KAHRAMAN

"Beni dinle kahraman! Kahraman olarak doğdun ama kahraman olarak ölmek zorunda değilsin!" ~Yazı Rehberi adlı Instagram sayfasının düzenlediği bir yazı önerisinden oluşturulmuştur. Tamamlanmıştır ancak oldukça uzun süre sonra baştan yazılma ihtimali vardır.~

Ocak 26, 2022 - 00:04
Mart 23, 2023 - 12:00
 0
KAHRAMAN

Genç adam ayağına gelen ufak taşları iterek yürüyordu. Arada ıslık çalıyor, gayet sakin bir biçimde yürümeye devam ediyordu. Bir an aklına gelenle duraksadı. Ceketinin kolunu silkeleyip hemen saatine baktı. Saat geç oluyordu. Eve dönse iyi olacaktı. Bir iç çekti ve arkasını dönerek evinin istikametine doğru yol aldı.

Gülümsedi. Bozuk yüzüyle biraz çirkin bir görüntüydü bu, ama neye göre kime göre? Tam ara sokağın girişinin önünden geçiyordu ki boğuk bir çığlıkla hemen duvara yaslandı. Kulağını duvara dayayarak ne olduğunu anlamaya çalıştı.

Bir kızın çığlığı tam havaya salınmışken aniden kesildi. Ağzı kapatılmış olmalıydı. İçine dolan o tanıdık endişeyle kıpırdanan genç adam, kemerin tokasının çıkardığı uğursuz sesi duyunca hemen fırladı.

Ara sokağa girdiğinde otuzlarının sonlarındaki adam, ağzını kapatıp karnına bıçak sapladığı genç kıza iğrenç bir şehvetle bakıyor ve pis düşüncelerini hayata geçirmeye hazırlanıyordu. Aniden görünen başka bir genç ile kaşlarını çattı ve kızın karnından kanlı bıçağı çıkarıp gence doğrulttu.

“Ne diye buradasın lan sen? Sizden çektiğim çile nedir benim?” Kılıksız adam yere tükürdü. Hayli sinirli gibiydi. “Şimdi seni öldüreceğim. Karşı koymayı aklının ucundan geçirmeyi düşünme bence. Tavsiyemdir, deneyen çok kişi öldü.” Adamın kulak tırmalayıcı kahkahasına sadece yüzünü buruşturarak karşılık verdi.

Genç kaşlarını gözlerindeki korkunç ifadeyi gizlemek istiyormuşçasına çattı. “He yani sen burada çocuğun yaşındaki bir kıza tecavüz edip beni de öldüreceksin ve ben karşı koymayacağım öyle mi? Rüyanda bile göremezsin rezil herif!”

Adamın çenesi kasıldı. Düğmeleri açık kirli gömleğinin kolundan bir bıçak daha çıkardı. “Seni aptal velet! Gerçekten kahraman olmaya bu kadar hevesli misin? Ama uyarıyorum, bir de kemiklerini alıp köpeklere vermeyeyim.”

“Hayal görüyorsun, şerefsiz. Ya defolup gidersin ya da...” Duraksadı. Dilini şaklatarak devam etti. “Ya da olacaklara karışmam.”

“Tehdit ha?” İğrenç gülümsemesi yana kaydı. Bu sırada sarı dişlerinden biri daha göründü. Duvara yaslı bir şekilde hafif hafif hıçkıran kız yüzünü buruşturdu. Çok kötü kokuyordu gerçekten. Adam sözlerine devam etti. Ama etmeden önce sarışın kızın uzun saçlarını kavradı. “Senden daha korkutucu domuzlar gördüm.” Dudaklarını büzdü. “Tabii onların da korudukları bir yavru vardı. Domuzların hepsinin kafasını uçurduktan sonra ne yaptım biliyor musun?”

Devamında gelen kelimelerin dehşetle büyüttüğü gözler iki gencin de suratında gerçekten tuhaf duruyordu. Genç kız titremeye başlamıştı ki Zahir tükürdü. Gözlerinin etrafı kızarmaya başlamıştı. Burnundan soluyordu. Bir de “Ortada bir ‘kahraman’ velet olmadığı için bana engel çıkmadı.” sözleri üstüne eklenince kudurmuştu. Sonrası ise daha feci...

“Kız sonradan intihar etmiş ama bil bakalım kimin umurunda? Ben istediğimi aldım sonuçta. Gerisiyle alâkadar olan ben değilim, ailesi. Onlar da kapıya attıysa kime ne?”

Zahir artık engellenemez derecede delirmiş durumdaydı. Âdeta öfkeli bir boğaydı o an.

Adamın suratına bir yumruk atmıştı ki bıçağını yumruğun geleceği yere ucu karşıya bakan pozisyona getirince genç adam sadece onu sendelettirmişti ama kendi eli yarılmıştı. Bu sırada diğer bıçak gözünü buldu ve suratının ortası boydan boya kana bulandı.

Acıyla avcunu yüzüne götürdü. Kulağına dolan hıçkırıkları görmezden gelmeye özen göstererek inledi. Bir an dünyası kararmıştı.

Karşısındaki herifse gram takmadan devam etti. “Tıpkı birazdan bu ufaklıktan istediğimi alacağım gibi.” dedi ve kızın uzun boynuna bir öpücük kondurdu.

Zahir sinirinden gülerek “O kadar emin olma.” dedi. “Ben varken senin yaşaman bile mümkün değil it herif!”

Adam sanki asla dersi dinlemeyen öğrencisinden bezmiş öğretmen gibi başını sallayarak iç çekti. Gözlerini kapatıp açtı. İrislerindeki hınzır parıltı varlığını sürdürüyordu. “Aptal çocuk... Aptal çocuk... Ben sana ne dedim az önce? Örümcek Adam olmaya bu kadar heveslenme. Her örümcek suda boğulur.”

Kızarmış ela gözleriyle bakarken öylece durmaya devam etti. Ama içinde bir şey uyanıyordu. Uzun zamandır zincire vurulmuş bir ejderhanın kükreyiş öncesi silkinişi gibiydi. Çağrıya itiraz etmek zordu. Öylesi bir öldürme arzusuyla dolmuştu ki kemikleri sızlıyordu âdeta.

Onun kararan bakışlarını fark etmeyen adam kaygısızca genç kız hakkındaki planlarını sıralıyordu. Bir anda boğazına yapışan ellerle şoka giren adam bıçaklarının ellerinden sertçe çekildiğini bile ancak birkaç saniye sonra fark etti. Zahir bu lanet olasıca tecavüzcünün boğazını var gücüyle sıkıyor, kızın sessiz ağlayışını duyamıyordu. Nefesi kesilen adamın boğazı morarmaya başlamıştı ama son bir kozu olduğunu hatırladı. Zar zor elini beline götürdü ve cebinden çıkardığı tabancayı gencin çenesinin altına dayadı. Tetiği çektiğinde kız çığlığı bastı.

Bir dokunuş...

Sadece bir dokunuşla bu küstah gencin işini bitirecekti.

Tabii başka bir silah sesi onu elinden etmeseydi.

Acıyla haykıran adamı boş veren Zahir, korkudan suspus kesilen bembeyaz kızı arkasına aldı ve sokağın başına baktı. Doğrulttuğu silah şimdi siyah saçlı genci bulmuştu. Sarışın kız titreyen dudaklarından fısıltıya benzer bir ses çıkardı.

“Baba?”

“Gamze, burada neler oluyor? Bu herifler kim?” Adamın öfkeli gözleri kızının yırtılan uzun eteğini buldu. Yırtık dizinin en fazla iki parmak yukarısında bitiyordu. Gamze korkuyla yutkundu.

