EYVAH EYVAH

Hayat beklemeye değmiyor inan bitti bitecek, son demleri görmeye belki nefes yetmeyecek.

Ekim 25, 2021 - 16:35
Ekim 25, 2021 - 16:35
 0
EYVAH  EYVAH
35x25 suluboya

EYVAH  EYVAH!

Saat on ikiyi  çoktan  geçti. Her  akşam  saat  tam  yirmi  oldu  mu sallana  sallana  gelirdi. Bu  gün  oldukça  geç  kaldı. Hayret  aramadı  da.

Ah! Yoksa  başına  kötü  bir  şey mi  geldi? Diye  içinden  geçirirken birden  alacaklısı  gelmiş  borçlu gibi  kapısının  şiddetle çalınması onu  kendine  getirmiş, korku mu yoksa  heyecan mı bilemediği  garip   bir  duygu tüm  bedenini  sarmıştı.  Durdu  düşündü! Bu  güne  kadar  akşam  vakti  kapısı  böylesine  hiç  çalınmamıştı. Hatta hiç  çalınmamıştı.

Melisa çiçeklerinin  yoğun  kokusunun  etrafı  buram  buram  kapladığı bir  İzmir  akşamında, denizin  kıyıya  hoyratça  vurma  sesleri  odanın  penceresinden  nasılda  işitiliyordu.  Yıllar  yalnız  başına  yaşamayı  ona  bir  hakmış  gibi dayatsa  da, yine  de  her  akşam  bıkmadan  usanmadan penceresinin  perdesini  aralar ,  saatler  boyu  kavuşmayı  istediği  gençliğini  beklerdi.

Bu  akşam  da  yine  aynı  özlemle oturmuş karşı  evlerin ışıkları  bir  bir  yanmaya  başlarken  o  içindeki  karanlığı  aydınlatacak  bir  ışığı  bekliyordu. Kendi  kendine  konuşmaya  başladı  birden;

Tabii  yaa beklersin  işte. Hani  asla  yalnız  kalmazdın. Etrafında  seni  seven  bir  çok  insan  vardı. Ne  oldu?

Şimdi  gülme  ve  huzur  zamanım  diyordun, görevlerimi  yerine getirdiğimden  emin  olarak  yaşlanmak  istiyorum  diyordun!  Olmadı  mı?

Dinlenmek  huzurun  tadını  çıkarmak  istiyorum, kırışıklıklardan  ve  beyaz  saçlarımdan  korkmadan yaşlanmak  istiyorum  diyordun.  Ne  oldu  şimdi? Bak  perdenin  arkasından  bakıyor,  biri  gelecek  diye  için  titriyor, kendini  dört  duvar  arasına  mahkum  ediyorsun.

Sahi  kaç  gün , yok  yok  kaç hafta , hatta  kaç  aydır  evden  dışarı  çıkmıyorsun?

Hadi  canım  o  kadar  da  değil.  Geçen  gün  Nezaket  hanım  hani  şu  giriş  katta  oturan  dul  Nezahat  var  ya beni  kahve  içmeye  çağırmıştı  ya.

Ah  be  zavallım  nasılda  unutkan  oldun, başım  ağırıyor  bir  başka  gün  geleyim  diye  atlattın  ya.

Doğru!  Derin  bir  nefes  aldı. Bir  an  heyecanlanmıştı . 

Hayret , hatırlamıyordu.  En  son  ne  zaman   dışarı  çıkmıştı? Ne  zaman  biriyle  konuşmuştu?

Ama  bu  akşam  kararlıydı  mutlaka  birileriyle  konuşmalı  ve  bu  yalnızlığı  yıkmalıydı.  Sokağa  geri  döndü. Saat  on  yedi  otuz,  Zebercet  Hanım bankadaki  işinden  çıkmış, elinde beyaz  örgü  filesinin içine  doldurduğu  ,  akşam  pazarı  meyve  ve sebzeleriyle  telaşlı  adımlarla sokağın  köşesinde  bulunan  en  yüksek  apartmanın  yanından kıvrılıp  gidecek.  Bu  apartman mahaldeki  en  kolay  bulunabilecek  adres.  Mahalleli  tarif  verirken kırmızı  boyalı  bu  apartmanı  söyledi  mi  adresi  bulmamanız  mümkün  değildir.  Elinizle  koymuş  gibi  bulursunuz. 

Biraz  sonra  Mithat koşarak  okuldan  gelecek  ve  doğruca evlerinin  altındaki  bakkaldan  kaptığı,  fırından  yeni  gelmiş,  özene  bezene kapının  sol  tarafında  bulunan sarı  tel dolaba  sırayla  dizilmiş  ekmeklerden en  ortada  olanı diğerlerine  dokunmadan  itinayla  alacak  diye  söylenmeye  başlamıştı  ki ;

Evet, Mithat  söylediklerini  harfiyen  gerçekleştirmişti  bu  günde.

