Paspaturda Cinayet - Hikaye

Kasım 6, 2025 - 14:03
 0
Paspaturda Cinayet - Hikaye

I. BÖLÜM — GECENİN NABZI

Fethiye’nin kalbi, geceleri de atar.
Ama Paspatur’unki, başka çarpar.
Taş sokaklar, yüzyılların suskunluğunu taşır; duvarlar deniz tuzu ve eski hikâyeler kokar.
Rüzgâr, rakı ve pişmanlık taşır; her köşe bir hatıranın eşiği, her gölge bir itirafın bekçisidir.

Fakat o gece, fısıltılar sustu.
Bir çığlık, taş duvarlara çarpıp yankılandı;
sonra bir sessizlik çöktü — ağır, derin, boğucu… sanki zaman nefesini tutmuştu.

Saat üçe geliyordu.
Gökyüzü, bulutların ardına gizlenmiş bir yara gibiydi.
Hanın arkasındaki dar sokakta bir kapı üç kez vuruldu:
Tık. Tık. Tık.

Komiser Cem Kara, uykusundan sıyrıldı.
Yıllardır gecenin seslerini duymaya alışmıştı ama bu başka bir yankıydı —
tanıdıktı.
Tıpkı on yıl öncesinin hayalet sesi gibi.

Montunu kaptı, sokağa çıktı.
Ay ışığı taşlara soğuk bir merhem gibi yayılıyordu.
Paspatur’un adımları, geçmişin tozuna karışmıştı.

Sokağın sonunda mavi ışıklar yanıp sönüyordu.
Bir ceset, bir anahtar, bir not.
Adamın boynunda ip izleri vardı.
Cem diz çöktü.
Yüz yabancıydı ama cebinden çıkan not kalbine saplandı:

“Seni orada bekleyeceğim. Eski çeşmenin önünde. — M.”

O “M” harfi, Cem’in en eski yarasının baş harfiydi.
Mina.

On yıl önce kaybolmuştu Mina.
Bir ressam, bir sır, bir kadın.
Gözleri mavi, sesi hüzün.
Bir sabah ansızın gitmiş, ardında yarım kalmış bir tablo bırakmıştı.

Cem notu yumruğunda ezdi.
“Demek yine Paspatur…” diye mırıldandı.
Ve gece yeniden nefesini tuttu.

II. BÖLÜM — RESSAMIN DÖNÜŞÜ

Sabah, taşlara serinlik vurduğunda şehir hâlâ uykudaydı.
Cem bir sigara yaktı; duman, düşünceleriyle birlikte göğe karıştı.
Bir memur yaklaştı.
— Komiserim, biri sizi görmek istiyor. Adı... Mina Gökçen.

Cem’in parmakları sigarayı düşürdü.
Zaman bir anlığına durdu.
— Ne dedin?
— Kadın, kendi geldi. “Beni o çağırdı,” dedi.

Ve biraz sonra Cem, hanın avlusundaydı.
Oradaydı Mina.
Yıllar geçmiş, yüzü değişmişti; ama o sessizlik hâlâ gözlerindeydi.
Bir zamanlar ışıkla dolu olan o gözler, şimdi sönmüş bir yıldız gibiydi.

— Sen... hayattasın, dedi Cem.
Kadın gülümsedi; acının içinden geçen bir gülümseydi bu.
— Hayatta kalmak, bazen sadece nefes almak demektir, Cem.

Elinde yıpranmış bir defter vardı.
— Bu gece ölen adam beni buldu. Ben istemedim.

Cem defteri açtı.
Sayfalar dolusu çizim… hep aynı yüz.
Ölen adamın yüzü.

— Kimdi o?
Mina fısıldadı:
— Geçmişim.
— Daha açık konuş.
— O tabloyu hatırlıyor musun? On yıl önce yarım kalan tabloyu?
— Unutmadım.
— O tabloyu çalan oydu. Hem tablom, hem hayatım onundu artık.

Cem’in zihninde eski bir gece parladı;
Mina’nın gözyaşları, yarım bir tablo, sonra sessizlik.

— Ve şimdi o öldü, dedi Cem.
— Evet, dedi Mina, neredeyse huzurlu bir sesle.
— Senin elinle mi?

Kadın gözlerini kapadı.
— Bazen resim biterken fırça kırılır, Cem.

Cem sustu.
Bir yanda kanun, bir yanda kalbi.
Birini seçmek, diğerini öldürmek gibiydi.

III. BÖLÜM — HANIN SIRRI

Gece yarısı hanın içine yalnız girdi Cem.
El fenerinin ışığı, duvarlarda kayıp ruhlar gibi gezinirken
her tablo bir yüz, her leke bir itiraftı.

Bir tablo özellikle dikkatini çekti:
Eski bir çeşme, başında bir kadın,
suyun yansımasında ise bir adamın silueti.
Kenarında koyu, kurumuş bir leke — sanki kan değil de zamanın izi.

Cem kalbinin ritmini duydu.
Alt kattaki paslı kapıdan geçti.
Yerde bir şey parladı:
Bir gümüş bileklik.
Üzerinde kazınmış tek bir harf: M.

O bilekliği hatırlıyordu.
Mina’nın bileğinde parlayan o ince halka…
Demek hiç gitmemişti.

Gizli odada duvarda fotoğraflar: Mina ve o adam.
Gülüyorlardı.
Ama her gülümseme bir gün pişmanlığa dönüşür.

Bir defter buldu Cem.
Sayfalarında bir cümle dikkatini çekti:

“O tabloyu satmak istiyor. Bana ihanet etti.
Eğer bugün çeşmede buluşursa, her şey bitecek.”