“Düşündüğün gibi-“ Cevabı ona değil Zahir’e yönelikti babasının. “Çekil.”

Genç adam kaşlarını çattı. “Kızınız neredeyse tecavüze uğruyordu efendim.” Durumu yeterince açık bir şekilde izah ettiğine inanıyordu. Yarası hâlâ kanayıp ona acı verirken başka bir şeyle uğraşmak istemiyordu. Adam resmen bıçak ustalığını konuşturur gibi aynı yeri tekrar kesmişti. Çok adam öldürmüşse demek ki…

“Öyle mi?” Alayla söylenen sözlerle genç duraksadı. “Ulan adam yarı çıplak kız görünce ne yapsın? Kabahatli olanın kim olduğu belli. Senin gibi bir genç araya girmeye çalıştıysa ne olduğu da belli.”

Söylenenlerle buz kesmişti.

Bir baba kızı hakkında nasıl böyle söylerdi?

Dudaklarını araladığında ağzından çıkanlar onu bile şaşırttı. “Senin kızın belki de liseli bir çocuk. Onun suçu olmayan bir şeyden dolayı onu yargılayamazsın. Gamze istediğini giyecek, sen de ona karışmayacaksın. Buradaki tek hata o şerefsiz herife ait.” Resmen nefessiz kalarak sözlerini bitirdi. Adam mosmor kesildi. Kız ise olduğu yere çakılmıştı.

“Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun hadsiz? Ben seni kurşuna dizmeden kaybol!” Gözünü kan bürüyen babasını sakinleştirmeye çalışan Gamze “Baba, ne olur dur da eve gidelim.” dediğinde tokadı güzel yüzüne yedi. Kendini yerde bulduğunda dudağının patladığını hissetti. “Sen konuşmayacaksın!”

Zahir adamın üzerine atladı.

“SEN KİM KÖPEK KIZA VURUYORSUN LAN?” Suratını “Bir Yumruk Yiyene Bir Tanesi Bedava!” kampanyasından çıkmışa çevirmekle hayli meşguldü. Öyle ki artık helâk olan kızın bayıldığını fark etmemişti.

“Babasıyım lan! Ötesi mi var?” Tanınmaz hâle gelen adam zar zor dedikleriyle kendi sonunu hazırladığının farkında değildi.

“Babalık öyle kan bağıyla, salak salak hakaret ve emirlerle olmaz! Babalık etmeden baba olamazsın geri zekâlı!”

Öfkeyle geri geri kendini sürüklerken kanın koyu rengi yeri boyuyordu. Elini duvara savurduğunda zaten yarılan eli daha beter hâle gelmişti. Eğer devam ederse bu adamı öldüreceğini bildiği için sakinleşmeye çalışıyordu.

Tabii onu nişan alan tabancayı görene kadar sürdü bu çalışma.

Patlayan silah kendisini hemen yana atmasına sebep oldu. Göğsü adrenalinin etkisiyle inip çıkıyordu. Ter içindeydi. Zaten yaralıydı ve mermilerden kaçmak şu an yapabilecekleri listesine kesinlikle girmiyordu.

Bir mermi daha yuvasından çıktığında saçlarını sıyırdı.

Bir dahaki kolunu...

Bir sonraki omzunu ve bir sonraki de bacağını...

Tabanca üzerine nefret kusuyordu.

Artık gözlerinde siyah noktalar belirmeye başlamıştı. Gamze fenalaşmıştı ve iyi görünmüyordu. Onlara yardım çağırabilecek biri kalmamıştı haliyle. Kendini ölüme hazırlamaya başladı.

Eli buz gibi metalin soğukluğuyla tanışana kadar sürdü bu hazırlık.

Eline değen cesedi yerde bulunan herifin tabancasıydı.

“Ortalık tabanca kaynıyor. Ne olurdu bir pompalı olsa?” diye düşünmeden edemedi Zahir.

Yine de bulduğu şansı tepecek değildi. Tetiği çekti ve Gamze’nin babasıyla göz göze geldi.

İki farklı el iki farklı silahı ateş etmek için birbirlerine tutuyordu.

Kırklarının başında gibi görünen adamın taş çatlasa iki mermisi vardı. Kendi silahının dolu olduğunu ummaktan başka bir çaresi yoktu.

 

Silahlar patladı.

Mermi Zahir’in omzunu buldu.

Mermi babanın beynini buldu.

Ardından mahallenin bakkalı havası veren orta yaşlı bir adamın şokla çarpılan yüzü göründü.

Sonrasında polis sirenleri duyuldu.

Ambulans takip etmekteydi

İçi endişeli de olsa kendisinin masum olduğuna inanan Zahir bedenini kasmayı bıraktı ve yere yığıldı.

Ne kadar adaletsiz olursa olsun masum bir kızı kurtarmaya çalışan genç adamın haklılığı göz ardı edilemezdi, değil mi?

“Bu sefer her şey güzel olacak.”

Düşündüğü tek şey buydu.

 

~

 

Genç adam, arkasında bulunduğu parmaklıklara yaşadığı duygu seliyle dokundu. Parmaklığın paslı yüzeyi parmaklarını yeni bir renge bularken derin bir iç çekti. Ruhu karmakarışıktı. Bir türlü yemeği gibi ne arasan vardı. Biraz hüzün, biraz korku, biraz mutluluk, biraz utanç, biraz cüretkârlık ve de bolca öfke...

O içini kemiren yenilmişlik hissi de bu türlü yemeğinin ekmeğiydi. Başı önüne eğildi ve elleri çözüldü. Nasıl işler bu raddeye gelmişti? Bilmiyordu. Anlayamıyordu. Sadece şunu biliyordu ki burada olması gereken kendisi değildi.

Pis, gri ve küçük yatağına cenin pozisyonunda uzanıp gözlerini kapadı. Tam bu sırada “Hey, Yelkovan! Uyan, ziyaretçin var.” diyen polisin sesi ile şaşkınlıkla ayağa kalktı. Onu zindanın kapısından geçirirken kelepçeleyen polis eşliğinde görüşme odasına gitti.

Kendisine yöneltilen bakışlardan sakınmak için gözlerini yere sabitleyen genç adam içeri giren pala bıyıklı orta yaşlı adamı görünce şokla ayaklandı.

“Sen o sokaktaki adamsın!”

Adam bıyığının altından gülümsedi. “Ve sen de o kızı kurtaran kahramansın.”

Genç adam içine kaçmış gibi bir sesle “Ben kahraman değilim.” dedi. Başını önüne eğdi ve acıyla fısıldadı. “Ben kahraman olamam.”

“O kaza günü yüzünden, değil mi?” Siyah saçlarını gözlerinin önünden çeken genç sessiz kaldı. İnce dudaklarını hiç hareket ettirmeden öylece ela gözlerini yere dikmiş karşısındaki kel adamı dinliyordu. İri kıyım adam genci iyice inceledi. Çocuk gibi karıştırdığı saçları ter yüzünden alnına iyice yapışmıştı. Çekik ela gözlerinin içine girmelerini engellemek amacıyla genç onları dakika başı düzeltiyordu. Oval bir yüze, çıkık elmacık kemiklerine sahipti. Fakat sol kulak memesinin altından sağ gözünün altına kadar uzanan yara izi daha çok göze çarpıyordu. Yara izi yanaklarında, kemikli burnunda ve dudağının kenarında derin koyu çizgiler halinde kalmıştı fakat uzun zaman önce olduğundan olsa gerek genç yüzünü oynatırken acı çekmiyordu. Bir zamanlar sempatik bir havaya sahip olduğu belli olsa da o iz korkutucu bir hisse sebep oluyordu. Yine de kimse bu belki yirmisinde olan gencin elinde silah tuttuğunu tahmin edemezdi.

