EYVAH EYVAH
Hayat beklemeye değmiyor inan bitti bitecek, son demleri görmeye belki nefes yetmeyecek.
EYVAH EYVAH!
Saat on ikiyi çoktan geçti. Her akşam saat tam yirmi oldu mu sallana sallana gelirdi. Bu gün oldukça geç kaldı. Hayret aramadı da.
Ah! Yoksa başına kötü bir şey mi geldi? Diye içinden geçirirken birden alacaklısı gelmiş borçlu gibi kapısının şiddetle çalınması onu kendine getirmiş, korku mu yoksa heyecan mı bilemediği garip bir duygu tüm bedenini sarmıştı. Durdu düşündü! Bu güne kadar akşam vakti kapısı böylesine hiç çalınmamıştı. Hatta hiç çalınmamıştı.
Melisa çiçeklerinin yoğun kokusunun etrafı buram buram kapladığı bir İzmir akşamında, denizin kıyıya hoyratça vurma sesleri odanın penceresinden nasılda işitiliyordu. Yıllar yalnız başına yaşamayı ona bir hakmış gibi dayatsa da, yine de her akşam bıkmadan usanmadan penceresinin perdesini aralar , saatler boyu kavuşmayı istediği gençliğini beklerdi.
Bu akşam da yine aynı özlemle oturmuş karşı evlerin ışıkları bir bir yanmaya başlarken o içindeki karanlığı aydınlatacak bir ışığı bekliyordu. Kendi kendine konuşmaya başladı birden;
Tabii yaa beklersin işte. Hani asla yalnız kalmazdın. Etrafında seni seven bir çok insan vardı. Ne oldu?
Şimdi gülme ve huzur zamanım diyordun, görevlerimi yerine getirdiğimden emin olarak yaşlanmak istiyorum diyordun! Olmadı mı?
Dinlenmek huzurun tadını çıkarmak istiyorum, kırışıklıklardan ve beyaz saçlarımdan korkmadan yaşlanmak istiyorum diyordun. Ne oldu şimdi? Bak perdenin arkasından bakıyor, biri gelecek diye için titriyor, kendini dört duvar arasına mahkum ediyorsun.
Sahi kaç gün , yok yok kaç hafta , hatta kaç aydır evden dışarı çıkmıyorsun?
Hadi canım o kadar da değil. Geçen gün Nezaket hanım hani şu giriş katta oturan dul Nezahat var ya beni kahve içmeye çağırmıştı ya.
Ah be zavallım nasılda unutkan oldun, başım ağırıyor bir başka gün geleyim diye atlattın ya.
Doğru! Derin bir nefes aldı. Bir an heyecanlanmıştı .
Hayret , hatırlamıyordu. En son ne zaman dışarı çıkmıştı? Ne zaman biriyle konuşmuştu?
Ama bu akşam kararlıydı mutlaka birileriyle konuşmalı ve bu yalnızlığı yıkmalıydı. Sokağa geri döndü. Saat on yedi otuz, Zebercet Hanım bankadaki işinden çıkmış, elinde beyaz örgü filesinin içine doldurduğu , akşam pazarı meyve ve sebzeleriyle telaşlı adımlarla sokağın köşesinde bulunan en yüksek apartmanın yanından kıvrılıp gidecek. Bu apartman mahaldeki en kolay bulunabilecek adres. Mahalleli tarif verirken kırmızı boyalı bu apartmanı söyledi mi adresi bulmamanız mümkün değildir. Elinizle koymuş gibi bulursunuz.
Biraz sonra Mithat koşarak okuldan gelecek ve doğruca evlerinin altındaki bakkaldan kaptığı, fırından yeni gelmiş, özene bezene kapının sol tarafında bulunan sarı tel dolaba sırayla dizilmiş ekmeklerden en ortada olanı diğerlerine dokunmadan itinayla alacak diye söylenmeye başlamıştı ki ;
Evet, Mithat söylediklerini harfiyen gerçekleştirmişti bu günde.
Dur bak dedi, şimdi Kahveci Samet in Çırağı elindeki eski bakır tepsi üzerinde taşıdığı çayları sırasıyla tüm esnafa dağıtmaya başlayacak.
Kolay gelsin Samet! Bana yok mu? Diye seslendi.
Samet binanın önünden geçerken aniden dönüp pencereye dikkatlice baktı baktı.
Eyvah duydu galiba! Gördü mü acaba? Samet kafasını sağa sola sallayarak yoluna devam etti. Perdenin arkasından kim görebilirdi ki! Kim bilir onun için neler söylüyorlardı? Yıllarca aynı sokaktan defalarca geçmiş, konuşmadığı selam vermediği kimse kalmamış ama şimdi herkese kendini kapatmıştı. Sabah ekmeği, alınacakları dahi listeler kapıcının alması için torba ve parayla kutuya bırakır gerek olmadıkça kapıcıyla bile konuşmazdı.
Oh ya dedi sevinçle. Hiç sektirmeden her gün aynı olayları yaşıyorum. Ama mutluyum diye geçirdi içinden. Yalnızlığının adeta bir ortağı olup onu bu derin yoksunluktan kurtarıyordu izledikleri.
Hayat kimine cömert kimine nasıl da cimri davranıyor diye düşündü. Sokakta gördüğü herkes bir şeylerin telaşıyla sağa sola giderken onunsa yaşamı olduğu yerde tükeniyordu sanki. Olsun o yine de mutluydu. Çünkü dert edecek öyle az şeyi vardı ki!
Az mı? Dedi. Alaylı bir tebessümle adeta kendi sözüyle dalga geçti.