Dur  bak  dedi,  şimdi  Kahveci  Samet in  Çırağı elindeki  eski  bakır  tepsi  üzerinde  taşıdığı çayları  sırasıyla tüm  esnafa  dağıtmaya  başlayacak.

Kolay  gelsin  Samet!  Bana  yok  mu?  Diye  seslendi.

Samet  binanın  önünden    geçerken  aniden  dönüp  pencereye  dikkatlice  baktı  baktı. 

Eyvah   duydu  galiba!  Gördü  mü  acaba?  Samet  kafasını  sağa  sola  sallayarak  yoluna  devam  etti. Perdenin  arkasından  kim  görebilirdi  ki!  Kim  bilir  onun  için  neler  söylüyorlardı?   Yıllarca  aynı  sokaktan  defalarca  geçmiş,   konuşmadığı  selam  vermediği  kimse  kalmamış ama  şimdi  herkese  kendini  kapatmıştı. Sabah  ekmeği,  alınacakları  dahi  listeler  kapıcının  alması  için torba  ve  parayla  kutuya  bırakır  gerek  olmadıkça  kapıcıyla  bile  konuşmazdı.

Oh  ya  dedi  sevinçle.  Hiç  sektirmeden  her gün  aynı  olayları  yaşıyorum.  Ama  mutluyum  diye  geçirdi  içinden. Yalnızlığının adeta  bir  ortağı  olup  onu bu  derin  yoksunluktan  kurtarıyordu  izledikleri.

Hayat  kimine cömert  kimine  nasıl  da cimri  davranıyor diye  düşündü. Sokakta  gördüğü  herkes bir  şeylerin  telaşıyla  sağa  sola  giderken  onunsa yaşamı  olduğu  yerde  tükeniyordu  sanki. Olsun  o  yine de  mutluydu. Çünkü  dert  edecek  öyle  az  şeyi  vardı  ki!

Az  mı?  Dedi. Alaylı  bir  tebessümle   adeta  kendi  sözüyle  dalga  geçti.

Gerçekten  de  az  mı?  

Ooo    saymayayım  şimdi.  Ya  çok  çıkarsa!  Mahcup  olurum  maazallah.

Vazgeçti  döndü  tekrar  sokağa. Hava,  koyu  ağırlığını  yüklenmiş  bulutlarla   güneşi  bir  kapayıp  bir  açıyor,   saatler   ilerliyor ve   heyecanı  da  ikiye  katlanıyordu . Silkindi  kendine  geldi.

Sen  bu  kafayla  gidersen hep  yalnız  kalacaksın.  Kalk  sokağa  çık, herkes  gibi  nefes  al,  gez  dolaş ve  sana  sunulan  yaşam  denen  bu  armağanı  doyunca  yaşa. Biliyor  musun  hayatı  kaybetmekten  daha  acı  bir  şey  vardır.  O  da   yaşamın  anlamını  kaybetmek. Yoksa  sen bunu  mu  yitirdin?

Duydum  ki  kendini  eve  kapatmışsın . Öldün  zannettim.  E  yaşıyorsun  işte.  Yaşıyorsan  hala  umut  var  demektir.

Evet  bu  ses  kulaklarında  çınlarken  etrafına  bakındı. Gerçekten  yaşıyor muydu? Bir  kez  daha  sessizlik  yüzüne  yüzüne    vuruyordu  sanki.

Nasıl  oluyor  bu?  Yoksa  deliriyor  muyum?  Bütün  bunlar ...

Aman  neyse  ne! Şimdi  bir  de  bunları  mı  takacaktı  kafasına?

Geçmişte  yaşadıklarını hatırlamak istemiyordu.  İçinde  derin  yaralar  açmış  belki  de  insanlara  karşı  nefreti  ya da  kırgınlığı o  günlerden  başlamıştı.  O  da  her  kadın  gibi  sıcak  bir  yuva  hayaliyle  çıktığı  o  yolda  başına  gelecekleri  nereden  bilebilirdi ki? Yemeğin  tuzu  az  olmuş,  evin  temizliği yeterince  yapılmamış,  işten  eve  geç  gelinmiş,  zaten  hiç  bir  şey  zamanında  olmuyormuş…muş  da  muş ,muş . Bahane  üstüne  bahaneyle  hıncının çıkarıldığı  bir  metaya  dönüşmüştü  adeta.  Canını  hiç   bir  şey  daha  kötü  incitemezdi işittiği  laflardan. Kırılan  kemikler  zamanla  iyileşiyor,  moraran  yüzü  eski  haline  geliyordu,  ancak  kırılan  incinen  ruhu  hiç  bir  zaman  iyileşemeyecek  ,  bu  nedenle kendisine  uzanacak  her  ele  karşı  ürkek  davranarak geri  kalan  hayatını  yalnızlığa  mahkum  edecekti.