Başına gelenleri hak etmediğini biliyordu orta yaşlı adam. Bu yüzden buradaydı.

Kalın kaşlarından birini kaldırdı ve “Zahir Yalın Yelkovan,” dedi. “Sen masumiyetine inanmazsan eğer kimse inanmaz. Sen o gece o adamı öldürmedin. Sadece yaraladın ve o zavallı genç kızı yaşıtlarının maruz kaldığı korkunç bir kaderden kurtardın. O adam masum bir kurban değildi ve sen tehlikeli bir katil bu. Ama buna sen bile inanmıyorsun, kahraman.”

Zahir gözlerini karşısındaki adamın kahverengi gözlerine dikti. “Geçmişimde bir başka genç kızın ölüm sebebi olsam dahi mi?” Adam kendinden emin bir tavırla “Geçmişinde kazayla bir başka genç kızın ölüm sebebi olsan dahi.” dedi.

“Buna inanmıyorum. Katilim ben. Şimdi olmasa bile geçmişte. Belki de gelecekte!” Adam bezgince iç çekti. “Geçmişin geleceğin üzerine etkisi yok.”

“Hayır, var! Bana kahraman diyorsun ve beni buradan çıkarmak istiyorsun, öyle mi?” Zahir delirmiş gibi adama baktı. “Kahramanın (!) kahramanı olmak istiyorsun yani!”

“Hayır, ben-“ Zahir telaşla konuşan adamın sözünü kesti. “Beni dinle kahraman. Bir kahraman olarak doğsan da bir kahraman olarak ölmek zorunda değilsin. Boş ver. Kendi hayatına dön.”

Orta yaşlı adam bir süre sessiz kaldı. Sakince “Bak evlat,” dedi. “Senin yaptığın gerçekten büyük bir şeydi. Senin yerinde kaç kişi olsa aynı şeyi yapardı? Dünyadaki milyarlarca insandan kaçı senin yaptığını yapardı? Gerçekten, böyle yüce bir sıfata layık olmadığını nasıl düşünürsün?”

Zahir ela gözlerini taş zemine sabitledi. “Benim için bedeli ağır oldu. Ama,” dedi derin bir nefes almadan önce. “Ama en azından masum bir genç kız hayatına devam edebiliyor.”

Orta yaşlı adam hüzün dolu gözlerle, resmen çıkmamak için direnen bir sesle ve bilinen acı gerçeklerle konuştu. “Aslında tam olarak öyle değil.”

Elektrik çarpmış gibi hızla başını kaldıran esmer genç “Ne demek istiyorsun?” diye sorunca adam el mahkûm anlatmaya başladı.

“O kız, yani Gamze, hayatına eskisi gibi devam edemiyor.” Nefesi tıkanan adam gömleğinin iki düğmesini açtı ve elleriyle kendine yelpaze yaptı. “Kızın annesi ona ‘Ahlâksız!’ diyerek evden attı. Sana aşık olduğunu düşünüyor. Mahalle de bunu duyunca zavallıya barınma şansı vermedi. Bilirsin o geri kafalı insanları. Biraz...” Göbekli adam devam etmeye güç bulamadı.

“Şimdi o kızın başı dertte, değil mi?” Soruya karşılık verilen tepki şu oldu: “Ne yazık ki evet. Dahası da var. Kızı almak isteyen bazı aileler bu durumdan faydalanabilir. Teyzem orada oturuyor. Ondan biliyorum.”

“Ziyaret zamanı hayli hayli doldu. Hadi, sonra görüşürsünüz.” Polisin sesiyle kel adam hareketlendi.

O sırada çok kısık bir sesle Zahir “Kurtulacağım,” dedi. “Kurtulacağım ve o kızı kurtaracağım.”

Bu sözleri duyamayan, polis eşliğinde binadan çıktı ve evine doğru yol aldı.

Damarlarında âdeta lav akan yangın gözlü gencin içinde büyük bir patlamayı tetiklediğinin farkında değildi. Adalet isteğinin onu cayır cayır yakan tarifsiz hissi durmasını engelleyecekti.

Öylesine dalgındı ki hücresine götürüldüğünü hissedememişti bile.

Hayatında hiç duymadığı kadar çok “Kahraman” sözcükleri beyninde atlı karınca gibi dönerken binlerce kaçış planıyla uyuyakaldı.

 

~

 

1 Ay Sonra

 

Genç adam özgürlüğün ferah kokusunu içine çekti. Evet, havanın değil özgürlüğün. Hücrede olduğu vakit bu taze nefeslerden gelen tadın, yüzünde rüzgarın kuvvetini hissetmenin, saçlarının uçuşması sırasında gözlerini kapatıp istediği yere koşabilmenin aslında ne kadar kutsal olduğunu öğrenmişti.

Doyasıya koşup eğlenirken bir ağacın altında bol kıyafetleriyle duran sarışın kız dikkatini çekti.

Bu Gamze’ydi!

Onu gören genç kız hemen yerinden kalktı. En romantik aşk filmlerine taş çatlatacak bir şekilde Zahir’in boynuna atladı.

Şaşıran Zahir bir eliyle kızın belini tutarken diğer elini öylece havada oynatıyordu. Çaresiz hali gerçekten görünmeye değerdi.

“Sonunda çıkmışsın!”

“Evet, çıktım.” Sessizce söylediklerini duyan genç kız neşesinden ödün vermezken gelen soru ile yüzü düştü.

“Özgür müsün?”

Bu sorunun onun için anlamını sadece ama sadece yangın gözlü genç biliyordu. Bahsettiği şey bambaşkaydı ancak bu kızın yanlış anlamasına izin verecekti.

“Hayır,” dedi aşağı bükülen dudaklarıyla. “Evden kaçtım geçen hafta.” Yutkundu iki genç aynı anda. “Keşke yapmasaydın.” Meydan okuyan gözlerle karşılaşacağını hiç tahmin etmemişti bunu sorarken.

“Bence yapmalıydım.”

Ela gözlere kendini kilitleyerek bunları söylemesi karşısında eliyle ensesini oluşturan Zahir ne diyeceğini bilemiyordu.

“Ama sana bir şey sormak istiyorum.” Tek kaşını havalandırarak cevabı beklerken bir an Gamze bakakaldı. Sonra kendisini toparladı ve “Başına açtığım işlerden sonra nasıl yanımda durabiliyorsun?” diyerek uzun zamandır içini yiyip bitiren kurdu farklı şekilde döktü.

“Çünkü sen masumdun, ben de kahraman.” Hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. Bir de gözündeki o iz olmasa tam olarak bir sempatikti şu an.

Bir anda ellerini kavrayan ellerle şaşkına döndü. Ufuklarda kaybolan denizin rengine benzeyen gözler ona cüretkâr ifadesiyle bakıyordu.

“Sence neden elini tutuyorum?”

Çıt çıkmadı.

Kuşlar bile ötmedi.

Bir uçak geçmedi ya da bir kedi miyavlamadı.

Zaman durmuştu sanki.

Kendi sorusuna kendisi cevap veren genç kızın her dediğini çok iyi anlamamıştı ama anlayacağını da anlamıştı. Ya da anladığını sanmıştı.

“Ellerini tutuyorsam uçuruma düşmemek içindi. Güneşte ıslık çalan çocuklar içindi. Aslında tek kişi sayılmaz mı karanlıkta iki kişi?”

