KUĞU KUŞU

Ekim 31, 2021 - 19:04
Ekim 31, 2021 - 19:05
 0
KUĞU KUŞU

Çok uzak köylerin birinde yaşayan bir öğretmen varmış. Bu öğretmen köy çocuklarına okuma yazma öğretmek, onların bir meslek sahibi olması için çok çabalarmış. Özellikle kız çocuklarının okumasıyla ilgilenir, nerede okumayan kız çocuğu varsa onların evlerine gider, ailelerini ikna etmek için elinden geleni yaparmış. Bazı köy halkı kızlarını okutmak istemiyorlarmış. Onlara göre kız kısmı okumaz, evde annesine yardım edermiş. Hal böyle olunca kız çocuklarını belli bir yaşa gelince de hemen evlendiriyorlarmış. Öğretmen böyle düşünen birkaç köylüye engel olmuş. Kızını evlendirmek isteyen köylünün birini almış karşısına konuşmuş. 

“Şimdi sen 15 yaşındaki kızını evlendirmek istiyorsun, çocuk demeden, okumasına izin vermeden… İlerde bir zamanda, ya kızına muhtaç olursan, elini ona uzatırken o ellerini kızın tutmazsa… Çok hasta olsan yataklara düşsen karın, çok sevdiğin oğlun, sana bakmasa, ne olur biliyor musun? Eğer 15 yaşında ki kızını evlendirmeseydin, küçük yaşta gelin ettiğin için senden nefret etmeseydi, kızın o elleri tutardı, hem de bir doktor, bir öğretmen olarak. Okutup doktor olsaydı, elleri sana şifa olurdu. Başka insanlara şifa olurdu, onunla gurur duyardın. O beyaz önlüğü giyince tıpkı bir melek gibi olurdu değil mi? Ama sen kızından bu hayallerini çalmak istiyorsun. 15 yaşında eli kalem tutacağına, kocasının ailesine hizmet mi edecek? “
Adamcığız bir şey diyememiş, susup kalmış. Çünkü öğretmenin haklı olduğunu biliyormuş. Kızını yanına çağırıp onu evlendirmeyeceğini aksine okutup büyük insan yapacağını söylemiş. Küçük kız babasının söylediklerini duyunca öyle mutlu olmuş ki, sevincinden gidip babasına sarılmış. Babada o gün ilk defa kızının saçlarını okşamış, kollarıyla onu sarmış. Sonrada kızını öğretmene emanet edip, okuması için elinden ne geliyorsa her şeyi yapacağını söylemiş.
O günden sonra herkes kızlarını öğretmene emanet edip, okuması için izin vermişler. Öğretmen o köye çok iyi gelmiş. İnsanlar gün geçtikçe onu daha çok sever olmuşlar. Çünkü öğretmen sayesinde yaptıkları yanlıştan dönüp kızlarına değer verir olmuşlar, hem de okumaları için kızlarına da destek olmaya başlamışlar. Öğretmeninin adı Halil’miş ama ona hiç kimse ismiyle seslenmiyorlarmış. O köyde onun ismi öğretmenmiş.

Halil günlerin çoğunu öğrencileriyle geçirip onlara yeni şeyler öğretmeye çabalıyormuş. Bir gün hiç ummadık zamanda gönlüne sevda düşmüş. Köyün en güzel kızına… Okula gidip gelirken onu tarlada çalışırken görmüş. Sonra aklından hiç çıkaramamış. Her yerde onu görür olmuş. Bu sevda kalbine öyle bir işlemiş ki… Hasta olup yataklara düşeceğim diye çok korkuyormuş. Sonunda bu böyle olmaz deyip kıza açılmaya karar vermiş. Sevdasını söylemesi biraz zor olacakmış, çünkü köylük bir yerde böyle sevda işlerine pekiyi bakmazlarmış. Kızında onda gönlü olduğunu bilse hiç durmaz gidip istermiş. Ama emin değilmiş, onun için bir çözüm yolu bulup kızında onda gönlü olup olmadığını öğrenmesi gerekiyormuş. Günlerce düşünmüş nasıl öğrenirim, kıza nasıl yanaşırım diye. Sonra aklına bir fikir gelmiş. Yine o tarlanın yolundan geçeceği vakit köylülerle sohbet ediyormuş gibi yapıp,  niyeti ona üstünde yazılı bir mendil bırakmakmış. Eğer o mendili alıp bana cevap verirse o zaman onunda gönlü bende demektir. Kızın birkaç kez kendisine baktığını görmüş ama emin olamıyormuş. Bu yüzden tek çözüm mendilmiş.