Gerçekten de az mı?
Ooo saymayayım şimdi. Ya çok çıkarsa! Mahcup olurum maazallah.
Vazgeçti döndü tekrar sokağa. Hava, koyu ağırlığını yüklenmiş bulutlarla güneşi bir kapayıp bir açıyor, saatler ilerliyor ve heyecanı da ikiye katlanıyordu . Silkindi kendine geldi.
Sen bu kafayla gidersen hep yalnız kalacaksın. Kalk sokağa çık, herkes gibi nefes al, gez dolaş ve sana sunulan yaşam denen bu armağanı doyunca yaşa. Biliyor musun hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır. O da yaşamın anlamını kaybetmek. Yoksa sen bunu mu yitirdin?
Duydum ki kendini eve kapatmışsın . Öldün zannettim. E yaşıyorsun işte. Yaşıyorsan hala umut var demektir.
Evet bu ses kulaklarında çınlarken etrafına bakındı. Gerçekten yaşıyor muydu? Bir kez daha sessizlik yüzüne yüzüne vuruyordu sanki.
Nasıl oluyor bu? Yoksa deliriyor muyum? Bütün bunlar ...
Aman neyse ne! Şimdi bir de bunları mı takacaktı kafasına?
Geçmişte yaşadıklarını hatırlamak istemiyordu. İçinde derin yaralar açmış belki de insanlara karşı nefreti ya da kırgınlığı o günlerden başlamıştı. O da her kadın gibi sıcak bir yuva hayaliyle çıktığı o yolda başına gelecekleri nereden bilebilirdi ki? Yemeğin tuzu az olmuş, evin temizliği yeterince yapılmamış, işten eve geç gelinmiş, zaten hiç bir şey zamanında olmuyormuş…muş da muş ,muş . Bahane üstüne bahaneyle hıncının çıkarıldığı bir metaya dönüşmüştü adeta. Canını hiç bir şey daha kötü incitemezdi işittiği laflardan. Kırılan kemikler zamanla iyileşiyor, moraran yüzü eski haline geliyordu, ancak kırılan incinen ruhu hiç bir zaman iyileşemeyecek , bu nedenle kendisine uzanacak her ele karşı ürkek davranarak geri kalan hayatını yalnızlığa mahkum edecekti.
İnsanca yürüyebileceği bir yol kalmamıştı. Böyle gitmez diyerek sonunda bir cesaretle boşanmış ve kendi içine dönüp, kendini dış dünyadan soyutlamıştı. Tüm bu yalnızlığı tamamen kendi tercihiydi. Şimdi gençliğinin geri gelmesini beklerken o da bunun hiç gerçekleşemeyeceğinin farkındaydı ama yine bir umut işte…..
Hah işte saat on dokuz otuz, az kaldı. Yarım saat sonra servis otobüsü meşhur köşeyi döndü mü o da muradına erecekti. Bekledi , bekledi, saat yirmi, yirmi on beş, yirmi otuz, yirmi bir.
Ne oluyor böyle? Belki belki de beklediği gelmişti.
Birden derin bir sessizlik sonrası saatin yirmi dördü vuran gong sesiyle birlikte kapı çalmaya başladı. Ayağa kalkmaya çalıştı zorlanmıştı. Yorgun bedenini taşımak bu gece nedense ağır gelmişti ona. Son bir çaba ha gayret dedi. Koridora zor ulaştı. Az daha yürüse kapıya ulaşacaktı. Ayakları geri geri gitse de bedeni olağan üstü bir çabayla nihayet kapının önüne gelebilmişti
Biraz önce duyduğum doğru mu? diye söylendi. Kalbinin sesi öyle güçlü çıkmaya başlamıştı ki başkası duymasın diye eliyle bastırmaya çalıştı. Heyecandan ne yapacağını şaşırmış kapıyı dinliyordu.
Üstteki kilidi iki kez çevirdi, altı da kilitlemişti. İki kez de onu çevirir çevirmez kapı aralandı. Önce karşı daireye gelen birisi diye düşünmüştü ki yüz yüze gelince birden irkildi.
Eyvah, eyvah diye bağırdı. Beklediği gelmişti. Bu yüz hiç de yabancı değildi. Fısıltı gibi cılız bir sesle ;
Hoş geldin, diyebildi.
Ne oldu işte hadi konuş bakalım. Sor bunca zaman neredeymiş? Neden bu kadar beklemiş?
Korktun mu?
Biraz.
Değdi mi beklemeye?
Bilemiyorum dedi kendi kendine, hayal kırıklığı yaşıyordu şu an. O gençliğinin geleceğini düşünerek bu kadar zaman beklemişti.
Oysa şimdi karşısında duran, ona tanıdık olduğu gibi bir o kadar da yabancı olan yılların yorduğu son demleriydi , misafirliğe gelmişti . Buyur etmeden kapıda konuştular ayak üstü. Ne çok söz birikmişti meğer içinde. Dayanamadı veda etmek isterken son bir kez dönüp baktı geriye.
Aynada gördüğü bu yüz kendisi olamazdı.
Şakakları kaldıramazdı bu kadar çok beyazı
Elleri buruş buruş olmuş üşüyor hava sanki kış ayazı
Yüreği döndü buzdan bir cama nasılda oldu kaskatı
Ne servis kaldı geçmişten bu güne gelecek,
Ne kendisi o servisten eskisi gibi inecek
Hayat beklemeye değmiyor inan bitti bitecek
Son demleri görmeye belki nefes yetmeyecek.
Müzeyyen/ 11.09.2021
Tepkiniz nedir?