Kocana Göre Başını, Horanta'na Göre Aşını Ayarla

Ekim 6, 2025 - 20:34
 0
Kocana Göre Başını, Horanta'na Göre Aşını Ayarla

''KOCANA GÖRE BAŞINI, HORANTA'NA GÖRE AŞINI AYARLA''

? “Ritmini Bulmak”

Yağmurun ince bir perde gibi şehrin üzerine örüldüğü o sabah, Fethiye, sanki derin bir düşünceye dalmıştı. Gökyüzü kurşuni bir ağırlıkla evlerin üzerine çökmüş, rüzgâr sokak aralarında dolaşan bir anının peşindeymişçesine usul usul esiyordu. Zeynep, mutfakta kahve makinesinin ritmik tıkırtılarını dinlerken bir yandan da pencerenin önünde duruyor, damlaların camda bıraktığı izlere dalıyordu.

Salonda, Murat’ın çalışma masasında hâlâ açık duran bilgisayar ekranının mavi ışığı, odanın karanlığında soğuk bir yankı gibi titreşiyordu. Zeynep, o ışığın yaydığı sessizlikte, aralarındaki farkı bütün çıplaklığıyla hissederdi. Murat, hayatı bir koşu gibi yaşayanlardandı; kararları keskin, cümleleri süratli, adımları kararlıydı. Zeynep ise sabrın ve bekleyişin dilinden konuşurdu; kelimelerin arasında sessizliği, aceleciliğin içinde sükûneti arardı.

Evliliklerinin ilk zamanlarında bu farklar onları birbirine çekmişti. Murat, Zeynep’in dinginliğinde ruhuna sığınacak bir liman bulmuş; Zeynep ise Murat’ın kararlılığında yönünü belirleyen bir rüzgâr sezmişti. Fakat yıllar geçtikçe, başlangıçta köprü olan bu farklılıklar, yavaş yavaş iki kıyıyı birbirinden ayıran bir nehre dönüşmeye başladı.

? Kırılma

Bir akşamüstü, yağmurun sokak lambalarını bulanık halkalarla sardığı bir vakitte eve döndüler. Murat, kapıdan içeri girer girmez ceketini bir kenara attı; ayakkabılarını çıkarırken omuzlarındaki yorgunluk neredeyse görünür bir hâl almıştı. İş yerinde gün boyunca yaşadığı tartışmalar, yüzüne öfkenin gölgesini düşürmüştü.

Zeynep, her zamanki gibi sessizliğe sığındı. Mutfağa geçti, çay koydu. Onun için sessizlik bir kaçış değil, bir zamanlama meselesiydi. Lakin Murat bu kez bu sessizliği bir sığınak değil, bir uzaklık olarak gördü.

“Bir şey söyle artık, Zeynep!” dedi birden, sesi yağmuru bastıracak kadar keskin çıkmıştı. “Hep susuyorsun. Hep… Sanki hiçbir şey seni ilgilendirmiyor.”

Zeynep, elindeki çaydanlıktan yükselen buhara bir an baktı; gözleri Murat’a çevrildiğinde kelimeler dudaklarında titredi.

“İlgilenmiyorum değil,” dedi nihayet, yumuşak ama derin bir tonla.

“Öyle görünüyorsun,” dedi Murat, sertliğini saklamaya çalışmadan. “Ben didinirken, sen hep bir kenarda, sanki başka bir dünyanın insanıymışsın gibi susuyorsun. Ne için bekliyorsun?”

Zeynep’in içinden bir şey kırıldı o an. “Senin hızına yetişmemi bekliyorsun,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı. “Ama ben yürümeyi seviyorum, koşmayı değil. Sessizliğim kayıtsızlıktan değil; anlamak, sindirmek için…”

O gece, evin duvarlarında iki ayrı sessizlik yankılandı. Birbirine dokunmayan ama birbirini hisseden iki kalbin arasında yağmurun sesi kaldı yalnızca.

? Geçmişin Sesi

Ertesi gün Zeynep, annesine gitti. Salonun duvarında asılı duran eski bir fotoğraf, gözlerini üzerine çekti: Anneannesiyle dedesi, bahçedeki ahşap bir sandalyede yan yana oturmuş, ikisinin yüzünde de vakur ama huzurlu bir tebessüm vardı. O fotoğrafa bakarken çocukluğundan bir ses yankılandı zihninde:

“Kocana göre başını, horanta’na göre aşını ayarla.”

O vakitler bu söz ona sıradan bir ev öğüdü gibi gelirdi. Oysa şimdi, hayatın orta yerinde, bu söz bir öğütten ziyade bir yol haritası gibiydi. Ne tamamen kendi bildiğini okumakla ne de başkasının rüzgârına kapılmakla yürümezdi hayat. Asıl mesele, iki farklı ritmi bir yürüyüşte buluşturmaktı.

? Dönüm

Bir hafta sonra Murat eve alışılmadık bir saatte geldi. Salon loştu. Masada, babaannesinden kalma işlemeli bir örtü seriliydi. Üzerinde mumlar yanıyor, sade ama özenli bir sofra onları bekliyordu. Zeynep, masanın başında sessizce duruyordu.

“Bugün özel bir gün mü?” diye sordu Murat, şaşkın ama içten bir sesle.

