama iki önceliğim vardı. Aileme yapılanların karşılığını tek tek insanlara ödetmek ve hafızamı kazanmaktı.
Pars, valizleri bırakıp cebinden anahtarı çıkardı. Kapıyı açarken içeriden klasik müzik sesi kulaklarıma doğru ulaştı. Kapı açıldığında Pars, geçmem için kendini geriye çekti. Dudaklarımı yukarı doğru kıvırarak içeriye doğru adımladım.
''Benimle gel.''
Elindeki valizleri kapının kenarına bırakıp salon olarak tahmin ettiğim yere doğru adımladı. Bende elimdekileri onun bıraktığı yere bırakıp peşinden gittim. Salona adımımı attığım anda duraksamam bir olmuştu. Müziğin sesi yavaş yavaş kısılmış tanımadığım ya da anımsayamadığım yüzler listesine üç farklı kişi daha katılmıştı. Pars, yemek masasının başına otururken eliyle boş sandalyeleri işaret etti. İfadesizliğimi koruyarak Pars'ın karşısında, bana en yakın olan sandalyeye oturdum. Pars'ın sağında platin sarısı saçlı bir çocuk ve pembe saçlı bir kız oturuyor bana tebessüm ederek bakıyorlardı. Solunda ise kömür karası saçlarıyla bayık bakışlar atan başka bir oğlan oturuyordu. Dudaklarımı gerginlikle birbirine bastırıp onların konuşmasını bekledim. Pembe saçlı kızın tebessümü genişlerken ela gözlerine sinsilik yerleşmişti.
''Hoş geldin.'' diyerek yanındaki oğlana baktı. ''Hiç hoş gelmedin.'' dedi dalga geçtiğini belirterek. Onunda gözleri karşısındaki oğlana kaydığında kız dirseğiyle sarı saçlı oğlanın karnına vurdu. Pars, onları silik tebessümüyle izlerken siyah saçlı oğlan gülümseyerek bana baktı.
''Eğitime hazır mısın?''
♡
~Selamm♡
~Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz?
~Pars ve Vuslat arasındaki diyalog nasıldı?
~Son sahne biraz süprüzlü oldi;))
Yorumlarınızı eksik etmeyin Öpüldünüz:)
Hesaplar:
Instagram: Edanuryd= Kişisel hesabım
_kozaa= Kitap içerikli hesabım
Youtube: Edanur Yeşildağ = Kitap içerikliklerini paylaşıyorum.
♡Tüm platformlarda takip edip desteğinizi esirgemezseniz ne mutlu bana♡
2.
Tepkiniz nedir?
Beğen
1
Beğenmedim
0
Sevdim
2
Eğlenceli
2
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
1