Tarlaya gidip kolay gelsin bahanesiyle çalışanlarla konuşmaya başlamış. Sohbeti bitirip kızdan tarafa doğru yürüyüp tam kızın önüne gelince mendili düşürü vermiş. Yandan da kızın gözlerine bakıp hafiften gülümsemiş. Kız önündeki mendili görüp şaşırıp kalmış, gözlerini öğretmene çevirince gülümsediğini fark edip tekrar bakışlarını yere eğmiş. Mendili alıp öğretmene uzatacakken yürüyüp gittiğini görmüş. Kimse görmeden mendili alıp cebine saklamış.
Öğle molasında kız tuvalete gitmeye bahanesiyle kimsenin görmeyeceği yere gidip mendili bakmak istemiş. Önce istemeden burnuna alıp koklamış. Kokuyu içine çekerek gözlerini kapamış, daha önce hiç böyle kokuya rastlamamış. Kendine gelince ben ne yapıyorum deyip mendili geri cebine koyacakken, mendilde bir şeyler yazdığını görmüş. Merak edip mendili tamamen açmış. Bir kuğu resmi... Sonra gözleri yazıya kaymış.

“Kuğu kuşu bir hayvan ama sıradan yaratılmamıştır. Kuğu kuşu denince akla hemen aşk düşer. Aşkın en saf halini temsil ettiğini, eşlerine olan bağlılıklarından bahsederler. Şimdi diyorsun bana neden kuğudan bahsediyorsun. Bilmeni isterim ki benimde sana olan aşkım en saf, en temizinden… Aynı kuğu kuşu gibi bende sana kalpten bağımlıyım. Eğer senin kalbinde küçücükte olsa bir yer edindiysem bu mendile bir şeyler yaz. Yarın tekrar gelip mendili senden alacağım. Eğer bende gönlün yoksa sevdamı kalbime gömüp yoluma devam edeceğim.”

Güzel kız mendildeki yazıyı okuyunca ne düşüneceğini şaşırmış. Kalp atışları birden hızlı atmaya başlamış ve yüzlerinin yandığını fark etmiş. Elini kalbine götürüp kalp atışlarını dinlemiş. Atışlarında öğretmene dair izler aramış. Kalp atışları sanki öğretmen diyormuş. Gül sende öğretmene sevdalısın, öğretmenin sana hissettiği duygular gibi sende ona âşıksın. Kalbini dinledikten sonra yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuş. Gereken cevabı alıp oda mendilin diğer kısmına bir şeyler yazıp yarın öğretmene vermeye karar vermiş.

Halil öğretmen o gece heyecandan uyuyamamış. Bir an önce sabah olup cevabı öğrenmek istiyormuş. Sabahı sabah etmiş, önce okula gidip derslere girmiş. Sonra ayakları heyecanlı şekilde tarla yoluna koyulmuş. Aynı dünkü gibi köylülerle biraz konuşup kızın olduğu tarafa gelmiş. Kızla bir an göz göze gelmişler ama kısa sürmüş. Adımlarını atarken yerde mendilini görmüş. Kimseye çaktırmadan eğilip mendilini almış. Gül’e dönüp bir bakmış ama kız işiyle uğraşıyormuş. Önüne dönüp hızlı adımlarla evine gitmiş. Kendini koltuğa atıp mendili açmış, heyecandan resmen eli titriyormuş. Mendili açıp okumaya başlamış.

“Elimi kalbime götürdüm, atışlarını dinledim. Kalp atışlarım bana diyor ki, Gül sen de öğretmene sevdalanmışsın, kalbinde ona çoktan yer vermişsin. Şimdi cevabımı aldığına göre en kısa zamanda gel iste beni…”
Halil sevinçten ne yapacağını şaşırmış. Odanın içinde çocuklar gibi hoplayıp zıplamış. Demek adı Gül’müş. Kendi gibi ismi de çok güzelmiş diye kendi kendine mırıldanmış. En kısa zamanda gidip sevdiğini isteyecek, ölene kadar birlikte mutlu mesut yaşayacaklarmış.