Derin nefesi dudaklarından dışarı süzüldüğünde anlık bir rahatlama hissetse de şu an çok kritik bir noktadaydılar. Kendini toparlamak için birkaç saniyeliğine gözlerini kapattı. Açtığında yorgun fakat dik bir kadının bakışlarını ok gibi karşısındaki adama sapladı.

“Ben senin için sadece bir kurtarıcı mıydım?” Genç adamın sorusuyla duraksadı.

“Değildin.” Yutkundu. Mavi gözlerini kaçırdı. “Değilsin.”

“Sen bataklıkta olanların beni içlerine çekmesine engel olan lanetsin.” Yine duraksadı. Kelimelerini seçmeye çalışıyordu. “Ama bu lanet güzel bir lanet. Huzur veren, koruyan, güvenli bir lanet. Bu lanet benim yüzümden bataklıkla savaşıyor. Bu lanet benim yüzümden karanlıkla boğuşuyor. Şimdi ikimiz de karanlıktayız, kahraman.” Son kelimesini hafif bir tebessümle söylemişti.

“Lanet...” diye fısıldadı genç adam. Gözleri bir şey düşünür gibi kısıldı. “Huzur veren, koruyan, güvenli...” Sarışın kızın dediklerini idrak etmeye çalıştığını anlamıştı. “Ama dikkat et Gamze, lanetler her şeye rağmen tehlikelidir. Güneşte ıslık çalan çocuklar seni bir parka götürsün. Lanetler bataklığa değil...”

Yüzünü ekşitti. “Çocukları hiç sevmedim şu an. Ne var ki bataklıkta azıcık çamur banyosu yapsam?”

Dudağının kenarı kıvrıldı Zahir’in. “Üzgünüm ama çamur kurursa kaşındırır. Hiç çubuk falan arama o zaman. Hepsini yakacağım.” Sarışın kızın yüzü güldü. Kıkırdayarak “Cani!” dedi. Telefonu çaldığında dudağını ısırarak üzerinde yazan isme baktı.

Gözlerini acıyla kapattı. “Gitmeliyim.”

Ve Zahir’i orada bırakıp gitti.

 

~

 

Sokaklardan geçen konvoy kimseye rahat vermiyordu. Araba sesleriyle uyanan zavallılardan biri de esmer genç adamdı. Düğün aklına geldiğinde yüzü asıldı.

Oyalanarak evden çıktığında düğün salonu gözüne çok uzak görünmüştü. Oflaya puflaya bir taksi çağırdı. Çıtını bile çıkarmadan camdan dışarısını, gri şehrin cümbüşünü izledi. Aksi bir tavırla taksiciye ücretini verdikten sonra kapısı süslü salondan içeri girdi.

“Operasyon başladı.”

Rahat rahat sandalyelerden birine oturdu. Hareketlerinin doğal olmasına dikkat ediyordu. İnsanlarla sohbet ediyor, gelin ve damadı beklerken sıkılmış öylesine biri gibi gözükmeye gayret ediyordu.

Elektrik kesilip her yer kararana kadar...

Hemen kalabalıktan sıvışarak üst kata fırladı. Gelin odasını açması ve Gamze’nin çığlık atması bir oldu.

“Zahir!”

“Gamze, gidiyoruz.” Bembeyaz kesilmişti gelinliğinin içinde. Dudakları titriyordu ama karanlıktan görünmüyordu.

 “Sen nasıl-?”

“Benim kulağıma her şey gelir.”

Genç kızın elini kavradı. Acil durum merdiveninden aceleyle iniyorlardı. Diğer kapılar kilitli olduğu için başka kimseyle karşılaşmadılar ama acele etmeliydiler.

Arka kapıdan çıktıklarında Zahir hemen kıza paltosunu verdi. Adım seslerini duyunca kapının kenarına sindiler.

“Bir ses duydun mu?”

“Kedidir.”

Böylece yine sıyırdıklarında saklandıkları yerden çıktılar. Hemencecik diplerine gelen arabanın ışığı bir süre kör olmalarına sebep olsa da hızlı hızlı arabaya bindiler. Işıklar gelmişti. Artık çok dikkatli olmaları gerekiyordu.

“Gamze, kafanı eğ!” İnsanlarının bir kısmı kapının önünde birikmişti ve bir arabanın içinde düğününde olması gereken gelin ile yabancı bir genci bir arada görmeleri pek iyi olmazdı.

Genç kız nefesi kesile kesile kendini aşağı atabilmişti. Bir anda kafasında çakan şimşekler ile Zahir’e döndü. “Arabayı kim kullanıyor?”

“Ben, ufaklık.”

Orta yaşlı adamın gülümsemesi ile şok geçiren genç kız konuşamıyordu. Dili çözüldüğünde sordu: “Siz bunları ne ara planladınız?”

Birbirlerine imayla bakan iki erkek kıs kıs güldüler.

 

2 Gün Önce

 

Zahir Yalın Yelkovan kapısının inletilmesiyle uyandı. Gelenin gelmişine geçmişine söverken karşısında o gün sokakta olan göbekli adam yani Atakan ağabeyi görmeyi pek beklemiyordu.

“Zahir, oğlum, hiç iyi şeyler olmuyor!” Adamın telaşı her halinden belliydi. Ne olmuştu ki?

“Ne oldu ağabey?”

“Gamze’yi evlendiriyorlar!” Duyduğu karşısında Zahir neredeyse yere yuvarlanıyordu. Hayal gördüğünü düşündü.

Öyle deli gibi film izleyip gecenin bir yarısı uyursan böyle karabasanlar çöker üstüne Zahir efendi, diye düşündü.

Kendisine çimdik attığında canı adam akıllı yanmıştı. Dehşetle gerçek dünyada olduğunu anladı. Jeton yeni düşmüştü.

“NE?”

“Duydun işte! Kızı zorla evlendiriyorlar. Herif otuzunun sonlarında mı neymiş.”

Sinirden yüzü gözü kızarmıştı.

“Eh, bu kızın şimdi bir Tom Holland’a, Chris Evans’a ve öbür adını hatırlamadığım süper kahramanları oynayan oyunculara mı ihtiyacı var yoksa tarakların düşmanı, korsanların dostu Kahraman Adam Zahir Yalın Yelkovan’a mı?”

Zahir kaşlarını çattı. “İyi dedin. Hadi şu son kez bir kahramanlık yapıp şu lakaptan kurtulayım.”

Atakan ağabeyi ağzının içinde söylendi. “Sendeki kafayla daha çok hayat kurtarırsın sen akıllım.”

 

Şimdi

 

“Oha!”

Zahir kendini beğenmiş ifadesiyle sırıttı. “Kızım sen bizi boş beleş adam mı sandın?”

Gamze omuz silkti. “Valla bu kadar ileri gidebileceğinizi düşünmemiştim.” Dudaklarını “Vay be!” der gibi büzdü ve başını hafifçe salladı.

Atakan ağabey jilet hızında genç kıza döndü. “Düğünden gelini kaçırmak ileri gitmek miymiş?”

İki genç yalnızca göz devirdi. Sarışın kız başını gri şehri yansıtan cama yasladı ve gözünü yumdu. “Ee? Nereye gidiyoruz?” Kısık sesle olan sorusuna Zahir cevap verdi.

“Sancaktepe’de idare eder bir evi var kardeşimin. Tatil için yurt dışında. Evini kullanmamıza izin verdi.”

