Son Nefesin Günlüğü - Hikaye
SON NEFESİN GÜNLÜĞÜ (BARIŞ)
Gece öylesine sessizdi ki, sanki dünya nefesini tutmuş, zamanı beklemeye almıştı.
Direksiyonun üzerinde ellerim titriyordu. Yanımda Aylin vardı; başı cama yaslı, nefesi incecik, kırılgandı.
Her soluk alışında biraz daha kayboluyordu bu dünyadan; sanki varlığı yavaşça eriyordu elimden.
Farların ışığında yol uzayıp gidiyordu.
Her metre, kalbime bir ağırlık daha ekliyordu.
Bir insan anlıyor ki, dualar bazen tek bir bedeni yaşatmak için edilir; ama Tanrı bazen sessiz kalır, sadece bakar ve izin verir.
“Üşüyor musun?” dedim, sesi titreyerek, boğuk bir fısıltı gibi.
Gözlerini açmadan gülümsedi.
“Hayır,” dedi, “artık üşümüyorum.”
O an anladım: artık dünyanın hiçbir ağırlığı ona dokunmuyordu.
Yalnızca ışık vardı, yalnızca sessizlik vardı ve ben… çaresizliğimle oturuyordum yanında.
Deniz kıyısına vardığımızda geceyle sabah birbirine karışmıştı.
Gökyüzü gri bir örtü gibi gerilmiş, rüzgâr nefesini tutmuş, bir mucizeyi bekliyordu.
Arabayı durdurdum.
“İşte geldik,” dedim.
“Burası neresi?” diye sordu, sesi hâlâ titrek, hâlâ nazik.
“Güneşin doğduğu yer,” dedim.
Sanki bir çocuk gülümsüyordu.
“Güneşi görebilecek miyim?”
“Göreceksin,” dedim.
Ama içimde, Tanrı’yla aramızda kalan bir sır vardı: Bu sabah her şey farklı olacaktı.
Battaniyeyi serdim. Onu kollarıma aldım, kumların üzerine oturttum. Başını omzuma yasladı.
O kadar hafifti ki… sanki yılların ağırlığını bırakmış, geriye yalnızca hatırası kalmıştı.
“Biliyor musun,” dedi, sesi kırık ve narin, “ben hiç ölümden korkmadım.”
“Biliyorum,” dedim, boğuk bir fısıltıyla, “ben sadece seni burada bırakmaktan korkuyorum.”
Bir kelime bile çıkamadı ağzımdan. İçimden geçen her şey, boğazımda düğümlendi, sessizliğe dönüştü.
Sadece ellerini tuttum. Soğuktu. Ve o soğuğu ezberledim. Çünkü bir gün, bu elleri hatırlayarak ısınmak isteyecektim; tek başına, sensiz.
Ufuk çizgisi solgun bir maviye döndü, ardından pembe ve altın…
Deniz, sabahı ilk fark eden olmuştu.
Ufukta beliren küçük ışık, yavaşça büyüdü.
Ve ben ilk kez bir doğuşun, ölüm kadar ağır hissettirdiğini anladım.
“Ne güzelmiş,” dedi Aylin, sesi titrek bir melodi gibi.
“Dünya yeniden doğuyor.”
“Evet,” dedim, “ama sensiz.”
Başını çevirdi. Gözlerinde hâlâ eski ışık vardı; bir vedanın ve bir aşkın ışığı.
“Ben sensiz değilim,” dedi, “sadece senden önce gidiyorum.”
Rüzgâr esti. Saçları yüzüme değdi.
O dokunuş, bir veda kadar ağır, bir hatıra kadar sıcak… ve ömrüm boyunca taşıyacağım bir acının habercisiydi.
Bir süre sonra nefesi değişti.
Sanki içinde bir rüzgâr durmuş, tüm zaman duraklamıştı.
Yavaş, neredeyse duyulmayacak kadar sessiz bir sesle, “Teşekkür ederim,” dedi.
Sonra… sessizlik.
Başımı eğdim. Yüzü bana dönüktü.
Bir huzur vardı o yüzünde, öylesine derin, öylesine kırılgan ki, bir an Tanrı’yı gördüm gözlerinin çizgilerinde.
Elini tuttum. Tepki yoktu. Ne nefes, ne sıcaklık.
Sadece sessizlik. Ve doğan güneş.
Ne kadar oturduğumu hatırlamıyorum. Martılar bağırdı, insanlar yürüdü, dalgalar kabardı.
Ama ben hareket etmedim. Sanki ben de onunla birlikte durmuş, zamanı bekliyordum.
Güneş yükseldi. Denizin üstü altınla kaplandı. O ışık Aylin’in yüzüne vurdu.
Ve ben fısıldadım:
“Gördün mü Aylin, güneş senin için doğdu.”
Bir damla yaş, yanaklarımdan dudaklarına düştü. Belki Tanrı o damlayı gördü.
Belki de bu yüzden rüzgâr bir an için sustu.