Bir hafta sonra Halil yanına köy muhtarını alıp Gül’ü ailesinden istemeye gitmişler. Halil’in ailesi olmadığı için muhtara rica etmiş. Halil’in ailesi o küçükken bir kazada hayatlarını kaybetmişler. Halil’e dedesi bakıp büyütmüş ama bir süre sonra dedesini de hastalıktan ölmüş. Bu yüzden kimsesi yokmuş. Köyün muhtarı müjdeli haberi duyunca çok sevinmiş. Öğretmeni çok sevdiği için hemen kabul edip, Gül’ü istemeye gitmişler. Gül’ün ailesi çok memnun olmuş, koskoca öğretmen kızlarını istiyor. Kim olsa mutlu olmaz mı? Gül’e öğretmenle evlenip evlenmeyeceğini sorup öyle cevap vermek istemişler. Öğretmen bu duruma bir yandan sevinmiş, çünkü ailesi Gül’ün fikrini de almak istemiş, onu zorla bir şey yaptırmak istememişler. Gül sessiz kalıp bir şey dememiş ama gözlerinden her şey okunuyormuş. Annesi anlamış ki kızının da öğretmende gönlü var. O gece Gül’ü öğretmene vermişler, yüzükler takılmış. İki kalpte çok mutluymuş, çünkü ikisi de diğer yarısını bulmuş. Artık iki kalpte ayrı atmak yokmuş. Çünkü onlar tek kalp olup birlikte atmaya karar vermişler.

Kısa sürede düğün dernek kurulmuş. Öğretmen ve gül evlenmişler. Düğünleri öyle güzel olmuş ki bütün köy konuşmuş. Evleri nehire yakın bir yerdeymiş. İkisi de su sesini dinlemeyi çok sevdikleri, birde iki tane kuğu kuşu beslemek için özellikle orayı seçmişler. İki kuğu kuşu, aynı onlar gibi birbirine âşık kuğularmış. Aynı Halil ve Gül gibi birbirlerinden hiç ayrı duramıyorlarmış. Her zaman yan yanalarmış.
Onların aşkı çok büyükmüş, adeta kalplerine sığmaz olmuş. Sevdaları birbirlerinin gözlerine baktıklarında öyle belli oluyormuş ki… Bütün köy onların sevdasını konuşur olmuş. Genç kızlar aynı onlar gibi mutlu yuvalarının olmasını için dua ederlermiş. Halil karısının bir dediğini iki etmiyormuş. Yeter ki ağzından bir şey çıksın. Gül’ü bir şey istesin hemen alıp geliyormuş. Ona şiirler okuyor, türküler söylüyormuş. Her daim aşkını ona haykırıyormuş. Hiç bir zaman eşinden sevgisini esirgememiş. Karısını baş tacı yapmış, ev işlerinde yardım ediyor, her zor anında yanında oluyormuş.

Günler mutlu bir şekilde geçip gidiyormuş. İkisinin de aşkları daha çoğalıyor, birbirlerine daha çok bağlanıyorlarmış. Yalnız bu mutlu tabloda bir şey eksikmiş çocuk… Seneler geçmiş ama hala çocukları olmamış. Gül kendinden olmuyor diye kederlenip duruyormuş. Halil’ime bir evlat veremedim, ben nasıl eşimde ona laik olamadım deyip kendi kendini hüzünlenirmiş. Böyle durumlarda kadın neden hep kendini suçlardı, belki kocasından olmuyordu. Toplumun bize yüklediği yüklerden biriydi, bir evlilik de çocuk olmuyorsa bunun suçlusu kadın olurdu. Hatta karısının üstüne kuma getiren bile oluyordu ama erkek asla kendinde sorun olacağını düşünmüyordu. Gül’de böyle düşünen bir grup içindeydi, sorunun kendisinde olduğunu sanıyordu. Bunun üstüne köyde de çoktan dedikodu başlamıştı. Gül öğretmene evlat veremedi, kısır deyip söylenip duruyorlarmış. Gül bunları duydukça daha çok üzülmüş. Aslında ne kadar kötü bir düşünceydi, önceden mutlu aileden bahsederken şimdi ise Gül'ün çocuğu olmuyor diye konuşuyorlardı. Bir zamanlar onları yüceltirken, bir anda kötü konuşmaya başlamışlardı. İnsanoğlu ne kadarda nankördü. Onlara yardımı dokunan bir öğretmene, en kötülüğü onlar yapıyorlardı. Bir kadının ahını alarak, zaten en büyük günahı işlemişlerdi.