Genç kızın beyaz, çilli yüzünü allar kapladı. Kızarıklık boynuna kadar indi fakat karanlık tümünü gizlemişti. Utancından titreyen sesiyle “Nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Hayatımı tekrar kurtarıyorsunuz.”

Tombul adam arabayı sürerken dikiz aynasından Gamze’ye sert sert baktı. “O -uz ekini at bakayım. Yoksa elinden çekeceğin var.”

Ona yan yan baktı Zahir. Genç kız hemen çıkıştı. “Sizi es geçemem!”

Bu konu uzadıkça uzar, diye düşündü bıkkınca. Gerçekten de konu uzadı da uzadı.

Gözleri tartışmanın yarattığı seslerle kapandı. Derin bir iç çekti. Bir bakmış, uyuyakalmış!

 

Gamze Hira Aygüz

 

Hayatını defalarca kurtaran bu adama borcunu nasıl ödeyeceğini hiç bilmiyordu.

O içerideyken başına gelenleri hatırlamamaya çalıştı. İhtiyar annesi küsmüştü ona. Kardeşleri suratına bakmıyordu. Sokağa çıkamaz hâle gelmişti. Herkes onun sevdalısının babasını öldürmesini konuşuyordu! Mahallelinin diline düşmüştü. Sonra o koskoca adamın gelip onu istemesi, nişan, düğün hazırlıkları derken... Titreyerek kendine geldi. O günler geride kalmıştı artık.

Şoför koltuğundaki tombul adama da minnettardı. Korkunç bir kaderden kaçmasına yardımcı oluyordu sonuçta. Fakat kafası durmuştu. Bundan sonra nasıl devam edecekti?

Zahir kıpırdandı, bir şeyler mırıldandı. Yeniden ona döndü. Yüzündeki yara izine baktıkça içi acıyordu. Büyük bir günahkâr olduğunu düşünmeye başlamıştı. Kendi salak hayatı başkalarına da dokunuyordu.

“O kafacığından neler geçtiğini tahmin edemiyorum mu sanıyorsun?”

Tonton amcanın sesiyle gözleri o şefkat akan bakışların kaynağına döndü. Neredeyse kirpiklerine kadar kızardı. Sesi utançtan titriyordu. “Bu olanların tümü benim suçum, efendim. Gerçekten çok mah-” Sözü sertçe kesildi. “Senin günahın neymiş bakayım? Hadi söyle bana, neydi kabahatin?”

Ellerini sıkıca kenetledi, saklandığını fark etti. Yutkundu, dilini dudağında gezdirdi ancak çok ayıp bir şey yapıyormuş gibi bunu hemen kesti. “Annem uyarmıştı. Geceleri tenhada dolanmayacaktım. Sizin başınızı da yaktım.”

Adam neşesiz bir kahkaha attı. “Alâkası yok! Kabahat o kahrolasıca adam ve -üzgünüm ama- babandı. Biz de kendi isteğimizle bu işe bulaşık. Bu arabada bir suç varsa bile senin değil.”

Kendisini ikna olmuş hissetmiyordu. Düğün topuzundan kurtulan birkaç sertleşmiş saç telini parmağına dolandı. Gözleri boşluğa dalmıştı. Saçı öylece döndürüp duruyordu.

Uzun -çok uzun- bir sessizlik oldu. Tek ses araba motorunun rahatsız edici gürültüsüne karışan rüzgarın melodisiydi. Bir de Zahir’in müzik misali nefesleri vardı. Nefes sesleri değil, nefesiydi müzik. Onun, onların rahatça nefes alıp verdiğini bilmek bile genç kıza bir müzikti. Dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı, sonra hemen eski halini aldı. O minik hareket bile yanağını acıtmıştı.

”Söylesene,” dedi Atakan amca. “Aradan ne kadar zaman geçti. O süre içinde talipleri geri çevirmeyi nasıl başardın?”

Bu soru cidden sıkıntıydı.

"Duyunca benim bir cani olduğumu düşüneceksiniz." diye mırıldandı. Süngüsü düşmüş gibi bir hali vardı.

Adamın suratında bir  "Hadi canım!" ifadesi vardı. Alayla dikiz aynasından kıza baktı. "Sen ve cani olmak?" Elini havada savurarak "Atıyorsun!" dedi.

Dudaklarını yanlış bir şey yapmış gibi büzdü. "Gelen adamların çayına müshil kattım." Yüzü kasıldı, gülmemek için  kendini zor tutuyordu.

Onun yerine adam bol bol gülmüştü. Gür kahkahası arabanın içini doldurmuştu. Zahir huzursuzca kıpırdandı. "Suya müshil katmak, ha! Nasıl geldi aklına?" diye bağırdı zar zor. Yüzü kıpkırmızıydı. Araba hafif zikzaklar çiziyordu.

Gamze ne olur ne olmaz kemerine tutundu. "Bir kitapta okumuştum." Adam kısık sesle yine güldü. "Şüphelenmediler mi peki?"

Genç kızın pembeleşen suratı bir gülücükle taçlandı. "Annem müshil mi biliyor? Tek bildiği kızını istemeye gelen taliplerin güzelim koltuklarına işediği!" İkisi birden bir kahkaha akımına kapıldı, Zahir'in çığlığıyla son buldu.

Sarı gelin endişeyle gence döndü. Yaralı yüzünde ter birikmişti. Gözleri kapalı, inleyip duruyordu. "Hayır, hayır, hayır, hayır! Geri çekil, lütfen, geri çekil! Koş! Kaç!"

Hiçbir şey anlamayan Gamze, Atakan amcaya baktı. "Neyden bahsediyor?"

Tonton adam hüzünle arka koltuğa baktı. "Sana o izin nasıl oluştuğunu sorsam ne derdin?"

Bir süre duraksadı genç kız. Bir elini artık iyice ağır hissettiren yüzüne götürdü ve yanağını sildi. Eli fondötene bulanmıştı. Umursamadan bembeyaz gelinliğine sildi elini. Minik ve şefkatli gülümsemesiyle "Başka kurtarışlar yaparken Joker gelip onu aralarına katmaya çalışmış ama kolu bozuk olduğundan eli titremiştir derdim." dedi.

Dikiz aynasından o da hafifçe gülümsedi. Sonra gülümsemeler kendilerini ayçiçeği tarlalarına bıraktı. "Ben bir taksiciyim. İşim gereği belirli yerlerde çok gezerim. Zahir'i bazı vukuatlarından tanıyordum. Sen ilk değilsin ve son olmayacaksın elbet." Derin bir iç çekerek devam etti. "Bunu yapmasının sebebi çok eski bir olaydan dolayı kendini suçlaması. Oysa hiç suçu yoktu ki." Arabayı yavaşlattı, aksi takdirde aşırı hızdan öleceklerdi.

Gamze iyicene dikkat kesildi. Bir yandan Zahir'i sabit tutmaya çalışıyordu düşmesin diye. Atakan amca başladı hikayeye. "O daha 15 yaşındayken annesiyle babasının bulunduğu araba gencecik bir kıza çarpmıştı. Sen de 18, ben diyeyim 20 yaşında. Annesi orada öldü. Babası arabayı kullanırken hem alkollüymüş hem de aşırı hız yapmış. 14 yıl hapis yedi. O kız öldü ya, bir anda kadınların kahramanı oluverdi. Ben taksiyle dolanırken hep gözüm kayardı. Millete yardım edip duruyor. O nezaretteyken kesinkes anladım, kendisini suçluyor. Hayır, neden bilmiyorum? Babası dikmiş şişeyi, basmış gaza, kıymış o canlara! Kendisi arka koltukta uyuyormuş, camlar parçalanınca yüzünü kesmiş."