Zeynep gülümsedi; gülümsemesinde bir kararlılık saklıydı.
“Evet,” dedi. “Seni dinlemeyi yeniden öğrenmek istediğim bir gün.”

Murat sandalyeye oturdu. Bu defa konuşmadı; Zeynep’in sessizliğinde duyulmamış cümlelerin varlığını hissetti.

“Ben senin hızına yetişemedim,” dedi Zeynep yavaşça. “Ama hiçbir zaman geride kalmadım. Sadece kendi yolumdan yürüdüm. Belki de koşmayı değil, birlikte yürümeyi denemeliyiz.”

Murat, başını hafifçe eğdi. “Ben koşarken seni hep yanımda sandım,” dedi. “Ama hiç arkama bakmadım. Belki de seni beklemek değil, adımlarımı seninle eşitlemek gerekiyordu.”

O gece uzun uzun konuştular. Sanki iki ayrı nehir, yıllar sonra aynı deltada buluşmuş gibiydi.

? Olgunlaşma

Zaman geçti. Aralarındaki çatlaklar silinmedi ama sevgiyle dolduruldu. Zeynep artık Murat’ın aceleciliğinde korkulacak bir fırtına değil, hayatın kıvılcımını görüyordu. Murat ise Zeynep’in sessizliğinde uzaklık değil, sabrın zarafetini keşfetmişti.

Aşk, artık büyük sözlerin değil; aynı sofrada yan yana oturmanın, bir bakışta anlaşmanın, aynı anda susmanın incelikli dilinde kök saldı.

Ve bir gün Zeynep, mutfakta kahve yaparken kendi kendine gülümsedi. Anneannesinin sesi bir kez daha kulaklarında çınladı:

“Kocana göre başını, horanta’na göre aşını ayarla.”

Bu söz, artık onun için bir öğüt değil, bir hayat biçimiydi. Modern bir apartman dairesinde, yağmurun camlara usulca vurduğu bir akşamüstünde, kadim bir Anadolu hikâyesi yeniden yazılmıştı.

Yazan
Korhan KÜLÇE
06/10/2025
www.korhankulce.com

Tepkiniz nedir?

Beğen Beğen 0
Beğenmedim Beğenmedim 0
Sevdim Sevdim 0
Eğlenceli Eğlenceli 0
Sinirli Sinirli 0
Üzgün Üzgün 0
Vay Vay 0
Korhan KÜLÇE Ben; Kelimelerin sessiz ama derin gücüne erken yaşlarda kulak veren; fakat bu çağrıyı kaleme dökmeye ancak yıllar sonra cesaret eden bir anlatıcıyım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda sözcükleri biriktirdim; kimi zaman defterlerin kenarına, kimi zaman zihnimin sessiz koridorlarına notlar düştüm. O yıllarda yazmak, bir eylemden çok bir bekleyişti, zamanla demlenecek bir içsel dilin hazırlığıydı. Yaşamın dönemeçlerinde sessizce biriken gözlemlerim ve iç konuşmalarım, sonunda kelimelere dönüşecek olgunluğa erişti. Yazıya geç başlamam bir gecikme değil, anlatacaklarımın derinleşmesine vesile olan uzun bir iç yolculuktu. Kalemimden dökülen metinlerde bu yolculuğun izleri açıkça hissedilir: kelimelerim acele etmez, duygularım yüzeyde gezinmez; her cümlem, yıllar boyunca içimde taşınmış bir düşüncenin ağırbaşlı yankısıdır. Benim dünyamda zaman yavaşlar, sesler usulca belirir; okur, hem kişisel hem evrensel bir anlatının kıvrımlarında kendi yolunu bulur. Kitaplarım… Onlar, içimde uzun yıllar sessizce yankılanan seslerin kâğıda bürünmüş hâli. Bir gecenin ortasında fısıldanan bir cümleden, bir sabahın ilk ışığında doğan bir düşünceden süzülüp geldiler. Her biri kendi zamanında, kendi mevsiminde yazıldı. Kimi bir yağmurun ince sızısıdır, kimi bir rüzgârın taşıdığı uzak bir hatıradır. Kelimelerimin arasından geçerken, belki kendi hikâyene benzeyen bir yankı duyarsın. Çünkü ben yazarken çoğu zaman kendime değil, sessizce bekleyen o görünmez okura seslenirim. Kitaplarım, yalnızca satırlardan ibaret değildir; onlar, kalbimin sakladığı seslerin, yıllarca konuşmayı bekleyen duyguların suretleridir. Ben sustukça onlar konuşur. Ben geçtiğim yerlerden uzaklaşsam da, onlar orada kalır, kelimelerin vefalı bekçileri gibi. Kitaplarım; Defne'nin Hikayesi - Fethiye'nin Sırları ve Kayaköy'ün Fısıltıları Elif'in Hikayesi - Gölgedeki Kadın Ece'nin Hikayesi - Güneşin Gölgesindeki Sır Alice'in Hikayesi - Küçük Bir Kalbin Yolculuğu Özlem'in Hikayesi - Zeytin Gölgelerinde Bir Tohum Farklı Hayatlar, Farklı Hikayeler İlişkiler Hakkında - 1 Biri Görür, Öteki Hisseder - Şiir Kitabı Sen de Haklısın Korhan KÜLÇE