İnsanca  yürüyebileceği  bir  yol  kalmamıştı. Böyle  gitmez  diyerek  sonunda  bir  cesaretle boşanmış ve  kendi  içine  dönüp,   kendini  dış  dünyadan  soyutlamıştı. Tüm  bu  yalnızlığı  tamamen kendi  tercihiydi.  Şimdi  gençliğinin  geri  gelmesini  beklerken o da  bunun hiç  gerçekleşemeyeceğinin  farkındaydı  ama  yine   bir  umut  işte…..

Hah  işte  saat  on  dokuz  otuz, az  kaldı. Yarım  saat  sonra servis  otobüsü meşhur  köşeyi  döndü  mü  o   da  muradına  erecekti. Bekledi , bekledi,  saat  yirmi,  yirmi  on  beş, yirmi  otuz,  yirmi  bir.

 Ne  oluyor  böyle? Belki  belki  de  beklediği  gelmişti.

Birden  derin  bir  sessizlik  sonrası  saatin  yirmi  dördü  vuran  gong  sesiyle  birlikte kapı  çalmaya  başladı.  Ayağa  kalkmaya  çalıştı  zorlanmıştı.  Yorgun  bedenini taşımak  bu  gece  nedense  ağır  gelmişti  ona. Son  bir  çaba ha  gayret  dedi. Koridora  zor  ulaştı. Az  daha  yürüse  kapıya  ulaşacaktı. Ayakları  geri  geri  gitse  de bedeni   olağan  üstü  bir  çabayla  nihayet  kapının önüne gelebilmişti

Biraz  önce  duyduğum  doğru  mu?  diye  söylendi. Kalbinin  sesi  öyle  güçlü  çıkmaya  başlamıştı  ki   başkası  duymasın  diye  eliyle  bastırmaya  çalıştı.  Heyecandan  ne  yapacağını  şaşırmış kapıyı  dinliyordu.

Üstteki  kilidi  iki  kez  çevirdi, altı  da  kilitlemişti.  İki  kez  de onu  çevirir  çevirmez  kapı  aralandı. Önce  karşı  daireye  gelen  birisi  diye  düşünmüştü  ki  yüz  yüze  gelince birden  irkildi.

Eyvah,  eyvah  diye  bağırdı. Beklediği  gelmişti. Bu  yüz  hiç de   yabancı  değildi.  Fısıltı  gibi  cılız  bir  sesle ;

Hoş  geldin,  diyebildi.

Ne  oldu  işte  hadi  konuş  bakalım.  Sor  bunca  zaman  neredeymiş?  Neden  bu  kadar  beklemiş?

Korktun  mu?

Biraz.

 Değdi  mi  beklemeye?

Bilemiyorum  dedi  kendi  kendine, hayal  kırıklığı  yaşıyordu  şu  an.  O  gençliğinin  geleceğini  düşünerek  bu  kadar  zaman  beklemişti.

Oysa   şimdi  karşısında  duran, ona  tanıdık  olduğu  gibi  bir  o  kadar  da  yabancı  olan  yılların  yorduğu  son  demleriydi ,     misafirliğe     gelmişti  . Buyur  etmeden  kapıda  konuştular  ayak  üstü.  Ne  çok  söz  birikmişti  meğer  içinde. Dayanamadı    veda  etmek  isterken son  bir  kez  dönüp  baktı  geriye.

 

 

Aynada  gördüğü  bu  yüz    kendisi  olamazdı.

Şakakları  kaldıramazdı   bu  kadar  çok  beyazı

Elleri  buruş  buruş  olmuş  üşüyor   hava  sanki  kış  ayazı

Yüreği    döndü   buzdan  bir  cama  nasılda  oldu   kaskatı

Ne  servis  kaldı  geçmişten  bu  güne  gelecek,

Ne  kendisi  o  servisten  eskisi  gibi  inecek

Hayat  beklemeye  değmiyor  inan  bitti  bitecek

Son  demleri görmeye  belki  nefes  yetmeyecek.

 

 

Müzeyyen/ 11.09.2021  

 

 

 

 

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

Müzeyyen GÖKMEN Yürümekten korkmadan adım atmak ne güzeldir! Korkunun, sevginin, acının, şiddetin alabildiğince dolu dizgin yaşandığı bir zaman tünelinde yürüyoruz. Açılan her kapı yeni bir dünya yepyeni bir başlangıç demek. Bir kapı açıldı önümde ve yürüyorum. Duygularımın yansımasını paylaşıyorum yazın dünyasında. Umarım keyif alırsınız okudukça.