Atakan amca hâlâ kendi kendine Zahir'in masum olduğunu kanıtlamaya çalışırken Gamze çok ayrı dünyalara dalmıştı.

Bu genç de iki insanın yavrusuydu ve o da ailesinden -muhtemelen- memnun değildi. Onun bazen insan olduğunu unutsa da gerçekten insandı. Hata yapmayan bir insandı fakat. Başkalarının yaptığı hataları kendi üstüne yükleyen, kendi suçuymuş gibi bunu telafi etmeye çalışan biri… Haritada kendi noktasını belirleyince başkasına yardım etmek için rotasını değiştiren, yeryüzüne cennetin hediyesi olarak gönderilen bir melek. Yemişim Tom Holland'ı, Chris Evans'ı, Chris Hemsworth'u ya da… Neyse işte, hepsine bin basar bu Zahir, diye düşünmeden edemedi. Oysa bu saydığı isimlere bayılırdı ancak gerçek hayattaki bir sivil kahramanın gömleği bir iki nakış dolayısıyla pahalıydı.

Arabanın aniden durmasıyla o da hayal dünyasından ayrıldı. "Ne oldu?" diye korkuyla sordu. Belki de evleneceği adam -Ahmet, Mehmet, Mahmut ya da Ahmut- basmıştı. Ya da annesi eline almış tüfeği arabaya doğrultmuş vaziyetteydi? Veya ağabeyleri de gelmiş olabilirdi, babasının küçük minyatürleri! Belki de, genç kızın yüreğini korkuyla dolduran o düşünce, babası dirilmiş emektar tabancasını doğrultmuş o manyak bakışlarını bu tatlı adama dikiyordu. Gamze bayılmak üzereydi.

"Koyun sürüsü geçiyor!"

Neredeyse kahkaha atacaktı. Bu yaşananlar öyle sinirini bozmuştu ki… O günler geride kaldı, dedi kendi kendine. Yeni bir hayata atılıyorum.

 

Zahir Yalın Yelkovan

 

İnsanlar cidden de adlarını yaşatıyordu.

Annesi karmaşadan ve belirsizlikten hoşlanmazdı. Her konu şüpheye yer bırakmayacak kadar açık ve düzenli olmalıydı onun gözünde. Bu yüzden oğluna kendi için "kuşkusuz, kesin" anlamları için adını seçmişti. Babası yüzeysel bir adamdı. Kabuk onun için en önemlisiydi. Eğlencesine düşkündü ve gerek işte gerek partide ortamın yıldızı olmayı severdi. O da "görünüş, coşkun ve ışıltılı" kısmını almıştı bu yüzden. Fark etmeden oğullarını bir karmaşaya sürüklemişlerdi. 12 yaşındayken ikisine de restini çekmiş ve "Hayal ettiğiniz kişi olmayacağım!" diye bağırarak odasına kapanmıştı. Tüm sıfatları isminden atmış ve sadece "yardımsever" kısmını almıştı. Bir kelimenin bu kadar çok anlama gelmesi ne güzeldi!

Yalın dedesinin ismiydi. Ona göre bu ismin bir ruhu yoktu.

Ama onda en hoşuna gitmeyen şey soyadıydı. Sanki mahvolan yıllarını yüzüne vuruyordu. Zamanının nasıl yitip gittiğini… Bazen merak ederdi akrep ve yelkovanın hangi sayılara gelince kalbinin atmayı bırakacağını. Fakat biliyordu ki başkaları için yaşamaya devam etmeliydi. Kimsenin ömürlük hatası olmak istemezdi.

Okulda bir gün lise öğretmenleri bir soru sormuştu: Seçebilseydiniz nasıl bir ailede doğmayı seçerdiniz?

Farklı farklı cevaplar gelmişti. Zengin, seksi, çikolata dükkanı sahibi, mutlu, kendisine köle, ünlü gibi milyon cevap yağmıştı. Kendisi o an ilk kez düşünmüştü. Ailesinden memnun muydu?

"Ben ailemi değiştirmezdim," Verdiği cevapla sınıf arkadaşları ve öğretmen oldukça şaşırmıştı. Devamı gelince ise öğretmeninin takdirini almıştı. "Çünkü değişselerdi bugün olduğum kişi olamazdım."

Bu yüzden isyanı kesti derhal. Olduğu kişiden elbette memnundu. Sonuçta beyinler pazarda satılsaymış herkes kendi beynini alırmış, diye düşündü. Sonra kararında tereddüt etti. Kaza anını yeniden yaşamaya başlamasıyla içini saran koyu katman ağırlaştı.

Arabadaydılar. Babası eğlenceden dönüyordu. Deli gibi konuşup arada kahkahalar atıyor, elini kolunu sallayıp duruyordu. Annesinin gözleri ağlamaktan şişmiş, göz makyajı çenesine kadar akmıştı. Kendisi yorgundu, kulaklarında kulaklıkla şarkı dinliyordu. Arada gözleri hafifçe kapanıyor fakat kulaklarında müziğin sesi susmuyordu. Biliyordu gelecek kasırgayı. Annesi hınçla babasına dönüp bir şeyler söyledi. Duyamıyordu, sağırdı o. Babası öfkeyle karşılık verdi ve büyük kavga başladı. Annesinin ela gözleri arada çaresizce kendisine dokunuyordu. Onlarla karşılaşmamak için gözlerini kapattı. Sonra kulaklıkların içinden sızıp kulağına ulaşan bir gürültü, parçalanan camlar, annesinin kendisini onun üstüne atması… Kendisine az buçuk geldiğinde annesinin cesedini üzerinden çekmeleri, ölen kız, polis ve ambulans sirenlerine karışmış korkulu bağırışlar derken karakolda ifadesi alınırken tir tir titremesi bile aklındaydı. Babasının kelepçelenirken dudaklarından savrulan her küfür, kamera flaşları ve onu sorgulayan polisin delici bakışları kalbini ilk günkü gibi gümbür gümbür çarptırıyordu.

Yine terlerin yüzünün ıslattığını, titreyen dudaklarının bir sözcük oluşturabilmek için çırpındığını hissediyordu. Kalp krizi geçirmekten korkarcasına uyanmaya çalışıyordu. Göz kapaklarına güç vermeye başladı. Açılsalar her şey bitecekti. Sonunda, yapış yapış bir his bırakarak gözlerini açtı. Karşılaştığı flu görüntüden kurtulmak için birkaç kez kırptı onları. Gamze endişeyle yumuşak ellerini saçlarında dolaştırıyordu. Mavi gözleri korkuyla gözlerine dikili kalmıştı. Tam pembe dudakları aralanmıştı ki araba durdu.

"Hadi bakam, geldik!"

Ağır ağır saçlarını karıştırdı ve arabadan çıktı. Aniden çarpan rüzgarla titredi. Başını çevirdi ve işte, karşısında annesinden kalan yazlık duruyordu. Yaz yağmuru hafif hafif onları ıslatıyordu. Bu rutubet kokulu evden kendini bildi bileli tırsmıştı ama şu an ona mahkûmdular. Yaşam şartları bu kadar el veriyordu.

Kapıyı açan anahtarların şıngırtısı kulaklarında çınlarken hâlâ sarhoş gibiydi.

Evin içine attıkları bir adım, onların miladıydı.

 

7 Yıl Sonra

 

"Hazırlıklar tamam mı? Gamze'den fırça yemeyelim sonra!"

Arda'nın bağırışı tüm evde yankılandı. İnce ve tiz bir çığlığın ardından kafasına plastik bir bebek yemekten kaçamadı.