Yıllar geçti. Deniz hâlâ aynı,
ama ben… artık o eski ben değilim.
Her sabah güneş doğarken, onun nefesini duyar gibi oluyorum.
Ve her defasında, içimden sessizce fısıldıyorum:
“O sabah sen gittin, Aylin.
Ama ben de seninle gittim.
Yine de, her doğan güneşte senin ışığında yaşamayı öğrendim.”
Yıllar geçti.
Deniz aynı kaldı, ama ben değiştim.
Şimdi her sabah güneşin doğuşuna baktığımda, onun nefesini hatırlıyorum.
Ve her sabah, kendime sessizce söylüyorum:
“Ben o sabah öldüm, Aylin.
Ama senin ışığında hâlâ yaşıyorum.”
.....
Bazen biri gelip yanımdaki banka oturuyor.
“Burada hep oturuyorsunuz,” diyorlar.
Gülümsüyorum.
“Evet,” diyorum,
“burada bir kadın güneşin doğuşunu izleyerek öldü.”
Ve içimden ekliyorum:
Ve ben hâlâ o güneşi izliyorum,
sanki bir gün, o ışığın içinden
sen geri dönecekmişsin gibi.
SON NEFESİN GÜNLÜĞÜ (AYLİN)
Gece, bedenimde sessizce dolaşıyor.
Biliyorum, çok yakında bu bedenden çıkacağım.
Ama gözlerim hâlâ dünyaya takılı, hâlâ Barış’ın yüzünü arıyor.
Her nefesimde onun sıcaklığını, beni korkusuzca tutmasını hissediyorum.
Bugün farklı bir gece.
Barış arabayı sessiz sürüyor, farların ışığı bizimle konuşuyor.
Ellerinin titrediğini hissedebiliyorum.
Beni öyle görmek istemiyor; ama gözlerimi kapattığımda bile biliyorum ki, korkusunun içinde sevgi var, ve o sevgi beni bırakmayacak.
Bir an eski bir sabahı hatırladım.
Uykulu gözlerle birbirimize bakmıştık. O zaman da zamanı durdurmak istemiştim.
Şimdi zamanı durduramıyorum; zaman benim sessiz düşmanım olmuş.
Deniz kıyısına vardığımızda hâlâ karanlıktı.
Ama ufuk çizgisi sanki benim için açılmış bir pencere gibi belirdi.
Barış arabayı durdurdu. Motor sustu.
Baktım ona; yıllardır tanıdığım adam, şimdi korkudan titriyor.
Ben ise korkmuyorum. Ölmekten değil, geride bırakacağım boşluktan korkuyorum.
“Barış…” dedim, sesi neredeyse rüzgâr kadar ince.
“Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim.”
Başını çevirdi. Gözlerinde kelimeler boğulmuştu, boğazında çığlıklar vardı.
Gülümsedim; o gülümseme kırık ve ağırdı.
“Artık gitme zamanı,” dedim, “ama unutma, ben hep seninle olacağım.”
Battaniyeye gömüldüm.
Barış kollarımı sardı, başımı göğsüne yasladı.
Kalbini duyuyordum; her atışı bir dua gibiydi.
Belki de ölüm, kaybetmekten daha az acı verirdi. Ama ben huzurluydum; gözlerim onun gözlerinde son kez buluşuyordu.
Ufuk çizgisi yavaş yavaş açıldı: solgun mavi, sonra pembe, sonra altın.
Güneş doğuyordu. Ve ben biliyordum: bu ışık benimle gelecek, sonsuza dek Barış’ın içinde kalacak.
“Ne kadar güzel,” fısıldadım.
“Dünya yeniden doğuyor… ama ben gidiyorum.”
Barış başını kaldırdı; gözleri denize takılıydı.
“Sensiz…” dedi, kelimesi havada kayboldu.
Gülümsedim; dudaklarım her şeyi söylüyordu:
“Ben sensiz değilim. Hep seninle olacağım, nefes aldığın her an.”
Bir rüzgâr esti. Saçlarım yüzüne değdi, parmaklarımı tuttu.
O dokunuş, bir veda kadar ağır, bir hatıra kadar sıcak.
Son nefesimi verdim.
O nefes öylesine derin, öylesine sessizdi ki, deniz bile durdu.
Gözlerimi kapattım; yüzümde bir huzur vardı.
Artık acı yok, korku yok… sadece Barış vardı, kollarında, ışıkta ve sonsuzlukta.
Ve o an düşündüm:
Bazen sevmek, bırakmak kadar büyüktür.
Bazen vedalar, ölümlerden daha uzun sürer.
Ama işte ben, sonsuza dek onunla olacağım.
Barış’ın sessizliğini dinledim bir süre.
Ve fısıldadım, rüzgârın götürdüğü bir sır gibi:
“Güneşi sen izle… Ama beni hatırla.”
Yazan
Korhan KÜLÇE
Tepkiniz nedir?
Beğen
0
Beğenmedim
0
Sevdim
0
Eğlenceli
0
Sinirli
0
Üzgün
0
Vay
0