Tarih, Mina’nın kaybolduğu geceye aitti.

Cem başını kaldırdı.
Bir fısıltı duydu:
— Bitmemiş hiçbir tablo yoktur, Cem.

Arkasını döndü.
Mina oradaydı. Elinde fırçası, gözlerinde bir cinnetin sessizliği.

— Neden döndün?
— Çünkü geçmiş benden hiç gitmedi.
— Onu sen mi öldürdün?
Kadın sessizce başını salladı.
— Ama o da beni on yıl önce öldürmüştü.

Cem silahına uzanmadı.
Çünkü karşısında bir katil değil, bir itirafın suretini görüyordu.

— Ressamın suçu, tablolarının fazla gerçek olmasıdır, dedi Mina.
— Ben sadece resmettim, Cem. O da kendi kaderini buldu.

Ve fırçasını yavaşça yere bıraktı.

IV. BÖLÜM — SON TABLO

Sabahın ilk ışığı Paspatur’un taşlarını griye boyadı.
Deniz tuzu havada, zaman taşlarda, suç vicdanda kaldı.

Cem, çeşmenin önünde durdu.
Elinde o bileklik, gözlerinde cevapsız sorular.
Sular solgun bir kırmızıya dönüyordu.

Mina kayıptı.
Ne han odasında, ne limanda, ne şehirde.
Sanki hiç var olmamıştı — ya da sadece bir resimden ibaretti.

Günler geçti.
Dosya kapanmadı ama Cem’in kalbi kapanmaya başladı.
Bir sabah masasında bir zarf buldu.
Üzerinde tanıdık bir el yazısı: Mina.

“Cem, bazı cinayetler bir resmin tamamlanma biçimidir.
Beni affetme, ama anla.
Çünkü ben seni öldürmedim; sadece kendimi çizdim.
— M.”

Cem mektubu katladı, cebine koydu.
Paspatur’un taş sokaklarında yürürken hanın duvarına baktı.
Yeni bir çizim vardı:
Karakalem bir yüz, ince bir gülümseme,
ve altında tek bir harf: M.

O an anladı Cem:
Bazı hikâyeler kapanmaz,
bazı aşklar öldürmez, sadece iz bırakır.

Ve Fethiye’nin taş kalbi bir kez daha atmaya başladı.

Çünkü her cinayet, biraz da yarım kalmış bir aşkın başka bir adıdır.

SON

Yazan
Korhan KÜLÇE
06.11.2025
www.korhankulce.com

Tepkiniz nedir?

Beğen Beğen 0
Beğenmedim Beğenmedim 0
Sevdim Sevdim 0
Eğlenceli Eğlenceli 0
Sinirli Sinirli 0
Üzgün Üzgün 0
Vay Vay 0
Korhan KÜLÇE Ben; Kelimelerin sessiz ama derin gücüne erken yaşlarda kulak veren; fakat bu çağrıyı kaleme dökmeye ancak yıllar sonra cesaret eden bir anlatıcıyım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda sözcükleri biriktirdim; kimi zaman defterlerin kenarına, kimi zaman zihnimin sessiz koridorlarına notlar düştüm. O yıllarda yazmak, bir eylemden çok bir bekleyişti, zamanla demlenecek bir içsel dilin hazırlığıydı. Yaşamın dönemeçlerinde sessizce biriken gözlemlerim ve iç konuşmalarım, sonunda kelimelere dönüşecek olgunluğa erişti. Yazıya geç başlamam bir gecikme değil, anlatacaklarımın derinleşmesine vesile olan uzun bir iç yolculuktu. Kalemimden dökülen metinlerde bu yolculuğun izleri açıkça hissedilir: kelimelerim acele etmez, duygularım yüzeyde gezinmez; her cümlem, yıllar boyunca içimde taşınmış bir düşüncenin ağırbaşlı yankısıdır. Benim dünyamda zaman yavaşlar, sesler usulca belirir; okur, hem kişisel hem evrensel bir anlatının kıvrımlarında kendi yolunu bulur. Kitaplarım… Onlar, içimde uzun yıllar sessizce yankılanan seslerin kâğıda bürünmüş hâli. Bir gecenin ortasında fısıldanan bir cümleden, bir sabahın ilk ışığında doğan bir düşünceden süzülüp geldiler. Her biri kendi zamanında, kendi mevsiminde yazıldı. Kimi bir yağmurun ince sızısıdır, kimi bir rüzgârın taşıdığı uzak bir hatıradır. Kelimelerimin arasından geçerken, belki kendi hikâyene benzeyen bir yankı duyarsın. Çünkü ben yazarken çoğu zaman kendime değil, sessizce bekleyen o görünmez okura seslenirim. Kitaplarım, yalnızca satırlardan ibaret değildir; onlar, kalbimin sakladığı seslerin, yıllarca konuşmayı bekleyen duyguların suretleridir. Ben sustukça onlar konuşur. Ben geçtiğim yerlerden uzaklaşsam da, onlar orada kalır, kelimelerin vefalı bekçileri gibi. Kitaplarım; Defne'nin Hikayesi - Fethiye'nin Sırları ve Kayaköy'ün Fısıltıları Elif'in Hikayesi - Gölgedeki Kadın Ece'nin Hikayesi - Güneşin Gölgesindeki Sır Alice'in Hikayesi - Küçük Bir Kalbin Yolculuğu Özlem'in Hikayesi - Zeytin Gölgelerinde Bir Tohum Farklı Hayatlar, Farklı Hikayeler İlişkiler Hakkında - 1 Biri Görür, Öteki Hisseder - Şiir Kitabı Sen de Haklısın Korhan KÜLÇE