Kafasını ovuştururken "Küçük cadı!" diye isyan etti. Zahir kucağında Hale ile birlikte sırıtıyordu. "Aman dikkat! Kurbağaya çevirmesin seni." diye takıldı. Arda öfkeyle ona döndü. "Niye bu kızdan sopayı ben yiyip duruyorum?"

Arkasında ellerini göğsünde kavuşturmuş bir Gamze bulmayı beklemeyen Arda'nın ürkmesiyle Zahir şen kahkahalara boğuldu. Sesi Zeus'u kıskandırabilirdi. Cidden, adamın kendine has bir büyüsü vardı. "Gülme sen de! Çakacağım bir tane o olacak Zahir!" Ona çıkışan Gamze yüzünden ağzına fermuar çekti. "Sana gelince Arda efendi," diye büyük patlamanın girişini haber verdi. "İşine gelince pek güzel seviyorsun kızımı?"

Arda soğuk terler dökerek "Ya Gamze ben onu kastetmemiştim." dedi fakat Gamze diklenerek "Neyi kastettin?" diye cevabı yapıştırdı. Saklanacak delik arayan Arda birden eliyle pencereyi işaret etti. "Aa, kuş!" Gamze'nin refleks olarak dönmesinin yarattığı fırsatla kanatlanıp uçtu. Jet motoru da takmış olabilir tabii. İhtimalleri göz ardı etmemek gerek.

Gamze ayağını yere vura vura Hale'yi sertçe Zahir'in kucağından çekti. Resmen dünyası başına yıkılmış gibi bakan adamın suratı sanat eseri diye galeride sergilenmeye değerdi.

"Bakma öyle! Barış gelene kadar bende kalacak kızım."

Zahir kedi gibi mırıldandı. "Ama benim bir şikayetim yoktu ki."

Gamze saçlarını savura savura kucağında Hale'yle rengarenk olmuş salondan ayrıldı. 29 yaşına gelen Zahir, bu yılın hangi yıl olduğunu pencerenin parmaklıklarına bakınca tekrar hatırladı.

Babam 2 hafta sonra serbest kalacak, diye düşündü hüzünle. Oysa hayatını çok güzel kurmuştu.

Gamze, Barış adlı bir adamla 4 yıl önce evlenmişti. 2 yıl sonra, Hale doğduğunda, 23 yaşına çiçeği burnunda bir anne olarak üniversiteyi bitirmişti. Şimdi bir makine mühendisiydi. Kocası ise endüstri mühendisiydi. Ağustos'un ortasında herkesi telaşla koşturmalarının sebebi neydi peki? Tabii ki küçük kızlarının doğum günü!

Genç kadının sinirinden en çok zavallı Arda nasipleniyordu. Kız bebek alerjisi olduğunu iddia ettiğinden beri kadın yakasından düşmüyordu. Atakan amcanın oğlu olarak çok iyi kaynaşsalar da iletişimleri genellikle atışmaktan oluşuyordu.

Atakan amca demişken…

Zahir telaşla telefona sarıldı. "Alo! Zişan, amcam iyi mi?" Zişan ise Arda'nın ablasıydı. Çok daha otoriter bir karakter olarak rutinine evi kontrol edip Arda'nın yıkmadığından emin olmadan dönmüyordu. Fakat son zamanlarda ziyaretleri epey seyrekleşmişti. Sebebi malum…

"Ne kadar olabiliyorsa o kadar iyi." Halsiz çıkan sesi Zahir'i endişelendirmişti. "Sen iyi misin?" Merakına karşın terslendi. "Yok, muhteşemim! Tepemde güller uçuşuyor. Hatta o kadar iyiyim ki şimdi gidip kendi başıma horon tepeceğim!"

"Tamam, tamam, kızma hemen." diye söylendi. Zişan duraksadı, derin bir nefes aldı ve özür dilercesine devam etti. "Kusura bakma, sana patladım. Babam beni çıldırtıyor! Ameliyat olmaya bir türlü ikna edemedim. Deştirmezmiş kafasını!" Devamını getirirken sesi çatladı. "Gerçi doktorlar da geciktiğini söylüyor. Artık tek beklenen b-beyin ö-ölümü."

Telefon Zahir'in parmakları arasından kaydı. Gürültüyle yere düşen telefonun sesi ev ahalisinin dikkatini çekmişti. Genç adam hâlâ aynı pozisyondaydı.

"Ne oluyor?"

"Ulan Zahir, patlattın de mi o avizeyi? Seni hıyar!"

"Gitmeyin üstüne, zaten 12'lik beyni var. Onu da yormamak lazım."

Gamze başını sallaya sallaya salona daldı. Kireç gibi olan adamı görünce endişesi katlandı. "Zahir, ne oldu?" Yanıt yoktu. Öylece dikilmiş, yere bakıyordu. Gamze sesini daha da yumuşatarak "Kahraman, ne oldu söylesene!" dedi.

Zahir bomboş ela gözleriyle ona döndü. Küt diye yere devrilmeden önce "Atakan amca…" diye inledi.

 

Gamze Hira Demir

Durmadan çalan telefondan genç kadına gına gelmişti. Yüzsüz ağabeyleri onu arayıp duruyordu. Kucağında oturan altın saçlı kızına baktı. Ne zorluklar çekmişti onu bugünlere getirebilmek için. Ondan öncesi de vardı tabii. O kısım da zordu. Hem de bayağı zordu.

Düğünden kaçışı tam bir skandal olmuştu. Kendi akrabalarıyla damadın akrabaları bir olmuştu. Ellerinde silahla tüm şehri arşınlamışlardı. Hatta bir ara gururlarını azıcık yenip polise bile gitmişlerdi ancak o anında en yakın karakola gidip tamamen kendi isteğiyle kaçtığını söyleyince hemen birkaç ay önce reşit olmanın avantajıyla polisler aramayı bırakmış ve ailesine de aynısını yapmalarını tavsiye etmişti.

Bir gün kendini kocası yapmaya çalışacak olan adam bir mağazadayken onu bulmuş, anında genç kadını kaçırmaya kalkmıştı. Pek işe yaradığı söylenemez. O zamanlar o 'Zahir Yalın Yelkovan'ın koruması' altındaydı. (O kendini savunamadığı günlere kıl kaptığını dipnot olarak geçmek gerek.) 1 kilometre bile uzaklaşamadan onları bulmuşlardı. Gelen grubun garipliğini sadece kendisi algılayabilmişti: Zahir, Atakan amca, Arda ve Zişan. Bir kere olaya kardeşler karıştığında bayağı acayip oluyordu ortam. Mesela o gün arabadan inerken Arda ve Zişan hâlâ Zişan'ın kayıp yeşil elbisesinin Arda'nın iç çamaşırı çekmecesinden çıkmasını tartışıyorlardı.

Bir an aklına o sahne gelince ürperdi ve bebeğine daha sıkı sarıldı. O adam Zahir'i vurmuştu. Zişan'ın yolda polisi araması sayesinde adam şu an içerideydi. Zahir yere yığıldığı gibi polis sirenleri hepsini çepeçevre sarmıştı. Onun yüzünden kaç yara aldığını sayamıyordu. Aklına geldikçe tırnağının ucundaki oje bile bembeyaz oluyordu ki beyaz ojeyi hiç sevmezdi.

Damadın hapse girmesiyle ona bulaşmamaya başlamışlardı. Kendisi üniversiteye girene kadar elbet. Sonra bir sorgu sual başlamıştı. Eh, o geri kafalılar için okuyan kızlar namussuz oluyordu okulda. Fakat onlara göre zaten Gamze namussuz olduğum için pek şaşırmamışlardı. Evet, kafa yapılarından iğreniyordu.