Halil ne kadar çocuk istemiyorum, bana sen yetersin dese de Gül'ü ikna edememişti. Günler geçtikçe Gül üzüntüden eriyip bitmiş, bir şey yiyemez olmuş. Bir deri bir kemik kalmış. Halil karısını böyle gördükçe çok üzülüyormuş. Ona her daim sevdiğini söylese de çocuk istemiyorum dese de Gül’ün yüzünü güldürememiş.
Gül üzüntüye daha fazla dayanamayıp yataklara düşmüş. Halil karısına hekimler getirtmiş ama hastalığına çare bulamamışlar. İnci hastalığına yakalanmış. Ve bu hastalığında şifası yokmuş. Halil karısını iyileştirmek için çok uğraşmış. Pekmezlerle ballarla beslemiş ama Gül’ün vücudu bunlara cevap vermemiş. Onun tek ilacı varmış, oda bir evlat.

Bir gün nehir kenarında oturup kuğuları izlemeye koyulmuşlar. Halil sevdiceğini dizlerine yatırıp saçlarını okşuyor bir yandan da kuğulardan bahsediyormuş.
“Hatırlıyor musun Gül’üm sana kuğu kuşlarının bağlılığından bahsetmiştim. Onları aşkın en saf halini temsil eder. Neden mi? Kuğu kuşları tek eşli olması ve ölene kadar eşlerine bağlı olmaları... Derin bir sadakat duygusuna sahiptirler ve öldükten sonra bile bağlılığını sürdürenler vardır. O yüzden aşkın en saf halini temsil eder. Bende bizim aşkımızı onların aşkına benzetiyorum. Onların birbirine olan aşkı gibi, birbirine bağlılıkları gibi bizde birbirimize bağlıyız. Her ne olursa olsun bizim sevdamız ölümsüz. Birbirimize sadakatimiz çok derin…”  Halil konuşuyormuş ama Gül’den hiç ses çıkmamış. Merak edip eğilip yüzüne bakmış. Gözlerinin kapalı olduğunu görmüş, bir telaşla dizlerini çekip karısının başını yere koymuş. Gül’ün başına geçip onu uyandırmaya çalışmış. Ama Gül’de ses yok nefesine bakmış, kalbini dinlemiş. Yaşama belirtisi yokmuş, ne kalbi atıyor, ne nefes alıyormuş. Halil karısını öyle görünce çok korkmuş, ellerini ellerine alıp "Gül'üm karım hadi uyan, bak beni korkutuyorsun."diye seslenmiş ama karısından cevap gelmemiş. Gül’ü kucağına çekip sarıp sarmalamış, uyan sevdam demiş, uyan ama sevdası açmamış gözlerini... Gözyaşları nehire akıp gitmiş.

Halil sevdiğini kollarında kaybetmiş, bağırışlarını ağıtlarını bir köy duymuş. Bir köy öğretmeninin acısına şahit olmuş. Ne yazık ki bir köyde Gül'ün sebebi olmuştu. Pişman olmuşlardı ama iş işten geçmişti, bir insan öldükten sonra pişman olsan ne yazardı. Burada Gül’ün hikâyesinde çıkarmamız gereken bir ders vardı, ne olursa olsun insanların sözünü kafaya takmamaktı. Onlar her türlü konuşuyorlardı, Gül evlat veremedi diye dedikodusu yapıp onu üzmüşlerdi. Hâlbuki Gül’ün elinde olan bir şey değildi, üzülüp kendini hasta etmişti.

Halil sevdiğini kaybederken diğer tarafta sevdiğini kaybeden biri daha vardı. Nehir'in akan suyuna kuğu kuşu da eşini vermişti. Aynı Halil gibi kuğu kuşu da sevdiğini kaybetmişti. İki âşık ölene kadar sevdalarına bağlı kalıp son nefeslerinde bile eşlerin isimlerini anmışlardı.

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow