RAHMET
"Üşümese bari, hava soğuk."
İhtiyar kadın dükkanın penceresinden buğulu gözlerle sokağa baktı. Çok bulanıktı. Belinde asılı duran bezle camı sildi. Küçük kare ızgaralı pencerenin ardındaki manzara hala sisler içindeydi. Elini başına götürdü. Güçlükle gözlerini yumdu, yüzü acıyla kasılmıştı. Kaşları istemsizce kalkarken, gözlerinden yaşlar yuvarlandı. Ocaktan çıtır çıtır köz sesleri geliyordu. Camı tekrar sildi. Karşı kaldırımdan, dokuz on yaşlarında bir dilenci çocuk çıplak ayaklarının parmak uçlarında hızla geçti. Yağmur hızlanıyordu. Şimdiden tabelalar asfalta dökülmüştü. Ama ihtiyar kadının dükkanı gölgelerin içinde gizleniyordu. Yahut dükkanın kendisi bir gölgeydi. Ne yağmur yiyince parlayan granit bir cephesi ne de göz alan ışıltılı isim levhaları vardı. Görülmek için tek istediği, dönüp kendisine bakılmasıydı. Neyse ki o anda ihtiyar kadının son derdi içeri müşteri toplamaktı. Şu karanlık sokaklarda aydınlanmasını istediği tek bir yüz vardı.
“Çıkıp bir baksak mı ki?”
Dükkanın içinde volta attıkça, belindeki turuncu bez bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu.
“Aradım Neziha Teyze. Merak etmeyin geleceğim dedi.”
“En son geleceğim dediğinde, gelmesi için üç yıl geçmişti. Üç yıl...”
Neziha Teyzeyle konuşan, dükkanın en dip köşesinde, karanlıklar içinde oturan genç bir adamdı. Neziha Teyze arkasını dönünce, başını iki yana sallayıp sessiz bir of çekti.
“Bu sefer farklı, biliyorsun.”
Kadın hışımla gence döndü
“Neyi biliyorum? Üç yılını benden kaçıran oğlumun üç günde neyini bilmiş olabilirim Rıfat?”
Sesi hem öfkeli hem de ağlamaklıydı. Rıfat yerinde huzursuzca kıpırdanıp öne yekindi. O anda, başından beri orada bulunan ama hiç sesi çıkmamış biri bir söz etti. Anı kışkırtan bir söz.
“Doğru, bilemezsiniz. Ama farklı olduğunu görebilirsiniz. O zaman, kendinden kaçmak için gitmişti. Şimdiyse kendine kavuşmak için dönecek.”
Bir kadındı bu. Gölgelere gizlenmemişti. Loş ışığın hükmettiği odanın orta yerinde, kusurları en aza indirgenmiş bir güzellikle oturuyordu. Gülümsemiyordu ama mahzun da değildi. Yüzünde endişeden eser yoktu. Sakindi. Hakkında söylenecek en doğru şey buydu. İhtiyar kadının tam aksine son derece sakindi. Neziha Hanım yürümeyi bıraktı ve bakışlarını kadından tarafa yöneltti. Tüm gövdesiyle dönmeden evvel
“Peki neden, sen burada olduğun için mi?”
Dedi. Odaya bir müddet sessizlik hakim oldu. Sokaktan hızla geçen arabaların gürültüsü bu kısa süren sessizliği fırsat bilip içeri doluştular. Motor ve korna seslerinin diktatörlüğünde, yağmur damlaları içine kapandı, akıp gittiler. Ve o amansız selin içine karıştılar.
Genç kadın konuşmaya başladığında, Neziha Hanımın gövdesi muhatabına bütünüyle dönmüştü. Hatta öyle ki, dönüşü onu büyütmüş ve genç kadının çarşaf gibi sükunetinde tedirgin dalgalanmalar vuku bulmuştu. Kadın perçemini kulağının ardına sıkıştırdı.
“Keşke evet diyebilseydim.”
Uzun kirpiklerinin ardında karanlığa gömülen gözleri önüne düştü.
“Ama hayır. Eğer öyle olsaydı, hiç dönmezdi. Ben de hiç terk etmezdim bir yerleri ve birilerini.”
“Bana kendini acındırma. Oğlumla aynı şeyleri yaşadığını söylemeye hakkın yok.”
“Ben hiçbir zaman böyle bir şey demedim.”
Dedi genç kadın.
“Ama zaten sorun da bu ya. Sizin hayatı tek bir düzlemde yorumluyor oluşunuz.”
Neziha Hanım kendini kızın karşısındaki sandalyeye attı.
“Demek her şeyin sorumlusu benim?”
“Yine aynı şeyi yapıyorsunuz. Beni veya onu dinlemiyorsunuz. Kimseyi dinlemiyorsunuz. Karanlık bir sokağı gözlemek sizi tatmin ediyor. Oysaki beklemeniz söylendi. Merak etmemeniz. Ama siz, kendinize biçtiğiniz rolün elinizden alınmasını asla kabul etmezsiniz, değil mi? Bu sizin yararınıza olsa bile.”
Rıfat genç kadının yanına gelmiş, omzuna elini koymuştu. Bir an, kadının o eli iteceğini düşünebilirdiniz. Gözlerindeki o alaycı parıltıyı gördüğünüz bir anda, bunun kesin olacağına inanırdınız. Ama olmadı. Kadın o elin üzerine elini koydu ve konuşmaya devam etti.
“Rıfat da ben de hep sizin iyiliğinizi istedik. Sadece oğlunun değil. Hem senin, hem onun.”
Neziha Hanım ellerini masanın üstünde birleştirdi.
“Peki neden bunca zaman gelmediniz? Neden onu getirmeniz için üç yıl geçmesi gerekti?
Artık büsbütün ağlıyordu. Hıçkırıkları trafiğe rağmen duyulmasaydı, yürekleri bu kadar dağlamazdı belki. Genç kadın Neziha Hanımın elini tuttu.
“Çünkü onu biz getirmedik. Ne zaman ki kendi gelmek istedi, hemen yan koltuğa iliştik. Ama bize güvenebilirsin, evinin önünde arabayı her daim hazır tutan biz ikimizdik. Sadece ona saygı duyduk. Bekledik. Biz bunu severek ve doğru olduğuna inanarak yaptık. Sense nefret ederek.”
“Ve inanmayarak.”
“Ve inanmayarak.”
Neziha Hanım başını kaldırdı. Ona bakan iki çift sevecen gözün de yaşlarla dolmuş olduğunu gördü.
“Sizce üç yılımı hiç mi ettim?”
O anda dükkanın kapısı, üstündeki zilin müjdeli melodisiyle açıldı. Gelmişti. Parke zemine üstünden şıpır şıpır yağmur taneleri damlıyordu. Saçları ortadan ikiye ayrılmış, yüzüne yapışmıştı. Gözleri nemli miydi yoksa namlu mu henüz anlaşılmıyordu. Halen karanlıktaydı. Birkaç adımda, loş ışığın tam altında duran masanın yanına geldi. Genç kadın annesinin elini tutmuş, Rıfat genç kadının omzuna elini koymuştu.
“Üç dakika dedi.”
Üç nemli bakış, merakla ona çevrildi.
“Üç dakika önce gelen metroya binseydim, ölmüş olabilirdim.”
Cebinden köstekli bir saat çıkardı ve masaya bıraktı. İhtiyar kadının elini tutarak
“Neyse ki anne, babamın saatini kaybetmiştim.”
Dedi.
Tepkiniz nedir?