Sonra evlenmesi bayağı yankı uyandırmıştı. Telefonu susmadığı için hepsini engellemişti ama bir şekilde ona ulaşmayı yine de başarmışlardı. En sonunda Barış çözüm yolu olarak hattını parçalayana kadar sürmüştü bu.

Mezun olması ve Hale'ye hamile kalmasından sonrası şaşırtıcı şekilde sessiz ve sakindi. Hale doğunca herkes bir anda bebeğin fotoğrafını görme merakına düşmüştü. İkinci bir telefon alana kadar sürmüştü bu. Telefon numarasını bir şekilde buluyorlardı.

İşe girdiğinde herkes yalakası oluvermişti. Hele ağabeyleri… Borçlarını ödemesi için genç kadına yalvarıyorlardı. Annesi "Ev al bana Gamze." diye başının etini şişiriyordu. Sırf annesi diye bir tanecik ev almaya gönlü razı gelmişti. Tabii Zişan ve Zahir yıl boyu ona "Salak!" demiş, Arda ise ağladı ağlayacak ifadesiyle "Gitti paracıklar!" diye dövünüp durmuştu. Barış boş boş bakmış, Atakan amca ise bir şaşkınlık nidasıyla tepki vermişti. Hepsi öylesine içtendi ki cidden kafasında bir sıkıntı olup olmadığını düşünmeye başlamıştı.

Bir süre sonra bulunan telefon numaralarının sırrı da ortaya çıktı. Hep aynı şubeden alıyordu hatları ve orada çalışan kadın mahalledeki birinin kızıymış. Hatları verirken hepsini köşeye not ediyormuş. O da salaktı tabii, anlamamıştı.

Şu sıralar Hale'nin doğum günü diye doğum günü kartları yağıyordu eve. Mahalle olmasa bile rehberinde bulunan herkes arayıp kızının doğum gününü kutluyordu.

Bir zamanlar kırılgan bir genç kızdı. Cesur bir adama muhtaç, dokunsan ağlayacakmış gibi gezen, koşulsuz boyun eğen bir köleydi.  Şimdi kendini bulmuştu. Özgüvenliydi. Zahir artık kurtarıcısı değil arkadaşıydı. Herkese  ufacık şeyler için minnet dolu hissetmiyordu. Fikrini rahatça dile getirebiliyor, konuşabiliyordu. Aynaya her bakışında bugünkü haliyle biraz daha gurur duyuyordu.

Ansızın bahçeye bomba gibi düşen bir parçalanma sesiyle Hale'yi dadısına verdi ve eve koşturdu. Salona fırtına gibi daldığında bitmiş gibi bakan Zahir'le karşılaşmayı beklemiyordu. Endişeyle "Zahir, ne oldu?" dedi. Kıpırdamamıştı bile. Gamze sesini biraz daha iyi ayarlamaya çalıştı. "Kahraman, ne oldu söylesene!"

Zahir'in donuk elaları mavilerine dikildi. Cansız sesiyle "Atakan amca…" diye inledi ve yere yığıldı.

"ARDA! BARIŞ!" diye kükredi. Boncuk gözlerinden birkaç damla intihar etti. Hemen televizyonun dibindeki kolonyaya koştu. O sırada Arda ile Barış da farklı kapılardan aynı anda içeri dalmıştı.

"Lan Zahir!"

"Acaba avize kafasına mı düştü?"

Arda hâlâ Zahir'in kafasına bir türlü düşemeyen avizenin derdindeydi.

"BAŞLAYACAĞIM AVİZENE!" Karı koca koro halinde kükredi. Arda yutkunarak ikili ardında gözlerini dolaştırdı. "Yabani çift sizi."

"ARDA!" Gamze kafayı sıyırıp sirtaki dansıyla Yunanistan'a yollamanın sınırındaydı.  "Bayılmadan önce 'Atakan amca…' dedi. Belli ki babandan bir haber gelmiş ama sen burada şebeklik peşindesin!" Arda'nın rengi birkaç ton attı. Titreyen sesiyle "Ben a-arabayı ha-hazırlayayım." dediğinde Gamze az buçuk yumuşamıştı. Kendisi babasını sevmiyor diye herkesi için geçerli olacak diye bir kanun yoktu sonuçta.

Barış Zahir'i kucakladığında Gamze kızının tarafa umutsuz bir bakış attı. Sessizce "Ben Hale'yi alayım." diye mırıldandı.

2 Hafta Sonra

 

Herkes karalara bürünmüştü. Ortamda derin bir acı hüküm sürüyordu. Zişan ve Arda'nın ağlamasını engellemek mümkün değildi. Bir banka oturmuş sessizce gözyaşı döken Gamze'ye destek olan Barış hıçkırıyor, kucağındaki minik bebek ise alakasız bir sebeple ciyak ciyak bağırıyordu. Zahir oldukça sessizdi. Kafasından geçenleri tahmin etmek mümkün değildi. Cenazede öylece dikilmiş, tabutu sırtlanmış, mezara yerleştirilirken öylece izlemiş ve sessizce duasını edip bir ağacın dibine oturmuştu.

Gelen geldi, giden gitti. Herkes baş sağlığı diledi, helvaları yiyip evlerine döndü. Sadece beş buçuk kişi mezarın başında kalmıştı bir hafta sonra. Bebek Hale çıkardığı gürültüyle varlığını oldukça belli ettiğinden bir kişi, Zahir ise bedeninin yarısını 3 hafta öncesinde bıraktığı için yarım kişiydi.

Zahir'in  durgunluğu oldukça dikkat çekiyordu. Tamam, ortamın gevezesi değildi ama en azından iki laf ederdi. Barış günlerdir içinde tuttuklarını söylemeye hazırdı artık. Derin bir nefes aldı ve elini genç adamın omzuna attı. "Zahir, " diye başladı söze. "Bak, anlıyorum Atakan amca için çok üzülüyorsun ama sence de kendini toparlamaya çalışman gerekmiyor mu? Zişan ve Arda bile bir cümle söylüyorlar günde. Herkesin kahramanı olamazsın. O bakışı tanıyorum. Yine abudik gubudik bir sebeple kendini suçluyorsun. Ama ölüm  Allah'ın emri, kardeşim. Atakan amcanın  hem yaşı vardı hem de tümörü. Üstelik gittiği yerde karısının yanında. Toparlan hadi artık."

Zahir durgun bakışlarını Barış'ın inatçı gözlerine dikti. Kendisi de farkındaydı durumunun fakat elinde değildi işte.  Eğer daha erken fark etseydi hastalığı belki tedavi yetişirdi. Ya da Atakan amcayı ikna etmeyi deneyebilirdi.  Bir şekilde okun ucunu kendi göğsüne doğrultmayı başarıyordu.

Diğer omzuna konan narin el ile başını diğer tarafa çevirdi. Gamze mavi gözleriyle ona güç vermek istercesine bakıyordu. Sonra bakışları parkta oynayan çocuklara döndü. O tatlı çığlıklar, gülücükler, minik ağlamalar…

Gamze kulağına doğru fısıldadı.

"Bir kez olsun kendinin kahramanı ol."

Bozulmuş yüzünde yeşeren minicik bir tebessüm.

"Deneyeceğim."

 

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow

iremcoskun Kalbindeki kusur gözlerinde can bulur. Bu yüzden ya mükemmel ol ya da kör! -Kusursuz Hekkat